30 Nisan 2012 Pazartesi

İşte holding paşaları...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, önceki gün MÜSİAD Genel Kurulu'nda, askeri müdahalelerin ardından bazı kesimlerin vurgun yaptığını ihbar ederek, “Acaba kimler burada vurgunu vurdu? O vurgunu vuranlar hesaba çekilmeli. Suç duyurusu yapıyorum burada” demesi, 28 Şubat sürecinde holdinglere kapağı atan paşaları ve istihdam ettikleri paşaların nüfuzunu kullanarak servetlerini katlayan holdingleri hatırlattı.
 
Holdinglerde görev yapan emekli paşalar ile ilgili yaptığımız araştırmada ilginç sonuçlara ulaştık. Araştırmada, Türkiye'nin önde gelen her holdinginde en az bir emekli paşanın görev yapması dikkat çekiyor. Holdinglerin yanı sıra batık banka patronlarının da, emekli paşaları zor durumdaki bankalarına paravan olarak kullanarak vatandaşlardan mevduat toplamaya devam ettiği gerçeği hafızalardaki yerini koruyor.
 
22 BATIK BANKANIN 50 MİLYAR DOLAR ZARARINI HALK ÖDEDİ
1999-2001 döneminde Türkiye'de tam 22 banka battı. Emekli paşaların kapak attığı bankaların batışıyla birlikte ortaya çıkan 50 milyar dolarlık zararı Türkiye Devleti Hazinesi karşıladı. Milletin verdiği vergilerden oluşan Hazine'den aktarılan paralarda karışlanan zararların Türkiye ekonomisine verdiği zararın etkileri uzun yıllar sonra ancak atlatılabildi. Bu büyük zararın yanı sıra 28 Şubat'ın müdahalesinin etkisiyle İMKB'de işlem gören şirketlerin hisselerinde yaşanan düşüşten kaynaklanan toplam kayıplar ise 20 milyar dolar olarak tarihe geçti.
 
ÖNCE DARBE, SONRA HOLDİNG
 
Yönetim kurulu üyeliklerinde ve üst düzey yönetiminde paşaların yer aldığı holdingler arasında; Nergis Holding, Yaşar Holding, Profilo Holding, Sabancı Holding, Doğuş Holding, Park Holding, Alarko Holding, Profilo Holding, Koç Holding ve HEMA Holding başı çekiyor. Holdinglerin yönetimine giren paşaların büyük bölümünün, ya 12 Eylül askeri darbesinin ya da 28 Şubat sürecinin aktif isimleri olması dikkat çekiyor. İşte holdinglerde görev yapan emekli paşaların listesi:
 
HANGİ PAŞA NEREDE?
 
TEOMAN KOMAN: Jandarma eski Genel Komutanı olan Koman, halen İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Cavit Çağlar'ın şirketi olan Nergis Holding'te uzun süre yönetim kurulu üyeliği yaptı. 
 
MUHİTTİN FİSUNOĞLU: Kara Kuvvetleri eski Komutanı olan Fisunoğlu emekli olduktan sonra batık bankalardan Sümerbank'ta yönetim kurulu üyeliği görevine getirildi. Fisunoğlu hakkında Sümerbank yönetim kurulu üyeliği nedeniyle İstanbul DGM tarafından dava açıldı.
 
VURAL BEYAZIT: Emekli orgeneral Beyazıt, MİGROS'ta da yönetim kurulu üyeliğini yaptı.
 
KEMAL YAVUZ: Harp Akademileri eski Komutanı olan emekli Korgeneral Kemal Yavuz, emekli olduktan sonra MARET'te yönetim kurulu üyeliği görevine getirildi.
 
AHMET ÇÖREKÇİ: Hava Kuvvetleri eski Komutanı olan Çörekçi, Park Holding'in sahibi Turgay Ciner'in devletten ihale ile aldığı HAVAŞ'ın yönetim kurulu üyeliğini yaptı. Çörekçi kamuoyundan gelen tepkiler üzerine HAVAŞ'taki görevinden istifa etmişti.
 
GÜVEN ERKAYA: Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Erkaya, kanserden vefat ettiği tarihe kadar Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği yaptı. Erkaya, Anasol-D hükümetinin Başbakanı Mesut Yılmaz'a da danışmanlık yaptı. 
 
DOĞU AKTULGA: Bir dönem Ege Ordu Komutanlığı yapan Aktulga, Ergenekon'un firari sanığı Bedrettin Dalan'ın sahibi olduğu İstek Vakfı'nın kurduğu Yeditepe Üniversitesi'nde uzun sure mütevelli heyeti üyeliği yaptı.
 
BÜLENT ULUSU: 12 Eylül darbesinin ardından darbeciler tarafından başbakanlığa getirilen Bülent Ulusu da, tıpkı Doğu Aktulga gibi kaçak olarak kurulan Yeditepe Üniversitesi'nde mütevelli heyeti üyeliği yaptı. Ulusu aynı zamanda AKSA Holding yönetim kurulu üyeliği görevinde de bulundu.
 
SÜREYYA YÜKSEL: 12 Eylül sonrasında Ege Ordu Komutanlığı yapan Orgeneral Süreyya Yüksel, emekli olduktan sonra Yaşar Holding'te danışman unvanıyla görev yapmaya başladı. 
 
İSMAİL HAKKI AKANSEL: 2. Ordu Komutanı'yken emekli olan Orgeneral İsmail Hakkı Akansel, PETKİM'de danışma kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladı.
 
HALİL SÖZER: 1983-1986 yılları arasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan, 1986 senesinde de emekli olan Sözer, Borusan Holding'de yönetim kurulu üyeliği yaptı.
 
SABRİ DELİÇ: İshak Alaton'un sahibi olduğu Profilo Holding'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Deliç, bir süre Maltepe Üniversitesi'nde de mütevelli heyet üyeliği yaptı.
 
İBRAHİM ŞENOCAK: Orgeneral İbrahim Şenocak emekli olduktan sonra bankacılığa soyundu. Şenocak, Etibank Dinç Bilgin'e devredilmeden önce bankanın yönetim kurulu başkanlığını yapıyordu.
 
