31 Mayıs 2010 Pazartesi

TSK'dan PKK Saldırısı Açıklaması

Hatay'ın İskenderun ilçesinde Deniz İkmal Destek Komutanlığına teröristlerce yapılan saldırıya ilişkin Genelkurmay Başkanlığı açıklaması...

Genelkurmay Başkanlığı, İskenderun'daki Deniz Üs Komutanlığına düzenlenen saldırının ''terör örgütünün sözde Amanoslar Saha Sorumlusuna bağlı bir grup tarafından yapıldığının değerlendirildiğini'' bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesindeki bilgi notunda, şunlar kaydedildi: ''31 Mayıs 2010 günü saat 00.10'da, nöbetçi personeli taşıyan askeri araca, kışlanın doğusunda Adana-Hatay otobanına yakın kışla tel örgüleri dışında yakın mesafeden, roketatar ve uzun namlulu silahlarla bir grup bölücü terör örgütü mensubu tarafından kısa süreli silahlı saldırıda bulunulmuştur. Silah seslerinin duyulması üzerine Kışla Ani Müdahale Kıt'ası derhal olay yerine intikal etmiş ve olaya müdahale etmiştir. Ancak teröristlerin kısa süre içerisinde Adana-Hatay Otobanını geçerek ormanlık alana girdiği ve saldırının terör örgütünün sözde Amanoslar Saha Sorumlusuna bağlı bir grup tarafından yapıldığı değerlendirilmektedir.''

Bilgi notunda saldırıda 6 erin şehit olduğu, 7 erin de yaralandığı hatırlatılarak, yaralılardan 3'ünün uçakla sevk edildikleri GATA'da tedavi altına alındıkları duyuruldu. Teröristlerin yakalanarak etkisiz hale getirilmesi maksadıyla Adana Jandarma Bölge Komutanlığı Jandarma Özel Harekat Birliğince (JÖH) operasyona başlandığı belirtilen bilgi notunda, ''Olay üzerine İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekli soruşturmaya saat 01.15'te başlanmıştır'' denildi.

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL BAŞBUĞ, TÜRKİYE'YE DÖNDÜ

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Türkiye'ye döndü. İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırısı ve İskenderun'daki terörist saldırı nedeniyle Mısır gezisini yarıda kesen Orgeneral Başbuğ, öğle saatlerinde Türkiye'ye geldi. Yurt dışında bulunan Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Aslan Güner'in de yarın sabah saatlerinde Türkiye'de olacağı öğrenildi.

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ÖDÜL YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK

29 Mayıs 2010 CUMARTESİ, Resmî Gazete Sayı : 27595
YÖNETMELİK
Millî Savunma Bakanlığından:
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ÖDÜL YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1 – 7/8/1981 tarihli ve 17421 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri Ödül Yönetmeliğinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“e) Türk Silahlı Kuvvetlerinde; ön lisans, lisans ve akademi eğitimi veren okullar, sınıf okulları ve üç aydan daha uzun süreli ihtisası belirleyen kurslardan, ayrıca orta dereceli askeri okullardan bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesinde belirtilen şartlarda mezun olmak.”

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Ön lisans, lisans ve akademi eğitimi veren okullar, sınıf okulları ve üç aydan daha uzun süreli ihtisası belirleyen kurs mezunlarından;

(1) Birinci olanlara iki katı,
(2) İkinci olanlara bir katı,
(3) Üçüncü olanlara 3/4'ü,”

MADDE 3 – Maliye Bakanlığı ile Sayıştay’ın görüşü alınarak hazırlanan bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4 – Bu Yönetmelik hükümlerini İçişleri ve Millî Savunma Bakanları yürütür.

Cunta, en büyük tasfiyeyi yargıda ve orduda yaptı

27 Mayıs'ta, devlet içinde yaşananları zelzeleye benzeten Ferruh Bozbeyli, "Bir gecede cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanları tevkif edildi." diyor.

Eski Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli, Menderes ve arkadaşlarını idama götüren darbenin gizli kalmış yönlerine dikkat çekti: "Bin 402 üniversite hocası görevden alındı. Generaller hariç 3 bin 500 albay, yarbay, binbaşı 'bizden değildir' denilerek emekliye sevk edildi. 520 hakim ve yargıç tasfiye oldu."

27 Mayıs'ın 50. yıldönümünde Zaman'ın ortaya çıkardığı kayıtlar, darbenin acısını bizzat yaşayanları o yıllara geri götürdü. Bu isimlerin başında Yassıada'da Demokrat Parti'nin avukatlığını yapan duayen siyasetçi Ferruh Bozbeyli geliyor. Eski Meclis Başkanı, halkın değerleriyle barışık olmayan darbecilerin demokrasi tarihinde kapanması zor yaralar açtığına dikkat çekiyor. 27 Mayıs'ın altındaki gerçek sebeplere ışık tutan Bozbeyli, darbeden sonra devlet kurumlarında büyük bir tasfiyenin başladığına işaret ediyor. Yaşanan siyasî gelişmeler ile tasfiyeler arasında bağ kurarken, en büyük operasyonun ordu ve yargıya yapıldığını vurguluyor. Siyaset ve kurumların zelzeleye tabi tutulduğunu düşünen eski Meclis Başkanı, yapılan kıyımı rakamlarla ortaya koyuyor: "3 bin 500 albay, yarbay, binbaşı 'bizden değildir' denilerek emekli yapıldı. 520 hâkim ve yargıç tasfiye edildi. Danıştay'da 54 kişilik yargıç kadrosundan 28'i de bunlar arasındaydı. Bin 402 öğretim üyesi görevden alındı."

Ferruh Bozbeyli, 1965-1970 yılları arasında TBMM başkanlığı yapmış duayen bir siyasetçi. 1970'te Adalet Partisi'nden (AP) ayrılarak Demokratik Parti'yi kurdu ve genel başkanlığına seçildi. Yassıada'da Demokratların avukatıydı. Ona göre, cuntacı zihniyet halktan çekindiği için darbe yaptı. Halkın değerleriyle barışık olmayan darbeciler, Türk demokrasi tarihine kapanması zor yaralar açtı. Darbelerin milli hâkimiyeti tanımayan ve içine sindiremeyenlerin marifeti olduğunu savunan Bozbeyli, Yassıada duruşmalarının da millet iradesini yok sayan bir mizansenden ibaret olduğunu söyledi. Sonucu önceden belli olan bir davanın müdahil avukatlığını yapmak zorunda kaldıklarını ifade eden Bozbeyli, cuntacıların direktifleri doğrultusunda hareket eden mahkemenin idam kararı vereceğini gösteren birçok delilin o günlerde yaşandığını aktardı. Bozbeyli 'çarpık bir zihniyet'le kurulduğunu söylediği mahkemelerin anlayışını da şöyle eleştirdi: "Darbe sonrasında tutuklanan Demokrat Partililer Meclis'in çalışmalarını engellemekle suçlanıyordu. Darbeyi yapanlar bizzat Meclis'i basarak halkın iradesiyle Meclis'e gönderilen vekillerin, silah zoruyla yetkilerini ellerinde alıyor. İsnat ettikleri suçu kendileri yapıyor. Adaletin söz konusu olmadığı bir mahkemede kendilerince diktatörlük getirmekle suçladıkları insanları yargılıyorlar."

1960 ve sonrasında gelişen olayların toplumda bölünmelere sebep olduğuna da dikkat çeken Bozbeyli, darbeyle birlikte toplumun devlete duyduğu güvenin zedelendiğini kaydetti. Eski Meclis Başkanı, Türkiye'de bugüne kadar yapılan askerî darbelerin demokrasi karşıtı kimi sivil cenahlar tarafından da desteklendiğine işaret etti. Örnek olarak da İsmet İnönü yönetimindeki CHP'yi gösterdi. Bu partinin açık bir şekilde darbeden yana tavır aldığını, bunun da milleti üzdüğünü ifade etti. Darbecilerin de CHP'nin belirlediği politika doğrultusunda hareket ettiğini sözlerine ekledi.

Ada Kumandanı Güryay, avukatlara küfürle müdahale ediyordu

"Demokrat Partililer aleyhine tanıklık yapan şahitlerden biri, sanıkların oturduğu tarafı göstererek ağza alınmayacak hakaretler ediyordu. Buna rağmen Hâkim Salim Başol, hiçbir müdahalede bulunmadığı gibi kimi zaman yapılan hakaretlere kendisi de katılıyordu. Avukat arkadaşlarımızdan Cahit Bey artık dayanamamış, tepki vermişti. Çünkü tanık olarak gelen bu şahıs hem oradaki sanık yakınlarına hem devlet büyüklerine hakaret ediyordu. Bu arada avukatların bulunduğu sıraların arka tarafında olduğunu sonradan fark ettiğimiz Yassıada Kumandanı Tarık Güryay, Cahit'in omuzlarından tutup sert bir şekilde kendisine müdahalede bulundu. Çivi gibi yerine oturttu. Güryay, hakaretlerine küfür ve sözlü tacizle devam etti. Ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Duruma müdahale etmek zorunda kaldım ve kendisine 'Müsaade ederseniz duruşmayı takip edelim.' dedim. Ancak bu sefer de aynı hakaretleri bana yöneltti. Duruşma arasında diğer avukat arkadaşlar ben ve Cahit'e bir saldırı olur endişesiyle etrafımızda halka oluşturup yemekhaneye gidebilmiştik."

Darbe zihniyeti / Ekrem Dumanlı

27 Mayıs darbesinin 50. yılı münasebetiyle gazeteniz bir yazı dizisi yayımladı. "Yassıada Gerçeği" başlığıyla sunulan dizide ilk defa yayımlanan fotoğraflar ve görüntüler vardı. Abdullah Kılıç'ın kaleme aldığı bu Yassıada çalışması, büyük bir ilgi uyandırdı.

Telefon edenler, e-mail gönderenler, gazeteye gelip bizzat tebrik edenler... Demek ki 27 Mayıs cuntasının açtığı yara hâlâ millet vicdanını kanatıyor. Bu duyarlılığı görmek, demokrasimiz adına ümit verici. Demek ki zulüm, zalimin yanına kâr kalmıyor. Bir gün gerçekler ortaya çıkıyor ve "Zulm ile âbâd olanın sonu berbâd" oluyor. Kamuoyunun 27 Mayıs yazı dizisine gösterdiği teveccüh gerçekten de takdire şayan...

Madalyonun bir de diğer yüzü var. Cuntacılığın insanlık suçu olduğunu dile getirdiğinizde kimyası bozulan dar bir çevrenin varlığı da ortada. Bunlara kalırsa 27 Mayıs'ı da, 12 Mart'ı da, 12 Eylül'ü de, 28 Şubat'ı da, 27 Nisan'ı da fazla kurcalamamak gerekir. Daha ötesini de homurdananlar var aslında. "Hükümet de hak etmişti ama..." diyerek mazeretlerin arkasına sığınmak, o sığınaktan devşirdikleri defolu maskelerle demokrasi balosuna katılmak isteyenler de çıkıyor ortaya. Darbe gibi alçakça bir eylemi, "Onlar da aranmıştı yani..." demeye getirene söylenecek söz bellidir: "Sandık ne güne duruyordu?" Bir siyasî partiyi iktidara taşıyacak iradenin sahibi olan halk, bir başka seçimde aynı partiyi alaşağı etme gücüne de sahiptir...

Açık söylemek gerekiyor: Bu ülkede bazı kişiler, kurumlar veya kuruluşlar, darbecilere karşı ruhî bir yakınlık duyuyor. Başbakan ve bakanları idam eden bir zihniyete destek veriyor; açıktan destek veremeyince darbeye kılıf arıyor. Bu duruş o kadar net ki, bazı kişiler, sadece cumhuriyet dönemindeki bütün askerî müdahaleleri desteklemenin de ötesinde Osmanlı döneminin vahim olaylarını bile meşru görebiliyor, orada bile kendini taraf sayabiliyor. Mesela, Abdülaziz'in katli gayet açık bir vak'a olduğu halde Sultan hakkında uzun yıllar "intihar etti" denmesinin arkasında da o marazî bağlılık vardır. Mesele sadece, "laik rejimi koruma" insiyakı değil çünkü. İttihat ve Terakki ile kendini yandaş, yoldaş, candaş vs. hisseden "çağdaş" topluluklar var bu ülkede. O yüzden 1876'da Abdülaziz'in katline bile -gizliden gizliye- destek çıkma lüzumunu hissediyor birileri. Çünkü modern cuntacılığın temellerinin atıldığı (dolayısıyla diğer vahşi Yeniçeri isyanlarından ayrılan) bir hadisedir Abdülaziz'in hal edilmesi. Harbiye öğrencileri kullanılmıştır, yurtdışı bağlantıları ve destekleri vardır, vs...

