15 Ekim 2009 Perşembe

ASKERİ İŞ YERLERİNE İŞÇİ HAKLARI DAVALARI

 Türk-İş'e bağlı Harb-İş Sendikası, askeri iş yerlerinde bazı haklar verilmediği gerekçesiyle 2 yıllık sürede yaklaşık bin 200 dava açtı. Sendika Genel Başkanı Ahmet Kalfa, AA muhabirine yaptığı açıklamada, askeri iş yerlerinde yürüttükleri toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde iş 
 yerlerinde aksayan konuların düzeltilmesi için çaba harcadıklarını ancak bunların gereğinin yerine getirilmediğini söyledi.

  İş kollarında grev yasağı bulunduğuna dikkati çeken Kalfa, toplu sözleşme görüşmelerindeki müzakerelerden sonuç alamayınca sorunları aşmak için hukukun kapısını çalıp, yargıya başvurmak durumunda kaldıklarını ifade etti. Kalfa, yönetim olarak göreve gelmelerinden bu yana geçen yaklaşık 2 yıllık sürede çeşitli konularda bin 200 dava açtıklarını bildirdi.

  Ahmet Kalfa, yaptıkları işin tehlikesi gereği 7,5 saat çalışan işçilere eksik teşvik primi ödenmesi, ilave tediyelerin hesabı, ilave tediyelere getirilen sigorta prim yükü, servis hizmetinden kaynaklı sorunlar, kapanan iş yerlerinde görev yapan işçilere 7 günlük yol ücretinin verilmemesi, mühendis statüsünde çalışanların durumu gibi konularda yargıya gittikleri bilgisini verdi. Bu davaların kazanılması ve benzer durumdaki hak sahiplerine teşmil edilmemesi halinde 6-7 bin yeni dava açmak durumunda kalacaklarını dile getiren Kalfa, bu durumda tam bir ''dava yumağı'' oluşacağını kaydetti. Kalfa, şöyle konuştu:
''Her bir davanın harç ve avukatlık masrafları ortaya çıkmakta ve bu durum kaynakların çarçur edilmesine neden olmakta. Biz yaşanan sorunları masada çözmek istiyoruz. Toplu iş sözleşmesinde sorun yaşanan konuları ayrıntılı olarak düzenlediğimizden sıkıntı da kalmayacak. Ne yazık ki bu yaklaşımımız kabul görmediği, grev gibi bir hakkımız da olmadığı için yargıya başvuruyoruz. Bu dönemki toplu sözleşmemiz henüz bağıtlanmış değil. Sorunlarımızın çözümü için Sayın Bakan ve kuvvet komutanlarıyla görüşmelerimiz oldu, bunları sürdüreceğiz. Mahkemeye gitmeden üyelerimizin sıkıntılarının çözülmesini istiyoruz. Dikkat edilirse Milli Prodüktivite Merkezinin her yıl belirlediği 'yılın işçileri' ödüllerinin önemli bir bölümünü Silahlı Kuvvetlere hizmet veren üyelerimiz alıyor. Bundan gurur duyuyoruz. Silahlı Kuvvetlere hizmet veren üyelerimiz 'güçlü ordu' için özveriyle çalışıyorlar ama güçlü ordumuzun işçileri de güçlü olmalı. Bunun için de mahkemelere gidilmeden makul taleplerimizin karşılanmasını talep ediyoruz.''

TÜRKİYE GÜÇLÜ BİR ÜLKEDİR KENDİ KARARINI KENDİSİ VERİR.

 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Anadolu Kartalı'' tatbikatının uluslararası bölümünün ertelenmesi ile ilgili olarak ''Türkiye güçlü bir ülkedir kendi kararını kendisi verir. Birilerinin tavsiyesi veya birilerinin talimatı ile Türkiye karar vermez, karar almaz'' dedi.

  Erdoğan, Irak'a gerçekleştireceği ziyaret öncesinde Esenboğa Havalimanı'nda açıklamalarda bulundu ve gazetecilerin sorularını yanıtladı. Terör örgütü PKK'nın üst düzey yöneticilerinin mal varlıklarına ABD'de el konulmasına ilişkin bir soru üzerine Erdoğan şunları söyledi:
  ''Bunlar bizim yıllar yılı konuştuğumuz konular. Terör örgütünün en önemli gelir kaynaklarından bir tanesi uyuşturucudur. Bunun Amerika ayağının bu şekilde olduğunun Amerikan yönetimi tarafından ortaya konmuş olması önemliydi. Ama bunun Avrupa ayağı var. Avrupa ayağı çok daha farklı, çok daha güçlü. Aslında Avrupalı dostlarımıza biz bunları yıllardır söylüyoruz. 'Bakın' diyoruz 'Burada böyle bir durum var. Bu işin sermaye boyutunu uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı buna benzer bir çok gayrimeşru yollar teşkil ediyor. Bunların üzerinde hassasiyetle durmanız lazım'. Hatta bir zamanlar çok ciddi paralar da yakalandı ama bu paralar maalesef farklı yöntemlerle farklı yollarla yine onlara iade edilme durumuna gidildi. Temenni ederiz ki Avrupalı dostlarımız da bu yanlışı görerek gerekli tedbirleri... Bunu dondururlar mı, farklı adımlar mı atarlar, bu adımları da bekleriz.''

-ANADOLU KARTALI TATBİKATI-
Erdoğan, bir gazetecinin ''İsrail'le Türkiye arasında tatbikat gerginliği yaşanıyor. Dün de İsrail'in Türkiye'ye Neronları teslim etmeyeceği bilgisi geldi. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusuna da şu yanıtı verdi:''Ben konuyla ilgili düşüncelerimi daha önce açıkladım. Dışişleri 
Bakanlığımız bir cevabı oldu. Fakat ben çok açık ve net bir şey söyleyeyim, her siyasi iktidarın kendi ülkesindeki kamuoyunun yaklaşımlarını halkının taleplerini göz önünde bulundurma mecburiyeti vardır. Bakın mecburiyeti vardır, diyorum. Ben halkımın taleplerini bir kenara koyamam halkımın talebi bu istikamettedir. Daha önce verilen eğitim çalışmalarıyla ilgili konuda bile bu hassasiyeti gösterdiler. 

 Ama biz bu konuda Silahlı Kuvvetlerimizin de yaptığı açıklamalarla bu konudaki tavrımızı söyledik. Fakat tatbikat konusuyla alakalı olarak da bunun şu anda yapılamayacağını bunun İsrail dışındaki katılan ülkelerle yapılması veya ertelenmesi konusunu söyledik. Bu yaklaşım makul karşılandı ve böylece biz eğer yaparsak bunu sadece Türkiye olarak tek başımıza yaparız ama aksi bir halde de bizim için bu bir kıyamet değildir. Şunun bilinmesini isteriz, Türkiye güçlü bir ülkedir, kendi kararını kendisi verir. Birilerinin tavsiyesi veya birilerinin talimatı ile Türkiye karar vermez, karar almaz.''

  Türkiye ile İsrail arasında Neronlarla ilgili ve başka konularda da birçok anlaşma bulunduğunu belirten Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bunun tabii uluslararası hukuk noktasında da bağlayıcılıkları var ama şu ana kadar bana gelmiş resmi bir bilgi yok. Sadece dün aldığım bir bilgi, İsrail radyosu böyle bir şey söyledi noktasında... Ben medya üzerinden bu tür konuları değerlendirmem ama bu konuda resmi bir bilgi bize ulaştığında bizim Dışişleri Bakanlığımız bu konuda çalışmalarını yapar, hukuk noktasında bu konudaki çalışmaları yaparız. Milli Savunma Bakanlığımız, Silahlı Kuvvetlerimiz biraraya geliriz, çalışmalarımızı yaparız. O zaman da bununla ilgili gerekli açıklama yapılır.''

13 Ekim 2009 Salı

Ceylan kendini öldürmüş diyorlar

Ceylan’ı, bıçakla vurduğu patlamamış bir bombaatar mermisinin öldürdüğü öne sürüldü ama küçük kızın elleri ve ayakları sağlam. Ceylan’ın ölümünden 15 gün sonra açıklanan bilirkişi raporu, hem deliller hem de Adlî Tıp raporu ile çelişiyor. Emniyet’te görevli iki patlayıcı uzmanı tarafından hazırlanan raporda Ceylan’ın elindeki tahra ile mühimmata vurması sonucu patlamanın yaşandığı belirtildi. Oysa Ceylan’ın mühimmata vurduğu tahra sapasağlam duruyor, üzerinde sadece birkaç ezik var. Patlayan 40 milimetrelik bombaatar mühimmatı nasıl olmuş da Ceylan’ın ellerine hiçbir zarar vermeden gövdesini parçalamış? Üstelik bilirkişi raporunda mühimmatın menşei, modeli ve seri numarasının tespit edilemediği itirafı da var

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcı Vekili Eyyüp Mutlu, Lice’de patlama sonucu ölen 14 yaşındaki Ceylan Önkol ile ilgili bilirkişi raporunu açıkladı. Mutlu, Ceylan Önkol’un “Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bomba atar mühimmatının, elindeki budama bıçağı ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını” söyledi. Ancak raporda bahsedilen bıçak hâlâ Ceylan’ın ailesinde duruyor. Üstelik Ceylan’ın tek sağlam kalan yeri elleriydi.

