30 Ocak 2009 Cuma

İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK'İN ÇAPRAZ SORGUSU TAMAMLANDI

''Ergenekon'' davasında tutuklu olarak yargılanan İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek'in çapraz sorgusu tamamlandı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki salonda görülen duruşmada çapraz sorgusuna devam edilen İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, dünkü sorulara verdiği cevaplarda eksik kalan noktaları açıklamak istediğini belirterek, ''Devletin Yeniden Yapılandırılması Belgesi''ne ilişkin açıklamalarda bulundu. Perinçek, belge ile Kuddusi Okkır'a ait olduğu iddia edilen belge arasında hiçbir benzerlik bulunmadığını savundu.
Hüseyin Gülerce, Nazlı Ilıcak ve Mümtazer Türköne'nin yazılarında, kendisinin savunmasına yer vererek, ''Hüseyin Kıvrıkoğlu'nu 1 numara olarak gösterip, sizi yakarım'' mesajı verdiği yönünde yorumlar yaptıklarını belirten Perinçek, şu görüşleri savundu: ''Benim karakterimdeki bir insan böyle alçakça bir tavrı benimsemez. Ben şemadan söz ettim. Bu tutanaklarda da bellidir. Şemada Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun 1 numara olduğunu söyledim. Bu şemanın da bir tertip nedeniyle hazırlandığın anlattım. ABD, 2001-2002 yılında erken seçime gidilmesi ve Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanı yapılması için bir tertip hazırladı. Bu tertip de amacına ulaştı. Orgeneral Kıvrıkoğlu, Orgeneral Karadayı ve diğer komutanlarımız Türk milletine layık olduklarını kanıtlamış değerli komutanlarımızdır. Benim onlara ''sizi yakarım'' demem, ahlakıma, vicdanıma, karakterime uygun değildir.''
Söz alan tutuklu sanıklardan Aydın Yüksek, Perinçek'e Hizbullah terör örgütünün Diyarbakır Çevik Kuvvet'te eğitildiğine dair iddiada bulunduğunu, bu konuda kanıtı olup olmadığını sordu. Perinçek, bu konudaki yayının 2000'e Doğru Dergisi'nde yapıldığını ifade ederek, yayının ardından Diyarbakır'da görevli 2 arkadaşlarının öldürüldüğünü iddia etti. Doğu Perinçek, MİT Müsteşarı Emre Taner'in Hizbullah'ı kullandıklarını söylediğini ileri sürerek, ''İftira etmediğimiz buradan çıkıyor'' dedi. Geçmişte Diyarbakır'da görev yaptığını ve böyle bir şeyin mümkün olmadığını anlatan Aydın Yüksek, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün tarafından kendisini ilgilendiren konularda soru sorması için uyarıldı. Perinçek, tutuklu sanıklardan Mehmet Fikri Karadağ'ın, kendisini tanıyıp tanımadığına ilişkin sorusuna, ''davadan önce tanışmadığı'' yanıtını verdi. Tutuklu sanık Hayretin Ertekin'in sorusu üzerine de Perinçek, soruşturmada delillerin tamamen kanunsuz olarak toplandığını öne sürdü.
-MEHMET ZEKERİYA ÖZTÜRK'ÜN BEYANLARI-
Söz alan tutuklu sanık Mehmet Zekeriya Öztürk, Doğu Perinçek'in hakkında ciddi ithamlarda bulunduğunu, ''gri propaganda yaptığını'' ileri sürdü. Tuncay Güney, Sami Demirkıran ve 9 numaralı gizli tanık ile ilişkilendirilmeye çalışıldığını belirten Öztürk, bu kişilerle ilişkisinin olamayacağını savundu. Öztürk, sürekli olarak MİT ile ilişkilendirilmeye çalışıldığını, bu kurumda görev yapmış olsa bunu söylemekten çekinmeyeceğini ya da kurumun bunu bildireceğini söyledi. Mehmet Eymür ile 2007 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında görüştüğünü anlatan Öztürk, İP ve Aydınlık dergisinin 2006 yılından itibaren kendisinin Eymür ile ilişkisinin olduğuna dair yayınlar yaptığını iddia ederek, ''Bu havada kalan bir iftiradır'' görüşünü ileri sürdü. Ulusal Kanal'dan kendi isteğiyle ayrıldığını kaydeden Öztürk, ABD adına çalıştığının iddia edildiğini belirterek, bunun doğru olmadığını ifade etti ve bazı yazılarını mahkemeye sundu. Öztürk, bazı elektronik postalarına ilişkin Perinçek'in açıklamaları olduğunu belirterek, anlatıldığı gibi bir durum olsa bunun kontrespiyonaja gireceğini ve böyle bir faaliyetin de MİT tarafından takip edileceğini belirtti. Bu nedenle MİT'in bu konuda bir çalışmasının olup olmadığının sorulmasını talep eden Öztürk, elektronik postalardan birinin haber programı yapan bir arkadaşına yardım etmek amacıyla onun irtibat kurduğu kaynağa yazıldığını söyledi. Ulusal Kanal'da çalıştığı dönem içinde çeşitli sorunlar yaşadığını belirten Öztürk, ''Buranın septik bir yer olduğunu, aralarındaki asker kişilere ajan olabileceği gözüyle bakıldığını'' ileri sürdü. Öztürk, bu dönemde birkaç kez bilgisayarına girildiğini, hatta bilgisayar masasının bile kırıldığını öne sürerek, hazırladığı bir elektronik postanın değiştirildiğini ve metin haline getirildiğini gördüğünde, bundan bir kopya ve çıktı aldığını anlattı. Öztürk, bu çıktının dava dosyasında bulunduğunu Perinçek'in savunması sırasında fark ettiğini bildirdi.
-33 ERİN ŞEHİT EDİLMESİ-
Doğu Perinçek'in Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeye değinen Öztürk, toplantıda ''kalkışmadan', ''sözde ateşkesten'' bahsedildiğini anımsatarak, toplantıda 33 erin şehit edilmesi konusunda bir karar alınıp alınmadığını sordu. Bunun üzerine Perinçek, böyle bir görüşmede bunun konuşulmasının mümkün olmadığını ileri sürdü. Perinçek, ''4 yıl önce görüşme yapmışız, karar almışız, 4 yıl sonra gidip 33 eri bulup katletmişler. Böyle bir şey olabilir mi? Bunların hepsi bir görev ihbarı. Bu soruları yarın bazı gazetelerde çıksın diye soruyor'' dedi. Kendisini ilgilendiren konularda soru sorması için Mahkeme Heyeti Başkanı Şengün tarafından uyarılan Öztürk, Perinçek'e Cem Ersever'in arşivinin kendilerinde olup olmadığı sorusunu yöneltti. Ersever'in Aydınlık Dergisi'ne gelmesi üzerine Soner Yalçın ve Hikmet Çiçek'in uzun mülakatlar yaptığını anlatan Perinçek, Yalçın'ın bunu daha sonra bir kitap haline de getirdiğini söyledi. Perinçek, Ersever'in arşivini getirdiğini düşünmediğini ancak Hikmet Çiçek'in bu konuda daha iyi bilgi vereceğini ifade ederek, ''Arşivini getirseydi bana bilgi verirlerdi. Çünkü önemli bir konudur'' diye konuştu. Doğu Perinçek, Öztürk'ün beyanlarına ilişkin olarak da kimseyi itham etmediğini, delillere cevap verdiğini söyledi. Öztürk ise, Doğu Perinçek'in kendisiyle ilgili karakter tahlili yapmasını eleştirdi.
-CEM ERSEVER'İN ARŞİVİ-
Tutuklu sanık Hikmet Çiçek söz alarak Cem Ersever'in arşivinin, Abdullah Çatlı'nın çantası gibi bir hurafe olduğunu iddia ederek, ''Böyle bir çanta yoktur. Cem Ersever'in arşivi de yoktur. Bu iki ayda bir Türk basınında tekrar edilen hurafedir'' diye konuştu. Mahkeme heyeti üyesi hakim Hasan Hüseyin Özese, Perinçek'e ''Muzaffer Tekin'i nereden tanıyorsun? Sana herhangi bir CD verdi mi?'' sorusunu yöneltti. Tekin'in Adnan Akfırat aracılığıyla kendisiyle görüşmek istediğini ifade eden Perinçek, ''Daha sonra beni ziyarete geldi. Memnuniyetle görüştüm, konuştum. Bana herhangi bir CD vermedi'' dedi. Yaşamını yitiren Kuddusi Okkır'ı tanımadığını ileri süren Perinçek, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi üyelerinden kimseyi de tanımadığını iddia etti. Perinçek, hakim Özese'nin sorusu üzerine, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile hayatında bir kez 2004 yılındaki Kıbrıs mitinginde görüştüğünü söyledi. Özese'nin, ''Irak'a silah götürülmesi konusunu ne zaman duydunuz?'' şeklindeki sorusuna Perinçek, Aydınlık dergisinin bu konuyu 1998 yılında haber yaptığını belirtti. Perinçek, ''Barzani ve Talabani ile uyumlu ilişkim yok ki nasıl referans olayım. Zaten TSK'nın Perinçek'in referansına ihtiyacı yok'' diye konuştu.
-SERHAN BOLLUK İLE GÖRÜŞMESİ
Tutuklu sanık Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk ile bir telefon görüşmesinde, ''halk ihtilali''nden söz ettiğini anımsatan Özese, Perinçek'e ''Halk ihtilalinden kastınız nedir, biraz açar mısınız?'' diye sordu. Perinçek de 2007 yılında Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığını, bir ''367 formülü''nün konuşulduğunu anımsatarak, şu iddialarda bulundu: ''Bunun alternatifi AKP'nin iktidardan indirilmesiydi. AKP'nin hukuk ve ayak oyunları ile indirilmesinin kesin çözüm olmayacağını anlattım. Bunun halka dayanan, halk hareketinin oluşturulmasıyla mümkün olacağını söyledim. Benim önerim silahlı isyan falan değil. Benim önerim dikkate alınsaydı, dün Davos'taki Türkiye'yi utandıran hallere düşülmeyecekti. Türkiye derin krize girecektir.''
Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün de, Perinçek'e İP, Aydınlık dergisi ve Ulusal Kanal'ın neden aynı binada olduklarını sordu.
İstanbul'daki binanın birinci katındaki iki odada kendisinin çalıştığını anlatan Perinçek, binanın ilk iki katının partiye, üçüncü, dördüncü ve beşinci katlarının da Ulusal Kanal ve Aydınlık dergisine ait olduğunu söyledi.
Aydınlık dergisinin partinin resmi organı olmadığını kaydeden Perinçek, başyazarı olarak bazı konularda kendisine danışıldığını anlattı. Perinçek, Ulusal Kanal'ın özerk bir kuruluş olduğunu, iki kuruma yöneticilik yapacak zamanının olmadığını belirtti.
Başkan Şengün, Perinçek'e, ''Aydınlık'ta gizli belge yayınlanmadan önce size soruluyor mu?'' sorusunu yöneltti. Perinçek ise başyazar olması nedeniyle ve tecrübelerinden dolayı bazen danıştıklarını, yönetimde bir payının olmadığını ileri sürdü. Doğu Perinçek, partinin genel merkez binası ile İstanbul İl binasının krokilerini mahkemeye sunacağını bildirdi.

JİTEM'de çalışan subaylar satıldı mı? / Nevzat Tarhan

Kıvrıkoğlu Başbuğ görüşmesi, JİTEM'de çalışan subaylar satıldı mı?
Askerlerin ‘Davranış dili’ ile konuşması olağan hale geldi. O halde bu bu dili okumaya çalışalım.

İlginç rastlantıları görmek gerekiyor.

Birincisi, Tuncay Güney’in esrarengiz bir kimlik olarak ortaya çıkıp veya çıkarılıp konuşması.

İkincisi, 6-7 Eylül 1955 olaylarını ekrana taşıyan ‘Güz Sancısı’ filminin vizyona girebilmesi.

Üçüncüsü, ‘Terörle Mücadele’ adı altında JİTEM’in yaptığı iddia edilen faili meçhul cinayetler ile ilgili ciddi itiraflar ve itirafçı Algan’ın “Bize C4’leri Amerikalı Vietnam Gazisi verdi” itirafı.

Dördüncü, Ergenekon davasında sanıkların konuşmaya başlaması. Bir numaranın Encümen- i Daniş kurulunun olduğunun anlaşılması, tahmini.

Beşincisi, belki en önemlisi ‘Mevzubahis vatansa gerisi teferruat’ ideolojisi ile yetiştirilmiş subay veya astsubayların ruh hali ve kullanılmışlık duygularının doruk yapması.

Altıncısı, İstanbul Başsavcılığına terör savcısı olmayan kıdemli savcıların verilmesi kulis faaliyetidir.

Yedincisi, darbeciliği doğal bir yöntem ve gerektiğinde rahatça uygulanacak bir yöntem olarak telkin eden komutanların Albay Kırca’nın cenazesine sadece gitmekle yetinmeleri ve başka bir şey yapmamaları yeni bir ‘Muğlalı Sendromu’ olgusunu hatırlatması.

Aslında şu anda Encümen-i Daniş üyelerinin ne gibi başka kulisler içerisinde olduklarını bilmek çok gereklidir. ABD Büyükelçisi ile konuşuldu mu, görev sürecinde hiç ABD’ye gitmemiş tek komutan Sayın Kıvrıkoğlu ABD’ye gidecek mi? Bunlar merak edilen sorulardır.

İlginç bir çelişki de polisin görev esnasında işlediği şiddet suçlarına aşırı duyarlı olan ve maksimize eden medya organlarının JİTEM’in ayyuka çıkan olaylarını minimize etmeye çalışmasıdır.

12 Eylül darbesinden sonra aynı gün aklımda kalan ve içimi çok acıtan bir görüntü; o tarihte resmi elbiseli konsey üyelerinin önünde tebrik kuyruğuna girmiş Yüksek Yargıçların duruşu idi.

12 Eylül’de toplum Komünizm tehlikesi ile korkutulmuştu, darbeye sessiz bir onay verdi. Ancak şu anda toplumda böyle bir onay olmadığı gibi ‘Genç Subaylar’ komutanlara öfkeliler.

‘Teröristi konuştur da nasıl konuşturursan konuştur’ diyen sonra terörist öldüğünde doğal kabul eden komutanların şu anda JİTEM’de çalışan subayları satmış olmaları ‘Genç Subayları’ çok rahatsız ediyor.

Siyasilerin örgütü bilip hukuk dışı çalışanlara yani kontrgerillaya ‘Biz hukuk içinde çalışacağız’ demeleri suça sessiz onay vererek yaranın bu kadar büyümesine neden olduğunu da unutmayalım.

Darbeciliği onaylayan komuta anlayışı ve darbecilik karşısında aciz klalan siyaset anlayışı değişmedikçe darbe tehlikesi vardır.

Darbeciliğe karşı olan komutanlar nöbetçilerini artırmalıdırlar. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın paşaların ruhu şad olsun ama kanları yerde kalmasın.
Bir okuyucu e-postası ile sözü bitirmek istiyorum.
“Oğlum'a
Henüz 2 yaşında olan oğlum askere giderse eğer yaşıyorsam ona şu tavsiyede bulunacağım: ‘Canım oğlum! Şehit olman için dua etmiştim sana. Allah sana şehadeti nasip etsin. Komutanların ve arkadaşlarınla iyi geçin. Komutanlarının dediğini yap. Ama darbe yapıldığını anladığın anda başındaki komutanın kim olursa olsun onu öldür. Çünkü darbeler hep İTHAL edildi ve hepsinde ülkemiz geriye gitti. Darbeciler bu ülkenin başbakanını idam ettiler ama PKK elebaşısını kimse idam edemedi. Çünkü o da ergenekoncuydu.’
Çoban çeşmesi 28.01.2009...”

