21 Ağustos 2013 Çarşamba

Komutanlardan veda turu

Bu yılki YAŞ kararlarıyla emekliye ayrılan 4 komutan Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'a veda ziyaretinde bulundu.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E. Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu, ilk olarak Başbakan Erdoğan'ı ziyaret etti.

Görüşme basına kapalı gerçekleşti.
Komutanlar daha sonra Çankaya Köşkü'ne geçti ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e veda ziyaretinde bulundu.


Mühimmat deposunda patlama!


Kırıkkale’de bulunan MKY’e ye ait mühimmat deposunda patlama oldu

Kırıkkale Makina Kimya Endüstrisi Mühimmat Depoları bölgesinde büyük bir patlama ve yangın meydana geldi. Yükselen alevler 30 km mesafedeki şehir merkezinden görüldü. Olay yerine çok sayıda itfaiye ve ambulans sevk edildi.

Patlama nedeniyle çevredeki binaların camları kırılırken, bazı vatandaşların hafif şekilde yaralandığı bildirildi. Patlamanın meydana geldiği bölgedeki ormanlık alanda yangın başladı. İtfaiye ekipleri yangına müdahale ederken Ankara’dan da yangına müdahale için itfaiye ve kurtarma ekibi gönderildi. Yangın gece geç saatlerde kontrol altına alındı.

Bu arada patlama sonrası kendilerinden haber alınamayan 5 kişiye de ulaşıldı. Hasandede Belediye Başkanı, bölgede tedbir amaçlı olarak bazı yerleşim yerlerinin boşaltıldığını söyledi.
ATALAY: CAN KAYBI YOK

Kırıkkale’de meydana gelen patlamanın ardından televizyon yayınına katılan Başbakan Yardımcısı ve Kırıkkale Milletvekili Beşir Atalay, patlamada can kaybı yaşanmadığını belirterek şunları söyledi:

"Bütün mesele yangının çabuk söndürülmesi. Akşam olduğu için helikopter kullanılamıyor. Kırıkkale silah sanayinin yoğun olduğu bir bölge. Daha önce de silah ve mühimmat depolarında patlamalar oldu. Şükür bugünkü hafif bir şey. Can kaybı olmaması üzüntümüzü hafifletiyor. Bana verilen bilgi ışığında söylüyorum. Önce bozkırda yangın çıktı da o mu patlamayı meydana getirdi yoksa önce patlama oldu da sonra mı yangın çıktı, o bile henüz belli değil. Fabrika yetkilileri depoda çok az sayıda mühimmat olduğunu söyledi. Can kaybımız yok. Şimdi yangının söndürülmesini bekliyoruz. Çevre illerden itfaiye ekipleri de bölgede görev yapıyor"

ANKARA KAYSERİ KARAYOLU ULAŞIMA AÇILDI

Kırıkkale’nin Hasandede Beldesi’ndeki mühimmat deposundaki patlamadan sonra başlayan orman yangını zar zor kontrol altına alındı. Alevlere MKE, Kırıkkale ve Ankara’dan giden itfaiye ekipleri müdahale etti. Gece olması nedeniyle havadan söndürme çalışmaları yapılamadı. Büyüyerek geniş bir alana yayılan alevler nedeniyle Ankara-Kayseri Karayolu ulaşıma kapatılmıştı.

Patlama nedeniyle ulaşıma kapatılan Ankara - Kırıkkale - Kayseri karayolu 3 buçuk saat sonra alevler kontrol altına alındıktan sonra ulaşıma açıldı.

HABER ALINAMAYAN 5 KİŞİYE ULAŞILDI

Kırıkkale’nin Hasandede Beldesi’ndeki mühimmat deposundaki patlamanın ardından başlayan orman yangınına itfaiye ekiplerinin müdahalesi sürüyor. Yangının yayılma ihtimaline karşı bölgede bazı evlerin boşaltıldığı öğrenildi. Müdahale sırasında dumandan etkilenen 3 itfaiyeciye sağlık ekipleri tarafından ilk müdahale yapıldıktan sonra hastaneye kaldırıldı.

Öte yandan haber alınamayan 5 kişiyle irtibat sağlandı. Güvenlik görevlisi olduğu öğrenilen 5 kişinin sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenildi.

DEPODA AR-GE ÇALIŞMALARI YAPILIYORDU

Kırıkkale’de patlayan deponun mühimmat ve barut deposu olarak kullanıldığı öğrenildi. AR-GE çalışmalarının da yapıldığı deponun 500 haneli Hasandede Beldesi’ne yaklaşık 3 kilometre mesafede bulunduğu belirtildi. Ana depo ayrıca Kırıkkale’deki diğer barut, silah fabrikaları ve mühimmat üretim alanlarının en yakınına 6, en uzağına ise 10 kilometre mesafede bulunduğu kaydedildi.

YANGIN KONTROL ALTINA ALINDI

Mühimmat ve barut deposunda patlama sonrası başlayan yangın MKE, Kırıkkale ve çevre illerden gelen itfaiye ekiplerinin çalışması sonucu kontrol altına alındı. Yangında ilk belirlemelere göre yaklaşık 20 hektarlık ormanlık alan zarar gördü.

4 KİŞİ HASTANELERE BAŞVURDU

Patlamanın meydana geldiği Hasandede Beldesi’nde 4 kişinin cam kırıkları ve dumandan etkilenme nedeniyle hastanelere başvurduğu öğrenildi.

Öte yandan önce haber alınamayan, ardından irtibat sağlanan 5 kişinin kulelerde güvenlik görevlisi olarak olarak çalıştığı öğrenildi. Ak parti Kırıkkale Milletvekili Oğuz Kaan Köksel ve Kırıkkale Valisi Ali Kolat olay yerine gidip yürütülen çalışmalar hakkında bilgi aldı.

AFAD: ÖLÜ, YARALI VE KAYIP İHBARI ULAŞMADI

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Kırıkkale’de MKE barut deposundaki patlama ile ilgili yaptığı açıklamada şu ana kadar herhangi ölü, yaralı ve kayıp ihbarının ulaşmadığı kaydedildi.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, akşam saatlerinde Kırıkkale-Kayseri yolu 30 kilometresinde bulunan Makine Kimya Endüstrisi’ne ait bir mühimmat deposunda patlama meydana geldiği bildirildi. Patlamanın çevrede orman yangınına neden olduğu belirtilen açıklamada ’Başbakanlık AFAD koordinasyonunda bölgeye Kırıkkale ve Ankara’dan itfaiye ekipleri ile birlikte 4 ambulans ve 1 UMKE aracı sevk edilmiştir. Ayrıca Orman Bölge Müdürlüğü, Kırıkkale Belediyesi, Hasandede Belediyesi, Tüpraş ve ilgili kurum ve kuruluşlara ait ekiplerde çalışmalara katılmak üzere bölgeye intikal etmiştir. Şu ana kadar herhangi bir ölü, yaralı ve kayıp ihbarı ulaşmamış olup, gelişmeler Başbakanlık AFAD tarafından 7 gün 24 saat takip edilmektedir’ denildi.

Komutanlardan bir ilk!