Havan topu değil
Mutlu, yaptığı yazılı açıklamada, 28 Eylül’de saat 13’00’da Lice ilçesi Şenlik köyü Paşaçiya mezrası Cemaltepe mevkisinde meydana gelen patlamada Ceylan Önkol’un öldüğünü anımsattı. Eyyüp Mutlu, olayla ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki patlayıcı madde uzmanı bilirkişi tarafından 12 ekimde rapor düzenlendiğini ve dava dosyasına ibraz edildiğini kaydetti. Mutlu, bilirkişiler tarafından düzenlenen raporda, şu ifadelere yer verildiğini belirtti: “Olay yerinde yapılan incelemeler neticesinde elde edilen metal parçaları ile Ceylan Önkol’un vücudundan otopsi sonucunda çıkarılan metal parçaları detaylı olarak incelendi.Bu incemeler neticesinde patlamadan mütevellit parçalanmış, deforme olmuş, üzerlerinde küçük oval çıkıntılar bulunan muhtelif ebatlarda 12 adet metal parçalarının 40 milimetrelik bombaatar mühimmatı iç gövdesinde yer alan ve parça tesiri yaratmak amacıyla kullanılan metal aksama ait olduklarının, başka bir deyişle bu metalparçalarının bir havan topuna ait olmadığı, 40 milimetrelik bomba atar mühimmatına ait olduğu, 40 millimetrelik bomba atar mühimmatlarının emniyetli atışa olanak vermek amacıyla namludan çıktıktan sonra belli bir mesafe sonra kuruldukları ve hassas tapalarının aktif hale geldiğinin, ancak her türlü fabrikasyon mühimmatın atıldıktan sonra düştüğü yerde patlamamasının olası bir durum olduğu, söz konusu 40 mm’lik bombaatar mühimmatının da daha önce atılmış, ancak patlamamış, sert bir cisimle üzerine vurulması neticesinde patladığı, Ceylan Önkol’un olay anında elinde olduğu iddia edilen ve olay yerinde görüntülenen tahra (Bir tür eğri budama bıçağı) üzerinde de patlamanın parça tesirlilerinden meydana geldiği, değerlendirilen deforme izinin mevcut olduğu, havan mühimatının cidar kalındığının fazla olduğu, bu seseple olay yerine 60 milimetrelik veya 81 milimetrelik bir havan mühimmatının düşmesi halinde mutlak surette çok daha büyük parçalar ile kuyruk kısımlarının olay yerinde tespit edilmiş olması gerektiği, örnek olması açısından söz konusu havan mühimmatlara ait başka bir olayda elde edilen patlama sonrası görüntü fotoğrafları ile karşılaştırma yapıldığı, tüm bu hususlar ışığında Ceylan Önkol’un menşei ve modeli tespit edilemeyen, daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 milimetrelik bomba atar mühimattına eldeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığı’ bildirilmiştir.”
Tüfekle atılan bir bomba
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Ceylan Önkol’un arazide bulduğu 40 milimetrelik lancer bombasınaelindeki nacar ile vurması neticesinde patlamanın olduğu tespit ediliyor’’ dedi.Atalay, Lice’de ölen Ceylan Önkol’un ölüm sebebine ilişkin açıklamalarda bulundu. Kriminal polisin çalışma yaptığını ve kendisini de bilgilendirdiğini aktaran Atalay, “Yapılan çalışma ve tespitlerin sonunda Ceylan Önkol’un arazide bulduğu 40 milimetrelik lancer bombasına elindeki nacar ile vurması neticesinde patlamanın olduğu tespit ediliyor’’ dedi.
Atalay, otopside çocuğun cesedinden çıkan ve olay yeri inceleme çalışması neticesinde elde edilmiş metal parçalarının detaylı incelendiğini ve bu parçaların 40 milimetrelik lancer bombasına ait olduğunun anlaşıldığını kaydetti. Lancer bombasının tüfekle atılabilen küçük bir bomba olduğuna işaret eden Atalay, bombanın nereden gelmiş olabileceğine ilişkin soru üzerine, parçalardan bombanın cinsinin belirlendiğini ifade ederek, ‘’Bu bombanın üretim yeri, markası tespit edilemiyor maalesef. Onu da sorduk ama bu her yerde bulunabilecek, hem poliste hem silahlı kuvvetlerde hem terör örgütünde bulunabilecek bir bomba türü’’ dedi.

Böyle kurtulamazsınız... / Ahmet Altan

Artık bu alışkanlıklarını değiştirmeleri lazım.
Üç general çıkacak, insanların gözüne baka baka utanmadan bizim gazeteyle ilgili yalanlar söyleyecek.
Kim olduklarını bilmediğimiz bilirkişiler, “çocuk tahrayla yerdeki mermiye vurdu, mermi yerinden fırlayıp kızın karnına saplandı” türünden saçma sapan raporlar verecek.
Ve, herkes bunlara inanacak.
Eskiden yapıyorlardı bunları.
Kimse inanmıyordu ama “biz bunlara inanmıyoruz” diyen bir gazete çıkmıyordu.
Şu zavallı Ceylan’la ilgili bilirkişinin verdiği rapora bir bakın.
“Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bombaatar mühimmatına elindeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını...”
“Tahra” dedikleri herhalde Ceylan’ın koyunlarına daldan ot kesmek için kullandığı orağa benzeyen alet.
O aletle mermiye vurmuş da, mermi patlamış da...
Ceylan’ın ilk yapılan otopsisinde saptanan bazı gerçekler var.
Küçük kızın elleri ayakları sağlam.
Mermi karnına isabet edip o minik gövdesini parçalamış.
Bilirkişiler bize bir açıklasınlar bakayım, “bombaatar mühimmatı” nasıl oluyor da üstüne sopayla vurulunca yerinden fırlayıp, o tahtayı vuran kızın karnına saplanarak patlıyor.
Bu bilirkişinin mermisi öyle bir mermi ki üstüne vurulduğunda olduğu yerde patlamıyor, dimdik havaya doğru da gitmiyor, havalanıyor, bir metre yükseldikten sonra doksan derece kıvrılıyor, “hedefi” vuruyor ve vurduğu hedefin içinde infilak ediyor.
On iki gün “araştırma” yaptıktan sonra buldukları “gerçek” bu.
Bütün saçmalıkları bir kenara bıraktığımızda elimizde inanılır bir tek gerçek var.
Ceylan, “bir bombaatar mermisiyle” vurulmuş.
O merminin “yerden havalanıp” kızı karnından vurduğuna inanmamızı bekliyorlarsa daha çok bekleyecekler.
Çünkü buna inanmayacağız.
İnanan birinin çıkacağını da sanmıyorum.
Haa, inanmış gibi yapanlar çıkacaktır ama onlar söz konusu “ordu açıklaması” olduğunda zaten her şeye inanmaya hazırlar, varlık nedenleri bu “inançları” zaten.
Biz şu soruyu sormaktan vazgeçmeyiz.
Ceylan’ı kim vurdu?
O “bombaatarın tetiğini” kim çekti?
Ordu, bu saçma sapan yalanlarla uğraşacağına gerçeği söylemek zorunda.
Yalana fena alışmışlar ve bu alışkanlıklarını değiştirmek zorundalar.
Yalan söylediklerini bizzat bizimle ilgili olarak söylediklerinden de biliyoruz zaten.
Ceylan’la ilgili ilk açıklamalarını yaparken, basın mensuplarının önünde üç general “orduya karşı asimetrik bir savaş verildiğini” söyledi.
Yani onlara göre, “Ceylan’ı kimin öldürdüğünü” soran, “orduya karşı asimetrik savaş yapmak” maksadıyla soruyordu bunu.
O soruyu soran, Ceylan’ı mesele eden bizim gazete.
Şimdi o generallere soruyorum.
“Bizim gazete orduya karşı asitmetrik savaş mı yürütüyor?”
Bir gazetenin, kendi ordusuna karşı “savaş yürütmesi” için bu savaştan bir çıkarı, onu o savaşa yönlendiren bir “bağlantısı” olması gerekir.
Ordunun elinde kocaman bir istihbarat örgütü var.
Çıkartın bakayım şu bizim bağlantıları ortaya.
Hadi...
Deyin ki, “bu gazete şu bağlantısı nedeniyle bize karşı savaş yürütüyor.”
Somut somut, açık açık konuşun.
Konuşamazsınız... Çünkü yalan söylüyorsunuz.
Orduya karşı savaş falan yürütmüyoruz, ordunun siyasetten çekilmesini, hukuka uymasını, kendi vatandaşlarını öldürmemesini istiyoruz.
Bunların hepsi hukuki istekler ve bunları istemek bizim hakkımız.
Bir generalin birinci özelliği “dürüst” olmaktır, binlerce insan size “inanıp” sizin emrinizle ölüme yürüyecek, “dürüst” olmayan birine nasıl inanacak peki o insanlar?
Siz dürüst değilsiniz.
Ceylan’ın ölümünü soruşturanların “asimetrik savaş” falan yürütmediğini bildiğiniz halde bunları uyduruyorsunuz.
Niye yapıyorsunuz bunu?
Ceylan’ı kimin vurduğunu saklamak için mi?
Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, eski usul yalanlarla, suçlamalarla gerçeklerin üstünü örtmek, insanları korkutup sindirmek mümkün değil.
Bırakın bunları, siz bize Ceylan’ın nasıl vurulduğunu söyleyin.
Bu “yerden havalanan mermi” palavrası, “asimetrik savaş” palavrası kadar saçma çünkü.
Sizleri televizyonda konuşurken gördüm, genç generallersiniz, önünüzde daha epey yol var gidecek, o kadar yolu yalanla gidemezsiniz.
Dürüst ve saygıdeğer olmayı deneyin.
Bu, sizin adınızı, omuzlarınıza iliştireceğiniz bütün yıldızlardan daha fazla ışıldatır.

Tuğgeneral Hakkında Dayak İddiası

Iğdır 5. Hudut Alay Komutanı iken geçen yılki Yüksek Askeri Şûra'da Tuğgeneralli'ğe terfi etttirilen Ahmet Can Çevik’in adı dayak iddiasıyla gündeme geldi. Çevik'in eşi Süreyya Çevik, Genelkurmay Karargahı’nda görev yapan general eşinin kendisini dövdüğünü öne sürerek savcılığa şikayette bulundu. Süreyya Çevik, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden aldığı genel adli muayene raporunu da delil olarak savcılığa sundu. Çevik, “Eşim dayak attı, ondan şikayetçiyim" dedi.
Aşk mektuplarını buldum
Adliyeye taşınan bu olay geçtiğimiz hafta yaşandı. Süreyya Çevik’in, general eşinden üç yıldır şiddet gördüğünü söylediği de belirtildi. TSK’da tuğgeneral rütbesi ile görev yapan eşi Çevik’in üç yıl önce çantasında aşk mektupları bulduğunu belirten Çevik savcılığa ifadesinde şunları söyledi: “Çantasında aşk mektuplarını bulunca eşime mektubu yazan kadını araştırdım ve ona ulaştım. O kadın eşimle aralarında gönül ilişkisi olduğunu itiraf etti. Beni aldatmasından dolayı eşimle tartışmaya başladık. Bana psikolojik ve fiziksel şiddette bulundu." Eşinden davacı olan Süreyya Çevik 4 Ekim günü yaşanan darp olayının detaylarını şu sözleriyle anlattı:
Bir telefon geldi
“Pazar günü kocamla spor yapmaya gittik. Biriyle cep telefonuyla konuşmaya başladı. Görüşmesi bitince bana kimle görüştüğünü söylemedi. Elinden cep telefonunu almak istedim ama vermedi. tartışma büyüdü. ”Süreyya Çevik o gün eşinin kolunu büktüğünü ve bu yüzden bileğinin şiştiğini de söyledi. Kolumu büktü bileğim şişti Çevik, “Eşim daha önce de bu tür tartışmalar yaşadığımızda beni döverdi. Artık canıma tak etti ve şikayetçi olmaya karar verdim” dedi. Eşinin şikayetinden sonra Tuğgeneral Ahmet Can Çevik savcıya ifade verdi. İki taraf arasında daha sonra uzlaşma sağlandı.
Paşa adliyeye telefonla davet edildi
Süreyya Çevik’in suç duyurusunu işleme koyan Cumhuriyet savcısının “Aile Düzenine Karşı Suçlarını” düzenleyen madde uyarınca soruşturma başlattı. Savcı, şikayet edilen kişi, tuğgeneral olunca farklı bir yöntem izledi. Polise talimat vermek yerine paşayı telefonla adliyeye davet edip ifadesini aldı. Savcıya ifade veren Tuğgeneral Ahmet Can Çevik’in eşinden özür dilemesi üzerine uzlaşma sağlandığı ve dosyanın kapatıldığı öğrenildi.
Gata'dan rapor aldı
General eşinden dayak yediğini öne süren Süreyya Çevik, GATA’dan aldığı adli muayene raporu ile birlikte Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayette bulundu. Süreyya Çevik, Cumhuriyet Savcısı’na verdiği ifadede, “Kocam daha önce de beni ‘aldatma’ meselesinden dolayı tartıştığımız sırada dövmüştü. Eşim bana şiddet uyguladığı için kendisinden davacıyım" dedi.