Darbe serbest olsun... / Ahmet Altan

Artık gelişmiş bir ülke oluyoruz. “Her fikri söylemek serbest olsun” noktasına geldik. Gerçi tuhaf biçimde serbest olmasını istediğimiz ilk fikir “darbe iyidir ve yapılmalıdır” fikri oldu ama ne yapalım. Kendi halkından nefret eden, kendi halkından bunalmış, “ayaktakımı” olarak gördüğü halkla eşit olmayı bir türlü içine sindiremeyen, “üstünlüğünü” ancak “darbelerle ve tanklarla” sürdürebileceğine inanan bir insan türü yaşıyor bizim ülkemizde. Onlar çok önemli insanlar. Onların niye önemli olduğunu yeryüzünde biz de dahil kimse bilmiyor. Onlar da “önemliyiz çünkü darbe yapan generallerle çok yakınız” diyerek generallerin çizmeleri arasında varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Ve, bu insanlar “darbenin özgürleştirilmesini” istiyorlar.
Alper Görmüş geçenlerde çok güzel yazıp anlattı bu insanların görüşlerini. Onlar diyorlar ki “tankları sokağa çıkarmadıkça darbe hazırlığı yapmak suç değildir.” Görmüş’ün dalga geçerek söylediği gibi, “tanklar sokağa çıktıktan” sonra da zaten artık onları suçlayamıyorsun çünkü suçlarsan seni tanklarıyla eziyorlar. Ülkenin yararına görüyorsan “darbe yapılmalı” diyebilmelisin onlara göre. Peki, bir adamı öldürmeyi ülke yararına görürsen bunu söylemek de fikir özgürlüğüne girer mi?
“Bilmem kimi öldürsünler, bu ülke için çok yararlı olacak” demek serbest midir? Bir adamı öldürmenin “iyi” olduğunu söylemek fikir özgürlüğüyse, binlerce insanı hapse atıp, onlarca belki de yüzlerce adamı öldürecek darbeyi övmek ve desteklemek de fikir özgürlüğüdür. Önce bunda anlaşacağız. Cinayet gibi bir suç olan darbeyi övmek serbest olmalı mı? “Olmalı” demek de bir fikir. Peki, generallerin “hadi darbe yapalım” diyerek cunta kurup plan hazırlamaları da “bir fikir” midir? Darbe hazırladığı anlaşılan, belgelerle kanıtlanan bir general yargılanmalı mı, yargılanmamalı mı? Onlar “yargılanmamalıdır” diyor. Onlara göre “darbe hazırlığı” da “darbe yapılana” kadar sadece bir fikirdir.
Necip Fazıl, bir keresinde mahkemede, “çok savcı gördüm ama hukuk uyduran bir savcıyı ilk kez görüyorum” demişti.Rahmetli yaşasaydı, “hukuk uydurmanın” buradaki ihtirası yeteneğini aşmış adamların günlük işlerinden olduğunu görecekti. Üstelik bunları söyleyen adamlar “hukukçu” olarak tanınıyorlar. Bu hukukçular, “silahla” “fikir” arasındaki “hukuki çizginin” nereden geçtiğini biliyorlar mı? Hukukun “silahı” suç saymayan bir “biçimi” mi var? Ben hukukçu değilim. Ama benim bilebildiğim kadarıyla “yasalara karşı silahla yapılacak her eylem” suçtur. Ülkenin yasalarına göre bu ülkeyi yönetecek insanlar “seçimle” belirlenir, yöneticileri “silahla” belirlemek suça girer. Darbeyi, bir “fikir” olmaktan çıkartan da “silahtır” zaten. “Silahlı bir suç işlemek için örgütlenmek” de suç kapsamında sayılmıyor mu? Tabii ben bilemeyeceğim ama bu “hukukçular” belki bize “silahlı hukukun” yeryüzündeki örneklerini söylerler. Madem özgürlük sınırlarımız böylesine genişledi, “hukukçular” açıkça “darbenin” de bir fikir olduğunu ve yargılanmaması gerektiğini söyleyecek aşamaya ulaştılar. Ben de bu özgürlükten yararlanıp onlara bir soru sormak istiyorum.
“Silahlı bir eylem” hazırlığı bile “fikir” sayılarak serbest bırakılacaksa, içinde “silah” olmayan her fikir de konuşulabilmeli mi? Mesela bir insan, “ülkenin bölünmesi bu ülkede yaşayanlar için en iyi çözümdür, ayrılıkçı bir parti kurulsun, fikirlerini söylesin ve silaha başvurmadan seçimlere girsin” derse bu suç mu değil mi? “Darbe hazırlığını” suç kapsamından çıkartanlar bu “bölünme” özgürlüğü konusunda ne düşünüyorlar? Üstelik işin içinde “silah” olmayacak. Kendi “hukuk mantıkları” çerçevesinde bunu desteklemeleri gerekiyor. Destekliyorlar mı? Yoksa sadece “darbeyi” mi “fikir” olarak görüyorlar? Peki, “bu ülke şeriatla yönetilirse daha iyi olur” diyenler bunu özgürce söyleyebilecekler mi? İşin içine hiç silah sokmadan “şeriat”ı savunma hakkına sahip olacaklar mı? Yoksa “anayasa şeriata karşı, o fikri savunamazlar ama anayasa darbeye karşı değil, darbe fikrini savunmak serbesttir” mi diyecekler?
Sorun bu soruları “darbe özgür olmalı” diyenlere. Göreceksiniz “silahı” fikir özgürlüğüne dahil edenler, sadece “fikir” olanları “fikirden” saymayacaklar. Çünkü onların derdi “özgürlük” değil, onların derdi “silahı” siyasete kendi hayatlarını risk etmeden sokmak. Bana sorarsanız, silah olmadıkça her fikir özgür olmalı bir ülkede. Kim ne istiyorsa ülkesi için açıkça söyleyebilmeli. Sadece “silah” yasak olmalı. Gördüğünüz gibi her iki taraf da “özgürlük” istiyor, biri “silah” için, biri “fikirler” için. Zaten sizin “ne” olduğunuzu da bu iki “özgürlükten” hangisini seçtiğiniz belirliyor.

Kayıttaki kara ses / Mehmet ŞEKER

Günün birinde ortaya çıkacağı belliydi... Tarih, bir sırrı ne kadar süreyle saklayabilir ki! Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, dönemin Anavatan lideri Erkan Mumcu'ya baskı yapıldığı, ses kaydıyla belgelendi işte.
Aslında sır bile sayılmazdı.
Kabak gibi ortadaydı da, üstünde ince bir örtü vardı. O örtü kalkmış oldu sadece.
* * *
Kayıttaki o sesin, eski Genelkurmay Başkanı Karadayı'ya ait olduğu iddia ediliyor.
Doğru mu değil mi, incelemeden geçerse belli olur. İddialara peşinen güven olmaz.
Dolayısıyla "Dayı"lığını bilemeyiz.
"Kara" bir ses olduğu kesin.
* * *
Şöyle söylüyor banttaki ses:
"Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi için 376'yı bulamazlarsa bu iş katiyetle bitiyor."
Söylenen 376 olsa da kastedilen 367 olmalı.
Büyük mucit Sabih ustanın bugünlerde söylediği "Ergenekon'a 40 savcı atanmalı" sözünden dolayı son numarası 40 ise de, o tarihlerdeki son numarası 367 idi.
* * *
Konuşan kişinin sayılarla arası pek iyi görünmüyor. Aritmetik hafızası zayıf.
Seçtiği kelimelere bakarsak, argo ve kaba kelimelere ve küfürlere de rastlıyoruz, bozuk cümlelere de. Yani talebe olsa, karneye Türkçe ile Matematik dersleri zayıf gelecek.
Bu iki temel ders zayıf olursa, geriye ne kaldı?
Bakın neler söylüyor:
"Mumcu zaten teklifi yapan pez.... kendisi, ben şeye girme dedim cumhurbaşkanlığı seçimine kesinlikle girme dedim, girmedi o olmadı, o girseydi seçiliyordu.
Abdullah Gül olmadı, gaye oydu."
* * *
Gayenin ne olduğunu sağır sultan bile duydu da bu şekilde ortaya dökülüp belgelenmesi dolasıyla haber değeri taşıyor.
Bir iki milletvekilene telefon etmiş o konuşan kişi.
Meclis'teki oylamaya girmeyin demiş. Öyle söylüyor. Anavatan'daki o milletvekilleri Halk Parti kökenliymişler dediğine göre.
* * *
Muhataplarından gelen "Başkan girerse bizim de girmemiz gerekir" açıklaması üzerine, kalın sesli adam şöyle bir çözüm buluyor: "Gir, çekimser oy kullan."
Oylamada çekimser oy vermenin de işe yaramayacağından haberdar değil.
Matematik ve Türkçe'nin ardından, Siyaset dersinden de kaldı arkadaş!
* * *
Sabih Kanadoğlu ile 45 dakika konuşmuş, teşekkür etmiş. O da "Valla kötü istikamete gidiyorlar" demiş. Kanadoğlu istikametin kötü olduğunu söylemiş ama her şeye rağmen yüreğe su serpmesini de unutmamış. "Ancak bazı şeyler olabilir" buyurmuş.
"Bazı şeyler"den kasıt ne ola ki?
* * * Ne olduğunu yine kayıtlardaki kara sesten öğrenelim:
"Genelkurmay'ın düşünmesi lazım artık. Bu işi bir tek Silahlı Kuvvetler temizler artık. Eğer şu seçimlerden de başarılı olunmazsa Silahlı Kuvvetler'in bunu halletmesi lazım.
Bunlar yani cumhurbaşkanlığına kadar, kendi adamlarından biri gelir, gene seçimde de ekseriyetle başa geçerlerse o zaman asker temizler bunu!"

480 asker ve polise Devlet Övünç Madalyası verildi

Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in AKP hükümetinin önerisi üzerine geçen hafta intihar eden JİTEM sanığı emekli Albay Abdülkerim Kırca'ya üç yıl önce Devlet Övünç Madalyası taktığı salonda, dün 61 şehit yakını, malul ve gazi vardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bakanlar Kurulu'nun Devlet Övünç Madalyası'yla ödüllendirilmesine karar verdiği şehit, malul ve gazi 480 asker ve polisten 61'ine madalyasını törenle verdi. Törene askerler tam kadro katıldı.Gül, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan iki şehit, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan bir malul, Jandarma Genel Komutanlığı'ndan yedi şehit ve dokuz malul ile Emniyet'ten sekiz şehit ve 34 malule madalyalarını verdi. Şehitlerin madalyalarını yakınları aldı.

Flaş! TSK'dan Davos Açıklaması !

Davos zirvesinde yaşananlarla ilgili Genelkurmay'da açıklama geldi. Açıklamada İsrail'le askeri ilişkiler bundan sonra nasıl olacağına vurgu yapıldı

Genelkurmay:"İsrail ile ikili ilişkilerde milli menfaatler ön plandadır"
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda, ''Türkiye'nin tüm ülkelerle yürüttüğü ikili askeri ilişkilerde milli menfaatler doğrultusunda hareket etmek esastır'' dedi. Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'ndaki haftalık basın bilgilendirme toplantısında konuşan Tuğgeneral Gürak, NATO'nun yapısı ve tarihçesi hakkında basın mensuplarına bilgi verdi. Tuğgeneral Gürak, zaman zaman bazı basın yayın organlarında şehit ve gazilerle ilgili haberlere yer verildiğini de belirterek, ''Türk Silahlı Kuvvetleri, vatanı için hayatını kaybeden aziz şehitlerimizi minnet ve şükran duygularıyla anarken, bize emanet ettiği değerli ailelerine de her zaman imkanlar dahilinde her türlü desteği sağlamaktadır'' dedi. Şehadet olayının ardından, aynı gün aileye ilgili Kuvvet Komutanlığınca ilk destek yardımı yapıldığını ve yapılacak işlemlere yönelik broşür gönderildiğini belirten Tuğgeneral Gürak, bu işlemlerin ilgili Garnizon Komutanlıklarınca da takip edildiğini söyledi.
-BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜYLE MÜCADELE-
Tuğgeneral Gürak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bölücü terör örgütüne yönelik faaliyetler kapsamında, 23 Ocak 2009 tarihinden bugüne kadar meydana gelen olay sayısı ve ele geçirilen teröristlerle ilgili bilgi verdi. Dönem içerisinde toplam 16 iç güvenlik olayı meydana geldiğini ifade eden Tuğgeneral Gürak, bölücü terör örgütünden kaçan 5 teröristin dönem içerisinde güvenlik kuvvetlerine teslim olduğunu bildirdi. Tuğgeneral Gürak, ''Bu teröristlerden 3'nün bölücü terör örgütüne katıldıktan 3 ay sonra kaçmaları dikkat çekicidir'' dedi. Dün başlayan ve iç güvenlik harekat bölgesinde önceden görev yapmış ve halen görev yapan birlik komutanlarının da katıldığı İç Güvenlik Değerlendirme Toplantısı'nın, bugün öğleye kadar devam edeceğini anlatan Tuğgeneral Gürak, toplantıda, 2008 yılı iç güvenlik olaylarının değerlendirildiğini ve 2009 yılı için alınacak tedbirlerin görüşüldüğünü kaydetti. Türk Silahlı Kuvvetlerince, 23 Ocak-30 Ocak 2009 tarihleri arasında yürütülen arama kurtarma faaliyetleri hakkında da bilgi veren Tuğgeneral Gürak, dönem içerisinde toplam 2 adet arama kurtarma faaliyeti icra edildiğini, Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca 1 kişinin denizden sağ olarak kurtarıldığını, 1 kişinin ölü olarak bulunduğunu bildirdi.
-SORULAR-
Tuğgeneral Gürak, toplantıda basın mensuplarının sorularını da yanıtladı. ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında ele geçirilen silahlarla ilgili TSK bünyesinde yürütülen soruşturma ve silah sayımına ilişkin bir soru üzerine Tuğgeneral Gürak, ''Bizim bu konuyla ilgili soruşturmamız devam ediyor'' yanıtını verdi. Tuğgeneral Gürak, ''Heron'' insansız hava araçlarının Türkiye'ye teslimine ilişkin bir soruyu cevaplarken, ''Heron'larla ilgili olarak Sayın Milli Savunma Bakanımızca bir açıklama yapıldı. Gerekli açıklama yapılmıştır. Projede herhangi bir sorun yok'' dedi. İsrail ile ilişkilere ilişkin sorular üzerine de Tuğgeneral Gürak, ''Türkiye'nin tüm ülkelerle yürüttüğü ikili askeri ilişkilerde milli menfaatler doğrultusunda hareket etmek esastır'' diye konuştu. Bir internet sitesinde eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya ait olduğu iddia edilen ses kaydıyla ilgili bir soru üzerine Tuğgeneral Gürak, ''Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı konuyla ilişkili görüşlerini bir gazetede açıkladı. Buna bakmanızı tavsiye ederiz'' dedi. Tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç'ın açıklamaları ile ilgili soru üzerine Tuğgeneral Gürak, Bakırköy'de Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma yapıldığını anımsatarak, kendilerinin de konuyu detaylı olarak incelediklerini söyledi. Türkiye'nin Gazze'deki ateşkes sonrasında bölgeye barış gücü göndermesi ihtimali ile ilgili olarak Tuğgeneral Gürak, ''Şu anda konuyla ilgili bir somut gelişme yok. İleride ilgili tarafların mutabakat sağlaması durumunda, uluslararası gözlemci grubu içinde Türk askerinin bulunması konusu değerlendirilebilir'' diye konuştu. Anayasa Mahkemesinin dinlemelerle ilgili verdiği karara ilişkin soruya Tuğgeneral Gürak, ''Yargı kararı, ona bir şey söylememiz mümkün değil'' yanıtını verdi. Toplantı sonrasında, Genelkurmay Başkanlığı İletişim Dairesince basın mensuplarına şehit ve gazilere sağlanan haklarla ilgili bir bilgi notu dağıtıldı.

