31 Mayıs 2012 Perşembe

Uludere dosyası TBMM'de!

Özel Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Uludere’de 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın ardından başlattığı soruşturmayla ilgili dosyada bulunan bazı belge ve bilgileri TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na gönderdi.

AA muhabirinin, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan edindiği bilgiye göre, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak sınırında meydana gelen ve 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’ndan istediği belge ve bilgilerin Meclis’e gönderildiği öğrenildi.

Dosyada 8 klasör belge

Bu arada özel yetkili Cumhuriyet Savcısınca yürütülen soruşturma kapsamında aralarında Milli İstihbarat Teşkilatı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın da yer aldığı birçok kurumdan istenen belgelerin savcılığa ulaştığı bildirildi.

Savcılığın son olarak olaydan sonra bölgede incelemelerde bulunan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve İçişleri Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan raporların yanı sıra ASELSAN’ın insansız hava aracı ”Heron”un görüntüleriyle ilgili hazırlanan raporu da dosyaya koyduğu öğrenildi.

Savcılığın soruşturma dosyasındaki klasör sayısının gelen belge ve bilgilerle 8’e ulaştığı bildirildi.

Olay

28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak’ın Uludere ilçesinde TSK’ya ait savaş uçaklarınca gerçekleştirilen hava harekatında 34 kişi hayatını kaybetmişti. Olayla ilgili Özel Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştı.

DARBECİLER HALA İRTİCA PARANOYASINDA!

darbeci,vural avar,28 şubat,soruşturma,yunanistan,irtica

Tutuklanan emekli Korgeneral Vural Avar savcılık ifadesinde ‘irtica’ tehdidinin Yunanistan’dan da tehlikeli olduğunu belirtti.

28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderilen emekli Korgeneral Vural Avar savcılık ifadesinde ‘irtica’ tehdidinin Yunanistan’dan da tehlikeli olduğunu belirtti.
Avar, “Erbakan’ı dikkatle izledik. İrtica ile mücadele anlamında büyük bir davaya baş koymuştuk. Seçimleri laik kesimin kazanmasını istiyorduk. Sincan’daki geceye tepki gösterilmesi lazımdı” dedi.

ÖNCE İRTİCA SONRA YUNANİSTAN

28 Şubat sürecinde Genelkurmay’da Plan ve Prensipler Başkanlığı’nda görevli Em. Korg. Vural Avar, 28 Şubat’a ilişkin savcılıkta kendisine gösterilen 5 ana belgenin varlığını kabul etti.

Avar şunları anlattı: “Milli Siyaset Belgesi’nin hazırlanmasında Genelkurmay Başkanlığı adına Plan ve Prensipler Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı dahil Karargâh’taki başkanlıkların görüşleri alınarak bir taslak oluşturulur. Bu taslak görüş, Genelkurmay olarak MGK’ya gönderilir, bildiğim kadarıyla daha önce birinci öncelikli hedefimiz Yunanistan’dı, daha sonra terörizm birinci önceliğe geldi. Sonra da irticai faaliyetler birinci önceliği aldı ve terörizm ikinci önceliğe geçti.”

CUMHURBAŞKANI'NA KÜFÜR'ÜN SES KAYDI

dailymotion.com sitesinde Türkiye'ye derinden sarsacak şok bir ses kaydı yayınlandı. Ses kaydında iddia edilen kişi Cumhurbaşkanı'na çok ağır küfür ediyor...

Twitter'dan yayın yapan Ses Tv'de yayına konulan bu şok ses kaydındaki kişinin 28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklanan Korgeneral Tevfik Özkılıç'a ait olduğu ileri sürülüyor.

Kayıttaki kişi, Cumhurun Başkanı'na (Abdullah Gül) çok ağır küfürler savuruyor.

Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyememelerini kendi aralarındaki fikir ayrılıklarına bağlayan kayıttaki namussuz ses, konuştuğu kişilere, Cumhurbaşkanlığı'na Abdullah Gül'ün seçilmesi karşısında morallerini bozmamalarını, her şeyi takip ettiklerini söylüyor.

Twitter'dan yayın yapan Ses Tv ve ŞOK SES KAYDINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Ses kaydının dökümü şöyle:

O… ÇOCUĞU CUMHURBAŞKANI OLDU ÜLKE ELDEN ÇIKTI. ÇANKAYA'DA ŞİMDİ O. ÇOCUĞU OTURUYOR. ONUNLA İLGİLİ DEVLET ÇAPINDA PROBLEM VAR

BU ÇANKAYA'DA ŞİMDİKİ OTURAN ZATI MUHTEREMİN, ZATI MUHTEREM DİYORUM HAA. BEN DİLİM ALIŞIK OLDUĞU İÇİN SÖYLÜYORUM. ASLINDA 0……. ÇOCUĞU BU HERİF DE. ÜLKE ELDEN ÇIKTI TABİİ. ÖYLE DÜŞÜNÜYORUM. BU ZAMANDA ASKERLERİN DENETİMİNDEN ÇIKTI ARKADAŞLAR. BİR KERE DE, BU ESASINDA DA DEVLET ÇAPINDA BİR PROBLEM VAR ONUNLA İLGİLİ.
DEVLET İÇİNDEKİ TEHDİDİ, OLUŞUMU, TEHLİKEYİ İZLEYECEĞİZ, TAKİP EDECEĞİZ. MORALİNİZİ BOZMAYIN

SONUÇTA DEVLETİN İÇİNDEKİ TEHDİTİ, OLUŞUMU, TEHLİKEYİ BİZ ASKERLERLE SİVİLLERİN GÖRMESİ ARASINDA CİDDİ BİR FARK VAR. AMA BU KONUDA DA ZAMAN ZAMAN KKK'LIĞI İLE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ARASINDA DA YORUM FARKLILIKLARI OLDU. AMA İZLEYECEĞİZ ARKADAŞLAR. TAKİP EDECEĞİZ. MORALİMİZ BOZULMAYACAK. MORALİMİZİ BOZARLARSA O ZAMAN, BİR ARA BİZİM DENGEMİZİ BOZDULAR. NEDEN? ÜZÜLÜYOR İNSAN. ÜZÜLÜYOR. KORKUYOR. ULAN DİYOR ALTIMIZI OYMUŞLAR HABERİMİZ YOK HAA. BİNANIN ALTINI OYMUŞLAR. BİNA ÇÖKECEK, DÜŞECEĞİZ ALTINA, MEZARIMIZ OLACAK GİDECEK. ENDİŞEYE KAPILIYOR İNSAN.
DARBE İÇİN BİZ HER ŞEYİMİZLE HAZIRDIK AMA ARAMIZDA YORUM FARKLILIKLARI OLDU
MORALİNİZİ BOZMAYIN. BİR ŞEKİLDE BİREBİR ÇALIŞMA YAPACAĞIZ DAHA SONRA. BİLGİSAYAR KULLANMAYACAKSINIZ. HİÇBİR ŞEKİLDE. BU GÖRDÜĞÜNÜZ KİŞİLER DIŞINDA HİÇBİR KİŞİ İLE HABERLEŞME GÖRÜŞME ELEMANI TANIMAYACAKSINIZ İKİNCİ BİR EMRE KADAR. BİZ HAZIRDIK. RUHEN DE HAZIRDIK. YANİ TEHDİTİ DEĞERLENDİRME KONUSUNDA YORUM FARKLILIKLARI OLDU.
ATATÜRK, İNÖNÜ BÜYÜK ADAMLAR…HİÇ ACIMAMIŞLAR (!!!)

CESARET DE ÖNEMLİ ARKADAŞLAR. BÜYÜK KARARLAR BUNLAR ARKADAŞLAR. BÜYÜK KARARLAR YANİ. BÜYÜK ADAMLAR, BÜYÜK KARARLARI VERİRLER. İSMET İNÖNÜ, ATATÜRK BÜYÜK ADAMLARMIŞ YANİ. BÜYÜK KARARLARI VERMİŞLER. HİÇ ACIMADAN YAPMIŞLAR BUNU.
BİZ ASLINDA SON DERECE KARARLIYIZ BU KONUDA. VATANIMIZI MİLLETİMİZİ EN İYİ ŞEKİLDE, KORUYACAĞIMIZA, KOLLAYACAĞIMIZA, SEVDİĞİMİZE DE İNANIYORUZ. BİR ŞEYLER DE YAPILMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUZ. FAKAT SONUÇTA NERDE NASIL YAPILACAĞI KONUSUNDA TEREDDÜTLERİMİZ VAR. OLAY BU. BUNU BİR AÇIKLIĞA KAVUŞTURACAĞIZ YANİ. TAMAM MI ARKADAŞLAR.

FİŞLEMELER VE PLANLAR İÇİN SIFIR BİLGİSAYARLAR ALIN AMA ÇALIŞMA DOKÜMANLARINI BİLGİSAYARA KESİNLİKLE ALMAYIN.

ÇALIŞIRKEN ÖRNEĞİN ÇOK DİKKATLİ DAVRANIN. SIFIR BİLGİSAYARLAR ALIN ÇALIŞIN. HİÇ KULLANILMAMIŞ. HİÇBİR ZAMAN İNTERNETE, KARANETE BAĞLANMAYIN. BU ODA (PLAN ODASI) SÜREKLİ GÜVENLİĞİ KONTROL EDİLİR. ÇÜNKÜ ŞUNDAN EMİN OLUN. DİREK TELEFON HATTINDAN, YANİ HARİCİ HAT KULLANILSA DAHİ DİNLEME YETENEĞİNE SAHİPLER. BUNUNLA İLGİLİ OLAN BİLGİSAYARLAR DA, KOZMİKTE DURUYOR. ŞEYDE DURUYOR. KOZMİKTE KAPATILDI, PAKETLENDİ. DURUYOR ŞİMDİ. BUNU İSTİHBARATÇILAR BİLİYOR SADECE. TEKRAR EDİYORUM. DEDİĞİM GİBİ KURŞUN KALEM İLE ÇALIŞMA YAPABİLİRSİNİZ. O SİZE VERİLEN LİSTELERLE. KURŞUN KALEMLE KENDİNİZ NOT YAZIN. HİÇBİR ŞEKİLDE ÇOĞALTILMAYACAK. EMREDERSİNİZ. HİÇBİR ŞEKİLDE. HİÇBİR ŞEKİLDE BİLGİSAYAR ORTAMINA ALINMAYACAK. BURDAKİ GRUP DIŞINDA HİÇBİR ADAM TARAFINDAN ELDEN BİR BAŞKASINA GÖNDERİLMEYECEK GİBİ ÖNLEMLER ALACAĞIZ. SIZINTI OLURSA O ZAMAN ÇOK CİDDİ ÜZÜLÜRÜM YANİ. ÇOK CİDDİ ÜZÜLÜRÜM

KULLANILABİLECEK BİR HATA YAPSALAR ALT YAPIMIZ HAZIR OLMALI. YAPMAZLARSA DEVLETİN ALİ MENFAATLERİ İÇİN LEGAL OLMAYAN YÖNTEMLER UYGULAYACAĞIZ

İŞTE BİR HATALARINI YAKALASAK ZATEN BAŞARIDAN FAYDALANMA OLARAK KULLANILABİLECEK GİBİ BİZİM DE BİR ALT YAPIMIZIN OLMASI LAZIM. DAĞDA TEPEDE GEZENLER BİLİRLER. DEVLETİN ALİ MENFAATLERİ İÇİN BAZEN LEGAL OLMAYAN YÖNTEMLER DE UYGULANIR. BEN DE ŞAHSEN UYGULADIM BUNU. MEZARA GÖTÜRECEĞİZ YAPTIKLARIMIZI AMA BUNDAN DA PİŞMANLIK DUYMUYORUZ TAMAM MI?

