30 Eylül 2011 Cuma

Şırnak'ta çatışma: 2 asker şehit!

Şırnak'ta çatışma...

Şırnak'ta teröristler askeri araca saldırı düzenledi.
Çıkan çatışmada 2 asker şehit oldu.

Pervari ve TSK: Yirmi sene sonra / Eser Karakaş


27 Eylül Salı günü, bu köşemde, “Pervari, Başbakan, 10 saat” başlıklı bir yazı yayınladım.
Bu yazımda Sayın Erdoğan’ın “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” formülasyonunu çok başarılı bulduğumu belirttim; ancak, Pervari olayında PKK’lılarla on saat çatışmanın sürmesini anlayamadığımı, terör denen olgunun vur-kaç eylemleri ya da Ankara’da yaşanan Kumrular sokağı felaketi gibi olaylar için kullanılabileceğini, güvenlik güçleriyle on saat süren bir çatışmanın nasıl tanımlanabileceği konusunda sıkıntı çıkabileceğini belirtmeye gayret etmiş idim.
Bu yazıya bir okurumuzdan bir yorum geldi; bu yorumu, sahibinin de izniyle, isim vermeden, aynen aktarıyorum.
Ben yorumu çok ilginç ve öğretici buldum, bilmem sizler ne düşüneceksiniz?  
“Sevgili Hocam;
Bugünkü yazınız için çok teşekkürler. Bileğinize ve yüreğinize sağlık. Sizin sürekli okuyucunuzum ve iş yoğunluğuma göre yazılarınızı işyerimden veya mesai saati sonrası muhakkak evden okumaya çalışıyorum.
Askerliğimi 1991-1992 yıllarında Pervari bölgesinde ve Özel Harekât C-Timlerinde yaptım. Acemi birliğim Manisa ili Kırkağaç ilçesinde buluna 6. Jandarma Komanda Alayı idi, buradan gönüllü olarak ve seçilerek İzmir ili Foça ilçesinde bulunan Jandarma Komando Okulu Özel Harekât Kursu’na gittim.
Burada 3 ay Özel Harekât İhtisas kursu görerek Siirt Pervari bölgesine giderek bu bölgede 12 ay görev yaptık.
Bizde Pervari Herekol bölgesinde sabah saat 09.00 sularında pusuya düştük ve akşam hava kararıncaya kadar 9-10 saat bir fiil çatıştık ama ne yazık ki bu sürede bize yardıma kimse gelmedi. Akşam hava kararması ile çevremiz teröristlerce çembere alındı ve biz gecenin karanlığından istifa ederek çemberi yarıp kurtulduk. Sevindiğim tek nokta o çatışmada şehit vermememizdir.
Söylemek istediğim şudur; Güneydoğu bölgesine gönderilecek her er ve erbaşın acemi eğitiminden sonra en az 3 ay Foça’da veya onun emsali eğitim veren yerlerde ihtisas yaptırılarak o bölgeye gönderilmeleridir. Eğer ki biz tim olarak Özel Harekât eğitimi almasaydık o hain pusudan tek birimiz bile kurtulamazdık.
Belenoluk konusuna gelince.!
Belenoluk içimde kanayan bir yaradır. Ne zaman Belenoluk kelimesini duysam gözyaşlarımı tutamam ve ağlarım. Şu an ağladığım gibi.
Çünkü bu olay Belenoluk karakolunun ilk basılması değildir. Belenoluk bizim o bölgede görev yaptığımız 1992 yılında da basılmıştı ve o zaman 8 şehit verilmişti. Biz baskının yapıldığı gece o bölgede idik ve yaya intikali ile yaklaşık 2 saatlik mesafede bulunuyorduk. Belenoluk baskınına müdahale etmek istedik ve o tarihte Siirt Asayiş Bölge Komutanı olan rahmetli Tuğgeneral Sn. Bekir Uğurlu’nun emri ile intikal edemedik. Bize intikal için emir vermediler. Ne yazık ki o zamanda köylüler PKK’ya yardım etmişti ve şimdi de. Ertesi gün yapılan köy aramasında karakolun ve baskının planları köy muhtarının evinden çıkmıştı.
Aradan 20 yıl geçmesine rağmen demek ki hiçbir şey değişmemiş.. Kusura bakmayın zamanını aldım, özür dilerim. İyi günler ve çalışmalar, kolay gelsin.
Saygılarımla...”

'Suikast izlerini emekli yarbay kararttı' iddiası


BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne neden olan kazada şüpheler emekli bir yarbay üzerinde yoğunlaştı. Kaza kırım ekibine teknik danışmanlık yapan yarbayın delillerin toplanması sırasında heyeti bilinçli olarak yönlendirdiği iddia edildi


BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin hayatını kaybettiği şüpheli bir helikopter kazasında emekli bir yarbayın karartma yaptığı iddia edildi. Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan kaza kırım ekibine teknik danışmanlık yapan emekli yarbayın, ekibi manipüle ettiği ve olay yerinde incelemelerinde kazayı aydınlatacak delillerin toplanması ve saklanmasında yanlış yönlendirmelerde bulunduğu öne sürüldü. Başbakan Erdoğan'ın, kaza kırım ekibi ile ilgili olarak Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a "3 adamla mı gidilir yok muydu başka adamın?" diyerek tepki gösterdiği öğrenildi. Soruşturmayı yürüten Malatya Cumhuriyet Savcılığı'nın emekli Yarbay'ı "şüpheli" olarak sorgulayacağı belirtildi. 

16 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
Şüpheli helikopter kazası soruşturmasında önceki gün 5 ilde yapılan eş zamanlı operasyonlarda 11'i muvazzaf asker, 2 emekli asker 3 sivil olmak üzere toplam 16 kişi gözaltına alındı. Şüpheli olarak gözaltına alınanlar ile bunların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen bölge ve bilgisayar imajları Malatya'ya gönderildi. Helikopterin enkazından parça söktüğü iddia edilen Teknisyen Astsubay Başçavuş Aydın Asıcalı ile Üstçavuş Cemal Şahin'inde gözaltına alınanlar arasında olduğu öğrenildi. Antalya'daki evinde bulunamayan emekli pilot Mehmet Çağlar'ın Ankara'da gözaltına alındığı belirtilirken, Pilot Yüzbaşı Ersöz Sağlam'ın da gözaltına alınanlar arasında olduğu kaydedildi. Ankara'daki aramaların adreslerden biri Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü oldu. Burada yapılan aramalarda helikopter kazası sonrası Genel Müdürlük bünyesinde oluşturulan Kaza Kırım ekibinin gözaltına alındığı belirtildi. Gözaltına alınan F.S., M.S. ve K.M. savcılık müzekkeresiyle gözaltına alındı. Emniyet terörle mücadele ekipleri tarafından Ankara'da gözaltına alınanlar ve aramalarda ele geçirilen materyaller dün gece saat 04:00 civarında karayoluyla Malatya'ya gönderildi.

TORNAVİDACILAR SORGULANDI
Ankara'daki gözaltına alınan muvazzaf askerlerin Genelkurmay Doğal Afetler Arama Kurtarma Tabur Komutanlığı'nda (DAK) görevli oldukları öğrenildi. Gözaltına alınan 6 muvazzaf askerin Merkez Komutanlığı'nca alındığı ve Malatya Merkez Komutanlığına gönderildiği belirtildi. Helikopter kazasından sonra TSK'daki görevinden istifa ederek emekli olan ve Antalya'da ikamet eden pilot binbaşı Mehmet Çağlar'ın da Ankara'da gözaltına alındığı kaydedildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Helikopterin beynini keçiler sökmedi ya?" diyerek kamuoyunun dikkatini çektiği enkazdan bazı parçaların sökülmesine ilişkin görüntüler ortaya çıkmıştı. Görüntülerdeki turuncu bir tornavida ile parçayı söktüğü iddia edilen askerin de gözaltına alındığı ve özel yetkili cumhuriyet savcılarınca 2 saat sorgulandığı tespit edildi. 


Yeni görüntüler ortaya çıktı
Soruşturma sürerken helikopter kazasıyla ilgili yeni görüntüler de ortaya çıkmaya devam ediyor. Helikopter düştükten 1 gün sonra kaydedilen görüntülerde, arama-kurtarma timlerinin helikopterden yaptıkları çekimler görülüyor. 28 Mart 2009 tarihli görüntülerde ise kurtarma ekibinin çalışmaları dikkat çekiyor. Görüntülerin son bölümlerinde bir kişinin muhtemelen cesetlerden birini çıkarırken, "Buraya hiç kimse gelemez tamam mı? Bölük komutanı, bölüğün yarısı hiç kimse, sadece üçümüz tamam mı?" şeklinde konuşmaları yer alıyor.


Polis de haritayı saklamış
Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin ölümüne neden olan helikopter kazasıyla ilgili açığa çıkan skandallara bir yenisi daha eklendi. Kazayı araştıran TBMM Araştırma Komisyonu Başkanı Veysi Kaynak, Maraş Emniyeti'nin enkaz yerini gösteren haritayı gizlediğini iddia etti

25 Mart 2009'da BBP eski lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne neden olan helikopterin düştüğünü gören köylülerin ihbarlarını 'ciddiye almayan' ve kaza sonrası cep telefonu sinyalleri kullanılarak oluşturulan haritayı kullanmayan jandarma görevlilerinin yanına şimdi de 'polis' eklendi. Olayla ilgili geçtiğimiz dönem kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı, eski AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak, tornavida ile söküldüğü belirtilen ELT cihazının yerinde olmadığının ilk komisyonlarınca tespit edildiğini söyledi. Ancak cihazı kimin söktüğünü belirleyemediklerini kaydeden Kaynak, raporda belirttikleri bazı hususlar hakkında bilgi verdi.

KOORDİNAT UZMANI KÖYLÜLER!
Cep telefonu sinyallerinden alınan bilgilerle enkaz yerinin yaklaşık olarak belirlendiği bir harita oluşturulduğunu belirten Veysi Kaynak, "Harita yarım saatte üretiliyor, hemen jandarma ve emniyete veriliyor. Ancak Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü bu haritanın kendilerine geldiğini, validen bile saklıyor" dedi. Kaynak, "Haritayı polis saklıyor o zaman" sözleri üzerine, "Tabi canım. Biz her şeyi hep jandarmaya yöneltiyoruz ama..." ifadelerini kullandı. Enkazı ilk bulan 14 köylünün savcılıktaki ifadelerinin çok dikkatini çektiğini kaydeden Veysi Kaynak, "Köylüler, 'akşam biz eski muhtar Yılmaz Tilki'nin evinde toplandık, harita üzerinde inceleme yaptık, şurada olabileceğini tahmin ettik ve doğrudan oraya gittik ve bulduk' diyorlar. Böyle bir haritanın, eski muhtarın evinde bulunması benim kanaatimce mümkün değil" değerlendirmesinde bulundu. Kaynak, "O zaman birileri enkazı buldu ama köylüler bulmuş gibi mi gösterdi?" sorusuna "Evet evet..." karşılığını verdi.

ÖNCE İNKAR ETTİLER
Oluşturulan haritanın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'ndaki (TİB) jandarma görevlisi tarafından Kahramanmaraş jandarmasına, oradan da emniyete ulaştırıldığını ifade eden Kaynak, "Akşam 22.30 sıralarında alan çok daha daraltılıyor, 4 kilometrekareye kadar düşürülüyor. Ancak birinci ve ikinci harita arazideki ilin valisine, sivil arama kurtarma masasına ulaştırılmıyor. Kahramanmaraş Emniyeti bu haritayı uzun süre inkar etti, biz Emniyet Genel Müdürlüğü'ne çok ağır bir yazı yazarak bu bilgiye ulaştık" diye konuştu. "Enkazı ilk bulanın kim olduğunun" sorulması üzerine Kaynak, enkazın fotoğraflarını sivil havacılığın çektiğini belirtti. Kaynak, "Sivil havacılık, enkaz yerine ilk gittiğinde fotoğraflarını çekiyor ve cihazın yerinde olduğunu görüyor. Ancak ikinci gidişlerinde cihazın yerinde olmadığını tespit ediyorlar. Sivil havacılığın buradaki kusuru, kaza kırım raporunda ELT cihazının yerinde olmadığını hiç vurgulamıyor, raporunda buna değinmiyor" dedi.

20 dakikada belirlenmişti
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) raporuna göre helikopterin düştüğü gün saat 16.20'de Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), pilot Kaya İstektepe'ye ait olduğu belirtilen telefonun Turkcell verilerinden elde edilen koordinat bilgilerini, Jandarma Genel Komutanlığı'na verdi. Komutanlık Teknik Daire'de görevli olan Astsubay Süleyman Akdoğu, TİB'in ulaştırdığı koordinat ışığında 20 dakika içinde enkazın bulunabileceği mevkiinin tahmini haritasını oluşturdu. Akdoğu, haritayı en geç 16.55'de K.Maraş İl Jandarma Teknik İstihbaratına internet üzerinden aktardı. K.Maraş İl Jandarma'da görevli Astsubay Ümit Nogaylaroğlu da haritayı Hareket Merkezi Komutanı Yarbay Hamza Tiryaki'ye iletti. Fakat iddiaya göre Tiryaki, haritayı İçişleri Bakanlığı, il valisi ve kriz merkeziyle paylaşmadı. Saat 22.00-22.30 sularında TİB bu kez Jandarma Genel Komutanlığı'na BBP Meclis Üyesi Adayı Murat Çetinkaya'nın Avea hattına ait ikinci bir koordinat gönderdi. Akdoğu, Turkcell ve Avea hattının koordinatlarını çakıştırarak ikinci haritayı çıkardı ve 30 km'lik sinyal çapını 4 km'lik bir alana indirmeyi başardı. Hazırladığı ikinci haritayı da K.Maraş'a gönderen Akdoğu, çakışma alanının "Sisne"ye doğru bir alanı gösterdiğini de telefonlara muhatabına aktardı. Ancak bu haritayla ilgili olarak da hiçbir şey yapılmadı. Veysi Kaynak'ın yaptığı açıklamalar sözkonusu haritaların K.Maraş Emniyeti'ne de gönderildiğini, ancak emniyette birilerinin bunu hasıraltı ettiğini ortaya koyuyor.