O Glock Ergenekon'da Çıktı

2004'te ABD'nin Irak'taki silah depolarından kaybolan Glock tabancalardan biri İbrahim Şahin'in evinden çıktı. Glock'un seri numarasını Avusturya'daki şirkete soran savcılığa, 'Bu ABD'nin satın alıp Irak'ta kaybettiği silahlardan' cevabı geldi Ergenekon soruşturmasına ışık tutacak önemli bir bilgi Avusturya'dan geldi. 'Hayalet silah' olarak tanınan 'Glock' marka tabancayı üreten Avusturya Glock Şirketi, soruşturmanın 10'uncu dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan Özel Harekat Dairesi eski Başkanvekili İbrahim Şahin'in evinde bulunan 'Glock' tabancanın, ABD'nin Irak'a hibe etttiği silahlar arasında yer aldığını bildirdi. Irak güvenlik birimlerine dağıtılmak üzere 2003 yılında ABD tarafından bu ülkeye getirilen 190 bin silahın bir bölümü, depolardan kaybolmuştu.
Avusturya'ya soruldu
İbrahim Şahin'in evinde yapılan aramada biri 'Glock' marka, toplam 8 adet silah bulunmuştu. Silahların izini süren İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Genel Müdürlüğü aracılığıyla Avusturya'nın Glock Şirketi'ne resmi başvuruda bulundu. Başvuruda, Şahin'in evinde bulunan tabancanın seri numarası belirtildi ve bu silahın hangi ülkeye ve kime satıldığı soruldu. Savcılığın beklediği yanıt önceki gün Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ulaştı. Glock Şirketi'nden verilen resmi yazıda, İbrahim Şahin'in evinde bulunan silahın, 2003 yılında Irak'taki güvenlik birimlerine dağıtılmak üzere ABD ordusu tarafından satın alınan silahlar arasında yer aldığı vurgulandı. Şirketin yazısında ayrıca, bu silahların bir bölümünün Irak'a gönderildikten sonra depolarda kaybolduğu, İstanbul Başsavcılığı'nın yazısında belirtilen seri numaralı tabancanın da, kaybolan silahlar arasında yer aldığı ifade edildi.
İfadesi yeniden alınacak
Irak'ta kaybolan ve bir bölümünün PKK'ya verildiği ileri sürülen kayıp silahlar arasında yer alan tabancanın, İbrahim Şahin'e nasıl ulaştığı sorusu gündeme gelince halen cezaevinde bulunan Şahin'in ifadesine yeniden başvurulabileceği belirtiliyor.
Danıştay hakimiyle Santoro'nun katili
IRAK'ta kaybolan silahlar arasında çok sayıda 'Glock' marka tabanca vardı. Türkiye'de son dönemde işlenen pek çok suikast eyleminde de bu marka kullanıldı. Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi'nin rahibi Andrea Santoro cinayeti ile 17 Mayıs 2006'da Danıştay 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in öldüğü Danıştay baskınında kullanılan tabancalar da 'Glock' markaydı. İzmir ve İstanbul'da iki polis aynı marka silahla şehit edildi. Urfa, Mardin, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mersin, Hatay, Adana ve Antalya'da yapılan operasyonlarda, Irak'ta kaybolan Glock'lar bulunmuştu.
Silahlar nasıl kayboldu
ABD, 2003 yılında Irak'taki güvenlik birimlerine dağıtılmak üzere aralarında 'Glock' marka da bulunan çok sayıda silah almıştı. Silahlar Irak'taki depolarda muhafaza ediliyordu. 2004'te bu depolardan 190 bin silahın kaybolduğu ortaya çıktı. ABD bunun üzerine kendi ordusu içerisinde soruşturma başlattı. 110 bin Kalaşnikof, 80 bin tabanca, 135 bin kurşun geçirmez yelek ve 11 bin miğferin kaybolduğu rapor edildi. Fransız haber ajansı AFP kayıp silahlarla ilgili haberinde, 'Türkiye PKK ve mafyanın ABD silahlarını kullanmasından kaygılı' diye haber yapmıştı.

Ya bütün itiraflar ve iddialar doğru çıkarsa ne yaparız? / Mehmet Barlas

Hiç endişe etmiyor musunuz? Ya bütün anlatılanlar, itiraf edilenler, ihbarlar, yasal ya da yasadışı dinlemelerde duyulanlar doğruysa? Dün türktime.com adresli internet sitesinde eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Karadayı'nın, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yaptığı değerlendirmenin bandı vardı.Bir bölümü şöyleydi:
- Sabih Kanadoğlu'na, gece konuştuk 45 dakika kadar, ne olacak dedim. Valla kötü istikamete gidiyorlar dedi. Ancak dedi bazı şeyler olabilir. Bunlar hatalar yapabilirler, şimdi diyor. Cumhurbaşkanı bunu veto etmeye hakkı yok. Ancak referanduma gönderme durumu var. Referanduma gönderiyorum deyince 120 gün sonra referandum. Fakat şimdi bunlar kanun çıkaracakmış. Bunu söyledim ondan sonra biliyorum dedi bu sıkıntılar var ama bazı şeyler de var. Genelkurmay'ın düşünmesi lazım. Bu işi bir tek şey Silahlı Kuvvetler temizler artık. Eğer şu seçimlerden de başarılı olunmazsa Silahlı Kuvvetler'in bunu halletmesi lazım. Bunlar yani cumhurbaşkanlığına kadar kendi adamlarından biri gelir gene seçimde de böyle ekseriyetle başa geçerlerse bunu asker temizler.
Bir suç duyurusu Dün Diyarbakır'dan gelen bir suç duyurusu haberi de internette dolaşmaktaydı.Avukat Tahir Elçi'nin suç duyurusunda, özetle şunlar anlatılıyordu: 12 yıl Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) Zaho Bölge Peşmerge Komutanı olarak görev yapan Mehmet Kılıç, Saddam Hüseyin yönetiminin, Kürtlere karşı kimyasal silah kullanması üzerine ailesiyle Türkiye'ye kaçarak, Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine yerleşiyor. Hakkında Irak'ta idam kararı bulunan ve aynı zamanda Türk vatandaşı olan Kılıç 1989'da Antalya 3. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı'nda askerlik görevine başlıyor.Sonrasını suç duyurusundan alarak verelim: "Kılıç, burada vatani görevini yapmakta iken o dönem Diyarbakır ve Silopi JİTEM komutanları olan şüpheli Arif Doğan ve halen hayatta olmayan Ahmet Cem Ersever'in talimatıyla JİTEM üyesi jandarma astsubayı Şaban Bayram ve Tokat-Niksarlı Erol adlı bir er tarafından Antalya'daki birliğinden alınmak istenmiş, adı geçenler tarafından alınıp götürülmek üzere birlikteki komutanları tarafından çarşı iznine çıkarılmış, birlik nizamiye kapısından alınmış, elleri arkadan bağlanarak Silopi'ye getirilmiş ve burada JİTEM komutanları tarafından 100 bin dolar karşılığı Irak devlet yetkililerine teslim edilmiştir." İtirafçının anlattıkları Taraf gazetesinde Neşe Düzel'in şimdi İsveç'te yaşayan "İtirafçı" Abdülkadir Aygan'la yaptığı söyleşiyi okumadınız mı? Bu söyleşide anlatılanlar ya doğruysa? Ya Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir kısım asker ve sivil memurları, yargısız infazlar ve işkence yapmak konusunda uzmanlaşmışlarsa.Kendilerini "007" gibi, yani adam öldürme yetkisine sahip James Bond olarak görenler, ya Türkiye'de de fazla sayıda varsa? Ergenekon Davası'ndaki usul hatalarından daha vahim hukuksuzluklar değil midir bunlar? Ya bütün bunlar doğruysa?

Yorum - Eser Karakaş / Ergenekon'u halk anladı, vatandaş anlamamazlıktan geliyor

Ekrem Dumanlı, Zaman gazetesinde 27 Ocak günkü köşesinde Ergenekon davası ve yurttaşların ilgisi konulu bir yazı yayınladı. Ben de bugün Ergenekon konusuna ilişkin yurttaşların görüşlerini Yorum köşesine taşımak istiyorum.
126 haftadır Mehmet Altan, Şahin Alpay ve bendeniz Mehtap televizyonunda pazartesi geceleri Akıl Defteri isimli bir program yapıyoruz; bu programa da izleyiciler SMS'lerle ya da elektronik posta mesajlarıyla katılıyorlar. Son bir-iki programda doğal olarak tartışmalar ve izleyici mesajları Ergenekon konusuna odaklanıyor. Geçen hafta yani 19 Ocak tarihli programımıza mesaj atan bir yurttaş (ismi bende var ama izni olmadığı için kullanamıyorum) Ekrem Dumanlı'yı da kıskandıracak bir yorum, bir tek parti dönemi valisine de gönderme yaparak (halk plajlara üşüştü, vatandaş denize giremiyor) çok hoş bir yorum yapıyor: "Halk Ergenekon olaylarının farkında ama vatandaş ısrarla anlamamazlıktan geliyor. (M.Ş.)" Geçen hafta televizyon programımıza gelen bu mesajı da ben bugünkü Yorum yazıma başlık olarak koymayı istedim. Bugünkü Yorum yazımı da böylece bizim programın izleyicilerine bırakmak, izinleri olmadığı için de isimlerinin sadece baş harflerini ya da telefon numaralarının son iki rakamını kullanarak yorumlarını buraya taşımak istiyorum. 19 Ocak tarihli ilk mesaj dışında tüm diğer mesajlar 26 Ocak Pazartesi gecesi programa gelen mesajlar:
Halk Ergenekon olaylarının farkında ama vatandaş anlamamazlıktan geliyor. (M.Ş.)
Mustafa Özbek tutuklanmamalı, Maliye bakanı yapılmalıydı; işçilikten bu kadar servet sahibi olan biri harcanmamalı. (E.K.)
Allah aşkına sosyal demokrat CHP, Ergenekon tutumu konusunda lütfen açıklama yapsın. (Ş.Ö.)
Bence CHP sadece iktidara değil, dünyaya, insanlığa, doğruluğa, dürüstlüğe muhalefet ediyor. (...80)
Terör hız kesti, bunun Ergenekon davasıyla bir ilişkisi olabilir mi? (M.K.)
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'nı değiştirmeye ne zaman sıra gelecek? (Y.G.)
CHP'nin Ergenekon'a inanması için daha nelerin olması gerek, ne kadar daha silahın ele geçirilmesi gerekecek? (M.O.)
90'lı yıllarda JİTEM tarafından eğitilip ölüm makinesi haline getirilen Hizbullah örgütünün Ergenekon'la bağlantısı yok mu? (M.)
Eski bir Genelkurmay başkanının 'Müslüman ülke demokrat olamaz' demesini Genelkurmay'ın alanı daralır, siyasete müdahil olamaz diye okuyorum. (H.M.)
Saygın kişiler Ergenekon gibi oluşumların içinde olamazlar; çünkü bugüne kadar darbeleri benim gibi işportacı, inşaat işçisi, simitçiler vs. yaptı. (O.S.)
Ordunun komuta kademesi, hakkında çok sayıda faili meçhul cinayet iddiası bulunan bir emekli albayın yargılanmasına izin vermeyip bir de cenaze törenine tam kadro katılarak, mahkeme kararıyla tutuklu bulunan Tolon ve Eruygur'u cezaevinde TSK adına ziyaret ettirip destek çıkarak, bu ve benzeri tavırları ile komutanların kendisi ordunun yıpranmasına neden olmuyorlar mı? (H.T.)
Vatanını en çok seven, görevini demokratça yapandır. (B.T.)
Türkiye'nin Ergenekon'dan kurtulması çağdaş Türkiye'nin doğuşu olacaktır. (O.T.)
Devlet derin değil uygar olmalıdır, uygar; devlet derinleşirse çukura düşme ihtimali yükselir, uygarlaşırsa zirveye doğru yükselir. (H.T.)
Mustafa Muğlalı ismi neyi hatırlatıyor acaba? 33 yurttaşı yargısız infaz ettikten sonra suçu sabit görülüp ceza alan bir paşaya yıllar sonra suçu işlediği ilçedeki kışlaya ismini vermekle onurlandırdı bu zihniyet. (F.G.)
Sizce asit çukurlarına atılan insanların fosillerinden devlete katkı olsun diye petrol rezervi mi oluşturmak istediler vatanseverler? (İ.)
Ergenekon'un kötü niyetlerinin tam karşısında acaba AK Parti kararlı ve demokrat politikasıyla var mı? Varsa devlet ve siyaset kadrolarına gerçek liberal ve demokrat kişiler, referansı din olmayan kişiler neden konmuyor? Neden bu kadrolara sadece muhafazakâr demokrat şahıslar layık görülüyor? Bir tek Sayın Ertuğrul Günay yeterli midir? (S.S.)
Kılavuzu Encümen-i Daniş olan ülkenin burnu Ergenekon'dan kurtulmazmış. (B.H.)
Ergenekon'dan başlayarak geriye doğru gidin, 28 Şubat'ı, Susurluk'u, tüm darbeleri, 6-7 Eylül'ü, Varlık Vergisi'ni, vs. bunların tümü bir mantalitenin ürettiği işlerdir ve de devam edecektir, ta ki bu mantık yani etnik milliyetçilik, ittihatçılık ve düşünce tarzı değişip demokrasi egemen olana kadar. (G.K.)
Dünya Mars'a insan göndermeyi planlarken Ergenekon bizi merkeple su taşımaya mahkum etmiştir. (H.K.)
İş Bankası'nın ortağı CHP; tek parti dönemini eleştiren bir kitabı tabii ki yayınlamayacaktır. (B.H.)
55 yaşındayım, sürekli bombalama, suikastlar ve darbelerden bıktım, bunlardan kurtulmanın zamanı gelmedi mi? (H.Ç.)
Yeni derin devlet, eski Türkçü derin devleti tasfiye ediyor. (B.Ö.)
Ergenekon'da sona gidilmez ise Türkiye'yi nasıl bir son bekliyor? (....75)
Demokrasi ile birlikte sunulmayan bir laiklik despot bir laiklik oluyor, insanlar inanç özgürlükleri ile okuma hakları arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyorlar. (E.Y.)
Başsavcının evinin aranmasına tepki gösterenler Şemdinli savcısının başına gelenlere tepki göstermediklerinden tamamıyla samimiyetsizdirler ve hukuku ideolojilerine alet etmişlerdir. (M.B.)
Ergenekon'da kutuplaşmayı başlatan karanlık çevreler kah hukuka zarar verildiğinden kah toplumda korku yaratıldığından dem vuruyorlar; ben hiç korkmuyorum. Koyunlarını otlatan Hasan Ağa da korkmuyor, fabrikada çalışan Hacer Abla da korkmuyor, PTT'den emekli babam da korkmuyor. Bu korkanlar kimlerdir ve niye korkmaktadırlar? (A.B.)
Işıkları söndürün, lağım fareleri rahatsız oldu. (M.K.)
Bu işin garip yönü bu insanlar yaptıklarının suç olduğunu düşünmüyorlar, o kadar alışmışlar ki hükümet kurmaya, yıkmaya, vurmaya, öldürmeye, çok enteresan... (....67)
Türkiye asırlık oyunları Ergenekon operasyonuyla aşacaktır. (...68)
Ergenekon terör örgütü maddi olarak Türkiye'de nelere mal olmuştur, insanımızın refahından neler alıp götürmüştür? I. Dünya Savaşı'na beraber girdiğimiz devletler şimdi nerede, biz nerede sayıyoruz? (F.Ü.)
***
Bu alıntılar, bize gönderilen mesajlar arasından rastgele seçtiklerim.Doğrusu gerçekten halk Ergenekon meselesini anladı da vatandaş anlamamakta biraz ısrarlı.