DİKKKKAT

İYİ GÜNLER ARKADAŞLAR, SİZ EMANETLERİ DAĞITIN. BEN, ÖZEL BANA SÖYLEYECEK OLAN YOKSA BİRDE ÇIKACAĞIM BEN. İYİ GÜNLER SAĞOLUN. SAĞOOOOL.

Kaynak: habervaktim.com

Peygamber Efendimiz Uludere için ne demişti / Ramazan RASİM

 Müslüman kanaat önderleri, âlimler, büyük şairler, Kürtlere haklarını vermemek için fıkıh kitaplarını karıştırırken, Soğuk Savaş ezberlerini ümmetçilik diye pazarlamanın, yeni İttihatçıların ağzından düşürmediği bir liberal düşmanlığının derdine düşmüşken, esas üzerlerine farz olan “Emri bil maruf an nehil münker” (İyiliği emret kötülüğü men et) ilahi emrinin gereğini yapmak Ahmet Altan’a düştü.
Uludere’de 34 Müslüman’ın devlet tarafından öldürülmesine çıtları çıkmayan Müslümanlara kitabın en zor yerinden bir soru sordu: Hazreti Muhammed yaşasaydı, Uludere katliamı karşındaki tavrı ne olurdu?
Aslında bu sorunun cevabını biraz hadis, biraz siyer okumuş azıcık Buhari karıştırmış Başbakan Erdoğan gibi imam-hatip mezunları bile bilir.

Bendenizi bu cevaba uyandıranın sevgili dostum Metin Karabaşoğlu olduğunu itiraf etmeliyim.

Beni Cezime hadisesini yoksa nerden hatırlayacaktım.

Buhari gibi sahih hadis kitaplarında çeşitli ravilerin rivayet ettiği hadise şöyledir.

Mekke’nin fethi sırasında Kâbe’de büyük Uzza putunu yıkan İslam’la sonradan şereflenmiş büyük komutan Halid Bin Velid’i Hz. Muhammed İslam’ı tebliğ etmesi için Beni Cezime kabilesine gönderir.
Kabilenin önde gelenleri “Eslemnâ” “Müslünan olduk” diyemeyip , “Asba’nâ”, yani “Dinimizi terk ettik” deyince Halid Bin Velid şüpheye düşer ve kabileden 30 erkeği esir alıp, öldürtür. Bazı askerler bu emri yerine getirmek istemez. Beni Cezime’den kaçan bir adam ise olayı Peygamber Efendimize anlatır.
Rasûlullah adama sorar:

– Peki, bunu yaparken Halid Bin Velid’e karşı koyan ve bu yaptığını protesto eden kimse olmadı mı?
Adam cevap verir:

– Evet, orta boylu, beyaz tenli bir adam ona karşı çıktı. Halid de onu engelledi. O da sustu. Daha sonra uzun boylu ve çelimsiz bir gö­rünüşe sahip başka bir adam karşı koydu.
Anlatılanlara Peygamber Efendimiz çok üzülür, sinirlenir ve ellerini havaya kaldırarak şöyle der:

– Allahım! Ben, Halid bin Velid’in yaptıklarından beriyim. (Onun yaptıklarından uzağım.)
Peygamberimiz, Hz. Ali’yi yüklü bir tazminatla Beni Cezime’ye gönderir. Kırılan ağaç kovuğundaki bir köpek yalağına kadar bütün kayıpları tazmin ettirir. Hz. Ali halkın gönlünü alır.
Fazla söylenecek bir şey yok. Farzedin ki Peygamber Efendimiz “Peki, bunu yaparken karşı koyan ve bu yaptığını protesto eden kimse olmadı mı” sorusunu Uludere için bize soruyor.

Böyle bir haksızlık karşısında iki cihan Peygamberi bile korkup “Allah’ım ben bu işten uzağım” diye yakarırken, “Ama bu benim en iyi komutanım” demeyip hata yapanın arkasında durmazken, “Devlet özür dilemez” kibrine düşmezken Uludere katliamı karşısında herkes kendi iç muhasebesini kendi yapsın demekten başka ne gelir elden?

Çete ve ordu / Mümtazer Türköne

Canlı yayında, moderatörümüz sosyal medyadan gelen bir soruyu iletti. İzleyici bana "Atatürk'ten korkmuyor mu?" diye soruyordu.

Atatürk'le Atatürkçülük arasındaki farkı anlatırken ve Atatürkçülüğün 27 Mayıs darbesinden sonra icat edilmiş ilkel bir darbe ideolojisi olduğunu söylerken hep aynı mugalata ile karşılaşıyorum. Bu darbe ideolojisi hakkında yaptığım eleştiriler hemen el çabukluğu ile Atatürk'e yönlendiriliyor ve "Atatürk düşmanı" ilan ediliyorum. Yine de "Atatürk'ten korkmuyor mu?" sorusu beni saçmalığı yüzünden şaşırttı. "Niye korkayım ki, mezarından mı çıkacak?" dedim ve bu sorunun kaynağını açıklamaya giriştim. Atatürkçü darbeciler arkasına saklandıkları Atatürk heykellerini özel olarak "korkutucu" bir şekilde yaptırmayı âdet edinmişti. 28 Şubat sürecinde Sincan meydanına dikilen "tebessüm eden Atatürk heykeli" darbeciler arasında büyük bir infiale sebep olmuş ve hemen kaldırtılmış, yerine alelacele "çatık kaşlı Atatürk heykeli" yerleştirilmişti.

Resmî olarak korkmam gereken şeylerin hiçbirinden korkmuyorum. Bunun sebebi galiba cesaretim değil. Eğitim hayatım boyunca uğradığım kazalar yüzünden, bu öğretilen korkuları bir türlü edinemedim. Liseyi bitirene kadar her sene ikmale kalan -ilkokul dahil-, öğretmenlerimin çalışkan ve uslu sınıf arkadaşlarıma yaramaz ve tembel modeli olarak örnek gösterdikleri bir öğrenci oldum. Okul dışında açlıktan çıkmış bir hayvan gibi kitaplara saldırırken, okul ve ders kitapları bir türlü ilgimi çekmedi. Bugün sahip olduğum bilgilerin ve davranışların hiçbirini okuldan ve öğretmenlerimden edinmedim. Sık sık yüzüm duvara dönük aldığım tek ayak üzerinde durma cezalarında, kara tahtanın üzerindeki Atatürk resmine daldığım olurdu. Çok sevdiğim ve özlediğim dayıma benzettiğim için olsa gerek, çatık kaşlarından korktuğumu hiç hatırlamıyorum. Bu yüzden öğretilmiş korkuları bir türlü anlayamıyorum. Hayaletlere inanmadığım için de kimsenin ruhaniyetinden korkmuyorum.

Galiba bu yüzden on yıl kadar önce NTV'de bir canlı yayında, Batı Çalışma Grubu'nun bir çete olduğunu söylerken ortalığın buz kesmesine de şaşırmıştım. Beni şiddetle tel'in eden Tuncer Kılınç Paşa'ya, "Sayın general, peki görev yaptığınız süre zarfında hiç elinize içinde BÇG lafzı geçen resmî bir evrak geçti mi?" diye sorduğum soruya, "Hatırlamıyorum." cevabına diğerlerinin şaşırmamasına da takılmıştım. 28 Şubat soruşturmasının BÇG üzerinden "çete soruşturması" olarak sürmesi bugün çete işlerinin, ordu üzerinden başımıza nasıl bela edildiğini anlamamıza katkı sağlıyor.

Balyoz davası sanığı iki amiralin, ortaya düşen ses kayıtları eğer doğruysa çete işlerinin ruh dünyasını ele veriyor. Bir ordu "bu ülke ancak iç savaşla kendine gelir" der mi? "Çocuğuna kadar" işi uzatır mı? Ülkenin içine yuvarlanacağı ekonomik krizden medet umar mı? Bir ülkenin ordusunu neresinden tutup bu lafların söylenebileceği bir kurum haline getirebilirsiniz? Öyleyse çetedir, çete...

Osman Can, dünkü -her zaman olduğu gibi- su gibi akan yazısında 27 Mayıs'ın bir çete işi olmadığını söylüyor. Gerekçe olarak, 27 Mayıs sonrasında olanların "38 subayın ipini koparması eylemi" ile açıklanamayacağını öne sürüyor. Yıldıray Oğur'la da bir panelde benzer fikir ayrılığına düşmüştük. Bu fikir ayrılığını, bugün ülkenin bulunduğu kavşak adına önemli görüyorum.

Ben fikrimde ısrarlıyım. Çete ile ordu arasındaki farkı yerli yerine oturtmadan, darbelerin mantığını kavrayamayız. 27 Mayıs'ta darbeyi yapan bir çeteydi. Başta CHP olmak üzere, anlı şanlı profesörlerinden sermaye kesimine kadar bu çetenin peşine takılanlar olması durumu değiştirmez. Sadece 27 Mayıs'tan sonra kurulan düzeni, askerî darbe düzeni değil, hukukun hiçbir şekilde içine sığdırılamayan bir çete düzeni haline getirir. Tıpkı 28 Şubat'ın kurduğu düzen gibi.

27 Mayıs'ta ordu Rüştü Erdelhun'du. Zaman'daki yazı dizisi o tarihte çetecilerle askerler arasındaki farkı, yani hukuk çizgisini somut olarak yansıtıyor. 27 Mayıs bir çetenin marifetiydi. Sonrasında edindiği onca işbirlikçiye rağmen kurduğu anayasal düzenin demokrasi ve hukuk kalıbına bir türlü oturmaması, bu gerçeği kanıtlamıyor mu?

'Biz göstericileri ikna ettik, cunta salıverdi'

Öğrencileri sokağa çekerek İstanbul ve Ankara olaylarını adeta körükleyen Halk Partililer ve cunta, amacına ulaşmak için o günlerde Türkiye'de yapılan NATO toplantılarını fırsata çevirdi. 27 Nisan'da başlayan ve 5 Mayıs'a kadar süren eylemlerde pek çok yer tahrip edildi.
 
27 Mayıs cuntasının idama mahkûm ettiği Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun'un 'kırmızı valiz'de sakladığı notları, darbe öncesinde zirveye çıkan öğrenci olaylarının perde arkasına ışık tutuyor. Paşa, İstanbul ve Ankara'da askerî öğrenciler ve CHP'li gençlerin başını çektiği sokak eylemlerine müdahale edilmesinin 1955'teki 6-7 Eylül olaylarına benzer bir provokasyonu önlendiği tespitinde bulunuyor. Notlarında, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın talimatıyla yerinde müdahale için 28 Nisan 1960'ta İstanbul'a geldiğini belirten Erdelhun, cuntanın tahriki ile yaşanan olayları şöyle anlatıyor: "28 Nisan gecesi üniversite meydanında 2 bin küsur öğrencinin direnip dağılmadıklarını gördüm. Göstericilerin Davutpaşa'ya sevk edilip kendilerine çay içirilmesini istedim. 10 dakika içerisinde teslim olmaya, kamyonlara binmeye başladılar. 5.20'ye kadar meydan tahliye edildi. 29 Nisan'da, öğrencilerin gece yolda salıverildiğini ve yeniden gruplar halinde nümayişlere başladıklarını gördüm. O öğrenciler, Örfi İdare Karargâhı'nı bastı."

