31 Mayıs 2010 Pazartesi

Darbe zihniyeti / Ekrem Dumanlı

27 Mayıs darbesinin 50. yılı münasebetiyle gazeteniz bir yazı dizisi yayımladı. "Yassıada Gerçeği" başlığıyla sunulan dizide ilk defa yayımlanan fotoğraflar ve görüntüler vardı. Abdullah Kılıç'ın kaleme aldığı bu Yassıada çalışması, büyük bir ilgi uyandırdı.

Telefon edenler, e-mail gönderenler, gazeteye gelip bizzat tebrik edenler... Demek ki 27 Mayıs cuntasının açtığı yara hâlâ millet vicdanını kanatıyor. Bu duyarlılığı görmek, demokrasimiz adına ümit verici. Demek ki zulüm, zalimin yanına kâr kalmıyor. Bir gün gerçekler ortaya çıkıyor ve "Zulm ile âbâd olanın sonu berbâd" oluyor. Kamuoyunun 27 Mayıs yazı dizisine gösterdiği teveccüh gerçekten de takdire şayan...

Madalyonun bir de diğer yüzü var. Cuntacılığın insanlık suçu olduğunu dile getirdiğinizde kimyası bozulan dar bir çevrenin varlığı da ortada. Bunlara kalırsa 27 Mayıs'ı da, 12 Mart'ı da, 12 Eylül'ü de, 28 Şubat'ı da, 27 Nisan'ı da fazla kurcalamamak gerekir. Daha ötesini de homurdananlar var aslında. "Hükümet de hak etmişti ama..." diyerek mazeretlerin arkasına sığınmak, o sığınaktan devşirdikleri defolu maskelerle demokrasi balosuna katılmak isteyenler de çıkıyor ortaya. Darbe gibi alçakça bir eylemi, "Onlar da aranmıştı yani..." demeye getirene söylenecek söz bellidir: "Sandık ne güne duruyordu?" Bir siyasî partiyi iktidara taşıyacak iradenin sahibi olan halk, bir başka seçimde aynı partiyi alaşağı etme gücüne de sahiptir...

Açık söylemek gerekiyor: Bu ülkede bazı kişiler, kurumlar veya kuruluşlar, darbecilere karşı ruhî bir yakınlık duyuyor. Başbakan ve bakanları idam eden bir zihniyete destek veriyor; açıktan destek veremeyince darbeye kılıf arıyor. Bu duruş o kadar net ki, bazı kişiler, sadece cumhuriyet dönemindeki bütün askerî müdahaleleri desteklemenin de ötesinde Osmanlı döneminin vahim olaylarını bile meşru görebiliyor, orada bile kendini taraf sayabiliyor. Mesela, Abdülaziz'in katli gayet açık bir vak'a olduğu halde Sultan hakkında uzun yıllar "intihar etti" denmesinin arkasında da o marazî bağlılık vardır. Mesele sadece, "laik rejimi koruma" insiyakı değil çünkü. İttihat ve Terakki ile kendini yandaş, yoldaş, candaş vs. hisseden "çağdaş" topluluklar var bu ülkede. O yüzden 1876'da Abdülaziz'in katline bile -gizliden gizliye- destek çıkma lüzumunu hissediyor birileri. Çünkü modern cuntacılığın temellerinin atıldığı (dolayısıyla diğer vahşi Yeniçeri isyanlarından ayrılan) bir hadisedir Abdülaziz'in hal edilmesi. Harbiye öğrencileri kullanılmıştır, yurtdışı bağlantıları ve destekleri vardır, vs...

Demem o ki darbeciliğe zihnen pek hevesli, cuntacılığa ruhen ipotekli bir zihniyetle karşı karşıyayız. O zihniyete karşı "Darbenin her çeşidine hayır!" demek, her insanın boynunun borcu. Çünkü askerî güçlerin elindeki silah ona bir maksat için ve emaneten verilmiştir. Düşmana karşı vatanı koruması gerekenlerin o silahları halka ya da halkın temsilcilerine doğrultması büyük bir suçtur. Halkın vergileriyle alınan silahların halka karşı kullanılması, hukukun askıya alınarak kaba kuvvetle ülkenin ele geçirilmesi 50 yıl sonra da olsa hesap sorulacak vahim bir insanlık suçudur. Artık çağ dışı darbeci zihniyetin bunu anlaması şart!

--------------------------------------------------------------------------------
Yazı dizisi ve bir garip hırsızlık olayı
27 Mayıs'ın yıldönümü nedeniyle hazırladığımız dizi büyük yankı uyandırdı uyandırmasına da bu dizinin meçhul ve karanlık kalmış bir serüveni var; onu sizlerle paylaşmak gerekiyor sanırım.

Hafta sonu eklerimizin yayın editörü Abdullah Kılıç hem iyi bir yönetici hem de iyi bir habercidir. Yassıada Gerçeği'ni de o hazırladı. Bir yıllık bir çalışmanın ürünüydü dizi. Yayımlayamadığımız bölümler, neşrolunan kısmın beş on katı. Bu nedenle çalışma daha kalıcı bir esere dönüştürülecek. Hazırlığı süren kitapta hem Yassıada'da çekilen yüzlerce fotoğraftan hem de daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış görüntü ve ses kayıtlarından yapılmış seçkiler bulacaksınız...

Gelelim bu dizinin esrarengiz kalan kısmına: Abdullah Kılıç, bir senedir uğraşıyor, fotoğrafları, kayıtları, görüntüleri elde edebilmek için çalmadık kapı bırakmıyor, onlarca insanla görüşüyor. Sonunda bir hayli mesafe alıyor ve belgeleri dizüstü bilgisayarına kaydediyor. İşte tam o sırada ilginç bir hırsızlık hadisesi yaşanıyor. Arabasının arka camını kıran birileri, arka bagaja oradan ulaşıyor ve dizüstü bilgisayarı alıp kayıplara karışıyor. Arabadaki hiçbir eşyaya dokunmadan (ki alınabilecek değerde eşyalara rağmen) bilgisayarın çalınması ile Kılıç'ın o bilgileri tamamlayıp kaydetmesi arasında birkaç saat bulunmakta. Şimdi soru şu: Karşınızda adi bir hırsızlık mı var, yoksa 27 Mayıs darbesi ile ilgili hiçbir yerde yayımlanmamış belgelerden rahatsız olan birileri bir senelik emeği yok etmek mi istedi? Arabaya giriş tarzları, sadece dizüstü bilgisayarı alıp kaçmaları ve arkadan hiçbir iz bırakmadan sıvışmaları, Yassıada Gerçeği'nin ortaya çıkmasından endişe edenleri işaretliyor. Artık top güvenlik güçlerinde. Ne yapıp etsinler failleri bulsunlar; bulsunlar ki kafalarda soru işaretleri kalmasın.

Şöyle bir soru yönelttiğinizi duyuyor gibiyim: "Madem belgeler çalındı, bu dizi nasıl yayımlanabildi?" Allah'tan ki Kılıç, çalışmasının bir kopyasını hemen almış ve onu cebinde taşımıştı. Kendisini ve bu dizide ona yardım eden herkesi tebrik ediyorum. Bir kere daha görüldü ki; gazetecilikte bilginin zati değeri hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar önemli. Zaten gazetecilik de buna deniyor...