Demem o ki darbeciliğe zihnen pek hevesli, cuntacılığa ruhen ipotekli bir zihniyetle karşı karşıyayız. O zihniyete karşı "Darbenin her çeşidine hayır!" demek, her insanın boynunun borcu. Çünkü askerî güçlerin elindeki silah ona bir maksat için ve emaneten verilmiştir. Düşmana karşı vatanı koruması gerekenlerin o silahları halka ya da halkın temsilcilerine doğrultması büyük bir suçtur. Halkın vergileriyle alınan silahların halka karşı kullanılması, hukukun askıya alınarak kaba kuvvetle ülkenin ele geçirilmesi 50 yıl sonra da olsa hesap sorulacak vahim bir insanlık suçudur. Artık çağ dışı darbeci zihniyetin bunu anlaması şart!

--------------------------------------------------------------------------------
Yazı dizisi ve bir garip hırsızlık olayı
27 Mayıs'ın yıldönümü nedeniyle hazırladığımız dizi büyük yankı uyandırdı uyandırmasına da bu dizinin meçhul ve karanlık kalmış bir serüveni var; onu sizlerle paylaşmak gerekiyor sanırım.

Hafta sonu eklerimizin yayın editörü Abdullah Kılıç hem iyi bir yönetici hem de iyi bir habercidir. Yassıada Gerçeği'ni de o hazırladı. Bir yıllık bir çalışmanın ürünüydü dizi. Yayımlayamadığımız bölümler, neşrolunan kısmın beş on katı. Bu nedenle çalışma daha kalıcı bir esere dönüştürülecek. Hazırlığı süren kitapta hem Yassıada'da çekilen yüzlerce fotoğraftan hem de daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış görüntü ve ses kayıtlarından yapılmış seçkiler bulacaksınız...

Gelelim bu dizinin esrarengiz kalan kısmına: Abdullah Kılıç, bir senedir uğraşıyor, fotoğrafları, kayıtları, görüntüleri elde edebilmek için çalmadık kapı bırakmıyor, onlarca insanla görüşüyor. Sonunda bir hayli mesafe alıyor ve belgeleri dizüstü bilgisayarına kaydediyor. İşte tam o sırada ilginç bir hırsızlık hadisesi yaşanıyor. Arabasının arka camını kıran birileri, arka bagaja oradan ulaşıyor ve dizüstü bilgisayarı alıp kayıplara karışıyor. Arabadaki hiçbir eşyaya dokunmadan (ki alınabilecek değerde eşyalara rağmen) bilgisayarın çalınması ile Kılıç'ın o bilgileri tamamlayıp kaydetmesi arasında birkaç saat bulunmakta. Şimdi soru şu: Karşınızda adi bir hırsızlık mı var, yoksa 27 Mayıs darbesi ile ilgili hiçbir yerde yayımlanmamış belgelerden rahatsız olan birileri bir senelik emeği yok etmek mi istedi? Arabaya giriş tarzları, sadece dizüstü bilgisayarı alıp kaçmaları ve arkadan hiçbir iz bırakmadan sıvışmaları, Yassıada Gerçeği'nin ortaya çıkmasından endişe edenleri işaretliyor. Artık top güvenlik güçlerinde. Ne yapıp etsinler failleri bulsunlar; bulsunlar ki kafalarda soru işaretleri kalmasın.

Şöyle bir soru yönelttiğinizi duyuyor gibiyim: "Madem belgeler çalındı, bu dizi nasıl yayımlanabildi?" Allah'tan ki Kılıç, çalışmasının bir kopyasını hemen almış ve onu cebinde taşımıştı. Kendisini ve bu dizide ona yardım eden herkesi tebrik ediyorum. Bir kere daha görüldü ki; gazetecilikte bilginin zati değeri hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar önemli. Zaten gazetecilik de buna deniyor...

Ey asker suçunu kabul ve itiraf et! / Prof. Nevzat TARHAN

Ey asker sen darbe yaptın ama kullanıldın sana darbeyi azmettirenlerin dolduruşuna geliyorsun. “Savaş var vatan gidiyor” gibi propagandalara inanma saflığına düşüyorsun. Hatanı kabul ve itiraf et.

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin 50. yılında Genelkurmay’dan bir itiraf ve bir yüzleşme beklemiştim ama nafile ümitlenmişim.

12 Mart 1971 öncesi günlerdeydi. Kuleli Askeri Lisesinden yeni mezun olmuş bir genç askeri tıbbiyeli olarak Kuleli Askeri lisesini ziyaret etmiştim. O tarihte okul komutanı Kurmay Albay Selahattin Cambazoğlu idi. Benimle ilgilendi arabası ile Üsküdar’a kadar bıraktı. Yolda İstanbul Üniversitesinden konu açıldı, o tarihlerde sık sık boykotlar yapılıyordu.

Bana şöyle bir nasihatte bulundu “Bak evladım olaylara karışma ama senin yolun ortanın solu olmalıdır. Atatürkçülük budur” demişti. O tarihte sol hep olay çıkarıyordu. Sol yumruklar havada kıdemli öğrenciler bizleri anfiye toplayıp propaganda yapıyorlardı. Polisle sol çatışıyordu. Komutan asker solcu olmalı diyordu. O tarihlerde bu çelişkiyi anlamamıştım.

27 Mayıs öncesi,12 Mart 1971 öncesi,12 Eylül 1980 öncesi olayları sol eğilimli öğrenciler başlatıyordu ama darbe sonrası iktidara sol eğilimli kadrolar geliyordu. Darbe gerekçesi klasik aynı söylemdi “Mevcut olan kardeş kavgasını bitirmek bozulmuş devlet otoritesini yeniden tesis etmek”. O tarihlerde bu çelişkiyi anlamamıştım.

Ancak şimdi pek çok sade vatandaş gibi ben de anladım. Çıkan olaylar yapaydı ve ölen insanlar gözden çıkarılmış olarak ölüyorlardı.

Şu anda Güneydoğu’dan şehit haberleri gelmeye devam ediyor. İçimiz yanıyor. Ancak ordumuzun Güneydoğu’da terörü kısa sürede bitirecek gücü olduğuna ama bitirmek için göreve asılmadığına ciddi biçimde inanmaya başladım.

Eğer bu gün darbe olsun terör üç günde biter. Fakat konjonktür icabı darbe yapılamıyor. Güneydoğu’da büyük kışlalarda oturarak terörün bitmesini bekleyenler artık toplumun saf olmadığını göremiyorlar.

Askeri bürokraside oturdukları yerde “Terörü nasıl önlerim?” diye düşünmek yerine “Askeri müdahaleyi nasıl inşa ederim?”i düşünenler milletin uyandığını algılıyamıyorlar.

Aynı hileyi devam ettirerek Kuleli Komutanının söylediği sol iktidarı getirmeye çalışmak artık mümkün değil. Olan şehit ailelerine oluyor. Askeri müdahalelerin bazı odaklara benzeri görülmemiş para ve menfaat transferi anlamına geldiğini bu toplum gördü sende gör ve itiraf et ey asker.

Evet darbeci asker suçunu itiraf et. Darbe yapmak insanlık suçudur ve topluma karşı şerefsizliktir. Çünkü yalancılıktır, hileciliktir, kalleşliktir. 12 Eylül’de 50 kişi idam edildi 177 kişi işkenceden öldü. Bir gecede bitirilen anarşinin olgunlaşması için bir yıl anarşi seyredildi.

“13 Eylül’de kanun hakimiyeti algısı ile anarşi bitti” savunmasının çocuk kandırma olduğunu biliyorsun çünkü bir gecede 5-6 bin kişi kendiliğinden teslim olmadı evlerinden toplandı. Cuntacılar bunu önceden ve kasten uygulamadılar. 12 Eylülcüler suçunuzu itiraf ediniz.

27 Mayıs 1960 darbesini sol bir iktidar partisi lideri bile “Utanılacak bir durum” olarak niteledi. CHP geçmişi ile yüzleşebildi itiraf edebildi. Sen de itiraf et.

28 Şubat 1997 post modern darbesinin yanlış olduğunu, 27 Nisan 2007 e-muhtırasının yanlış olduğunu CHP Genel Başkanı itiraf etti. Muvazzaf siyasetçiler bile itiraf ediyor sende itiraf etmelisin.

Darbe gerekçesi olarak sivil iktidarın diktalaşmasını öne sürmenin inandırıcılığı kalmadı. Çünkü diktalaşmış bir iktidar 150 subaylık bir güçle devrilemezdi. Diktalaşmış bir iktidar için 27 Mayıs 1960 öncesi söylenen “40 öğrenci öldürüldü, 4000 öğrenci toplama kampında, kıyma makinesi” haberlerinin yalan ve kara propaganda olduğu artık biliniyor. Ey asker kabul et ve suçunu itiraf et.

Darbenin en çok ordunun kendisine zarar verdiğini ve 27 Mayıstan sonra generallerin % 90’ı subayların yarısının tasfiye edildiğini, İstiklal madalyalı orgeneralin ve Genelkurmay başkanının teğmenler tarafından Yassıada da tekmelendiğini biliyorsun. 27 Mayısa sahip çıkma ve Ey asker suçunu itiraf et.

‘Darbe yapmak zorundaydık çünkü halk eğitimsizdi’ görüşü inandırıcı ve samimi değildir. Çünkü aynı halk Çanakkalede’ki ve İstiklal savaşındaki halk idi. Çünkü aynı halk sizin anneniz ve babanızdan başkası değildi. Yıllardır bu halkın çocuklarına altı oku ezberlettiniz ama yine size inanmadı demek aklı selim sahibi halkımız varki ilk fırsatta demokratik yolla darbecileri alaşağı ediyor. Ey asker artık gör, kabul et ve itiraf et.

Nasıl o eğitimsiz halk senin maaşını veriyor. Ticaret yaparken senin maaşını öderken eğitime önem verme, ülkeyi yönetme kararı verirken halka eğitimsizsin de. Gülünç oluyorsun.

Ey darbeci asker, babasının parası ile geçinip ona cahil diyen hayırsız evlattan ne farkın kaldı. Suçunu kabul et ve itiraf et. Hiç olmazsa kendine karşı dürüst ol askere bu duruş yakışır.

Ey asker sen darbe yaptın ama kullanıldın sana darbeyi azmettirenlerin dolduruşuna geliyorsun. “Savaş var vatan gidiyor” gibi propagandalara inanma saflığına düşüyorsun. Hatanı kabul ve itiraf et.

Askerin siyasetle ilgilenmesinin emperyalist menfaat paylaşım savaşında taraf olmaya ve moral gücünü kaybetmeye ve ordu içinde disiplini sağlayamamaya neden olacağını biliyorsun. Askerin silah gücü birse moral gücünün üç olduğu harp okullarında öğretilir.

Siyasetin olduğu yerde tek sesliliğin mümkün olmadığını biliyorsun, kendi evlatlarını “Darbe karşıtı olma ihtimali var” diyerek tasfiye ediyorsun. Ama yine de bilgi sızdırmaları önleyemiyorsun ve önleyemezsin.

Çünkü kendi uzvunu düşman gördün. Hatanı gör, anla, kabul ve itiraf et. Böylece ordu da toplum da rahatlar. Toplum psikolojisi bilimi bu duruma sosyal şizofreni diyor. Akıl ve bilimin rehberliğini hatırla. “Bugün veya yarın” itiraf etmek tarih vicdanında seni güçlü ve güvenilir kılar, zamanın akışına direnemezsin.

Savunma stratejimizi etkileyecek gelişmeler yaşanıyor / Semih İdiz

New York’ta bir aydır devam eden ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesini öngören konferanstan çıkan sonuç Ankara’yı memnun edecek niteliktedir. Zira konferansa katılan ülkelerden 189’unun kabul ettiği deklarasyonda, İsrail’in “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması”nı (NPT) imzalaması isteniyor.

İsrail’in nükleer tesislerini denetime açmasını da talep eden deklarasyon, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması için 2012’de bir uluslararası konferans çağrısında da bulunuyor. Bunlar, Türkiye’nin de istediği şeyler. İsrail ise yalnız kalmış olsa da, “kötü niyetli bir girişim” olarak deklarasyonu anında reddetti.

Fakat, İsrail için bir sorun çıktı zira, deklarasyonu ABD de imzaladı. Bu da aşırı sağcı İsrail hükümeti için şok edici bir gelişme oldu. Burada ABD’nin arada kaldığı kesin. Zira, söz konusu deklarasyonu imzalamayı reddetseydi, NPT konusundaki siyaseti çökecekti.

Özetle, Washington bu konuda köşeye sıkıştı. Herkesin İran’ı konuşmasını isterken, İsrail konusunun ön plana çıkmasını engelleyemedi. ABD, buna rağmen, deklarasyon konusunda samimi olmadığını gösteren işaretleri de anında verdi.

Başkan Obama deklarasyonu “memnuniyetle” karşılasa da, Ulusal Savunma Danışmanı James Jones farklı telden çaldı. Jones, deklarasyonun kabul edilmesinden sonra yaptığı açıklamada, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması için öngörülen konferansın düzenlenmesine ancak, “tüm ülkelerin kendilerini güvende hissetmeleri halinde” izin vereceklerini açıkladı.