Katliam'da Şok Belgeler!




Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamında şok belgeler ortaya çıktı. Jandarma İstihbarat Şube Müdürü’nün imzası olan belgelerde yazılanlara göre, bazı askerler Zirve Yayınevi çalışanlarını ’Hıristiyanlık propagandası yapıyor mu, yapmıyor mu’ diye takibe almış. Hatta takip edenlere ödenek bile ayrılmış



18 Nisan 2007’deki korkunç katliamın üzerindeki sis perdesi hala aralanamadı. Ancak CNN Türk’ün ortaya çıkardığı belgeler davaya yeni bir boyut kattı. Daha önce cinayetle ilgili savcılara gelen bir ihbar mektubunda, dönemin İl Jandarma Alay Komutanı Albay Mehmet Ülger‘e ağır suçlamalarda bulunulmuştu. Zirve Yayınevi davası dosyasına giren mektupta yer alan iddialara göre, Albay Ülger olaydan bir buçuk ay önce öldürülen üç kişinin ildeki faaliyetleriyle ilgili üstlerine ayrıntılı bir rapor sunmuş, misyonerlerin takibi için de istihbarat ödeneği kullanılmıştı. İhbar mektubunda, aynı zamanda Ergenekon kapsamında gözaltına alınan Ülger’in Malatya katliamının azmettiricisi olduğu iddia ediliyordu. Bu azmettirmede aracı olansa iddia ve ihbarlara göre İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ruhi Abat’tı.


Takip, katliamdan sonra da sürdü
İşte bu belgeler iddiaları doğruladı. Zirve Yayınevi katliamına ilişkin dava dosyasına giren belgeler, jandarmanın ölen 3 misyoneri takip ettiği ve bunun için haber elemanlarına ödeme yaptığını ortaya çıkardı. Belgelere göre 22 Mart 2007’den, 30 Kasım 2008’e kadar 15 kez misyonerlik faaliyeti takibi için ödenek çıkartıldı. Bu tarih aralığı 18 Nisan 2007’de meydana gelen katliamdan 27 gün önce başlayan takibin katliamdan sonra da sürdüğünü ortaya koydu.


Kasa ve ödeme fişleri dosyada
Alman vatandaşı Tilmann Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’in öldürülmesi ile ilgili soruşturma yürüten Malatya Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilen Jandarma İstihbarat Şubesi’ne ait kasa ödeme defteri ve fişlerine göre, ’Komutan Asaf’ kodlu haber elemanına katliam öncesi ve sonrasında misyoner faaliyetlerine ilişkin istihbarat çalışmaları nedeniyle kısa aralıklarla 15 ayrı kalemde toplam 10.315 lira ödeme yapıldı. Ödemelerin altında, hakkında azmettiriciler yönünden soruşturma yürütülen dönemin Malatya Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Haydar Yeşil’in de imzası yer alıyor. Ödemelerin, bu elemanın, “Malatya ve Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerini takip ederek bu konuda PİF-DÖNÜŞ-01 kodlu Planlı İstihbarat Faaliyeti için getirdiği belge, bilgi ve raporlarla, misyoner taktik ve tekniklerini öğrenmesi için” yapıldığı belirtildi.


Misyoner takibi için, 15 kalemde 10.315 YTL


DAVA dosyasına giren, jandarmaya ait bir belgede “Malatya ve çevre illerde faaliyet gösteren misyoner grupların faaliyetleri ve yaptıkları toplantıların takibi” yazıyor. Takip eden görevliye ödenen miktar ise 900 YTL olarak kaydedilmiş. Belgelere göre 22 Mart 2007’den 30 Kasım 2008’e kadar 15 kez misyonerlik faaliyeti takibi için ödenek çıkartılmış ve toplam 10.315 lira ödeme yapılmış. Ödenen en yüksek ücret 1000 lirayken en düşük ücret 300 lirayla bilgi toplama amacıyla ödenmiş.


Ödemelerde Binbaşı Yeşil’in imzası var
Katliam sonrası düzenlenen bir belgede ise, “Malatya ve diğer illerdeki misyonerlik faaliyetlerinin taktik ve tekniklerinin öğrenilmesi” yazılı. Haber elemanına bu kez ödenen ücret 600 TL. Belgenin altında, hakkında azmettiriciler yönünden soruşturma yürütülen dönemin Malatya Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Haydar Yeşil’in de imzası yer alıyor.


İsrail'le İlişkiler Gerildi

Türkiye'nin Konya'da yapılması planlanan "Anadolu Kartalı" tatbikatından İsrail'i dışlamasıyla başlayan kriz sürüyor. Tatbikatın iptali sonrası İsrail adına en üst düzeyde açıklama Savunma Bakanı Ehud Barak'tan geldi. Barak, dün yapılan kabine toplantısının kapalı bölümünde "Türkiye ile ilişkilere daha fazla zarar verilmemesi" uyarısında bulundu. "Türkiye ile İsrail ilişkileri stratejiktir ve onlarca yıldır sürmektedir" dedi.
"ELEŞTİRİ OLMAMALI"
Barak, "Tüm iniş çıkışlarına rağmen, Türkiye bölgede merkezi bir figür olmayı sürdürüyor. Türkiye'ye karşı fazla eleştirici olmamak gerekir" diyerek sözlerini sürdürdü. Barak'ın açıklamaları İsrail elçilikleri tarafından da Türkiye başta olmak üzere tüm dünyadaki basın kuruluşlarına dağıtıldı. Öte yandan İsrailli Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Ben Eliezer, İsrail Bakanlar Kurulu toplantısında "Kimi İsrailli liderlerinin Türkiye'ye yönelik eleştirilerinden memnum değilim" diye konuştu. "Bizlerin ve Türkiye'nin önemli ve stratejik bir takım çıkarlarımız var. Büyük bir hassasiyetle hareket etmeliyiz ki kara tahminler devam etmesin" dedi.
BASINDA SİLAH ŞANTAJI
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon da Pazar akşamı yaptığı açıklamada "İki ülke arasındaki stratejik bağlar önemli. Bunun zarar görmesi tüm bölgeye zarar verir" dedi. Ancak dün yayınlanan İsrail gazetelerinde ismi açıklanmayan İsrailli hükümet kaynaklarına dayandırılan haberlerde İsrail'in Türkiye'ye silah satışını kesmeyi planladığı belirtildi. Jerusalem Post gazetesine görüşlerini açıklayan bir yetkili, "Türkiye'nin kendisini Batı'dan uzaklaştırır bir görünüm çizdiğini ve bunun da yansımaları olacağını" öne sürdü. Türkiyeİsrail ilişkilerinde uzmanlığıyla bilinen Barİlan Üniversitesi bünyesindeki BESA Stratejik Etüt Merkezi Başkanı Efraim İnbar, Türkiye'nin Ermeni meselesi konusunda hala Washington'da İsrail'in desteğine ihtiyacı bulunduğunu dile getirdi. Soykırım anıtının açılması da ilk kez ğündeme geldi...

Levent Ersöz'den İlginç Belge !

Ergenekon sanığı Levent Ersöz kendi el yazısı ile mahkemeye ilginç bir belge gönderdi. İşte belgenin detayları...

Belgede Jandarma Genel Komutanlığı'nın çalışma şeması yer alıyor.

Ersöz darbe hazırlıklarının yapıldığı iddia edilen dönemde görevde olan komutanların isimlerini tek tek belirtti. Ergenekon sanığı "Jandarma Genel Komutanlığı'nda her şey emir komuta zinciri içinde yapılır ve başkanlar kendi başlarına hiç bir görev ifa edemezler" ifadelerini kullandı.
Ersöz, şemadaki bazı isimlerin yanına tutuklu ya da tutuksuz sanık yazarken bazı isimlerle ilgili hiç bir tanım getirmedi. Levent Ersöz'ün bu tavrı o dönemde birlikte görev yaptığı komutanlara mesaj olarak yorumlandı.
Kısa süre önce internete düşen ve Ergenekon sanığı Ersöz'e ait olduğu iddia edilen ses kaydındaki kişi "Ben ışığı göremezsem kimse göremez" diyordu.

8 Ekim 2009 Perşembe

CİZRE'DE TANKLARLA MANEVRA EĞİTİMİ YAPILDI

 Şırnak'ın Cizre ilçesinde tanklarla manevra eğitimi yapıldı. Cizre Tank Taburundan sabahın erken saatlerinde çıkış yapan ve aralarında tankların da bulunduğu çok sayıda askeri araç, Cizre-İdil kara yolundaki Kuştepe mevkisinde yaklaşık 3 saat süren yaptığı manevra eğitiminin ardından aynı 
 güzergahtan tekrar birliğine döndü. Eğitim süresince güvenlik güçlerince çevrede geniş güvenlik önlemleri alındı.

Türkiye'den İsrail'e Tarihi Çıkış

Türkiye-israil ilişkilerinde tarihi bir dönem yaşanıyor. İsrail’in Konya’da askeri pilotlarını eğitmek için aldığı izin dolaylı olarak Ankara Hükümeti tarafından engellendi. Anadolu Kartalı Tatbikatı’nın uluslararası kısmı iptal edildi. Türkiye ile İsrail arasındaki askeri işbirliği anlaşması çerçevesinde, İsrail uçakları en son geçen yıl sonbaharda, Konya merkezli yapılan Anadolu Kartalı tatbikatı’na katılmışlardı. 