Başbuğ hem çok rahat hem de sıkıntılı... / M.Ali Birand

32.Gün'ün yeni sezonuna  Emekli Orgeneral ve Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ söyleşisi ile başladık. Dün geceki Kanal D Ana Haber ve gece de 32.Gün'de izleyemedinizse, bu gece saat 23:00’te CNN TÜRK'te yeniden yayınlanacak. Ayrıca  www.mehmetalibirand.com.tr adresinden de izleyebilirsiniz. Tavsiye ederim. Zira PKK teröründen tutun; Andıç davası, Asker- Sivil ilişkilerine kadar  aklınıza gelebilecek her soru vardı. Tabii hepsine yanıt alamadım. Başlıca nedeni de  davaların hala devam etmesi. Başbuğ davaları etkilemek istemiyor.
Çekim öncesinde ve sonrasında uzun uzun konuştuk.
Davalarla ilgili olarak son derece rahat.
İddianame dikkatli şekilde okunduğunda hem "İnternet Andıcı"  hem de Balyoz davalarında sıkıntılı bir duruma düşmesinin söz konusu olmayacağı ileri sürülüyor .
Ancak başka yönden ise sıkıntılı veya rahatsız olduğu da hissediliyor .
Bu konularda hiç konuşmak istemiyor.
Sıkıntısı da sorulara verdiği ve vermek istemediği yanıtlardan anlaşılıyor.
Söyleyeceği herhangi bir sözün  eski silah arkadaşlarını rahatsız edebileceğini hesaplıyormuş gibi bir hali var. Konuşurken çok dikkatli. Kelimelerini büyük bir itina ile seçiyor. Polemiklerden özellikle kaçıyor .
İnternet Andıcı davasında tanıklık etmeye hazır olduğunu söyledi. Tanıklığı çok şeyi değiştirebilir. Zira hem Balyoz  hem de Andıç konularında kimin ne yaptığını, kimin ne yapmadığını en iyi bilen isim kendisi.
Söyleşi sırasında, özellikle Asker-Sivil ilişkileri üzerinde de duruldu.
Üstü kapalı konuşmasına rağmen , sözlerinden benim çıkardığım sonuç çok net: Yasalar çok açık. Sivil otorite isterse kendi yetkisini kullanabiliyor, istemezse kullanmıyor.
PKK için stratejimiz yok...
En çok PKK terörünü konuştuk.
48 yıllık subaylığının büyük bölümünü , terörle mücadelede geçirmiş bir komutan ve yine bu konuda kitap yazmış bir akademisyen de diyebiliriz.
Türkiye'nin genel hatasının, sivili-politikacısı-askeri-polisi-medyasıyla birlikte, toptan, etkili ve sürekli bir strateji uygulayamaması olduğunu anlattı.
Örgütün her geri çekildiğinde "Tamam bu iş bitti. PKK'yı çökerttik" düşüncesine girdiğimizi, bunun da fırsatları tepmek anlamına geldiğini, bunu da sıklıkla yaptığımıza dikkat çekti.
Doğrusu söylemek gerekirse, Başbuğ'u dinledikçe karamsarlığa düştüm . Şimdiye kadar saptanamayan genel stratejinin bundan sonra nasıl saptanabileceğini bilemedim.
Başbuğ, terörden kurtulunmasının en önemli unsurunun PKK' nın Kuzey Irak' tan çıkarılması olduğunu belirtince , ben de ısrarla "TSK bugünkü imkanlarıyla Kandil'i işgal edip, örgütü Kuzey Irak' tan çıkarabilir mi?" diye sordum. Bundan önce, bir önceki Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, yine 32.Gün programında "İstesek de Kandil'i alamayız" demişti.
Başbuğ daha nüanslı bir yanıt verdi.
Kandil'in o kadar da önemli olmadığını , oraya kadar gidip örgütü bulamama riski yerine, Türkiye-Irak sınırındaki 0-40 kilometre arasının çok daha hayati olduğunu belirtti . Sınır ötesi harekatların bu bölgeye yapılmasının yararına işaret etti.
Kandil konusundaki tüm ısrarıma rağmen , negt, siyah-beyaz bir yanıt vermedi.
Başbuğ, önümüzdeki dönemlerde kendinden çok konuşturacak bir isim.. Türkiye' nin asker-sivil ilişkilerindeki tüm dengelerin değiştiği bir dönemde yaşadı. Şu aşamalarda o günlere pek dönmek istemiyor, ancak ilerde eminim geçirdiği süreci ve tanıklıklarını da bir kitapta toplayacaktır.


KİTAP KÖŞESİ
...

Demokrasiden darbeye
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamlarının 50. yılındayız. Bu sürede demokrasimiz nereden nereye geldi. Ve son hızla değişim devam ediyor. İdamların 50. yılında, Taha Akyol ile Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes'in beraber hazırladıkları söyleşi kitabı “Demokrasiden Darbeye Babam Adnan Menderes” Doğan Kitap'dan çıktı. Taha Akyol'un soruları, Aydın Menderes'in cevapları ve anıları ile ilerleyen kitap, bize Türkiye'nin çok partili hayatının köklerine uzanan ve sonu trajik bir şekilde biten bir hayatı her yönüyle anlatıyor. Çok derli toplu ve çarpıcı bir çalışma olmuş. (http://www.dogankitap.com.tr)

Pilot füzeyi erken ateşledi 3 il ayağa kalktı

Pilot füzeyi erken ateşledi 3 il ayağa kalktı

BARTIN’DA  dün saat 10.00 sıralarında bir patlama oldu. Vatandaşların yüreğini ağzına getiren patlamanın nedenini öğrenmek için polis, jandarma ve belediye harekete geçti.
Ancak yapılan araştırmalardan bir sonuç çıkmayınca bu kez ortaya çeşitli iddialar atıldı. Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen, “Uçak mı düştü? Onun mu patlaması bilmiyoruz. Bölgelerde F16 uçaklarının tatbikat yaptığı söyleniyor” açıklamasında bulundu.
 Bartın’ın Kumluca, Kozcağız, Hasankadı beldeleri ile Karabük’ten bile duyulan patlama vatandaşları da tedirgin etti. Bazı vatandaşlar, “Çaycuma’da uçak düşmüş” bazıları, “Ev yerinden oynadı, mutlaka zelzele oldu” yorumunu yaptı.
 Ancak patlamanın nedeni öğleden sonra ortaya çıktı. Patlamanın Bartın üzerinde eğitim uçuşu yapan bir F -16 pilotunun, Karadeniz’de patlatması gereken füzeyi 2.5 dakika önce ateşlemesinden kaynaklandığı öğrenildi.
Askeri yetkililerden alınan bilgiye göre, pilotun erken ateşlediği füze 35 bin feet yükseklikte, köylerin üzerinde patladı. Milyonlarca parçaya bölünen füze, yere kağıt parçaları gibi düştüğü için kimseye zarar vermedi. Bartın ve Zonguldak arasında zaman zaman bu tür tatbikat ve eğitim uçuşları yapıldığı bildirildi

Yazıcıoğlu gizli tanık mıydı? / Hüseyin Gülerce


Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili helikopter kazası soruşturması, önceki günkü operasyonla yeni bir safhaya girdi.
Tam da, yazımızda "Genelkurmay, açıklama yapmayacak mı?" diye sormuşken, aynı gün 5 ilde eşzamanlı operasyon düzenlendi. Genelkurmay'ın 'kaza kırım ekibinin' de aralarında olduğu 11'i muvazzaf, 2'si emekli 13 asker, toplam 16 kişi gözaltına alındı.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın on gün önce "O karakutuyu keçiler söküp götürmedi..." çıkışından sonra, şimdi geri dönülmez bir noktaya geldik. Zaten Ergenekon ve Balyoz davalarındaki gelişmelerde de öyle oldu. Belgelerin, bilgilerin üzeri örtülmeye, görmezden gelinmeye çalışıldıkça, olayların aydınlanması adına daha hızlı mesafe alındı.

Yazıcıoğlu'nun ölümü kaza mı, yoksa bir sabotaj mı? Rahmetliyi sevenler, kaza olmasını tercih ediyorlar. Büyük bir organizasyonla hayatına kastedilmesini kabullenemiyorlar. Yazıcıoğlu, adam gibi adamdı. Dürüsttü, cesurdu. Doğru yerde duruyordu. 12 Eylül 1980'den sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılanmış ve 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalmıştı. Vesayetin oynadığı "büyük oyun"u görmüştü. Siyasetçiydi ama siyaset üstüydü.
Böyle bir insana neden kıyılır, Yazıcıoğlu neden öldürülmüş olabilir?

Bugünlerde bir şüphe dillendiriliyor. Yazıcıoğlu'nun Ergenekon davasında gizli tanıklık ettiği fısıldanıyor. "Çok şey biliyordu, bildiklerini savcılarla paylaşınca vesayetin odakları paniklediler ve onu ortadan kaldırdılar" deniyor. Bu konuyu dün BBP Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici'ye sordum. "Gizli tanık" iddiasının, yıpratma amaçlı olduğunu söyledi. "Yazıcıoğlu, açık bir insandı, böyle bir tanıklık olsaydı bunu ailesiyle, benimle, Yalçın Başkan'la mutlaka paylaşırdı." dedi.

"Neden öldürülmüş olabilir?" sorusu beynimizi kemiriyor. Ortada, kaza anında savaş uçağı uçmuş olması, çelişkili açıklamalar, kaza mahalline iki gün ulaşılamaması, helikopterin beyninin sökülmesi gibi akıl almaz ihmaller ve derin şüphelerle örülü bir organizasyon var.

Kimler yapabilir, neden yapabilir? Hükümeti devirmeyi, bir darbe için kaos hazırlamayı planlayanların BBP gençlik kadrolarını bu işlere bulaştırmaya çalıştıkları bir sır değil. Hrant Dink cinayetinde bu gayretkeşliği gördük. Ama rahmetli Yazıcıoğlu'nu bilenler biliyor ki, Muhsin Başkan'ın sahip olduğu tarlayı kimse süremez.
Şahsen benim kanaatim, Muhsin Yazıcıoğlu, vesayetin oyununa gelmediği, darbe tezgâhına çomak soktuğu için hedef seçilmiş olabilir. 27 Nisan muhtırasına cephe alması, merkez sağ partilerin yamulduğu sırada cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e gidip oy kullanması, vesayetçileri çok rahatsız etti. Hafızalarda kalan öyle sözleri var ki, vesayetçilerin kimyası bozulmuş olmalı. Mesela şu sözleri: "Ordu gözbebeğimizdir. Ancak namlusunu millete çevirmiş bir tankı asla selamlamayız. Küçük bir azınlığın demokrasi dışı hevesler içine girdikleri, bir darbe girişiminde bulunabilecekleri, bununla ilgili birtakım hazırlıklar yapıldığına dair bilgiler gelmişti bana. Kasetler ulaşmıştı elimize."

Bir de 27 Mayıs 2007'de Tokat'ta söylediği bir söz var: "Türkiye, İran olmaz, Cezayir de olmaz. Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz..."

Muhsin Yazıcıoğlu, bir kaza sonucu mu öldü, yoksa kaza süsü verilerek öldürüldü mü? Konu şu anda yargıda. Fakat başka bir husus var. Önceki gün de yazdım. Bazı gazeteler, Ergenekon davası başladığından beri, devlet içindeki derin yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili belgeleri, itirafları ısrarla ya görmüyor, ya küçültüyor ya da sulandırıp bulandırıyor. Mesela önceki gün 5 ilde yapılan operasyon haberini hiç görmeyen, birinci sayfadan vermeyen yayın yöneticilerinin gazetecilik ölçüsü acaba nedir? Malatya'daki 2. Ordu Karargâhı ve askerî lojmanlarının, İzmir Buca Şirinyer'deki Merkez Komutanlığı'nın ve Ankara'da Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün polis tarafından aranmasının haber değeri hiç mi yoktur?

İsrail geriyor

Doğu Akdeniz’de sismik araştırma yapan Piri Reis dün İsrail tacizine uğradı...
Tel Aviv’den kalkan iki İsrail savaş jeti, Rumlardan izin alarak KKTC hava sahasına girdi. KKTC yetkililerinin uyarısını dikkate almayan uçaklar daha sonra Mersin kıyılarına plajları görebilecek şekilde 15 mil kadar yaklaştı. Bir İsrail helikopteri de Piri Reis’in üzerinde uzun bir süre uçtu

Kıbırs Rum yönetiminin Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen Amerikan Noble enerji şirketiyle Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü sondaj çalışmaları üzerine bölgeye sevkedilen Türk varlığı dün İsrail’in gövde gösterisine maruz kaldı. Rum Filelefteros gazetesinin haberine göre, Tel Aviv’den kalkan iki F-15 savaş uçağı Apostolos Andreas’a kadar alçak irtifadan uçarak Rum hava sahasına kadar geldi. Rum hava kontrolörlerinden hava sahalarına giriş için izin isteyen uçaklar arıdından KKTC hava sahasına girdi. KKTC’li yetkililerin uyarılarına cevap vermeyen uçaklar daha sonra rotalarını kuzeye çevirerek Türk topraklarına yöneldi. Türk kıyılarına 15 mil kadar yaklaşan iki İsrail jetinin Mersin sahillerini gözle görecek kadar Türk topraklarına yaklaştığı belirtildi. Habere göre Türkiye de bunun üzerine iki F-16 uçağını İsrailli jetlerini takip için havalandırdı, ancak Mersin sahillerine alçak irtifada yaklaşan uçaklar İsrail’e geri döndü. Türk savaş uçaklarının daha sonra Larnaka açıklarında, kıyılara 50 kilometre mesafede uçtuğu belirtildi.