İsrail deklarasyonu reddettiğine göre, bu sözler ABD’nin bu konferansı engellemeye çalışacağını gösteriyor. ABD, işte bu çelişkileri yüzünden, dünya nezdinde “samimiyetsiz süper güç” konumuna düştü. Washington’un, Türkiye ile Brezilya’nın İran girişimi konusunda samimiyetsiz olduğu ise ayyuka çıktı artık.

Başkan Obama’nın İran ile varılan anlaşmadan önce Türkiye ve Brezilya’ya gönderdiği mektup basına sızdı. Amerikan basınında da yayınlanan mektupta, Türkiye ile Brezilya’nın İran’ı ikna etme çabalarında teşvik edildikleri açıkça görülüyor.

Ancak, Ankara’daki Batılı diplomatlar, Obama yönetiminin bu iki ülkenin başarılı olacaklarına inanmadığını söylüyorlar. Beklenmedik bir şekilde başarılı olmalarının ise Washington’un ince hesaplarının altüst ettiğini belirtiyorlar.

Özetle, Türkiye’yi asıl, “Tahran Ankara’yı kandırıyor” diyen ABD’nin kandırdığı böylece ortaya çıkmış bulunuyor.

İsrail’e dönecek olursak, bu ülkeyle ikili ilişkilerimiz her şeye rağmen sürüyor olabilir. Ancak, Türkiye ve İsrail’in hızla “hasım güçler” olma yolunda ilerledikleri de ortada.

Türkiye’nin İsrail’e karşı gerçek hissiyatı Gazze operasyonundan sonra tüm çıplaklığı ile gözler önüne serildi. İsrail’in ise, hayati saydığı nükleer savunma stratejisinin altını oyan Türkiye’ye bundan böyle aynı gözle bakması mümkün değil.

Özetle, Türkiye ile her zaman önemsediği ilişkilerini zehirleyen Gazze vahşetinin İsrail için sadece siyasi değil, aynı zamanda “stratejik bir hata”” olduğu artık daha net görülüyor. Nükleer politikaları açısından bakıldığında, İsrail için bu stratejik hatanın maliyeti misliyle artıyor.

Bu gelişmelerin, İran ile ABD ve İsrail arasındaki büyük çekişmede artık taraf olan Türkiye’nin orta ve uzun vadeli savunma stratejilerinde de bazı paradigma değişikliklerini zorlayacağı kesin.

Sivil ve askeri savunma planlamacılarımız da bunları görüp gerekli değerlendirmeleri kuşkusuz yapıyorlardır. En azından öyle olduğunu umuyoruz.

Çünkü, Türkiye’nin bu konuda seçtiği rota, “akademik” ve “teorik” değerlendirmelerin ötesinde, kendi hallerine bırakılamayacak somut gelişmelere işaret ediyor.

Başbakan Vekili Bülent Arınç, İsrail'le gündemde olan 3 müşterek askeri tatbikatın iptal edilmesine karar verildiğini bildirdi.

8. Kolordu Komutanlığı önünde bomba

Elazığ'da 8. Kolordu Komutanlığı'na bağlı kışla önünde zaman ayarlı bomba bulunarak imha edildi.

İsrailli Bile Böylesine Savunmadı

Emekli Hakim Albay Sadi Çaycı, tüm dünyanın büyük tepkisini çeken, İsrail'in yardım gemilerine saldırmasını öyle bir savundu ki...

Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Uluslararası Hukuk Uzmanı Emekli Albay Doç. Dr. Sadi Çaycı, İsrail'in yardım gemilerine saldırısını öyle bir savundu ki, izleyicilere bile ''Bir İsrailli bu kadar savunamazdı'' dedirtti.

Tüm dünyanın büyük tepkisin çeken ve çok sert kınamalarla karşılanan yardım gemilerine saldırıyı, emekli albay cansiperane savundu. Hakim Albay'ın, masum ve tamamıyla yardım amaçlı yola çıkan gemilere yapılan ve bir çok kişinin ölümüne neden olan saldırıyı savunması çeşitli kesimlerin tepkisine neden oldu.

Hiçbir silah ve askerin bulunmadığı gemiye, askeri harekat düzenleyen İsrail'in bu davranışını, kendini savunma olarak değerlendiren emekli albay, anlaşılan olayın tam olarak farkında değildi...

TSK'ya Can Alıcı İsrail Sorusu

İsrail'in yardım konvoyuna yapmış olduğu saldırı sonrası Yunanistan'ın tepkisi Türkiye'de de yankı buldu. Sedat Ergin bu tepkiyle Türkiye'nin ayıbını ortaya çıkarttı.

NTV'de yayınlanan Yazı İşleri programına katılan Gazeteci Sedat Ergin, İsrail askerleri ile Türk askerleri arasında yapılan tatbikatlara bakın nasıl değindi...

İsrail'in yardım konvoyuna düzenlediği ve yaklaşık 20 kişinin öldüğü saldırıya tüm dünyadan tepkiler yağıyor. En son olarak yardım konvoyunda yaralanan vatandaşı olmadığı halde İsrail'e çok sert bir şekilde Yunanistan tepki verdi. Yunanistan, İsrail'le olan ortak tatbikatlarını ve İsrail'e yapılacak ziyaretleri iptal etti.

Yunanistan'ın bu tepkileri Türkiye'deki bir gerçeği daha ortaya çıkartı. İsrail'le yaşan diplomatik ve siyasi krizlere rağmen TSK İsrail'le olan ortak tatbikatlarını halen devam ettiriyor. Bu konuyu gündeme getiren gazeteci Sedat Ergin, NTV'de katıldığın Yazı İşleri programında çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte o açıklamalardan başlıklar:

İsrail ordusu Türk vatandaşlarını öldürdü. Bundan son Türk ordusu ne yapacak. Askeri alanda Türkiye ile İsrail arasında bir tatbikat olması söz konusu değil ama... Herşeye rağmen siyasi sorunlar devam etse de askeri ilişkiler devam ediyordu. Bundan sonra bunun olması da söz konusu olacak mı? Türk pilotları ile İsrail pilotları birlikte uçacak mı?


Başer Hukümeti Bombaladı

TSK'da terfisinin ayak oyunlarıyla engellendiği iddia edilen Edip Başer, MİT'teki değişim, 12 Eylül ve gündemi değerlendirdi...

82 Anayasası’nın bugüne kadar 90 kez değiştirildiğini hatırlatan emekli general Başer, “12 Eylül Anayasası diye bir şey kalmadı ki” diyor. Başer ülkedeki durumu “Bunun adı demokrasi kendi orta oyunu” diye yorumluyor.

Terörle Mücadele eski Özel Temsilcisi, emekli Orgeneral Edip Başer, yeni Müsteşar atanmasından sonra gündeme gelen ve MİT için düşünülen CIA - FBI modelini, Anayasa değişikliğini, tutuklu generalleri konuştuk.

Yeditepe Üniversitesi’nde ders veren Başer, Terörle Mücadele Özel Temsilciliği görevinden alınmasında etkisi olduğu iddia edilen Barzani’nin gelişini de VATAN’a değerlendirdi.

TSK’dan bunca bilginin nasıl sızdığını merak ediyorum. Derin bir çatlak mı var? TSK nereden sızdığını biliyor mudur sizce?
Bilmez mi, mutlaka biliniyordur. Ayrıca bulunabilir. Kendi içlerinde incelemeyi yapıyorlardır. Ama dediğim gibi siyaset eğer bu kurumların içine elini sokmaya başlarsa, orada sıkıntı başlar. TSK’ya da eğer siyaset böyle kadrolaşma amacıyla girme hevesine kapılırsa, bazı kadrolarda bazı yerlerde bazı kişiler varsa eğer TSK’ya büyük zarar verir. TSK’ya zarar vermesi bu ülkeye, bu millete zarar vermesi anlamına gelir. Bu askerler dünyadaki en iyi eğitimleri alıyorlar. Ama insanların içinden de yanlış yapacak adam çıkar mı, çıkar. İnsanoğlu bu. Orduyu sanki bu milletin dışında ayrı bir unsurmuş gibi görmek ve göstermek ülkeye ihanettir. Kasıtlı olarak yapıldığı millete anlatılmalı. Milletten ayırır sonra taş attırır, ’İşte Darbe yapacak ordu’derseniz olmaz.

Ama ordu da darbeler yapmıştır?
Evet ama darbeleri kimse savunmuyor. Peki Orduyu darbe yapmaya mecbur hissedecek noktaya hangi koşullar getirmiştir? Generaller bir akşam oturup çay içerken “Darbe yapalım iyi mi olur” demişlerdir yani. Yoksa ülkenin çok büyük felaketlere uğrayabileceği zannına kapılabileceği bir noktaya mı gelmiştir durum. Ülkeyi bu noktaya getiren siyasilerin hiç mi kabahati yok? Tamam darbeleri yapan askerleri asalım ama siyasilerin hiç mi kabahati yok?

15. maddeye ’Siyasetçiler de eklensin mi diyorsunuz?
Öyle bir şey istediğim yok ama TSK’nın bu kadar sahipsiz bırakılmasına çok içerliyorum.

12 Eylülcülerin yargılanması gündeme gelecek mi? Ne düşünüyorsunuz?
Bu anayasa 83 yılından bugüne kadar 90 küsur defa değişikliğe uğramış. Gelen siyasi yönetimler beğenmemiş, değiştirmişler. Hiçbirinde de asker yeniden darbe yapmaya kalkıp, ’dokunanı yakarım’dememiş. Bugün ise hala söylenen, “Bu 12 Eylül anayasası. Biz bunu değiştirerek, 12 Eylül’den intikam alacağız”.

O intikam alınmış olunur mu peki?
Çok afedersiniz, yanlış bir laf, ama söyleyeceğim: Böyle salakça bir ifade olabilir mi? “12 Eylül Anayasası” diye bir şey zaten kalmamış. Diğer maddeleri de geçmiş yönetimler değiştirse, kimsenin diyeceği bir şey yoktu.

Değişmesinde sakınca yok size göre yani?
Yok tabii ki. Her anayasanın, yasa gibi değiştirilmesi gereken yerleri olur. Nitekim parlamentoda değiştiriyorlar. Ama kalkıp “askerden intikam alıyoruz” havasına sokarsanız, “bir dakika” demem gerekir. Kimin askerinden intikam alıyorsun ve bunca yıldır aklın nerdeydi?

Kenan Evren yargılanır mı, yargılanmalı mı?
O madde kaldırıldı, 90 küsur yaşındaki insanı alın yargılayın. Hatta yargılamadan önce gözaltında bir iki sene tutun. Bu kafayla ancak öyle olur zannediyorum. Millet böyle olmasını arzu ediyorsa tamam. Bizdekinin adı demokrasi de, içerde bir “orta oyunu” oynanıyor. Milletvekili dokunulmazlığı gibi anlaşılmaz bir şey var. En adi suçları işlemiş insanların suç dosyaları geride kalmış, kendileri TBMM’de, bu ulusu temsil ediyorlar. El kaldırıp indirmeler, bir parti liderinin kararına bağlı.

Siyaset bunlarla mı uğraşsın diyorsunuz?
Yani siz böyle bir sisteme nasıl demokrasi dersiniz? Demokrasinin bu kadar eksiği gediği varken ve düzeltmenin çaresini aramak gerekirken, siz 12 Eylül’ü yapan, 90 yaşındaki kişileri asmayı ülke çıkarları açısından daha önemli görüyorsanız diyeceğim bir şey olamaz.

Yargıyla ilgili değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasetin girmemesi gereken en önemli alanlardan biri yargıdır. Yargı, siyasetin etki alanı dışında kalmalı ki, ben ona “bağımsız yargı” olarak bakayım. Bugün bana lazımsa, yarın size lazım olur. Sizden sonra gelen bir başkası onu kendi istikametine sokmak için uğraşacaktır. O bunun taraftarı, şu bunun taraftarı. Tanrı Türk yargısını -hala düşmediyse- bundan korusun. Bir ülke için düşünebilecek en önemli tehlikelerden biri budur.
İmralı kral gibi, emekli generale eşi çamaşır götüremiyor

Ergenekon sanıkları emekli generaller için ne söyleyeceksiniz?
Terör, hukuk kuralları içerisinde çözülmeli. Ne yapılacaksa çok etkin yapılmalı. Ama 30- 40 bin kişinin ölümünden mahkeme kararıyla sorumlu tutulmuş, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir adam, cezaevinden hala terör örgütünü yönetmeye devam ediyorsa, orada hukuk dışı bir durum var demektir. Bu hukuka sığmaz. Diğer yandan tutukladıkları emekli orgenerale eşi çamaşır götürdüğünde içeri almıyorlar. Hak mıdır, adalet midir bu? Orada ayrı bir cezaevi yapmışsınız, krallar gibi yaşatacaksınız, canı sıkılıyor diye beyefendiye tüm imkanları sağlayacaksınız. Avukatlarına talimat verecek, Meclis’teki siyasetçi ona göre konuşacak, dağdaki adam ona göre eylem yapacak ve buna ’hukuk sistemi’ diyeceksiniz.