ORTADOĞU’YA GÜÇLÜ MESAJ

Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarını artması üzerine Türk kamuoyunda yeniden tartışmaya açılan “İsrail’in eğitim amaçlı Türk hava sahası kullanıyor olması” tarih oluyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta "One minute" çıkışıyla İsrail'e gösterdiği Gazze tepkisinin ardından Ankara hükümeti’nin İsrail’e eğitim uçusu iznini devam ettirip ettirmeyeceği merakla bekleniyordu.

Yapılan planlamalar çerçevesinde, İsrail pilotlarının bu yıl da Konya'da 12 - 24 Ekim'deki askeri tatbikata katılmaları bekleniyordu. Tatbikatta, ABD, İtalya ve NATO uçakları da yer alacaktı.

ULUSLARARASI KISMI İPTAL EDİLDİ

Ancak Türkiye, sürpriz bir kararla, Anadolu Kartalı tatbikatının uluslararası bölümünü iptal etti. İsrail'in Ankara Büyükelçiliği sözcüsü Amit Zarouk da tatbikatın uluslararası bölümünün iptal edildiğini doğruladı. Zarouk, sadece İsrail'in değil, tatbikata katılmaları planlanan diğer ülkelerin de bu yıl tatbikatta yer almayacaklarını, önümüzdeki yıllarda yapılacak tatbikatlar konusunda ise herhangi bir karar bulunmadığını söyledi.

Ancak Ankara diplomatik kulislerde, bu "iptal", Türkiye'nin doğrudan İsrail'i karşısına almadan bulduğu bir "formül" olarak yorumlandı

Temizöz’ün masrafları jandarmadan

DİYARBAKIR 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen “faili meçhul cinayetler” davasında yargılanan Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz’le ilgili avukat Tahir Elçi mahkemeye bazı sorular yöneltti. Avukat, Temizöz hakkında Temizöz için görevden uzaklaştırma kararı alınıp alınmadığını ve avukatlarının ücretinin kim tarafından karşılandığı sordu. Mahkeme bu soruların yanıtlarını Jandarma Genel Komutanlığı’ndan istedi. Jandarmanın 29 Eylül 2009 tarihini taşıyan yanıtı, yarın yapılacak duruşma öncesi mahkemeye ulaştı. Yazıda, TSK Personel Kanunu’nun “açığa alınan veya tutuklanan subay ve askeri memurlar hakkında hangi işlemlerin yapılacağını gösteren” 65. maddesine göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemi ile yargılanan subayların açığa alınmaları konusundaki takdir yetkisinin idarenin (İçişleri Bakanlığı) takdirinde bulunduğu vurgulandı. Yazıda, Temizöz hakkında tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı kaydedildi. Yazıda, Terörle Mücadelede Görev Alan Personelin Görevlerinin İfasından Doğduğu İddia Edilen Suçlarla İlgili Yönetmelik hükümleri doğrultusunda, Temizöz’ün avukatının ücretinin de Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinden karşılandığı ifade edildi.

Harp okulu tarihinde bir ilk!

 TSK'nın muvazzaf subay kaynağı Kara Harp Okulu'nda bir ilk...

Kara Harp Okulu tarihinde ilk kez askeri liseden gelen öğrencilerin sayısı, düz liselerden gelen öğrencilere göre azınlıkta kaldı. Okula bu yıl giren 850 öğrencinin yüzde 70'i sivil liselerden...

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin muvazzaf subay kaynağı Kara Harp Okulu'nda bir ilk... Okul tarihinde ilk kez, askeri liselerden mezun olarak Harbiye'de öğrenim görmeye başlayan öğrenciler azınlıkta kaldı. 2009 - 2010 öğretim yılında Kara Harp Okulu'na başlayan yaklaşık 850 öğrencinin yüzde 70'i sivil liselerden, yüzde 30'u ise askeri liselerden.

Oranlar şaşkınlık yarattı

Harbiye'nin yerleşik geleneklerini yıkan bu yılki uygulamanın nedeni henüz netlik kazanmadı. TSK'nin ihtiyaçları dikkate alınarak Kara Harp Okulu'na öğrenci gönderen askeri liselere her yıl 800'ün üzerinde öğrenci kaydediliyor. Harp Okulu'nun bu yıl askeri liselerden sadece 300 civarında öğrenci alması merak uyandırdı ve dikkat çekti. Edinilen bilgilere göre, Kara Harp Okulu'na daha önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da yaklaşık 850 öğrenci alındı. Ancak bu öğrencilerin sadece 300 kadarı Kuleli ve Maltepe askeri liselerinden. Sayıları 550 civarında olan diğer öğrenciler ise sivil lise mezunları arasından alındı. Sivil liselerden gelen öğrencilerin oranının yüzde 70'e ulaşması Kara Harp Okulu tarihinde ilk kez yaşanıyor.

Gelenlerin 24'ü kız

Kara Harp Okulu'na 'pozitif ayrımcılık' ilkesi doğrultusunda, 2004'ten bu yana her yıl sivil lise mezunu 20-25 civarında kız öğrenci alınıyordu. Sivil liselerden gelen erkek öğrencilerin sayıları ise yok denecek kadar azdı.

Harbiye'ye bu yıl sivil liselerden ilk kez 500'ün üzerinde erkek öğrenci de alınmış oldu. Sivil liselerden gelen bu öğrencilerin 24'nün ise daha önceki yıllardaki gibi kızlardan oluştuğu öğrenildi.

Kara Harp Okulu, bu yıla kadar öğrenci ihtiyacının tamamına yakınını İstanbul'daki Kuleli Askeri Lisesi ile İzmir'deki Maltepe Askeri Lisesi'nden karşılıyordu. Kuleli ve Maltepe Askeri liseleri, her yıl toplam 800 civarında mezun veriyor. Askeri liseye girerken imzalanan sözleşmeye göre, okuldan ayrılmak veya Kara Harp Okulu'na devam etmeyen öğrencilerin aileleri yaklaşık 50 bin TL tazminat ödüyor.(Akşam)

Ve Amerika sonunda itiraf etti

ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Tauscher: "Türkiye'nin ABD'den Patriot füzesi alacak olmasından mutluyuz. Yeni füze kalkanı sistemi, eskisine oranla Türkiye'ye daha fazla koruma sağlayacak. Türkiye'nin Pac-3 füzeleri yeni sistemin bir parçası olabilir" diye konuştu. 

ABD Dışişleri Bakanlığının Silahlanmanın Kontrolü ve Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşarı
Ellen Tauscher, "Türkiye'nin ABD'den patriot füzesi alacak olmasından memnuniyet duyduklarını" söyledi.

ABD'deki düşünce kuruluşu Atlantik Konseyinde düzenlenen konferansta AA muhabirinin sorusunu yanıtlayan Tauscher, Türkiye de dahil olmak üzere tüm NATO müttefiklerini, Obama yönetiminin üzerinde değişikliğe gittiği füze kalkanı projesine katılmaya davet ettiklerini bildirdi. "Yeni sistemin Türkiye'ye, önceki Amerikan yönetiminde öngörülen sisteme oranla daha fazla koruma sağlayacağını" ifade eden Tauscher, "bu, Türkiye için olduğu kadar, bizim için de iyi haber. Çünkü Türkiye bizim çok değer verdiğimiz bir müttefikimiz. Türkiye'de birçok askerimiz var. Türkiye çok stratejik bir ülke" diye konuştu.

Tauscher, ABD'den Türkiye'ye olası patriot füzesi satışına ilişkin olarak da, "görev alanıma giren hususlardan biri de, tüm bu satışları onaylamak. Türkiye'nin patriot füzeleri alacağını görmekten mutluluk duyuyoruz" ifadesini kullandı. "Füze kalkanı konusunda bir önceki sistemde sorumluluk paylaşımının hemen hemen hiç öngörülmediğini, yeni sistemde ise sorumluluk paylaşımı konusunda büyük
bir fırsatın bulunduğunu" kaydeden Tauscher, "önceki sistemde sadece Amerikan varlığının söz konusu olduğunu, şimdiyse, yine Amerikan varlığı kullanılacak olmasına karşın, buna ek olarak, ülkelerin kendi geliştirdikleri, edindikleri ya da satın aldıkları teknolojilerle de, 'tak-kullan' modeliyle yeni sisteme katkı sağlayabileceğini" anlattı. "Örneğin, Türkiye de dahil olmak üzere, ABD'nin bazı müttefiklerinin PAC-3 füzesi satın almakta olduğuna" işaret eden Tauscher, "Türkiye'nin PAC-3 füzelerinin yeni sistemin bir parçası olabileceğini" belirtti.

Albay Temizöz ifade veriyor

ŞIRNAK ve çevresinde 1990'lı yıllarda kaybolan ve öldürülen kişilerle ilgili tutuklanan Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz, 14 yıl önce öldürülen ve cesedi Elazığ kimsesizler mezarlığında bulunan Hasan Ergül cinayetine ilişkin Diyarbakır'da özel yetkili Cumhuriyet Başsavcısı'na ifade veriyor. 

PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan'ın açıklamaları doğrultusunda, Şırnak'ın Silopi İlçesi'nde, 1995 yılında JİTEM tarafından kaçırıldığı iddia edilen ve cesedi Elazığ'da kemsesizler mezarlığında bulunan Hasan Ergül cinayetine ilişkin Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz, ifadesi alınmak üzere Diyarbakır Adliyesi'ne getirildi. Özel yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan Temizöz'e, Hasan Ergül cinayeti ile bağlantısının olup olmadığının sorulacağı kaydedildi. Temizöz'ün D Tipi Cezaevi'nden Diyarbakır Adliyesi'ne getirilişi sırasında, yoğun güvenlik önlemleri alındı. Adliye çevresini demir barikatlarla çeviren polis, adliye binasına girmek isteyen vatandaş ve adliye personeline önce kimlik sordu, üst aramasından sonra içeriye aldı.

PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan, Hasan Ergül'ü Jitem'in kaçırdığını ve öldürdükten sonra cesedinin, bir torba içerisine konularak Elazığ yakınlarındaki Hazar Gölü kıyısına bırakıldığını söylemişti. Ergül'ün yakınları, yaptıkları araştırmada cesedin Elazığ'da kimsesizler mezarlığında olduğunu belirledi. Ergül'ün yakınlarının şikayeti üzerine soruşturma başlatan Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na göndedi. Diyarbakır özel yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında, Hasan Ergül cinayeti, Şırnak'ta 1993- 1995 yılları arasında işlenen cinayetlere ilişkin tutuklu yargılanan Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz'e sorulması kararı alındı.