İsrail varlığını artırıyor

Jetlerinin tacizi yaşandığı sıralarda, bir İsrail helikopterinin de Piri Reis gemisinin araştırma yaptığı bölge üzerinde taciz uçuşu yaptığı öne sürüldü. Aynı gazetenin haberine göre, “Afrodit” adı verilen 12’nci parselde Piri Reis tarama çalışmalarını yürütürken Noble Enerji şirketinin sondaj yaptığı platforma 20 deniz mili kadar yaklaştığı sırada İsrail savaş helikopteri gökyüzünde belirdi. Rum medyası Piri Reis gemisinin üzerinde uzun bir süre uçan helikopterin 12’inci parsel üzerinde keşif uçuşu yaptığı yazdı. Gazete, İsrail Deniz Kuvvetlerinin bölgedeki varlığını dünden itibaren artırdığına dikkat çekti. Bu arada Rum Politis gazetesi, Piri Reis’i takip eden Türk donanmasına ait 3 savaş gemisinin bölgeyi terk ettiğini öne sürdü. Gazetenin Rum kaynaklara dayandırdığı iddiasına göre Türk donanması, gemilerini geri çekerek bölgeye denizaltılarını konuşlandırdı.

5 Ekim’de dönüyor

KKTC ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma sonrasında Doğu Akdeniz’de bilerlenen “G” bölgesinde petrol ve doğalgaz arama çalışmaları yürüten Piri Reis gemisinin planlanan bin kilometre sismik hatta kayıt alım çalışmasının yarısını tamamladığı bildirildi. Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nün Müdürü Prof. Dr. Hüseyin Avni Benli, çalışmaların aralıksız devam ettiğini dile getirerek “Çalışmalar, Kıbrıs Rum Kesimi’nin sondaj platformunun kuzeyinde, G bölgesinde devam ediyor. Belirlenen hattın izlenmesiyle platform bölgesine zaman zaman yaklaşılıyor. Ekibimiz, hiçbir aksilikle karşılaşmadan çalışmalarını sürdürüyor. Çalışmaların, hava şartlarının uygun olması durumunda, pazartesi akşamı sona ermesi planlanıyor” dedi. Türk araştırma gemisinin 5 Ekim’de çalışmalarını tamamlayacağını yazan Rum basını ise, Piri Reis’in petrol veya doğalgaz rezervine rastlaması durumunda bir hafta sonra yeniden aynı bölgeye gönderileceğini ifade etti.

Gelinlikle Hasdal’a gitti, paşaları ağlattı

Balyoz tutuklusu Tuğamiral Çakmak’ın kızı Tuğçe Çakmak, önceki gün evlendi.

Nikahın ardından babasının elini öpmek için gelinliğiyle Hasdal Askeri Cezaevi’ne gitti. Baba-kızın hasretle sarılması cezaevindeki 56 paşayı da duygulandırdı

Balyoz davası kapsamında Hasdal Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Deniz Kuvvetleri Harekat Başkan Yardımcısı Tuğamiral Cem Aziz Çakmak’ın kızı Tuğçe Çakmak, önceki gün dünya evine girdi. Nisan ayındaki nikahını babasının tutukluluğu gerekçesiyle ileri bir tarihe erteleyen Çakmak, Üsküdar Evlendirme Dairesi’nde dünyaevine girdi. Kalabalık bir davetli grubunun katılımıyla gerçekleşen nikah törenine gidemeyen Tuğamiral Çakmak, kızının nikahına büyük bir çelenk gönderdi. Kırmızı ve beyaz karanfillerden yapılan çelengin ortasında ise, kocaman bir denizci çapası işareti vardı. Nikah memurunun geline babasının adını sorduğu zaman genç kız “Cem Aziz Çakmak” diye yanıt verince, salondaki davetliler ayağa kalkarak alkışladı.

Komutanlar karşıladı

Sade nikah töreninin ardından yeni evli çift, babaları Cem Aziz Çakmak’ın elini öpmek için Hasdal Askeri Cezaevi’nin yolunu tuttu. Gelinliğiyle Hasdal’a giden Tuğçe Çakmak’ı, cezaevinde tutuklu bulunan 56 general ve amiral ile askerler karşılıklı sıralanarak karşıladı. Komutanların karşılıklı ellerini birleştirerek yaptıkları koridorun altından geçerek kendisine gelen kızını ve damadını gören Tuğamiral Çakmak’ın ise gözyaşlarına hakim olamadığı öğrenildi. Cezaevinde bulunan diğer komutanlar da yaşanan duygulu anların ardından gözyaşlarına boğuldu. Kızına sarılan Çakmak’ın, “Biz, dışarda veya içerde olalım, hiçbir şey fark etmez! Dimdik ayaktayız! Önemli olan Türkiye’dir” dediği öğrenildi.

‘ABD olmadan Kandil’e operasyon yapmak zor!’

Genelkurmay eski Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ “Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığını ortadan kaldırmadan PKK terör örgütü belasından kurtulunması bana göre mümkün değil. Kandil’e operasyon yapılabilir, Kandil temizlenebilir. Ama ABD yetkililerinin koordine etmediği bir operasyon zor” dedi

Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, dün akşam katıldığı 32’nci Gün programında gündeme ilişkin Mehmet Ali Birand’ın sorularını yanıtladı. İşte Başbuğ’un açıklamalarından satır başları:

TANIKLIK YAPACAĞIM (İnternet Andıcı Davası’nda tanıklık yapıp yapmayacağı sorusu üzerine) Tanık olarak ifademe başvurulmasını talep ettiler. Böyle bir talep mahkemeden gelirse tabii ki gideceğim.

PKK ŞANSLI BİR ÖRGÜT PKK terör örgütü şanslı bir örgüt. Çünkü konjonktürel şartlardan hep lehine gelişen ve istifade eden bir örgüt. Kürtler PKK’ya tavır almalı. Toplumun teröre karşı alacağı tavır çok önemli. Özellikle terörün yoğun olduğu bölgedeki toplumun teröre tepki alması lazım. Demokratik bir tavır almaları lazım.

PROPAGANDADA ÜSTÜNLER Terör örgütleriye görüşme, siyasi otoritenin vereceği karara bağlıdır. Siyasi otorite görüşmeyi uygun görürse uygulayabilir. Ama riskli bir konu. Devlet zaten direkt olarak görüşmüyor. Dolaylı yoldan kurumlar üzerinden götürüyor. Veya üçüncü bir taraf üzerinden götürüyor. Görüşmelerin gizliliği önemli. Görüşmeye zarar verememek lazım. İstihbarat en zor alandır. İstihbaratta tabii ki eksikliklerimiz olabiliyor. Propaganda da teröristler maalesef daha üstün gözüküyor.

ABD KOORDİNE ETMELİ Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığının ortadan kaldırmadan PKK terör örgütü belasından kurtulunması bana göre mümkün değil. Kandil’e operasyon yapılabilir, Kandil temizlenebilir. ABD yetkililerinin koordine etmediği bir operasyon zor.

BAŞBAKAN’LA İLİŞKİMİZ İYİYDİ Benim dönemimde Sayın Başbakan’la ilişkilerimiz gayet sağlıklıydı. Ve diyaloğa açık bir süreç götürdük. Her dönemin zorlukları olabilir. Bir asker için Genelkurmay Başkanlığı en büyük makam, en şerefli makam. Zorluklar önemli değil. Zorluklar aşılmak üzere vardır. Ben geleceğe yoğunlaşmayı tercih eden bir yapıya sahibim. Geçmişi pek aramıyorum. Emeklilik de hayatın bir parçası.

BBG EVİ GİBİ İZLENMEZ (Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın ‘PKK kamplarını BBG evi gibi izliyoruz’ sözlerinin hatırlatılması üzerine) Bu mümkün değil. Bu sahip olduğunuz insansız hava araçlarının sayısıyla ilgili olan bir konu. Aynı anda bütün Kuzey Irak’ı TV ekranında görmeniz mümkün değil. Belirli bölgeleri elbette izleyebilirsiniz. Ama hava şartları insansız hava araçlarının kullanımını etkiliyor.

HER ORDU HATA YAPAR (Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Işık Koşaner’in internete düşen ses kaydıyla ilgili birsoru üzerine) Her olayda hatalar olabilir. TSK’nın hataları olabilir. Dünyada her ordu hata yapabiliyor. Önemli olan bunu asgariye indirmek. Dolayısıyla ilgili komutanların, hatalar üzerine özeleştiri yapması doğal. Ancak bir kaç hata nedeniyle bütün Silahlı Kuvvetler’in hatalarla dolu olduğunu söyleyemeyiz.

TERFİLER KOMUTANA BIRAKILMALI (‘Sivil otorite terfilere artık karışmak istiyor’ iddiasıyla ilgili) Yasalarımızda her şey çizili. Burada karşılıklı güven önemli. Personeli en iyi tanıyacak komutana bunun bırakılması gerekir.

TSK BAKANLIĞA BAĞLANMALI MI Benim zamanımda gündeme gelmedi. O konuya hiç girmeyelim.

KİTAP YAZDI
İlker Başbuğ emeklilik günlerinde boş durmadı. ‘Terör Örgütlerinin Sonu’ adını verdiği bir kitap yazdı. O kitap üzerinden tırmanan teröre değindi. Nasıl bitirilir onu anlattı.

Şırnak'ta çatışma: 5 asker yaralı!

Şırna’ın Beytüşşebap İlçesi’nde PKK’lı teröristlerin mayınlı tuzağın ardından uzun namlulu silahlarla düzenlediği saldırıda 5 asker yaralandı. Teröristlerin saldırıyı, yola döşedikleri mayını askeri aracın geçişi sırasında uzaktan kumanda ile patlattıktan sonra askerlere ateş açarak düzenlediği ortaya çıktı.
ŞIRNAK’ın Beytüşşebap İlçesi’nde güvenlik güçlerine pusu kuran PKK’lı teröristlerin açtığı ateşte ilk bilgilere 5 asker yaralandı.

Beytüşşebap yakınlarında İkinci Mevkii adı verilen bölgede PKK’lı teröristler güvenlik güçlerine pusu kurdu. Teröristler, saat 22.00 sıralarında bölgeden geçiş yapan güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla yaylım ateşi açtı. Açılan ilk ateşte ilk bilgilere göre 5 asker yaralandı. Diğer askerlerin karşılık vermesiyle çatışma çıktı. Bölgeye askerler sevk edilerek teröristler yoğun ateş altına alındı. Bu arada Beytüşşebap Jandarma Komutanlığı’ndan Kato Dağı’nda bulunduğu belirlenen bir grup terörist de yoğun top ateşi altına alındı. Top sesleri ilçe merkezinden duyuldu.

Çatışmada yaralanan 5 asker Beytüşşebap Devlet Hastanesi’ne getirilerek tedaviye alındı. Sağlık durumları hakkında henüz bilgi alınmayan askerlerin helikopterle Şırnak Asker Hastanesi’ne sevk edileceği öğrenildi.

29 Eylül 2011 Perşembe

Jetler Hakurk'u bombaladı

IRAK Devlet Başkanı Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) internet sitesi, Türk savaş uçaklarının bugün Kuzey Irak’taki PKK’nın Hakurk ve Hinere kaplarını bombadığını öne sürdü.

KYB’nin resmi internet sitesi PukMedia.com, Türk savaş uçaklarının bu sabah PKK kamplarının bulunduğu Türkiye sınırına yakın bölgede bulunan Hınere ve Hakurk bölgelerini bombaladığını öne sürdü. Site, Türk savaş uçaklarının, dün akşam saat 17.20 ile 20.00 saatlerinde de yine aynı bölgeyi bombaladığı iddialarına ekledi.

PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarına yönelik hava operasyonlarının merkezi konumunda bulunan Diyarbakır 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığında bugün sabah saatlerinde başlayan uçak hareketliliği devam ediyor. 8’inci Ana Jet Üssü’nden bugün 11.00 ile 13.30 saatleri arasında 4 savaş uçağı havalanarak Irak sınırına yöneldi.

Bakan Yılmaz: Gerekeni yaparız


Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, ''güvenlik güçlerimiz 'kara harekatı bu noktadan sonra gerekli' derlerse biz gerekeni yaparız'' dedi. 