Üst düzey yetkililer ‘Barzani’yle görüş’ dediler
Barzani Türkiye’ye geliyor. Sizin döneminizde oldukça sıkıntılı günler yaşandı. Şimdi kırmızı halıyla karşılanır mı?
Türkiye’de öyle şeyler oluyor ki, bunun olmayacağını söylemek artık pek kolay değil. Ancak belki değişmiş, farklı bir siyaset benimsemiştir. PKK ile mücadele başladığında uzunca süre Barzani’nin peşmergeleri, Mehmetçilerin yanında operasyonlara katıldılar. Türkiye’ye oldukça yardımcı oldu. Sonrasında ise Barzani Irak’ın kuzeyinde yerleşik PKK unsurlarına tam bir serbestlik tanımış, her türlü lojistik desteği vermiştir.

‘Kedi bile vermem’ demişti?
Bu tür sözler etti. Bu güç Barzani’ye Atlantik ötesinden gelmiştir ve bu, dostluğunu tartıştığımız ABD’dir. PKK’yı destekleyen birine kol kanat geriyorsanız, benim gözümde onu da destekliyorsunuz demektir. O dönemde filmlerle, videolarla tesbitler yaptık.

Ama görüşmeye hiçbir şekilde yanaşmadınız?
’Görüşmeyi içime sindiremem üstelik fayda da görmüyorum’ dedim. Barzani nezdinde sözü dinlenir kişilerle temastaydık. Onlarla haber göndermemize rağmen bir değişiklik olmadı. O üst düzey kişiler PKK’nın çözülmesini sağlar gibi ümitler taşıyorlardı belki. Ama benim ümidim yoktu.

MİT’e atamada siyasi görüntü var
MİT’in için düşünülen CIA -FBI modeli, iki ayaklı yapı uygulanabilir mi?
Uygulanır mı ve gerek var mı diye çok iyi düşünmek lazım. Türkiye büyük bir ülke, bunu yadsımak mümkün değil. Ama Türkiye’nin bu koşullarında tüm dünyayı yöneten ABD’nin sistemini aynen kopya etmesi gerekiyor mu, gerekmiyor mu?

Size göre sakıncası nedir?
Bir sistemi kurarsınız doğru. Ancak o sistemi aktif, etkin bir şekilde çalıştırma imkanınız olmazsa, hantal bir sistem olarak devletin sırtına yeni bir kambur daha ilave etmiş olursunuz. Ama gerçekten etkin olarak kullanabileceğiniz bir sistem kurmayı düşünüyorsanız, ona kimsenin bir diyeceği olmaz.

Başbakan’ın dış istihbarat ağırlıklı yeni dönem mesajını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başbakan neyi kast etti bilmem mümkün değil. Ama geneline bakarsak; İstihbarat bir bütündür. Dışa önem ver, içe verme veya tam tersi bir ayrım, bana göre sağlıklı olmaz. İstihbarat birbirini bütünler çünkü. İç istihbarat ve dış istihbaratı birbirinden koparıp, ayıramazsınız. Benim açıklamalardan anladığım kadarıyla bir birime iç istihbarat görevini vereceksiniz, ana istihbarat kuruluşunuz MİT’e sadece dış görev vereceksiniz.

Bir yandan da Kamu Güvenliği Müsteşarlığı devreye giriyor. Ancak MİT uzun yıllardır bu işi yürüten kurum. Teşkilat bu bölünmeyi kaldırabilir mi sizce?
MİT’i nasıl etkileyecek, yeni teşkilat yapısı ne olacak bilemiyorum. MİT’in bazı fonksiyonlarını devralması söz konusu mu o da belli değil. Ama benim bildiğim bu Müsteşarlık, terörle mücadele konusundaki tüm devlet kurumlarının, birimlerinin faaliyetlerini kontrol etmek için kuruluyor. Benim dönemimde Terörle Mücadele Yüksek Kurulu vardı ve fazla etkin olduğunu söyleyemem.

KGM bu açığı kapatabilir mi?
Bir çözüm olarak KGM görülmüş demek ki. Terörle mücadelede şimdiye kadar bir türlü yapılamayan, devletin tüm birimlerinin üzerlerine düşen görevi tam olarak yapmalarını sağlar, mutlak eşgüdümü yapabilirse, yararlı hizmetler yapabilir. Bazı politikaları hükümete empoze edebilir, terörle mücadeleyle ilgili politakalara öneriler getirebilir. Yaparsa yararlı da olabilir.

MİT dış istihbarat ağırlıklı çalışacak. İç istihbaratla ilgili artık sorunumuz kalmadı mı demek bu?
Mesela PKK’nın en önemli faaliyetleri Avrupa ülkelerindedir. Almanya başta olmak üzere tüm finans faaliyetleri oradadır. Bütün buralarda bu örgütün faaliyeti hakkında bilgi toplama meselesini kim yapacak ? “Terör iç mesele, PKK iç mesele” diye bakıp, iç istihbarat birimleri mi yapacak? Buna benzer daha birçok örnek verilebilir. Peşin hüküm vermek taraftarı değilim. Enine boyuna tartışmadan hüküm verilmez, ben kişisel görüşlerimi söylüyorum.

MİT koltuğuna eski astsubay oturdu. Korgeneral geleneği yıkıldı?
Ben hiçbir devlet görevinde şu seviye, bu seviyede diye bir şeyi öne almak taraftarı değilim. Öne alınacak şeyler farklıdır. MİT Müsteşarlığı çok önemli bir görev. Hakikaten Türkiye’nin güvenliği açısından çok önemli olduğu tartışılmaz.

Nedir öne alınması gereken? Yine ’Siyasi etki’ mi?
Elbette. Siyasi kadrolaşma amacı güden görevlendirmeler mutlaka ülkeye zarar verir ki, kaçınılması lazım.

Fidan’ın buraya gelişi size ’Ortada siyasi bir durum var’ görüntüsü mü veriyor?
Öyle bir görüntü olduğu kesin. Yoksa emekli bir astsubay olması beni hiç bağlamaz.

İSKENDERUN'DAKİ TERÖR SALDIRISI

Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada, İskenderun'daki terör saldırısında 1 erin olay mahallinde, 5 erin ise sevk edildikleri hastanelerde şehit olduğu bildirildi. Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan duyuruya göre, İskenderun Deniz Üs Komutanlığı Şehit Er Remzi İlboğa Kışlası'nda, bugün saat 00.10'da, nöbetçi değiştirme aracına, otoyola yakın bir mevkiden bölücü terör örgütü mensupları tarafından roketatar ve makineli tüfeklerle saldırıda bulunuldu.

Açıklamada, saldırı sonucunda nöbet değişim aracındaki 1 erin olay mahallinde, 5 erin de sevk edildikleri hastanelerde şehit olduğu, saldırıda yaralanan 7 erin ise hastaneye sevk edildiği kaydedildi.

İSKENDERUN'DAKİ TERÖR SALDIRISI

Hatay'ın İskenderun ilçesinde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İlboğa Kışlası İkmal Destek Komutanlığı'nda askeri araca teröristler tarafından roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda şehit olanlardan er Kerem Oğuz Erbay ile er Serhat Aslan'ın İzmir'deki evlerinde büyük üzüntü yaşanıyor.

Kerem Oğuz Erbay'ın şehit düştüğü haberi üzerine, Üçyol 340 Sokakta yaşayan annesi Gül Makine'nin evi ve sokağı Türk bayraklarıyla donatıldı. Oğlunun şehit haberini alan anne Gül Makine sinir krizi geçirirken, yakınları ve komşuları teselli için eve geldi. Ege Ordusu Komutanlığı ve Konak İlçe Emniyet Müdürlüğü'nden yetkililer de sağlık görevlileriyle geldikleri evde anne Gül Makine'ye başsağlığı dileğinde bulundu. Acılı anne, terör örgütüne lanet ederek, ''Oğlumu vatan için verdik. Bu savaş değil terör. Teröre kurban gitti'' diye gözyaşı döktü. Şehit erin tekstilcilik yapan babası Ekrem Erbay ile Aydın Adnan Menderes Üniversitesi'nden mezun olan ağabeyi Onur Erbay, cenazeyi almak için İskenderun'a gitti. 4 aylık asker olan Erbay'ın, dün akşam yakınlarıyla telefon görüşmesi yaptığı, nöbete gideceğini söyleyerek telefonu kapattığı öğrenildi.

-''HEPİMİZ BİR OYUNA KURBAN EDİLİYORUZ''-
Terörist saldırıda şehit düşen er Serhat Aslan'ın, İkiçeşmelik 844 sokaktaki evinden de ağıtlar yükseldi. Mardin Kızıltepeli olan aile, televizyonlarda saldırıyı öğrenince ulaşmaya çalıştıkları çocuklarının şehit düştüğü haberini aldıklarını söyledi. Çanta imalatçılığı yapan baba Hamit Aslan, oğlunun Şubat ayında askere gittiğini, acemi birliğinin ardından dağıtım iznini kullanmayarak İskenderun'da kaldığını söyledi. Oğlunu kaybetmenin acısını yaşayan Aslan, ''Bu bir oyun, 30 yıldır bitmiyor. Hepimiz bir oyuna kurban ediliyoruz. Türk-Kürt fark etmiyor. Aslında çözümü yok değil var. Bu sorunun bir an önce çözümünü istiyoruz'' diye konuştu. Şehit erler Erbay ve Aslan'ın cenazelerinin, yarın Bostanlı Beşikçioğlu Camisi'nde düzenlenecek askeri törenin ardından toprağa verilecekleri öğrenildi.

PERVARİ'DEKİ ÇATIŞMA

Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Palamutlu köyü yakınlarında teröristlerle güvenlik güçleri arasında dün başlayan ve akşam sona eren çatışma bölgesinde sabah yeniden sıcak temas sağlandığı bildirildi. Pervari ilçesinin Palamutlu köyü kırsalında önceki gün güvenlik güçlerinin nöbet tuttuğu noktaya teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırının ardından başlatılan operasyon sürüyor. Dün akşam saatlerinde sona eren sıcak temas, sabah saatlerinde yeniden başladı. Askerlerin yanı sıra geçici köy korucularının da katıldığı operasyona Siirt 3. Komando Tugay Komutanlığı'ndan kalkan Kobra ve Skorsky helikopterler de havadan destek veriyor.

Siirt 3. Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Şahin İşleyen'in çatışma nedeniyle operasyon bölgesine gittiği belirtildi. Palamutlu Köyü kırsalında güvenlik güçlerinin nöbet tuttuğu noktaya teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırıda geçici köy korucuları Abdülrezzak Kaçan ile Abdülmecit Özkan şehit düşmüş, 4 kişi de yaralanmıştı. Dün bu korucuların Palamutlu köyündeki cenaze törenine gelen vatandaşlara ait bazı araçlara teröristlerce taciz ateşi açılmış, ayrıca törene gelenleri taşıyan bir minibüsün geçişi sırasında da mayın patlatılmıştı. Olayda ölen ya da yaralanan olmamıştı.

Palamutlu köyü yakınlarında teröristlerle dün sağlanan sıcak temas sonucu çıkan çatışmada yaralanan bir köy korucusu da yapılan ilk müdahalenin ardından sevk edildiği Diyarbakır Asker Hastanesi'nde tedavi altına alınmıştı.

İSKENDERUN'DAKİ TERÖR SALDIRISI

Hatay'ın İskenderun ilçesinde bir grup, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İlboğa Kışlası İkmal Destek Komutanlığına yönelik saldırıyı protesto etmek üzere, şehit askerler için törenin düzenleneceği İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı'na doğru yürüyüş başlattı. Alınan bilgiye göre, İskenderun'da, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İlboğa Kışlası İkmal Destek Komutanlığı askerlerini nöbet değişimi için görev yerlerine götüren askeri araca roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırı sonucu 6 askerin şehit olmasının ardından, bazı vatandaşlar yürüyüş düzenleyerek saldırıyı kınadı. İlçe Emniyet Müdürlüğü önünde toplanan gruptakiler, Türk bayrakları taşıyıp sloganlar atarak, saldırıda şehit olan askerler için törenin düzenleneceği İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı'na doğru yürüyüşe geçti.

İSKENDERUN'DAKİ TERÖR SALDIRISI

Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İkmal Destek Komutanlığı askerlerini nöbet değişimi için görev yerlerine götüren askeri araca roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda 6 erin şehit olduğunu, 7 erin yaralandığını söyledi.

Vali Lekesiz, İskenderun Emniyet Müdürlüğü önünde yaptığı açıklamada, 30 Mayıs Pazar günü saat 23.58 sıralarında, Modernevler Mahallesi otoban yakınında bulunan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İlboğa Kışlası İkmal Destek Komutanlığındaki askerleri nöbet değişimi için görev yerlerine götüren askeri araca, TEM otoyoluna yakın mesafeden, ''Amanoslar kırsalında faaliyet gösteren bölücü terör örgütü mensuplarınca RPG-7 roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırıda bulunulduğunu'' belirtti.