27 Mayıs darbesine giden günlerde üniversiteliler, askerî öğrenciler ve CHP'li gençlerin başını çektiği sokak olayları ile siyasî gerginlik adeta halkın içine taşmıştı. Darbeye zemin hazırlayan en kritik eylemler nisan ve mayıs aylarında Ankara ile İstanbul'da yaşandı. Türkiye o günlerde çok önemli bir NATO toplantısına da ev sahipliğine hazırlanmaktaydı. Öğrencileri sokağa çekerek olayları adeta körükleyen muhalefet ve cunta, amacına ulaşmak için NATO toplantılarının yapılacağı o günkü İstanbul Belediye Sarayı'nı kuşatacak ve tahrip edecekti. İstanbul'da 28 Nisan'da başlayan gerginlikler 5 Mayıs tarihine kadar sürdü. Birçok yer tahrip edildi. Erdelhun Paşa, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın talimatıyla olayları izlemek ve yerinde müdahale için 28 Nisan 1960'da İstanbul'a geldi. Olaylardan tam 7 yıl sonra kaleme aldığı notlarında İstanbul- Ankara olaylarını detaylıca anlatan Erdelhun, göstericilere müdahale edilmemesi halinde 1955'te yaşanan 6-7 Eylül olaylarına benzer bir provokasyonun olabileceği endişesini şöyle dile getirmişti. "2 Mayıs 1960'ta İstanbul'da yapılacak NATO Konseyi'nin yeni belediye sarayında olması ve buna göre hazırlıkların yapılmış bulunması hasebi ile Örfi İdarece gerekli tertipler alınmakta idi. Bu münasebetle 30 Nisan 1960 günü emniyet birliklerinin durumunu havadan kontrol maksadı ile helikopter ile bir uçuş yapıldı. Beyazıt-Aksaray istikametinde uçulur iken bir nümayişçi grubun Aksaray yolu Kavşağı'ndan Bozdoğan kemeri istikametinde ilerlemek istediği ve o civardaki tanklar tarafından yapılan yol kapamasını dinlemeyerek sağdan ve soldan aştığı görüldü. Bir müddet sonra bu grup belediye sarayı önündeki otoparka geldi ve bu esnada etraftan da iltihak edenler toplanmaya başladı. Oradaki yaya emniyet birlikleri toplantıya mani olmaya çalışıyorlar, inzibatlar sağa sola koşuşuyorlar fakat muvaffak olamıyorlardı. 6-7 Eylül 1955 İstanbul'da yine böyle hadiselerin meydana gelerek birçok tahribat yapıldığı göz önüne getirilerek burada da evvelce alınan nümayiş haberlerinin bir fiiliyatı olacak böyle bir tahribin vukua gelmesi tehlikesi hatırımdan geçti. Endişelendim. Örfi İdare ilan edilmiş bir şehirde askeri emniyet kordonuna rağmen, gündüz vakti böyle bir tahribin vukua gelmesi hükümet ve ordunun dahil ve harice karşı prestijini sarsacağı, ayrıca NATO Nazırlar Toplantısı için hazırlanan yerin bu şekilde tahribinin siyasî bakımdan türlü tefsirlere yol açacağı mülahaza olundu. Seri ve hareketli bir müdahaleye lüzum vardı. Zaman gayet dar idi. Bu grubu teşkil eden anasır (unsurlar-çevreler) kimdi? Ne için Örfi İdare yasağını dinlemediler? Ne için belediye sarayı önünde toplanıyorlardı? Bunlar bence meçhul idi."

Cuntacılar, gözaltındaki göstericileri salıverdi

İstanbul'da çıkan öğrenci olaylarını takip eden Erdelhun'u şaşırtan bilgilerden biri de İstanbul Örfi İdare Komutanı Orgeneral Fahri Özdilek'in olayları kontrol edemediğini öğrenmesi oldu. Zira Beyazıt Meydanı'ndaki gösterilerin ardından tutuklanarak Davut Paşa Kışlası'na gönderilen 2 bin kişi serbest bırakılmıştı. Darbe şartlarının olgunlaşması adına göstericilere kol kanat gerenler bir ay sonra ülke yönetimine el koymaya hazırlanan cuntacı subaylardı. Erdelhun'u bile şaşırtan İstanbul olaylarında yaşananları paşanın kaleminden okuyalım.

"28 Nisan günü İstanbul'daki öğrenci olaylarında şiddet artmıştı. Çapulculuk hareketleri Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes'i endişeye düşürmüş olduğundan vaziyeti yakından görmek üzere İstanbul'a gitmem zaruri kılınmıştı. 2-3 Mayıs 1960'ta yapılacak olan NATO Bakanlar toplantısında bulunacağımdan asayişin teminine mecburdum. Diğer taraftan İstanbul Örfi İdare Komutanı Orgeneral Fahri Özdilek, Milli Müdafaa Vekilli tarafından tutulmasına rağmen (Özdilek, bir dönem Milli Müdafaa Müsteşarlığı görevinde bulunmuş, darbeden sonra Milli Birlik Komitesi üyesi olduğu ortaya çıkmıştı.) İçişleri Bakanlığı'nca vilayetle alakadar olmaması sebebiyle beğenilmiyordu. 28 Nisan gecesi İstanbul'da üniversite meydanında 2 bin küsur öğrencinin Turan Emeksiz'in cenaze töreni nedeniyle direnip dağılmadıklarını gördüm. Zırhlı Tugay Komutanı, meydanı döner tel örgüler içerisine almakla meşgul oldu. Emre itaat etmeyenlere gaz sıkılacağını söylüyordu. Örfi İdare Komutanı bunları Hadımköy'e sevk etmeyi istiyordu. Çünkü İstanbul Valisi tevkifini emretmişti. Göstericilerin Davutpaşa'ya sevk edilip kendilerine çay içirilmesini teklif ettim. Örfi İdare Komutanı'na su ve gaz gibi gençlerin sıhhi durumlarını bozacak hareketlerden içtinap etmelerini tavsiye ettim. Keyfiyet dışı bir anonsla hoparlörden Örfi İdare Komutanlığı tarafından ilam edildi. 10 dakika içerisinde öğrenciler teslim olmaya Davutpaşa'ya gitmek üzere kamyonlara binmeye başladılar. 5.20'ye kadar meydan tahliye edildi. 29 Nisan'da saat 10.30'da helikopterle yaptığım bir hava gözetleme neticesinde öğrencilerin gece yolda salıverildiğini ve yeniden gruplar halinde nümayişlere başladıklarını gördüm. O gün bir grup, Örfi İdare karargâhını bastı. Örfi İdare komutanı bizzat karargâh muhafızlarıyla ve sopalarla nümayişçileri kovaladı ve bir kısmını yakaladı.. Aynı gün Belediye Sarayı'nı tahrip etmek maksadıyla sarayın önünde miting yapmaya kararlı nümayişçileri gördüm. Sarayın emniyetiyle memur Binbaşı Orhan Erkanlı'nın (Darbenin mimarlarından) komutasındaki Tank Taburu'nun atıl durmasına sinirlenerek havadan Zırhlı Tugay komutanına ikaz notları attım. Zırhlı Tugay, nümayişçileri bastırmaktan ziyade tahrik eder görünüyor ve tanklara nümayişçileri bindiriyordu. Bu yüzden bir öğrenci düşerek tank altında kaldı."

Cunta mahkemesinin sorusu: Emrindeki komutanlara helikopterden neden not attın?

Erdelhun'un denetim amaçlı helikopterle yaptığı uçuş ve komutanlara attığı uyarı notları hem sorguda hem Yassıada yargılaması aşamasında karşısına çıktı. Kendisine 'Sıkıyönetim yetkileri ve kanununu ihlal etmek' suçlaması yöneltildi. Erdelhun, Osmanlıca el notlarında bunun çok basit uyarılar olduğunu vurguluyor: "Köprüler geçişe kapanmış, münakale durmuş, ortada gergin bir durum havadan müşahede olunuyordu. Bunları yerde daha iyi bilmesi lazım gelen Zırhlı Tugay Kumandanı'na ikaz maksadı ile kısa bir not yazıp tugay karargahına attım. Bunun bir emir telakki edilmemesi ve not olduğu belli olması için, tam imza atmayıp yalnız bir (R.E.) işaretini koydum. Ayrıca (et-edilecek) gibi icrai kelimelerde kullanmadım, rütbe, makam ve lakaplarımı da yazmadım."

Er Erdelhun ayağa kalk!

Bir genelkurmay başkanının emrindeki komutan ve subaylara asayiş temini için söz söylemesi, yazılar yazmasını bile suç haline getiren Yassıada cunta mahkemesi Ankara İstanbul Olayları davasında 116 kişiyi yargıladı. Erdelhun 18. sıradaydı. Mahkeme başkanlarının herkese adı soyadı ile çoğu zaman dalga geçerek hitabı, hakaretamiz sözleri adiyattandı. Tarihçi Emine Gürsoy Naskali'nin aktardığına göre ise en ağır hakaretlerden biri Erdelhun'a yapılıyordu. Mahkeme heyeti ve başsavcı, Erdelhun'a, 'Er Erdelhun ayağa kalk, Er Erdelhun konuş' diyecek kadar seviyesiz davranmıştı. Ankara ve İstanbul olayları davasının tutanaklarını 4 cilt halinde kitaplaştıran Naskali, zabıtlarda olmasa da şahitlerden dinlediği notlar arasında yer alan bu incitici tavırların tarihe not düşülmesi gerektiğini kaydediyor.

İmzanın sahibi doğruladı Çetin Doğan ‘sahte’ dedi

Çevik Bir, savcılıkta Batı Çalışma Eylem Planı’nın altındaki imzayı kendisinin attığını kabul etti. Çetin Doğan ise kritik Balyoz belgelerinde olduğu gibi Çevik Bir’in imzası ve belgenin sahte olduğunu öne sürdü.

28 ŞUBAT soruşturmasının 5. dalgasında ifade verip tutuklanan Çetin Doğan, Vural Avar ve Kamuran Orhon’un “Çevik Bir’in imzası sahte” dedikleri Batı Çalışma Eylem Planı belgesinin bizzat tutuklu şüpheli Çevik Bir’e de sorulduğu ortaya çıktı. Bir, “Bana göstermiş olduğunuz belge doğrudur. Söz konusu belge MGK kararları doğrultusunda ve İçişleri Bakanlığının o tarihlerde yayınlamış olduğu genelgeler doğrultusunda hazırlanmıştır” dediği ortaya çıktı.

‘Evet bu belgeyi ben imzaladım’
28 Şubat soruşturmasının ilk dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’e sorgusu sırasında “Savcılığımızca yürütülen soruşturma aşamasında Genelkurmay Başkanlığının 6 Mart 2012 tarihli cevabi yazılarının EK B’sinde bulunan 27 Mayıs 1997 tarihli Genelkurmay Başkanlığı Batı Eylem Planı konulu Çevik Bir imzalı yazı ve yazının EK A’sında bulunan 19 sayfadan oluşan İdris Koralp imzalı Batı Çalışma Konulu Eylem Planı hakkında bilginiz var mıdır?” diye sordu. Bir, soruyu şöyle yanıtladı:

“Eylem planının kuvvet komutanlıklarına ve ilgili yerlere gönderme yazısını ben imzaladım doğrudur. Ekinde bulunan 19 sayfadan oluşan Batı Çalışma Grubu Eylem Planını ise İGHD Plan Şube Müdürü İdris Koralp imzalamıştır. Bu çalışmaları plan proje subayları hazırlar. Müdürleri ve emir komuta silsilesi doğrultusunda işlem görerek bana gelir. TSK yapılanmasında J1 personel, J2 istihbarat, J3 harekat, J4 lojistik, J5 plan prensipler, J6 muharebe elektronik, J7 harp tarihi temsil ederler. İlk başta emir ve evrakları plan proje subayları hazırlar. Bunların amiri olan İGHD Plan Şube Müdürü imzalar veya paraflar daha sonra onun bağlı olduğ İGHD Başkanına gelir. O da düzeltmeleri ve parafını yapar.

Harekat Başkanına (Çetin Doğan) gönderir. Harekat Başkanı’na da Genelkurmay İstihbarat Başkanı J2’ye (korgeneral) gönderir. O ekleme veya çıkarma yapabilir, parafını yapar. Sonra Genelkurmay Başkanına gönderilir. Konu ile ilgili başkanlıklar koordine edilmediği takdirde ben koordine edilmesi için evrakı geri gönderirim. Koordine edildikten sonra evrak tekrar bana gelir. Ben imzalamadan veya onaylamadan önce veya onayladıktan sonra Genelkurmay Başkanına çıkar bilgi veririm, emirlerini alırım, ondan sonra evrakın gereğini yaparım.”