Bugün Türk siyasetinde, asker-sivil ilişkilerinin tarihi çerçevesi içinde sembolik açıdan önem içeren temaslar yaşanacak

Milliyet'ten Aydın Hasan'ın haberine göre, Milli Güvenlik Kurulu'nun Ağustos ayı olağan toplantısı, teamüller çerçevesinde ayın son haftası yerine bir hafta öne çekilerek bugün yapılacak. Bu gün öğlen saatlerinde Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında başlayacak MGK toplantısına; öne çekilmesi nedeniyle önümüzdeki hafta görevlerini bırakacak olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu katılacak. 4 komutanın son kez katılacağı toplantıda; çözüm süreci, Suriye, Irak ve Mısır'daki gelişmeler ile Eylül ayında toplanması planlanan Ulusal Kürt Kongresi gibi Türkiye'nin hem bölgesel dış politikasını hem de iç güvenliğini ilgilendiren "sıcak gündem" içinde yer alan konular ele alınacak. Bugün MGK toplantısı öncesinde, iki gün sonra görevini bırakacak üç kuvvet komutanı ile jandarma genel komutanı; önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, ardından da Cumhurbaşkanı Gül'e veda ziyaretinde bulunacak.

4 komutan değişmişti

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi, Ağustos ayının başında yapılan Yüksek Askeri Şura toplantısının ardından önemli ölçüde yeniden şekillenmişti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 2015 yılına kadar görevine devam ederken, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atanması beklenen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu'nun emekliliğe sevkedilmesi YAŞ'ın sürpriz gelişmelerinden birini oluşturdu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar getirildi. Korgeneral Akın Öztürk Hava Kuvvetleri Komutanı, Koramiral Recep Bülent Bostanoğlu Deniz Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral Servet Yörük Jandarma Genel Komutanı oldu. Akar, Öztürk, Bostanoğlu ve Yörük; perşembe ve cuma günü yapılacak devir teslim törenleri ile yeni koltuklarına oturacak.

Kritik gündem görüşülecek

İki ayda bir toplanan MGK'nın toplantıları, teamüller gereği genillikle ayın son haftası yapılıyor. MGK toplantısı önümüzdeki hafta yapılsaydı toplantıya; Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Orgeneral Hulusi Akar, Hava Kuvvetleri Komutanı olarak Korgeneral Akın Öztürk, Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak Koramiral Recep Bülent Bostanoğlu ve Jandarma Genel Komutanı olarak Orgeneral Servet Yörük katılacaktı. Ancak Gül, kritik toplantıyı emekli olacak 4 komutanın katılımı ile yapmayı tercih etti.

Devir teslim perşembe ve cuma yapılacak

Bugün yapılacak toplantıya; henüz görev devir teslimi yapılmadığı, yani görev devir teslim törenleri yarın ve öbür gün yapılacağı için Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu katılacak. 30 Ağustos tarihi itibariyle emekli olacak dört komutan, son kez MGK toplantısına katılmış olacak.

Gül'ün tercihi

Cumhurbaşkanı Gül; MGK toplantısının, iki gün sonra görevleri sona erecek ve 30 Ağustos itibariyle de emekli olacak dosyalarına hakim 4 komutanın katılımı ile yapılmasını tercih etti. Dosyalarına hakim olan komutanların toplantıda, Türkiye'nin sıcak gündemiyle ilgili konularda son defa görüşlerini dile getirmeleri bekleniyor.
MGK'nın gündeminde; terör örgütü PKK'nın silah bırakması için başlatılan çözüm sürecinde gelinen aşama, Suriye'nin Kürt bölgesindeki fiili durum, bu durumun çözüm sürecine yansıması, Irak ve Mısır'daki gelişmeler ile Eylül ayında toplanması planlann Ulusal Kürt Kongresi gibi stratejik seviyedeki konular yer alacak.

Veda ziyaretleri
Bugün, 30 Ağustos tarihi itibariyle emekli olacak olan 4 komutan, MGK öncesi veda ziyaretinde bulunacak. 4 komutan, saat 10.30'da Erdoğan'a, saat 11.30'da ise Cumhurbaşkanı Gül'e veda ziyaretinde bulunacak.

20 Ağustos 2013 Salı

Askerin üzerinden çıkana bakın!

Rutin yol kontrolünde yakalandı

Marmaris'te bir yolcu minibüsünde yapılan aramada, araçta bulunan askerin cebinden 68 gram uyuşturucu çıktı.

Edinilen bilgiye göre, Çetibeli jandarma kontrol noktasında rutin yol kontrolünü gerçekleştiren jandarma ekipleri, Muğla Marmaris seferini yapan yolcu minibüsünü durdurdu.
Jandarma, Aksaz Deniz Üs Komutanlığı'nda vatani görevini yapan deniz er T.A (20)'nin durumundan şüphelenerek üst araması yaptı. Aramada T.A'nin pantolonunun cebinde naylon poşete sarılı 68 gram esrar bulundu. Uyuşturucuya el konularak minibüsten indirilen asker, karakoldaki ifadesinin ardından askerlik yaptığı birliğe teslim edildi.

Başbuğ ilk değil peki son olacak mı?

19 Ağustos 2013 / İDRİS GÜRSOY
İlker Başbuğ, yargılanan ilk genelkurmay başkanı mı? Rüştü Erdelhun neden mahkum edildi? İşte  İsmail Hakkı Karadayı’dan Memduh Tağmaç’a genelkurmay başkanlarının “siyasete müdahale” hikayeleri. Cemal Tural niçin emekliye sevk edildi? Faruk Gürler neden istifa etti?
 
Ergenekon davasında İlker Başbuğ’un darbe suçundan yargılanıp hüküm giymesi bazı çevreleri çok rahatsız etti. Günlerdir Başbuğ üzerinden kampanya yürütülüyor. ‘Bir genelkurmay başkanı nasıl suç örgütü lideri olur?’ deniyor. Oysa Başbuğ ne mahkûm edilen ne de darbe ile suçlanan ilk genelkurmay başkanı. 27 Mayıs 1960 darbesi, seçimle işbaşına gelen DP’yi iktidardan uzaklaştırırken, dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun (23 Ağustos 1958-27 Mayıs 1960) idamla yargılandı. Erdulhun’un suçu sivil iktidara itaat edip orduyu siyasete karıştırmamaktı. 4 yıl hapis yattıktan sonra bir afla kurtulabildi. Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut da ( 5 Haziran 1950- 10 Nisan 1954) Yassıada’da yargılanan çok sayıdaki subay arasındaydı.
Peki, adı darbe ve muhtıra ile anılan genelkurmay başkanları kimlerdi? 28 Şubat post modern darbesinden yargılanan İsmail Hakkı Karadayı ve yine sanık sandalyesine oturtulan 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in dışında da çok sayıda genelkurmay başkanının adı askerî muhtıralara karıştı. Onların İlker Başbuğ ve diğerlerinden tek farkı, yaptıkları suç olmasına rağmen yargıya hesap vermekten kurtulmuş olmalarıydı. İşte Cemal Tural’dan Memduh Tağmaç’a ve Yaşar Büyükanıt’a kadar genelkurmay başkanlarının “siyasete müdahale” hikâyeleri.