Saldırıda 6 erin şehit olduğunu kaydeden Lekesiz, şöyle devam etti: ''Araç içerisinde bulunan ve yaralanan 7 erden, Hakkari nüfusuna kayıtlı Siyamet Kılınç, Kastamonu nüfusuna kayıtlı Osman Topbulut, Manisa nüfusuna kayıtlı Nedim Çağrıtüre adlı erlerin tedavileri Ankara GATA'da, Burdur nüfusuna kayıtlı Mehmet Aynur, Bitlis nüfusuna kayıtlı Taner Adıyaman'ın tedavileri İskenderun Devlet Hastanesi'nde, Tokat nüfusuna kayıtlı Muammer Altemür, Ordu nüfusuna kayıtlı Erol Sevindik'in tedavileri ise İskenderun Deniz Alayı Hastanesi'nde yapılmaktadır.''

İSKENDERUN'DA DENİZ İKMAL DESTEK KOMUTANLIĞINA YAPILAN SALDIRI

Hatay'ın İskenderun ilçesinde Deniz İkmal Destek Komutanlığına teröristlerce roketatarla düzenlenen saldırıda ağır yaralanan 3 asker, Ankara Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Hastanesine (GATA) sevk edildi. Şehit olan 6 askerin cenazesi de İskenderun Askeri Hastanesine kaldırıldı.

İlçe girişindeki Modernevler Mahallesi'nde bulunan Deniz İkmal Destek Komutanlığına saat 00.40 sıralarında teröristler tarafından roketatarlarla yapılan saldırıda şehit olan askerlerin cenazesi, İskenderun Devlet Hastanesinden alınarak, Askeri Hastane Morguna götürüldü. İskenderun Devlet Hastanesinde tedavi gören yaralı askerlerden durumu ağır olan 3'ü, uçakla GATA'ya sevk edildi.

Başbuğ Mısır Gezisini İptal Etti!

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Mısır gezisini yarıda kesti, Türkiye'ye dönüyor...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, İskenderun'daki terör saldırısı ve İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırısının ardından Mısır gezisini yarıda keserek yurda dönüyor. Edinilen bilgiye göre, Orgeneral Başbuğ, öğlen saatlerinde Türkiye'de olacak.

HATAY'DA HAİN SALDIRI: 6 ŞEHİT

İskenderun Deniz İkmal Komutanlığı'na haince bir saldırı düzenlendi. Saldırıda 6 askerimiz şehit oldu.

İskenderun İlçesi'nde Deniz Üs Komutanlığı’na bağlı İkmal Birliği'ne teröristlerce önce roketatarlı, ardından uzun namlulu silahlarla açılan ateş ateşi sonucu 6 asker şehit oldu, 9 asker de yaralandı.

İlçe girişindeki Modernevler Mahallesi'nde bulunan Deniz İkmal Destek Komutanlığına, Adana-İskenderun Otoyolundan teröristler tarafından roketatarlarla saldırı düzenlendi. İlk belirlemelere göre saldırıda 6 asker şehit oldu. Askerler tarafından da ateş açılmasıyla bölgede çatışma yaşandı. Saldırıda yaralanan 9 asker, İskenderun Devlet Hastanesi, Gelişim Hastanesi ve Deniz Hastanesi'ne kaldırıldı.

Bölgeye, çok sayıda Özel Harekat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne bağlı ekipler ile İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler sevk edildi. İskenderun Deniz Hastanesi önünde Mehmetçiğe kan vermek için uzun bir kuyruk oluştu. Çelik yelek giyen polis güçleri, panzerlerle Deniz İkmal Destek Komutanlığı etrafında güvenlik önlemlerini artırdı

Roketatarlı saldırıda şehit olan Mehmetçiklerimizin isimleri:
Kenan Oğuz Arbay,
İsmail Kartal,
Erol kaplan,
Serhat Aslan,
Ümit Akbulut,
Erhan Terlemez.

Tedavileri süren 6 yaralının isimleri ise şöyle: Mehmet Aynur, Osman Toplar, Süleyman Kılıç, Taner Adıyaman, Erhan Terlemez, Nedim Çapıntüre.

Hatay genelinde hain saldırının ardından polis alarma geçti
Hatay Emniyet Müdürü Ragıp Kılıç, İskenderun'da meydana gelen terörist saldırısının ardından Antakya kent merkezinde rutin güvenlik önlemleri alındığını söyledi.Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz ve birim amirleri gece olayın ardından İskenderun'a geçti. Vali Lekesiz henüz sözlü bir açıklama yapmadı. Basın mensuplarının bilgilendirilmesi için yazılı bir basın açıklaması hazırlandığı öğrenildi. Bu arada Hatay Emniyet Müdürü Ragıp Kılıç, Hatay genelinde rutin güvenlik önlemlerinin alındığını bildirdi.

BAŞBAKANLIKTA TOPLANTI
Başbakan Vekili Bülent Arınç'ın başkanlığında, İskenderun'daki askeri birliğe saldırı ve İsrail'in yardım gemilerine müdahalesinin değerlendirildiği bir toplantı yapılıyor. Alınan bilgiye göre, Başbakanlık Merkez Bina'da saat 07.20'de başlayan toplantıya, Başbakan Vekili Bülent Arınç ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Mehmet Eröz ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Koramiral Nusret Güner ile ilgili bürokratlar katıldı.

25 Mayıs 2010 Salı

UÇAĞIN ENKAZINI KALDIRMA ÇALIŞMALARI BAŞLADI

İstanbul'un Sancaktepe ilçesinde sokak ortasına düşen askeri eğitim uçağının enkazını kaldırma çalışmaları başladı. Uçağın, eğitim amacıyla Samandıra'daki 4. Kara Havacılık Alayı'ndan kalkışından sonra düştüğü anlaşılırken, olay yerine gelen askeri vinçle enkaz kaldırma çalışmalarına geçildi. Bu arada, uçakta bulunan 3 askeri personelin rütbesinin üsteğmen olduğu, subayların olayın ardından GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığına sevk edildiği belirtildi.

İstanbul Samandıra'da askeri eğitim uçağı düştü

İstanbul Samandıra'da bir askeri eğitim uçağı, kalkış sırasında güç kaybı nedeniyle sokak arasında meskun mahalde düştü. Kazada, ilk gelen bilgilere göre ölen ya da yaralanan olmadığı bildirildi. Uçakta herhangi bir yangın izi görülmezken askeri yetkililerin basının kazadan görüntü alınmasını engellemeye çalıştığı görüldü. Polis ve askerler çevrede güvenlik kordonu oluştururken, itfaiye ekipleride kısa sürede kazaya müdahale etti.

YARBAY'IN KATİLİ KUZEY IRAK'TA VURULDU

Yarbay Alim Yılmaz ve bir eri şehit eden PKK'lı Ekrem Alınbay Kuzey Irak'ta öldürüldü...
2006'da Yarbay Yılmaz ve bir erin şehit edilmesi ile Alay Komutanı'nın yaralanması eylemlerinde talimatı veren PKK'lı Ekrem Alınbay geçen hafta Hakurk'a yapılan hava operasyonunda öldürüldü. Alınbay 7 erin şehit edildiği eylemlerin de sorumlusuydu

Kuzey Irak'taki Hakurk kampına F-4 ve F-16'larla düzenlenen hava harekatı sırasında öldürüldüğü belirlenen 4 PKK'lıdan "Adnan Piro" kod adlı Ekrem Alınbay'ın, Yarbay Alim Yılmaz ve 8 askerin şehit edilmesi eylemlerinin talimatını verdiği ortaya çıktı. Diyarbakır'ın Lice ilçesi nüfusuna kayıtlı 33 yaşındaki Alınbay, 21 Mayıs'ta Kuzey Irak'taki Hakurk kampına düzenlenen hava harekatı sırasında öldürüldü. Öldürülen 4 PKK'lıdan biri olan Alınbay hakkında, 8 Nisan 2006'da Elazığ'da Yarbay Alim Yılmaz ve er Sinan Gümüşta'nın şehit edilmesi, Alay Komutanı Ali Ergülmez'in yaralanması eyleminin talimatını bizzat verdiği gerekçesiyle yakalama emri olduğu bildirildi.

ÖDÜL OLARAK KANDİL'E GİTTİ!
PKK'lı Alınbay hakkında, 2003-2007 yılları arasında Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Kurşunlu, Kırkpınar, Yokuşlu, Elazığ'ın Arıcak, Palu, Diyarbakır'ın Lice ve Bingöl'ün Genç ilçeleri kırsal alanında 7 askerin şehit edilmesi eylemine katılmak ve talimat vermek suçundan yakalama kararı bulunduğu öğrenildi. Alınbay'ın 11 ayrı terör eylemi nedeniyle de arandığı, Diyarbakır Özel Yetkili 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde de ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle gıyabi tutuklu olarak yargılandığı belirlendi. Alınbay'ın, 2001-2007 yılları arasında Diyarbakır'ın Dicle ilçesi ile Elazığ'ın Palu ve Arıcak ilçeleri üçgeninde kalan Görese Dağı bölge sorumlusu olduğu, birçok kanlı eylemin talimatını verdiği için örgüt tarafından ödüllendirilerek 2007 yılının sonbaharında Kuzey Irak'a çekildiği saptandı. Son olarak PKK'nın Hakurk ve Hınere kamplarında sorumlu düzeyde faaliyet yürüten Alınbay için Diyarbakır'daki Dicleliler Yasevi sarı, kırmızı, yeşil flamalarla donatıldı ve 3 gün boyunca taziye kabul edildi.

YARBAY'IN VASİYETİ
Yarbay Alim Yılmaz'ın, ölmeden önce eşi Firdevs Yılmaz'a, "Şehit olursam beni Ankara'daki şehitliğe gömün" vasiyetinde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Yarbay doğum yeri Uşak yerine Ankara'da toprağa verilmişti. "PKK'yı sevindirmemek için ağlamayacağım" diyen Firdevs Yılmaz, kimse yokken ağladığını söylemişti: "Hakkari'de doğum yaptığım gün, yan odada yaralı bir terörist yatıyordu. Eşim, Doğukan'ı kaldırıp teröriste gösterirken, 'Bu ülkeyi böldürtmeyiz. İşte, ben gidersem arkamdan bu büyüyüp asker olacakl' dedi." Şehit Yarbay ve er Sinan Gümüştaş'ın anısına Elazığ Kovancılar ilçesi, Fahribey köyünde İl Jandarma Komutanlığı tarafından ilköğretim okulu ve şadırvan yaptırılmıştı.

YASEVİNDE PKK BAYRAĞI
Türkiye sınırları içinde birçok kanlı eylemin talimatını veren 33 yaşındaki Ekrem Alınbay'ın hava harekâtında öldürüldüğünü 22 Mayıs 2010'da Fırat Haber Ajansı duyurdu. PKK'lı Ekrem Alınbay'ın öldürülmesinden sonra Dicleliler Yasevi'nde 3 gün oturma eylemi yaptı. Yasevi, sarı kırmızı ve yeşil bayraklarla donatıldı ve Öcalan posteri asıldı...

HSYK ve Yargıtay'da Cihaner lobisi

Ergenekon'un Erzincan ayağına ilişkin davada iddiaların ardı arkası kesilmiyor.

Şimdi de, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Ali Kaya ile Erzurum Adliyesi'nde görevli bir hâkimin 4 Mayıs'ta başlayan davadan üç gün önce Ankara'da HSYK ve Yargıtay'da temaslarda bulundukları öne sürüldü.

Hâkim Kaya, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ile Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in yargılandığı davanın İstanbul'daki 'İrticayla Mücadele Planı' davasıyla birleştirilmesine muhalefet şerhi düşmüştü. Cihaner hakkındaki iddianamenin kabul edilmesine şerh koyan, Cihaner'in tahliyesi yönünde oy kullanan Kaya'nın HSYK ve Yargıtay'daki temasları soru işaretlerini beraberinde getirdi.

İddialara göre, davanın görüldüğü Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi üye hâkimi Ali Kaya, 28-29-30 Nisan tarihlerinde, Erzurum Adliyesi'nde görevli bir hâkim ile birlikte HSYK ve Yargıtay'da temaslarda bulundu. Kaya'ya eşlik eden diğer hâkimin yakın çevresine, HSYK ve Yargıtay'daki temaslarından bahsettiği, yine temasları yakın akrabası olan Yargıtay üyesi bir yüksek yargıcın organize ettiğini anlattığı da iddialar arasında. Ankara'da yüksek yargı çevrelerinde de konuşulan iddiaya göre Erzurum'dan gelen hâkimlerin HSYK ziyareti sırasında Kurul üyeleri toplantı halindeydi. Kurul, toplantı halindeyken hâkimleri kabul etti. Toplantıdan sonrada HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek ve üye Suna Türkoğlu ile yaklaşık 2 saat görüşüldü. İki hâkim daha sonra da diğer üyelerle bazı görüşmelerde bulundular. Hâkimlerin HSYK temaslarından sonra da Yargıtay'da bazı görüşmeler gerçekleştirdikleri ileri sürüldü. Hâkimlerin HSYK ve Yargıtay ziyaretlerinin davet üzerine mi yoksa kendilerinin talebi üzerine mi gerçekleştirdikleri sorusu ise açıklık kazanmadı.