Önce kabul etti sonra reddetti

Emekli Korgeneral Vural Avar da savcılık ifadesinde belgenin kendisini görevlendiren daire başkanı tarafından paraf edildiğini kabul etti ancak Mahkeme’de Çetin Doğan’ın ifadesini görünce ifadesini değiştirdi. Avar Mahkemede, “Şimdi burada Sayın Çetin Doğan’ın ifadesinden anlıyorum ki böyle bir belge yoktur. İfademi bu şekilde değiştiriyorum” dedi. Kamuran Orhon da aynı belge ile ilgili olarak, “27 Mayıs 1997 tarihli belgenin gerçek olduğuna inanmıyorum. Belgenin ekinde bizden bir personel istendiği yazılmış ancak ben böyle bir personel gönderdiğimi hatırlamıyorum” dedi.

Kritik belgeler için hep aynı taktik

BALYOZ Darbe Planı davasının 1 numaralı tutuklu sanığı olan ve 28 Şubat soruşturmasında da tutuklanan Çetin Doğan ise Çevik Bir imzalı “Batı Çalışma Eylem Planı” belgesinin sahte olduğunu ileri sürdü. Doğan, “Çevik Bir’in ‘evet imza benim’ dediği belgenin kendisine gösterilmesi sonrasında “Bu yazı o dönemde Genelkurmay Başkanlığı’nda yazılan yazılardan farklı” dedi. Doğan, “Ekindeki yazılı hususların içeriğini de kabul etmemekle birlikte yazı karakterleri arasında da farklılıklar vardır” dedi.

Çetin Doğan’ın avukatı Celal Ülgen ise “Bu belgenin başlığında bulunan Çevik Bir imzasının da sahte olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü, imza tamamen metin dışına atılmış, makine ile atılan imzalarda da bu özellik bulunmaktadır. Belgeye itibar edilmeli” iddiasında bulundu.

Doğan ve avukatları, Balyoz Darbe Planı davasında da soruişturmanın en güçlü delili konumundaki tüm belgeler için “Genelkurmay’ın yazım tekniklerine uymuyor, imzalar sahte” iddiasında bulunmuşlardı.

Arazi bedelini vERDEMİR!

Özelleştirme sonrasında, "bedelsiz tahsisli" arazinin tahsisinin kaldırılmasıyla başlayan dava sürecinde son karar Milli Emlak lehine oldu

Erdemir


Türkiye'nin en büyük demir-çelik tesisi ERDEMİR'i 2005'teki özelleştirmeyle satın alan OYAK, 12 Eylül 2008'den beri süren "arazi" davasında yeni bir gelişmeyi Kamuyu Aydınlatma Platformu'nda duyurdu.

ECRİMİSİL DAVASI
Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün, ERDEMİR'in kullandığı arazi için, özelleştirmenin tamamlanmasının ardından 2007 ve 2008 yılları için yaklaşık 1 milyon 280 bin liralık işgal tazminatı istemesi üzerine 2008'de mahkemeye taşınan süreçte son karar Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün lehine oldu.

Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün ERDEMİR'den talep ettiği ecrimisil bedeli ve tahsis işlemini kaldırtmasındaki gerekçesi 1 milyon 450 bin 233 metrekarelik arazilerin tahsis amacının ortadan kalktığı, bedelsiz kullanımın hukuksuz olduğu" şeklindeydi.

Şirket yönetimi ise özelleştirme ihalesi öncesinde ihale katılımcılarının karşısına çıkan ERDEMİR ihale tanıtım dosyasında, bu arazilerin ERDEMİR'in kullanımına "bedelsiz ve süresiz olarak verildiği" ibaresinin olduğu savunmasıyla idari işlemi mahkemeye götürerek 2008 yılında durdurttu.

Buna karşılık Zonguldak İdare Mahkemesi tarafından davanın reddedilmesiyle devam eden hukuki savaşta galip çıkan, Milli Emlak Genel Müdürlüğü oldu. Erdemir, bugün KAP'a gönderdiği bir açıklamayla temyizi reddedilen idari işlemin karar düzeltme talebinin de reddedildiğini duyurdu.

İşte ERDEMİR tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformu'na yapılan açıklama:

T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın "Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş.'nin (Erdemir) Özelleştirilmesi Hakkında İhale İlanı"nın 3 numaralı maddesinde atıf yapılan 30 Mayıs 2005 tarihli "Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. Tanıtım Dokümanı"nın 142 inci sayfasında, Erdemir sınırları içerisinde bulunan bazı arazilerin Devlet'e ait olduğu; ancak bunların, 3522 sayılı Kanun uyarınca, Maliye Bakanlığı tarafından, bilabedel ve süresiz olarak Erdemir'in kullanımına tahsis edilmiş bulunduğu belirtilmiştir. Özelleştirme ihalesinin ve hisse devir işlemlerinin tamamlanmasını müteakip, 02.05.2007 tarihinde 3522 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, ardından Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü 02.07.2008 tarih ve B.07.0.MEG.0.12/3307-7939/2 (35077) sayılı işlemi ile özelleştirme sürecinde "bilabedel ve süresiz" olarak Erdemir'e tahsisli olduğu belirtilen arazilerin tahsislerini kaldırmıştır. Bu idari işleme karşı, Zonguldak İdare Mahkemesi'nin 2008/1017 sayılı dosyası üzerinden bir iptal davası açılmış ve işlemin yürütmesi, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi'nin 26.11.2008 tarih ve Y.D. İtiraz No: 2008/266 sayılı Kararı ile, işlemin 4046 sayılı Kanun'un 20. Maddesinin (b) bendine açıkça aykırı olduğu belirtilerek durdurulmuşsa da, dava Zonguldak İdare Mahkemesi'nce 20.03.2009 tarihinde reddedilmiş; ret kararına karşı yapılan temyiz başvurusu 27.12.2010 tarihinde oybirliği ile; karar düzeltme istemi ise, 04.04.2012 tarihinde oyçokluğuyla Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir.

HATAY DÖRTYOL İLÇESİ KUZUCULAR BELDESİNDE 3 SUBAYIN ÖLÜMÜ JANDARMANIN YAPTIĞI HATALI PLANDAN MIDIR? / Önder Aytaç

Yazılı ve görsel medyaya olay şöyle yansır; ‘…Hatay'ın Dörtyol İlçesi Kuzucular Beldesi dağlık alanında PKK'lı teröristlerle askerler arasında çatışma çıktı. Çatışma sonucu 3 Subay şehit oldu.. Açılan ilk ateş sonucunda İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli Jandarma Binbaşı Erhan Dikmen, Jandarma Üsteğmen Aytaç Kaya ve Jandarma Teğmen Ahmet Tarım'ın şehit olduğu bildirildi. Çatışmada, ilk bilgilere göre aralarında subayların da olduğu 2 asker şehit olurken, 1 asker de ağır yaralandı. Yaralı asker getirildiği Dörtyol Devlet Hastanesi'nde yapılan ilk müdahalenin ardından İskenderun Devlet Hastanesi'ne sevk edildi. Durumu ağır olan asker kaldırıldığı hastanede şehit düştü…’ denilmekte ve haberin devamında da; ‘…Kuzuculu Belediye Başkanı Bekir Toksoy, ilçeye 20 kilometre mesafedeki Amanos dağlarının iç kısmında operasyonda bulunan jandarma özel harekat askerlerine, PKK'lı teröristler tarafından roketatarlı saldırı gerçekleştirildiğini belirtti…’ açıklaması yapılmaktadır.

Acaba olay karşılıklı bir silahlı mücadele ile mi yoksa Kuzuculu Belediye Başkanı Bekir Toksoy’un söylediği şekliyle mi gerçekleşmiştir? Ne dersiniz? Şimdi de bölgeyi ve yapılan operasyonları çok iyi bilen mahalli askeri güvenlik güçlerinden Anadolu insanı olanların söylediklerini dikkatlice dinleyecek olursak;

‘…İSTİHBARATCILAR ÖNCE BİR HABER ALIRLAR. TERÖRİSTLERİN İÇİNDEKİ İTİRAFÇILARDAN BİRİSİ; ‘BURADA SIGINAK VAR’ DER. 24 NİSAN 2012 TARİHİNDE DE AYNI BÖLGEDE TERÖRİSTLER YOLU KESİP PROPAGANDA YAPMIŞLARDIR.

ETRAF JANDARMA ÖZEL HAREKAT (JÖH) TİMLERİ İLE ÇEVRİLİR. ÇÜNKÜ ARAMA TARAMA YAPILACAKTIR.

07,45 DE JANDARMA YÜZBAŞI MESUT CİHANER ÖNDEN COBRA ARACINA BİNEREK, ARAMA-TARAMA (AT) YAPILACAK BÖLGEYE KADAR GİDER. ASLINDA AT BÖLGESİNE ARAÇLA GİDİLMİYECEK DİYE HEM VALİNİN, HEM DE BÖLGE KOMUTANININ EMRİ OLMASINA RAĞMEN BURAYA NEDEN ARAÇLA GİDİLİR? VE JANDARMA YÜZBAŞI MESUT CİHANER’İN ARAÇLA GİDİŞİNİ ALAY KOMUTANI DA TAKİP Mİ EDER?

BELLİ BİR NOKTAYI GEÇİNCE, ALAY KOMUTANI MUSTAFA BAŞOĞLU ARAÇTAN İNER VE ÖNDEN GİDEN SİVİL İSTİHBARAT ARACINA BAĞIRARAK; "DURDURUN ŞU SALAĞI" DER Mİ? ALAY KOMUTANININ SESİNİ DUYAN VE YAKININDA OLAN AYTAÇ ÜSTTEĞMEN İLE AHMET TEĞMEN DE ERHAN BİNBAŞININ YANLARINA GELİRLER.

İŞTE TAM DA O SIRADA, ERHAN BİNBAŞININ YANINA ATEŞ AÇILIR. ÜÇÜ SUBAY DA YERE DÜŞERLER. BU AŞAMAYA KADAR DA ELE GEÇEN HİÇ BİR TERÖRİST FELANDA YOKTUR.

İSTİHBARATTA GÖREVLİ SUBAY-ASTSUBAY VE UZMAN ÇAVUŞLAR GELDİKLERİ ARABAYA BİNERLER VE VURULANLARI DÖRTYOL ASKER HASTENESİNE YETİŞTİRİRLER.

ŞİMDİ DE ACABALARLA BAŞLIYACAK ŞEKİLDE AKLIMIZA TAKILAN SORULARIMIZI SORALIM;
1. ACABA BURADA GÖREVLİ YÜZBAŞININ GÖREVİ İFASI SIRASINDA HİZMET KUSURU VAR MIDIR?

2. ACABA BU YÜZBAŞININ BURADAN ALINIP BAŞKA BİR YERE VERİLMESİNE GEREK VAR MIDIR?

3. ACABA BU YÜZBAŞININ BURADA GÖREVE DEVAM ETMESİ DURUMUNDA DAHA ÇOK CANLAR YANAR MI DİYE DÜŞÜNÜLMESİ NASIL ÖNLENEBİLİR?

4. ACABA BU OLAY SONRASINDA İÇİŞLERİ BAKANINA DURUMU NASIL ANLATACAKLARI VE KENDİLERİNİ KURTARACAKLARI KONUSUNDA FARKLI BİR TOPLANTI YAPILMIŞ MIDIR?

5. ACABA OLAYA EN YAKIN YERDEKİ TÜM PERSONEL; YANİ BAŞTA JANDARMA ÖZEL HAREKAT TABUR KOMUTANI, ONUN PERSONELİ, POLİS ÖZEL HAREKAT MÜDÜRÜ VE EKİBİ, BİR KOMİSYON TARAFINDAN BU OLAY HAKKINDA DİNLENİLMELİ MİDİR?