Karadayı'nın ses kaydı / Mustafa Ünal

İlk işareti DP lideri Süleyman Soylu verdi. 'Mumcu ve Ağar'a baskının kayıtları olduğu söyleniyor.' dedi. Daha sözünün sıcaklığı kaybolmadan 'ses kaydı' internet sitelerine düştü. Sesin sahibi iddiaya göre eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı...
Ne tekzip etti ne de açıklık getirdi. Nerede konuştuğu belli değil. Yanında birileri var, bir sohbet ortamı. Konu Abdullah Gül'ün aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçimi... 367 şartının Meclis'i kilitlediği 22 Temmuz'dan önceki oylamalar. O dönemin karanlıkta kalan çok yönleri var. Ses kaydı biraz ışık tutuyor, bazı gerçekleri aydınlatıyor.
O sırada Anavatan'ın başında bulunan Erkan Mumcu için Karadayı, sözünün bir yerinde 'Ben girme dedim cumhurbaşkanlığı seçimine. Kesinlikle girme, dedim. Girmedi.' diyor. Nerede dedi, nasıl dedi, ayrıntısı yok. Mumcu, daha önce Karadayı ile havaalanında bir kez karşılaştıklarını ve cumhurbaşkanlığı seçimini konuştuklarını söylemişti. Dün yaptığı yazılı açıklamada ise Karadayı'nın kendisini telefonla aradığını ve 367'ye destek istediğini belirtti. Karadayı'nın sözünü ettiği görüşme o olabilir.
Eski Genelkurmay Başkanı'nın üslubu kabul edilebilir gibi değil. Hayır, sadece Mumcu için kullandığı hakaretamiz kelimeleri kastetmiyorum. Buyurgan bir üslup... Üst perdeden konuşuyor. Kışlada emri altındakilere bile kullanmayacağı bir üslup bu. 'Girme dedim, girmedi' diyor.
Anavatan liderini 20 milletvekili ile Genel Kurul salonuna girmekten alıkoyan, siyasetin doğal dinamikleri değildi. AK Parti-CHP cepheleşmesinde bir merkez sağ partinin yeri, CHP'nin yanı olamazdı. Milletvekilleri ve parti teşkilatlarının nabzını hiç dikkate almayan Mumcu ve Ağar'ın kararını şekillendiren etkenler o günden beri tartışma konusu. Karadayı, 'Ben girme dedim, girmedi' diyor. Bu telkinin Mumcu üzerinde hiç etkisi olmadığı söylenemez. Sadece Karadayı faktörü ile açıklamak ne kadar doğru, o da tartışılır. Normal şartlarda bir siyasetçinin, bir emekli askerin yönlendirmesiyle adım atması düşünülemez.
Ben yine de Mumcu'nun salt Karadayı istedi diye Meclis'e girmediği görüşünü doğru bulmuyorum. Eğer Mumcu üzerinde Karadayı veya asker faktörü bu denli etkili olsaydı, cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören anayasa değişikliği oylamalarında Anavatan Partisi farklı davranırdı. Dünkü açıklamasında Mumcu, Meclis'i boykot kararını, Anavatan'ın cumhurbaşkanını halkın seçmesi politikasına bağlıyor. Bu gerekçe ne kadar ikna edici? Kararı siz verin.
Karadayı'nın ses kayıtlarında bu bölüm de var. Orası da ilginç. Eski Genelkurmay Başkanı, değişiklik teklifini veren Mumcu'ya bozuk atıyor, yanlış yaptığını söylüyor. Karadayı, 367'den sonra da boş durmamış. Anavatan milletvekillerini aramış; 'Ben bir iki kişiye daha telefon ettim. Sakın girmeyin diye. Adam diyor ki, bizim başkan diyor tabii bu teklifi yapan. Mumcu için. Bu diyor gireceğine göre yani bizim de kesinlikle girmemiz lazım. Eee gir kardeşim dedim gir şey ver, çekinser ver'.
Bütün çaba, cumhurbaşkanını halk seçmesin diye. Neden bu korku? Vekillerini yönlendirmek, 70 milyonluk milleti yönlendirmekten daha kolay da onun için. Hatta milletvekilleri de değil, genel başkanların kararını etkilediniz mi iş bitiyor. Manzara-i umumiye ortada.
Karadayı'nın ses kaydında insanı ürperten bölüm ise askeri açıkça siyasete müdahaleye teşvik eden sözler... 'Genelkurmay'ın düşünmesi lazım. Bu işi bir tek şey, Silahlı Kuvvetler temizler artık. Eğer seçimlerden de başarılı olunmazsa Silahlı Kuvvetler'in bunu halletmesi lazım.' diyor. Nasıl halledecek, neyi temizleyecek? Anayasa, askere siyasete müdahale etme yetkisi veriyor mu? Bir eski Genelkurmay başkanı nasıl böyle konuşabilir?
Karadayı'nın sözleri bir dönemin arka planını ve bir zihniyeti açık etmesi bakımından görmezden gelinmeyecek türden. Yasal olmayan dinlemenin ahlakî boyutu içime sinmemesine, içten içe isyan etmeme rağmen bu konuyu yazmamın nedeni bu.

KEÇİÖREN'DE YAKLAŞIK 700 TÜFEK MERMİSİ BULUNDU

Keçiören Şenyuva'da bir poşet içerisinde yaklaşık 700 adet tüfek mermisi bulundu. Alınan bilgiye göre, Keçiören Şenyuva TOKİ konutları yakınında bir dere yatağında poşet içerisinde yaklaşık 700 adet tüfek mermisi bulan bir vatandaş, durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen polis, çevre güvenliğini sağladıktan sonra mermileri incelenmek üzere polis kriminal laboratuvarına gönderdi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

JİTEM’ciler kayıp

Askeri mahkemeye yazı gönderen Emniyet, kimlik ve yüzleri değiştirilen 6 PKK itirafçısıyla ilgili bilgi verilemeyeceğini belirtti
JİTEM davasında, Emniyet’in askeri mahkemeye gönderdiği yazı ezberi bozdu. Yazıda, PKK itirafçısı sanıklardan 6’sının kimlik ve yüzlerinin değiştirildiği, şu anki nüfus kayıtlarıyla ilgili olarak bilgi vermelerinin mümkün olamayacağı belirtildi. Mahkeme, hâlâ sanıkları eski kimlik bilgileriyle arıyor. 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı’na Güneydoğu’da 1988-96 yıllarında JİTEM yapılanması içinde ‘adam öldürmek, araç bombalamak, suikast’ suçlarından haklarında ömür boyu hapis istemiyle dava açılan tutuksuz sanıkları sordu.‘Hiçbir kuruma bilgi verilemez’Askeri mahkeme, PKK itirafçıları İbrahim Babat, Adil Timurtaş, Recep Tiril, Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Hayrettin Toka, Fethi Çetin ve Abdulkadir Aygan ile jandarma istihbarat elemanları Mehmet Zahir Karadeniz, Lokman Gündüz ve korucu Faysal Şanlı’nın kimlik bilgilerinde değişiklik yapılıp yapılmadığının yanıtını istedi. Emniyetin cevabi yazısında, 6 sanıkla ilgili olarak şöyle denildi: Topluma Kazandırma Kanunu’nda, ‘Değiştirilen kimlik bilgileri hakkında hiçbir kuruma bilgi verilmez’ hükmü haizdir. 6 itirafçı ve aileleri için yüklü harcamalar yapıldı, şahısların açık kimliklerinin deşifre edilmesi halinde, devletçe uygulanan tedbirler de deşifre olacaktır.Yazıda, “Kemal Emlük ile Saniye Emlük’ün 1993, Fethi Çetin 1992, Hüseyin Tilki ve Ali Ozansoy’un 23.11.1993 tarihinde kimlik bilgileri değiştirilmiştir” denildi.Aygan deşifre olduYazıda Aygan ile ilgili olarak da özetle şöyle denildi: “30.11.1993’te alınan bakanlık oluruyla, ailesiyle birlikte kimlik bilgileri değiştirilerek Aziz Turan adını almıştır. Ancak deşifre olması üzerine 05.04.2006’da hakkındaki koruma tedbirleri kaldırılmıştır.”
Sincar’ın katil zanlısı yakalandıKapatılan DEP’in Mardin Milletvekili Mehmet Sincar’ın 1993’te öldürülmesi olayına karıştığı öne sürülen Behram P., Ankara’da Ulus Çankırı Caddesi’ndeki bir otelde yakalandı. Behram P., tutuklanarak, cezaevine gönderildi. GBT sorgulaması yapılan Behram P. hakkında, terör suçundan yargılandığı Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilmiş 6 yıl 3 aylık hapis cezası bulunduğu anlaşıldı.

Iraklı eski komutanın eşi Ergenekon davasına müdahil olmak için başvurdu

Mesud Barzani liderliğindeki Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nin peşmerge komutanı Mehmet Maho Geftan'ın (Mehmet Kılıç) eşi Safiye Kılıç, Ergenekon davasında müdahil olmak için dilekçe gönderdi. Geftan'ın 21 yıl önce sığındığı Türkiye'de askerliğini yaparken, Albay Arif Doğan'ın bilgisi dahilinde Antalya'daki birliğinden kaçırılarak, 100 bin dolar karşılığında Baasçılara teslim edildiği öne sürüldü.
Bu olay Diyarbakır 3. Ağır Ceza'da görülen JİTEM davasının iddianamesinde ve eski Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın Susurluk raporunda ayrıntılarıyla yer alıyor. Susurluk raporunda bu durum şöyle anlatılıyor: "1989'da JİTEM subayları, Türk vatandaşlığına geçmiş ve vatanî görevini yapan Mehmet Kılıç'ı (Mehmet Maho Geftan) getirmemizi istedi. Birliğinden aldığımız bu kişi daha sonra 100 bin dolar karşılığında Irak istihbaratına iade edildi." Söz konusu müdahillik talebi JİTEM'in bir başka komutan infazını daha aydınlatacak. Susurluk raporunda yer alan bilgilere göre yaşanan bu olayı öğrenip şikâyetçi olmak isteyen Yüzbaşı İsmail Öztoprak da öldürülmüş.
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen JİTEM davasının iddianamesinde 1989 yılında Maho Geftan' isimli Iraklının Türkiye'ye gelerek TC vatandaşı olup Mehmet Kılıç adını aldığı, Antalya'daki alay komutanlığında askerlik yaparken 100 bin dolar karşılığında Irak'a teslim edildiği belirtiliyor. İddianamede, yer alan bilgilere göre teslimat işi, Astsubay Şaban Bayram, Tokatlı Erol adlı bir er ve itirafçı sanık Hacı Hasan (İbrahim Babat) tarafından gerçekleştiriliyor. Antalya'daki birliğinden, 'Türk yüzbaşıyı şehit etmiş, sorgulayacağız' denilerek Silopi'ye getirilen Geftan'ın, Ersever tarafından Iraklı yetkililere teslim edildiği, Ersever'in karşılığında 30 bin dolar aldığı belirtiliyor. İbrahim Babat'ın Susurluk Raporu'nda yer alan ifadesinde ise teslimat olayı ayrıntılı olarak anlatılıyor.
'Yüzbaşının katili JİTEM elemanı' iddiası
JİTEM davasının iddianamesinde yer alan bilgilere göre bu olaydan rahatsızlık duyan ve ilgili birimlere olayın yanlış olduğunu anlatan Yüzbaşı İsmail Öztoprak da kaza görüntüsü verilerek öldürülüyor. Öztoprak mevzileri geçerken silahla infaz ediliyor. İddialara göre infazı gerçekleştiren kişi asıl adı Hacı Hasan olan PKK itirafçısı İbrahim Babat. JİTEM'in bu teslimat olayından haberdar olan Öztoprak durumu üst rütbelilere bildiriyor, ancak yüzbaşının amirlerinin de işin içinde olduğu iddiaları sonunu hazırlıyor. Bu şikâyet üzerine Babat ile tartışınca öldürülüyor. Babat cinayetten sonra bir süre İstanbul'da saklanıyor. 4 ay sonra Arif Doğan tarafından bölgeye çağırılıyor. JİTEM'de faaliyet gösteren itirafçıların koordinasyon işi bu olaydan sonra İbrahim Babat'a verildi.

Ergenekon'la birleştirilmezse JİTEM davası eylülde düşecek

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden 11 sanıklı JİTEM davası dosyasında yer alan belge ve bilgilerden Ergenekon'la ilgili olanları talep etti. Savcının bu girişimi iki davanın birleştirilmesini gündeme getirdi.
Yaşanan gelişmeleri Zaman'a değerlendiren JİTEM davasının müdahil avukatı Tahir Elçi, iki dosyanın birleştirilmesi gerektiğini belirtiyor: "3. Ağır Ceza'da görülen dava 1989 yılında işlenen cinayetleri kapsıyor. Cinayetlerin işleniş tarihine göre 20 yıllık zamanaşımı süresi Eylül 2009'da doluyor. Ergenekon'la birleştirilip bu suç örgütünün faaliyetleri içinde değerlendirilirse zamanaşımı tehlikesi ortadan kalkabilir."
Diyarbakır'da görülen davada dört yılda sanıkların ifadelerinin dahi alınmadığını hatırlatan Elçi, askeri sorumlularının dosya dışında tutulduğunu savunuyor. JİTEM yöneticilerinin Ergenekon davası çerçevesinde tutuklandığına dikkat çekerken, sorumluların asıl faaliyetlerini Güneydoğu'da yaptıklarına değiniyor: "Buradaki karanlık eylemlerin açığa çıkarılabilmesi için iki dosyanın birleştirilmesi şart. Ergenekon'dan yargılanan Arif Doğan, Veli Küçük, Levent Ersöz gibi isimlerin buradaki faaliyetleri de aydınlatılmalı."
Mahkeme aşamasında olan iki JİTEM dosyası mevcut. 3. Ağır Ceza'da görülen davada itirafçı, korucu ve muhbir olmak üzere 11 kişi yargılanıyor. Aralarında 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım, geçtiğimiz günlerde intihar eden emekli Albay Abdülkerim Kırca ve PKK itirafçılarının da bulunduğu 8 sanıklı diğer JİTEM davası için iki yıldır mahkeme bulunamıyor. Dosya 3 mahkeme arasında gidip geliyor. Dosya hakkında verilen 'Ağır Ceza Mahkemesi yetkilidir' kararından sonra, bu kez de 'Özel yetkili ağır ceza mahkemesi mi, yoksa normal ağır ceza mı yetkili?' sorusuyla Aralık 2008'de tekrar Ankara'daki uyuşmazlık mahkemesine gönderildi.
Diyarbakır 3. Ağır Ceza'da görülen dava dosyasının mevcut haliyle JİTEM gerçeğini yansıtmadığını kaydeden Tahir Elçi, "Gerçeğin çok az bir kısmı soruşturma dosyalarına yansıyor. Yasaların birtakım boşluklarından faydalanılarak, özellikle asker kişiler, ordu mensupları soruşturma dışında tutuluyor."
Bölgede yaşanan öldürme, bombalama, kundaklama, fidye amacıyla kaçırma, silah kaçakçılığı, eroin ticareti gibi unsurları bir arada değerlendirmek gerektiğini savunan Elçi, bu olaylarla JİTEM bağlantısının açığa çıkarılmasını istiyor: "Jandarma elemanları, jandarma istihbarat görevlileri çıkıyor. Şemdinli ve Silopi'de olduğu gibi. Askerî mantığa göre, emirsiz hiçbir işlem yapılmaz, hiçbir olay yapılmaz. Bunların belli bir emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştiğini ve bunun bir yapısının olduğunu düşünüyorum. Bu yapının adı da JİTEM'dir."
Her olayın arkasında aynı isimler
Konuya ilişkin somut verilerin de olduğunu dile getiren Elçi, bölgedeki her olayın arkasında Ergenekon davasında yargılanan Veli Küçük, Arif Doğan, Levent Ersöz gibi emekli askerlere işaret edildiğine vurgu yapıyor: "Diyarbakır'daki JİTEM dosyasında da Arif Doğan ve başka JİTEM subayları geçiyor. Cem Ersever'in adı geçiyor. Ersever, JİTEM'i kuran kişidir. Arif Doğan, Silopi grup komutanıdır. Bunlar birlikte suç işlemiş. Levent Ersöz, Şırnak'ta acayip bir adamdı. Silopi Kayıpları davasında da adı geçiyor. Çok açık bir şekilde onları öldürttü. Erveser'in ardından işi Veli Küçük devralmış. Ve bunu kendisi de söylüyor. Ortada bu kadar somut veri varken JİTEM ayrı Ergenekon ayrı diyebilir misiniz?"
Diyarbakır'da görülen JİTEM davası ile ilgili soruşturma başladığında dosyada rütbeli askerlerin de olduğunu kaydeden Tahir Elçi, Genelkurmay'ın komutanların yargılanmasına izin vermediğini iddia ediyor, Ergenekon soruşturması ile birlikte ilk kez askerî yetkililerin bu tür suçlardan yargılanmalarına izin verildiğini belirten Elçi, "İki dava birleşirse sadece PKK itirafçıları değil, JİTEM yöneticileri de yargılanmış olacak. Bu bölgede JİTEM adı altında işlenen suçlar da Ergenekon'un eylemleridir." diyor.