ERDOĞAN GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL BAŞBUĞ'U KABUL ETTİ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'u kabul etti. Başbakanlık Merkez Bina'daki kabul yaklaşık 1.5 saat sürdü.

TSK MEHMETÇİK VAKFI GENEL MÜDÜRÜ GÜLOĞLU: ''YIL BAŞINDA KOCAELİ TEMSİLCİLİĞİNİ AÇACAĞIZ''

 TSK Mehmetçik Vakfı Genel Müdürü Emekli Tümgeneral Salih Güloğlu, vakfın Kocaeli temsilciliğini yıl başında açacaklarını bildirdi.

  Güloğlu, vakfın İstanbul Temsilcisi Emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri ile birlikte Kocaeli Valisi Gökhan Sözer'i makamında ziyaret etti. Salih Güloğlu, burada yaptığı açıklamada, 1982'de kurulan vakfın, şehit, gazi er ve erbaşların ailelerine yardım yaptığını söyledi.

  Her ay yaklaşık 4.5 milyon TL tutarında yardım yaptıklarını belirten Güloğlu, Kocaeli'de yardım yapılan aile sayısının 500'e yakın olduğunu belirtti.

  Ülke genelinde dört temsilciklerinin bulunduğunu anlatan Genel Müdür Güloğlu, ''Yılbaşında Kocaeli temsilciliğini açacağız'' dedi. Vali Sözer de TSK Mehmetçik Vakfının çok önemli bir vakıf olduğunu ifade ederek, ''Türk Silahlı Kuvvetleri, vatanın bekası için her türlü fedakarlığı gösteren bir kurumdur. Bunun da temel unsuru olan Mehmetçiğin desteklenmesi gerekir'' diye konuştu.

  Sözer, vakfın Kocaeli'de temsilcilik açacak olmasından duyduğu memnuniyeti de dile getirdi.
  Güloğlu, Vali Sözer'e, ''Osmanlı'da Milletler ve Diplomasi'' adlı kitabı hediye etti.

TÜRK PİLOTLARININ SANATSAL FOTOĞRAFLARI

 Hava Kuvvetleri Komutanlığının internet sitesinde, Türk savaş uçağı pilotları tarafından tatbikat ve eğitim uçuşlarında çekilen fotoğraflar yayımlandı. Sitede oluşturulan ''Haftanın Fotoğrafı'' köşesinde yurdun değişik bölgelerinde çekilmiş F-16 ve F-4 uçaklarının yanı sıra, Hava Kuvvetleri Komutanlığı envanterinde bulunan pek çok uçak ve helikopterin görev sırasında çekilen fotoğrafları yer alıyor.

  Birbirinden ilginç fotoğrafların bulunduğu ''www.hvkk.tsk.mil.tr'' adresli sitede, İstanbul Boğazı'nda ve Çanakkale Şehitliği üzerinde görevdeki F-16 ve F-4 filolarının fotoğrafları ile Türk Yıldızları'nın çeşitli gösterilerde yaptığı figürlerin yansıtıldığı fotoğraflar dikkati çekiyor.

  Çoğunluğu Türk pilotları tarafından çekilen sitedeki fotoğrafların sanatsal kalitede olması, Hava Kuvvetleri Komutanlığı personelinin bu alandaki yeteneklerini de ortaya koyuyor.

ASKERLİK YOKLAMALARI

 Milli Savunma Bakanlığı, 1990 ve daha yaşlı doğumluların son yoklamalarını 31 Ekim 2009 tarihine kadar Askerlik Şubesi Başkanlıklarına müracaat ederek yaptırmaları gerektiğini bildirdi.

  Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliğinden yapılan yazılı açıklamada, 1990 ve öncesi doğumluların son yoklamalarının 1 Temmuz-31 Ekim 2009 tarihleri arasında yapılacağının 12-15 Haziran 2009 tarihleri arasında TRT aracılığıyla duyurulduğu hatırlatıldı.

  TRT duyurusu tebligat niteliğinde olduğundan, yükümlülerin adreslerine ayrıca son yoklama çağrı pusulası gönderilmeyeceği belirtilen açıklamada, ''Bu nedenle; son yoklamalarını 31 Ekim 2009 tarihine kadar yaptırmayan vatandaşlarımız 1 Kasım 2009 tarihinden itibaren tebligatlı yoklama kaçağı durumuna düşeceklerinden, 31 Ekim 2009 tarihine kadar Askerlik Şubesi Başkanlıklarına müracaat ederek son yoklamalarını yaptırmaları gerekmektedir'' denildi.

  Açıklamada, konuyla ilgili ayrıntılı bilginin ''www.asal.msb.gov.tr'' internet adresinde yer aldığı da kaydedildi.

EGE'DEKİ UÇUŞLARA MÜDAHALE

 Yunanistan'a ait uçaklar, Ege Denizi'nin uluslararası hava sahasında eğitim uçuşundaki Türk uçaklarına önceki gün 5 kez müdahale etti. 
  Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan duyuruya göre, Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığının Ege Denizi'nin uluslararası hava sahasında eğitim uçuşundaki F-16 uçakları, Yunanistan'ın Skiros meydanından kalkan M-2000 uçakları tarafından Ahikerya Adası'nın kuzeyi ve İpsara Adası'nın kuzeydoğusunda iki kez önlendi.

  Türk F-16 uçaklarına, Yunanistan'ın Kastellion meydanından kalkan F-16 uçaklarınca Sisam Adası'nın kuzeybatısında, Limni meydanından kalkan F-16 uçaklarınca Bozbaba Adası'nın güneydoğusunda, N.Ankialos meydanından kalkan F-16 uçaklarınca Midilli Adası'nın batısında da üç kez önleme yapıldı.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Anneme ordudan atıldığımı söylemeyin, o beni hâlâ TSK'da subay sanıyor! / Sevilay Yükselir

Henüz 15 yaşındayken girdiği sınavda binlerce öğrenciyi geride bırakarak önce Heybeliada'daki Deniz Komutanlığı'na bağlı askeri liseye, sonra da Deniz Harp Okulu makine mühendisliği bölümüne girmeye hak kazandı Selçuk Yayla... 260 öğrencinin arasından 104'üncü olarak mezun olan bu genç deniz teğmenin ilk görev yeri Bartın'a giderken gurur ve sevinçten ayakları yere basmıyordu adeta... Bu gurur ve görev heyecanı onu başarıdan başarıya taşıyor ve amirlerinden sürekli tam not alarak sınıf atlıyordu genç teğmen. 2 yılın sonunda önce 49'unculuğa yükseliyor, sonra da çarkcıbaşı (Başmühendis) olarak Amasra Sahil Güvenlik Gemisi'ne tayin ediliyordu. İşte bu başarılı genç subay tam kendi sınıfında 24'üncülüğe yükselmiş ve Amasra'da ki görevinin sonlarına yaklaşmışken kendisini şoke eden bir haber alıyordu Ankara'dan... 

Dilerseniz bundan sonrasını onun ağzından okuyalım hep beraber: "Yıl 2007'ydi...Tayinim Çanakkale'ye çıkmıştı... Ancak Ağustos ayında toplanan Yüksek Askeri Şura'dan;' 'Disiplinsizlik nedeni' ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden re'sen emekliye sevkedildiniz!' haberini aldım...Hiç anlam veremediğim, nedenlerini, niçinlerini sıralayamadığım bu haber karşısında dünyam karardı... Gözyaşları içerisinde askeri kimlik kartımı ve sağlık cüzdanımı yetkililere teslim ederek görev yaptığım gemiyi terk ettim...Gemi ile gelmiş olduğum yerden evime minibüsle dönerken 15 yaşında binbir hevesle girdiğim kurumun beni 27 yaşında yargılamadan, hesabını görmeden sokağa terk edişine nelerin sebep olabileceğini düşündüm tek tek...' Görev süresi boyunca hiçbir disiplin cezası almayan birisi, nasıl olur da disiplinsizlik nedeni ile ordudan atılabilir?' sorusunun cevabını aradım... Hiç vakit kaybetmeden sırasıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesine, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'na ve TBMM'ye başvurdum. Ve YAŞ'ın hakkımda verdiği kararın yok hükmünde sayılmasını istedim... Tüm dilekçelerime olumsuz cevap alınca ister istemez; 'Terör örgütü başı Abdullah Öcalan'a bile adil yargılama hakkı tanıyan benim devletim neden bana bu hakkı tanımak istemiyor!' diyerek isyan ettim... Yılmadım ve önceki dava dilekçelerini emsal alarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdum... Bu trajediyi yaşarken yaşlı anneme ve babama, "Beni ordudan attılar" diyemedim... Çünkü ben onların nazarında hala Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda görev yapan, gurur duydukları deniz subayı biricik evlatlarıydım. Buna rağmen yaşadığım travmayı bir kenara bırakıp sarıldım dört elle yeni sivil yaşamıma. Tam, 'Her şey yoluna giriyor, alışıyorum bu hayata' derken yeniden beni şoke eden bir ihtarname aldım TSK'dan! 'Mecburi hizmet sürenizi tamamlamadan ayrıldığınız için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 151 bin lira tazminat ödemek zorundasınız' deniliyordu... İnanamadım... 'Beni ordudan re'sen emeklilik adı altında atan sizsiniz. Buna rağmen benden ödeyemeyeceğim bir tazminat talep ediyorsunuz. Param yok ama eğer uygun görürseniz yarım bırakmak zorunda bırakıldığım görevimi tamamlamaya hazırım!" dedim... Bu son dilekçeme de cevap alamadım... Anlayacağınız, benim durumum tam bir Aziz Nesin öyküsü...Yani, 'Yaşar ne yaşar, yaşamaz' halleri...Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum...Tüm bunlara rağmen bilinmeli ki hiçbir kuruma veya kişiye küs değilim. TSK'dan bu şekilde ay-ı-rılmama rağmen onu ilk girdiğim günkü gibi seviyorum. Çünkü o kurum, kişilerin ya da belli bir zümrenin değil, bu halkın kurumu...Yani bizim...Benim..."

33 Er Katliamı Nasıl Gerçekleşti? Canlı Şahitten Bomba Açıklamalar

Hükümetin Kürt sorununu çözmek için başlattığı ‘huzur ve kardeşlik’ projesiyle tekrar gündeme gelen 33 er konusunda çok önemli açıklamalarda bulunan Gazi Doğan, sürekli olarak dile getirilen, “33 er hakkında istihbarat bilgisi PKK’ya sızdırıldı” iddialarını doğrular nitelikte gelişen olaylar zincirini ilk kez anlattı.

