BALYOZ İddianamesi içindeki en önemli delillerden biri, belki de en önemlisi “Balyoz Harekât Planı” başlıklı 2 Aralık 2002 tarihli belge.
Bilgisayar çıktısı olan 11 sayfalık bu belge, en yalın ifadeyle bir darbe planı.
Bu planda, 2002 Aralık ayında Türkiye’nin içinde bulunduğu olumsuz koşullar anlatılıyor, ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neden duruma müdahale etmesi gerektiği gerekçelendiriliyor. Metnin altında “Balyoz Sıkıyönetim Komutanı” sıfatıyla Orgeneral Çetin Doğan’ın adı yazılı, ancak kendisinin imzası yok.
BELGEYE YÖNELTİLEN ANA İTİRAZ
Geçen ocak ayı sonunda Taraf Gazetesi’nin manşet haberi olarak Türk kamuoyuna yansımasından sonra, bu belgenin içeriği geniş bir şekilde tartışılmış, her satırı büyüteç altına yatırılmıştır.
Bu konuda çıkmış olan yazılar şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor. Özellikle Çetin Doğan’ın, her ikisi de ABD’nin en üniversitelerinden Harvard’da ekonomi okutan kızı Prof. Pınar Doğan ile damadı Prof. Dani Rodrik’in kurdukları http://cdogangercekler.wordpress.com başlıklı blogda bu konuda pek çok analiz yer alıyor.
Bu belgenin sahiciliğine dönük itirazların başında, 2002 Aralık ayı başında anlatılan olayların, gelişmelerin büyük bir bölümünün aslında çok daha sonra, hatta yıllar sonra gerçekleştiği görüşü geliyor. Bunlar arasında en çarpıcı örneklerden biri, Prof. Haydar Baş’ın 27 Kasım 2005’te yaptığı bir konuşmadan bazı bölümlerin neredeyse satırı satırına 2002 yılındaki Balyoz belgesinde yer alması gösterilebilir.
Bu gibi örneklerin tekrarına girecek değiliz. Bugün konunun bu satırların yazarını da dolaylı olarak ilgilendiren bir yönünü ele alacağız. Şöyle izah edeyim:
İŞBAŞINDA OLAN ERDOĞAN DEĞİL, GÜL’DÜ
Balyoz Planı’nın girişinde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti altında ülkenin ne kadar olumsuz koşullarla çevrelendiği anlatılıyor.
Unutmayalım ki, bu metin 2 Aralık 2002 tarihini taşıyor. Yani 3 Kasım 2002 genel seçiminden tam tamına bir ay sonra kaleme alınmış. 2002 Kasım ayının akışını hatırlayalım: Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için TBMM’de değil. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 16 Kasım 2002’de Abdullah Gül’ü hükümeti kurmakla görevlendiriyor. Gül’ün başbakanlığındaki kabine 18 Kasım’da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıyor. Hükümet TBMM’den 28 Kasım tarihinde güvenoyu alıyor.
İddianameye göre, Orgeneral Çetin Doğan’ın darbe planı 2 Aralık tarihini taşıyor.
Meseleye basit mantıkla yaklaşıyorum. Bu darbe planında kadrolaşma, askeri müdahale için gerekçe gösterilen olumsuzluklar 16 Kasım’la 2 Aralık arasındaki iki haftaya nasıl sığdırılabilir? Hükümet icraatının başlangıcı için 28 Kasım 2002 tarihi esas alındığında bu süre 5 güne düşüyor.
Neresinden bakarsam bakayım, mantığımı ne kadar zorlarsam zorlayayım, 2 Aralık 2002 tarihli bir darbe gerekçesinde sıralanan (yoğun kadrolaşma faaliyeti, özel sektörde sermayenin el değiştirmeye başlaması gibi) bütün bu olumsuz icraatın iki haftaya sığabilmiş olmasını aklım bir türlü kabul etmiyor.