SERVET BİLGİ: Orgeneral rütbesinde emekli olan Servet Bilgi, emekli olduktan sonra PTT Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundu. Bilgi, PTT'deki görevinin ardından, BEKOTEKNİK A.Ş. yönetim kurulu üyeliği yaptı.
 
HOLDİNGLERDE GÖREVLİ DİĞER EMEKLİ PAŞALAR İSE ŞUNLAR
 
Vecihi Akın (Emekli Orgeneral): AKSİGORTA yönetim kurulu üyeliği.
 
Şeref Akıncı: (Emekli Orgeneral): Doğuş Holding yönetim kurulu üyeliği
 
Nazif Oka: (Emekli Orgeneral) HEMA Holding yönetim kurulu üyeliği
 
Fevzi Aysun: (Emekli Korgeneral): Derborsa yönetim kurulu üyeliği
 
Tevfik Alpaslan (Emekli Korgeneral): ALTAY Şirketler Grubu yönetim kurulu üyeliği
 
Cemil Mete (Emekli Tümgeneral): MİNEX Savunma Sanayi yönetim kurulu üyeliği
 
Tanju Erdem (Emekli Tümgeneral): Yaşar Holding danışmanlığı
 
Fikri Topsever (Emekli Tuğgeneral): AKSA Holding Personel Müdürlüğü.
 
Sezer Bilgili (Emekli Tuğgeneral): Pamukbank denetçiliği
 
Şahap Ar (Emekli Tuğgeneral): ALARKO Holding yönetim kurulu üyeliği
 
Sıtkı Günday (Emekli Tuğgeneral) OTOMARSAN Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği.
 
Orhan Köker (Emekli Tuğgeneral) Profilo Holding müşavirliği
 
Yılmaz Oral (Emekli Tuğgeneral): HEMA Holding yönetim kurulu üyeliği
 
Kamuran Gümüşsoy (Emekli Tuğgeneral): GİMA yönetim kurulu üyeliği
 
12 EYLÜL CUNTASININ PAŞALARI DA AYNI YÖNTEME BAŞVURMUŞ
 
TURGUT SUNALP: Harp Akademileri Komutanlığı görevini yaparken emekli olan Sunalp, 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1983 senesinde Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni kurdu. Partinin kapanmasının ardından Sunalp uzun süre NETAŞ ve Garanti Bankası yönetim kurulu üyeliği yaptı. Sunalp, öldüğü 28 Ağustos 1999 tarihine kadar holding yöneticiliği görevini sürdürdü.
 
SEMİH SANCAR: Kenan Evren'den önce Genelkurmay Başkanlığı yapan Semih Sancar, emekli olunca holding yöneticiliğine soyundu. Sancar, Sabancı Grubu'nun bankası Akbank'ta uzun süre yönetim kurulu üyeliği yaptı. 
 
ADNAN ERSÖZ: MİT eski müsteşarlarından Adnan Ersöz de emekli olduktan sonra holding yöneticiliği yapanlar arasında yer alıyor. 1981 senesinde emekli olan Ersöz, vefat ettiği 1991 senesinde kadar İşbankası yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı.

Uludere görüntüleri üzerinde oynandı mı?

İçişleri Bakanlığı'nın Uludere raporunda "Heron görüntülerinde kayma var. Ya ikinci bir Heron var, ya F16'lardan verilen koordinatlar girildi, ya da başka bir ülkeden görüntü desteği alındı" yorumu yapıldı. Görüntünün anlamı ASELSAN'a sorulacak

Uludere görüntüleri üzerinde oynandı mı?




Milliyet gazetesinin haberine göre, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu’na sunulan İçişleri Bakanlığı raporunda, 34 köylünün öldüğü olayda, 15 kişinin yaşamını yitirdiği son bombalama öncesinde Heron görüntülerinde kayma olduğu kaydedildi. Raporda, bu kayma için, “Ya ikinci bir Heron var, ya F16’lardan verilen koordinatlar girildi, ya da başka bir ülkeden görüntü desteği alındı” değerlendirmesi yapıldı. Komisyon kayma konusunda ASELSAN’dan görüş isteme kararı aldı. Raporda, Gülyazı Köyü’nde kurulan taziye çadırına giden Uludere Kaymakamı Naif Yavuz’un saldırıya uğraması konusunda, “BDP’nin provokasyonu, saldırganlar ceplerinde taşla geldiler” tespiti yapıldı. Raporda, olaydan İçişleri Bakanı, Jandarma Genel Komutanı ve Vali’nin bilgilendirilmediği, devre dışı kaldıkları, operasyonun Kara Kuvvetleri tarafından yürütüldüğü ifade edildi.

230 sayfalık “Uludere Olayını Araştırma Raporu”nda, olay sonrasında bölgede ikinci bir heron olup olmadığı ve başka bir ülkeden istihbarat alınıp alınmadığı kuşkularını güçlendirecek tespitler yer aldı.

GÖRÜNTÜLERDEKİ KUŞKU

Raporda, Batman askeri üssünden kaydedilen 9 saatlik heron görüntülerinde 15 kişinin yaşamını yitirdiği son bombalamadan hemen önce görüntü kayması yaşandığı tespiti yer aldı. Heron görüntülerinin baştan sonra incelendiği, olayın gerçekleşme şekli kesintisiz devam ederken, görüntülerde bir anda belirsizlik ve kayma yaşandığı belirtilen raporda, bir anda önceki yerden farklı bir bölgenin ve grubun görüntülerinin akmaya başladığı bilgisi yer aldı. Bu kaymanın neden kaynaklandığının araştırılması istenilen raporda, olası ihtimaller “Ya bölgede ikinci bir heron vardı, ya bombalamayı gerçekleştiren F16 uçakları başka bir grubun varlığını görerek Batman’daki Heronları yöneten üsse koordinat verdiler ve o koordinatlar girildiği için görüntü aniden değişti. Ya da başka bir ülkeden destek alanırak koordinat değişikliği yapıldı” şeklinde sıralandı.