Askerlerin yönetime mektup-muhtıra verme geleneğini ilk başlatan Orgeneral Cemal Gürsel olmuştu. 1960’ta Kara Kuvvetleri komutanı iken DP hükümetinin Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e bir mektup göndererek Celal Bayar’ın istifa etmesini, Adnan Menderes’in cumhurbaşkanı yapılmasını, kabinede bazı bakanların değiştirilmesini, İstanbul, Ankara ve İzmir valilerinin görevden alınmasını istedi. 15 maddeden oluşan muhtıra kamuoyuna yansımadı. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel ile hükümet arasında sürtüşme yaşanıyordu. Menderes ve Bayar, ordu içindeki kıpırdanmaları biliyordu. Bayar’ın da telkinleri ile Gürsel, genelkurmay başkanı yapılmadı. Emekliye sevk edilme kararı alındı. Cunta paniğe kapıldı. Darbe başsız kalmıştı. 27 Mayıs’tan sonra Gürsel’i İzmir’den getirip ‘ihtilalin başı’ yaptılar. Gürsel, devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

16 Kasım 1964’te bu sefer Cemal Gürsel bir muhtıraya muhatap oldu. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Gürsel’e bir mektup göndererek bazı Adalet Partili milletvekilleri ile yayın organlarının orduyu eleştirilerinden Silahlı Kuvvetler’in rahatsız olduğunu iletti. Sunay imzalı mektupta ‘orduyu rencide edenler’ hakkında tedbir alınması ve AP’lilerin ikaz edilmesi isteniyordu. Sunay, mektubuna, Ali Bozdoğanoğlu, Süleyman Ünlü, Ahmet Siret ve Kemal Aldoğan adlı partililerin Gaziantep il kongresinde yaptıkları konuşmaların metinlerini, tutulan rapor ile zabıtları da ilave etmişti. TBMM’ye hitaben yazılan mektubu “arz ederim” değil, “rica ederim” diyerek noktalayan Sunay, iki sene sonra Cemal Gürsel’in yerine, Süleyman Demirel’in teklifi ile cumhurbaşkanı seçildi. Sunay’dan boşalan genelkurmay başkanlığına ise adı cuntalarla anılan başka bir isim, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Tural getirildi.

60 ve 70’li yıllar zor geçti
1968’de öğrenciler sokağa döküldü. İstanbul ve Ankara’da bazı fakülteler işgal edildi. Temmuz ayı polisle öğrencilerin çatışmasına sahne oldu. Ağustosta komuta kademesinde önemli değişiklikler yapıldı. 12 Mart muhtırasını verecek olan Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi. 1969 başında olaylar iyice tırmandırıldı. Demirel liderliğindeki AP yine iktidardaydı. Cuntalar darbe planları yapıyordu. Bazı ordu mensuplarının göstericilere silah temin ettiği daha sonra anlaşıldı. 11 Mart’ta Tağmaç, bir operasyonla genelkurmay başkanı oldu. Cemal Tural ise şûra üyeliğine alındı. İddialara göre Tural, hükümeti dinlemiyordu ve bir darbe hazırlığı içindeydi. Bazı kamu kurumlarını denetlemesi, gazeteleri ziyaret ederek beyanatlar vermesi tartışmalara sebep olmuştu.

Sokak hareketleri ile hükümet düşürülmek isteniyordu. Ordunun alt kademelerinde rahatsızlık vardı. 21 Kasım 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, başbakan ve genelkurmay başkanını atlayarak cumhurbaşkanına bir uyarı mektubu gönderdi. Türkiye’nin her geçen gün daha da kötüye gittiği belirtilen mektupta toplumsal ve siyasi sorunların ele alındığı 7 sayfalık bir rapor da bulunuyordu. Karargâhlarda müdahale planları yapılıyordu. 10 Mart 1971 günü Yüksek Askerî Şûra toplantı salonunda genişletilmiş yüksek komuta konseyi, kuvvet komutanları ve 28 subayın katılımıyla Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın başkanlığında toplandı.

Semih Sancar (daha sonra genelkurmay başkanı oldu), Turgut Sunalp, Kenan Evren, Bülent Ulusu da oradaydı. 11 Mart günü ordudaki eğilim ordunun emir-komuta zinciri içinde bir hareket yapacağıydı ancak Tağmaç ‘ordu son çare’ diyordu. Muhsin Batur ve Faruk Gürler, ‘yarı müdahale’ye taraftardı. 12 Mart 1971 günü saat 12.05’te imzalanan mektup okunmak üzere radyoevine gönderildi. Demokrasinin askıya alındığını ilan eden muhtıra üç maddeden ibaretti ve altında Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’la birlikte Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Celal Eyicioğlu’nun imzası vardı. Demirel istifa etti. Muhtıra Meclis’te okundu. 12 Mart olmasa, 9 Mart’ta Cemal Madanoğlu’nun başında olduğu sol cunta darbeyi yapacaktı. Son anda Faruk Gürler ve Muhsin Batur, 9 Martçıları satmıştı. Eğer 9 Martçılar yönetimi ele geçirse, “Selim Bey” takma isimli Faruk Gürler devlet başkanı, “Yavuz Bey” kod adlı Muhsin Batur ise başbakan olacaktı.

12 Mart muhtırasından sonra Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç emekli oldu, yerine Kara kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler geldi. Semih Sancar da Kara Kuvvetleri komutanı oldu. 1973’te gerilimin sebebi bu sefer cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Cevdet Sunay’ın yerine Faruk Gürler cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Gürler ordudan ayrıldı, senatör yapıldı, adaylığını açıkladı ancak siyasi parti liderleri Gürler’e sıcak bakmıyorlardı. Liderler baskı altına alındı. 21 Şubat 1973’te Yüksek Komuta Konseyi adına bir muhtıra hazırlanarak radyoya gönderildi. 27 Şubat sabahı üç kuvvet komutanı son bir çabayla Çankaya’ya çıkarak Cevdet Sunay’a bir mektup daha verdiler. Temsil kabiliyetini haiz, tarafsız, ama Adalet Partili olmayan bir ismin cumhurbaşkanı olmasını istiyorlardı. Meclis’i kuşattılar, lobileri doldurdular ama bütün çabalarına rağmen Gürler cumhurbaşkanı seçilemedi. Bir gazete, Gürler’in hazin sonunu, “Gürledi gitti” başlığı ile manşetine taşıdı.

12 Eylül 1980’e giderken terör olayları Türkiye’nin birinci gündem maddesiydi. 6 Ekim 1978’de Ankara kulislerinde Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in hükümete bir uyarı mektubu verdiği konuşuluyordu. İddiaya göre Evren, gazetelerde çıkan yayınlardan rahatsızlığını dile getirmiş, hükümetin orduya sahip çıkmasını istemişti. Karargâh yine hareketliydi. Evren ve arkadaşları bir mektup hazırlayıp Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e vermeyi kararlaştırdılar. 27 Aralık 1979’da mektup imzalandı, bu sefer radyoya gönderilmedi, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verildi. Asker, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’in yan yana gelerek hükümet kurmalarını, teröre karşı işbirliği yapmalarını istiyordu. Demirel ikinci defa muhtıraya muhatap oluyordu. Nabız yokladı, bu sefer şapkayı alıp gitmedi. Sıkıyönetime rağmen terör tırmandı. Şartlar olgunlaştırıldı. 12 Eylül 1980’de tanklar sokağa çıktı. Ordu fiilen yönetime el koydu. Demirel’in çalışma arkadaşı Evren, devlet başkanıydı.