İşte Bingöl’de, 24 Mayıs 1993’te birliklerine giderken terör örgütü üyelerinin hain saldırısından kurtulan Gazi Doğan’ın, açıklamalarının satırbaşları:
- Yola savunmasız ve korumasız bir şekilde çıkarıldık.
- Önünden geçtiğimiz karakollarda değil de; ilginç yerlerde mola verdik.
- Molalar, bizi taşıyan sivil şoförlerin inisiyatifiyle gerçekleşti.
- Çok sık verilen molalarda şoförler sürekli telefon görüşmeleri yaptı.
- Baskının gerçekleştiği yere 10 dakika mesafede karakol vardı.
- Yolumuz kesildiğinde üzerimiz aranmadığı gibi soru da sorulmadı. Sanki bizleri bekler gibi bir halleri vardı.
- Her şey bir plan çerçevesinde işliyordu.
- Bizi taşıyan şoförler serbest bırakıldı.
- Saatlerce dağlarda aç-susuz yürütüldük.
- PKK kampına getirildiğimizde de üzerimiz aranmadı. Silahsız olduğumuzu biliyorlardı.
- Kampta ifademizi Şemdin Sakık aldı. Onu çok sonra gazetelerde çıkan fotoğraflarından tanıdım.
- Ansızın bir yerde durdurup içtima aldılar. Daha sonra üzerimize mermi yağdırdılar.




— Askerlik göreviniz nerede başladı?

- Bilecik Jandarma Er Eğitim Alayında…

— Acemi eğitiminizi kaç gün sürdü?

Yaklaşık 2.5 ay.

— 2.5 Ay sonra asıl birliğiniz olan Bingöl’e mi gönderildiniz?

- Bana usta birliğimin Bingöl İl Jandarma Komutanlığı olduğu tebliğ edildi. Yol güzergâhım da bana anlatıldı. Dağıtım iznim bittikten sonra toplama merkezi olan Malatya İl Jandarma Komutanlığına teslim oldum.

TOPLAMA MERKEZİNDE BULUŞTUK

— Yani Bingöl’e Malatya’dan toplu halede gönderildiniz…

- Evet. Toplama merkezinde Bingöl’e gidecek arkadaşlarla hep birlikte toplandık. Daha sonra topluca Malatya’dan birliğimize teslim olmak için harekete geçirildik.

2 SİVİL ARAÇ İLE YOLA ÇIKTIK

— Ulaşımınızı sağlayan araçlar sivil miydi?

- 2 sivil minibüstü. Plakaları 34 ve 44 ile başlıyordu.

— Yola çıktığınızda size koruma aracı sağlandı mı?

- Hayır. Hiçbir koruma sağlanmadı. O süreçte yaşanan olaydaki ilk dikkatimi çeken konu da bu oldu.

NEDEN, KORUMASIZ YOLA ÇIKARILDIK?

— Dikkatimi çeken derken…

- Yani iki minibüs dolusu asker ve hepsi silahsız… Bölge dağlık ve sürekli olaylar mevcut. Böyle bir durumda bizlerin bu şekilde yola çıkarılmasını doğru kabul edemem.

SIKLIKLA MOLA VERİLDİ. ŞOFÖRLER BİRİLERİNİ ARADI

— Peki yolculuğunuz başladığında dikkatini çeken başka olay oldu mu?

- Çok kritik bölgede seyahat edilmesine rağmen sıklıkla mola verildi.

Bu molalar bizim talebimiz doğrultusunda değil tamamen servis şoförlerinin inisiyatifiyle gerçekleşti. Ancak dikkatimi çeken ikinci olay şu oldu: Her molada olmasa da sıklıkla durulan yerlerde servis şoförleri ankesörlü telefonlar ile görüşmeler gerçekleştirdiler.

ŞOFÖRLER BİLGİ Mİ SIZDIRDI?

— Bu olay, daha önce sıklıkla gündeme getirilen ‘PKK’ya bilgi sızdırıldı’ iddialarını akıllara getiriyor.

- Onun için anlatıyorum. Ama bu saldırının maalesef üzerinden yıllarca geçmesine rağmen aydınlatılmalı.

OLAY YERİNE 10 DAKİKA MESAFEDE KARAKOL VARDI

— Devam edersek. Yol kesme anı nasıl gerçekleşti?

- Bakın burada ünlem koyacağım bir konu daha var. Görev yerimize doğru ilerlerken bir askeri karakol gözüme çarptı. Sürekli olarak mola verirken bu karakolu direk geçtik. Hiç uğramadık. Oysa uğranacak ve mola verilecek yer vardıysa karakol olmalıydı. Daha ilginci ise karakolunun önünden 5-10 dakika geçtikten sonra bölücü terör örgütü tarafından yolu çift taraflı kestiklerini gördük. Önlerine gelen her aracı durduruyorlardı. Bizi de durdurdular. Geri kaçma şansımız yoktu. Çünkü yol kenarlarında da teröristler pusu kurmuşlardı. Her tarafımız teröristler tarafından sarılıydı. Bir grup terörist gelerek araçtan inmemizi istediler. Biz mecburen savunmasız olduğumuz için araçlarımızdan indik. Saat tahmini 18.20 gibiydi…

SAATLERCE YÜRÜTÜLDÜK

— Sadece sizi mi indirdiler? Diğer araçlara ne yapıldı?

Hayır sadece bizi indirmediler. Diğer araçlardan indirilen vatandaşların hepsi bir arada ayrı bir yerde tutuluyordu. Bizleri anında alıp başka bir bölgeye götürdüler. Üstelik daha kimliklerimizi bile sormadan. Aradan 10 dakika geçtikten sonra bizi 25- 30 terörist olay bölgesinde bulunan derenin kenarına yürüttüler. Karanlık çökünceye kadar orada beklettiler. Karanlık çöktükten sonra yaya olarak bizi bir köyden geçirdiler. İstikametimiz dağdı… Ancak bizi taşıyan servis şoförleri ve araçları bölgede kaldı. Dikkatimi çeken bir başka olayda bu oldu.

SERVİS ŞOFÖRLERİNE DOKUNULMADI

— Servis şoförlerinin akıbetini biliyor musunuz?

Bildiğim ve öğrendiğim tek şey servis şoförlerine dokunulmadığı ve gitmelerine izin verildiği… Şoförlere herhangi bir müdahalede bulunulmadığı ve Malatya’ya gönderildiklerini duyduğumda çok şaşırdım. Oysa o dönemde yaşanan yol kesme olaylarında askerleri taşıyan şoförlerin araçlarına kadar yakıyorlardı. Ancak bu iki araca dokunulmamıştı.

ÜSTÜMÜZÜ HİÇ ARAMADILAR

— Daha sonra ne oldu?

- Gece karanlığında dağlarda saatlerce yürütüldük. Gece yarısı bir vadide teröristlerin kampına geldik. Orada ortalama 100- 150 terörist vardı. Kampta hepimiz sırayla sorguya alındık. Bize sadece ‘nerelisiniz? Neden buraya geldiniz?’ diye sordular. Tabi birde adlarımızı öğrendiler. İlk baskın anında olduğu gibi burada da üstümüzü aramadılar. Sanki bekliyorlar gibi bir izlenim oluştu bende. Sonra şoförlerin telefon görüşmeleri aklıma geldi… Tabi birde aklımdan hiç çıkmayan olaylardan birisi de aracımızın önü kesildiğinde bizi anında başka bir yerde toplamalarıydı. Sanki her şey bir plan çerçevesinde işliyordu. Daha sonra üzerimizde değerli eşya varsa istediler. Bizde ne varsa verdik. Sorgunun ardından tekrar harekete geçirildik.

O HAİN AN

Birkaç saat daha yürüdükten sonra bir yayla bölgesine geldik. Kendileri sürekli yemek yerken su içerken bizlere ise hiçbir şey vermiyorlardı. Ansızın terörist grup bizi durdurdu. Bir yerden emir gelmişçesine içtima aldılar. Dağ yolunun altına doğru bizi dizdiler. Kendileri ise yolun üstünde tek sıra halindeydiler. Gece ay batmış hava kararmıştı. Olay yeri makilik ağaçlarla kaplıydı. Grup içersinde yüksek sesle konuşmalar yaşandı. Bunun ardından bir anda acımasızca üzerimize mermi yağdırmaya başladılar.

ANSIZIN İÇTİMA ALIP, MERMİ YAĞDIRDILAR

— Tek bir elden mi ateş ediliyordu?

Hayır. Üzerimize her yerden mermi yağıyordu. Yanımda, sağımda solumda kardeşlerim bir bir yere düşüyordu. Benimde bacağımda bir yanma vardı. Bakmaya fırsat bulamadan kendimi yere attım. Dağlık arazi aşağıya doğru meyilli olduğu için sürünerek bölgeden uzaklaşmaya başladım. Olay yerinde arkadaşlarımın bağırmalarını duyuyordum. Teröristler ise ağaçların arasında beni göremiyorlar rast gele taramaya devam ediyorlardı. Olay bölgesinden baya uzaklaştım. Silah sesinin kesildiğini fark ettim. Bende olduğum yerde beklemeye başladım. Bu esnada ayağımdan vurulduğumu fark ettim. Kesilen silah sesleri tekrar başlamış ancak sadece tekli atışlar halinde devam ediyordu. Yaralı arkadaşlarımı tek tek katlediyorlardı. Sürünerek bölgeden biraz daha uzaklaşmayı başardım. Artık ayağım tutmuyor dermanım da tükeniyordu. Silah sesleri de artık duyulmuyordu.

SESİMİ DUYURMAYI BAŞARDIM

— Daha sonra ne oldu? Nasıl kurtuldunuz?

- 10 dakika sonra karşıma taşlardan örülü bir dağ evi çıktı. Dağ evinde ışık vardı. Ancak korkuyordum. Açıkçası oradan karşıma kimin ya da kimlerin çıkacağını kestiremiyordum. Bende dağ evinin kapısını çalmak yerine daha çalılık bir bölgede gizlendim. Orada yarama baktım. Bacağımı kurşun delip geçmişti. O bölgeye tampon yaptım. Çok kırsal bir alanda olduğumdan dolayı bekleme karı aldım. Ertesi gün hava aydınlandığın da sıcak iken çok fazla hissetmediğim yaramın şiddetli ağrısı ile karşı karşıya kaldım. O anda üzerimde helikopterler dolaşmaya başladı. Saklandığım yerden çıkarak yürümeye çalıştım. Beni görebileceklerini düşündüm. Üzerimdeki giysileri bile salladım. O anda ileride uzakta askerlerin bölgede olduğunu gördüm. Kayalıklardan destek ala ala oraya doğru yürümeye başladım. Onlara yaklaştıkça sesimi duymalarını sağlamak için bağırıyordum… Sesimi yükselttiğimde bölgede arama-tarama yapan askerler sesime doğru geldi. Bana silahını doğrultarak kim olduğumu sordu. Asker olduğumu söyledim. Hemen yanıma koştu. Diğer askerlere de “çabuk olun” diye seslendi. Benden önce olay yerindeki yaralı askerleri helikopterler ile hastaneye taşımışlar en son beni de helikopter ile hastaneye kaldırarak kurtardılar.