Karadayı: Askerle ilgili sözler ve küfürler bana ait değil / Fikret Bila

Bir internet sitesinde yayınlanan ve Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu öne sürülen ses bandı tartışmaya yol açtı.
Söz konusu bantta Karadayı olduğu iddia edilen kişi, biriyle konuşuyor ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Erkan Mumcu’ya Meclis’e girmemesi gerektiğini, girse bile çekimser oy kullanmasını söylediğini ifade ediyor. Ayrıca bazı bakanlarla da konuştuğunu, onların da milletvekilleriyle konuşacağını belirtiyor. 367 nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı vermesi ve yeniden seçime gidilmesi veya cumhurbaşkanını halkın seçmesi olasılığı üzerinde duruyor. Seçimlerde yeniden iktidarın kazanması ve cumhurbaşkanını halkın seçmesi halinde ise Genelkurmay’ın devreye girmesinden söz ederek, “TSK’nın bu işi halletmesi lazım, temizlemesi lazım” diyor. Ses kaydında Erkan Mumcu’yla ilgili olarak küfürlü bir ifade de yer alıyor.
Karadayı: Montajlamışlar
Ses bandının internet sitesinde yayımlanmasından sonra Karadayı ile konuştum. Karadayı, sorularıma şu yanıtları verdi:
İnternet sitesinde yayımlanan ses bandını dinlediniz mi? Banttaki ses size mi ait?- Dinledim. Tam anlaşılmıyor. Başka sesler var. Biri daha konuşuyor. Bence bazı yerleri montaj yapmışlar.
‘Asker müdahale etsin, demedim’
AKP’nin seçimi yeniden kazanması, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halini kastederek, ‘o durumda TSK’nın müdahale etmesi lazım’ biçimindeki konuşmanın size ait olduğu iddia ediliyor?- Hayır. Bu sözler bana ait değil. Ben tam aksine, toplantılarımızda askerin tümüyle siyaset dışında kalması gerektiğini savunmuşumdur. Bu sohbet toplantılarının birinde cumhurbaşkanlığı seçimleri konuşuluyordu. O günlerde herkes bu konuyu konuşuyordu. Ben tam aksine, askerin siyasete karışmaması gerektiğini her zaman savunuyordum. ‘Ben 27 Mayıs’ı gördüm, 12 Eylül’ü gördüm, askerin siyasete müdahale etmesine karşıyım’ dedim. O zaman Prof. Dr. Memduh Yaşa, o yaşında, kalktı yanıma geldi ve ‘Paşam sizi tebrik ediyorum. Bir asker olarak bunları sizin ağzından duymak bizi çok memnun etti’ dedi. Bu konuşmaya şahit olan birçok kimse de gösterebilirim. Halen de bu görüşü savunuyorum. Ordumuz güçlü olmalı ama siyasetin dışında kalmalı. 13 ülkenin bizden toprak talebi var. Bu nedenle güçlü bir ordumuz olmalı fakat siyasetin dışında bulunmalı görüşünü savunuyorum. Bu bakımdan o sözler bana ait değil. Dediğim gibi, bazı yerleri montajlamışlar.
‘Erkan Mumcu’yu tanırım’
Dönemin ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’ya, küfürlü bir ifadeyle, Meclis’e girse bile çekimser oy kullanmasını istediğiniz iddiası da var? Erkan Mumcu’yla konuşmuş muydunuz?- Erkan Mumcu Bey’i eskiden beri tanırım. Bakan olduğu dönemden tanırım. Parti kurduğunda arayıp tebrik etmiştim. O da beni aradı. Çok memnun olduğunu söyledi. Eşlerimiz de konuştular. Sonra Bodrum’da da bir arada olduk. Erkan Mumcu’yla bu konuları konuşmuş olabilirim. Erkan Mumcu’ya hakaret edecek bir ifadem, saygısız bir sözüm olmaz. Küfürlü ifadeler de bana ait değil. Ben küfürlü ifadeler kullanmam. Bu mümkün değil.
Mumcu’yla ne konuştuğunuzu hatırlıyor musunuz? DP-ANAP birleşmesiyle ilgili konuşmuş muydunuz?- Ben sade bir vatandaş olarak görüşlerimi söyledim. Birçok kişiyle de konuştum. Benim söylediğim, DP-ANAP birleşmesinin siyasetteki denge bakımından yararlı olacağıdır. Hâlâ da aynı fikirdeyim. Sade bir vatandaş olarak bunda fayda görüyordum ve savunuyordum. Birçok kişi de savunuyordu. Basında da savunan çoktu. Siyasette merkez sağ ve merkez sol dengesi olmasını faydalı buluyordum. Eski DP zamanında bu denge yoktu ve birçok sorun doğdu.
‘Beni siyasete davet edenler oldu’
Bu görüşleri cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında mı savunuyordunuz?- Bunlar her zaman savunduğum görüşlerdir. Ben merkez sağ, merkez sol dengesine sahip 3-5 partili bir tablonun istikrar açısından yararlı olduğu görüşündeydim. Ama askerin siyasete karışmasına karşıydım, bugün de karşıyım. O dönemde beni de siyasete davet edenler oldu. Reddettim. Ben siyasetin dışında kalmayı tercih ettim, ancak her vatandaş gibi fikrimi söylerim. Bunda ne mahzur var?

TBMM eski Başkanı Bülent Arınç: Emekli Org. Şener Eruygur hakkımda istihbarat topladı

Türkiye'nin Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimlerini atlattığı 2003 ve 2004'te fişleme dosyaları kabardı. Milletvekillerinden genel müdürlere, öğretim üyesi ve öğrencilerden esnafa kadar birçok kişiyle ilgili hukuk dışı raporlar tutuldu.
Dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç hakkında da istihbarat toplandığı ortaya çıktı. AK Parti Manisa Milletvekili Arınç, 2003 yılında 'irticai faaliyet yapılıyor' gerekçesiyle Manisa'da annesine ait olan evin aranmak istenmesi olayına açıklık getirdi. Arama için dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un talimat verdiğini anlatan Arınç, "Eruygur döneminde Kayseri'de Abdullah (Gül) Bey'le, Manisa'da benimle, başka yerlerde de bir başkası için sürekli istihbarat toplanıyor, incelemeler yapılıyordu." dedi.
Refahyol hükümeti keşke Susurluk'ta yıkılsaydı
Kanal A'daki 'Görüş Farkı' programına katılan Arınç, Ergenekon terör örgütü soruşturmasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. Eruygur'un kendisi hakkında istihbarat topladığını belirten Arınç, "Daha fazlasını söyleyemem. İyileşsin, ondan sonra söylerim." şeklinde konuştu. Ergenekon operasyonunun 28 Şubat'ın rövanşı olarak görülmesinin 'saçma' bir düşünce olduğunu vurgulayan Arınç, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'na göndermede bulundu: "28 Şubat süreci siyaseten bitti. 'Bin yıl devam eder.' diyenler de bitti. Şu anda Encümen-i Daniş üyesi sıfatı ile gelip Genelkurmay Başkanı'nı ziyaret etmek marifet değil. Bu, kimsede heyecan uyandırmaz." Arınç, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın Susurluk skandalı için "faso fiso" demesini de eleştirdi. Arınç, "Erbakan, dönemin Refahyol koalisyonunu yıkmamak adına böyle bir tavır sergiledi. Ancak, Susurluk ciddiye alınmamakla yanlışlık yapıldı. Başka sebeple yıkılan hükümet keşke Susurluk'tan dolayı bitseydi." diye konuştu. Arınç, o süreçte ezilen, horlanan insanların günümüzde siyaseten güçlü hale geldiklerine işaret etti.
Arınç, CHP lideri Deniz Baykal'ın Ergenekon konusundaki tutumuna tepkili. Baykal'ın avukatlığa soyunmuş olmasının bir siyasetçi için talihsizlik olduğu görüşünde. Arınç, şöyle devam etti: "Sayın Baykal, en azından merhum Ecevit'in bu konudaki çabalarını dikkate almalıydı. Türkiye, faili meçhulleri, siyasi suikastları yaşadı. Darbeler, muhtıralar gördü. Bundan sevinç mi duyuyordu ki, bu çabalardan endişe duysun." Arınç, hukuk sürecine özen isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin tutumunu ise övdü. Rize Milletvekili Mesut Yılmaz'ın son günlerdeki açıklamalarını değerlendirirken, "Rahmetli Özal'a kongre sırasında suikast teşebbüsünü gören gözlerin bunun arka planını, daha sonrasının da geleceğini düşünerek çok iyi çalışmalar yapması gerekirdi. Çok masum olduğunu söyleyemem. İnşallah geçmiş dönemlerde kendi sebep oldukları olumsuzlukları Türk milleti önünde özür dileyecek duruma gelmesini arzu ederim. Yılmaz özür dilemeli." ifadelerini kullandı.

Küfüre tepkili: Her söz sahibinin seviyesini gösterir, yargıya gideceğim

Eski Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, kendisi nden söz ederken "p......k" ifadesini kullanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya sert tepki gösterdi.
Şahsına yönelik hakaret içeren sözleri yargıya taşıyacağını belirten Mumcu, "İsmail Hakkı Karadayı, kendisine atfedilen ses kaydı gerçek ise bizim bu tutumumuzu anlayamamış veya içine sindirememiş olmalı ki hakkımızda hakaretamiz sözler sarf ediyor. Her söz sahibinin seviyesini gösterir ve sahibine aittir." dedi.
Erkan Mumcu, yaptığı yazılı açıklamada Karadayı'ya atfedilen ses kayıtlarının, daha önce kamuoyuna açıkladığı bilgilerin gerçekliğinde en küçük bir kuşku olmadığını gösterdiğini öne sürdü. Karadayı ile hayatında sadece havalimanı VIP salonunda karşılaştığını, eşinin de bulunduğu ortamda hatır sorma ve nezaket sözlerinden başka bir şey konuşulmadığını savundu. Bunun dışında İsmail Hakkı Karadayı'nın kendisini Demokrat Parti (DP) ile bütünleşme kararının ardından telefonla aradığını kaydeden Mumcu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Üç dakika kadar süren bu telefon görüşmesinde birleşme kararımızı kutlamış, konuşmanın devamında '367' tezine destek vereceğimizi umduğunu beyan etmiş ve bizden '367 iddiasının hukuksal bir temelinin bulunmadığı bu hususta en doğru çözümün seçimi halkın yapacağı bir anayasa değişikliği olduğu' yanıtını almıştır. O konuşmada seçimi halk yapsa da yine AKP'li bir ismin seçilebileceği yönündeki kaygısını ifade etmiş ve benden 'Demokrasi böyle bir şey, halk kimi isterse onu seçsin.' yanıtını almıştır.''

29 Ocak 2009 Perşembe

''ERGENEKON'' DAVASI, İP GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK'İN ÇAPRAZ SORGUSU

İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile kesinlikle örgütsel bir bağlantıları bulunmadığını söyledi. Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi salonunda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen davanın duruşmasında, tutuklu sanık Doğu Perinçek'in çapraz sorgusuna geçildi.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Doğu Perinçek'in evinde, İP üyesi sanıklarda ve partide ele geçirilen bazı belgeleri okuyarak, ''Bunlar ışığında Ergenekon terör örgütü ile irtibat kurduğunuz anlaşılıyor. Açıklar mısınız?'' dedi. Öncelikle ''bireysel sorumluluğu araştıran bir ceza yargılaması mı, yoksa İP'e yönelik bir yargılama mı yapıldığının açıklığa kavuşturulması'' gerektiğini belirten Perinçek, partide çıkan belgeler suç unsuru taşıyorsa yargılamasının Anayasa Mahkemesi'nde yapılabileceğini ve kendisinin de partinin genel başkanı olarak hepsinin hesabını verebileceğini söyledi.
Sayılan belgelerin iddianamede belirtilen örgütle ilgisinin de bulunmadığını savunan Perinçek, ''Bu belgeler bizim savunma kanıtlarımızdır. Dosyaya koydukları için sayın savcılarımıza teşekkür ederim'' dedi.
Savcı Pekgüzel'in ''Kemalist model'' başlıklı yazının kendisine kim tarafından getirildiği yönündeki sorusu üzerine Perinçek, bunu hatırlamadığını ancak birçok belgenin havalarda uçuştuğunu, kendilerinin de gelen bu belgeleri arşivlediklerini anlattı.
-VELİ KÜÇÜK İLE BAĞLANTI-
Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in dava dosyasındaki Veli Küçük'e yönelik bazı belgeleri okuyarak, ''Veli Küçük ile ne tür ortak çalışmalar yaptınız? Devletin yeniden yapılandırması konusunda ne gibi faaliyetleriniz oldu?'' diye sordu.
Veli Küçük ile olan tanışıklığını savunmasında anlattığını belirten Perinçek, ''İyi dost olmayı da isterdim. Öye olsaydım birileri gibi bunu söylemekten de çekinmezdim'' dedi.
Bahsedilen konuşmalar ve belgelerin hiçbirinin Veli Küçük ile örgütsel bir birleşmeyi göstermeyeceğini savunan Perinçek, ''Veli Küçük ile kesinlikle örgütsel bir bağımız yoktur. Buna yönelik delil de yoktur'' diye konuştu.
Perinçek, parti programına ilişkin bir çalıştay yapıldığını, burada Veli Küçük'ün de konuşmacı olmasının düşünüldüğünü ancak gerçekleşmediğini anlattı.
-TELEVİZYON KANALI KURMA ÇALIŞMALARI-
Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Ulusal Kanal ile ilişkilerinin ne olduğu, Ulusal Kanal'ın iddianamede belirtilen örgüt ile ilişkisinin bulunup bulunmadığı, medyanın kontrol altına alınması konusundaki çalışmalar ve İlhan Selçuk ile görüşmelerine ilişkin sorusu üzerine Perinçek, İlhan Selçuk ve Gürbüz Çapan'ın 1995 yılında bir televizyon kurmaya çalıştıklarını, kendilerinde bulunan lisans nedeniyle görüşmeler yaptıklarını anlattı.
Selçuk ve Çapan'ın 150 milyon dolarlık bir projeleri olduğunu, kendilerinin ise 10 milyon dolarlık bir çalışma yaptıklarını belirten Perinçek, kendi projelerinin hayata geçtiğini ancak diğer projenin gerçekleşmediğini söyledi.
Perinçek, Ulusal Kanal ile hiçbir organik bağının bulunmadığını ancak vatansever çizgideki bütün yayın kuruluşlarını sevdiğini ve desteklediğini ifade ederek, ''Ulusal Kanal bir suç örgütü değildir. Bir bağım olsaydı bunu söylemekten de kaçınmazdım'' dedi.
Savcı Pekgüzel, evinde ele geçirilen bir belgede Semih Tufan Gülaltay'a ilişkin notlar yer aldığını hatırlatarak, bu görüşme notunun nerede alındığını, kiminle görüşüldüğünü ve Veli Küçük'ün kimi Ukrayna'ya ''sürdüğünü'' sordu.
Görüşmenin Mehmet Eymür ile bağlantılı olduğunu ifade ettiği iş adamı Alpaslan Ertuğ ile gerçekleştirildiğini belirten Perinçek, Ertuğ'un kendisiyle görüşen gazeteciye Semih Tufan Gülaltay'ın Doğu Perinçek'e saldırıda bulunacağını bunun için 3 silah aldığını söylediğini anlattı.
Ertuğ'un bu beyanlarının kendisine iletileceğini bildiğini savunan Perinçek, ''Bana bir suikast yapılır. Sonra bizim arkadaşlar da bunu Semih Tufan Gülaltay yaptı sanar. Böyle bilgi karartmaları yapılır. Bu nedenle Semih Tufan Gülaltay'ı arayarak bana iletilen bilgiyi görüştüm. O da zaten 'Ertuğlar uydurmuştur' dedi. Sonra bu konuyu biz yayınladık. Böylece oyunları bozuldu. Ukrayna filan ben onu bilmiyorum. Bize birçok yerden böyle bilgiler gelir'' diye konuştu. Semih Tufan Gülaltay ile ilgili konuyu Levent Temiz ile görüşüp görüşmediği sorulan Perinçek, şimdi hatırlamadığını ancak görüşmüş olabileceğini kaydetti.
-LEVENT TEMİZ İLE İLİŞKİSİ-
Levent Temiz ile ilişkisinin sorulması üzerine Perinçek, ''Levent Temiz, çok değer verdiğim bir gençtir'' dedi.
Temiz'in sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasındaki çatışmalara son vermek için çalıştığını belirten Perinçek, ''Çok büyük iş yapmıştır. Bu konuda net tavır alarak tebrik edilecek bir iş gerçekleştirmiştir'' diye konuştu.
Savcı Pekgüzel'in ''Levent Temiz'in oğlunuz ile 30 Ağustos'ta anıta çelenk koymaları konusunda telkininiz oldu mu? Veli Küçük, bu konuda telkinde bulundu mu?'' şeklindeki sorusu üzerine Perinçek, ''Benim telkinim oldu tabii. Benim telkinim dışında emrim vardır. Veli Küçük'ün katkısı varsa onu da kutluyorum, ama telkini olmamıştır'' diye cevap verdi.
Perinçek, 1970'li yıllardan beri sağ, sol ve İslamcı fikirden gençlerin Türk Bayrağı altında toplanarak fikir tartışmaları yapmalarını savunduklarını anlattı. Doğu Perinçek, ''Eğer bu gençleri birleştiriyorsa Ergenekon iyi bir örgüttür'' dedi.
Akın Birdal'ın vurulmasına ilişkin açıklamaların yer aldığı belirtilen ''TC Özel Harp Dairesi bildirisi'' başlıklı belgenin sorulması üzerine Perinçek, bu belgenin ciddiye alınacak bir tarafı olmadığını söyledi.
-''İLHAN SELÇUK İLE İRTİBATI''-
Cumhuriyet Savcısı Pekgüzel'in, İlhan Selçuk ile konuşmalarına değinerek ''İlhan Selçuk sizden ne tür isteklerde bulunurdu? İrtibatınızı geniş kapsamlı olarak anlatır mısınız'' şeklindeki sorusu üzerine Perinçek, şöyle konuştu:
''Biz Türk devrimci aydınları tabii ki birbirimizle konuşacağız. Az konuşmuşuz. Daha çok konuşacağız. Bunların konuşma düzeyinde bırakılması bizim hatamızdır. Örgütlenmek gerekirdi. Atatürk devrimlerini savunmak başka türlü mümkün değildir. İlhan Selçuk benim çok değer verdiğim bir ağabeyimdir. Son 50 yılın en önemli yazarıdır.''
Savcı Pekgüzel'in ''Ergenekon operasyonu ile ilgili İlhan Selçuk ile görüşme yaptınız mı?'' şeklindeki sorusuna da Perinçek, şu cevabı verdi:
''Bu operasyonun TSK'ya karşı yapıldığını söyledim. İlk zamanlar İlhan Selçuk bunu görmüyordu. Bakın bir yalan üretiliyor. Bu kesinlikle mafyaya karşı, çetelere karşı bir operasyon değil diye uzun uzun anlattım. İlhan Selçuk maalesef bunu o zamanlar anlamadı. Bunu Cumhuriyet gazetesinin o dönemdeki yayınlarında da görebilirsiniz. Biz bunu çok konuştuk. Başkaları da vardı. Bu bile Ergenekon diye bir örgüt olmadığını gösteriyor. Diğerleri ve İlhan Selçuk bu operasyonun bir tertip olduğunu görmüyorlardı. Sonra herkes gördü.''
-DANIŞTAY SALDIRISI-
Savcı Pekgüzel'in Danıştay saldırısına ilişkin bir sorusu üzerine Perinçek, saldırıdan sonra 6 basın açıklaması yaptığını, savcının da bu basın açıklamalarına değindiğini kaydetti.
Bu açıklamalardaki bilgilerin hepsinin partililerin araştırmaları sonucunda ortaya çıkan güvenli kaynaklardan gelen bilgiler olduğunu vurgulayan Perinçek, böyle bir saldırının ardından siyasi bir partinin araştırmalar yapması gerektiğini savundu.
Saldırının ''Türkiye'nin başına örülen bir çorap'' olduğunu belirten Perinçek, saldırı sonrasında adı geçen Muzaffer Tekin'in teslim olmak istediğini ancak İsmail Paker, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Ertaç Giray tarafından engellendiğini öğrendiklerini ifade etti. Tekin'in teslim olmasının engellenmesinin bir tertip olduğunu savunan Perinçek, Paker, Öztürk ve Giray'ın Mehmet Eymür'ün adamları olduklarını öne sürdü. Perinçek, yaptığı basın açıklamalarındaki bilgilerin ilerleyen zamanlarda doğrulandığını savunarak, Ertaç Giray hakkında Muzaffer Tekin'in teslim olmasını engellediği iddiasıyla dava açıldığını söyledi.
Saldırıyı gerçekleştiren Alpaslan Aslan'ın Bulgaristan bağlantılarının da önemli ipuçları olduğunu savunan Perinçek, ''Alpaslan Aslan'ın bireysel olarak İslamcı bir eylem gerçekleştirdiğini kabul etmiyorum'' dedi.