Ordudaki ‘Erdelhun sendromu’
Asker, 28 Şubat süreci (1997) sonunda Refah-Yol’u düşürdü. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İkinci Başkan Çevik Bir’in bilgisi dahilinde kurulan, illegal Batı Çalışma Grubu daha sonra deşifre edildi. Son müdahale ise 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşandı. Asker bu sefer mektup yazmadı. 27 Nisan 2007’de gece yarısı Genelkurmay’ın internet sitesine konulan BA-087-7 numaralı açıklama ile Abdullah Gül’ün Çankaya’ya seçilmesinin önü kesilmek istendi. E-muhtıra olarak tarihe geçen bildiride Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın imzası bulunuyordu.

Türkiye, darbeler, muhtıralar ülkesi olmasına rağmen İlker Başbuğ’a kadar siyasete müdahale planları içinde olan hiçbir genelkurmay başkanı yargı karşısına çıkarılıp mahkûm edilemedi. İlk defa Başbuğ, darbeye teşebbüs suçlamasından müebbet hapis cezası aldı.

Cumhuriyet tarihinde yargılanan ve hüküm giyen Orgeneral Rüştü Erdelhun demokrat bir subaydı, 7 dil biliyordu. Cuntalara karşıydı. Görev yaptığı süre içinde orduyu siyasete sokmadı. Darbeye 12 saat kala, 26 Mayıs’ta Karargâh’ta topladığı subayları şöyle uyarmıştı: “1912’de Balkan Harbi’nde silahlı kuvvetler ittihatçı ve itilafçı diye ikiye bölündü. Emir-komuta ve idarenin muhal olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Anayasa İç Hizmet Kanunu ile Silahlı Kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükümetin elindeki bir kuvvettir. Demokratik rejimlerde parlamento ve hükümet milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içerisinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler partinin değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükümetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mecburdur.
Seçimle gelen herhangi bir iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder veya seçmez düşürür.” Dipçikle kapısı kırılan Erdelhun, otomatik silahlar doğrultularak gözaltına alınmıştı. Kötü muameleye maruz bırakıldı. Yassıada’da rütbeleri söküldü, bir er gibi yargılandı. “Bir genelkurmay başkanı nasıl yargılanır!” diye Başbuğ’a sahip çıkanlar, bugüne kadar Erdelhun’u ağızlarına bile almadılar.
27 Mayısçılar Erdelhun’la birlikte ordudaki demokrat düşünceyi de infaz etmek istedi. Sivil otoriteye itaati savunan subaylar yıllarca Erhelhun Paşa’nın akıbeti ile korkutuldu. 2002-2006’da genelkurmay başkanı olarak bir dizi darbe girişimine geçit vermeyen Hilmi Özkök’e de o yıllarda Erdelhun Paşa sık sık hatırlatılmış ve ‘Sonun böyle olur!’ denmek istenmişti.
İlker Başbuğ, Kenan Evren ve İsmail Hakkı Karadayı gibi isimlerin yargılanması, bakalım ordudaki ‘Erdelhun sendromu’nu bitirebilecek mi? Siyasete müdahale eğilimindeki komutanlar bu örnekleri görüp geri adım atacaklar mı? Başbuğ’u kuyudan çıkarmaya çalışanlar aslında bu tarihî dönüşümün de önüne geçme peşindeler.

Sisi’nin kafası Ergenekoncularla aynı

19 Ağustos 2013 / MURAT TOKAY
Ortadoğu ve Türkiye’deki gelişmeleri Prof. Dr. Sedat Laçiner ile konuştuk. Laçiner, Ergenekon davaları sırasında emekli bir generalin, kendisine “Bu ülkede liboşlar, Kürtler, cemaatçiler ölürse ülke daha güçlü olur.” dediğini hatırlatıp “Şu an Sisi’nin kafası da aynı kafadır.” diyor.
Prof. Dr Sedat Laçiner’i gerek gazete yazıları gerekse televizyon programlarından yakından tanıyoruz. Uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Ortadoğu uzmanı. Ermeni sorunu ve PKK üzerine yayımlanmış kitapları var. Türkiye’de düşünce araştırma kuruluşları alanında dikkat çekici isimlerden biri. Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) kurucusu.
Laçiner, şimdilerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) rektörlüğünü yapıyor. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Gezi Parkı olayları tansiyonu yükseltti. Barış sürecinin nereye evrileceği konusunda soru işaretleri var. Hemen yanıbaşımızdaki Suriye’deki iç savaş her geçen gün kızışıyor. Mısır’da ordunun yönetime el koyması ve Mursi taraftarlarını katletmesi yine bizi yakından ilgilendiriyor. Laçiner’le Mısır, Gezi olayları ve barış süreci özelinde konuştuk.
-Mısır’da darbe oldu, protestolar silahla susturulmaya çalışılıyor. Olan biteni nasıl görmeliyiz? Siz nasıl açıklıyorsunuz?
Olan biteni anlamak için Ortadoğu’ya bakmamız gerekiyor. 2003’te Amerika’nın müdahalesi ile Irak iç savaşa girdi. Bu savaş, mezhep temelli olarak inişli-çıkışlı devam ediyor. Kuzeyde bir Kürt devleti kuruldu. Benzer bir kader Suriye’de yaşanıyor. İç savaş, mezhep temelli olarak şekil alıyor. Bu iç savaş, Irak’taki gibi 8-10 yıl devam edecek gibi görünüyor. Aynı şekilde Arap dünyasının en büyüğü Mısır’da da bugün iç savaş havası oluştu.