6. ACABA PLANLAMADAN KAYNAKLANAN BU ELEM VERİCİ OLAYIN HESABI SORULABİLECEK MİDİR?

NE DERSİNİZ BU ACABALAR İLE SORDUĞUMUZ YUKARIDAKİ 6 SORUNUN YANITLARINI VERECEK KİMSELER VAR MIDIR?

Hilmi Özkök'ün tanık olarak dinlenmesine...

Ergenekon Davası'nda savcı, Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ün tanık olarak dinlenmesini talep etti. 




Emekli Orgeneraller İlker Başbuğ, Hurşit Tolon, Hasan Iğsız, CHP Milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile Danıştay saldırısı Tetikçisi Alparslan Arslan'ın da sanıkları arasında yer aldığı davanın 191'inci duruşmasında talepler alındı.
Tutuklu sanıklardan Doğu Perinçek, MİT tarafından hazırlanan ve 2003 yılında Genelkurmay Başkanlığı'na gönderilen "Ergenekon Şeması"nın akıbetinin sorulmasını için dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün tanık olarak dinlenmesini talep etti.
Görüşünü açıklayan savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Perinçek'in bu talebini yerinde buldu, Özkök'ün tanık olarak dinlenmesinin kabul edilmesini istedi.
Savcı ayrıca, Gazeteci ve Ak Parti Milletvekili Şamil Tayyar ile Devrimci Karargah terör örgütü davasının tutuklu sanığı Eski Emniyet müdürü Hanefi Avcı'nın da bu davada tanık olarak ifade vermesini talep etti.

Tarihi bir hatanın eşiğinde... / Gültekin Avcı/Bugün


"Kendimize çok güvenerek hata yaptık. Şimdi aynı hatayı onlar yapıyor."
Ses kaydında Tüma. Cem Aziz Çakmak olduğu iddia edilen kişinin en düşündürücü sözüdür bu.

Ardından bir dizi soru...

TSK içinde darbeci eğilim taşıyan personel profili %70'e varıyor. Bu müdahaleci inisiyatifte bir değişiklik oldu mu?

Harbiye müfredatları demokratikleştirildi mi?


Hayır.

TSK üzerinde hiçbir sivil denetim yok. Ne Cumhurbaşkanı ne Başbakanlık ne Savunma Bakanlığı ne de TBMM denetimi. Mahkeme kararıyla savcı bile giremedi Kozmik Oda'ya ve 3.Ordu'ya.

Askeri bürokrasi hep bir kapalı kutuydu. Cumhurbaşkanı Gül, Uludere konusunda TSK'nın görev alanı olduğu için inceleme yaptıramayacağını daha yeni söyledi.

Ya şimdi? Denetleyebilen var mı?

Hayır.

Savcı Zekeriya Öz'ün telefonlarını dinleyip, Ergenekon sanıklarına servis eden ve sivil otorite tarafından ne yaptığı hiç bilinmeyen, denetimsiz ve bürokrasiye kapalı dev askeri istihbarat yelpazesinin işleyişinde bir değişiklik var mı?

Hayır.

Genelkurmay Başkanı'yla sivil otorite arasında belirleyici tek hiyerarşik hüküm şudur: "Genelkurmay Başkanı, başbakana karşı sorumludur." (1324 Sayılı Kanun.)

Bu mücerret "sorumluluğun" mahiyetini ve sınırlarını yıllardır Genelkurmay Başkanları belirledi.

An itibariyle Genelkurmay Başkanı'nın sorumluluk sınırlarının ve yaptırımlarının ne olduğunu, kuvvet komutanlarının Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na karşı görev ve sorumluluklarını belirleyen bir düzenleme var mı?


Hayır.

Değişen 3 şey nedir?

Teröre ve cuntalara karşı aktif görev yapan özel savcılar, demokrasiye ve sivil otoriteye bağlı görünen bir Genelkurmay Başkanı ve toplumda yükselen demokratik algı.


Bu değişim troykasının en zayıf aktörü Genelkurmay Başkanı'dır.

Zira demokrat ve etkili bir subay kadrosuna dayanmıyorsa, tek bir Genelkurmay Başkanı'nın cuntayı pasivize etme iktidarı yoktur.

Hilmi Özkök istisna değildir zira TSK içindeki illegal yapının aktivasyonunu sadece tecil etmiştir.

Özkök sonrası Ergenekon sürecinde ortaya çıkanlar, 27 Nisan Muhtırası, Kafes, İnternet Andıcı ve 2009 tarihli İrticayla Mücadele Eylem Planı düşünüldüğünde, TSK içindeki cuntanın her daim fırsat kolladığı görülür.

Hele son 2 ses kaydı muhtemel bir tehlikenin habercisi.

Yeni bir cunta var

Ne diyor tutuklu tümamiral?

"Aldığımız haberlere göre bu iş uzun sürmeyecek. Hesabı sorulacak. 2 sene içinde Balyoz'un rövanşı olacak. Çok can yanacak. Kendilerine en güvendikleri anda rövanşımız hatasız olacak."
Umarım bu ses kaydı çok iyi okunur ve hâlâ geçmekte olduğumuz demokrasi köprüsünün uçurulmasına seyirci kalınmaz.

Bunu ciddiye alan bir hükümetin kaybedeceği değil kazanacağı çok şey vardır.

"Yapamazlar" diyerek beklemek, en büyük kumardır.


Burada tahliyeden de öte TSK içinde belirli/planlı bir süreye odaklı olarak bekleyen bir cuntadan bahsediliyor.

Belli ki silahlı müdahaleye hazır bekleyen bir derin yapı var.


Ve örgütlenmenin hedeflediği amaca hangi süre içinde ulaşabileceğini bildiriyor onlara.

General kademesinin işlemleri daima deşifrasyona uğradığı için bu cunta yapılanması 27 Mayıs gibi "tersine hiyerarşi" içeren gözlerden daha uzak teğmen-albay kademesine konuşlu, aktifleştiğinde komutanları şimdiden belirli bir darbe örgütlenmesi de olabilir.

General kademesinde yaşananlar bir nebze hissedilebiliyor da, teğmen-albay kademesinden kimin haberi var?

Ses kaydında Kara Kuvvetleri korkaklıkla nitelendiğine göre, Deniz Kuvvetleri içinde bir cunta olması da mümkün.

En kötü ihtimalle "bize yar olmayan Türkiye kimseye yar olmasın" düşüncesiyle ülkeyi Suriye'ye çevirmeye ant içmiş durumdalar.

2-3 aya kadar tahliye çıkacağı ve bu defa Beşşar Esed zihniyetiyle çoluk çocuk demeden kıyım yapılacağının söylendiği ses kayıtlarına rağmen biz ne yapıyoruz?

Özel yetkiden rahatsız olan kim?


Bakan Binali Yıldırım, CMK. 250'deki toplumda rahatsızlık yarattığı açık olan özel yetkinin yeniden düzenleneceğini ve özel savcı/hâkimlerin hataları için yaptırımlar getirileceğini açıkladı.

Cuntayı tespit etmek başka, yakasından tutup mahkeme önüne çıkarmak başka.

Cuntalar belki tespit edilebilir ama bu ülkede cuntaları devlet gücüyle mahkemeye sürükleme işi ilk kez özel yetki sayesinde oldu.

Mesele yeni anayasa yapmakla da bitmiyor.

Dünyanın en demokratik anayasasını bile yapsanız, darbeci zihniyetin hareketlerini an ve an kontrol edemediğiniz takdirde geri dönüş tehlikesinin mevcut olduğunu kabul etmek zorundasınız.

Darbe süreci sisteme değil, silahlı birlikteliğe dayanan bir süreçtir.

Silahlı örgütlenmelerin en etkili panzehiri olan özel yetkideki değişim ve düzenleme, Türkiye'yi geriye dönüştürülebilir bir kimyaya sokacak, teröre ve cuntalara payanda olacaktır.

KCK bu işten nemalanacak, yeni bir zemin kazanacaktır.


Yoğun bir cesaret ve şahsi inisiyatif isteyen bu tür örgütsel suçları soruşturan savcılardaki cesaret ve girişim ruhu felce uğrayacaktır.

Bakan Binali Yıldırım'ın bahsettiği "ÖYM rahatsızlığı", Ergenekon ve KCK mahfillerinin yürüttüğü bir operasyondu.

Hatırlayın.

DGM'ler döneminde AB ve AİHM her defasında bu mahkemeleri eleştiriyor ve adil bulmuyordu.

Ama terörde ihtisas sahibi ÖYM'leri hiç eleştirmedi. Eleştiriler özel yetkiyle ilgili değil, genel yargılama hatalarına yönelikti.

Zira bu mahkemeler Avrupa'da da var.

AB Komisyonu'nun örgütlü suçlarda etkili yargılama ve caydırıcı ceza isteği üzerine Bulgaristan özel yetkili mahkemeleri bu yılın başında daha yeni kurdu.

HSYK, özel yetkinin toplumda huzur ve güvenlik için önemli olduğunu söylüyor.

Bakan Binali Yıldırım'ın bahsettiği "rahatsızlık", sadece seçkinci bir zümreye aittir.

Toplumda olmayan bu rahatsızlık, İstanbul, Ankara ve İzmir Baroları'yla birlikte Ergenekon davasına savaş açan operasyonel bir ulusalcı klikle, KCK ve KCK davasına istikrarlı eleştiri yönelten bazı liberal seçkincilere aittir.


AİHM'nin Tuncay Özkan ve Çetin Doğan kararlarında özel yetkide sorun izhar edilmezken, CMK. 250'ye müdahale etmek suretiyle yapılacak düzenleme, cuntalar ve terör karşısında millet ve demokrasiyi savunmasız bırakacaktır.

Keşke demek fayda etmez

Bakan Yıldırım hata yapan hâkim ve savcılara ceza öngörülmesinden de bahsediyor.

Bunun için yeni bir düzenlemeye gerek yok ki.

TCK'daki suçlar ve cezalar, yargı mensupları için de geçerli.


Hâkim ve savcının hatası disiplin suçuysa HSYK, adli bir suçsa cumhuriyet savcıları gerekeni zaten yapıyor.

Buna rağmen özel savcı ve hâkimler için ekstra kusur halleri üretilmesi, "özel yetkinin pasivize edilmesi" demektir.

Özel yetkide neleri değiştirebilirsiniz?

-Ya gözaltı sürelerinin normale nazaran 2 kat olarak uygulanmasını değiştireceksiniz, bu halde örgütlü suçları çözmek imkânsızlaşır.

-Ya 252. maddedeki tutuklamanın azami sınırı 2 kat olarak uygulanır, hükmü değiştirilecek. Bu halde Balyoz, KCK ve Ergenekon davalarında kuvvetle muhtemel çok az sayıda tutuklu kalır.

-Ya da 250 ve 251. maddedeki özel yetki alanı ve doğrudan soruşturma usulüne sınır getirilir. Yani terör suçlarında MİT için getirilen soruşturma izni istisnası genişletilir. Bu halde de gizli cuntaları ve devlet içi illegal yapıları ortaya çıkarabilmeniz mümkün olmaz.

CMK. 250'ye sınır çekecek en küçük bir ayar, demokratikleşme sürecinin tersine dönmesi riskini taşıyor.

Değişiklikle kim nefes alacak, toplum mu, darbeciler mi, teröristler mi?

Ölümcül bir hatanın eşiğindeyiz.

Sistem sivillerin tam kontrolü altında değilken yapılacak CMK. 250 değişikliği, demokrasinin intihara teşebbüs etmesidir.

"Keşke"lerin fayda etmediği dönüşü olmayan bu yolda bir kez daha düşünün...

Dokunmayın ki ülke yanmasın.