Astsubaya zam, uzman erbaşa emeklilik geliyor

Genelkurmay Başkanlığı'nın hazırladığı kanun teklifi ile tüm astsubayların hizmet tazminatı artırılırken, uzman erbaşlara da emeklilik hakkı tanınıyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeline yönelik iyileştirme çalışmaları devam ediyor. Genelkurmay Başkanlığı, personel özlük haklarına yönelik kanun teklifi hazırladı. Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlığa gönderilen teklifin içeriği şöyle:
Yüzde 25 artış
* Görevdeki astsubayların hizmet tazminatı yüzde 25 artırılacak.
* Emekli astsubayların maaşları 100-158 TL arasında artırılacak.
* Subaylık sınavını kazanan astsubaylar sınıf okulu eğitimine başlamadan önce teğmenliğe atanabilecek.
* Astlarına sicil vermek için teğmen şartı kaldırılacak.
* Lise mezunu emekli astsubaylara, 2 yıllık yüksek okul mezunu muamelesi yapılacak.
* Lisansüstü öğrenim yapan astsubaylara kıdem verilecek.
* Uzman jandarmalar göreve 10. derecenin 1. kademesinden başlayacak.
* Uzman jandarma ve erbaşlara birinci dereceye kadar yükselebilme hakkı verilecek.
* 45 yaşından sonra sözleşmeleri feshedilen uzman erbaşlara emeklilik hakkı verilecek.
* Sağlık nedenleriyle sözleşmeleri feshedilen uzman erbaşlara sınıf değişikliği hakkı verilecek.
'Lojman sıkıntısı çözüme kavuşsun'
Emekli Uzmanlar Derneği (EMUZDER) Genel Sekreteri Esef Merdoğlu, Genelkurmay'ın kanun teklifinde bazı eksiklerin olduğunu, başta ek gösterge ve lojman sıkıntısının çözülmesi gerektiğini söyledi. Sayıları 60 bini bulan uzman erbaşların kıdemlerinin dikkate alınmadığını belirten Merdoğlu, "Asıl sorun 2. derecenin 6. kademesine ilerleyebilmek değil, ek göstergenin verilmeyişidir. Ayrıca uzman erbaşlar orduevlerine de giremiyorlar" dedi.

ASKERİ ÖĞRENCİLER NEDEN EYLEM YAPTI?

Askeri lise ve harp okullarından ayrılan ya da (irtica vb. nedenlerle) atılan öğrenciler, devletin kendilerinden talep ettiği tazminatları protesto etmek için Bugün saat 10.00’da Ankara’nın ünlü Yüksel caddesinde basın açıklaması yaptı.
Facebook aracılığıyla haberleşen eski askeri öğrenciler, “Tazminatlarla Boğuşanlar Hareketi” adı altında örgütleniyor. Amaçları, talep edilen tazminat miktarlarının düşürülmesi. Askeri bir liseden, örneğin üçüncü sınıftan ayrılan bir öğrenci 45 bin lira civarında tazminat ödemekle yüz yüze geliyor.
Devlet, ayrılan ya da atılan öğrenciden kendisi için yaptığı tüm harcamaları talep ediyor. Ne var ki “personel ve amortisman masrafları” adı altında talep edilen harcamalar tazminat miktarını ödenemez hale getiriyor. Atılan ya da ayrılan askeri öğrenciler de personel ve amortisman masraflarının istenmemesi için mahkemelere koşuyor. Eylemin amacı ilave masrafların tazmininin istenmemesi.
Tazminatlarla Boğuşanlar Hareketi’nin dikkate değer bir de kuralı var. Hiç kimse diğerine, askeri okuldan ne sebeple atıldığını ya da ayrıldığını anlatmıyor.

On sekiz yıl - Yirmibeşoğlu / Yıldıray Oğur

Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı filmi ile 6-7 Eylül olayları yeniden gündeme geldi. Geçen hafta sonu Habertürk’te Murat Bardakçı ve Fatih Altaylı’nın (hâlâ ordunun neresini koruduğunu açıklamayan) programına dönemin içişleri bakanı Namık Gedik’in oğlu Arda Gedik katıldı. 6-7 Eylül ile ilgili ilk elden tanıklıklarını ve bildiklerini anlattı.
Programın ilginç taraflarından biri 6-7 Eylül ile ilgili yıllardır sessizliği koruyan isimlerin artarda telefonla yayına bağlanmalarıydı. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba attığı iddia edilen (daha sonra da valiliğe kadar yükselen) Oktay Engin’in ilk kez sesi duyuldu ekranda. Engin, iddiaları reddetti “Bunu yazan 20 kişiyi tazminata mahkûm ettirdim” dedi.
Keşke kendisine o günlerde MİT’in babası MAH (Milli Asayiş Hizmetleri) için çalışıp çalışmadığını, 1950’lerde okumak için neden Selanik’i seçtiği de sorulsaydı. Programa bağlanıp hakkındaki iddiaları reddeden bir isim daha vardı. Özel Harp Dairesi eski Başkanı, bir zamanların kudretli paşası Sabri Yirmibeşoğlu. Yirmibeşoğlu’nun reddettiği gazeteci Fatih Güllapoğlu’na 1991’de anlattığı 6-7 Eylül ile ilgili şu sözleriydi:
Sabri Yirmibeşoğlu: “– Sonra 6/7 Eylül olaylarını ele alırsak...” Fatih Güllapoğlu: “– Pardon Paşam, pek anlayamadım. 6/7 Eylül olayları mı?” SY: “– Tabii... 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. (Paşa bunları söylerken benden de soğuk terler boşandı) Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? FG: “– Evet Paşam !” Bu sözler Güllapoğlu’nun 1991’de yayınlanan Tanksız Topsuz Harekât adlı kitabında yer aldı. Aradan geçen 18 yıl boyunca Yirmibeşoğlu’ndan bu sözleriyle ilgili bir yalanlama gelmedi. Binlerce makale ve tartışmada bu sözlere atıf yapıldı, o yine sustu. Programda bunun sebebi de ona soruldu, cevabı da sahiden ilginçti: “Ne işe yarardı ki.”
Herhalde üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Özel Harp Dairesi, Ergenekon tartışmalarıyla gündemin ortasına oturunca 18 yıl önce edilmiş “tehlikeli sözlerin” yalanlanması “işe yarar” hale gelmiş oldu. Tabii bu görüşmenin bir tanığı daha vardı. Kitabın yazarı gazeteci Fatih Güllapoğlu. Ben de kendisini aradım ve Yirmibeşoğlu’nun 18 yıl sonra gelen bu yalanlamasını sordum. Güllapoğlu, Paşa’nın bu sözleri söylediği konusunda ısrarlı. “32 yıllık gazeteciyim. Bugüne kadar kimsenin söylemediği bir şeyi söylemiş gibi yazmadım” diyor.
Paşa ile Hürriyet gazetesinin Ankara bürosunda görüştüklerini anlatıyor. Yirmibeşoğlu programda “Ben oraya Ertuğrul Özkök’ü ziyarete gelmiştim. Sonra bu arkadaş gelip ayaküstü bana bir şeyler sordu” diye anlatmıştı görüşmeyi. Güllapoğlu görüşmenin ayaküstü olmadığını da vurguluyor. “Daha fazla da konuşmayayım” diyor. Aynı programda Yirmibeşoğlu’nun “Zaten 1955’de Özel Harp yoktu ki” savunması da bir özel harp taktiğiydi herhalde. Yoksa Özel Harp Dairesi’nin ilk hali sayılan Seferberlik Tetkik Kurulu'nun 1953’de kurulduğu bilgisi bir Google kadar uzağımızda.
Peki, 18 yıl aradan sonra gelen bu çelişkili yalanlama için ne diyebiliriz? Ergenekon telaşı?
Evet, bunlar Özden Örnek’in günlükleri
Nokta dergisi yayınladıktan sonra kıyametler kopmuştu Özden Örnek’in Darbe Günlükleri’ni. 1994’te iki darbe atlattığımızın açık deliliydi günlükler. Bugün Ergenekon’a fasa fiso diyenler o gün de bu günlüklere fasa fiso demişlerdi. Özden Örnek günlükleri yalanlamak için önce “Hiç günlük tutmadım” demişti ve yargıya başvurmuştu. Daha sonra Örnek’in Deniz Harp Okulu öğrencilerinin çıkardığı Pusula adlı dergide genç teğmenlere “Ben tuttum siz de tutun” diyerek günlük tutmayı tavsiye ettiği ortaya çıkmıştı. (Hatta röportajın bu kısmı bir ara bu derginin internet sitesinden çıkarılmıştı) Örnek daha sonra bu iddiasını fazla tekrarlamadı. Hatta Alper Görmüş hakkında açtığı tazminat davasıyla ilgilenmeyip davanın düşmesine neden oldu. Alper Görmüş’e röportajlarında “Peki günlüklerin sahte olmadığından nasıl bu kadar emin oluyorsunuz” diye sorulduğunda o günlüklerin yayınlamadığı kısımlarına dikkat çekmiş, ayrıntılara girmeden günlüklerin bu kısımlarının ancak Örnek’in bilebileceği ayrıntılarla dolu olduğunu anlatmıştı. Ama Görmüş tartışmaları tamamen bitirebilecek, başını da rahatlatabilecek günlüklerin Özden Örnek’in gençliği ya da özel hayatıyla ilgili kısımlarını yayınlamayı etik bulmadığı için hep reddetti. Hatta dergi çalışanlarına bile günlüklerin bu kısımlarını göstermediği söylendi. Bu tartışmalar sırasında hakkında ileri geri yazılan söylenen şeylere arşivlerden yeniden baktığınızda bunun ne kadar erdemli bir tavır olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz.
İşte o günlüklerden bugüne kadar yayınlanmamış böyle özel bir bölüm üç ayda bir çıkan biyografi dergisi Chronicle’ın son sayısında yayınlandı. Yayınlanan bölüm Özden Örnek’in Heybeliada’daki Deniz Harp Okulu’na başladığı ilk gençlik günlere ait. Günlüklerde Örnek’i rencide edecek bir taraf yok. Tam tersine yeni bir hayata başlayan bir çocuk olarak Örnek’i çok da seviyorsunuz. Yine de yayınlanması tartışılacaktır. Ama bence daha önemlisi bu yayınla birlikte günlüklerin gerçek olup olmadığına ilişkin tartışmanın artık sonsuza kadar kapanmış olmadır. Şimdi sıra geldi o günlüklerde darbe hazırlıklarına katılan sivil ve askerlerden hesap sormaya.