-Müslüman Kardeşler, Amerika’nın da desteğini almıştı. Bir yılda ne oldu? Mursi’denneden vazgeçildi?
Arap Baharı denilen sokak olaylarına kimi demokratikleşme dalgası olarak baktı, kimi de halk hareketi... Ben başından beri olayları kontrollü patlatma olarak değerlendirdim. Ortadoğu’da değişimin başladığı nokta Arap Baharı değil, 11 Eylül’dür. Ortadoğu’daki bütün kırılmalar, domino taşı gibi birbirini etkilemeler, 11 Eylül’den sonra Amerika’nın Irak’a girmesiyle başlamıştır. Bugün bölgede yaşananlar bunun devamıdır. Bush yönetimi Ortadoğu’ya doğrudan müdahaleyi tercih etti. Irak’a girdikten sonra da şu söylendi: “Bundan sonraki hedeflerimiz şer ekseni; Suriye, İran ve Kuzey Kore’dir.” Dolayısıyla o dönemde en çok üzerinde tartışılan konulardan biri, “Suriye’ye nasıl gireriz?” idi. İsrail’in de arzusu bu yöndeydi. “Suriye’ye girilmezse bu iş yarım kalır.” dendi. Ama burada beklenmedik bir husus ortaya çıktı. Irak Savaşı çok maliyetli oldu. Irak’ta Amerika 11 Eylül saldırılardan daha fazla kayıp verdi. Afganistan ve Irak Savaşı’nın maliyeti 5 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Bu da 6-7 tane Türkiye demek. Bu hiçbir ekonominin kolay kolay kaldırabileceği bir maliyet değildir.
-Yöntem mi değiştirdi Amerika?
Maliyeti çok yüksek olunca Amerika’da bir grup insan bu yöntemin doğru olmadığını düşünmeye başladı. Obama’nın iktidara gelişi, Bush’un hedeflerinden çok, yöntemlerine bir reaksiyondur. Obama iktidara geldiğinde Demokratların Ortadoğu önceliklerine baktığınızda Bush’unkiyle aynı olduğunu görürsünüz.
-Bu öncelikler neydi?
İsrail’in güvenliği, Batı karşıtı grupların oluşmaması, İslam’ın radikalleşmemesi, kontrol altında tutulması, gaz ve petrol gibi kaynakların Batı’nın kontrolünde olması, akışın devam etmesi... Bir diğer konu da ‘Ortadoğu modernleşmek, demokratikleşmek zorundadır’ düşüncesi.
-Bunu niye istiyorlar peki?
Kontrollü bir şekilde demokratikleşme olmazsa patlama olur. Bu patlamanın nerede biteceği de bilinemez. Burada da tereddütler oldu. Yani    Ortadoğu’ya sandık kurarsanız sadece İslam çıkar dendi. Obama döneminde Amerika’nın dış politika hedefi daha az doğrudan müdahale, daha az maliyetli operasyonlardır. Ama Bush’un bütün hedeflerinin gerçekleştirilmesi şeklindedir. Yöntem farklıdır. Bush demiştir ki “Ortadoğu’da rejimleri, liderleri, gerekirse sınırları değiştireceğiz.”  Bunu Condoliza Rice’ın ağzından deklare de etmişlerdir. Şu anda Ortadoğu’da yaşanan Bush’un başlattığının farklı şekiller altında devamıdır.
-Halktan bir talep yok mu? Bunu dış güçle mi, komployla mı açıklayacağız?
Yönlendirme var. Komplonun Ortadoğu’da olmadığını düşünmek için saf olmak lazım. Her şeye komplo demek de doğru değil. Dış müdahaleler, dış müdahaleye uygun yerlerde olur. Bunun en uygun olduğu yer de Ortadoğu’dur. Arap Baharı’nda halkın talepleri elbette çok güçlüydü. Setin arkasındaki coşkun bir su gibi seti zorluyordu. O baskıyı zaman zaman Batı kullanıyordu. İdarecilere “Sana destek vermezsem selin altında kalırsın.” diyordu. Diktatörler de “Bana destek vermezseniz İslamcı bir hükümet çıkar.” diye kendini sağlama almaya çalışıyordu. Mısır’da iki yıl önce darbevari bir devrim yapıldı. ‘Kontrollü patlatma’ dememin nedeni odur. Bazı kapaklar  büyük oranda Batı’nın ve ordunun kontrolünde açıldı, setin arkasındaki su serbest bırakıldı.
-Mursi’ye iktidarın bırakılması bir oyun muydu?
Ordu denetiminde bir devrim olur mu? Bu ülkelerde ordu, rejimin sahibidir. Özellikle Mısır’da tek parti iktidarı vardır. Bu ordu ülke ekonomisinin üçte birine sahip. Arazileri, işletmeleri var. Cumhurbaşkanı da hep ordudan çıkıyor. Böyle bir ülkede siz devrim yapacaksınız ve ordu sizin muhafızınız olacak. Hiçbir ordu kendi kendine darbe yapmaz. Bu gerçek bir devrim değildi. Halkın enerjisinin kontrollü bir şekilde dışa salınımıydı. Seçimlerde ordunun ve Batı’nın adayı kazanamadı. Müslüman Kardeşler’in destek verdiği Mursi seçildi.
-ABD başlarda sandığı kabullenmek zorunda mı kaldı?
Amerika, seçilmiş bir idare istiyordu. Ama seçilecek kişi Batı yanlısı olacak, İsrail’e zarar vermeyecek, radikallik unsurları taşımayacaktı. Müslüman Kardeşler, ABD’yi, orduyu ve ülkedeki farklı grupları mutlu edemedi. İletişim hataları oldu. Kısa sürede sonuçtan kimse memnun olmadı. Ekonomi zaten bozuktu ve böyle bir ortamda darbe şartlarını oluşturmak hiç de zor olmadı.
-Ama bir yılda bu nasıl mümkün olur?
Bir yıl değil, birkaç ayda gidişat belli oldu. Zaten Mursi’nin ayakta kalması çok zordu. Başından beri Mursi’yi devirmek istiyorlardı. Şimdi Batı’nın ve Arap dünyasındaki işbirlikçisi yerel grupların bakış açısı şöyle: Bu ülkelerde seçim olsun ama seçimlerde mümkünse Batı yanlısı seküler birileri gelsin. Ilımlı İslam da olabilir. Eğer İslamcılar çıkarsa darbe dahil her şey mubahtır.
-Bugün bu mu yaşanıyor?
Daha önce de kısmen uygulanmıştı. Cezayir örneği var.  28 Şubat’la Türkiye’ye mesaj verilmişti. Batı’yla uyumlu olabilecek bir İslam mümkün mü? Hep bu arayış var. Hem sandıktan çıksın hem bizimle uyumlu olsun. Olamayacaklarını hissettikleri an her türlü tahribatı yapıyorlar.
-Darbe sonrası Mısır’da yüzlerce, kimi kaynaklara göre binlerce kişi öldürüldü. Cılız tepkiler dışında AB ve ABD’den hiçbir ses çıkmıyor. Bunu nasıl okumalı?
İsrailci lobi Batı dünyasında geniş bir kitleyi ikna etmiş vaziyette. Amerika’da, Avrupa’da, Ortadoğu ile ilgili her 10 kitaptan yedisinin İsrail kökenli yazarlar tarafından yazıldığını görürsünüz. İsrail çok uzun süredir bu alana yatırım yapıyor. Türkiye de bunu yapabilirdi. Her yıl üç-beş kişiye Batı üniversitelerinde bu alanda doktora yaptırmış olsaydık bugün farklı olurdu. Bugüne kadar Türkiye’nin bu yönde ciddi bir yatırımı olmadı. Buna karşın tanımadığımız bölgeyle ilgili olarak çok iddialı politikalarımız var.

SORUNUMUZ KENDİMİZİ ABARTMAK!