Beşir Atalay’ın Ergenekon Açılımı / Emre Uslu / Taraf



Beşir Atalay’ın sözünü ettiği “Demokratik Açılım” paketinin ipuçlarını Sabah yayımladı. Eğer sözü edilen Kürt Açılımı paketi buysa bu paketin Kürt sorunu ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Genel Kürt kitlelerinin taleplerine ilişkin bir tek KELİME bile yoktur. Bu açılımın adı net olarak Ergenekon Açılımı’dır. Ergenekon sanıklarını kurtarmak için düzenlemiştir. Velev ki bunlar demokrasi için gerekli diyelim. Bu maddelerle Kürtlere bir hak verilmiyor. Umarım Başbakan bu oyuna dur der ve en son Aydın Menderes’in vasiyetinde yer alan Ergenekon davalarına sahip çıkmaya devam eder. Tek umut o çünkü.

İsterseniz demokratik açılım paketi diye bize yutturulmaya çalışılan maddeleri sizler için tercüme edeyim:

• Düzenleme 1) Uzun tutukluluk süreleri de tartışmaya açılacak. Yargılamayı hızlandıracak bazı mekanizmalar devreye girecek. Şu aşamada tutukluluk süreleri kısaltılmazsa bile yargılamanın hızlanmasıyla bu sorun kısmen aşılmış olacak. Düzenlemede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da dikkate alınacak. “Yasa önünde eşitlik, adil yargılama hakkı” ilkelerine aykırılık teşkil eden maddeler süzgeçten geçirilecek.
Tercümesi: Ergenekon sanıklarını serbest bırakacak CHP’nin istediği uzun tutukluluk sürelerinin indirilmesi sağlanacak. Böylece Ergenekon sanıkları ile birlikte KCK sanıkları da serbest kalacak.

• Düzenleme 2) Her türlü suç terör amacıyla ilişkilendirilerek özel soruşturma ve yargılama usullerine tabi kılınabiliyor. Adil yargılama hakkının sağlanabilmesi için Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun özel yetkili mahkemeleri ve uygulayacakları muhakeme kurallarını düzenleyen 250, 251 ve 252. maddeleri de gözden geçirilecek.
• Düzenleme 3) Her iki yasada terör örgütünün faaliyeti nasıl ve nerede başlar, nerede biter konularına açıklık getirilecek.

Tercümesi: Ergenekon yapılanması, siyasal bir amaç için şiddet kullansalar bile, terör suçu sayılmayıp özel mahkemelerden alınacak. Eğer Ergenekon yapılanmasına mahkeme terör örgütü tanımı yapar ve bu örgütü terör kapsamına alırsa mahkemeler bittikten sonra bile güvenlik güçleri, terör örgütünü izleme yetkisi olduğundan bu örgütün faaliyetlerini izleyebiliyor. Örneğin Hizbullah silahlı faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı ama terör örgütü olarak yargılandığı için Hizbullah’ın örgütlü faaliyetleri yasal olarak güvenlik güçlerinin takibi altında. Eğer Ergenekon Beşir Atalay’ın yeni açılım planı ile terör örgütü kapsamından çıkarılıp çete suçu kapsamına alınırsa veya daha hafif bir suç olarak tanımlanacak yasal düzenleme yapılırsa Ergenekon’dan yargılananlar suçlu bulunsa bile örgütün takibi yapılamayacağı için Ergenekon faaliyetleri ve suçluları mahkemeler sonrasında, güvenlik birimlerinin gözetimi-denetiminden kurtarılmış olacak.
Ayrıca özel yetkili mahkemelerin görev alanını daraltarak Ergenekon gibi, çete gibi, şike gibi suçları bu mahkemelerin faaliyet alanından kurtarıp böylece Ergenekon’un tamamen önünün açılması sağlanacak. Zaten CHP’nin CMH 250, 251 ve 252’yi kaldırmak için vermiş olduğu yasa teklifleri Meclis’te bekliyor.

• Düzenleme 4) TCK’nın 216. maddesinde yer alan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunun düzenlenmesi öngörülüyor.

Tercümesi: OdaTV davası boşa çıkarılacak. Zira iddianamenin temel argümanlarından en önemlisi Ergenekon adına basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa teşvik suçu.

• Düzenleme 5) Terör eylemlerine karışmamış, silahını teslim etmeye hazır örgüt mensupları için “etkin pişmanlık” dışında bazı sürpriz adımlar atılacak. (Örneğin, silahı bırakıp teslim olmaları için belli bir süre verilecek, bu süre zarfında teslim olanlar hakkındaki yakalama emri kaldırılabilecek.)

Tercümesi: PKK’ya fiili bir af çıkacak ama bu yasanın verimli sonuç vermesi ancak Öcalan veya PKK liderleri ile yapılacak bir anlaşmaya bağlıdır. Öcalan veya PKK liderleri işaret etmediği sürece dağdan kimse inmez. Zaten PKK ile gönül bağı kopmuş olanlar dağdan inip aktif pişmanlık yasasından yararlanıyor. PKK ile gönül bağı devam edenler dağdan inmez. Eğer bu düzenleme Öcalan ve PKK liderliği ile varılan bir anlaşma sonucu çıkıyorsa o zaman bambaşka bir süreçten söz ediyoruz demektir. Bu durumda Öcalan’ın ev hapsi de “sürpriz adımlar” arasındadır. Ancak açıklandığı kadarıyla Öcalan veya PKK liderleri ile böylesi bir anlaşma yapılmadı.

Düzenleme 6) TCK’nın 215. maddesindeki, “suçu ve suçluyu övme” maddesinin gözden geçirilmesi planlanıyor. TMK’nın 7. maddesindeki “terör örgütüne ait amblem ve işaretleri taşıyanlara” 10 yıl hapis öngören düzenleme elden geçirilecek.

Tercümesi: Sayın Öcalan demek serbest olacak. Örgüt sembolleri taşınabilecek. Bu iki konu zaten fiilen serbest. Fiili durum yasalara giriyor. Açılım maddesi olarak sunulması şark kurnazlığı.
Demokrat kamuoyunun gönlünü hoş tutmak, gelen eleştirileri önlemek için iki mavi boncuk da var Ergenekon Açılımı’nın içinde.

Bunlardan biri TMK 7. ve TCK 220. maddeleri üzerinde düzenleme yapılarak terör propagandası yapmak ve örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek veya isteyerek yardım edenleri cezalandıran antidemokratik maddeler düzenleniyor.
Ayrıca bir de Ergenekon davası sürecinde Ergenekon ile mücadele eden gazetecilerin yargılandığı maddeler düzenleniyor. Bu düzenleme de “Ergenekon’u af ediyorsunuz onunla mücadele edenleri cezalandırıyorsunuz” türünden eleştirilerin önünü kesmek için yapılmış öteki bonus düzenlemedir. Ergenekon’u serbest bırakacaksanız ben kendi adıma söyleyeyim beni cezalandırsanız da olur. Faili meçhullerin kapısı açılıp Ergenekon sokağa salınmışsa Ergenekon ile mücadele edenler için hapishane daha güvenli çünkü…

Özetle bu düzenleme Ergenekon için yapılıyor ve bu değişikliklerin hiç biri Kürtlerin hakları ve Kürt sorununu çözmek için yapılan düzenlemeler değil…

30 Mayıs 2012 Çarşamba

İŞTE BALYOZCULARI KURTARMA PLANI

Balyozcuların ses kaydında vurgu yapılan kurtarma yasasıyla ilgili Milli Savunma Bakanı’ndan bile gizli tutulan sinsi plan ortaya çıktı.

Balyozcu iki paşaya ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarında, “sağlam kaynaklar”ın yakın zamanda Balyozcuların tahliye olacağı müjdesini verdiği, Balyozcuların iki aya kadar çıkıp çoluk çocuk demeden rövanş alacakları konuşuluyordu. Ses kaydında üstü kapalı ifadelerle hazırlığı yapılan bir yasaya vurgu yapılırken, Milli Savunma Bakanı’ndan bile gizli tutulan sinsi planla ilgili önemli bilgilere ulaşıldı.
2010 Yüksek Askeri Şurası’nda (YAŞ) Balyoz sanıklarının terfisiyle ilgili Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı ile ters düşen rapor hazırlayan Milli Savunma Bakanlığı’nın asker bürokratlarının, Balyozcular için yine devreye girdiği ortaya çıktı.

Genelkurmay Hukuk Müşavirliği’nin talimatıyla Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Adlî İşler Yardımcılığının gizlice harekete geçtiği, Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nde görevli bir grup hakim albayın uzunca bir süredir Balyozcuları tahliye edecek ince vurguların yapıldığı yasa tasarısı üzerinde çalıştığı belirtildi. Yasanın tamamlandıktan sonra Savunma Bakanlığı’nın fikriymiş gibi ilgili komisyona gönderileceği ifade edildi.  

TERFİ KRİZİNE NEDEN OLAN EKİP ŞİMDİ DE BALYOZCULARI KURTARMAK İÇİN UĞRAŞIYOR
2010 Yüksek Askeri Şura toplantıları öncesi hakkında yakalama çıkan Balyoz sanıklarının terfisi ile ilgili Milli Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlık hukukçuları ayrı ayrı çalışma yapmış, Savunma Bakanlığı sanıkların terfi edilebileceği yönünde rapor hazırlayarak YAŞ’ın sivil kanadı ile ters düşmüştü. Yaşanan krizde büyük payı olan raporu bakanlıkta görev yapan hakim albayların hazırladığı belirtilirken, aynı ekibin şimdi de Balyoz sanıklarının ses kayıtlarında itiraf ettiği tahliye çalışmasında görev aldığı vurgulanıyor.

KANUNLAR VE KARARLAR DAİRESİ’NDE GÖREVLİ BİR GRUP ALBAY ÜZERİNDE ÇALIŞIYOR  
Genelkurmay’da bulunan bir grubun, Balyoz darbe planında general ve amiral seviyesinde olan subayların tahliye edilmesi için başında bir generalin bulunduğu Savunma Bakanlığı Müsteşar Adli İşler Yardımcılığına emir verdiği öne sürülüyor. Balyozcuları kurtarmak için yapılan plan doğrultusunda Adli İşler Yardımcılığına bağlı 4 birimde görev yapan ‘güvenilir muvazzaflara’ bilgi verildiği, hakim albaylardan oluşan Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nin çalışmaya başladığı ifade ediliyor.

BAKANLIK MÜSTEŞARI KORGENERAL DÜNDAR’DAN GİZLİ YÜRÜTÜLÜYOR
Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, askeri konularda yasa, yönetmelik ve tüzük hazırlamakla görevli Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nde görev yapan bir grup hakim albayın büyük bir gizlilik içinde çalıştığı, yasa taslağının Bakanlık Müsteşarı Korgeneral Ümit Dündar’dan dahi gizlendiği belirtiliyor.

KRİTİK BİRİMLER BİR TÜRLÜ SİVİLLEŞTİRİLEMEDİ
Bir türlü sivilleştirilemeyen Milli Savunma Bakanlığı adeta askerler tarafından yönetiliyor. Bakanlıkta görev yapan iki müsteşardan birisi asker. Genelkurmay tarafından önerilen Korgeneral seviyesindeki muvazzafa bağlı birimler ise bakanlığın adeta bel kemiği durumunda. Yolsuzluk iddiaları sonrası harekete geçen AK Parti Hükümeti, sivil müsteşarın yetkilerini artırsa da bakanlıkta kritik birimlerin tamamı halen askerlerin egemenliği altında.

“İKİ AYA KADAR ÇIKACAĞIZ BU ÜLKE İÇ SAVAŞLA KENDİNE GELECEK”
İnternete düşen iki ses kaydı gündemi derinden sarstı. Balyozcu iki paşaya ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarında, “sağlam kaynaklar”a dayandırılan haberlerde Balyozcuların yakın zamanda hapisten çıkacakları ve çoluk çocuk demeden rövanş alacakları konuşmalara yansımıştı.
Balyoz darbe planı davasından tutuklu Tuğamiral Fatih Ilgar’a ait olduğu iddia edilen ses kaydında, sanıkların iki aya kadar çıkacak bir kanunla serbest kalacakları ifade ediliyor. Başbakan’a ve Genelkurmay başkanlarına hakaret eden ses kaydında, “Bu ülke ya ekonomik krizle ya bir iç savaşla kendine gelecek. Bu bir savaşsa savaş yapacağız” deniliyor.