Raporda, bu konunun ilgili birimlere sorularak açıklığa kavuşturulması gerektiği vurgusu yapıldı. Raporda “Heron görüntülerini değerlendiren birimin bu konuda bir ihmal içinde olduğu” bilgisine yer verdi.

ASELSAN'A SORULACAK
Komisyonda raporun bu bölümü tartışılırken, görüntülerdeki kaymanın nedeni ile sıralanan ihtimallerden hangisinin doğru olduğunun ASELSAN uzmanlarına sorulması kararlaştırıldı. Raporda, ilk bombalamadan sonra, bombalanan kişilerin kaçakçı olduğu açığa çıkmasına rağmen, üstlerin bilgilendirilmediği ve böylece 15 kişinin öldüğü sonraki bombalamaların engellenemediği bilgisine yer verildi. Şırnak ve Hakkari bölgesine özel “İç güvenlik yapılanması” olduğu belirtilen raporda, sivil otoritenin devre dışı kaldığı bilgisi yer aldı. Raporda, İl Jandarma Komutanı’nın, Şırnak ve Hakkari’ye özel iç güvenlik yapılanmasını anlattığı ve “bana sadece İdil bağlı, diğer yerler bana bağlı değil” ifadelerini kullandığına dikkat çekildi.

PKK YANLISI KORUCULAR

Raporda geçici koruculuk sisteminin sorun haline geldiği ve ıslah edilmesi gerektiği vurgusu da yapıldı. Korucu ailelerinden birinci neslin devlet yanlısı olmasına rağmen, onlardan sonra gelen kuşakların PKK terör örgütüne sempati duyduğu ve örgütten yana tutum sergiledikleri belirtilen raporda, bazı korucu ailelerinin örgüte vergi verdikleri ifade edildi. Köydeki çocukların daha 9 - 10 yaşında kaçakçılık yapmaya başladığı belirtildi. Raporda, kaçağa giden çocukların açık coğrafyada terör örgütüyle temasının kaçınılmaz hale geldiği ve terör örgütünün olumsuz propagandasına maruz kaldıkları vurgulandı.

GENELKURMAY İCRA ETTİ

Raporda, kamuoyuna daha önce yansıyan şu tespitler de yer aldı:

- Bu operasyonun sınırötesi bir hareket olduğu, Genelkurmay Başkanlığı tarafından icra edildiği anlaşılmıştır.

-Operasyon ve İHA talebinin, 23 Jandarma Tugay Komutanlığı’ndan gelmediği, talebin yetkili olan komutanlıklardan (Malatya veya Genelkurmay) öğrenilmesi gerektiği düşünülmektedir.

- Ateş emri verilmeden önce yerel komutanlıklardan bilgi alınmadığından, yerel komutanlıkların sorumluluğu olmayacağı, üst komutanlıkların, sorumlu olabilecekleri.

- Grubun 4 saat süreyle İHA’lar tarafından görüntülendiği, başka istihbarat bilgilerinin alınacağı zaman olduğu, bölgede 400 adet telsiz kestirmesinin tespit edildiği, sadece 28 Aralık günü 11 adet kestirme yapıldığı, diğer istihbarat kaynaklarının tespit edilerek yaralanılabileceği.

- Olay yerine köylülerin gittiği, Acil Çağrı Merkezi’ne müdahale için bir talimat verilmediği anlaşılmaktadır.

İSTİHBARAT MİT KAYNAKLI

Raporda, kamuoyuna daha önce yansıyan şu tespitler de yer aldı:

- 27 Kasım - 28 Aralık arasında MİT kaynaklı 10’a yakın istihbarat bilgisi Genelkurmay’a bildirilmiştir. Sadece Aralık’ta 7 istihbarat bilgisi gönderildi.

- Fehman Hüseyin’in bölgede olduğu Türkiye’ye operasyon yapabileceği bilgisi MİT’in istihbaratları arasında yer almaktadır. 21 Aralık’ta MİT raporunda PKK’lı Said kod adlı kişinin bilgi topladığı yer almıştır.

- Bölgedeki hareketliliğe ilişkin 26 Aralık tarihli Kara Kuvvetleri İstahbarat Raporu’nun da olduğu.

- Sadece heron görüntülerine dayanarak, yerel unsurlara danışılmaması hatadır.

- Bu bir yaşam hakkı ihlalidir. Ölen 34 kişinin hiçbirisi terör örgütü üyesi değildir

- Irak istihbaratından Yusuf adlı kişi bombalamadan iki gün önce Ortasu’da istihbarat edinmiştir.

MGK bugün toplanıyor

MGK, Cumhurbaşkanı Gül başkanlığında saat 13:30'da Çankaya Köşkü'nde toplanacak

Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında Çankaya Köşkü'nde bugün toplanıyor. Saat 13.30'da başlaması beklenen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ile kurul üyesi bakanlar ve kuvvet komutanlarının katılacak.

İç ve dış gelişmelerin değerlendirildiği kurul toplantısında yeni atanan MGK Genel Sekreteri Muammer Türker de ilk kez yer alacak. Daha önce Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürü olarak görev yapan Türker, Milli Güvenlik Kurulu'nun genel sekreterliğine atanmadan önce Hakkâri Valisi olarak görev yapıyordu.
BAŞBAKAN BAKANLARLA TOPLANDI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MGK üyesi bakanlarla biraraya geldi. Başbakanlık Resmi Konutu'ndaki toplantı saat 11.45'te başladı. Toplantıya Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan da katılıyor.

"MUSTAFA BAKICI'YI ABD'YE KAÇIRIRIZ"

Video paylaşım sitesi dailymotion.com'da Tuğg. Muhittin Yenikeçeci'ya ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı yayınlandı...

Ergenekon davası ile birleştirilen İnternet Andıcı davası sanığı Tümg. Mustafa Bakıcı’nın yurtdışına kaçmasına zemin hazırlamakla suçlanan İstanbul Garnizon Komutanı Tuğg. Muhittin Yenikeçeci’ya ait olduğu iddia edilen şok bir ses kaydı yayınlandı.

Video paylaşım sitesi dailymotion.com’da yayınlanan ses kaydında Muhittin Yenikeçeci olduğu iddia edilen kişi, “Benim birliğim askerlerin adli işlerini takip etmek için kurulmuş, iş bize düşerse Tümg. Mustafa Bakıcı’yı Amerika’ya kaçırırız, onu da yaparız” diyor.