-Türkiye bölgeyi tanımıyor mu? Ağabeylikten, rol modellikten bahsediliyordu. Nerede hata yaptık?
Burada iki mühim sorun var. Birincisi, kendimizi abartmak.Türkiye, henüz büyük bir devlet değildir. Yani Türkiye bir Almanya, bir Amerika, bir Rusya değildir. Türkiye, orta büyüklükte bir devlettir. Türkiye’nin tek başına Suriye’yi hallaç pamuğu gibi havaya atacak bir gücü yoktur. Bu, güç meselesidir.
-Güç derken ekonomiyi mi kastediyorsunuz?
Türkiye’de yüz büyük şirketi toplayın, Amerika’da bir şirket kadar etmiyorsa siz büyük değilsinizdir. 500 şirketiniz Amerika’da büyük bir firma kadar etmiyorsa, orada haddinizi bilmeniz gerekir. Almanya gibi bir ülkede finansal operasyon yapamıyorsanız siz finansal olarak yeterince büyük bir devlet değilsinizdir. Türkiye kabuğunu kırmış, tüylenen, kanatları yeni yeni çıkmaya başlayan bir devlettir. Daha uçmayı öğrenirken aşağıdaki fili yakalayıp kaldırmaya kalkarsanız tırnaklarınız kırılır.
-Şu an öyle miyiz?
Evet öyleyiz. Herkesin bir enerjisi vardır ve her yere yetmez. Türkiye şu an her yerde. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da... Agresif olursanız her yerde olmanıza müsaade etmezler ve sizin de onu savunacak, kendinizi koruyacak gücünüz olmaz. Gücünüz az ise ya bir yerlere odaklanacaksınız ya da dikkat çekmemeye çalışacaksınız. Bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da başat aktör olacak gücü henüz yok. Türkiye büyük bir gücün veya ittifak sisteminin parçası olabilir. Bölgesel bir güçle, -İran’la, Suudi Arabistan’la vs-. birlikte hareket edebilir veya Amerika ya da Rusya’yla birlikte hareket edebilir, ittifaklarla bir şey yapabilir. Ama tek başına başat aktör, tek belirleyici olamaz. Ama yarın olacak inşallah.
-Niçin olamaz?
Çünkü ilgisi ve bilgisi yok. Bilgisiz hiçbir yerde operasyon yapılamaz. Bir de Ortadoğu’da bağımsız aktör sayısı çok az. Vekiller sistemi çalışıyor. Sisi dediğiniz adam tek başına hareket etmiyor. Uluslararası bir gücün franchise’ini yapıyor.
-Ortadoğu’da Türkiye neden yalnız kaldı?
Türkiye önce güçlü olduğu alanları tespit etmeli. Bizim güçlü olduğunuz alan yumuşak güç dediğimiz, ‘softpower’ denilen alan. Türkiye, Ortadoğu için bir ilham kaynağı. Türkiye’nin başarısı demokrasiyle İslam’ı birleştirebilmesinde gizli. Doğu’yu Batı’yı sentezleyebilmesi. Avrupa Birliği’ne girebilme gayreti. Yumuşak gücümüz yine dizilerimiz, sporumuz, ticaretimiz, kültürel ve sosyal ürünlerimiz. Türkiye siyasî alanda ise yumuşak gücüyle kıyasladığınız zaman bu kadar inisiyatif alanı geniş bir ülke değil. Softpower’dan siyasî ve askerî alana sert bir şekilde geçer, taraf olmaya başlarsanız yalpalarsınız. Sert dış politika izleyecekseniz bunun araçlarının da olması lazım. Araçlarınız yoksa üzerinize sadece öfke çekersiniz, korkutursunuz.

SURİYE’DE OYUNA GELDİK

-Şu an olan biten bu mu?
Ortadoğu’da operasyon yapacak güç ve esneklikte çok iyi bir ordunuz, çok iyi bir istihbaratınız yoksa, diplomasiniz o ülkenin kılcal damarlarına sinmemişse, sokakları ele geçiremiyorsanız, o ülkenin yönetim kademesinde sizi tutan insanlar yoksa, o ülkeyle ilgili siz taraf olmayın. Olursanız bu işten zarar görebilirsiniz. Güçlüyseniz iki kavga edeni havaya kaldırırsınız. Ama cılızsanız bu halinizle iki kavga edenin arasına girerseniz ikisi de size zarar verebilir, kavgayı ayıramazsınız. Türkiye, Suriye’de oyuna geldi. Batı arkamdan gelir diyerek çok fazla öne çıktı. Batı, Türkiye’yi ateşin ortasına itti ve kaçtı.
-Yine bu süreçte İran’ın sırt çevirdiğini görüyoruz.
Eski Ortadoğu, çatışmalar üzerine kuruludur. Türkiye, iyi niyetle bölgeyi barışcıl araçlarla yeniden inşa edebilir miyim diye yola çıktı. Burada da ikna edilmesi gereken iki aktör vardı: İran ve İsrail. Eski Ortadoğu’nun ana taşıyıcısı bu iki devlettir. Buranın yeniden inşa edilmesinde en büyük zararı İran’daki rejim görür. Şimdi Türkiye neyi hedeflediğini bence iyi düşünmeliydi o günlerde. O zaman yetkili bir isme sormuştum: “Bir sistemi yıkıp yerine yeni bir sistem kurmayı hayal ediyorsunuz. Eski sistemin sahipleri arasında Avrupa, Amerika, İran, İsrail var. Bir şeyi yıkıp bir şeyi yeniden inşa ettiğiniz zaman bundan kâr edenler olacak, zarar edenler olacak. Onlar buna müsaade etmezse ne yapacaksınız?” “Müsaade ederler. Herkesin işine gelir.” dedi. Herkesin işine gelse onlar değiştirirler. Türkiye’nin hesaba katmadığı husus budur. Ortadoğu’daki eski düzenin sahibi evin değişmesine müsaade etmiyor. “Evi ben değiştiririm” diyor. Şu anda da değiştiriyor. Arap Baharı denilen şey odur.
-Türkiye’nin dahil olması istenmiyor mu?
Türkiye karıştırılmıyor. Karışsın istenmiyor. Suriye’de olayın içindeymiş gibi görünüyor ama olayın dışında bırakıldı. Mısır’da da Türkiye dışarıda bırakılıyor. Bugünkü duruşuyla belki de Mısır’da arabulucu olma şansı da kalmayacak. Emin olun Türkiye’nin tepkisiyle Mısır’daki aktörler olgunlaşmayacak. İnsanların üzerine silahla ateş ediliyor. Şu ana kadar binden fazla kişi öldürülmüş, 5 bin kişi de ölse umurlarında olmaz. Suriye’de 100 bin insan öldü umurunda mı Esed’in? Bunu anlamamız lazım. Bana Ergenekon davalarının en ateşli zamanında bir emekli general, “Sedat, bu ülkede 35 milyon insan; liboşlar, Kürtler, cemaatçiler, şunlar, bunlar... ölürse ülke daha güçlü olur.” demişti. Şimdi bakın Sisi’nin kafası aynı kafadır. 12 Eylül sabahı insanlar sokağa çıksaydı, Kenan Evren gözünü kırpmadan bin kişiyi, iki bin kişiyi öldürtebilirdi.

TÜRKİYE’YE KARŞI OPERASYONLAR BAŞLADI

-Türkiye mazlumun yanında duruyor. İlkeli bir davranış değil mi bu?
Türkiye bence oyunu açık kartlarla oynuyor. Dış politikada çok dürüst, çok dobra, çok açık bir duruşu var. Bu duruş tartışılmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin bu duruşu bölgede devletleri korkutuyor. Ortadoğu’da özellikle statüko yanlısı Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri Türkiye’den korkmaya başladı. İran da korkuyor. Birçok yerde Türkiye ile ilgili karışık duygular var ve bu duygular İsrail, İran tarafından ve kısmen Batı tarafından kışkırtılıyor. Mavi Marmara ile başlayan uğraşlar Türkiye’ye küçük küçük zararlar verdi. Ama bu zarar her geçen gün büyüyor.
-Dış basında Erdoğan aleyhine yayınların dozunun arttığını görüyoruz. Türkiye nerede hata yaptı?
Türkiye, son yıllarda Ortadoğu’ya adeta sürüklendi. Ortadoğu’nun bir öneminin olması dış politikamızda normaldir. Elbette ilgileneceksiniz. Ama Türkiye’nin güneyinde Suriye çöktü, Irak çöktü, İran uluslararası sistemin meşru bir aktörü gibi algılanmıyor. Rusya’yla Suriye meselesinden dolayı iyi ilişkiler içinde olduğumuz söylenemez. Türkiye’nin bu türbülansta bir çapaya ihtiyacı var. O çapa neresi olacak? Uluslararası kurumlar olur. Avrupa Birliği olur. Yine Türkiye’nin NATO çapasını güçlü kullanması lazım. İsrail’le bozulan ilişkilerimiz dolaylı olarak Amerika’daki dış siyaset ve savunma karar alıcıları ile ilişkilerimizi sekteye uğrattı. Türkiye, AB’ye karşı ‘Gerekirse çeker gideriz’ blofünü gereğinden fazla kullandı. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ne sert çıkışları oldu. Sonuçta Türkiye’ye karşı operasyonlar başladı. Şimdi birileri Erdoğan’dan bir Ahmedinecat, bir Hizbullah lideri çıkarmaya çalışıyor. AK Parti’yi bir İslamcı, bir Hamas gibi algılatma çabası var Batı’da. Bu operasyonun bir başka hedefi Türkiye’yi diktatörlük gibi gösterme çabası. Bu operasyonlar yeni de değil. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde de benzer girişimler oldu. O dönemde hükümetin Avrupa’yla ilişkilerinin çok iyi olması bunları hep kırdı. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye bu çapaya sahip değil.