     Bakan Yılmaz, Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen Niğde Tanıtım etkinliklerine gelişinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
     Son dönemlerde meydana gelen terör saldırılarına ilişkin sorular üzerine Yılmaz, vahşette sınır olmadığının en güzel örneğini Batman'daki olayın gösterdiğini ifade etti.
     Terörün varabileceği hiçbir yerin bulunmadığını belirten Yılmaz, ''Bakın bir şeyler söylediler, bahane üreterek en azından meclise girmediler. Şimdi meclise giriyorlar mı? Meclise girmeden bir şey elde edilemeyeceğini gördüler'' diye konuştu.
     İsmet Yılmaz, şöyle konuştu:
     ''Bilin ki, bu teröre başvuranlar da terörle hiçbir sonuç alınamayacağını kesinlikle göreceklerdir. Ama bu gösterdi ki Mehmet Akif'in Çanakkale Şehitleri şiirindeki bir tanımlaması var. Dolayısıyla da 'Vahşette tek, dilleri farklı, dinleri farklı, renkleri farklı' der. Ama tek şey denk; O da vahşetleri denk. Bu durum onların ne kadar bir vahşete bulaştığını gösterir.
     Türkiye Cumhuriyeti'nin kararlılığı, zerre kadar sarsılmaz. Bu dönemdeki teröre karşı kararlılığımız devam ettiği sürece bunların alabileceği hiç bir şey yoktur. Sabretmemiz lazım. Terörle mücadele güçtür, zordur, uzun bir süreç işidir. Bir anda da olmaz. Ama inşallah milletimizin hem duasını hem de desteğini bekliyoruz.''
     Bakan Yılmaz, bir gazetecinin kara harekatına ilişkin bir gelişmenin olup olmadığını sorması üzerine, ''Biliyorsunuz biz tezkerenin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin tezkereyi gönderdik, Bakanlar Kurulu kararıyla meclise sunuldu. Güvenlik güçlerimiz, 'kara harekatı bu noktadan sonra gerekli' derlerse biz gerekeni yaparız'' karşılığını verdi.
     Bakan Yılmaz, gazetecilerin gündeme ilişkin diğer sorularını yanıtsız bıraktı.

YAŞ mağdurlarının eşlerine başörtüsü engeli

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)'nden, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla atılan askeri personel Anayasa'da yapılan değişikliğin ardından haklarına kavuşmaya başladı. Ancak YAŞ mağdurları bu sefer de askeri tesislerden faydalanılması için verilen kart engeli ile karşılaştı. Askerlik Şubesi'ne ailece başvurarak tanıtma kartı almak isteyen askeri personelin eşlerine başörtülü oldukları gerekçesiyle kart verilmedi. Aile fertlerinin tamamına verilen tanıtma kartları başörtülü eşler ile kız çocuklarına verilmedi.
 
TSK'da jandarma üstçavuş olarak görev yapan Abdullah Kaplan, 1999 yılında YAŞ kararıyla ordudan atıldı. 12 yıl sonra Anayasa'da yapılan değişiklikle hakları geri iade edilen Kaplan, kendisi ve aile fertleri için askeri tesislerden faydalanmak amacıyla kart başvurusunda bulundu. Kayseri Kocasinan Askerlik Şubesi'ne yaptığı başvuruda, kendisine kart verilirken eşine verilmedi. Kaplan, nedenini öğrenmek için sözlü olarak şubeye başvuruda bulundu. Şubedeki sorumlu kişiler, eşinin başörtülü olması gerekçesiyle kartın verilmediğini, başı açık yada başörtüsünün alttan bağlanmış olarak çekilen fotoğraf olması durumunda kartının verileceğini söyledi. Bu ifadeleri yazılı isteyen Kaplan, bir sonuç alamadı. Kart almaktan vazgeçen Kaplan, eşinin başörtülü olmasından dolayı ordudan atıldığını belirterek, kartı için de eşinin başörtüsünü açmayacağını söyledi. Abdullah Kaplan, bu haklarının gasp edilmemesini istedi.

Abdullah Kaplan'ın yaşadığı bu sorundan sonda Ahmet Balcı da tanıtım kartı ile ilgili taleplerini yazılı ve posta yoluyla yaptı. Ahmet Balcı, Hava Muhabere Kıdemli Üstçavuş rütbesindeyken 2000 yılında eşinin başörtülü olması nedeniyle ordudan atılmış. Ahmet Balcı, hakların iadesi çerçevesinde kartlarının verilmesini istedi. Ancak başörtülü olan eşi ve kızının kartları, 'Akıllı Kart Beyannamesi Doldurma Kılavuzu'nda belirtilen koşulların yerine getirilmemesi gerekçe gösterilerek verilmedi. Balcı'nın, Askerlik Şubesi Başkanı Personel Albay Selman Akdağ'dan imzalı aldığı yazıda, doldurdukları başvuru formundaki maddelerin gerekçe gösterildiğine dikkat çekti. Balcı, formun arkasındaki maddeler arasında, verilecek olan fotoğrafta baş kısımda şapka, kep ve benzeri aksesuarların olmayacağı ifadesinin yer aldığını belirtti.

Bu kartların kendilerine bir katkısı olmayacağını anlatan Balcı, ancak hakların iadesi noktasında ellerinden alınan bu kartların yeniden verilmesi için girişimleri olduğunu ifade etti. Halen yasakların devam ettiğini ve bu yasakların ortadan kalkmasını istediklerini anlattı.

İşte TOKİ'nin Yaptığı Yeni Karakollar

TOKİ, Güney Doğu dağlarındaki 250 sınır karakolunun hepsini yeni baştan inşa ediyor. 10’u teslim edildi, 150’sinin inşaatı sürüyor
Terör örgütü PKK’nın ilk eylemlerini gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli baskınlarının üzerinden 27 yıl geçti.
Bu süreçte Güneydoğu’daki karakollara yönelik saldırılarda yüzlerce askerimiz şehit düştü.
Son olarak geçtiğimiz hafta Siirt’teki Belenoluk Karakolu’na yapılan baskın girişiminde 6 vatan evlatı daha katledildi.
Ardı arkası kesilmeyen saldırılar üzerine hükümet geçtiğimiz yıl, bütün sınır karakollarının yenilenmesi kararını vermişti.
Bu görevi de Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) üstlendi.
Projeleri Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hazırlanan 250 karakoldan 152’sinin inşaatına başlandı.
Yapımı tamamlanan 10 karakol sessiz sedasız Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim edildi.
Yeni sınır karakolları Genelkurmay Başkanlığı’nın talepleri doğrultusunda H tipi şeklinde projelendirildi.
q2.20110929084756.jpg
Karakollar özellikle bölgeye en hakim tepe noktalarına yapılıyor. 80 santim kalınlığındaki dış duvarlar havan ve roket saldırılarına karşı güçlendirilmiş malzemeyle inşa ediliyor. Binaların çatısı havan toplarına karşı dayanıklı, dış kapıların tamamı çelik, pencereler de kurşun geçirmez camla kaplı. Karakolun dışı da üç aşamalı özel betonarme duvarlarla çevriliyor. Yatakhane ve yemekhane gibi askerlerin toplu olarak bulunduğu bölümler karakolun tam ortasında yeralıyor. Depolarda bir hafta yetecek kadar yiyecek-içecek ve cephane mevcut.

ASKERE SÜPER GÜVENLİK
Karakollarda Mehmetçiğin güvenliği için ne gerekiyorsa düşünülmüş. 12 metre yüksekliğindeki kuleler nöbet tutan askerleri, taciz atışı ve keskin nişancı tehlikesine karşı korumak için özel tasarlandı. Askerler nöbet mevzilerine açık alandan değil, yeraltından tüneller aracılığıyla ulaşıyor. Karakol çevresinin emniyeti ise Aselsan tarafından geliştirilen “izci” adı verilen uzaktan kumandalı robot araçlarla sağlanıyor. 8 kilometreyi rahatlıkla görebilen elektronik ateşleme sistemli termal kameralar 7 gün 24 saat çalışıyor. Hareket eden bütün cisimler, hatta kuşlar bile izlenebiliyor.
2.20110929084708.jpg
BU TABLO 27 YIL SONRA DEĞİŞTİ
PKK, 27 yıl boyunca Aktütün ve Dağlıca gibi sınır karakollarına yaptığı saldırılarda yüzlerce askerimizi şehit etti. Güvenlik açısından yetersiz olan bu karakollar artık TOKİ sayesinde bir kaleden farksız olacak.

Helikopter düştü mü, düşürüldü mü? / Mümtazer Türköne


Birtakım askerî personelin, helikopterin, üstünden geçen savaş uçağının türbülansı ile düştüğünü saklamak için bazı delilleri gizledikleri giderek netlik kazanıyor.

Cumhurbaşkanı'nın basına verdiği görüntüler, kaybolan cihazların askerler tarafından sökülüp götürüldüğünün delili. Bu cihazlar kaza kırım ekibinden ve yürütülen soruşturmalardan gizlendi. Öbür taraftan tam da helikopterin düştüğü sırada 4,5 dakika süreyle askerî radarın arızalandığı ve görüntülerin olmadığı kayıtlara girmişti. Askerler açıkça bir şeyleri gizliyor. Gizlenen bir suikast mı, yoksa TSK'ya ait açık ve ağır bir kusur mu? Kusur dediğimiz ancak şöyle bir şey olmalı: Hiç yapılmaması gereken, kurallara aykırı bir işi yapmak ve bu eylemin sonucu olarak beş kişinin hayatını kaybetmesine taksiren yol açmak. Sonra da bu kusuru gizlemek için radar görüntülerini ortadan kaldırmak ve helikopterin kayıt cihazlarını söküp götürmek.

Suikast mı, kusur mu? Suikasta dair kesin bir bulguya ulaşana kadar ben hâlâ bu olayı bir kaza olarak değerlendirmekten yanayım. Bu değerlendirmenin iki sebebi var. Birincisi suikast olduğu kanıtlanırsa, ortaya çok vahim sonuçlar çıkar. Birçok şey yeniden gözden geçirilir. Her şey sil baştan yapılır. Birkaç kafanın, gözün yarılıp, battal olmasıyla mesele kapanmaz. Bu işin hesabı bir kan davasına döner. Kimse bu hesabı veremez. Çünkü bu hesap bitmez. Suikastı planlayanlar, icra edenler ve sonra da delilleri karartarak bu işe ortak olanlar ne bu dünyada ne de öbür dünyada huzur bulamaz. Bu işi yaparken giydikleri üniformalar, içinde saklandıkları kurumlar başlarına yıkılır. Öyle bir yıkılır ki geride pek bir şey kalmaz. İşte bu yüzden, bu sonuçlara bakarak, bu meş'um işlerin planlandığı ve icra edildiği kadar kötü bir ordumuz olamayacağına dayanarak, suikast ihtimalinin kanıtlanana kadar öne sürülmemesi gerektiğini düşünüyorum.

İkincisi, birincisini tamamlıyor. Bu işin suikast olabilmesi için bu meş'um işlerin planlanıp icra edildiği fesat yuvası olmanın yanında ordumuzun bu kadar ince işleri becerecek yetenekte elemanlarının ve donanımının olması lâzım. Muhsin Yazıcıoğlu'na suikast planlayacak, bu iş için de bir savaş uçağını kullanacaksınız. Öncesinde helikopterin kalkış saatini ve güzergâhını bileceksiniz. Sonrasında radar kayıtlarının silinmesini, helikopterdeki cihazları söküp almayı gerçekleştireceksiniz. Üstelik, her ihtimale karşı aramaları yanlış yere yönlendirip enkaza geç ulaşılmasını sağlayacaksınız. Bütün bunları koordineli biçimde gerçekleştirecek donanıma sahip bir ordumuz varsa, suikast yerine darbe yapardı. Darbe planlarını bile gizlemekten aciz adamlar böyle bir suikastı nasıl icra edecekler? Üstelik 2009 yılında.

Helikopterin düşmesi ile ilgili kanaatim, başından itibaren bir kaza olduğu yönünde. Şimdi bu kazaya taksiren askerlerin yol açtığı iddiası kuvvetleniyor. Sonrasında helikopterin yanlış yerlerde aranmasında beceriksizliğin ötesinde kasıt da olabilir. Birilerinin kazadan sonra nefretlerini kusup ve kaza yerine ulaşılmasını engellemek adına ekipleri kasten yanlış yönlendirmesi de mümkün. Bu ihtimalin de ortaya çıkartılması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlar aydınlatıcı ve yol gösterici: 'Cinayet de diyemeyiz... Yanlışlardan, hatalardan kaçmak için olabilir' sözleri şu an vardığımız noktayı özetliyor.

Artık Genelkurmay bir açıklama yapacak, daha ötesi kendisi harekete geçerek kamuoyunu aydınlatacak. Zihnimizde hiçbir şüphe ve endişe kalmayacak. Yoksa? 'Yoksa'nın ağırlığı altında herkes ezilir.
Bu ülkede hiçbir şey gizli kalmıyor. Gerçekler bir bir ortaya çıkıyor. Biz de sabırla bekleyeceğiz. Ya sonuçta suikast olduğu ortaya çıkarsa? Ben şahsen o ihtimal kesinleşene kadar susmaktan yanayım. Hele bir kesinleşsin. O zaman Muhsin Başkan'ın hatırası için hepimizin yapacağı bir şeyler bulunur.

Kısaca İsrail donanması... / Fikret Ertan


Birkaç yıl öncesine kadar Akdeniz'de Amerika ile birlikte ortak arama-kurtarma tatbikatları yaptığımız İsrail donanması ile hasmane bir şekilde karşı karşıya gelebileceğimiz kimin aklına gelirdi?
Herhalde hiç kimsenin. Ama artık bu ihtimal ortaya çıkmış bulunuyor. Son yıllarda iki ülke arasında bozulmakta olan ilişkilere son noktayı koyan, bu ilişkilerin bugünkü neredeyse onarılmaz duruma gelmesinde belirleyici rol oynayan da yine akla gelmeyen bir elim deniz saldırısıydı.
Herkesin bildiği gibi bu menfur saldırı İsrail donanmasının gerçekleştirdiği Mavi Marmara saldırısıydı. 31 Mayıs 2010 günü gerçekleşen bu resmi korsan saldırısında İsrail donanmasının Lahav ve Hanit adlı muhripleri en büyük rolü oynamışlardı. Bunlara ilaveten bir güdümlü bir füze hücumbotu ve Zodiac tipi sürat botları da bu saldırıda yer almışlardı.