Mustafa Bakıcı’yı Şırnak’tan tanıdığını ve onun emrinde çalıştığını ifade eden Muhittin Yenikeçeci olduğu iddia edilen kişi, Bakıcı’nın yurtdışına kaçarken kandi pasaportunu kullanmasının da iyi olmadığını belirtiyor.
Işık Koşaner’in Balyoz’la ilgili olarak “her şeyi çaldırmışız” sözlerini de eleştiren sözkonusu kişi, “o seviyede birisi böyle konuşmaz” diyor.

Hükümetin icraatlarını da kıyasıya eleştiren iddia olunan kişi, duble yol yaparak, bulgur vererek, okullarda kitaplar dağıtarak modernleşilemeyeceğini iddia ediyor.
İşte video paylaşım sitesi dailymotion.com’da yayınlanan şok ses kaydı;


Kaynak: dailymotion.com
Haberin linki: http://www.dailymotion.com/video/xqfa1z_ystanbul-garnyzon-komutani-tuyg-muhyttyn-yenykececy-den-syyasy-konuymalar_news

BENİM BİRLİĞİM ASKERLERİN ADLİ İŞLERİNİ TAKİP EDEYİM DİYE KURULMUŞ
BİZİM YERİMİZ KRİTİK TABİ YANİ HEP BU İŞLERİN İÇİNDEYİZ. DURUŞUMUZ DA BELLİ YANİ ŞİMDİ BİZ BU İŞİ YAPIYORUZ YANİ. BİZ ORAYA DESTEK DE VERİYORUZ ADAM DA GÖNDERİYORUZ MAHKEMELERE YANİ. BUNLAR BİZİM İŞİMİZİN DE BİR PARÇASI YANİ. İŞİMİZİN DE BİR PARÇASI YANİ HANİ. YAV BU BENİM İŞİM. BEN BUNU TAKİP EDİYORUM. BUNUN İÇİN KURULMUŞ ZATEN BENİM BİRLİĞİM YANİ. BU İŞLERİ TAKİP EDEYİM DİYE YANİ ADLİ İŞLERİ.

İŞ BİZE DÜŞERSE TÜMG. MUSTAFA BAKICIYI AMERİKAYA KAÇIRIRIZ. ONUDA YAPARIZ
ŞİMDİ SÖZDE BEN EFENDİM İŞTE GECİKTİRMİŞİM. EFENDİM BİLMEM NE FALAN. ADAM GATAYA YATMIŞ. GATADA 10 GÜN KALMIŞ. 10 GÜN İSTİRAHAT ALIP ÇIKMIŞ. SONRA KUVVETE GİTMİŞ, KUVVETTEN DE İZİN KÂĞIDI ALIP İZNE AYRILMIŞ. HİÇ BÖYLE. YANİ ONU AMERİKAYA KAÇIRIRIZ YANİ. YANİ KAÇIRMAYA EĞER İŞ YANİ O İŞ BİZE DÜŞERSE YAPARIZ ONU DA YANİ.  AMA APTAL DA DEĞİLİZ YANİ. YAPARKEN BUNLARI ÇOCUKÇA HATA YAPACAĞIZ BİLMEM NE?

MUSTAFA BAKICI KAÇARKEN KENDİ PASAPORTU İLE YURT DIŞINA ÇIKMASI İYİ OLMADI
TABİ BİR DE ŞİMDİ BUNU ÖBÜR KAÇAN FALAN LEVENT ERSÖZ VARDI. BİLİYORSUNUZ. 2. KAÇAN FALAN GİBİ BİR ŞEYLER BÖYLE O O MANADA KENDİ PASAPORTUYLA ÇIKTI. BU TABİ İYİ OLMADI. FAKAT ŞİMDİ BEN O ADAMIN EMRİNDE ÇALIŞTIM. ŞIRNAK'TA O TÜMEN KOMUTANIYDI, BEN DE TUGAY KOMUTANIYDIM. 1 SENE ÇALIŞTIK.  BİRAZ KAHRETTİ O. YOKSA YAPMAZ. NİYE YAPTI HANGİ SAİKLE YAPTI? NEYDİ ONU BU YOLA SEVKEDEN YANİ. ŞİMDİ İNSAN İÇERDE BİLE OLSA EŞİ ÇOLUĞU ÇOCUĞU BURADA. EŞİNİ BIRAKTI OĞLU PİLOT. MURAT. BEN ŞIRNAK’TA TANIŞTIM PİLOT. KIZI MERVE ŞEYDE ÇALIŞIYOR. YA ASELSAN’DA YA İYİ BİR YERDE ÇALIŞIYOR. HANIMI ÖĞRETMEN İSMİ AKLIMA GELMEDİ HANIMEFENDİNİN YANİ.

ŞIRNAKTA DA AİLECEK GÖRÜŞÜRDÜK. BU SEVİYEDE ADAMLAR İÇİN TEDBİR ALAMIYORSAK YAZIK
ÇOK ŞIRNAK’TA GELİRLERDİ. YEMEK YEDİK BERABER OTURDUK KALKTIK. BUNLARIN DÜŞMESİ YANLIŞ. TEDBİR ALINACAK TABİ O SEVİYEDE TEDBİR ALAMIYORSAN YAZIK. FAKAT ŞU VAR YANİ YAPTIĞIMIZ BİZİM KENDİ İŞİMİZLE BİZİM HASDALLA BİR ALAKAMIZ YOK. CEZAEVİYLE BİR İLGİMİZ YOK BİZİM. BİZ MAHKEMELERİ TAKİP EDİYORUZ. SORUŞTURMA AŞAMASI TAMAMEN BİZDE. ONUN DIŞINDA BÜTÜN BU KORUMALAR BİZDE. ŞEYLER VAR YA. KOMUTANLARIN KORUMALARI. BAŞBAKANIN JANDARMA KOMUTANLIĞI. YURT İÇİ BÜTÜN GENELKURMAY İŞTE ORGENERAL CUMHURBAŞKANI BENDE. YURTDIŞI 23. TÜMENDE. JANDARMA KOMUTANI DA BAŞBAKANLA İLGİLİ İŞLERE BAKAR. İL JANDARMA KOMUTANLIKLARI. HA BİR GÖREV YANİ.