“ÇOLUK ÇOCUK DEMEDEN YOK EDECEĞİZ”
İnternete düşen ses kayıtlarına önceki gün bir yenisi daha eklendi. İddiaya göre bu kez sesin sahibi Balyoz davasının tutuklu sanıklarından Tümamiral Cem Aziz Çakmak. Kayıttaki ses, sağlam kaynaklardan istihbarat aldıklarını, bir sene içinde çıkacaklarını anlatıyor. Kanlı bir rövanştan bahsediyor ve çoluk çocuk demeden intikamın alınacağını söylüyor.

PKK'DAKİ SAVAK AJANI TERÖRİSTLER?

İran istihbarat örgütü SAVAK'ın elemanları PKK'da kilit konuma yükseldiği ve PKK'yı Suriye istihbaratı ile yönlendirdiği ortaya çıktı. İşte PKK'daki İranlılar... Aktütün ve Dağlıca'ya da katılmışlar...

Kandil’deki istihbarat kavgası büyüyor. MİT-JİTEM-El Muhaberat kavgasına SAVAK da dâhil oldu. Güç dengesi Suriye ve İran’ın eline geçiyor. KCK/PKK ise yerini sağlamlaştırmak için bu ‘taşeronluğa’ razı görünüyor.
Daha önce Kandil’de patlak veren MİT-JİTEM-El Muhaberat savaşına İran’ın istihbarat servisi SAVAK da katıldı. PKK içinde en az El-Muhaberat elemanları kadar etkili olan SAVAK ajanları örgütün kilit konumundaki makamlarda yer alıyor.
SAVAK VE EL-MUHABERAT PKK'YI YÖNLENDİRİYOR
Sayıları Suriyeliler kadar değil; ancak yeni konseptte ön plana çıkmış durumdalar. SAVAK ile El- Muhaberat ajanları arasında şu anda bir mutabakat var ve bu gücü PKK’ya yön vermede kullanıyorlar.
PKK İRAN VE SURİYE KONTROLÜNE GİRİYOR
Murat Karayılan, Suriyeli Bahoz Erdal ile anlaşamadığı için İran kanadına yakın duruyor. Fakat Suriyeliler ile İranlılar arasında son dönemde ciddi bir ittifak başlamış durumda. Bu, PKK’nın giderek İran ve Suriye’nin kontrolüne geçtiğinin bir göstergesi. Her ne kadar örgütün üst düzey yöneticileri Türk vatandaşı olsa da asıl silahlı kanadı Suriye ve İranlılar yönetiyor. İddiaya göre, iki ülkeden gelenlerin PKK’ya katılması kendi gizli servislerinin projesi dâhilinde.

Aksiyon, daha önce “KCK’da MİT-JİTEM-Muhaberat savaşı’’ (27 Şubat 2012) başlığı ile Kandil’deki gizli servislerin çatışmasını ve iktidar mücadelesini gündeme getirmişti. İddialara göre son dönemde buna SAVAK da dâhil oldu. Örgütteki İranlıların oranı azımsanmayacak ölçüde. Bunlar arasında SAVAK’ın görevlendirdiği kendi elemanlarının sayısı az değil. Kritik ve çözülmeyen birçok olayda İranlıların yer alması bu iddiaları doğruluyor. İranlı örgüt mensuplarının önemli bölümünün hâlâ aydınlanmayan Dağlıca ile Aktütün gibi baskınlara katılmış olması düşündürücü. Adam kaçırma, ani baskınlar, karakol saldırılarını büyük ölçüde İranlılar organize ediyor.

Bahoz Erdal Suriyelileri, Gazi Avara ise İranlıları yönlendiriyor
Bu arada SAVAK ile El Muhaberat ortaklığı Kandil’i karmaşık bir hâle soktu. MİT ve JİTEM arasında başlayan örgüt içi kavga iki gizli servisin oluşturduğu gücün yanında sönük kaldı. Suriye’deki çatışmalara PKK’daki Suriyeliler katılırken yine örgüt içindeki İranlıların da dâhil olduğu kaydediliyor. Sayı konusunda net bir bilgi yok; fakat Bahoz Erdal Suriyelileri, Gazi Avara ise İranlıları yönlendiriyor. İranlıların özeliği, sadece Kandil bölgesi ve civarındaki kamplara değil, Türkiye içlerindeki örgüt kamplarına kadar girmiş olmaları. Bu kişiler hem örgüte hem de İran gizli servisine Türkiye hakkında istihbarat veriyor. İranlı militanların, Amanos, Erzurum, Muş, Tunceli ve Diyarbakır’a kadar dağıldığı ifade ediliyor.

Son rakamlara göre, örgüte katılanların yüzde 70’i Suriye, yüzde 20’si İran, yüzde 10’u ise Türkiye vatandaşı. Türkiye’den katılanlar daha çok bulundukları ildeki kırsala dağıtılıyor. Burada amaç; kırsalda öldürülen kişinin cesedini şehre getirip provokasyon çıkarmak. Örneğin Hakkâri’den örgüte katlan kişi Hakkâri kırsalına, Van’dan katılan kişi Van kırsalına gönderiliyor. Katılımın Suriye ve İran’dan yüksek olması ise PKK’nın bölgedeki kargaşadan faydalanıp kendi yerini Kandil’de sağlamlaştırmak istemesinden kaynaklanıyor.

SAVAK ajanları önemli görevde

İlk kez Aksiyon’un ulaştığı ve istihbarat birimlerince SAVAK ajanı olduğu tespit edilen bazı PKK militanları şunlar:

GAZİ AVARA (kod): İranlı, 2002 yılında örgüte katıldı. PKK’ya katılmadan önce İran’da savcılık yapıyordu. Irak kuzeyinde bulunan Hınere örgüt kampında PKK/KCK bünyesinde bulunan yasama kolunun genel sorumluluğunu yürüten üst düzey yöneticilerden biri. Ayrıca örgüt içerisinde faaliyet gösteren bazı şahısların ceza gerektirecek durumlarını sözde mahkeme kurarak yargılayan kişi.

HACI AHMEDİ: PKK’nın İran kanadı olarak tanımlanan PJAK’ın genel sorumlusu. Halen Avrupa’da yaşıyor. Örgütün konferans ve toplantılarına katılıyor. KCK’dan talimat alıp uyguluyor.

ZİNAR ROJHELAT (kod) SELEHATTİN MEMİ NEJAT: Urumiyeli, 2004 yılında örgüte katıldı. Zağros eyaleti Çarçela taburunda ‘tim komutanı’ olarak görev yaptı. Aktütün ve Dağlıca baskınlarında yer aldı. Dostki vadisinde meydana gelen çatışmaya ‘tim komutanı’ olarak katıldı. Zağros kod adlı teröristle birlikte Hakkâri’ye eylem yapmak için gittiğinde yakalandı.

AZAT KOTOL (kod): 2004’te örgüte katıldı. Kısa sürede örgütün önemli komutanlarından biri hâline geldi. 2008 yılında Zağros sahası Çarçela alanında ‘tim komutanı’ olarak faaliyet yürüttü. Aktütün ve Dağlıca karakol baskınlarına katıldı. Geliya Dostki’de birçok eyleme dâhil oldu.

AGİT KOTOL (kod): Örgüte 2004’te katıldı. 2009 yılına kadar Zağros sahası Geliya Zap taburunda ‘takım komutanlığı’ yaptı. 2007’de Dağlıca ve 2008’de Aktütün karakol baskını ile Güneş operasyonuna katıldı.

GABAR (kod): 2003’te PKK’ya katıldı. 2009’da Cilo bölgesinde ‘takım komutanı’ olarak görev yaptı. 2010 ilkbaharında örgüt yönetimi tarafından Kuzey Irak tarafına gönderildi. Kanas eğitimi gören suikast timinde yer alıyor.

LEYLA ACEM: 2004’te katıldığı örgütün Metina kampında 3 yıl kaldı. 2007’de Haki Karaer Akademisi’nde subay eğitimi aldıktan sonra Cilo taburuna katıldı. Doçka ve havan silahlarını kullanıyor. Aktütün baskınlarında Doçka silahını kullanarak eyleme katıldı. 2009’daki Dağlıca baskınında havan silahını kullandı.

ASLAN-KELERAŞ  (kod) KUBEYT REVANDİ: ‘Tim komutanı’. 2000’de örgüte girdi. 2003’te Amed eyaleti kırsalına geldi. Lice bölgesinde Karıncak köyü mevkiinde intikal hâlindeki askerî birliklere taciz ateşi açılması eylemi ile yine aynı bölgede 2007 bahar aylarında bir üsteğmenin şehit olduğu eyleme katıldı. Ardından geçtiği Şehit Kendal bölgesinde faaliyet yürütmeye devam ediyor.

ŞOREJ (kod): Yüksekovalı Necmettin Barut isimli şahsı Özgür kod adlı kişi ile birlikte düğün evinden çıkararak infaz etti. Zağros sahası Çarçela taburunda faaliyet yürütüyor. İnfaz timinde görevli.

CESUR (kod): Zağros sahası Çarçela taburunda ‘tim komutanlığı’ yaptı.

SERHAT (kod): Örgüte 1999’da katıldı. 2003-2007 arası Gabar alanında faaliyet gösterdi. Zap’ta ‘takım komutanı’ görevini yürütüyor.

AGİT: Örgüte eski katılanlardan. Şu an Kahramanmaraş bölgesinde özel kuvvetlerde görev alıyor.

SARA: Kadın militan, 2001’de örgüte katıldı. Kısa sürede yükseldi, 2003’ten beri TECAK koordinesi olarak faaliyet yürütüyor.

BÜRÜSK ROJHELAT: 2007’de Zap bölgesinde bulunan Mahsum Korkmaz Akademisi’nde subay eğitimi aldıktan sonra Zağros eyaletine atandı. 2008’de Zağros sahası Çarçela alanında faaliyet yürüttü. Muhabereci. Aktütün karakol saldırısına katıldı.

ESRA: 2003’te örgüte katıldı. 2007 sonlarında Zağros eyaletine savaşçı olarak gönderildi. 2008’de Cilo taburuna geçti. Dağlıca karakolu baskını ve Güneş operasyonuna katıldı. Bu eylemlerde biksi marka silah kullandı. Hâlen Kuzey Irak tarafında.

CİĞER (kod): Örgütün eski üyelerinden. Hâlen Zap alanında ‘bölük komutanı’ olarak faaliyet yürütüyor. 2008 yılındaki Dağlıca baskınına katıldı.

SERDAR(kod): 2005’te örgüte katıldı. Özel kuvvetler elemanı, aynı zamanda Murat Karayılan’ın yakın korumalığını yapıyor.

GULAN ROŞHALAT: Uzun süre HPG’de ‘bölük komutanlığı’ yaptı. Çukurca ve Zağros sahası içinde yapılan birçok eyleme katıldı. Son zamanlarda Zağros-Avaşin bölgesinde istihbari faaliyet yürütüyor.

BÜRÜSK MAKO: Örgüte 2005 yılında katıldı. 2007 sonlarına kadar Duran Kalkan’ın korumalığını yaptı. Zağros eyaletinde faaliyet gösterdi. Gerdiya taburunda ‘tim komutanı’ olarak görev aldı. Aktütün baskınlarında yer aldı. Bomba ve patlayıcı madde uzmanı.

ŞAHİN İRAN: 2005 katılımlı. Zağros eyaleti Çarçela taburunda ‘takım komutanlığı’ yaptı.

KARKER (kod):  Zağros eyaleti Çarçela taburunda ‘tim komutanı’ olarak görev yaptı. Dağlıca ve Aktütün karakol baskınlarına katıldı.