Lahav ve Hanit, İsrail donanmasının mevcut 3 muhribinden ikisi. Üçüncüsü de Eylat muhribi. Bunlar İsrail Sa'ar tipi ve Amerikan Northrop Grumman tersanelerinde inşa edilmiş en modern silah, füze, elektronik savaş donanımları ile mücehhez, helikopter taşıyan yaklaşık 1200 tonluk savaş gemileri. Bunlarla ileride bizim donanmanın karşı karşıya gelmesi de bugünkü şartlarda ihtimal dışı değil.
İsrail donanması bu muhriplere ilaveten başka tür gemilere de sahip bulunuyor. Bunlar saldırı amaçlı 10 güdümlü füze hücumbotu, 42 devriye gemisi ya da hücumbotu, 3 Alman yapımı Dolphin sınıfı denizaltı, 6 destek gemisi ve diğer gemiler. Bu donanmanın kendine ait hava gücü bulunmuyor; hava desteği ihtiyacını İsrail hava kuvvetleri sağlıyor.

İsrail'in kuruluşu olan 1948 yılında sahneye çıkan İsrail donanması, İsrail'in yaptığı bütün savaşlarda ve operasyonlarda şu veya bu şekilde görev yapmış bulunuyor. 1948 kuruluş dönemi, 1967 Savaşı, 1967 Savaşı sonrası 'yıpratma savaşı ya da süreci' denen dönem, 1973 Ramazan Savaşı, 1982 Lübnan Savaşı ve sonrası dönem, 2006 İkinci Lübnan Savaşı, Gazze Ablukası, 2009-2010 Gazze Dökme Kurşun Operasyonu bunlar...

Donanmanın bu savaş ve operasyonlardaki rolü de daha çok seçilen kıyı ya da kara hedeflerini denizden bombardımana tabi tutmak olarak görülebilir. Ancak bu donanmanın hasım donanmalarla karşı karşıya gelmediği, bunlarda deniz muharebeleri yapmadığı anlamına da gelmez. Nitekim, bu muharebelerin en önemlilerinden biri 1973 Savaşı sırasında Akdeniz'de Suriye'nin Lazkiye Limanı açıklarında meydana gelmiş ve İsrail donanması birkaç Suriye gemisini kayba uğramadan batırmıştı. Aynı dönemde İsrail donanması Mısır ve Suriye'ye ait 14 savaş gemisini saf dışı edebilmişti.

Bütün bu muharebelerde İsrail sadece iki kayba uğramıştı. Bunlardan ilki 1967 Savaşı'nı takip eden 'yıpratma savaşı' denen dönemde 21 Ekim 1967 günü Elyat adlı destroyerini Mısır balistik füze hücumbotlarından atılan 4 adet SS-N-2 Rus yapımı Styx adlı füzelerle kaybetmiş, Elyat denizin dibini boylamıştı. İkinci ve son büyük kaybını ise 2006 İkinci Lübnan Savaşı sırasında yaşamıştı. Bu defa Hizbullah, sahilden attığı Çin yapımı C-802 füzeleriyle Hanit adlı muhribi vurmayı başarmış, muhrip batmamış ancak yara almıştı. Daha sonra onarılan bu muhrip bugün Mavi Marmara'da olduğu gibi halen görev yapıyor.
İsrail donanması bugün üç sahada görev yapıyor: Doğu Akdeniz, Akabe Körfezi ve Kızıldeniz. Denizaltıları özellikle zaman zaman Kızıldeniz'e çıkıyor, İran'a mesaj gönderiyor. İsrail ayrıca bugün 3 adet olan denizaltı miktarını iki yıl içinde yeni siparişlerle 5'e, daha sonra da 6'ya çıkarmayı planlıyor. Bunları da ötekileri olduğu gibi Almanya sağlayacak.

İsrail donanması hakkından kısaca bunlar söylenebilir. Akdeniz'de seyrüsefer güvenliğine katkı sağlayacağını, bu sularda savaş gemileriyle varlık göstereceğini açıklayan ve son Güney Kıbrıs sondajları vesilesiyle artık Doğu Akdeniz'e daha çok ilgi göstereceği mesajını veren Türkiye, bir gün karşı karşıya gelmesi söz konusu olan İsrail donanmasını, kabiliyet ve gücünü bugünden dikkate almalı, gereken değerlendirmeleri yapmalı ve elbette İsrail donanmasını hafife almamalıdır. Ayrıca, bu donanmaya her zaman yakın mesafeden destek verecek olan hava gücünü de unutmamalıdır. İsrail donanmasının kendi üslerine çok yakın durumda hareket ettiği, hava ve diğer destekleri almasının çok kolay olduğu da akılda tutulmalıdır.

İsrail ve Türkiye umarız denizde karşı karşıya hiç gelmezler. Ancak, açıklanan politikalara bakıldığında gelme ihtimali de elbette düşük de olsa söz konusu. Bu çerçevede bazı konuları şimdiden bilmek, ona göre hareket etmek gerekiyor.

YAŞ mağdurlarının sevinci, dosya krizine takıldı

Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) atılan askerî personelden çoğu anayasa değişikliği ile kavuştukları haklarından faydalanamıyor.
 
Devlet Personel Başkanlığı'nın kamu kurumlarına atadığı YAŞ mağdurları, isimleri bildirilmesine rağmen Milli Savunma Bakanlığı'ndan dosyaları gelmediği için işbaşı yapamıyor. TSK'da helikopter teknisyeni olarak görev yapan Mehmet Aslan, 1999 yılında 'disiplinsizlik' suçlamasıyla ordudan ihraç edildi. Aslan, 12 Eylül tarihinde yapılan referandum sonrasında Anayasa'da yapılan değişiklikle haklarına yeniden kavuştu ve Sağlık Bakanlığı'na ataması yapıldı. Ancak yeni görevine başlayamadı. Aslan, konu ile ilgili Milli Savunma Bakanlığı ile görüştü. Yetkililer Aslan'a "Elimizde 600-700 dosya var. Dosyalar en az 3-4 ay sonra gönderilebilir." cevabı verdi.

Sağlık Bakanlığı'na ataması yapılan Ahmet Balcı da 2000 yılında eşi başörtülü olduğu gerekçesi ile ordudan atıldı. Bir aydır bakanlıkta işe başlamak için bekleyen Balcı'ya Milli Savunma Bakanlığı'ndan "Dosya bizde değil." cevabı gelmiş. 'Tarikat üyesi' olduğu gerekçesiyle ordudan atılan Abdullah Kaplan'ın ataması da bir ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na yapıldı. Ancak Bakanlık'tan, atama yazısının geldiği fakat dosyası olmadığı için bekletildiği cevabı verildi.

Kaza bölgesinde görev yapan 51 askerin isimleri belli oldu

Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopterin enkazına müdahale eden askerlerin, bazı parçaları söküp götürdüğünün ortaya çıkması, olayla ilgili soruşturmanın seyrini değiştirdi. Kaza bölgesinde görev yapan 51 askerî personelin isimlerini tespit eden savcılık, muhtemel delillerin ve olaya karışan kişilerin bulunması için 5 ilde eşzamanlı operasyon başlattı.
 
Zaman'ın, merhum Muhsin Yazı-cıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopterdeki kayıp cihazların sökülme görüntülerini yayınlaması Türkiye gündemine oturdu. Aralarında, helikopterin beynini söken subayların da bulunduğu enkaza müdahale eden askerî personelin kimlik bilgileri ortaya çıktı. Bunun üzerine 5 ilde Terörle Mücadele ekipleri tarafından eşzamanlı operasyon başlatılırken, söz konusu isimlerin arandığı açıklandı. Edinilen bilgiye göre, söz konusu personel Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı Dağcılık Timi ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı ekibi.

20 kişiden oluşan Dağcılık Timi'nde bir yarbay ve 3 yüzbaşı var. Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli de yine 20 kişi. Aralarında bir albay, 5 yüzbaşı, bir binbaşı ve bir üsteğmen de bulunuyor. Arama kurtarma faaliyetleri sırasında düşen Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na ait Sikorsky tipi helikopterin enkazını incelemek için bölgeye gelen Sikorsky kaza kırım heyetinde ise 7 kişi var. Ekipte bir albay ve bir yüzbaşı bulunuyor. Geri kalan 5 personel ise teknisyen başçavuş rütbesinde. Kaza kırım anket heyeti ise 4 kişiden oluşuyor. 2 yüzbaşı, bir binbaşı ve bir de teknisyen astsubay. Helikopterden parça söken askerlerin bu 51 isim arasında yer aldığı dile getiriliyor. Tespit edilen isimler arasında Pilot Albay S.Y., Pilot Albay M.E., Jandarma Yarbay D.K., Pilot Binbaşı İ.T. ve Pilot Binbaşı M.Ç. de yer alıyor.

Zaman'ın daha önce yayımladığı görüntülerde iki askerin helikopter enkazından bir parça söktükleri görülüyordu. Söz konusu görüntüler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, 'meçhul bir subay'ın mektubuyla birlikte ulaştı. Cumhurbaşkanlığı makamına yazılan ve imza taşımayan mektubun ilişiğinde, helikopterin enkazında özel tornavidalarla bir parça söken kişinin görüntüleri yollandı. Gül'ün 'helikopterin beyni' olarak nitelendirdiği parçaların Argus 5000 CE ve SKYMAP IIIC cihazları olabileceği kaydediliyor. Cumhurbaşkanı, olayı hatırlatarak, "Helikopterin beynini keçiler sökmedi." demişti.

Bu donanım, helikopterin hangi noktalar arasında uçtuğunu, irtifa bilgilerini ve hızını kaydediyor. Her iki cihaz da kazanın ardından 29 Mart 2009 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı Kaza Soruşturma Kurulu tarafından olay yerinde görüntülenmişti. Fakat 2 gün sonra olay yerinde çekilen fotoğraflarda cihazlar yerinde yoktu. Cihazlar iki yıldır kayıp. Helikopterden parça söken askerlerin bu 51 isim arasında yer aldığı dile getiriliyor. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) kamuoyuna yansıyan raporunda, enkazda bulunamayan cihazlarla ilgili önemli tespitler yer almıştı. Tespitler rapora şöyle yansımıştı: "Cihazların 31.3.2009 günü öğle saatleri arasında yok olduğu/çalındığı anlaşılmıştır. Bölgede saat 17.00'ye kadar çalışmalarını sürdüren Kara Kuvvetleri'ne ait Sikorsky helikopterin kaza kırım heyetinde yer alan bazı personelin TC-HEK işaretli helikopter enkazı üzerinde çalışma yaptığı görülmüştür. Başta Sikorsky helikopterin kaza kırım heyeti olmak üzere tüm şüpheliler hakkında soruşturma yapılması önerilmektedir."

DDK raporunda ayrıca bölgedeki Doğal Afet Arama Kurtarma (DAK) ve Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı (JOAK) timlerine de yer verilmişti. Raporda şu ifadeler yer almıştı: "Kaza mahallinde yakılarak kısmen yok edilen helikoptere ait bazı parça ve atıkların, 28.3.2009 günü bölgede bulunan DAK timi ve daha sonra oraya ulaşan ve gece orada kalan Ankara JOAK Dağcılık Timi tarafından yakılmış olabileceği anlaşılmıştır." Raporda ceride kayıtlarından yola çıkılarak şu bilgiler yer almıştı: "Dokuz kişilik DAK Timi'nin saat 10.20'de helikopter ile enkaz bölgesine indirildiği, ikinci helikopterin ise ekipleri indirirken kuyruk kısmından kırıma uğradığı ve olay bölgesinde kaldığı, ölü ve yaralı olmadığı, DAK Timi yanında olay bölgesinde bir GKK ile üç komando olmak üzere 13 kişinin helikopter enkazının yanında olduğu bilgisi verilmiştir."

GATA doktorlarına da muayenehane yasağı

Üniversite hastanelerinde çalışan hekimlere muayehane yasağı getiren Tam Gün Yasası’nın, askeri hekimleri de kapsadığı ortaya çıktı. Tam Gün Yasası, Gülhane Askeri Tıp Akademileri’nde görevli olan ve muayenehanecilik yapan doktorlara sivil hasta yasağı getirdi. Muayenehanesi olan doktorlar sadece askeri hastanede yatan er, erbaş ve askeri öğrencilere bakabilecek. Yasa ile askeri hekimlerin muayenehane açma kriterleri de değişti. Eskiden çalıştıkları hastanenin ana bilim dalı başkanının onayıyla muayenehane açabilen askeri hekimler, artık Genelkurmay Başkanı’nın onayı olmadan muayenehane açamayacaklar.

Denizcilerden zehir zemberek mektup

Hasdal, Silivri ve Maltepe cezaevlerinde tutuklu bulunan denizciler, 27 Eylül Preveze Deniz Zaferi’nin Yıldönömü ve Deniz Kuvvetleri Günü’nü kutlayan zehir zemberek bir mektuba imza attı. Mektup, “Hasdal-Silivri-Maltepe Sürgünü Denizciler” imzasıyla, Ağır Ceza Mahkemeleri’nde görülen çeşitli davalar kapsamında tutuklu ya da sanık durumunda bulunan subay ve astsubay aileleri tarafından oluşturulan “Vardiya Bizde Platformu”na gönderildi. Tutuklu denizciler, mektuplarında, 2008 yılından bu yana Hükümet ve parlamentonun gözü önünde Cumhuriyet Donanmasına emperyal bir kurguya dayalı saldırıya geçildiğini iddia etti. Mektupta, “Dış destekli olduğu artık ayyuka çıkan sahte davalar ile Cumhuriyet donanmasının 25 muharip amirali; sayıları 70’i bulan en seçkin komodor, albayları ile firkateyn, hücumbot, denizaltı komutanları ve sat komandoları, helikopter ve deniz karakol uçağı pilotları 50 kuruşluk sahte CD’ler ve sahte deliller ile Hasdal’da, Silivri’de ve Maltepe’de kendi ülkelerinde tutsak edilmişlerdir” denildi.