BİZİ KAMPTA SORGULAYAN ŞEMDİN SAKIK

— Bu saldırı sonrası dikkatinizi çeken başka bir gelişme yaşandı mı?

- Ben olaydan kurtulduktan çok sonra gazetelerde baskın haberi yapılmıştı. Haberlerde dikkatimi çeken bir fotoğraf vardı. Bu fotoğraf olay gecesi bizi sorgulayan kişiye ait olduğunu gördüm. Gazeteler fotoğraftaki kişinin baskını yöneten Şemdin Sakık olduğu yönünde tahminlerde bulunuyordu. Oysa ben fotoğrafa dikkatlice baktığımda iş tahminin ötesine çıkmıştı. Çünkü o fotoğraftaki bölücü bizzat beni sorgulayan kişiydi. Yani beni ve arkadaşlarımı sorgulayan terörist Şemdin Sakıktı…

SAKIK, OLDUĞUNDAN EMİNİM

— Bundan emin misiniz? Kampta sizi sorgulayan kişi Sakık mıydı?

- Gazetede yer alan fotoğrafa defalarca baktım. Yanıldığımı sanmıyorum. O fotoğraftaki kişi bizi sorgulamıştı. Daha sonra Sakık hakkında yer alan başka haberlerdeki fotoğrafları da inceledim. Şüphem yok.

ASKERLİĞİNİ O BÖLGEDE BİTİRDİ

— Tedavi süreniz oldu sanırım…

- 15 gün Bingöl devlet hastanesinde tedavim sürdü. Tedavimin ardından 45 gün rapor ile evime gönderildim. Rapor sürem dolduğunda hastane tedavime devam etti. 3 ay daha tedavi gördükten sonra Bingöl İl Jandarma Alay Komutanlığında görevime devam ettim.

SAVCILARA BİLGİ VERMEYE HAZIRIM

— Vakit aracılığıyla yetkililere mesajın var mı?

- Elbette var. Sadece mesajım değil sorularım var. Yıllardır bu karanlık baskın gündeme getirilir durur. Sürekli olarak olayı yöneten el aranır. Hatta bu konu Silivri savcılarının gündemine dahi girdi. Ve ben şimdi bugün de canımı feda etmeye hazır olduğum devletime sormak istiyorum:

Bizi o gün neden ve kimin emri ile korumasız yola çıkardılar? Bizi götüren şoförler kimlerdi? Bu şoförler hakkında inceleme başlatıldı mı? Sözde ateşkes dönemi sağlanmış ancak bu yol kesme olayı ile son bulmuştu. Bizlerin silahsız ve savunmasız olarak adeta eli kolu bağlı şekilde yola çıktığımızı PKK’ya sızdıran mı oldu? Bu sözde başlayan süreci baltalamak isteyenlerin kurbanlarımı olduk? O kadar kritik bölgede minibüs şoförlerinin sıklıkla mola vermesi normal mi? Peki sıklıkla telefon ile görüşmeleri… Bu şoförlere bizi emanet edenler bunların kim olduğu konusunda derin bir araştırma yaptılar mı? Teröristlerin bizi anında ayrı bir bölüme götürmeleri, üzerimizi aramamaları bir tesadüf mü yoksa bizim geleceğimizden haberleri var mıydı? O istihbaratı sağlayanlar içinde şoförlerde var mı? Bu sorular mutlaka cevap bulmalı ve karanlıkta hiçbir şey kalmamalı. Bu konu hakkında adli makamlar istediği takdirde bildiğim ve gördüğüm her şeyi anlatmaya hazırım.

ASKERİ BİRLİKTEKİ KALORİFER DAİRESİNDEKİ PATLAMA

 Ankara'nın Polatlı ilçesindeki askeri birlikte kalorifer dairesinde meydana gelen patlamada yaralanan ve tedavi gördüğü hastanede şehit olan Topçu Onbaşı Mehmet Karaduman'ın (21), cenazesi Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinde toprağa verildi.

  Polatlı'da Topçu ve Füze Okulu Lojistik Destek Bakım Bölük Komutanlığında vatani görevini yaparken 26 Eylüldeki patlamada ağır yaralanan ve dün GATA'da hayatını kaybeden Karaduman'ın cenazesi, Ankara'dan getirilip Tavşanlı 82. Yıl Devlet Hastanesi morguna konuldu.

  Yakınları tarafından morgdan alınan cenaze, şehidin Kuruçay beldesindeki evinin önüne getirildi. Burada annesi Nimet, babası Ramazan, iki ağabeyi ile yakınları ve arkadaşları gözyaşlarına hakim olamadı. Daha sonra askeri araçla nakledildiği belde meydanında musallaya konulan Karaduman'ın naaşı, Tavşanlı Müftüsü İlyas Gümüş'ün kıldırdığı cenaze namazının ardından belde mezarlığına defnedildi.

  Cenaze törenine İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Ömer Lütfi Mor, Tavşanlı Kaymakamı Numan Hatipoğlu, Garnizon ve Jandarma Komutanı Piyade Yüzbaşı Mahmut Yürüksoy, Belediye Başkanı Mustafa Güler, Kuruçay belde Belediye Başkanı Fevzi Sarı ve çok sayıda vatandaş katıldı.

  Bu arada, terhisine iki ay kala şehit olan Mehmet Karaduman'ın bekar olduğu, askere gitmeden önce iki ağabeyiyle sanayide tamircilik yaptığı öğrenildi.

ASKERİ MAHKEMELERDEKİ SUBAY ÜYE

Anayasa Mahkemesi'nin, askeri mahkemelerde subay üye bulunmasını öngören Kanun hükmünün iptaline ilişkin kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. İptal hükmü, bugünden başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girecek.

  Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi, ''verilen hizmet emirlerine aykırı olarak birlik içerisinde cep telefonu bulundurulmak suretiyle emre itaatsizlikte ısrar etme suçunun işlendiği ileri sürülerek açılan kamu davasında'', 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin ''Askeri mahkemeler iki askeri hakim ve bir subay üyeden kurulur'' hükmündeki ''bir subay'' ibaresinin, Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına vararak, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu.

  Genelkurmay Askeri Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru kararında, Anayasa'ya göre, hakimlerin ve mahkemelerin bağımsızlık esasına göre görev yapmalarının zorunlu olduğu, buna askeri mahkemeler ve hakimlerin de dahil bulunduğu belirtildi. Askeri hakimlerin, daha önceleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinde (DGM) görev aldıkları hatırlatılan başvuru kararında, şunlar kaydedildi:

  ''Ülkemize telafisi neredeyse mümkün olmayan zararlar veren, yıllardır kardeş kanının akmasına sebep olan 30.000 yurttaşımızın katili, bölücü terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan'ın yakalanıp yargılanmaya başlamasından sonra 4483 sayılı Kanun'la Anayasa hükümleri değiştirilmiş, DGM'lerden askeri hakimler çıkarılmıştır. Bu değişiklikten maksat, o dönem kamuoyuna da yansıdığı şeklinde, Abdullah Öcalan'ın DGM tarafından mahkum edilmesi durumunda, AİHM'de açılacak tazminat davalarında adil yargılanma ilkesinin ihlal edildiğine dair iddianın çürütülmesidir.''

-''SİVİL YA DA ASKER KİŞİLERİN HAKKI YOK MU?''-

  Yapılan değişikliklerle askeri hakimlerin DGM'den çıkarıldığı, askeri hakimlerin, Silahlı Kuvvetlerin çeşitli kadro ve kuruluşlarda görev yaptıkları, yargılama faaliyetinde bulundukları, binlere, on binlere adalet dağıttıkları ifade edilen başvuruda, şöyle denildi:

  ''Aslında bu hakimler, terör örgütü elebaşı bu kişiye adil yargılanma hakkı teslim edilsin diye, yargılandığı mahkemeden alınmışlar, başka mahkemelere gönderilmişlerdir. Askeri Mahkemelerde yargılanan, yargılanmış yada yargılanacak sivil yada asker kişilerin en az bölücü terör örgütünün başı kadar ulusal ve uluslararası hukukta kaydedilen gelişmeler ve değişmelere koşut olarak gerçekleştirilen ve bu kişiye tanınan haklar (adil mahkemelerde yargılanma, bağımsız yargıçlar tarafından yargılanma) kadar hakları yok mudur? Kanımızca vardır.

  Anayasa Mahkemesi'ne başvurulurken, söylemek istenilen, subay üyenin, adli amirin (mahkeme için sayın Genelkurmay Başkanı) taraflı, yargı bağımsızlığını zedeleyici davrandıkları kastedilmemektedir. Aksine görev yapan subay üyeler ve adli amirin yargı bağımsızlığına saygılı davrandıkları da görülmektedir. Hatta son dönemde basına da yansıyan üst düzey silahlı kuvvetler görevlileri hakkında verilen soruşturma emirleri ve açılan davalar Genelkurmay Başkanlığının yargı bağımsızlığına verdikleri önemin göstergesi de olmuştur.''

  Başvuruda, hukukçu olmayan ve herhangi bir yasal teminatı bulunmayan, bir yıllığına görevlendirilen subay üyelerin mahkemeye atanmalarının, her yıl bir yıl süreyle teşkilatında askeri mahkeme kurulan komutan veya kurum amiri tarafından yapıldığı ifade edildi. Başvuruda, ''Subay üyeler adli amire (idareye) hem sicil, hem atama konusunda dolaysız olarak bağlıdırlar. Emir komuta altındadırlar. Bu durumda subay üyenin Anayasamızda belirtilen teminatlara sahip olduğunu söylemek imkansızdır'' denildi.

  Başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 1998 yılında Türkiye ile ilgili, DGM üyelerinden birinin askeri hakim olması sebebiyle, adil yargılanmanın ihlali kararı verdiği hatırlatılarak, ''Askeri hakim üyenin bulunduğu heyetle yargılanan bir kişinin dahi adil yargılanmadığını söyleyen AİHM'in kararı söz konusu iken, heyette iki hakim ve bir subay üyenin bulunduğu bir mahkemenin kararının ne denli bağımsız olduğunun takdiri Yüce Anayasa 
Mahkemesine bırakılmıştır'' denildi.