MODERNLEŞME YOL YAPMAYLA, BULGUR VERMEYLE, OKULLARDA KİTAP VERMEYLE OLMAZ.
TOPLUMLARDAKİ GELİŞME TOPLUMLARDAKİ MODERNLEŞME FALAN. RAKAMLARIN YÜKSELMESİYLE, İYİ YOLLARIN YAPILMASIYLA, TOPLUMDAKİ TAHSİL SEVİYESİNİN YÜKSELMESİYLE OLMUYOR YANİ. NEYSE TELEVİZYON KANAL SAYISININ ARTMASI İŞTE VİLLALARIN ARTMASI EV FİYATLARININ YÜKSELMESİ İNSANLARIN DAHA MODERN İYİ YERLERE EFENDİM YAŞAMASIYLA FALAN OLMUYOR. YANİ ŞİMDİ MODERNLEŞME MALUM ÖNCE BİR KERE BİR BİLİNÇLE İŞLİYORLAR. YANİ BU AVRUPADA 1500 1800 ARASI YAŞANAN YANİ BU KİLİSELERE KARŞI BU MÜCADELE. BU RÖNESANS DEDİĞİMİZ VAR YA. RÖNESANS DEDİĞİMİZ. ONDAN SONRA BU KRALLARA KARŞI VERİLEN MÜCADELE ORADA BİLİNÇ VATANDAŞIN YANİ BİRİSİNİN ONA KİTAP VERMESİ BİRİSİNİN ONA BULGUR VERMESİ DEĞİL YANİ ONUN KAZANIP O KİTABI O DEFTERİ ÇOCUĞUNA GÖTÜRECEĞİ DEFTERİ, O BULGURU, KENDİ KAZANCINDAKİ PARAYLA ALABİLMESİ FALAN. ŞİMDİ BİZ BUNLARIN HİÇBİRİNDEN GEÇMEDİK. BİZ ŞİMDİ MODERNLEŞTİĞİMİZİ SANIYORUZ YANİ.

MODERNLEŞME CUMHURİYETLE OLACAKTI AMA BUNA ADALET BAKANLIĞI, HSYK MÜSAADE ETMİYOR. HÜKÜMETİN NİYETİ BOZUK

CUMHURİYETLE OLACAK BU. İŞTE BU SÜREÇ DE BUNA MÜSAADE ETMİYOR MAALESEF. BUNU ADALET BAKANLIĞINDA GÖREBİLİRSİNİZ, BUNU HSYK’DA GÖREBİLİRSİNİZ. BUNU HER YERDE GÖREBİLİRSİNİZ. ŞİMDİ BAK BEN ŞUNA İNANIYORUM. DİNDE İKİ TEMEL KURAL VAR YANİ. İSLAM DİNİNDE BİRİSİ TEMİZLİK İKİNCİSİ DE NİYET NİYET. YANİ NİYETİN BOZUK OLMAYACAK. NİYETİN BOZUK OLMAYACAK. BUNLARDA İKİSİ DE VAR MAALESEF. HÜKÜMET İŞARET ETMEDEN HİÇBİR ŞEY OLMAZ. HERŞEYE SİYASİ BAKILABİLİR.

HÜKÜMET BİZE KARŞI ZAMAN ZAMAN O KADAR BEL ALTI ÇALIŞIYOR Kİ AMA BİZİM TEREDDÜTÜMÜZ OLMAZ İŞİMİZE BAKARIZ

HELE HELE BU ŞEKİLDE OY ALABİLEN BİR SİYASİ GÜÇ HERŞEYE KARAR VERİR. BU İŞ BİTSİN DERSE BİTER. DEVAM ETSİN DERSE DEVAM EDER. BU BÖYLEDİR. YANİ ŞUNU SÖYLEMEK İSTİYORUM. HÜKÜMETTEN BAĞIMSIZ BİR ŞEY OLMAZ. HÜKÜMET ZAMAN ZAMAN DA O KADAR HASSAS O KADAR BEL ALTI ÇALIŞIYOR Kİ. ONUN HAKKINDA KASET ÇIKARTIYOR. ÖBÜRÜNÜN HAKKINDA BİLMEM NE ÇIKARTIYOR. ONUN HAKKINDA İŞTE BİZE YAPTIKLARI GİBİ HABER ÇIKARTIYOR. HA BİZ BUNLARDAN BİZ İŞİMİZE BAKARIZ BİZ BUNLARDAN TEREDDÜTÜM OLMAZ YANİ. BİZ NEYSE AYNEN DEVAM. BİZİM ALDIĞIMIZ KARAR BUDUR YAZILARDAN SONRA.  AYNEN DEVAM YANİ DEDİMKİ ARKADAŞLAR AYNEN DEVAM.

YUKARIDAN HAREKETLERİ YÖNLENDİREN UNSURLARDAN MÜTEVAZI OLARAK BİR TANESİ OLDUĞUMU SÖYLEYEBİLİRİM

BİZİM ADIMIZA BENİM ADIMA DERKEN DE BEN DE EMİRLE YAPIYORUM. İZLE BAK KRİTİK BİR ŞEY VARSA GÖRÜŞELİM KONUŞALIM. BU KADAR SÖYLEYEYİM. YANİ BİZİM ÇALIŞMALARIMIZI YUKARIDAKİ HAREKETLERİ YÖNLENDİREN UNSURLARDAN MÜTEVAZI OLARAK BİR TANESİ OLDUĞUMU SÖYLEYEBİLİRİM. ÇOK MEKANİZMA VAR. ONLARIN ELİNDE ANKARADA GENEL SEKRETER VAR. ÖZEL KALEM MÜDÜRLERİ VAR. ADLİ MÜŞAVİRLERİ VAR. MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞINDA ŞEY VAR BİLİYORSUNUZ BİZİM HÂKİMLER SAVCILARDAN OLUŞAN DAİRE VAR YANİ. DAİRE. ONLAR ÇOK ŞEY ALIRLAR KONUŞUYORLAR AMA BİZİM DE YERELDEN BİZİM BİLGİMİZİN ÖZELLİĞİ YERELDEN GİTMESİ YANİ OLAYLARIN DÖNDÜĞÜ MAHKEMENİN OLDUĞU YERDEKİ BİLGİLERİ AKTARIYORUZ BİZ. ÖNEMLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM. VE BUNLARIN TAMAMI İLLEGALDİR YANİ. SINIRI AŞMADAN FALAN FİLAN.