Üstelik benim hafızamda kayıtlı olan gerçeklik, bu planda anlatılan bazı olaylarla da örtüşmüyor.
2002’DE VERGİ DENETİMİ BAŞLADI MI?
Balyoz Planı’nda şöyle deniliyor:
“Hükümet, iktidarın kendisine sağladığı imkân ve kabiliyetleri kullanarak medya, sivil toplum örgütleri ve bürokrasiyi kendine bağımlı hale getirmeye çalışmaktadır.”
Aynı planın bir başka bölümünde yine medyaya değiniliyor:
“İktidar ve irtica yanlısı basın yayın organları her geçen gün cesaretlenip palazlanırken, muhalif basın geçmişte yaptığı şahsi yanlışlıkların bedelini görevini yapmayarak ve/veya yapamayarak ödemektedir. Toplumsal muhalefet sindirilmiş, muhalif basın ekonomik ve mali denetim tehdidi ile susturulmuştur.”
Belgenin bu bölümleri Balyoz Planı’nı geçen ocak ayında okuduğumdan bu yana kafamı kurcalıyor. Şu nedenle:
2002 yılı için “muhalif basın” tanımlaması ayrı bir yazı konusudur. Bu hususu bir tarafa bırakırsak, planın yazıldığı ileri sürülen 2 Aralık 2002 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olarak görev yapmaktaydım.
O dönemin Başbakanı Gül’ün 15 Mart 2003 tarihine kadar süren başbakanlığı döneminde hükümetinin elindeki imkânları kullanarak bizim gazeteyi ve bağlı bulunduğu grubu hükümetine bağımlı hale getirmeye dönük herhangi bir faaliyetine tanık olmadım.
Gül’ün bizi mali denetim ile susturma yöntemine başvurduğunu hiç hatırlamıyorum. Kendisi, tanıdığım kadarıyla bu tür yöntemlere tevessül edecek biri değildir.
2008’İN OLAYI 2002’NİN BELGESİNE NASIL GİRER?
Dahası, o dönemde gazetenin Ankara Temsilcisi olarak Başbakan Gül ile yakın ilişkim vardı. Kendisini Başbakanlık’taki makamında ziyaret edip ayrıntılı bir mülakat yaptığımı da çok iyi hatırlıyorum. Bu mülakatım 22 Kasım 2002 tarihinde “Hiç Kimseye Ayrım Yok, Beni de Soruştursunlar” başlığıyla yayımlanmıştı. Gül, yalnızca benimle değil, gazetenin diğer yöneticileri ile de iyi ilişkiler içindeydi.
Abdullah Gül, gerçekten Balyoz Planı’nda belirtildiği gibi, mali denetimle bizi susturmaya kalkışmış olsaydı, kendisiyle diyaloğumun bu olaydan bir şekilde etkilenmesi, en azından hafızamda bunun bir izinin kalması gerekirdi diye düşünüyorum.
Maliye Bakanlığı’nın vergi müfettişlerini Doğan Grubu şirketlerine ilk kez göndermesi 2008 Nisan ayında gerçekleşmiş, ikinci dalga teftiş ise 2009 Haziran ayında başlamıştır. Doğan Medya Grubu’na 840 milyon lira dolayındaki ilk ceza 18 Şubat 2009 tarihinde, yaklaşık 3 milyar 750 milyon tutarındaki ikinci ceza ise 8 Eylül 2009 tarihinde tahakkuk ettirildi.
O tarihlerde Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni olarak bu olaylara yakından tanıklık ettim ve hatta vergi müfettişleri tarafından da sorgulandım. Kendi tanıklığımla 2008 ve sonrasında hedef olduğumuz bu uygulamaların, nasıl olup da 2 Aralık 2002 tarihindeki bir darbe planının içine girdiği sorusuna doğrusu mantıkla izah edebileceğim bir yanıt bulamıyorum.
Belki ben bir yanılsama içindeyim, bilemiyorum...
(Yarın: Yeni ve ilginç bir bilirkişi raporu)