Ergenekoncu değillermiş... / Ahmet Altan

Soru şu: Bugünlerde JİTEM’in bütün kanlı eylemlerini ortaya döken itirafçı Aygan’ın açıklamalarını manşet yapacak Taraf’tan başka bir gazete var mı Türkiye’de?
Cevap: Hayır.
İkinci soru da şu: Niye yok? Bu ikinci sorunun cevabını aradığınızda birçok gerçeğe ulaşacaksınız. Çünkü Türkiye’de “medyanın” ne mene bir şey olduğunu anlamadan ne Ergenekon’u, ne JİTEM’i ne de faili meçhul cinayetleri anlamak mümkün. Genelkurmay’ın, dramatik biçimde intihar eden Diyarbakır JİTEM komutanının cenazesindeki yaptığı gövde gösterisinden, Aygan’ın açıklamalarını daha önce yayımlayan gazeteye “akreditasyon yasağı” getirmesinden ürken gazeteleri bir kenara koyun. Onlar bu gerçekleri açıklamak isteseler de arada bir medyanın klasik korkularına saplanıyorlar. Kötü niyetli değiller belki ama ürkekler. Siz asıl bu konuya hiç girmeyenlere bakın.
Neden hiç girmediler? Aygan’ın söylediklerine mi inanmıyorlar?
Bir tek Milliyet Neşe Düzel’in konuşmasından alıntı yaptı, diğerleri tümüyle sessiz. Aygan, yer söylüyor, isim söylüyor, tarih veriyor hatta neredeyse saatini bildiriyor. Söyledikleri yalansa, bunu ortaya çıkarmak çok kolay. Kimse, “onun söyledikleri yalan, o tarihte, o isimde insanlar öldürülmedi” demiyor. İnandırıcılıkta bir sorun yok demek ki.
Eeeee?
“Yaklaşık yedi yüz kişinin orduya bağlı JİTEM timleri tarafından öldürülmesinin bir haber değeri yoktur” mu diyorlar?
Onlar bile bunu söyleyebilecek kadar yüzsüzleşemezler. Ne peki? Niye Taraf’tan başka bu gerçeklerin peşine düşecek bir gazete yok şu koskoca ülkede? Bunu övünerek değil, utanarak söylüyorum. Bu medya, bu ülkede yazıyla çiziyle uğraşan herkesi utandırıyor çünkü. Bu sorunun bir tek cevabı var.
Onlar “derin devletin” işbirlikçileri.
Devletin değil, derin devletin. “Devletin işbirlikçisi” olmak da bir gazete için yeterince utanç vericidir ama bunların durduğu yer orası bile değil, çünkü devletin “derin devleti” ortaya çıkarma çabasında bunlar açıkça “derin devleti” tuttular.
Ergenekon meselesinin ilk patladığı günleri düşünün. Gazetelerine, televizyonlarına bakın. Ergenekon gerçeğini inkâr edebilmek için neler söyleyip yazdıklarını bir hatırlayın.
Şimdi cinayetler arasındaki bağlar, cephanelikler, krokiler, suikast şemaları ortaya çıktıkça tutuşmaya başladılar. “Yoktur” diyemiyorlar.
“Varmıştırdır da ama varmıştırkene biraz da hukuksuz soruşturulmuşturdur da biz o neyim nedenden bu Ergenekon meselesinde böyle davranmışızdır da...”
Ne diyorsun çocuğum?
İnsan “gerçekleri açıklayacağım” diye ortaya çıkıp da gerçekleri saklarsa sonunda böyle dili kulağına kaçar, kıvranmaya başlar.
“Hukuka önem veriyoruz” demek zorunda kalmaları bile bir gelişme. Peki, hukuka önem veriyorsunuz, pek bir sevindik, mesut ve muazzez olduk da aziz kardeşlerim, bu JİTEM’in insanları öldürmesi size hukuka aykırı gözükmüyor mu? Ergenekon sanıklarının evden kaçta alındıkları bile size ciddi bir sorun olarak gözükürken, sokakta gezen genç bir çiftin JİTEM bodrumlarına götürülüp kafalarına kurşun sıkılması sizde hiç mi insani, vicdani, hukuki bir sıkıntı yaratmıyor?
Öldürülenler Kürt olduğu için mi bu cinayetler size “hukuki” geliyor? Gizli bir hukukumuz mu var, “Kürtleri öldürmek” serbesttir diyen? Bu cinayetler işlenirken, tek bir cinayetin bile peşine düşmüş olsaydınız, ardından gelen onca cinayeti önlerdiniz.
Neden bir tekinin bile üstüne gitmediniz, neden mahkeme kapısında kaybolan sendikacılar, hastaneden götürülen insanlar, kuyulardan çıkan cesetler, Jandarma karargâhında kaybolan siyasetçiler hiç ilginizi çekmedi? O gün çekmedi, bugün de çekmiyor. Niye? Daha da öldürsünler diye mi?
Üniforma giyenlere adam öldürmek serbest mi?
Cinayetleri açıklayana “alçak”, cinayetleri işleyenlere “kahraman” derken kullandığınız ölçü ne? Bunlar, “derin devletin” cinayetlerini aydınlatmak için değil, “örtmek” için gazete çıkarıyorlar. Hrant Dink vurulduğunda “üç beş mahalle çocuğunun işi” diye tutturanlar da bunlardı.
Danıştay baskınında “dinciler yaptı” diye feryat edenler de bunlardı. Bu gazetelerin içinde çok dürüst, çok cesur, çok namuslu insanlar da var ama Türk medyasına bir bütün olarak baktığımızda bir “sefillikten” başka bir şey gözükmüyor. Eğer bu ülkenin insanları “kurbanları” suçlu, katilleri “kahraman” yapan bu medyanın gerçek yüzünü kavramazsa, bu medya gerçekleri saklamaya devam eder.
JİTEM’in, Ergenekon’un, darbe planlayıcılarının, derin devletin en büyük güvencesi bu medya, “nasıl olsa medya olanları ortaya çıkarmaz” güvencesi. Türkiye, bu “kanlı güvenceyi” temelsiz bırakmak zorunda. Gerçi ilk adım atıldı... “Ergenekoncu değiliz, hukuktan yanayız” demeye başladılar. Bu bile Türkiye’nin yaşadığı değişimin önemli bir işaretidir.

ORG. KARADAYI'NIN SES KAYDI

Emekli Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı'nın Erkan Mumcu hakkında şok ses kaydı.

Emekli Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Anavatan Lideri Erkan Mumcu’yu aradığı ve Meclis’e girmemesi yönünde telkinlerde bulunduğu iddia edilmişti. Mumcu bu iddiayı şiddetle yalanlarken, Karadayı sessiz kalmıştı. Ancak ortaya şok bir ses kaydı çıktı. Org. Karadayı’ya ait olduğu belirtilen ses kaydında 367 sürecini aydınlatacak çok çarpıcı ayrıntılar var. Karadayı, Mumcu’ya Meclis’e girmemesi yönünde yaptığı telkinleri anlatırken, ağır ifadeler kullanıyor. Karadayı ayrıca seçimlerden AKP’nin galip çıkması ve Cumhurbaşkanı’nı da kendi istedikleri biri seçmeleri halinde bu işi “TSK’nın temizleyeceği”ni söylüyor. ...metacafe.com sitesinde yayınlanıyor...
SES KAYDININ DEŞİFRESİ
Karadayı: Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmesi için, 376yi (367) bulamazlarsa bu iş katiyetle bitiyor. Mumcu zaten teklifi yapan pezevenk kendisi, ben şeye girme dedim cumhurbaşkanlığı seçimine kesinlikle girme dedim, girmedi o olmadı, o girseydi seçiliyordu. Abdullah Gül olmadı, gaye oydu, Abdullah Gül olmayınca seçime gidecekti. Fakat bu bana şeyi söyledi cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini istiyorum dedi. Bu dedim sakıncalı, yok efendim o ısrar etti hava yapmak için bunu teklif etti AKP de üzerinde atladı. 367 bulamazlarsa katakulliye gidiyor. Ben bir iki kişiye daha telefon ettim sakın girmeyin diye. İşte bazı bir iki milletvekiline, Halk partiden oraya geçmiş olanlar.. Şimdi adam diyor ki; efendim bizim başkan diyor, tabi bu teklifi yapan bizim başkan diyor Mumcu için. Bu diyor gireceğine göre bizim de kesinlikle girmemiz lazım, işte anladığım kadarıyla girin diyor onu açık söylüyor falan, e gir kardeşim dedim ben de gir ve şey ver, çekimser ver, gir ve çekimser ver.. Ondan sonra dedim ki birkaç arkadaşa daha söyle, düşünecek onu, işte ben bir iki eski bazı bakanlara söyledim bunu onlar da bir iki milletvekiline söyleyecekler, bakalım işte. Teşekkür ettim Sabih KANADOĞLUna, gece konuştuk 45 dakika kadar, ne olacak bundan sonra dedim, valla kötü istikamete gidiyorlar dedi. Ancak dedi bazı şeyler olabilir. Bunlar hatalar yapabilirler, şimdi diyor, cumhurbaşkanı bunu veto etmeye hakkı yok, ancak referanduma gönderme durumu var, referanduma gönderiyorum deyince 120 gün sonra, fakat şimdi bunlar kanun çıkaracakmış. Bunu söyledim tabi ondan sonra, biliyorum dedi bu sıkıntılar var bunda bazı şeyler de var. Genelkurmayın düşünmesi lazım artık, bu işi bir tek Silahlı Kuvvetler temizler artık. Eğer şu seçimlerden de başarılı olunmazsa Silahlı Kuvvetlerin bunu halletmesi lazım Bunlar yani cumhurbaşkanlığına kadar, kendi adamlarından biri gelir, gene seçimde de ekseriyetle başa geçerlerse o zaman asker temizler bunu.

Abdülkadir Aygan: “Beni 45 bin dolara kaçırdılar”