GENK.BAŞKANI IŞIK PAŞA HER ŞEYİ ÇALDIRMIŞIZ DİYOR. O SEVİYEDE BÖYLE KONUŞULMAZ. KONUŞACAKSAN DAR KADRO İLE KONUŞ

YANİ ŞÖYLE BAKIN ORDAKİ ESPRİYİ BEN SİZE TAM ANLATAYIM. BİZİM HERŞEYİMİZ ÇALINDI. BİZ BUNA SAHİP ÇIKAMADIK DİYOR GENELKURMAY BAŞKANI. SAVCI BUNU ALIYOR DİYOR Kİ BAKIN GENELKURMAY BAŞKANI DA DEDİ Kİ BİZİM HERŞEYİMİZ ÇALINDI. AMA DEDİĞİMİ GİBİ O SEVİYEDE ÖYLE KONUŞMAMAK LAZIM. ORGENERAL RÜTBESİNDE O KADAR İNSANA HİTAP ETMEMEK LAZIM. TOPLA DEĞİL Mİ? DAHA KANALLARI DAR TUTARAK BU DÖNEMLER ARA DÖNEMLER İŞTE BUNLAR HER ZAMAN OLMAZ.

BULGURLA MULGURLA BU ÜLKEYİ 10 SENE SONRA YÖNETEMEZSİN. BU FEODAL KAFAYLA YÖNETEMEZSİN

BU TOPLUM MUTLAKA O SÖYLEDİĞİMİZ AYDINLANMA MUTLAKA O SÖYLEDİĞİMİZ MODERN BİR TOPLUM OLACAK. OKUYANLARIN SAYISI ARTTI. BUNLAR GERÇEKLERİ GÖRECEKLER. BU İŞ BÖYLE BU İŞİ BÖYLE FEODAL KAFAYLA GÖTÜREMEZSİN YANİ. BÖYLE BİR KAFAYLA GÖTÜREMEZSİN. BU ÜLKEDEKİ İNSANLAR BUNDAN 10 SENE SONRA ÇOK DAHA CİDDİ İŞ İSTEYECEKLER. BUGÜN GÖTÜRDÜĞÜNÜZ GİBİ GÖTÜREMEZSİNİZ BAKIN. BULGURLA MULGURLA GÖTÜREMEZSİNİZ 10 SENE SONRA.

ŞİMDİ ULUSLARARASI GÜÇ ODAKLARININ BÖLGEDEKİ MENFAATLERİNE PARALEL HAREKET EDEREK, ARAPLARDAN PARA ALARAK ANCAK 3-5 SENE DAHA YÖNETEBİLİRSİN
ŞİMDİ ÜLKENİN SİYASAL İTTİFAKLARI, ULUSLARARASI BELLİ DÜNYADAKİ GÜÇ ODAKLARININ EFENDİM BÖLGEDEKİ MENFAATLERİYLE PARALELLİK VS. GÖTÜREBİLİRSİNİZ. ARAPLARDAN BİRAZ GELİR ÖBÜR TARAFTAN BİRAZ GELİR FALAN FİLAN. BU GİTSİN GİTSİN 3-5 SENE DAHA GİDER YANİ. ŞİMDİ BU SENE 9 AYLIK BÜTÇE AÇIĞI 60 MİLYAR DOLAR. 9 AYLIK. BÖYLE İŞTE RAKAMLAR. NE DEMEK BU? YANİ KAZANDIĞINIZDAN 80. BİR DE 600 BİN DE BORCUNUZ VAR YANİ. 600 MİLYAR DOLAR DA ŞEYİNİZ VAR. DIŞ BORCUNUZ İÇ BORCUNUZ VAR YANİ. TOPLADIĞINIZ ZAMAN 600 MİLYAR DOLAR YAPIYOR. ŞİMDİ SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ BU YANİ? BU NASIL DÖNÜYOR BU ŞİMDİ DEDİĞİM GİBİ HER AY 80 MİLYAR ŞEY HER YIL 80 MİLYAR DOLAR 100 MİLYAR DOLARA YAKIN DEMEK Kİ SİZİN BİR KAYNAK VAR YANİ. YANİ BİR KAZANDIĞINIZDAN FAZLA HARCIYORSUNUZ. BİR KAYNAK GELİYOR. NEDİR BU?  EFENDİM KAYIT DIŞI EKONOMİDEN BİR KISMINI KARŞILIYORSUNUZ. ÖNEMLİ BİR MİKTARINI KARŞILIYOR DOĞRU YARI YARIYA HEMEN HEMEN. AMA BİR YARI YARIYA DA 40 50 MİLYAR DOLAR DA BORÇ ALIYORSUNUZ YANİ. BORÇ ALIYORSUNUZ YANİ.
KİMSE KENDİNİ ALDATMASIN. DUBLE YOL YAPILMAKLA MİLLET OLUNMUYOR. MODERN TOPLUM OLUNMUYOR. ONA BAKARSAN ARAPLARIN YOLLARIDA İYİ