Sikorsky’ye bombalı tuzak

PKK’lı teröristler önceki gece Tunceli- Erzincan karayolunu kesti. Teröristler araçları durdurup, içindekilerin kimliklerine baktı. Teröristler, 2 akaryakıt tankerini de bölgede bulunan bir çığ tüneli içine götürüp, ateşe vererek yaktı. Daha sonra köy korucusu İsmail Gürbüz’ü yanlarına alarak dağlık alana kaçtı. Korucunun kurtarılması için başlatılan operasyonlar sırasında, komandoları indiren Sikorsky helikopterin iniş alanına döşenen patlayıcı, uzaktan kumandayla patlatıldı. Helikopterin kalkışından hemen sonra meydana gelen patlamada, 1 asker yaralandı. Bir başka patlayıcı da Kobra helikopterden yapılan atışla patlatılarak imha edildi.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Helikopter kazasında şok gözaltı kararları

Helikopter kazasında şok gözaltı kararları

Eski BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile 5 kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasıyla ilgili soruşturmayı yürüten Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının talebiyle başlatılan aramalar kapsamında, 10'un üzerinde kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldığı öğrenildi.

Malatya'da 3 askeri personele ait lojman ve ofisteki  aramalar, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı İsmail Aksoy'un gözetiminde devam  ediyor.

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın talimatıyla başlatılan aramalar  kapsamında, 5 kente yapılan operasyonların ardından 10'un üzerinde kişinin  gözaltına alınmasıyla ilgili karar alındığı, bunlar arasında Malatya'daki 3  askeri personelin de bulunduğu bildirildi.

Öte yandan, 7. Ana Jet Üs Komutanı Tuğgeneral Mustafa Avcı, Malatya  Adliyesine gelerek Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığında yetkililerle bir süre  görüştü. Avcı, adliye çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtsız bıraktı.

İran'dan son bomba

İran, güdümlü nükleer füzelerle donatılmış gemilerini, ABD kara suları sınırının yakınına yollamayı planlıyor. İran deniz kuvvetlerinin, kıyı bölgeleri ve savaş gemilerini 200 kilometre uzaklıktan vurabilen kısa menzilli nükleer füzelerle donatıldığı haberi, bugün İran Savunma Bakanı Ahmet Vahidi tarafından açıklandı.

İrandan son bomba
Bakanlığın internet sitesinden yayımlanan bildiride, Vahidi, Devrim Muhafızları’na ait filonun ve ordu donanmasının, “Kader” isimli çok sayıda güdümlü nükleer füzeyle kuşandırıldığını belirtti.

Vahidi, füzelerin alçak irtifada uçtuğunu, yüksek tahribat gücüne sahip olduğunu ve normalden hafif yapısıyla hedefi tutturmada iyi performans sergilediğini ifade etti.

Kader füzeleri ilk olarak geçtiğimiz ay, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad tarafından görücüye çıkarılmıştı. Tamamen İranlı uzmanlar tarafından üretilen füzelerin, saldırı değil, savunma amaçlı kullanılacağı bildirildi.
Tarih verilmedi
Dün, İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Habibullah Sayari, gemilerini ABD kara sularına yakın bir yere mevzilendireceklerini açıkladı, ancak bunun için kesin bir tarih vermedi.

Sayari, “Kendi kara sularımızda ABD’nin yakın baskı ve tehdidiyle yüz yüze olduğumuza göre, biz de ABD’nin kara sularının yakınında güçlü bir varlık sergileyeceğiz” dedi. Deniz Kuvvetleri Komutanı, daha önce de 19 Temmuz’da, küçük bir donanmayı Atlantik okyanusuna göndereceklerini bildirmişti. İran, yabancı kara sularına donanmalarını yollamaya “güvelik tehdidi” gerekçesiyle geçen yıl başladı. Akdeniz’e ilk kez geçtiğimiz Şubat ayında, Süveyş Kanalı’nı kullanarak iki gemi yollamış, bu hareketi ABD ile İsrail’de tedirginlik yaratmıştı.

Kurmay Albay Özyurt'a tutuklama talebi

Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında Kurmay Albay Hasan Özyurt, tutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edildi.

Tutuklu komutandan ağabeyine veda!

Koramiral Deniz Cora, yaşamını yitiren ağabeyinin cenaze törenine katıldı


Tutuklu komutandan ağabeyine veda! AMİRALLERE Suikast Davası kapsamında Hasdal Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Koramiral Deniz Cora, önceki gün ölen ağabeyi Mehmet Yüksel Cora’nın cenazesine özel izinle katıldı.

Fenerbahçe Cami’ndeki törene Merkez Komutanlığı’na bağlı sivil bir araçla gelen Cora, ağabeyinin toprağa verileceği Yalova’ya da aynı araçla gitti.

Cenazeye, tutuklu Koramiral Cora’nın suikast düzenleyeceği iddia edilen emekli Oramiral Eşref Uğur Yiğit’in de katılması dikkat çekti.


Yaklaşık 10 gün önce Amirallere Suikast davasından tutuklu kardeşi Koramiral Deniz Cora’yı Hasdal Cezaevi’nde ziyaretinin ardından kalp krizi geçirerek, kaldırıldığı hastanede ölen Mehmet Yüksel Cora (60) için, Fenerbahçe Camii’nde öğleyin cenaze töreni düzenlendi. Törene özel izinle katılan, yanında sivil iki görevlinin bulunduğu Koramiral Cora, camiye Merkez Komutanlığı’na bağlı sivil bir araçla geldi. Araç camiye yakın bir yerde bekledi. Buradan yürüyerek camiye gelen Koramiral Cora, avluda taziyeleri kabul ederken, törene Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel, Donanma Komutanı Koramiral Nusret Güner, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Bülent Bostanoğlu da geldi. Koramiral Cora, muvazzaf komutanlarla sohbet ederken, Deniz Kuvvetleri eski Komutanları emekli Oramiral Eşref Uğur Yiğit ve Yener Karahanoğlu da törene katıldı. Taziyelerin ardından burada bir süre sohbet eden komutanlar, daha sonra birlikte cenaze namazına katıldı.
Ağabeyi Mehmet Yüksel Cora’nın tabutunu uzun süre taşıyan Koramiral Deniz Cora, basın mensuplarının sorularını yanıtsız bıraktı. Cenaze, toprağa verilmek üzere Yalvo’ya götürüldü. Koramiral Cora, daha sonra sivil görevlilerin eşliğinde kendisini bekleyen sivil plakalı otomobile binerek, cenazenin toprağa verileceği Yalova’ya hareket etti.

Mehmet Yüksel Cora’nın oğlu Tolga Cora, "Babam, Deniz amcamın eşiyle birlikte Hasdal Cezaevi’ne gitmişti. Çıkışta çok üzüldü ve aynı akşam hastaneye kaldırdık. O günden beri kaldığı hastanede hayatını kaybetti" dedi.
Öte yandan tutuklu gazeteci Doğan Yurdakul’un eşinin cenazesine cezaevi aracıyla getirilmesine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Bunlar kötü uygulamalar, üzüldüm gerçekten" diye tepki göstermişti.

Yazıcıoğlu Soruşturmasında Flaş Gelişme

Yazıcıoğlu soruşturması ile ilgili olarak bugün 5 ilde yapılan operasyonlarda 10'un üzerinde kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlar arasında muvazzaf subaylar da var.

İntihara kalkışan asker kurtarılamadı!

BİTLİS’in Tatvan İlçesi’nde intihar girişiminde bulunan ve arkadaşları tarafından son anda ipten alınan er 21 yaşındaki Selim Alıcı, tedavi gördüğü Bitlis Devlet Hastanesi’nde kurtarılamadı.

Bitlis Valiliği’nden yapılan yazılı açıklamada, Tatvan 10’uncu Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı’nda vatani görevini yaparken iki gün önce intihar girişiminde bulunan ve Bitlis Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alınan er Selim Alıcı’nın kurtarılamadığı belirtildi. Ordu’nun Ünye İlçesi nüfusuna kayıtlı Alıcı’nın cenazesi, ailesine teslim edilerek bugün memleketine gönderildi.

G.Kurmay Başkanı'ndan Sürpriz Ziyaret

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel beraberindeki kuvvet komutanları ile sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ve Kuvvet Komutanları İstanbul Valiliğini ziyaret etti. Vali Mutlu tarafından resmi törenle karşılanan Özel, valilik özel defterini imzaladı. Gazetecilerin kısa görüntü almasına izin verilirken, Vali Mutlu ve Orgeneral Özel ziyaretten duyduklarını memnuniyeti dile getirdi.
Görüşme sırasında İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu'ya bir plaket de veren Org. Necdet Özel, ziyaretin içeriği ile ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı.
Yaklaşık yarım saat süren görüşmenin ardından komutanlar yine resmi törenle uğurlandı.

Aselsan BM Baris Gücü birliklerinin kullanacagi haberlesme sistemleri için $4.08 mln siparis aldi.

Aselsan Elektronik , Birlesmis Milletler Baris Gücü birlikleri tarafindan Haiti ve Kongo operasyonlarinda kullanilmak üzere HF/VHF/UHF taktik haberlesme sistemleri ihtiyaci kapsaminda toplam 4.08 milyon dolar tutarinda siparis aldi.
KAP'a yapilan açiklamaya göre, 2011 yili içerisinde baslayacak teslimatlarin 2012 ilk yarisi içerisinde tamamlanmasi öngörülüyor.

Tunceli'de mayınlı tuzak: 4 asker yaralı

Tunceli Pülümür'de mayın araması yapan 4 asker, mayının patlaması sonucu ağır yaralandı. Yaralılar helikopterle Elazığ'a götürüldü.
PKK terör örgütüne mensup bir grup, dün gece Tunceli Pülümür karayolunun 45. kilometresinde yol kesti. Yoldan geçen araçları durduran teröristler, 5 aracı ateşe verdi ve 1 korucubaşını kaçırdı. Güvenlik birimlerinin kendilerini takip edeceğini tahmin eden teröristler, yola bombalı tuzak kurdu. Sabah saatlerinde Tunceli Pülümür yolundaki bombalı tuzakları imha etmeye giden askerler bir mayının patlaması sonucu yaralandı. Ağır yaralanan 4 askerin, ilk müdahale yapıldıktan sonra helikopterle Elazığ'a götürüldüğü öğrenildi. Bölgeye sevk edilen jandarma özel harekat timleri arama tarama faaliyetlerine devam ediyor. Yola kurulan tuzaklar sebebiyle Tunceli-Pülümür karayolu ulaşıma kapatılmış durumda. Gece yarısından bu yana yolun açılmasını bekleyen çok sayıda araç kilometrelerce araç konvoyu oluşturdu.

Tornavidadan sonra ilk baskın

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopter kazasıyla ilgili başlatılan soruşturmada bazı illerde aramalar başladı. İzmir'de de Merkez Komutanlığı'na bağlı bir adreste arama yapıldığı, aramaya polisin de nezaret ettiği öğrenildi

Tornavidadan sonra ilk baskın
BBP eski Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazasında ölümüyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında 5 ilde arama yapılıyor.
Soruşturmayı yürüten Malatya Özel Yetkili Savcılığı’nın talimatı ile bugün Malatya, Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya’da belirlenen adreslerde arama başlatıldı.
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile kazada hayatlarını kaybedenlerin yakınları geçtiğimiz günlerde Malatya Adliyesine gelerek soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Savcıyla yaklaşık 4 saat görüşmüşlerdi. Görüşme sonucunda BBP Genel Başkanı Destici, kaza sonrası helikopter enkazında cihazların kimin söktüğünü savcılığın tespit ettiğini söyleyip bu konuda savcılığın gerekli işlemleri başlattığını belirtmişti.
İzmir’deki aramanın Merkez Komutanlığı’na bağlı bir adreste polis nezaretinde yapıldığı belirtildi.

Koca Piri Reis adı üstünde kocamış, bu kadar da olmaz ki... / Lale KEMAL


Bizim silah sanayiimizin hali de, ‘bu kadar da olmaz, insaf’ dedirtecek cinsten. Bu türden isyankâr söylemler, Türkiye’nin, savaşvari politikaları ön plana çıkarttığında ortaya çıkıyor. Bülent Ecevit’in, yine ada bölgesinde petrol ve doğalgaz arama girişimlerine karşı “Misilleme” olarak Doğu Akdeniz’e gönderdiği “Koca Piri Reis,” bugünlerde yine benzer nedenlerle güya Rum kesimini “Korkutmak için,” Doğu Akdeniz’e açıldı.

Adı üstünde Koca Piri Reis artık kocamış. 1978 yılında Almanya’dan alıp envantere katmışız, bugün 33 yaşında. Bir ülkenin modern silahlarla donatılıyor olması gerekliliktir. Sorun, bu silahlar ve diğer askerî araç gereçlerin, ülke çıkarlarına ve ihtiyaçlarına cevap veriyor olup olmasıyla ilgilidir. 


İşte Türkiye’deki sorun; demokratik süzgeçten geçmeden alınan ya da üretilen silahların, hem ülkenin ekonomik kaybına yol açıyor olmaları, hem denetim süzgecinden geçmeden alındıkları için rüşvet çarkına sıkça takılıyor olmaları, hem de caydırıcılık niteliğine sahip olmamalarıdır. Bu çarpık durumun son örneğini Piri Reis ile yaşıyoruz. İlla Türkiye, kimi komşularla bir sorun çıktığında mı silah sanayiindeki zafiyetlerini tartışmalıdır. Türkiye, petrol ve doğalgaz alanında yüzde 80’leri bulan yurtdışı bağımlılığını biraz olsun azaltmak için zaten yabancı şirketlerle ülkenin çeşitli bölgelerinde arama çalışmaları yapmıyor mu? Petrol sondajı yapmak için sismik araştırma yapmak zaten gerekiyor.  