Hâkim Ali Kaya'nın Erzurum'daki Ergenekon iddianamesinin kabul edilmesine de şerh koyduğu belirtildi. Muhalefet şerhinde, "Saldıray Berk'in hazırlık aşamasında ifadesinin alınmadığı, mevcut delillerle örgüt liderliği suçu açısından delillerin yeterince ilişkilendirilmediği, bu nedenle iddianamenin geri alınması gerektiği, Cihaner'in suçlarının görev nedeniyle ya da görevi sırasında işlendiği, örgüt üyeliği suçunun delilleri olan eylemlerin yargılanmasının Yargıtay'da yapılmasının değerlendirildiği, Recep Gençoğlu'nun da delilleri karartma ihtimali olmadığı ve delil durumu nedeniyle tahliye edilmesi gerektiği" belirtildi. Hâkim Kaya'nın, Cihaner'in avukatı Turgut Kazan tarafından yapılan 3 tahliye talebine de Cihaner'in tahliyesi yönünde oy kullandığı kaydedildi. Cihaner'in tahliye talepleri Erzurum mahkemesi tarafından oyçokluğu ile reddedilmişti.

Askeri Okulda Sorgu Rezaleti

Hakan Yalman, 'irticai faaliyette bulunduğu gerekçesiyle' TSK'yla ilişkisi kesilen yüzlerce isimden biri. İşte Yalman'ın yaşadıkları...

Hakan Yalman, 'irticai faaliyette bulunduğu gerekçesiyle' TSK'yla ilişkisi kesilen yüzlerce isimden biri. Deniz Harp Okulu'ndan mezun olmasına 3 ay kala ordudan atılmış. İki yıl sonra Çapa Tıp Fakültesi'ni kazanan Yalman, şimdi özel bir hastanede çalışıyor. Yalman, o gün kendisini sorgulayanların, Karargâh Evleri hücre yapılanmasında yer aldığını öğrendiğini söylüyor.

Her yıl Yüksek Askerî Şûra kararlarıyla onlarca subay 'irticai faaliyette bulundukları' gerekçesiyle ordudan atılıyor. Yıllarını orduya vermiş insanların hayatı 'TSK'yla ilişkilerinin kesildiğini' anlatan bir kâğıtla karartılıyor. Ve bu subayların itiraz etme hakları bile bulunmuyor. 'İrtica' gerekçesiyle ordudan atılanlar sadece muvazzaf subaylarla sınırlı değil. Harp Okulu öğrencileri adım adım takip ediliyor. Namaz kılanlar tek tek fişleniyor, sorguya çekiliyor, vatan haini ilan ediliyor. Ve nihayet onlar da TSK'dan uzaklaştırılıyor. İşte atılan öğrencilerden biri de şu anda özel bir hastanede doktorluk yapan Hakan Yalman.

Deniz Lisesi'ni 1983'te birincilikle bitiren Yalman, ardından Deniz Harp Okulu'na giriyor. Orada da derslerine çalışıyor, yaşantısına dikkat ediyor. Ve son sınıfa geldiğinde yine birincilik kürsüsünde yer alıyor. Ancak birileri tarafından fişleniyor. Namaz kıldığı için irticacı olmakla suçlanıyor. Sorguya alınıyor. Ve mezun olmasına sadece 3 ay kala okuldan atılıyor. Pes etmiyor. Üniversite sınavına giriyor ve Çapa Tıp Fakültesi'ni kazanıyor. Hakan Yalman, şu anda özel bir hastanede doktor. Ergenekon sürecinde yaşananları dikkatle takip ettiğini anlatıyor. Yıllar önce kendi başından geçenleri şimdi daha iyi anladığını söylüyor.

O dönemde medyada yer alan 'irtica' haberleri üzerine MİT'ten ve askerî istihbarattan gelen yetkililer tarafından 45 gün boyunca çeşitli sorgulamalara tabi tutulduklarını anlatıyor. Kendilerine 'Sizler hangi hücredensiniz, kimlerle bir aradasınız, ne tip organize faaliyetler yürütüyorsunuz?' şeklinde sorular sorulduğunu belirtiyor: "Aslında hücre faaliyetlerinin bizi sorgulayanlar tarafından yürütüldüğü, onların o dönem çeşitli hazırlık içerisinde olduğunu biz sonradan öğrendik. Bizi sorgulayanlar, ta başından beri bu tarz hücre yapılanması içerisinde bulunan kişilerdi. Bazı arkadaşlarımızın bu hücre yapılanmasının içerisinde olduğundan şüpheleniyorduk. Fark ettiğimiz, fakat adını koyamadığımız yapılanma daha sonraki süreçte, ortaya çıkan tabloyla netleşti. Bu hücre yapılanmasının Karargâh Evleri'ne bağlı olduğunu, biz Ergenekon süreci içerisinde anladık. Bu subayların, bazı yurtlarda ve evlerde sınıf arkadaşlarımızla ortak planlar yaptıkları biliniyordu. Adam kazanmak için de çeşitli organizasyon yaparlardı. Parti gibi, balo gibi organizasyonları olurdu. Okula yeni başladığımızda bizleri de aralarına katmaya çalışmışlardı. Partilere katılan arkadaşlarımıza kız arkadaş temin ederlerdi."

Namaz kılanlar, 'vatan haini' ilan edilmişti
-Medyanın kendilerinin okuldan atılması sürecinde etkin bir rol oynadığını anlatıyor. O yıl Deniz Harp Okulu'nda irticacı avı başladığını anlatıyor: "Önce basın üzerimize geldi. Manşetleri attı, haberleri yaptı. Bu durumu meydana çıkaran gazetelerle sorgulamayı yürütenler arasında bir bağ, birliktelik olduğunu anladık. Manşetlerin ardından Kenan Evren, Adana'da meşhur bir konuşma yaptı. 'Ordudaki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Bunun için önlemlerimizi alıyoruz.' dedi. Bu konuşmanın ardından merkez komutanlığından gelen müfettişler öğrencileri sıkı takibe aldı. Bunun ardından fişlemeler başladı. Namaz kıldığı tespit edilen öğrenciler, okulda komutanları tarafından önce 'vatan haini' ilan edildi. Sonra 'namaz kılmayı alışkanlık haline getirmek suçlamasıyla' ordudan uzaklaştırıldı. Bu uygulamaya ilk önce, Deniz Lisesi öğrencileri maruz kaldı. Sonra sıra Harp Okulu öğrencilerine geldi."

DONANMA İLE KAÇAKÇILIK SKANDALI

'Adi Başbakan' parolasıyla adını duyuran Erdek Mayın Filo Komutanlığı yeni bir skandalla gündemin ilk sıralarına oturdu.

Başbakan Erdoğan’a yönelik parola skandalı ile uzun süre tartışılan Erdek Mayın Filo Komutanlığı, NATO tatbikatından dönen donanma gemisinde kaçak sigara ve içki getirildiği iddiasıyla yeniden gündeme geldi.

BAKIM YAPILDI
İddialara göre, Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 6 Mayıs 2010 tarih ve 2010/134 müt. sayılı arama ve el koyma kararına binaen gemiye baskın yapıldı.

Askeri Savcı Üsteğmen Mustafa Ufuk Kök denetiminde, NATO tatbikatından dönen Yüzbaşı Mustafa Denizkuşu komutasındaki TCG Edremit Gemisi’ne yapılan baskında 5 bin paket kaçak sigara ve 300 şişe içkinin yasa dışı yollardan ülkeye sokulduğu belirlendi. Görev dönüşü bando eşliğinde törenle karşılanması planlanan gemiye savcılık, maliye ve gümrük ekipleri tarafından yapılan baskında Bandırma Gümrük Muhafaza memurları Evren Yaman ve Feyyaz Karabulut’un da hazır bulunduğu belirtildi.

İhbar yapanı gündemine almış!
Gemiyi karşılamaya gelen ailelere durumla ilgili açıklama yapan Tümamiral Atilla Kezek’in ise parola skandalında olduğu gibi olayı değil de ihbarı yapanı gündemine aldığı öne sürüldü. Tezek’in savcılık incelemesi sonçlanmadan ailelere; “Sahte bir ihbar yapılmış, ben bu ihbarı yapanı bulacağım, personeli de korumak için elimden geleni yapacağım” dediği ileri sürüldü. Ayrıca Deniz Teğmen Abdullah Gökhan Ercan, Astsubay Kıdemli Üstçavuş Savaş Temel ve Astsubay Kıdemli Üstçavuş Ertan Aksoy’un kaçakçılık olayına adlarının karıştığı belirtildi.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İstanbul'da cephane çıktı!

Başakşehir Şamlar Köyü baraj gölü kenarında 260 adet kaleşnikof mermisi bulundu. Dalgıçlar, barajda mühimmat arıyor.

Bir ihbarı değerlendiren emniyet güçleri, Başakşehir Şamlar Köyü baraj gölü kenarına geldi. Ekiler, ağaçlık alanda 260 adet kaleşnikof mermisi buldu. Olay yerinde inceleme yapan ekipler, göle atılan herhangi bir mühimmatın olup olmadığını araştırma için dalgıç çağırdı. Olay yerine gelen dalgıçlar, gölde mühimmat aramaya başladı. Olayla ilgili inceleme sürüyor.

BİNGÖL'DE ŞEHİT EDİLEN 33 ER ANILDI

Bingöl'de, 24 Mayıs 1993 tarihinde birliklerine gittikleri sırada terör örgütü PKK tarafından şehit edilen 33 er, düzenlenen törenlerle anıldı. Bingöl-Elazığ karayolunda şehit edilen 33 asker için ilk olarak merkeze bağlı Bilaloğlu köyündeki Anıttepe'de tören düzenlendi.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başlayan törene Bingöl Valisi İrfan Balkanlıoğlu, 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Korkut Özarslan, 49. Motorlu Piyade Tugayı Komutanı Tuğgeneral İsmail Hakkı Önder ile Belediye Başkanı Serdar Atalay, Cumhuriyet Başsavcısı Hüsnü Hakan Yağız, 33 şehidin yakınları ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Bingöl Valisi İrfan Balkanlıoğlu, buradaki törende yaptığı konuşmada, terör örgütü PKK'nın eylemlerinden en çok bölge halkının zarar gördüğünü söyledi. 1993 yılında kamuoyu vicdanının ağır bir şekilde yaralandığını anımsatan Balkanlıoğlu, şöyle konuştu: ''1993 yılında milletçe, kamuoyu vicdanını ağır bir şekilde yaralayan büyük bir travma yaşadık. Terör örgütü sözde o dönemde ateşkes ilan etmiş, saldırmayacağına dair sözler vererek milleti böyle dönem dönem kandırdığı bir evrede bu menfur hadiseyi gerçekleştirmiştir. Devletin meşru güçleri dışında dağlarında, ormanlarında elinde silahla gezen insanlar bulunduğu sürece nasıl bir ateşkesten bahsedilebilir? Hiçbir kanun, nizam tanımayan bu insanlar kendilerini güçsüz hissettikleri dönemde ateşkes diye bir durum ilan etmekte, ancak eline fırsat geçtiğinde işte böyle silahsız ve savunmasız masum insanları hunharca katledebilmektedir. Milletimizin evlatlarını acımasızca katleden örgüt, aslında neyi amaçladığını bilmemektedir.''

Bölücü terör örgütünün suç organizasyonu haline geldiğini anlatan ve örgüt elebaşılarıyla bölge halkının asla aynı kategoriye konulamayacağının altını çizen Balkanlıoğlu, ''Örgütün yönetim ve denetiminde olan insanlar, bölge halkıyla aynı değer yargıları taşımıyor. Bölge halkının kalkınması ve gelişmesi için kurulduğu söylenen bu hareket en fazla bölgedeki insanlara rahatsızlık vermiş, can ve mal kaybına yol açmış, gelişmesine ve kalkınmasına mani olmuştur. Bu ne biçim bir harekettir ki haklarını savunduğunu iddia ettiği insanlara en fazla zararı veriyor. Burada 33 askerimizi simgeleyen 33 bayrağı görünce insanın içi cız ediyor. Kolay değil. Allah bir daha milletimize böylesi acılar yaşatmasın'' diye konuştu.

-''TERÖRİSTLER HALAY ÇEKİP, DEFALARCA DÖNEREK YİĞİTLERİMİZE KURŞUN SIKTILAR''-
Bingöl Şehit Aileleri Malulleri ve İnsan Hakları Derneği (BİŞHAK) Başkanı Ziya Sözen ise 33 askerin şehit edilmesi kadar acı ve vahim bir olayın yaşanmadığını söyledi. Sözen, 33 askerin şehit edilişinin 17. yılında, şehitleri anmak, ailelerinin acılarını paylaşmak, terör örgütü mensuplarının yandaş ve yardakçılarını bir kez daha lanetlemek üzere toplandıklarını ifade etti. Sözen, şöyle devam etti:

''Acemi birliklerini tamamlamış ve usta birliklerine gitmek üzere silahsız bir şekilde araçlarına binen bu şehitler olacaklardan habersiz bir şekilde yola koyuldular. Bu askerlerimiz birliklerine giderken Allah'a kavuştular. Kurşun sesleri ile Bingöl dağlarında kuşlar, kurtlar feryat yaktı. Teröristler halay çekip, defalarca dönerek yiğitlerimize kurşun sıktılar. Yaşananlar ne bir masal ne bir hikaye. Bu yaşananlar ilimizde 33 askerimizin silahsız ve savunmasız bir şekilde PKK terör örgütü tarafından şehit edilişinin hazin öyküsüdür. Bu yaşananları anlatmak kelimelere sığdırmak imkansızdır. Biz bugün dahi yaşananları anlatmakta zorlanırken, insanlıktan nasiplenmemiş, gözü dönmüş örgüt mensupları bunları zevkle yaptılar. Bu katliamı yapanların insan olmaları asla düşünülemez.''