ONUN İÇİN KİMSE KENDİNİ ALDATMASIN. ŞUNU YAPTIK BUNU YAPTIK FALAN FİLAN. YAPMAKLA MODERNLEŞMİYORSUNUZ. DUBLE YOL YAPMAKLA BİLMEM NEYLE FALAN FİLAN MİLLET OLMUYOR YANİ. MODERN TOPLUM OLMUYOR YANİ. ARAPLAR DA ÇOK TABİ DUBAİ’YE FALAN BİR GİDİN BAKIN.  BEN TOPLUMUN BU GERÇEĞİ GÖRÜP BUNA SAHİP ÇIKABİLECEĞİNE İNANIYORUM. BU ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM YANİ. ŞİMDİ ÜLKEDE BU ANLAYIŞ BU ZİHNİYET DEDİĞİMİZ BUNLAR AŞILMADAN MODERNLEŞME O ZİHNİYET DEVRİMİNİ YAPMADAN, ŞİMDİ OKULLARIN SIRASINA KİTAP KOYDUK. ŞUNU YAPTIK BUNU YAPTIK BUNU YAPTIK. ŞİMDİ BİR HÜKUMETİN BİR DEVLET YÖNETİCİSİNİN VEYA BİR DEVLET ORGANİZASYONUNUN GÖREVİ, EN TEMEL GÖREVİ ONURLU HAKLARINA SAYGI DUYULAN İNSAN YETİŞTİRMEKTİR. ANA AMAÇ BUDUR YANİ. YOKSA BU OLMAZ YANİ.

BUGÜN ÜLKEYİ YÖNETEN ZİHNİYETİN NERELERDEN OY ALDIĞINI İYİ ANALİZ EDERSENİZ ENDİŞELERİMİNİN HAKLILIĞINI ANLARSINIZ

MAALESEF ŞU ANDAKİ MANZARA BUDUR. MANZARA BUDUR. VERİLEN OY DAĞILIMLARINA FALAN BAKARSANIZ BUNLAR ÇOK GÖRÜLÜR YANİ. BUGÜN ÜLKEYİ YÖNETEN ZİHNİYETİN NERELERDEN OY ALDIĞINI HANGİ DÜŞÜNCE GRUPLARINDAN HANGİ GELİR GRUPLARINDAN HANGİ KÜLTÜR SEVİYESİNDEKİ İNSANLARDAN OY ALDIKLARINI İYİ ANALİZ EDERSENİZ NEDEN ENDİŞEMİN NE KADAR HAKLI OLDUĞUNU GÖRÜRSÜNÜZ YANİ.

SERBEST BIRAKILAN BİNBAŞI TUTUKLANDI

28 Şubat soruşturmasında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan emekli binbaşı tutuklandı.

Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'nin yürüttüğü 28 Şubat soruşturması kapsamında daha önce gözaltına alınarak serbest bırakılan Emekli Binbaşı Ahmet Aka, tutuklandı.
'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek' suçlamalarıyla hakkında açılan soruşturma kapsamında 12 Nisan'da gözaltına alındıktan sonra sevkedildiği nöbetçi mahkemece serbest bırakılan Aka hakkında yeniden yakalama kararı verildi.
Savcılığın itirazı üzerine gıyabında yakalama kararı bulunan Aka, dün Alanya'da kaldığı otelde gözaltına alındı. Antalya Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Ankara'ya gönderilen Aka, burada çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Aka, 28 Şubat soruşturması kapsamında 12 Nisan'da gözaltına alınmış, ancak nöbetçi mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmıştı. Serbest bırakılan Aka hakkında, yurt dışına çıkmamak suretiyle adli kontrol altına alınmaları hükmedilmişti. Ahmet Aka, serbest kaldıktan sonra, Batı Çalışma Gurubu(BÇG)'de görev yapmadığını, ismini basın aracılığıyla duyduğunu iddia etmişti.