ÖCALAN, ATAKÜRT OLMAK İSTİYOR

-Barış süreciyle ilgili ülke ikiye bölünmüş durumda. Siz sürecin geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?
Hükümet terör ve Kürt meselesini çözme konusunda bir iradeye sahip. 2002’den beri çözmeye çalışıyor. Fakat terör ayrı bir iştir. PKK’da silahsız mücadele iradesi mevcut değil. Başından beri hedefleri ayrı bir devlet ve yöntemleri şiddet. Burada gram sapma yok. Öcalan dışarı çıkmak istiyor.
-Öcalan ‘Bir devlet talebimiz yok’ dedi. Nevruz’da barış mesajları verildi. Bu doğru değil mi?
PKK’nın nihai hedefi devlet kurmaktır. Öcalan, orta vadede özerklik, uzun vadede bağımsızlık istiyor. Bu, değişmez bir hedeftir. Yöntem silahtır. Silahını bazen kullanır, bazen de gölgesi ile korkutur. Başka bir aracı yoktur. Kürt meselesi ile terör ve Güneydoğu meselesi üç farklı konudur. Çözüm sürecinde Türkiye tarafının iradesi var ama PKK tarafında böyle bir irade mevcut değil. PKK Türkiye’deki bu iradeyi taktik olarak kullanıyor, istismar ediyor. Amaçlarına ulaşabilmek için adım adım ilerlemeye çalışıyor. PKK’nın süreçte yaptığı tek şey silahların kullanımını yüzde 95 azaltmak oldu. Onun dışında faaliyetlerini durdurmadılar, arttırdılar.
-Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması süreci nasıl etkiler?
Şu an hem Kuzey Irak’ta hem Suriye’de bir Kürt devleti olmasında Türkiye bir beis görmüyor. Burada bir kabullenme, mecbur kalma da var. Çünkü Bağdat ve Şam, Irak ve Suriye’ye hakim olamıyor. PKK da bundan yararlanmak istiyor. Barzani’ye ‘Burada da ben devlet kurayım’ diyor. Bunun çekişmesi var. Öcalan dışarı çıkıp Barzani’nin önüne geçmek, Atakürt olmak istiyor.

ÖRGÜTE İŞ KAPISI OLARAK BAKILMAYA BAŞLANDI

-PYD lideri Salih Müslim iki kez Türkiye’ye geldi, yetkililerle görüştü. Yapılan nedir?
Herkes Kürt siyasetinin patronu olmak istiyor. Türkiye de o patron olmak isteyenlerden biri. Suriye’deki Kürtleri yanımıza çekmek istiyoruz. Türkiye, Kürtleri İran’a ve Suriye’ye kaptırmama gayreti içerisinde. İyi niyetli bir çalışma yapıyor. PYD, Türkiye’ye dokunmasa Suriye’de bir devlet kurmasına yardım bile edebilir. Ama bunlar iyi niyetli okumalar. Bence biraz da naif okumalar. İyi niyetli ama yeterince realist değil
-Barış süreciyle birlikte Kürt sorununda nasıl bir aşamaya gelindi?
Çözüm sürecine baktığımızda Güneydoğu Anadolu bölgesinde romantik Kürt milliyetçiliğinin taban genişlettiğini görüyoruz. PKK, kendi dışında bir gurubu yaşatmaz. Mahalle baskısı kuruyor. En büyük sıkıntı sokağın PKK’nın sivil unsurlarına terk edilmesi. Bugün bölgede PKK’nın karşısında yer alan insanlar “devlet bizi PKK’ya mı terk ediyor?” endişesi duyuyor. Şu anda bölgedeki pek çok çevrede şöyle bir görüş var, “PKK burada özerk yapı kuracak.” İnsanlara şöyle propaganda yapılıyor, “Bu devletin polisi olmak isterseniz şimdiden adınızı yazdırın”. Bir kısmı adını yazdırıyor, bir kısmı da çocuğunu iş güç sahibi olsun diye dağa gönderiyor.  Örgüte iş kapısı olarak bakılmaya başlandı.
-PKK’yla masaya oturmak dışında çözüm nedir?
‘Ben örgütle anlaşıp sorunu çözerim’ anlayışı doğru değil.  Devletin örgütü değil, Kürt vatandaşları muhatap alması lazım. Onun ihtiyaçlarını gidermesi lazım. Türkiye hiçbir dönemde çok etkili askerî ve polisiye faaliyetleri demokratik reformlarla birlikte yürütmedi. Asker geçmişte etkili bir mücadele vermedi. Öldürme, etkili mücadele değildir. İşkence yapmak güvenlik politikası değildir.
AK Parti’yi içeriden çökertmeye çalışanlar var!
11 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin dışarıdan saldırılarla yıkılamayacağı, sandıkta devrilemeyeceği az çok anlaşıldı. Başka bir yöntem deneniyor. Suret-i haktan görünen birtakım insanlar kendisini oluşturan koalisyon unsurlarını hedef olarak gösteriyor. Partiyi oluşturan saflarda itiş kakış oluşturmaya çalışılıyor. Dışarıdan bakıldığında bir grup, iki grup görülüyor ama bu daha da geniş. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu demişti ki “Ben fark ettiğimde partim çoktan sürülmüştü.” AK Parti’de de böyle bir misyon kırılması hedefi var. Operasyonun en önemli ayağını bu oluşturuyor. Bir ülkenin en büyük partisi olursunuz da içinizde derin çeteleşme izleri, istihbarat operasyonları olmaz mı? AK Parti’de sürülmüş tarlalar var. Orada da partiyi içeriden çökertmeye çalışan gruplar mevcut. İnsan iktidar olduğu zaman her şeye hakim olduğunu zannediyor. Her yerin atamasını ben yaptım, bütün bakanları, müsteşarları, askerleri ben atadım, her şeye hakimim sanabiliyor insan. Oysa böyle değildir. AK Parti dönemi sıfırdan yazılmış bir dönem değildir. Bir yapı üzerine gelmiştir. Buradaki insanlar buharlaşmamıştır. Türkiye şu anda uluslararası operasyonların nesnesi konumunda. Çok ciddi iç operasyonların hedefi konumunda . Böyle ortamlarda etrafınızı sıkı tutmanız gerekir. Burada AK Parti’nin karşılaşacağı en büyük tehlike, üzerine dayandığı kaideyi küçültmektir. Koalisyonu daraltmaktır. Bu, seçimlerde alınan oyla da ölçülecek bir durum değil. 