Tören sırasında, güvenlik tedbirleri kapsamında helikopterler alan üzerinde uçuş yaparken, şehit askerlerin resimlerinin bulunduğu tişörtleri giyinen gençler ile asker üniforması giyen 33 küçük çocuk da törene katıldı. Anıttepe'deki törenler, 33 şehidin temsili mezarlarının bulunduğu anıtın gezilmesiyle sona erdi.

-ŞEHİTLER ANITI'NDAKİ TÖREN-
Şehit 33 askeri anmak için ikinci tören daha sonra kent merkezindeki Şehitler Anıtı önünde yapıldı. Burada günün anlam ve önemine değinen bir konuşma yapan Personel Üsteğmen Emine Karadağ, vatan ve bayrak uğruna canlarını seve seve veren aziz şehitlerin asla unutulmayacağını söyledi.

Anma töreninin amacının, nasıl bir hainlikle karşı karşıya olunduğunu bilmeyenlere, terörün dininin ve ırkının olmadığını bir türlü görmeyenlere bu gerçeği göstermek olduğunu ifade eden Üsteğmen Karadağ, ''Vatanını, bayrağını, vatandaşlarının canını ve malını korumak için sevdiklerinin davullarla, zurnalarla ellerine kına yakarak, kutsal vatan görevlerini yapmak üzere asker uğurladığı, silahsız ve savunmasız 33 erimiz PKK terör örgütü mensuplarınca acımasızca 24 Mayıs 1993 yılında Bingöl sınırları içinde şehit edilmiştir'' dedi. Üsteğmen Karadağ, imandan ve insanlıktan yoksun hainlerin planladıkları bu katliamla, kendilerine destek vermeyen Bingöl halkı ile Türkiye'nin diğer illerinde yaşayan insanları birbirine düşman etmenin amaçlandığını kaydederek, ''Bingöllüler terörle değil, güzelliklerle anılmak istiyor. Asla unutulmamalıdır ki bu vatanın neresinde yaşarsa yaşasın, herkes birinci sınıf vatandaştır. Dili, dini ve inancıyla asırlar boyu yaşamış, vatan uğrunda genci, ihtiyarı, kadını omuz omuza savaşmış, aynı gaye uğruna birleşmiş vatan evlatlarını farklı kimlikleri kullanarak ayırmak, bölmek ve parçalamak asla mümkün olmayacaktır'' şeklinde konuştu.

-ŞEHİT AİLELERİNE DEVLET ÖVÜNÇ MADALYASI-
Buradaki törende ise yapılan konuşmanın ardından geçen yıl şehit olan Mahmut Kalçık, Ali Çakmakçı ve Mehmet Koçin'in ailelerine Devlet Övünç Madalyası verildi. Şehit ailelerinin övünç madalyalarını Vali Balkanlıoğlu ile 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Özarslan takdim etti. Anma etkinlikleri kapsamında, kent merkezindeki Şehitler Anıtı'nın bulunduğu parkta vatandaşlara pilav ve kavurma da ikram edildi. İkram sırasında protokolde oturan gazi Erdem Doğan, fenalık geçirdi. Gaziyi, Belediye Başkanı Serdar Atalay teskin etti.

TUTUKLU SANIK EMEKLİ ORGENERAL ÇETİN DOĞAN, SİYAMİ ERSEK HASTANESİNDEN TABURCU EDİLDİ

''Balyoz planı'' iddiaları soruşturması kapsamında tutuklanan, hastanede tedavi altına alınan eski 1. Ordu Komutanı emekli orgeneral Çetin Doğan taburcu edildi. Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İbrahim Yekeler, yaptığı yazılı açıklamada, Çetin Doğan'ın 11 Mayısta göğüs ağrısı ve hipertansiyon şikayetiyle hastaneye başvurduğunu, tetkik ve incelemeler sonrası akut koroner sendrom, hipertansiyon ve diyabet ön tanılarıyla yatırılarak tedavisine başlandığını hatırlattı.

Prof. Dr. Yekeler, Doğan'a, medikal tedavi ile tansiyonu stabilize edildikten sonra 17 Mayısta kardiyoloji klinik şefi Doç. Dr. Gülşah Teyyareci ve aynı ekipten Doç. Dr. Haldun Akgöz tarafından anjiyo yapıldığını, ileri derecede tıkalı damarın balonla açılarak stent takıldığını kaydetti. Yekeler, elektrokardiyografik değişiklikleri olmayan, kardiak enzimleri normal sınırlarda giden ve göğüs ağrısı kaybolan hastanın bugün ilaç tedavisi düzenlenerek taburcu edildiğini bildirdi.

TÜRK DENİZ GÖREV GRUBUNDAN LİMAN ZİYARETLERİ

Türk Deniz Görev Grubu (TDGG) Tunus ve Cezayir'e liman ziyaretleri gerçekleştirecek.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreterliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, TDGG, barışı desteklemek, deniz güvenliğine katkıda bulunmak, denizde durumsal farkındalığı sağlamak, deniz yetki alanları ile Batı Akdeniz ve Adriyatik Denizi'nde varlık göstermek, bölge ülkelerle tatbikat, eğitim ve liman ziyaretleriyle ikili ilişkileri geliştirmek, Türk Deniz Kuvvetlerinin kazandığı imkan ve kabiliyetler ile uzun süreli harekat yeteneğini göstermek amacıyla oluşturuldu.

TDGG'yi oluşturan TCG Kemalreis, Giresun firkateynleri ile TCG Akar lojistik destek gemisi 26-28 Mayıs tarihleri arasında Tunus'a, TCG Gaziantep ve Turgutreis firkateynleri aynı tarihlerde Cezayir'e liman ziyaretleri
gerçekleştirecek.

CHP’den TSK’ya 22 Mayıs muhtırası / Önder Aytaç

Muhafazakâr kesimler Kılıçdaroğlu’ya halkın teveccüh etmesini sağlıklı değerlendirmeli. Kahraman, Bayramoğlu, Çalışlar, Bumin, Cemal gibi sosyal demokratlar, Kılıçdaroğlu’ya bir kredi veriyor. Tayyar, Kılıçdaroğlu ile arasında geçen Ergenekon görüşmesini yazarak, önemli bir bilgiyi deşifre etti. Orada söylediği cümleden hareketle Kılıçdaroğlu Ergenekon’a çok uzak bir tavır sergileyecek.

Genç’in ve Akinan’ın sevinçten gözlerinin yaşardığı yazılarından anlaşılıyor. Medya, Kılıçdaroğlu’yu hem AKP’yi devirebilecek bir güç, hem de biriken olumsuzları çözecek bir adres gördükleri için destekliyor.

Kılıçdaroğlu hareketinin ciddiye alınması gerek. Onu anlamlı kılan en temel unsur, yolsuzluk ve yoksulluğun üzerine giden ve sokakların diline yakın olan tavırları. Bila’ya, “tarlalardan dolaşmaya başlayacağım” demesi de Karaoğlan efsanesinden sonra en önemli sosyal demokrat bir söylem.

2002’den bu tarafa parlamentoda olan Kılıçdaroğlu, ne 2004’te ne de 2006’da ortaya çıksaydı şu anki kadar ilgi görürdü. Toker’in söylemiyle, “Onun anlamı 2008’de halkta karşılık buldu. O da, o yıllardan itibaren, medyada yer aldı ve medya için görünür bir figür oldu”.

Peki ama, neden şimdilerde bu sonuç? Sebebi, yıpranan ve kirlenen siyasetin yansımaları ki, bu durumdan muhafazakârlar da, sosyal demokratlar da fazlasıyla şikâyetçi. AKP’li Arınç bile, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına sevindi. Arınç, siyasetin kalitesinin artması için, nitelikli bir rakip istiyor. Arınç, Las Vegas tutkunu Akman’ın da RTÜK’den istifasını aynı gerekçelerle istedi.

27 Nisan 2007’deki e-muhtıranın cümlelerinden birisi de, “Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” sözü. Şimdi ise, devlet partisi CHP’nin genel başkanlığına Kürt, Alevi kökenli ve Tunceli doğumlu birisi geldi. Hâlâ Genelkurmay’ın internet sitesinde yer alan bu e-muhtıraya, CHP cephesinden de şiddetli bir tokat Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle atıldı.

Kılıçdaroğlu, Sabah’tan Müderrisoğlu’nun, “Ordu+CHP=İktidar algısı var. TSK ile ilişkileriniz ne yönde gelişecek” sorusuna; “CHP=Halk=Demokrasi=Eşitlik=Kardeşlik. Biz sandıkta CHP’yi iktidar yapmalıyız. Halka kendimizi anlatıp, sandıktan çıkıp sorunları çözmeliyiz” şeklinde önemli bir yanıt veriyor.

“Ne mutlu Türküm diyenlere inat, devlet partisi CHP’ye Kürt ve Alevi bir genel başkan.” Kılıçdaroğlu ya kendini inkâr ederek statükoya ve askerî vesayete teslim olacak, ya da ılımlı İslam ve merkez sağdaki oylara da talip olarak, potansiyel yüzde 30’lardaki sosyal demokrat oylarını, daha da ötelere taşıyarak CHP iktidarını kuracak.
* * *
Tutkun Akbaş’ın medyagundem.com sitesine göre; Nesrin Baytok’un Doğan Grubu’na ait Finansal Forum gazetesinde yazarlık yaptığı dönemde gazetenin genel yayın yönetmeni Gökhan Çırnaz’dı. Çırnaz daha sonra Baytok sayesinde CHP yönetimine de girdi. Nesrin Baytok’un yazarı olduğu Finansal Forum gazetesinde o dönem Ercan Çitlioğlu da yazıyordu. Çitlioğlu Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un kitabını da yazdı. Eyüp Can Finansal Forum gazetesinin başına geçtiğinde Baytok’la beraber Çitlioğlu’nu da gönderdi.

Gökhan Çırnaz’ın sahibi olduğu ve “CHP’nin kanalı” olduğu iddia edilen Business Channel’daki ortağı Hilmi Develi de önemli birisi. Kanal daha sonra Ergenekon davasındaki tutuklu Hayrettin Ertekin’e satıldı. Nesrin Baytok’un eşi Can Baytok’un kardeşi Cem Baytok ile birlikte Mustafa Sarıgül’ün başkanı olduğu Şişli Belediyesi’nden bazı bilgisayar ihaleleri aldığı da gündeme geldi. O şirketin adı da Odesa.

Gökhan Çırnaz’ın ortağı olan Hilmi Develi 20. dönem DSP’den Denizli milletvekiliydi. Şimdi de Develi üzerinden, uluslararası bir sermaye operasyonu olduğu izlenimi veren bir grubun yatırımlarına ve ilişkilerine göz gezdirelim.

Şirketin adı, Londra merkezli RHEA Grubu. Yönetimindeki isimler ise şöyle:
* Onur Takmak, Yönetim Kurulu Başkanı (RHEA Portföy Yönetimi A.Ş.)
* S. Gazi Erçel, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı (T.C. Merkez Bankası Başkanı, 1996-2001)
* M. Osman Birsen, Yönetim Kurulu Üyesi (İMKB Başkanı, 1997-2007)
* Hilmi Develi, Yönetim Kurulu Üyesi (T.C. 20. Dönem Milletvekili, TOSYÖV Başkanı)
* Memet Yazıcı, Yönetim Kurulu Üyesi (Rhea Portföy Yönetimi A.Ş.)
* M. Hakan Aytaç, Yönetim Kurulu Üyesi (Danışman)
* Dr. İbrahim Erdoğan, Yönetim Kurulu Üyesi (Başkan, Sağlık İletişimi ve Yayıncılık Ltd. Şti.)
* Cemil Armağan, Genel Müdür.
RHEA grubunun bir vakıf girişimi olarak piyasaya girdi. Bu vakfın başkanı da Onur Takmak. Yıllarca Londra finans çevrelerinde bulunmuş genç bir işadamının öncülüğünde kurulan bu şirket Türk ekonomisinin yakından tanıdığı iki ismi de şirketine alarak, burada büyük yatırımlar yapıyor. Bu isimlerden, geçmişte İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın yöneticiliği yapan Osman Birsen ve Merkez Bankası başkanlığı yapan Gazi Erçel.

Şirketin diğer yöneticileri arasında iki isme daha rastlıyoruz. Gökhan Çırnaz’ın Bussiness Channel televizyonundan ortağı olan Hilmi Develi’yi bu girişimde yönetim kurulu üyesi. Asıl ilginç olansa Cem Baytok isimli şahıs da bu şirkette denetim kurulu üyesi olarak bulunuyor.