KAWA (kod): Şemdinli bölgesinde faaliyet yürütüyor. Şemdinli’de askere karşı yapılan saldırılarda yer aldı.

KAHRAMAN  (kod): Zap bölgesinde tim komutanı olarak faaliyet yürütüyor.

Uludere karartılmayacaksa... / Fehmi Koru

  İnsanlık hali’ dediğimiz bir durum hepimizi etkisi altına alabiliyor: Bazen basiretimiz bağlanıyor ve hayır ile şer arasında mütereddit kalabiliyoruz. Hakkımızda daha hayırlı olacak tercihte bulunmak yerine en kötü tercihe gönlümüz kayabiliyor.

Uludere’de 34 kişinin hayatını bir askeri operasyonda kaybetmesi üzerine meydana gelen gelişmeler biraz böyle gibi. Kaçakçılıkla iştigal eden köylülerin ‘terörist’ sanılarak üzerlerine uçaklar ve bombalar yollanması, ister kasıt, ister ihmal veya değerlendirme hatası olsun, ancak ‘basiret bağlanması’ ile açıklanabilir.
Sonrasında yaşananlar da öyle: Yakınlarını operasyonda kaybeden ailelere tazminat ödenmesi doğru bir karar; ancak yeterli olduğu söylenebilir mi? Uygun bir dille özür dilenmesi ve bunun mümkünse Uludere’de yapılması gerekmez miydi? Ayrıca verilen kararın kasıtlı mı yoksa bir değerlendirme hatası mı olduğu herhalde bilmesi gerekenlerce biliniyordur; kamuoyunun da kuşkularını giderecek biçimde bilgilendirilmesi zor muydu?
Bunlar yapılmak yerine yanlış algılamayı artıracak polemikler ortalığı sardı. Muhalefet ile iktidar sözcüleri aylardır birbirlerini suçlayıcı açıklamalar yapıyor; yaraya tuz basmaktan ve acıyı artırmaktan başka bir şeye yaramıyor bu polemikler...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ABD gezisi boyunca duyduğu derin acıyı paylaştı; “Özür dilemek ne ki, ben bundan ötesini söylüyorum” diyen de o... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın operasyonla işlenen yanlışlığa, 34 vatandaşın hayatını kaybetmesine daha az üzüldüğünü düşünmemiz için bir sebep yok; tam tersine vicdanlı her insan gibi o da olandan derin bir hüzün duyuyordur.
Oysa yayılan hava bunun tam tersi... ‘Devlet’ denilince akla gelen kişi ve kurumların olana fazla aldırmadığı havası giderek ülkeyi teslim almaya başladı.
Çelişkili resmi açıklamalar da işin tuzu biberi... Bir bakan bazı askeri yetkilileri suçluyor, ertesi gün o askerlerin olayda yetkileri bulunmadığı duyuruluyor; bakanın üslubu Ak Parti’nin en yetkili sözcüsü tarafından ‘duyarsız’ bulunarak kınanıyor...
İnsanlar neye, kime inanacağını şaşırıyorsa, buna şaşmalı mı?
Hava böylesine bulanıklaşınca yalan mı gerçek mi olduğu bilinmez söylentilerin ortalığı kaplaması kaçınılmazlaşıyor. Siyasilerin askeri operasyonlarda herhangi bir müdahalesi ve sorumluluğu olmadığı anlaşıldığına göre, silsile-i meratip içerisinde askeri sorumluluk söz konusu; peki de top neden siyasilerin alanında sekip duruyor?
Basiret bağlanması da burada işte... Askerlik sorumluluk sanatıdır ve bir çivinin bir nalı, bir nalın bir atı, bir atın da savaşı kaybettirebileceğine inanılır. Her duruma hazırlıklı olması beklenir askerin; eksiği gediği olana acınmaz. ‘Teftiş fırçası’ diye bir şey varsa, bunun içindir.
Oysa beş ay boyunca sorumluluğun askeri hiyerarşi içerisinde bir yerlerde bulunduğu anlaşıldı da, kimde olduğu bir türlü belirlenemedi. ‘Askerlik’ denildiğinde akla gelen bütün kavramlara aykırı bir durum bu. Asker sustukça cumhurbaşkanı, başbakan konuşuyor ve oluşumunda katkıları bulunmayan bir kararın gündeme dayattığı sorumluluğu göğüslemek zorunda kalıyorlar... Düpedüz haksızlık bu.
Kararı kim verdiyse sorumluluğu da üstlenmeli.

Uludere bataklığında çırpınış / CENGİZ ÇANDAR


Erdoğan Uludere’de mayına bastı / Emre USLU

İstanbul’daki il kongresinde esip gürleyince, Uludere hakkında Başbakan Erdoğan’dan çok önemli açıklamalar bekliyordum. Doğrusu “Uluslararası komplo” diye neyi anlatacağını daha çok merak ediyordum. Ancak dağ fare doğurdu. Erdoğan’ın açıklamaları İdris Naim Şahin’in açıklamalarının biraz daha özenli kelimelerle seçilmiş versiyonuydu.

Doğrusu İdris Naim Şahin’e yüklenen AKP’li müzakereci medyanın Erdoğan’ın İdris Naim Şahin benzeri bu açıklamalarına yönelik bir kelimelik eleştiri yazıp yazamayacaklarını merak ediyorum.

Erdoğan konuşmasında dünya tarihinde de Türkiye tarihinde de güvenlik alanında hataların olduğunu anlattı.
 Hataları eleştirmenin güvenlik güçleri üzerinde stres yarattığını belirtip onların daha fazla hata yapmalarına neden olduğunu da söyledi. Doğrusu konuşmasının en ilginç yanı örtülü de olsa PKK’lıları çoban sanıp müdahale etmeyen komutana sahip çıkmasıydı. Hatay’da köylüleri çoban sanıp öldüren askerlere de sahip çıktı Erdoğan.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Pınarbaşı’nda bomba patlatan PKK’lıların nasıl olup da Maraş’tan Pınarbaşı’na kadar geldiği sorusunu da çok sert dille eleştirdi. Konuşmanın en önemli noktalarından biri de, Uludere’de kaçakçılar neden PKK’nın döşediği mayınlara basmıyor da askerler basıyor. PKK’nın döşediği mayın haritaları kimin elinde diyerek, PKK ile işbirliği içinde kaçakçılık yapan köylüleri sorumlu tuttu Uludere olayından.

Başbakan’ın CHP Genel Başkanı’na yönelik eleştirisini haksız buluyorum. Kılıçdaroğlu’nun sorduğu “o PKK’lılar Maraş’tan Kayseri’ye o kadar yolu peşinde jandarma olduğu halde nasıl geldi” sorusu son derece haklı ve makul bir sorudur. O aracı içindekileri öldürmeden, imha etmeden durdurmadan bin bir çeşit yöntemi var. Bunu güvenlik birimleri biliyor. En basit yöntemi de öndeki ekibe haber verip aracın lastiklerini patlatarak durdurmak. Yani Erdoğan’ın söylediği gibi o aracı durdurmak için helikopter kaldırıp aracı imha etmenize gerek yoktu.

Eğer o araç gerçekten de normal bir asayiş uygulamasında bir jandarmaya çarpıp yaralayıp kaçsaydı o kadar yol gidemezdi. Bundan çok çok eminim. Ya aracın lastikleri patlatılarak durdurulurdu ya da arkadan ateş edilirdi. “Güvenlik güçlerinin üstünde Uludere baskısı vardı da o nedenle ateş etmediler” anlatımı da boş bir hikâye.

Pınarbaşı’nda patlayan araç neden durdurulmadı sorusunu anlamak için ek soru sormamız gerekiyor. O aracı kim takip ediyordu ve nereden itibaren? Daha açık soruyla o aracı İstihbarat birimleri mi takip ediyordu yoksa Göksun’da jandarmaya çarptıktan sonra durumu bir asayiş olayı olarak değerlendiren Göksun Jandarma ekipleri mi?

Ben o aracın İstihbarat ekipleri tarafından takip edildiğini düşünüyorum. 
Bunun için en önemli veri şu: Bölgesel sınırlama nedeniyle Maraş güvenlik güçleri bir aracı Kayseri sınırlarına kadar takip edebilir Kayseri’ye kadar takip edemez. Bu nedenle o ekibin resmî Jandarma araçları tarafından takip edilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten verilen haberlerde de PKK’lıların takip edildiklerini anladıkları için Pınarbaşı’na saldırdığını anlatıyor. Yani peşlerinde sivil istihbarat ekipleri vardı ve takip uzun süredir devam ediyordu.

Eğer bu senaryo doğruysa o zaman Kılıçdaroğlu haklı olarak o soruyu sorar. İstihbarat birimlerinin de bu soruya mantıklı cevap vermesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun sorusuna ek sorular da sormamız gerekiyor. Eğer o araç Pınarbaşı’nda patlamasaydı daha nereye kadar takip edilecekti? Ankara’ya girmesine izin verilecek miydi? Ya peşlerinde İstihbarat ekipleri olduğu halde Ankara’ya girince patlasaydı? Bu sorular sorulur ve sorulmalıdır. İktidarın görevi bu soruları ciddiye alıp ne gibi hatalar yapılmış onun önlemini almaktır. Soruların arkasında komplo aramak değil.

Erdoğan’ın açıkladığı ikinci konu mayın haritaları meselesi. Erdoğan şöyle diyor: “GATA’da bir askerimiz, el yapımı bombayla yaralandı. Dikkat ederseniz kaçakçıların hiçbiri bombalara basmıyor. Harita kimlerin elinde olabilir. Bu haritayla bombaların üzerine basmıyor, rahatça gidip geliyorlar.”

Sanırım Erdoğan’ı güvenlik güçleri fena halde yanıltıyor.
 Bana göre Uludere olayında Erdoğan’ı yanıltan o güçler kaçakçıların basmadığı bomba açıklamasını da yaptırdı Erdoğan’a. Belli ki Erdoğan o bombaların üzerine basılınca patlayan mayınlar olduğunu düşünüyor. Oysa o bombalar uzaktan kumandalı veya uzaktan kablo ile patlatılan IED denen bombalar. Bırakın üzerine basınca patlamayı butona basılmadığı sürece üzerinden araçlar geçse de patlamaz. Hatırlayın Erdoğan’ın Şırnak ziyareti öncesinde yolun altına yerleştirilmiş bir bomba ve o bombaya bağlanmış 500 metre uzunluğunda bir kablo bulunmuştu. İşte o kablolar ile patlatılıyor o bombalar. Yani Köylülerin ellerinde harita olmasına gerek yok o bombaların patlamaması için. PKK o bombaları köylüler geçerken patlatmıyor asker geçerken patlatıyor. Erdoğan’ı bu kadar yalın bir gerçek konusunda doğru bilgi vermeyip çok önemli bir açıklama yaptıracakmış gibi milletin huzurunda yanıltanlar Uludere olayında nasıl yanıltır gerisini siz düşünün...

Twitter’den ilk gelen tepkilere bakılırsa toplumun büyük bölümü de o mayın açıklamasına sıkı sıkıya sarılmış. Böylece o köylüler PKK ile işbirliği yapan PKK’nın mayın haritalarından haberdar köylüler olarak algılanıyor ama Erdoğan fena halde yanılıyor. Ayrıca PKK mayın haritasını korucu köylüleriyle paylaşacak kadar aptal bir örgüt değilErdoğan’a o mayın haritası açıklamasını kim yaptırdıysa Erdoğan’a çok büyük zarar verdi. Eğer Erdoğan samimi olarak Uludere olayını araştırmak istiyorsa o mayın saçmalığı bilgisini kimden almış onlara baksın...

Kısaca Erdoğan Uludere olayında hiç bu kadar açığa düşmemişti. Tek kelimeyle mayın açıklamasıyla mayına bastı.