  Başvuruda, KKTC Anayasa Mahkemesi'nin 2000 yılındaki kararı ile subay üyelerin artık askeri mahkemede bulunmadığı da ifade edildi.

-ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI-

  Anayasa Mahkemesi'nin, askeri mahkemelerde subay üye bulunmasını öngören hükmün iptaline ilişkin oy çokluğuyla aldığı kararının gerekçesinde, askeri mahkemelerde görevli hakim üyelerin, Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından üçlü kararname ile atandığı, subay üyelerin ise askeri mahkemelerin kurulu olduğu komutanlıklardaki en üst komutan veya askeri kurum amiri tarafından görevlendirildiği belirtildi.

  Subay üyelerin, görevlerini yapmalarına sürekli engeller çıktığında yerlerine başkalarının seçilebildiği belirtilen gerekçede, bu üyelerin, yargılama sürecinde hakim üyelerin sahip oldukları yetkiye sahip oldukları kaydedildi.

  Gerekçede, askeri mahkemelerde görevlendirilen subay üyeler askeri hakim olmadıkları ve bu görevi asıl görevlerine ek olarak yerine getirdikleri için, bunlara mesleki sicil verilmediği, sicillerinin askeri hiyerarşi içerisinde kendi üstleri tarafından düzenlendiği vurgulandı. Yüksek Mahkeme'nin gerekçesinde, şöyle denildi:

  ''Askeri mahkemelerde bulunan subay üyelerin, hiyerarşik düzene bağlı olan görevlendirilme süreci, sicillerinin düzenlenmesi, disiplin cezası verilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, askeri mahkemelerde görev yaptıkları süre içerisinde de hiyerarşik ilişkinin devam ettiği, bu durumda, hakim olarak sahip olmaları gereken bağımsızlıklarının meslekten hakim olmadıkça sağlanamayacağı sonucuna varılmıştır. Buna göre, iptali istenilen kuralın hakimlerin bağımsızlığı ilkesi ile bağdaştırılması olanaksız olduğundan Anayasa'nın 9, 138, 140. ve 145. maddelerine aykırıdır.''

  Genelkurmay Askeri Mahkemesinin, aynı başvurudaki, 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu'nun, ''subay sicil belgesi'' ve ''Silahlı Kuvvetler mensuplarının nakil ve tayinleri''ne ilişkin bölümünün iptal istemleri, Askeri Mahkemenin baktığı davada uygulanacak kural olmadığından reddedilmişti.

BÜYÜKANIT'A ELEKTRONİK POSTA İLE HAKARET VE TEHDİDE DAVA

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a ''hakaret'' ve ''tehdit'' içerikli e-posta gönderen bir kişi hakkında, 1 yıl 8 aydan 4 yıl 4 aya kadar hapis istemiyle dava açıldı. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Cumhuriyet Savcısı Hakan Kızılarslan tarafından açılan davanın iddianamesinde, Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde, Yaşar Büyükanıt'a hitaben Genelkurmay Başkanlığının internet sitesine, Akın Çağrıcı adlı kişi tarafından ''hakaret'' ve ''tehdit'' içerikli e-posta gönderildiği kaydedildi.

  İddianamede, yapılan teknik incelemede, suça konu internet erişiminin, sanığın babasına, e-ileti adresinin de sanık Akın Çağrıcı'ya ait olduğunun belirlendiği belirtildi. Davanın iddianamesinde, Akın Çağrıcı'nın, ''hakaret'' suçundan 1 yıl 2 aydan 2 yıl 4 aya kadar hapis, ''tehdit'' suçundan ise 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edildi.

  Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesine sunulan iddianamenin kabul edildiği ve Akın Çağrıcı'nın yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanacağı öğrenildi. 

Yeşil yaşıyor, Yenimahalle'de oturuyor'

Yıllarca Doğu ve Güneydoğu'da görev yapan eski Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tuzlu, JİTEM'in varlığının tartışılmasının abes olduğunu söyledi. "Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. Merkezi Ankara idi, yetkileri sınırsızdı." diyen Tuzlu'ya göre 'Yeşil' de yaşıyor.

Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, son duruşmada JİTEM'in varlığının Genelkurmay ve Jandarma Genel Komutanlığı'na sorulmasına karar vermişti. Bunun üzerine tartışmalar yeniden alevlenirken, Özcan Tuzlu, JİTEM'in faaliyetlerinin dönemin içişleri bakanları ve bölge valileri tarafından bilindiğini anlattı. "Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. Merkezi Ankara idi, yetkileri sınırsızdı." diyen Tuzlu'ya göre 'Yeşil' de yaşıyor.

Özcan Tuzlu, Doğu ve Güney-doğu'da JİTEM'in kurucularından Cem Ersever, Abdülkerim Kırca ve 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım ile Ergenekon terör örgütünün tutuklu sanıklarından Veli Küçük ile İstanbul'da birlikte çalışmış. Zaman'a konuşan Tuzlu, JİTEM'in varlığını tartışmanın, resmiyetini aramanın sadece bir oyalama taktiği olduğunu anlatıyor. JİTEM'in çok profesyonel bir teşkilat olduğunu söyleyen Tuzlu, şu bilgileri veriyor: "İz bırakmadan çalışırdı. İyi eğitimli kişilerden oluşuyordu. JİTEM'i, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde aklı başında herkes bilir. Çünkü halkın, korucuların ve polisin bile arasına girmişti. JİTEM çalışanları, ordu mensupları içinde tanınmaları için beyaz renkli Renault marka araçlarla dolaşıyordu. Her biri çok iyi derecede Kürtçe biliyordu ve tam yetkiye sahiptiler."

Özcan Tuzlu, 1991 yılında JİTEM bölge müdürlükleri ile çalışanlarının ordu içinde ayrı ayrı telsiz kodlarının olduğunu ve bu kodlarla telsiz üzerinden bağlantı kurulduğunu anlatıyor: İşte Tuzlu'nun açıklamaları: "1991 yılının mayıs, haziran aylarında JİTEM'in de içinde bulunduğu telsiz kodları hazırlanıp dağıtıldı. Buna göre, terörle mücadelede sıcak temas sağlandığında, yasadışı unsurların kaçmalarına karşı, 'Süngü'den izci istiyorum' koduyla çağrı yapılıyordu. 'Süngü' Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı'ndaki JİTEM bölge müdürlüğünün koduydu. 'İzci' ise o zamanki lakabıyla 'müdür' olarak anılan Mahmut Yıldırım'dı.

'Yeşil', çağrı üzerine helikopterle ve ekibiyle anında olay yerine götürülürdü. Yıldırım, o dönem ordu içinde JİTEM'ci olarak bilinmesi için boynuna (yeşil) kaşkol takardı. Daha sonra adı kaşkolun renginden yola çıkılarak 'Yeşil' olarak anılmaya başlandı. Cem Ersever ve Abdülkerim Kırca Ekrem, Levent Temizöz ise 'Fırat' kodunu kullanıyordu. Bunlar, onların telsizdeki il JİTEM kodları idi.

JİTEM'in bölge müdürlükleri bir timden oluşuyordu ve 7 ayrı tim olarak Türkiye genelinde faaliyet gösteriyordu. Doğu ve Güneydoğu Komutanlığı'nın merkezi Diyarbakır'dı. Diyarbakır'daki bürosu Sur içindeydi. Elazığ'da 8. Kolordu Komutanlığı'ndaki askeri mahkemenin altında, Batman ve Mardin'de il jandarma komutanlığında, Şırnak'ta ise Silopi Botaş içinde faaliyet gösteriyordu. Diyarbakır, Maraş ve Urfa'ya; Elazığ, Tunceli'ye; Bingöl, Muş, Mardin'e, Batman ve Şırnak ise diğer bölgelere bakıyordu. İstanbul ve Ankara'da birer büro vardı. Buraların birer merkezi timi bulunuyordu.

JİTEM'İN YERİNİ 'JİT' ALDI

JİTEM birimleri asayiş komutanlarının emriyle bölge valisinin bilgisi dahilinde çalışıyordu. Resmi varlığı bilinmesine rağmen JİTEM direkt yazışmalar yapmıyordu. Bilgileri asayiş komutanlığı istihbarat şubesine, oradan ilgili yerlere gönderiliyordu. JİTEM'i dönemin İçişleri bakanları, polis yetkilileri ile bölge valileri de biliyordu. Çünkü jandarma asayiş komutanlarının denetiminde, bölge valisinin bilgisi dahilinde çalışılıyordu. Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. Bölgeleri vardı ama yetkileri sınırsızdı. Bir bölgeden Türkiye'nin farklı bir ucuna gidip iş yapabiliyorlardı. Her şeyi resmileştirilen JİTEM halen JİT adıyla görev başında."

YEŞİL, ANKARA'DA OTURUYOR

Özcan Tuzlu, o dönemde görev arkadaşlarını sık sık uyararak yapılanların yanlış olduğunu ilettiğini ancak dışlandığını vurguladı. Diyarbakır'da sırasıyla Ersever, Kırca ve Temizöz'ün JİTEM bölge komutanı olarak görev yaptığını kaydeden Tuzlu, Yeşil'in ise halen yaşadığını ileri sürerek şu iddiayı dile getirdi: "Eski çalışma arkadaşım Levent Göktaş'a Ergenekon'dan gözaltına alınmadan önce Ankara'ya gittiğimde Yeşil'in ne olduğunu sordum. Bana, Yeşil'in Ankara Yenimahalle'de olduğunu ve tecrit edildiğini, normal bir hayat sürdüğünü anlattı."

Eski Kd. Yüzbaşı Özcan Tuzlu kimdir?

1988 tarihinden itibaren Jandarma Genel Komutanlığı'nın bölücü terör örgütüyle mücadelesinde görev yaptı. Özel tim organizasyonlarında, istihbarat yapılanmasında, jandarma komanda timlerinin eğitiminde görev aldı. 1990-1992 yılları arasında Tunceli Jandarma Komando Bölük Komutanı olarak çalıştı. 1993'te Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı bölgesinde jandarmanın teröre karşı yeniden yapılandırılması için çalıştı. 1994-1995 Şırnak ili Güçlükonak Jandarma Komutanı'ydı. Aynı dönemde Cemal Temizöz ise Cizre Jandarma komutanı olarak görev yapıyordu. 1995-1996 yılında Şırnak Merkez Jandarma komutanlığına atandı. JİTEM'in geliştirilmesinde 1991 yılında 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'la birlikte çalıştı. Cem Ersever ise hem hocası hem de mesai arkadaşıydı. 1994-96 yıllarında JİTEM Güneydoğu Komutanı olan Abdülkerim Kırca ile istihbarat faaliyetlerinde işbirliği yaptı.