RHEA grubundaki Cem Baytok ise Nesrin Baytok’un kayınbiraderi. Yani eşi Can Baytok’un kardeşi. İlginç olansa Cem Baytok, RHEA grubundaki biyografisinde Odesa şirketindeki tecrübesini paylaşmıyor. Odesa’nın adından bile söz etmiyor.

Bu grubun İstanbul’da kurduğu yahut iştiraki olan şirketlerden birinde büyük mason mahfili üyesi E. Cüneyt Kalpakoğlu var. RHEA grubunun yüzde 60 girişim payı sahibi olduğu Netsafe Bilgi Teknolojileri isimli şirketin genel müdürü de Kalpakoğlu.

Doğan Medya Grubu’nda yazarlık yapan ve Deniz Baykal’ın seks kaseti skandalıyla siyasette dengelerin değişmesine neden olan olayın kahramanı Nesrin Baytok’a odaklandığımızda bu ilişkiler ağı karşımıza çıktı. Aslında kamuoyu Baytok soyadının izini sürdüğünde böyle bir ilişki trafiğiyle karşılaşıyor demek istedik.

Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu ya askerî vesayete ve statükoya teslim olan bir ‘sünepe’, ya da derin devlet tarafından kendisi gibi ‘öteki’ görülüp düşman algılanan garipleri de kucaklayan bir ‘Gandi’ olacak...

TÜRKİYE VE SUUDİ ARABİSTAN ARASINDA ASKERİ İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI

Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ''Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşması'' imzalandı. Genelkurmay Başkanlığı Şeref Salonu'nda düzenlenen imza töreninde konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Suudi Arabistan Savunma ve Havacılık Bakan Yardımcısı Prens Khalid Bin Sultan Bin Abdülaziz Al Saud ve beraberindeki heyeti ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. İki ülkenin, kökleri derine inen tarihi, kültürel ve geleneksel bağları paylaştığını belirten Orgeneral Başbuğ, küresel ölçüde barışı ve güvenliği tehdit eden gelişmelerin özellikle aralarında kuvvetli bağlar bulunan ülkeleri iş birliğine sevk ettiğini söyledi. Orgeneral Başbuğ, şöyle konuştu:

''Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı Hükümeti arasındaki askeri alanda eğitim, teknik ve bilimsel işbirliği anlaşmasının imzalanmasının halen olumsuz gelişmeler yaşanan Orta Doğu bölgesinde barışa ve istikrara katkı sağlayacağına inanıyorum. Bu çerçeve anlaşması aynı zamanda kardeşlik, karşılıklı anlayış ve işbirliğine dayalı dostane ilişkilerimizin daha da geliştirilmesini sağlayacaktır.''

Çerçeve anlaşmasının her iki ülkeye ve seçkin silahlı kuvvetlerine faydalı olmasını dileyen Orgeneral Başbuğ, konuşmasını Arapça olarak, ''teşekkür'' anlamındaki ''şükran'' sözüyle tamamladı. Daha sonra konuşan Prens Al Saud, iki ülke arasındaki derin kardeşlik bağlarının ortak çalışmaları artırmak için itici ve önemli bir güç oluşturduğunu söyledi.

Siyasi, ekonomik ve ticari alanlarda iki ülke arasındaki ilişkiler ve ortaklık ile bu alanlardaki büyümelerin herkesin bu ilişkiye gösterdiği önemin en kuvvetli kanıtı olduğunu belirten Al Saud, bu anlaşmayla iki ülke arasındaki ortaklığın taçlandırıldığını ifade etti. Al Saud, şunları söyledi: ''Bu anlaşma Allah'ın inayeti ve gücüyle kardeş iki ülke yönetimi ve halklarının daha fazla yakınlaşma ve daha derin ortaklık konusundaki beklentilerini gerçekleştirecektir. İnanıyorum ki, silahlı kuvvetlerimizin iş birliği ve ortak menfaatlerini daha geniş ufuklara taşıyacağız ve bu işbirliğini düzenleyen, etkinliği artıran bir çerçeve oluşturacağız. Bu anlaşmanın ve maddelerinin herkesin iftihar ettiği silahlı kuvvetlerimizin imkan ve kabiliyetlerinin artmasını sağlayan somut adımlara dönüşmesini umut ediyorum.''

Konuşmaların ardından Orgeneral Başbuğ ve Prens Al Saud, çerçeve anlaşmasını imzaladı.

TÜRKİYE VE SUUDİ ARABİSTAN ARASINDA ASKERİ ALANDA İŞBİRLİĞİ

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında askeri alanda eğitim, teknik ve bilimsel işbirliği anlaşması imzalanması için uzun süreden beri devam eden müzakerelerde artık son aşamaya gelindiğini belirtti.

Bakan Gönül, Suudi Arabistan Savunma ve Havacılık Bakan Yardımcısı Prens Khalid Bin Sultan Bin Abdülaziz Al Saud ve beraberindeki heyeti bakanlık binasında kabul etti. Al Saud için düzenlenen resmi tören öncesi Gönül, konuk prensi bina önünde karşıladı. Gönül ile tören kıtasının önünden geçen Al Saud, askerleri
''Merhaba asker, nasılsınız?'' diyerek selamladı. Törenin ardından bir süre görüşen Gönül ve Prens Al Saud daha sonra bakanlık binasındaki merdivenlerde basın toplantısı düzenledi.

Al Saud ve beraberindeki heyeti ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Bakan Gönül, Prens Al Saud'un üstün bir lider ve komutan olarak tanındığını, birçok onursal unvanının olduğunu, ''Çöl Savaşçısı'' adlı kitabının da birçok dile çevrildiğini ifade etti. Türkiye ve Suudi Arabistan arasında ortak tarih ve din bağlarının
bulunduğunu bildiren Gönül, iki ülke arasında son dönemde önemli bir yakınlaşma olduğunu vurguladı. İki ülke arasındaki üst düzey ziyaretlerin artmasını, yakınlaşmanın en önemli göstergesi olarak nitelendiren Bakan Gönül, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Suudi Arabistan'a birçok ziyaret gerçekleştirildiğini, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın da Türkiye'yi ziyaret ettiğini hatırlattı.

Bölgede çok önemli gelişmelerin yaşandığına da dikkati çeken Bakan Gönül, yapılan ziyaretin Suudi Arabistan'ın Türkiye'ye verdiği önemi gösterdiğini belirtti. Ziyaretin, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine büyük katkı sağlayacağını ifade eden Bakan Gönül, Türkiye'nin Orta Doğu ve Körfez ülkeleriyle köklü tarihe ve kültürel bağlara sahip olduğunu, bölge ülkeleriyle ilişkilerini dostluk çerçevesinde gerçekleştirdiğini söyledi. Bölgedeki gelişmelerin Türkiye'yi doğrudan etkilediğini ifade eden Bakan Gönül, ''Orta Doğu'da barış, istikrar ve güvenliğin sağlanması öncelikli dış politik hedeflerimiz arasında yer almakta, milli güvenliğimizi de doğrudan ilgilendirmektedir'' dedi.

Türkiye'nin, son yıllardaki uluslararası ihtilaf ve çatışmalarda çözücü rolünün artığını ve Türkiye'nin Orta Doğu ülkelerine yönelik yaptığı çalışmaların olumlu sonuçlar doğurduğunu anlatan Bakan Gönül, Suudi Arabistan'ın da dünya barışına büyük katkıda bulunduğunu ve iki ülke arasındaki yakın ilişkilerin bölge barışına büyük katkı sağlayacağını bildirdi. Güvenlik ve savunma konularında Al Saud ile görüşeceklerini ifade eden Bakan Gönül, şöyle konuştu:

''Savunma sanayi alanında üretimde işbirliği ve teknoloji paylaşımı konularını görüşeceğiz. Bu kapsamda büyük projelerin başından itibaren beraber alınma, ülkelerimizin ihtiyaç duyduğu silah ve gereçleri müştereken üretmek istiyoruz. İki ortak ülke olarak Suudi Arabistan'daki zırhlı araç üretimi, ülkeler işbirliğinin güzel bir örneği olarak gösterilebilir. Türkiye ve Suudi Arabistan arasında askeri alanda eğitim teknik ve bilimsel işbirliği anlaşması imzalanması için uzun süreden beri devam eden müzakerelerde de artık son aşamaya gelinmesi son derece memnuniyet vericidir. Bu anlaşmaların imzalanması, takip eden dönemde birçok alanda yeni işbirliği projelerinin oluşturulmasını ve farkı adımlar atılmasını sağlayacaktır. Bu anlaşmanın imzalanmasına müteakip subaylarımızın beraber eğitim görmesini de hedeflemekteyiz. Birçok ülkenin askeri personeline Türkiye'de eğitim verilmektedir.''

-PRENS AL SAUD -
Prens Khalid Bin Sultan Bin Abdülaziz Al Saud ise Türkiye'de bulunmaktan memnun olduğunu belirtti. Türkiye ve Suudi Arabistan arasında iyi stratejik bağların kurulduğunu dile getiren Al Saud, iki ülke arasındaki askeri işbirliğinin başlamasının çok önemli olacağını söyledi. Suudi Arabistan'ı ''dünyadaki Müslümanların günde 5 defa yüzünü döndükleri tek ülke'' olarak nitelendiren Al Saud, ülkelerinin bölgedeki stratejik önemini de vurguladı. Türkiye'nin en güçlü Müslüman ülkeler arasında yer aldığına dikkati çeken Prens Al Saud, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem verdiklerini kaydetti.

Toplantının ardından bir gazetecinin ''iki ülke arasındaki askeri işbirliğinin durumuna'' ilişkin sorusu üzerine Bakan Gönül, askeri ilişkilerin arzu edilen seviyede olmadığını söyledi. Vecdi Gönül, askeri işbirliğinin eğitim,
savunma sanayi ve stratejik alanda daha fazla olmasını istediklerini sözlerine ekledi. Basın toplantısının ardından heyetler arası görüşmeler yapıldı.

Başbuğ'un Yıldızı Yönetimde

Genelkurmay'a 'demokrasinin deniz feneri' diyen, Org. Başbuğ'a yakınlığıyla tanınan Nuran Yıldız CHP Parti Meclisi'ne girdi....

CHP’nin yeni Parti Meclisi’nde ulusalcı görüşleriyle tanınan isimlerin ağırlıkta olduğu dikkat çekiyor. Süheyl Batum, Mehmet Faraç, Enver Aysever gibi ekranların tanınan yüzlerinin yanında en ilgi uyandıran isim ise Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un iletişim danışmanı olarak tanınan Doç. Dr. Nuran Yıldız

Nuran Yıldız
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde siyasal iletişim dersleri veren Doçent Yıldız’ın en ünlü çalışması, ordunun siyasetteki rolüyle ilgili yazdığı Tanklar ve Sözcükler kitabı.
Yıldız kitapta dünyanın her yerinde orduların siyasete müdahale ettiğini savunuyor ve Genelkurmay’ı demokrasinin deniz feneri olarak nitelendiriyor.

Sabah gazetesinde iletişim yazıları yazan Yıldız’ın adı 2008 yılında İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte Başbuğ’un iletişim danışmanı olarak anılmaya başladı. Yıldız’ın, Başbuğ’un Taraf’ın Aktütün haberlerine cevap için arkasına kuvvet komutanlarını alarak Balıkesir’de bağırarak yaptığı çok eleştirilen basın toplantısının arkasındaki isim olduğu iddia edilmişti. Yıldız herkesin eleştirdiği konuşmayı savunduğu yazısında “Kaç kez Ankara temsilcileri çağrılmış, konuşulmuş? Benim saydığım bir ayda en az üç kez Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı düzeyinde anlatılmış dönen dolaplar, çevrilen oyunlar. Olmamış. Medya yöneticilerinin, sermayenin, televizyon entelektüelinin öyle dolu ki gözleri kendi görüntüleriyle, öyle dolu ki kulakları kendi sesleriyle bağırmazsan duyulmuyor” demişti.

Sabah’tan sonra Habertürk’te de yazarlık yapan Yıldız, son olarak OdaTv adlı askerî kesime yakın bir internet sitesinde yazıyor.

Nuran Yıldız, Başbuğ’un iletişim danışmanı olduğu iddialarını reddediyor. Taraf’a konuşan bir askerî kaynak ise TSK’nın danışmanı Yıldız’ın, önemli bir karar organı olan PM’ye girmiş olmasının, kurumsal olarak temsil ettiği TSK’ya yakınlığı göz önüne alındığında hiç etik olmadığını söyledi. Taraf’ın görüşüne başvurduğu başka bir askerî kaynak da Nuran Yıldız’ın uzunca zamandır Orgeneral Başbuğ ile görüşmediğini söyledi. Parti çevrelerinde de ismi bilinmeyen Nuran Yıldız’ın Parti Meclisi’ne girmesine CHP’liler de “sürpriz” diyor. En güçlü iddia, Yıldız’ın adını Kılıçdaroğlu’nun listeye eklediği.