Önceki gün bir toplantıda Enerji Bakanı Taner Yıldız’a, Piri Reis’in eskimişliği sorusunu yönelttim. Yıldız, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın yeni bir sismik araştırma gemisi yapımı için çalışma başlattığını söylemekle yetindi. Bakan Yıldız ne desin ki? Onlarca yıl kafasına göre silah alımı yapmış bir TSK’ya hangi siyasi irade söz dinletmeye çalıştı ki? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York’taki bir açıklamasında Türkiye’deki bürokratik oligarşi ile yaşadığı zorlukları dile getiriyordu. Erdoğan’ın belki de kırmakta en çok zorlandığı bürokratik oligarşi TSK olsa gerek.
Savunma sanayii sektörüne siyasi irade ve parlamentonun çekidüzen vermesi elzem. Bu sektöre çekidüzen verilmezse, örneğin, İsrail’den alınan Heronların bakımını yapacak altyapıdan yoksun olmaya devam ederiz ve bu ülke de kavgalı olduğumuz için misilleme olarak bu silahların bakımını geciktirir.

Savunma sanayii sektöründeki bürokratların, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, Türkiye’nin savunma sanayii altyapısının gerçek gücü konusunda yanılttıklarını düşünüyorum.


Türkiye’nin, tasarım ve inşasını gerçekleştirdiği bildirilen Büyükada savaş gemisinin, faaliyete girdiği gün yani dün, yukarıdaki eleştirileri kaleme almam daha da anlamlı hale geliyor. Zira Paradoksal ama gerçek bir durum ortaya çıkıyor. Bir yandan savaş gemisi üretiminde yerli imkânları azami kullanarak bir ürünün ortaya çıktığı ilan ediliyor diğer yandan da Akdeniz’e gönderilen sismik araştırma gemisinin ne kadar eskimiş olduğunu tartışıyoruz.

Sorunumuz da bu zaten. Silah tedarikinde önceliklerin belirleneceği şeffaf bir mekanizma yok. Savaş gemisinin teknik donanımını yerli imkânlarla yapmakla övünürken önceliğimiz olan terörle mücadele için gerekli silahlar için dışarıdan destek istiyoruz, kocamış Piri Reis’in yerine yeni bir gemiyi çoktan tedarik etmemişiz.

Suikast değil ağır kusur

Cumhurbaşkanlığı’nın konuya el atmasıyla birlikte, BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun da ölümüyle sonuçlanan helikopter kazasının üzerindeki sis perdesi önemli ölçüde kalkıyor gibi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya ziyareti sırasında, 21 eylülde gazetecilere yaptığı açıklama ile helikopter kazası olayı daha da aydınlatıcı nitelik kazandı. Gül, açıklamasında, “...düşen helikopterin beyni, yani her şeyi kaydeden o hafızası yok şimdi ortada. Düşünebiliyor musunuz? Keçiler, söküp götürmedi onu, özel vidalarla sökülmüş. İnsanın aklının almayacağı çok şey var orada, fazlasını söylemeyeyim. Yazmış adam ‘Cumhurbaşkanım’ diye gönderdi bana. ‘Biz görev yapıyoruz zannediyorduk ama şunlar şunlar da var. Al şu videoya bak’ diye gönderdiler bana. Baktım ki bir taraftan birileri buzlarda cesetlerle ilgileniyor birileri de bir taraftan vidayı söküyor.”

Hatırlatalım, bu birilerinin asker kişiler oldukları ortaya çıktı.
Gazeteciler, Gül’e, “Gelinen aşamada cinayet ihtimali yüksek mi” diye sorunca şu yanıtı veriyor:
“Cinayet de diyemeyiz, Onu savcı diyecek. Yanlışlardan, hatalardan kaçmak için de olabilir.”
Doğru, savcılık helikopter kazasını aydınlatacak. Ama Gül’ün yukarıda alıntıladığım şu sözleri, kazanın oluş biçimi ve nedeni aydınlatılmasın diye işlenen ağır kusurun ipuçlarını veriyor. “Yanlışlardan hatalardan kaçmak için de olabilir.” Bu sözlerin anlamını konuyu yakından takip eden bir devlet görevlisine sordum, yanıtı şu oldu:

“Helikopterin, kasıtlı olarak Yazıcıoğlu ve helikopterdeki diğer kişilerin öldürülmesi amacıyla düşürülmüş olduğunu zannetmiyorum. Bölgede o sırada uçuş yapan askerî jetlerin yarattığı türbülansın helikopterin düşmesine yol açtığı ihtimali çok yüksek. Bu ihmalin üzerine çok daha vahim bir hata yapılıyor. Bazı askerî görevlilerin, helikopterin, jetin yol açtığı türbülans nedeniyle düştüğünü ortaya çıkartacak kanıtları yok etmek, karartmak için helikopterin beyni olan sistemi çivi ile söktükleri kanaati çok yüksek. Gül’ün, ‘Cinayet de diyemeyiz... Yanlışlardan hatalardan kaçmak için de olabilir’ sözleri, yapılan hatayı örtbas etmek için yapılmış olan bu delilleri karartma işleminin gerçekleştiği anlamına geliyor büyük ihtimalle.”

Zorunlu askerlik zorunlu mu? / Osman CAN / Star Gazetesi


Darbe Anayasası bile askerliği değil, yalnızca vatan hizmetini zorunlu kılıyorken Askerlik Kanunu’nda öngörülen “Her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmaya mecburdur” ibaresi ne ‘yaman çelişki’dir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’yle ilgili olarak önceki gün medyaya yansıyan açıklamalara bakılırsa, Türkiye’yi insan hakları konusunda esaslı bir problemin beklediği anlaşılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vicdani Retçi Osman Murat Ülke ile ilgili verdiği karar gereği ihlali sona erdirecek yasal düzenleme yapılması için Türkiye’ye aralık ayına kadar süre tanınmış durumda. Karar 2006 yılında verildiğine göre, bu konudaki ayak sürümenin 5 yılı geride bıraktığı anlaşılıyor.
Hatırlanırsa vicdani kanaati gereği askerlik yapmak istemeyen Osman Murat Ülke, zorla askerliğe alınıp, gereğini de yerine getirmediği için her defasında emre itaatsizlik nedeniyle ceza almakta, diğer yandan vicdanı ret kararını açıkladığından dolayı da halkı askerlikten soğutma suçu işlediği gerekçesiyle yargılanmaktaydı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran Ülke haklı bulunmuş, Türkiye bir yandan tazminat ödemeye mahkûm olurken, diğer yandan vicdani retçilerin karşılaştığı sorunlar nedeniyle Türkiye’den yasal düzenleme yapılması talep edilmişti.

Kaçınılmaz olan hangisi?
AİHM’in gerekçesine bakıldığında şu hususlar göze çarpmaktadır:
Ülke askerlik hizmetini vicdani kanaatleri nedeniyle reddetmesinin ardından uzun süreli kovuşturmalara ve mahkûmiyetlere rağmen, askerlik hizmetinden muaf tutulmamaktadır;
Türk hukuk mevzuatında reddedenler bakımından özel bir hüküm bulunmaması nedeniyle vicdani retçiler sonu kesilmeyecek kovuşturma ve mahkûmiyetlerle yaşamları kararabilmekte, yalnızca askerlik yapmamaları nedeniyle yaşamlarının sonuna kadar bu tehdit altında yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu sonuç güdülen amaçla orantılı değildir.

Mahkeme, uygulanan yaptırım sisteminin vicdani retçilerin entelektüel kişiliğini ezdiği, başvurucuyu aşağılayan ve onu alçaltan korku ve tedirginlik hislerinin doğmasına neden olduğu; vicdani direncini ve kararlılığını kırmayı amaçlayarak, onu neredeyse “sivil ölüm”e zorladığı gerçeğinden hareketle, yaptırımın demokratik bir toplumdaki cezalandırma rejimine aykırı düştüğü sonucuna ulaşmaktadır.

Türkiye AİHM’in bundan beş yıl önce verdiği kararda belirttiği sonuçları halen ortadan kaldırabilmiş değil. Tutumları nedeniyle yargılanan, ceza alan, soruşturma ve kovuşturma tehdidi altında bulunan birçok vicdani retçi bulunduğu gibi, bunların hakkını savunduğundan dolayı halkı askerlikten soğutma suçu işlediği gerekçesiyle yargılanan birçok yazar ve entelektüel de bulunmakta. Tüm bunların Türkiye’nin mahkûmiyetine neden olması ise kesin gibi.
Peki bundan kaçınmak imkansız mı?

Hâlihazırda kurtulmaya çalıştığımız darbe Anayasası profesyonel askerliğe veya vicdani ret hakkının tanınmasına engel değil. Aksine bunu önemli ölçüde talep de ediyor. Zira Anayasanın 24. Maddesi vicdan özgürlüğünü yasayla sınırlanması mümkün olmayan bir hak olarak tanımlarken, 72. Maddesi askerliği değil, yalnızca vatan hizmetini zorunlu kılıyor. Üstelik bu hizmetin illaki silah altında yerine getirilmesini şart koşmuyor. Madde vatan hizmetinin silahlı kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenleneceğini öngörüyor. Yani bir yandan dokunulamaz olarak görülen bir vicdani kanaat özgürlüğü, diğer yandan alternatifli olarak yerine getirilebilecek bir vatan hizmeti, üstelik bu vatan hizmetinin kimi zaman yalnızca “yerine getirilmiş sayılabileceği” de kabul ediliyor. Hal böyle ise vicdani kanaati ezip geçen bir zorunlu askerliğin Anayasal bir zorunluluk olduğu iddiası geçersizleşiyor.
Alternatifli vatan hizmetinin kabul gerekçesi bu sonucu destekliyor: 1961 Anayasasının aynı içerikli maddesinin gerekçesinde “Nüfusun hızlı artışı sonucu olarak askerlik yükümü altındaki vatandaşların muvazzaflık devresinde bulunanlarının sayısı da büyük bir artma göstermekte ve sayıları ihtiyacın üstünde olan bu kimselerin hepsinin muvazzaf olarak görevlendirilmesi Devlet için büyük mali külfetlere mal olmaktadır. Hâlbuki hızlı bir kalkınma ihtiyaç ve çabası içinde bulunan memleketimizde askerlik çağındaki genç vatandaşların enerjisinden faydalanılması da zorunludur. Devlet, böylece mevcut insan gücünden en verimli bir şekilde faydalanmış olacaktır.” ifadeleri yer alırken, yani darbe anayasaları dahi zorunlu askerliği dayatmazken, 21.06.1927 tarih ve 1111 sayılı Askerlik Kanununda öngörülen “Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur” ibaresinin günümüze kadar adeta tanrısal bir buyruk gibi taşınmış olmasını ve bunun için AİHM’de ve uluslararası toplumda kınanmayı göze almanın açıklaması ne olabilir?
Düne kadar buna militarist yapının toplumun tüm erkeklerini ideolojik ve psikolojik bir tornadan geçirme sevdasıyla açıklayabilirdik. Peki, bugünden sonra “sivil” ve “demokratik” temsilcilerin aynı tutumu devam ettirmelerinin haklı bir nedeni olabilir mi? Tabii ki hayır.

Devlet şiddeti / Ahmet ALTAN/Taraf Gazetesi


Son PKK eylemleri şimdi başka bir tehlikeyi yaratmaya başlamış görünüyor.
Devletin şahinleşmesi.
Küçük küçük haberleri mozaik parçaları gibi yan yana koyup uzaktan baktığınızda ürkütücü bir tablo çıkıyor karşınıza.
Dersim dağlarına, Kato’ya, Cudi’ye, Gabar’a binlerce “profesyonel” asker indiriliyor, “düz” askerler geri çekiliyor.
Bu yeni birlikler savaşmayı bilen komandolardan oluşuyor.
Ağır ağır dağları sarıyor, çemberi daraltıyorlar.
Yakın zamana kadar Hakkâri ile Şırnak’ı PKK yönetimine bırakmış olan devlet aygıtı, şimdi bütün gücüyle Güneydoğu’ya ve PKK’ya yöneliyor.
Devlet bölgedeki gücünü arttırırken PKK eylemleri de ardı ardına fiyaskolara dönüşüyor, en zayıf halkalardan biri olduğu anlaşılan Siirt’teki karakol baskınında üç ölü bırakıp kaçmak zorunda kalıyorlar.
Siirt’te Emniyet’i basacağız diye gidip genç kızları tarıyorlar.
Batman’da eyleme giden PKK’lılar hamile bir kadınla çocuğunun öldürülmesine yol açan bir çatışmadan sonra öldürülüyorlar.
Daha önce karşılaşmadığı bir savaş ortamında sıkışmış ve beceriksizleşmiş bir PKK görüntüsü, devletin içindeki şahinlerin iştahını açıyor.