Neşe Düzel
* * *
3. BÖLÜM
PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan’la yaptığımız ve iki gündür yayınladığımız konuşmanın bugün son bölümünü yayınlıyoruz.
* * *
JİTEM devam ediyor mu? JİTEM yok diyenler var. Bunu hâlâ söyleyebiliyorlar. Bir kere Jandarma Genel Komutanlığı’nın 1994 yılı telefon rehberinde JİTEM yazılı ve karşısında telefon numaraları var.
JİTEM nasıl yokmuş? JİTEM’in maaş bordroları var. Benim elimde 1992, 1993, 1994’ten bordrolar var. JİTEM hâlâ devam ediyor mu diye sormuştum. İsim değiştirebiliyorlar. Mesela bir ara isim değiştirdiler, Psikolojik Harekât adı altında bir birim kurdular. JİTEM doğrudan Ankara’ya bağlı bir birim. Jandarma istihbarat şubeleri gibi değil. Onlar, İstihbarat Gruplar Komutanlığı’na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı’na ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlılar. Bu çok şey fark ettiriyor.
Ne fark ediyor? Bir alayın istihbarat şubesi Jandarma Alay Komutanı’na bağlıdır. Alay Komutanı da Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlıdır. Ama JİTEM öyle değil. Onun özerk bir yapısı var. Diyarbakır’daki JİTEM komutanı Ankara’daki Gruplar Komutanlığı diye bir birime karşı sorumluydu. Bu yapılanma tarzı, sanki bazı riskleri ortadan kaldırmak içindi.
Ne gibi riskler bunlar? JİTEM, Jandarma bünyesinde adeta bir paravan şirket gibi kurulmuş. Bu işleri yapsın diye kurulmuş. Çünkü Jandarma Komutanlığı yaparsa gelecek tepki farklıdır. JİTEM yaptı mı farklıdır.
“Bunlar kanun dışına çıkmışlar” deyip JİTEM’i feshedebilir ama Jandarma’yı feshedemez değil mi? JİTEM’i ise fesheder, onun personelini dağıtır sonra başka elemanlarla farklı bir isimle tekrar aynı yapıyı kurar.
Öyle mi oldu? Evet.
Peki, Türkiye çapında kaç JİTEM personeli var? Benim dönemimde üç yüz kadardı. İtirafçılar için de 27 kişilik kadro ayrılmıştı. Ama bildiğim kadarıyla sekiz tanesi devlet memuru oldu. Kimini temizlikçi, kimini işçi, kimini sivil memur olarak devlete aldılar. Ama bir de gizli, seyyar çalıştırılanlar var tabii, onların sayısını bilmiyorum.
JİTEM infazlar yaptı...
Öldürmekten hoşlanan insanlar mı bunlar? Zevk alan kişilerdi ve halen görevdeler.
Bir komutan olarak üç genci diz çöktürüp, kafalarına arkadan kurşun sıkıp öldürmek başka nasıl açıklanabilir? Eğer zevk alınmıyorsa yapılmaz bu iş. Emrinde bir sürü astsubay, uzman çavuş, memur var. Öldürmekten hoşlanmasa onlara yaptırır. İnfazı kendisi yapmak zorunda değil ki.
JİTEM elemanıyken kendinizi dokunulmaz hissediyor muydunuz? Tabii hissediyorduk. JİTEM bünyesindekiler kendini beğenmiş bir havadaydı. “Ben istediğimi alırım, sorgularım, öldürürüm kimse bana karışamaz” diyorlardı. Eeeee... Bunu yaparken hem kendi kurumunun amirlerinden hem de dönemin hükümetinden, siyasetçilerinden sırt alıyorlardı.
Nasıl yani? Tansu Çiller, “bildiğiniz yolda devam edin, maddi manevi, hukuki ne gerekiyorsa ben sizi destekleyeceğim, sizin arkanızdayım” diye söz vermiş. Hasan Kondakçı Paşa anlatmış bunu. Bunu bir ülkenin başbakanı söylerse JİTEM komutanı da tabii ki pervasızlaşır. Gider gençleri alır, sorgular kafalarına kurşun sıkar... JİTEM kendini böyle bir yere koymuştu ve böyle bir psikolojiye bürünmüştü.
Psikolojileri neydi? “Ben en iyisini yapıyorum. Diğerleri yanlış yapıyor. Onların içinde hainler var. Türkiye ancak benim girdiğim yoldan terör belasından kurtulur. En iyisini asker ve askerin JİTEM bölümü yapar” diye düşünüyorlardı. Onun için de MİT’e, Emniyet’e tepeden bakıyorlardı. Yaptıkları hiçbir işten onları haberdar etmiyorlardı. Yoksa MİT ve polisin dinleme ağı çok daha gelişmişti ve JİTEM’in yaptığı kirli işleri biliyorlardı. Ama bir şey yapamıyorlardı.
Pis işler arasında uyuşturucu, silah var mıydı? Vardı ama ben çok şükür o işlere bulaşmadım. Bu sistemde bazıları para kazanmadı. Onlar mevki ve şöhretten zevk alıyorlardı. Çünkü büyük bir güçtü bu. Yıllarca Güneydoğu’da çalışan Cem Ersever parasız pulsuz öldü. Bizzat görmedim ama benim tahminim Yeşil’i ve itirafçıları bu işle görevlendiren Veli Küçük’tü. Yeşil de, Veli Küçük de Cem Ersever’e cephe almışlardı.
Paylaşamadıkları neydi? Cem Ersever ölünce, Veli Küçük güç sahibi oldu. Normal bir Jandarma birliğinin komutanı olsa da, Veli Küçük de aynı JİTEMvari yöntemleri kullanıyordu, JİTEM sistemini komutan olarak bulunduğu yerlerde devam ettiriyordu. Sapanca şeytan üçgenindeki infazlar hep JİTEM sisteminin devamıydı. Veli Küçük JİTEM komutanı olmasa da, onun bulunduğu yerin JİTEM timi bir şey yaparken ona danışmak, bildirmek, onayını almak zorundaydı. Veya bazı operasyonları kendisi de emretmiş olabilir. Deminki lafıma devam edeyim. Evet... JİTEM kendini kurumlarüstü ve dokunulmaz görüyordu. Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Abdülkerim Kırca Diyarbakır’daki infazlarla ilgili olarak 16 yıl ifadeye çağrılamadı.
On bir sanıklı JİTEM davasında siz de yargılanıyorsunuz değil mi? Evet... Davayı bir oraya, bir buraya atıyorlar. Zaman aşımına uğratacaklar. Böylece infazlar da hasıraltı olup gidecek. Sadece birkaç sivil memurla, yani itirafçıyla ve bir iki uzman çavuşla davayı kapatacaklarını sanıyorlar. Bu insanlar o işleri kendi başlarına yapmadılar ki. Amirlerin emri olmadan hiçbir memur ve ast böyle bir şey yapamaz.
JİTEM’i kim kurdu? Benim öğrendiğime göre 1986’da Hulusi Sayın, Hüseyin Kara, Arif Doğan, Cem Ersever ve Aytekin Özen gibi komutanlar tarafından kuruldu. Ben 1990’da JİTEM’e girdim.
Veli Küçük yok mu o sırada? Yok... Veli Küçük’ü ben Diyarbakır JİTEM’de gördüm. Sivil elbiselerle dolaşıyordu.
JİTEM’e neden katıldınız siz? Ben PKK’dan firar ettim. PKK beni yaşatmayacak endişesiyle yaşayamazdım. JİTEM’e bir bakıma sığındım. Ama JİTEM’e sığındık diye, bizim örgütle aramızdaki çelişkiyi kullanıp bizi tekrar tetikçi yapmanın vicdanla, namusla, şerefle bir alakası var mı? Ben Kars’ta piyade olarak askerliğimi yapıyordum. Beni Diyarbakır’da Jandarma’ya aldılar. JİTEM’in varlığını orada öğrendim.
Tamam... Askerliği bitirinceye kadar verilen görevi yaparsın ama askerlik bittikten sonra... Jandarma’da askerlik bittikten sonra ne oldu? Bizi JİTEM’e sivil memur olarak aldılar. Ben Diyarbakır JİTEM’de her türlü pis iş, iyi iş olmak üzere dokuz yıl görev yaptım. Terörist gibi giydirilip dağlara da gönderildim. Necati Özgen Paşa’yla Barzani’nin arasında masaya oturup onlara tercümanlık da yaptım. Zaho’daki operasyonda kırk gün PKK’lıların telsiz konuşmalarını tercüme ettim. Bunun için Bölge Komutanı Mehmet Çavdaroğlu’ndan takdir ve para ödülü aldım.
Bütün bunlarla neyi anlatmak istiyorsunuz? Ben Diyarbakır’da huzursuz oldum. Gördüklerimden ötürü psikolojim bozuldu. Geçmişi sporcu olan bir insanım, madalyalı atletim. Hayatımda içki içmezken içmeye başladım. Geceleri eve gelmemeye başladım. Aile düzenim bozuldu. Defalarca başka yere tayinimi istedim. Dilekçeler verdim. Hiçbiri kabul edilmedi. Tayinini istemek normal bir memurun hakkıdır. Memuriyetimin sonuna kadar Diyarbakır’da kalmak zorunda mıyım?
Siz JİTEM’deki işinize memuriyet mi diyorsunuz? Bu bir kamuflaj değil mi size göre? Cinayet işlemek ya da cinayetin işlenmesine katılmak, ortamı sağlamak, işkence yapmak ya da işkence odalarında bulunmak memuriyet mi sizce? Değil. Bunun memuriyetle hiçbir alakası yok.
Peki, o zaman dilekçe verip tayin istemek, beni artık cinayet işlemeyeceğim ya da cinayet işlenmesine gözcülük etmeyeceğim bir yere tayin edin demek biraz saflık olmuyor mu? İnsanın bir tahammül gücü var. Tahammül gücün bitiyor ve normal ve yasal yola başvuruyorsun. ‘Eğer benim statüm memuriyetse yeter artık, ben bu ortamda kalmak istemiyorum’ diyorsun. Ama tayinimi vermediler. Bir türlü JİTEM’den ayrılamadım. Çok şey biliyor, ayrılırsa kontrol dışına çıkar, başımıza bela açabilir diye düşündüler.
Ama sonunda ayrıldınız ve korktuğunuz başınıza gelmedi. Tasfiye edilmediniz. Nasıl hayatta kaldınız? Sizi kim korudu? Beni Burdur Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne sivil memur olarak tayin ettiler. Giderken JİTEM Komutanı Cemal Temizöz beni makamına çağırdı, “Burada gördüğün, duyduğun burada kalacak. Kod adın da burada kalacak. Geçmişle ilgili hiç kimseyle konuşmayacaksın” dedi. Ben de söz verdim.
Size niye güvendiler? Çünkü gene bir askerî birliğin içine gidiyorum. Gene aynı teşkilatın içindeyim. İstedikleri an gene beni içeri alabilirler. Orada da İstihbarat Şube’nin emrine verdiler zaten. Beni kontrol ediyorlardı hep. Aslında benimle işleri bitti ve beni Burdur’a normal memur olarak onun için gönderdiler. Mesela şimdi bana sözde itirafçı diyorlar. Peki, ben PKK’dan ayrılıp geldiğimde bana itibar ediyordun. Ben o zaman sözde değildim. Özdeydim. Benim ifadelerimi doğru kabul ettin ki, birçok operasyon yaptın. Beni 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tâbi tuttun, bölge komutanının kaldığı lojmanın bitişiğinde lojmanda oturttun. Bölge vali yardımcısının komşusu yaptın. Elime her türlü silahı verdin. Bana evimde silah, bomba bulundurma dahil her türlü sınırsız imkânı sağladın bana. Bana bu işleri yaptırdın. Şimdi işin bitti beni Burdur’a normal memur olarak gönderdin.
Bunun nesi kötü? Ben 1990’dan 1999’a kadar dokuz yıl Diyarbakır’da JİTEM’de kalmışım. Deşifre olmuşum, hedef olmuşum. Can güvenliğim yok. Diyarbakır’da istediğim silahı taşımışım. İster ruhsatlı, ister ruhsatsız çifte silahla dolaşmışım, evimde silah, bomba, kalaşnikof her türlü silahı bulundurma imkânım var. Benimle işleri bitti Burdur’a Jandarma İstihbarat’a gönderildim, çırılçıplak kaldım. Bıçak taşıma yetkim bile yok. Gittim kendime Çekoslovak marka bir silah satın aldım. Taşıyamazsın dediler, ucuza birine sattım. Bize ihtiyaçları kalmadı, biz deşifre olduk, bazı şeyleri mırıldanmaya başladık, bu işlerine gelmez, bizi kızağa aldılar. Albay Ali Yıldız beni denetleme niyetiyle iki kere Burdur’a geldi.
Sizin döneminizde Burdur Jandarma Komutanlığı’nda hayvan hırsızlığı suçlamasıyla sorgulanan köylülere işkence yapıldı. Köylüler siz de dahil görevliler hakkında dava açtılar. Siz sonradan bir dilekçe vererek köylülere işkence yapıldığını itiraf ettiniz. Köylülere niye işkence yaptınız? Emredildi ve yapıldı işkence. Hatta sorgu bitip de iş mahkemeye gittikten sonra Alay Komutanı bize takdirname verdi. Çünkü hayvanlarının çalındığını iddia eden MHP’li zengin bir aileydi. On beş köylüye işkence, Alay Komutanı’nın bilgisi dahilinde, İstihbarat Şube Müdürü yüzbaşının da emriyle yapıldı.
Emirle olunca işkence yapmamış mı oluyorsunuz? Yapmazsanız dışlanırsınız. Kuruma ters düşmüş olursunuz. Bir kulp takarlar ve başınıza bela getirirler. Savcı bana “Eğer sen şimdiden basit hayvan hırsızlığında ifşaatlarda bulunuyorsan ve Jandarmayı suçluyorsan, yarın bir gün daha büyük ifşaatlarda bulunabilirsin” dedi. Zaten o zaman benim aklım başıma geldi.
Ne düşündünüz? Anladım ki bu savcı da aynı şebekenin içinde. Nitekim bu olayda biz alttakiler yargılandık, yüzbaşı ve komutan yargılanmadılar. Devletten istifa ettim. Hâlâ lojmanda oturuyordum ve kontrolleri altındaydım. Ailemin ısrarı üzerine memuriyete geri dönmek istedim. İki dilekçem de kabul edilmedi. O zaman tam anladım ki kullanıldım ve benimle artık işleri bitti ve çember daralıyor. Hatta Şemdinli olayının sanığı Ali Kaya’yla...
Bu, dönemin genelkurmay başkanının “iyi çocuk” dediği astsubay değil mi? Evet o. Mutkili Ali. Diyarbakır’dan tanışıyoruz. O Jandarma’da sorgulama amirliğindeydi. Bana, “senin hakkında o kişi askerî tesislere sokulmayacak. Hiçbir askerî personel onunla konuşmayacak diye yukarıdan emir gelmiş” dedi, Ben durumu anladım. Ben de faili meçhul yapılacağım, öldürüleceğim. Yurtdışına çıkma arayışına girdim
Yurtdışına nasıl kaçtınız? Kaçmadım. 2003’te Aziz Turan kimliğimle pasaport aldım, çıktım. Rusya’ya vize almak kolaydı Rusya’ya uçtum. Oradan İsveç’e geldim.
Yurtdışına çıkışta size PKK yardım etti mi? Ben PKK demeyeyim. Resmen PKK derseniz olmaz. Özgür Gündem gazetesi yardım etti bana. Yedi kişilik ailemin yurtdışına çıkması için 45 bin dolar harcadı. Bu para, vize işlerini bazı devlet görevlileriyle birlikte yapan bir şebekeye verildi. Bu parayı Özgür Gündem ödedi.
Niye ödedi? Demek ki o esnada yurtdışına çıkmam onların da işine geliyordu.
Niye? Dokuz yıl JİTEM’de çalıştığımı ve birçok şeye şahit olduğumu biliyorlar. Bunları anlatmamı istediler. Ben enayi miyim içeride açıklayayım. Cem Ersever açıklamaya kalktı ensesine sıkıldı. Dışarıda açıkladım, kitap olarak yayınladılar. Bütün faili meçhullerin suçlusu benmişim gibi gösterdiler. PKK’nın da benimle işi bitti.
Sizi burada kim koruyor şimdi? Allah ve İsveç devletinin kanunları koruyor. PKK’nın buradaki taraftarlarına o hainle hiç bir ilişki kurmayın diye emir vermişler. Kürdüm diyenler bana selam vermiyor.
PKK’dan neden ayrıldınız? Artık dayanamayacak bir noktaya gelmiştim. Mezra baskını yapılacak ve o mezrada hiç kimse canlı bırakılmayacaktı. PKK’dan firar edip köylüye haber verdim. Ayrıca çok arkadaşım infaz edildi benim. Kimse “benim infazlardan haberim yok, görmedim” demesin. PKK’da uzun yıllar yer almış herkes iç infazları bilir.
İç infaz nasıl yapılır? Mesela Silvanlı Ramazan diye bir çocuk ajanlıkla suçlandı. Haftanin kampında cezalandırıldı. Duran Kalkan hepimizi bir alana topladı ve elleri arkadan zincirle bağlı arkadaşımızı karşımıza dikti. Bize bastonuyla nutuk çekmeye başladı. Hepimizi ajite etti. Ben dahil herkes o çocuğun ajan olduğuna inandık. Bize “Ajanların cezası nedir” diye sordu. Hepimiz bağırdık “ölümdür”.
“Cezasını kim verecek?” Hepimiz el kaldırdık. Bana dese ‘gel sen infaz et’, ben gidip infaz edecektim. Zaten Duran Kalkan soracak da biri el kaldırmayacak.
Kaldırmazsa ne olur? Onlara göre o zaman o da ajandır. Apo’nun kendi ağzından açıklaması var. “PKK’nın başlangıcından bu yana on dört bin iç infaz var” dedi. Örgütün icraatını, gidişatını, ideolojisini eleştirenler ajan ilan edilerek infaz edildiler. İnfazları yapanlar, dört beş bin kişinin benim gibi PKK’dan ayrılmasına, gidip devletin derinliklerinde kanundışı işlerde ajan gibi çalıştırılmasına neden oldular. O dört, beş bin kişinin bir kısmı tekrar PKK’ya döndü. Bir kısmı ise tarafsız kalmaya, normal bir vatandaş gibi hayatını sürdürmeye çalıştı ama mümkün değil. PKK çoğunu vurdu. Bunlar da iç infaz işte. Abdullah Öcalan son avukat görüşmesinde sizin için “onun JİTEM’de çalıştığını bana söylemişlerdi. Beni infaz etmesi için onu Şam’a gönderdiler” demiş.
Öcalan’ı öldürmeye Şam’a gittiniz mi? 1983’te askerden firar ettiğim dönemi kastediyor. Ben 1980 öncesinde PKK’nın Nizip askerî alan sorumlusuydum. O sırada faşist dediğimiz altı ülkücü genci öldürdüm, bombalar attım. Bu yüzden de askerden firar ettim. Çünkü çember daralmaya başlamıştı. Kardeşim yakalandı ben de yakalanabilirdim ve bu cinayetlerden hapis yatabilirdim. Bu yüzden Kıbrıs’ta askerlik yaparken önce Rum kesimine gittim. Ben Almanya’ya gitmek istiyordum. Ama beni Yunanistan’a gönderdiler.
Niye? 1980 darbesinden kaçan herkes oradaydı. Yunan İstihbaratı bana PKK, Kürdistan hakkında sorular sordu ve beni Lavrion kampına gönderdiler. Lavrion kampındayken Öcalan bana telefon edip beni Şam’a çağırdı. Yoksa benim niyetim tekrar onun emrine girmek değildi. “Buraya gel” dedi.
Şam’a gittiniz mi? Kendisi beni Şam’a çağırdı, gittim. Beni APO’ya 200 metre uzaklıktaki bir eve yerleştirdiler. Beni ve arkadaşı yanına koruma alarak mahallede gezintiye çıkardı. Bizim ikimizde tabanca vardı. İki buçuk ay orada kaldım. Futbol oynamaya giderdik. Geceleri sohbet için beni çağırıyordu. Baş başa oturup konuşuyorduk. Ajan olan birine nasıl güveniyorsun? O anda seni imha edebilirim... Beni Şam’a kendisi çağırıyor, sonra da ajanmış beni infaz etmek için gönderildi diyor. Sen beni yanına seni infaz edeyim diye mi çağırıyorsun? Benim hakkımda bir kampanya başlatıldı.
Niye? Albay intihar ediyor suçlusu ben gösteriliyorum. Apo, benim yaptığım açıklamaların gerçek olmadığı şüphesini insanlarda yaratmak için bu beyanatlarda bulunuyor. Halbuki benim JİTEM’de kalmamı isteyen kendisidir. Havva ablasıyla bana haber gönderen, “orada kalsın, çalışsın, istifa etmesin” diyen kendisidir.
Öcalan’ın ablası bu mesajı ne zaman getirdi? Adana’nın Yakapınar köyünde benim ablam, amcam, teyzem oturuyor. Onun Havva ablasıyla komşu. Ben Diyarbakır’dayken bayramda akraba ziyaretine giderdim. Havva ablasıyla mecburen karşılaşıyoruz bayramlaşıyoruz. Bir gün gene hal hatır sorarken JİTEM’den ayrılmak istediğimi söyledim. “Böyle böyle şeyler oluyor, ben dayanamıyorum” falan dedim. “Ben bildiririm ona” dedi. Ablası onunla görüşüyordu. Hatta anlattığına göre beni Öcalan kendisi sormuş. O da “filan yerde çalışıyor fakat ayrılmak istiyor” demiş. Öcalan da ona, “şimdilik orada kalsın, ayrılmasın” demiş.
Öcalan Şam’da sizden ne istedi? Beni önce Lübnan’daki eğitim kamplarına gönderdi. Sonra da Kuzey Irak’taki kamplara gittim. Böylece tekrar PKK militanı oldum. Apo benden büyük devrimcilik beklediğini söylüyordu. Cemil Bayık’a gönderdiği mektupta yazdı bunu. Sonra Öcalan’ı bir daha hiç görmedim. O zamanki karısı Kesire Öcalan bizi havaalanına kadar götürdü. Kuzey Irak kamplarında bulunan Duran Kalkan’a vermemiz için bize yüklü miktarda döviz verdi.
Siz İsveç’e kaçtınız. Diğer itirafçılara ne oldu? Onlar ne yapıyorlar? Devlette memurlukları devam ediyor. Diyarbakır’da her zaman uğradıkları esnaflar vardı. Onlarla yaptığım telefon görüşmelerinde hiç birinin Diyarbakır’da görülmediğini söylüyorlardı. Duyduğuma göre hepsinin yerlerini değiştirmişler. Dağıtmışlar onları. Bazılarını askerlik şubelerine vermişler. Zaten bunları ya atacaklar, ya öldürecekler, ya da içlerinde tutup kontrol edecekler. Ben onların akıbetlerini iyi görmüyorum.
Neden? Ergenekon davasında yaşananlardan ve benim bu açıklamalarımdan sonra korkuya kapıldılar. Albay intihar etti. Diğerlerini de yaşatmazlar bence. Benim gibi devlette memurluk yapmış olan itirafçıları yaşatmazlar. Kullandılar ve işleri bitti onlarla. Şimdi harcayacaklar onları. Çünkü çok şey biliyorlar ve bu işlerine gelmez. Bir cinayeti de bilse, bir cinayet bir cinayettir ve insanı ipe götürür. Bunlar korkuya, paniğe kapılmışlardır. Bana bu kadar saldırdıklarına göre o itirafçıları da yaşatmayacaklardır.
Bir gün ülkenize dönebilecek misiniz? Neyin ne olacağı belli değil. Fakat ben dönmek istemiyorum. Ben her şeye herkese küstüm. Ülkeme de küstüm, kardeşlerime de, aileme de, herkese küstüm. Ülkemi çok seviyorum ama bu pislikler temizlenmediği ve bu olaylar sürdüğü sürece gitmek istemiyorum. Ben şimdi vicdani ve insani görevimi yapıyorum. Ben bütün bunları anlatmayabilirdim. Bazıları gibi kendimi gömebilirdim. Hayatım başka türlü olurdu. Ben bunları teptim, her türlü tehlikeyi göze aldım.
Kendi insanlarınızı öldürdüğünüz için şimdi ne hissediyorsunuz? Dünyada en kötü ruh hali hangisiyse ve dünyanın en ağır pişmanlığı neyse onu hissediyorum. Kullanıldığımı hissediyorum.
Ergenekon davası için sizden bilgi istendi mi? Hayır.
Tanıklık yapar mısınız bu davada? Bir şartla yaparım. Tanıklığı, bulunduğum ülke İsveç’te yaparım. Dünyanın garantisini verseler Türkiye’ye gitmem. Can güvenliğimi sağlayamazlar. Çünkü bunlar ahtapotun kolları gibi her yere girmişler. Ergenekon örgütü, yakalananlarla sınırlı bir şey değil. Bunların altları var, üstleri var. Astın da astı, üstün de üstü var. Daha çok çıkacak bu astlardan, bu üstlerden. Biz JİTEM’de gördük bu sistemi. Zaten JİTEM Ergenekon’un bir parçasıdır.