ÇÖZÜM ORTAK MUTABAKAT ALANINI GENİŞLETMEK

-Gezi’de olan biten bir toplumsal patlama mıydı, yoksa dış güçlerin bir operasyonu mu?
Türkiye’de olayları birkaç boyutlu görememe sorunu var. Her ilde sokak gösterileri varsa sebebi bir tane olamaz. Bir toplumsal patlama olduğu muhakkak. Çaresiz kalmış, seçilme ümidini kaybetmiş bir muhalefet var. CHP’nin çok fazla çaresiz bırakıldığını düşünüyorum. İkincisi, iktidar yıpranması var tabii ki. Benim nesil için Erdoğan yeni bir yüz. Ama bu nesil için değil. Adam ortaokulu bitirmiş, liseyi bitirmiş, Erdoğan başbakan. Evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, Erdoğan başbakan. Ondan dolayı da AK Parti’nin kendisini yenilemesi, toplumu heyecanlandırması gerekir.
-İddia edildiği gibi komplo var mı?
Komplo dediğimiz, dış müdahale dediğimiz şeyler bir ülkede olmayan bir şeyi var etme değildir. Bir ülkede bir sorun vardır. Aktörlerden birine destek olursunuz, kavga alevlenir gider. Kimse neyin ne olduğunu anlamaz. Gezi olaylarına bakıldığında olaylar bütün şehirlere yayıldı. Örgütlü çalışma olduğu, dış destek olduğu, iç hazırlık olduğu açıktı. Olaylara katılanların bir kısmının kullanıldığı, hükümeti değiştirmek gibi bir niyetlerinin olmadığı da aşikârdı. Ama burada yapılmak istenen şuydu: Başbakan’ın ofisi basılmak istendi. Ofis basılıp camlardan resmî kâğıtlar dışarı atılacaktı. Böylece ülkede otorite yok, hükümet çökmüştür izlenimi oluşturulacaktı. Onun üzerine bir şeyler inşa edilecekti. Şimdi sokağın tadı alınmıştır ve ondan vazgeçilecek değildir. Bundan sonra Türkiye tetikte olmak zorundadır. Yerel seçimlere doğru olaylar artırılmak istenecektir. Suikast girişimleri her zaman için etkili bir araçtır. Türkiye’de Ergenekon davasının başlamasıyla suikastlar kesilmiştir. Yeniden bunu canlandırma gayretleri var. Başbakan’ı ve hükümeti sinirlendirmek hedefi de vardır. Çünkü sinirlenen insan daha çok hata yapar.
-Gezide hedef AK Parti’den çok Erdoğan’dı. Bunun anlamı neydi?
Erdoğan hedef alındı, AK Parti içerisine bir tür mesaj verilmeye çalışıldı. “Siz Erdoğan’ı satın, terk edin. Onun yerine başkasını koyun.” dendi Bir anlaşma önerisiydi aslında. Türkiye iç siyasetine yönelik hedef ise bir koalisyon oluşturabilmek. Çünkü koalisyon olduğu zaman onu yönetmek daha kolay oluyor.
-Hükümetin yanlışları yok muydu?
Bir yerde başarısızlık varsa hata da vardır. Orada ölen insanlar varsa birtakım başarısızlıklar da vardır. Başta iletişim olmak üzere kriz yönetimi iyi değildi. Olayın içinde komplo var. Ama komplo deyip kendi eksiklerimizi görmezden gelirsek en büyük komployu kendimize kurmuş oluruz. İkincisi de bu kadar büyük çaplı komplolar sadece ve sadece vahim sorunların olduğu yerlerde uygulanabilir. Gösteriler sizin bütün kentlerinizde bir anda düzenlenebiliyorsa sizin orada siyaset güvenlik açığınız vardır.
-Okulların açılması, maçların başlamasıyla sokağın sıcak tutulacağı konuşuluyor.
Formal siyasetle muhalefet zor görünüyor, sokak üzerinden muhalefet yapılmak istenecek. Örtülü operasyon yapmak isteyenler destekleyecekler bunu. Meşru aktörler de sokağı en doğal siyaset yapma yeri olarak görmeye başladılar. Bu eylül ve ekimle birlikte hızlanır. Yerel seçimlerle birlikte artarak devam eder. Bir de buna yapabilirlerse KCK, PKK gibi Kürt meselesinin sokağa taşınması eklenebilir.
-Üniversitelerde polisiye tedbirlerin artırılması gündemdeydi. Bu çözüm mü?
Üniversitede polis, jandarma yok değil ki. Bu işin polisiye kısmı şudur: İnsanlar Taksim’de toplanmadan polis bunun istihbaratını alır ve önler. Burada toplumsal ve siyasal sorun var. Çaresi de siyasal ve toplumsaldır. O araçlarla bu mesele önlenir. Polisiye çözüm yolları ararsanız olayları büyütürsünüz.
-Gezi olaylarına verilen dış destek, medyanın buradan saatlerce yayın yapması, ne anlama geliyor?
Tarihin bu kavşak noktasında birbirinden çok farklı aktörlerin Türkiye’deki hesapları örtüştü. Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması ve hükümetin değiştirilmesi konusunda birleştiler. Bu ülkelerden biri İsrail. Batı dünyasında da özellikle Almanya, Türkiye’nin terbiye edilmesini istiyor. Türkiyenin haddini aştığını düşünüyor. Çünkü Türkiye’nin Almanya hususunda çok sert çıkışları oldu. Yine ABD’de Neocon çevrelerin sivil toplum üzerinden sokak hareketlerini desteklediğini görüyoruz. İlginç bir şekilde bunlarla çok uyumlu olmayan aktörler Suriye, İran ve Rusya’nın da benzer düşünceleri oluştu. İran meseleye ölüm-kalım meselesi olarak baktı. Türkiye’de Alevi meselesinin kışkırtılmasında bu aktörlerin çok ciddi rolleri olmuştur. Şu anda tarihin garip bir kavşağındayız. DHKP-C ile Hizbullah, İran ile CHP, Suriye’de aynı düşünüyor. İran’la İsrail, Amerika’yla Suudi Arabistan ve Rusya, Mısır’da aynı düşünüyor.
-Nasıl bir tavır sergilenmeli ki Türkiye bu dönemeci az hasarla atlatsın?
Evvela en iyi savunma kendinizi güçlendirmektir. Gücün kaynağı ise asker, ordu veya polis değildir. Bir ülkeyi güçlü yapan insanların o ülke için gönüllü bağlılığıdır. Türkiye’nin fay hatları belli. Biri mezhepsel boyutlu. Burada atılacak basit adımlar var. Vakit geçirilmeden bu adımlar atılmalıdır. İkincisi etnik hat. Üçüncü olarak dindarlar ile dindar olmayanlar arasında bir ilişki var. Karşılıklı olarak insanların korkularını yenmek lazım. Türkiye’nin sorunlarının çözümü ortak mutabakat alanını genişletmekte yatmaktadır. Siyasetin dili Türkiye’nin gayri safı milli hasılası nasıl artacak, Türkiye’de eğitimin kalitesi nasıl yükselecek, hastanelerde sorunlar nasıl giderilecek, buraya kaymak zorundadır. Dilin yumuşaması lazım.