Şimdi PKK, son zamanlarda göründüğü kadar güçsüz ve beceriksiz olmadığını kanıtlamak için mutlaka çok büyük bir eylem yapacaktır ama o eylemin sonucu ne olursa olsun şahinlerin “inancı” değişmeyecektir.
Değişik kalemlerden çıkan yazıları okuyup, televizyonlardaki konuşmaları dinleyince, “PKK’yla ne müzakeresi, bunlarla müzakere olmaz, yok edin PKK’yı” anlayışının sahiplerinin epeyce kalabalık olduğu ve devlet içinde gittikçe daha fazla ağırlık kazandığı seziliyor.
Devletin en azından bir bölümünün “PKK’yı silahla yok edebileceğine” inandığı, PKK’nın her başarısız girişiminin de onları biraz daha fazla cesaretlendirdiği ortada.
Şerafettin Elçi’nin “Bu kadar mağrur olma, kibri bırak” diye uyardığı Başbakan’ın da özellikle seçimlerden sonra iyice coşan cengâverliğiyle “PKK’yı bitirme” fikrine yakın durma ihtimali yüksek.
Eğer ben bu tabloyu yanlış okumuyorsam, devletin içinde bir bölüm “büyük saldırı” için gün sayıyor.
PKK yönetimi, hayatın gerçeklerinden kopuk bir hayal âleminde yanlış hesaplarla yanlış stratejiler kurdu, müzakerelerden çekildi ve şimdi ağır bir bedel ödüyor.
Gittikçe daha vahşi, daha beceriksiz, daha yolunu kaybetmiş gözüküyor.
Kendi tabanının inancını yitiriyor.
Eğer aynı akılsızlığı devlet yaparsa, devletin de sonu bugünkü PKK gibi olur.
Her şeyi eline yüzüne bulaştırır, ülkeyi de cehenneme çevirir.
Kürt meselesi, “kim daha akılsız” yarışmasıyla çözülecek bir mesele değil.
PKK’yı sıkıştırmak, kışlık hazırlıklarını engellemek, kamplarını bombalamak başka bir şey “bütün örgütü yok edeceğim” diye yola çıkmak bambaşka bir şey.
PKK’yı yok edemezsiniz.
Bunun için uğraşırsanız büyük bir “desperado ordusu” yaratırsınız, ideolojiden, idealden, akıldan, amaçtan iyice koparlar ve sadece “intikam” için dövüşen nefret dolu bir örgüt haline gelirler.
Böyle bir örgüte yetecek kadar nefret var Kürt gençleri arasında, onlar sadece Türklerden değil, Kürtlerin büyük bölümünden de nefret ediyorlar.
PKK’nın yok olması değil tam aksine “var olması” ve “saygı görme” isteğini kaybetmemesi gerekir, PKK’yı akıl yoluna çekebilecek tek ölçü onların “saygıdeğer” olma isteğidir.
Kürtlerle Türklerin anlaşabilmesi için Kürtlerin “gururlu” durmasını sağlayacak, “beni kızdırırsanız size gösteririm” diyebilmesine olanak verecek, kendisini “ezilmiş” hissetmemesine yardımcı olacak bir silahlı örgüte ihtiyaçları var.
O silahlı örgüt orada durduğu sürece siyasete daha rahat girecek, daha rahat hakkını talep edecek, daha rahat konuşacak ve hakkını aldığında da daha rahat barışacaktır.
Bugünkü şartlarda biraz ters bir mantık gibi gözüküyor ama barış için PKK’nın varlığı şarttır, PKK’yı yok ederseniz Kürtleri yenmiş olursunuz ama Kürtlerle asla barışamazsınız ve çözüm Kürtleri yenmek değil, Kürtlerle barışmaktır.
PKK’yı yok etmeyi amaçlayan askerî hazırlıkları hızlandırarak, KCK operasyonlarını arttırarak bir “ezme” girişimine sapmak yapılabilecek en büyük hata olur.
Ciddi bir devlet gibi karakollarınızı iyi korur, kentlerinizin asayişini sağlar, PKK yönetimini hayal âleminden çıkartırsanız zaten PKK gerçekleri görmek zorunda kalır, varlığını ve onurunu koruyabilmek için kendine çekidüzen verir, PKK içinde daha şimdiden gerçekleri gören çok sayıda insan bulunması ihtimalini de yabana atmamak gerekir.
Amaç PKK’yı yenmek, ezmek, onurunu kırmak değildir, amaç barıştır, Kürtlerin haklarını alabilmesi, bu ülkede yaşayan herkesin kendini eşit, özgür, mutlu hissedebilmesidir.
Savaşsız bir çözüm var.
Budalalıktan vazgeçmek herkese o çözümü gösterir zaten.

Genelkurmay, açıklama yapmayacak mı? / Hüseyin Gülerce


Cuma günkü yazıma, "Keçiler değilse, kim onlar?" başlığını atmıştım. Çünkü geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanı, Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefat ettiği helikopter kazası ile ilgili olarak Berlin'de bir grup gazeteciye açıklama yapmış ve şunları söylemişti: "İnanmak mümkün değil ama düşen helikopterin beyni, yani her şeyi kaydeden o hafızası yok şimdi ortada. Keçiler gelip söküp götürmedi onu..."
Yazımdan iki gün sonra "kim onlar?" sorumuza, gazetemize manşet olan Emre Soncan imzalı özel haberle cevap geldi: "İşte helikopterdeki cihazları söken subaylar..." Zaman, cihazların sökülme görüntülerine ulaşmıştı. Soruşturmanın seyrini değiştirecek video görüntülerinde, dört subaydan biri cihazları söküyor, diğer ikisi onu izliyor ve biri de çekim yapıyordu.

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 25 Mart 2009'da, yerel seçimlere 4 gün kala, helikopterinin düşmesi sonucu yanındaki 5 kişiyle birlikte hayatını kaybetmişti. Kaza gibi görünen olay pek çok şüpheyi barındırıyordu. Bunları geçen hafta yazdım. Olayla ilgili kurulan Meclis soruşturma komisyonundan bir sonuç çıkmadı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Denetleme Kurulu'nu devreye sokunca işin rengi değişti. Şimdi Zaman'ın yayınladığı şok görüntüler, hakikatin ortaya çıkmasında en kuvvetli deliller haline geldi.
Bu olayla ilgili iki husus dikkatimi çok çekiyor. Birincisi, Ergenekon ve Balyoz davasındaki onca delile rağmen bazı gazetelerin ve köşe yazarlarının sessizliği devam ediyor. Hele her topa giren arkadaşların, "belgeyse belge.. haberse haber..." niteliğindeki yüzlerce topu göremeyişleri izaha muhtaç. Öyle ki, Zaman'ın yayınladığı görüntüler bile bazı gazetelerimizin, yazarlarımızın gözüne ilişmiyor... Ama gam değil. Onlar perdelese de, kamuoyunun artık büyük çoğunluğu, bu ülkede vesayet sistemi adı altında korkunç şeyler olduğunun farkında.

Dikkatimi çeken ikinci husus, Genelkurmay Başkanlığı'nın sessizliği... Daha önce de defalarca yazdım. Genelkurmay Karargâhı, Ergenekon ve Balyoz davalarında yanlış bir yönetim sergiliyor. İnternet Andıcı davası bu yanlışlığı, itiraz edilemeyecek kadar net şekilde ortaya koydu. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, eline boş LAW silahı alarak yaptığı boru benzetmesi, gerçek bir belgeyi kâğıt parçası diye havada sallaması, şimdi o yönetim yanlışlığının acizlik sergileyen bir gösterisi olarak hafızalarda durmadan canlanıyor...

Aynı yönetim yanlışlığı, karakutunun sökme görüntüleri yayınladıktan sonra da devam ediyor. Gerçekten Genelkurmay Başkanlığı neden susuyor? Ortada bir yığın soru var: Yayınlanan görüntüler montaj mı? O görüntülerdekiler, subay değil mi? Görüntüler gerçek ise o subaylar helikopterin karakutusunu neden söküyorlar? Sökerken neden kayıt yapılıyor? O subaylar kimdir? Böyle bir pervasızlığı, hukuk dışılığı kendiliklerinden yapamayacaklarına göre hangi komutanlardan emir alarak bu işi yapıyorlar? En tepedeki komutan kimdir? O komutan, bu delil karartma emrini onlara neden veriyor? Helikopter, dilimiz varmıyor ama Silahlı Kuvvetler içindeki bir kısım komutanlar tarafından kazaya uğratılmışsa, Muhsin Yazıcıoğlu'ndan ne istediler? Muhsin Yazıcıoğlu neden öldürüldü? Yazıcıoğlu, vesayetin odakları için hayatına mal olan hangi bilgilere sahipti?

Diyelim ki, yeni komuta kademesi bu olayı bilmiyordu. Kaç gün geçti, Cumhurbaşkanı konuşuyor, yani olayın üstünün örtülemeyeceğini anlayana anlatıyor. Görüntüler ortada, pekiyi o görüntülerdeki subaylar neden açığa alınmıyor? Sıralı komutanlar hakkında soruşturma izni neden verilmiyor? Eğer verildi ise bu neden açıklanmıyor? Verilmediyse bu tavrın sebebi nedir?

Türkiye, 12 Eylül 2010 referandumundan beri yeni bir Türkiye oldu. Ortada bir demokratikleşme iradesi var. Hukukun üstünlüğü ve herkesin hesap vermesi yönünde, geri dönülmez bir yoldayız. Anlamayan sorumlular ve medyada hâlâ perdeleme, saptırma, sulandırma ve bulandırma faaliyeti yapanlar kötü yanılacaklar...

Amok koşucusu / Ahmet Turan Alkan


Belenoluk Köyü Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda sembolik değeri yüksek önemli ayrıntılar var:
Karakol daha önce, çukurluk yerde imiş; çevreden "tâciz" gelince hâkim tepeye taşınıp yeniden inşâ edilmiş. Belenoluk İlköğretim Okulu'nun binası ve öğretmen lojmanları da herhalde güvenlik gerekçesiyle karakol avlusunda bulunuyor. Okulda, çoğu taşımalı öğretimle okula ulaşan 500'den fazla öğrenci eğitim görüyor.

Gençler pek bilmez; Güneydoğu meselesinin dünkü genel izah tarzı eğitimsizlik, altyapı noksanı ve yatırım eksikliği gibi sebeplerdi. Bugün o sebeplerin âdeta buharlaşıp, yerini Kürt milliyetçiliği ile ilgili hissî motiflerin alması dikkat çekicidir. Bu iki olgunun, radikal bir PKK taraftarınca izahı şöyle oluyor: Köyde okul yoksa, devlet bilinçli olarak Kürt çocuklarını cahil bırakmakta, Güneydoğu'daki cehalet-eğitimsizlik ve altyapı eksikliği sarmalını bile bile muhafaza etmektedir. Köye okul yapıldığında ise izah şekil değiştiriyor: Bu defa Kürt çocuklarına aslında Türk oldukları yolunda resmî propaganda yapılmakta, telkinle şuurları bozulmakta ve kültürel asimilasyona tabi tutulmaktadırlar.

Her iki halde de devlet, kaçınılmaz bir şekilde kusurlu, zalim ve art niyetli oluyor. Öyle olduğu için zaman ve sebep aranmaksızın devlet görevlilerine saldırmak, onları öldürmek, sağ kalanların psikolojisini bozmak ahlâken yanlışlanamıyor. Bu duruma göre bir PKK eylemcisi daima mâsum, daima haklı ve daima alacaklıdır. Öyle ağır bir borç ki, kuşaklar boyunca ödense de kapanmaz. Ne var ki bu psikoloji üzerine siyaset bina edilmiyor işte, dikiş tutmuyor. "Gel barışalım" teklifi geldiğinde PKK'nın cinnet geçirmesi bu yüzden.
Bu saldırıda katillerin öğretmen lojmanını siper edinip bina tuvaletine mühimmat yığmasında, karakoldaki jandarmaların ise öğretmenlere zarar vermemek için ağır silah kullanmayışında da sembolik anlamlar saklı. Bir başka sembolik anlam, köy muhtarının ifadesiyle saldırı esnasında köylülerden çoğunun tarlada bulunduğu, hayvan otlattığı, saldırı haberini duyunca köye dönmedikleri, çoğunluğu çocuk ve genç yaştaki köylülerden haber alamadıkları, bazılarının sonradan köye döndükleri bilgisidir. Belli ki köylüler hadiseden önceden haberdar olmuş, iki ateş arasında kalmamak, daha doğrusu olup bitene şahit yazılmamak için vaka mahallinden uzakta kalmaya yönlendirilmişlerdir.

Bazı köylülerin uzaktan karakola ateş açtığı bilgisi de var fakat zayıf rivâyettir; mantıken doğru görünmüyor.
Şehit karakol komutanının çevredeki telsiz hareketlenmesinden şüphelenerek saldırıdan bir saat önce üstlerini bilgilendirmesine rağmen mayın tuzağı ihtimalinden çekinildiği için kendi başına kalmış olması yanında 20 kişilik korucu birliğinin çatışmaya katılmaması da yeterince anlamlıdır. Bu bilgiyi doğru okuyunca şunu çıkarıyoruz: Güneş batmaya yüz tutunca, benzeri yüzlerce karakol gibi Belenoluk Karakolu da kaderiyle baş başadır ve kendini korumak zorundadır. Kime karşı? Tek parti devrinin kendi halkına karşı hodbinlikte efsâneleşen jandarması, bugün gün batımından sabaha kadar kendi, esasen korumakla görevli halka karşı kendi güvenliğini sağlamak için sancılı ve uykusuz geceler geçirmekte. Değişim müthiş; anlamı üzerinde hepimiz düşünmeliyiz.

PKK, bir "Amok koşucusu"nu andırıyor şimdi; -haklı veya haksız- sürdürdüğü kanlı savaşın gerekçelerini kaybettiği halde bile kekeleyebildiği tek lisan olan şiddetten kurtulamıyor. Hâlâ adından bahsettirebiliyor olması, hayata değil, bilakis ölüme dair yapıp ettikleri sâyesinde. Dağdaki ve -tabii düzdekiler de dâhil- PKK taraftarları, velev ki günün birinde Kürtlerin özerk, otononom veya tamamen bağımsız bir coğrafya üzerinde PKK'nın kurduğu ve yönettiği bir idarî yapının vatandaşı olmayı dilerler mi sorusu, bu bakımdan hayatî kıymeti haiz ve olabildiğince mânidar.