Son darbe! / Ergün Diler

Fenerbahçe-Beşiktaş maçına yetişmeye çalışıyordum. Yazıyı bitirip masamı topladım.
Sayfaları son bir kez kontrol edip çıkacaktım ki BİLİNMEYEN bir numara ısrarla çaldırmaya başladı.
Adetim değildir, gizli numaraları açmam. Yine öyle yaptım. Tam 10 dakika dayandım. Baktım karşıdaki geri adım atmıyor "Bir küçük tavizden bir şey olmaz" diye düşünerek buz gibi bir sesle "ALO" dedim ...
Aslında "Kardeşim bu ne yahu!" diye bir çıkışı düşünmüştüm.
Ama karşıdan gelen ses beni şaşırttı: "Önemli olmasa pazar pazar rahatsız etmezdim..."
Bir an donup kaldım. Kiminle konuştuğumu bilmediğim için tedirgindim. Tam "İyi ama neden gizli numara kullanıyorsunuz" diye soracaktım ki "Filistin Caddesi'nde arkadaşınızla yürüyüp kahve içerken ben de sizi arkadan izliyordum" dedi.
Bir çuval inciri berbat etmediğime şükrettim. Ucuz atlatmıştım. Telefondaki sesin uzun boylu, açık kumral bir BOŞNAĞA ait olduğunu anladım...
Belli ki ŞEFİ mesaj iletmek istiyordu.
Kendimi toparladım. Bütün soğukkanlılığımla "Hayırdır" diye sordum...
Sakin bir soruya sakin bir cevap alacağımı düşünürken gökdelenden düşmüşe döndüm. "Ortalık toz duman olacak"...
Ya zaten dalga dalga operasyonlar geliyor. Daha ne olacak?
Ne 12 Eylül, ne Balyoz, ne de Ergenekon 28 Şubat soruşturması gibi olmayacak. Zaten şimdiye kadar olanlar BUZDAĞININ görünen kısmıydı.
Nasıl görünen kısmı? Silivri ve Hasdal'da yer kalmadı!
Haklısınız, çok sayıda RÜTBELİ tutuklu. Ama dikkat ederseniz hep darbe ve darbe hazırlığında olan ASKERLER alındı.
Gazeteciler ne olacak peki?
Gazeteci konusu uzun. Onu bir başka zaman konuşuruz. Ama iş bu kez çok ama çok ciddi.
Nasıl yani?
Bildiğiniz gibi soruşturma Ankara'dan götürülüyor. Buradaki savcılar tamamen BELGELERE göre hareket ediyor. Yani gizli tanık şu bu yok! Savcılar karşılarını aldıkları her isme BELGELER GÖSTERİP SORU SORUYORLAR!
Ne güzel işte!
Elbette güzel. Ama iş büyüyor.
Herkes şaşıracak.
Dostum; daha fazla merak ettirmeyip de dilinin altındaki baklayı çıkarsan! Çevik Bir ve Erol Özkasnak paşalardan sonra yeni askeri dalgalar gelecek.
Bu mu yani?
Değil değil... Artık askerler, yani görevlerinin dışına çıkan askerler konuşmaya başladı.
Nasıl?
Gazeteciler ve Karadayı'dan sonra iş ZİRVE yapacak. Bazı siyasilerden sonra KIYAMET KOPACAK.
Demirel mi ifadeye çağrılacak? İhtimal. Ama konu o değil.
O değilse ne?
Batı Çalışma Grubu'nun raporlarında yer alan ÜST KURULA gidilecek.
Kim bunlar? Hangi paşalar?
Bunlar PAŞA DEĞİL İŞADAMI.
Hem de çok önemli isimler.
Yani?
Geçtiğimiz gün Veli Küçük Paşa mahkemede bir liste ve 28 isimden söz etti. Bu Ergenekon şeması önemliydi.
Hem de çok... Listede yer alan isimlerin bazıları FEYK'ti, yani bilerek araya karıştırılmış isimlerdi. Ama içlerinde öyle bir isim vardı ki!
Kim o? Hangi isim?
28 Şubat sorgusuna alınan paşalar konuştu. Oysa Silivri'de yatanlar birkaç yıldır susuyordu. Daha önce "Şok ses kayıtları çıkacak" dediğiniz paşa ve ekibi her şeyi anlatmış. Fakat önemli şeyler kayıtdışında tutulmuş. Devlet sırrı gibi başka bir yere NOT edilmiş...
Çok mu önemli şeyler söylemişler ki?
Herkese asıl EMİR VERENİ işaret etmiş.
İşaret mi?
Daha ilerisi. Açık tarif.
Eee? Şimdi halk bir kırılma yaşayacak.
Mesela Erol Özkasnak'ın verdiği emirleri MANŞET yapanlar ile onların arkasındaki GİZLİ PATRON açığa çıkacak.
Medya sahipleri mi?
Medya sahiplerinin de arkasında duran DEVLET GİBİ ADAM denilen isim ortaya çıkacak.
Kim bu? 1 Numara mı yoksa?
Herkes şuna buna "BİR NUMARA" derken siz 1 Numara'nın ABD'li, ancak etkili 2 Numara'nın ise TÜRK olduğunu söylediniz. İşte şimdi ÇANLAR bu 2 Numara için çalıyor.
1 Numara?
Yapmayın, gittiğini biliyorsunuz...
Şimdi iş "2 Numara'ya mı" kilitlendi?
Zaten gazeteciler ve medya patronları alındığında iş ona uzanacaktı. Bunu bilen birkaç kişiydi. Şimdi netleşti.
Sonuna kadar gidilecek. Ve asıl o isim alındığında TÜRKİYE GERÇEKTEN KABUK DEĞİŞTİRECEK...
Bir kişiye mi bağlı bu?
Bu isim kendi halinde bir kişi değil.
Askerin de üzerinde OTURAN bir etkiliyetkili sivil. İşadamı. Para babası...
Peki bunca zaman alınmadığına göre dengeler mi düşünüldü?
Bakın, 28 Şubat tahrip gücüyle ortada. Canlı ve taze. Önceki bütün operasyonlar bu noktaya, yani bu isme gelmek için yapıldı. Devlet acele etmeden, hata yapmadan, büyük bir incelikle bu işi götürdü. Şimdi kendini DEVLETTEN ÜSTÜN gören arkadaşın düşünme zamanı! 12 Eylül de, 28 Şubat da PARA OPERASYONUYDU. "Şeriat geliyor" naralarıyla hem inançlı kesim budandı hem de paraları başka kasalara aktarıldı. Şimdi hesap zamanı!
Ya hiç sıra o isme gelmezse?
O isme sıra gelmezse hem bugünkü siyasi irade hem yeni Türkiye kaybeder.
Kimse kendi eliyle kendi ipini çekmez.
Ama bu çok zayıf bir ihtimal. Çünkü Ankara çok kararlı. YAPILACAK!
Çok ilginç aslında.
Asıl ilginç olan DARBEYİ YAPAN askerlerin içeride de olsa gerçeği görmeleri. Tutuklu komutanlar Ankara'nın kararlılığını görünce konuştular. Şimdi sıra o dönemin Genelkurmay Başkanı'nda... Hepsi birden aynı şeyi söyleyecek: "Biz emirleri uyguladık"
Bir dakika, KARADAYI da mı "Emirleri uyguladık" diyecek?
O anlama gelen şeyler söyleyecek.
Ve FİLM O NOKTADA BİTECEK!
Askeri de yöneten siviller ortaya çıkacak. 75 milyon ilk kez DERİN DEVLETLE tanışacak.
Askerler bunu neden yaptı?
Hep onlar yanacak değil ya... "İşin patronu da hesap vermeli" diye düşündüler. Sincan'da TANKLARI yürütenler şimdi o tankları gölge patronlara çevirdi. O dönemin etkiliyetkili MEDYA temsilcilerinin HOLLANDA'ya uzun bir tatile gittiklerini görünce "YETER" dediler...
Tam son sorumu soracakken dostum telefonu hızla kapattı. Ne yapacağımı şaşırdım. Yarını bekleyemeyeceğimi biliyordum. Oturup yazıyı değiştirdim.
Maç biterken yazı da bitmişti!

"BAKANLAR MGSB'Yİ GÖRMEDEN İMZALADI!"

28 Şubat, Postmodern darbe, MGK, MGSB, darbe, cunta, Erbakan, TSK, ordu, Özal, Erbakan

28 Şubat süreci, Özal'ın ölümüyle başladı; 93'teki 'Gizli darbe'; Erbakan'ın yanılgısı; Ordu içinde kamplaşma; Türkiye'de yine darbe olur mu?..

28 Şubat soruşturması sürerken, birçok tartışma da beraberinde yürüyor. Kimisi için “28 Şubat bir darbe değil irtica tehlikesinden cumhuriyetin korunması” iken, kimisi içinse “Kemalist refleksin dindarların meşrû haklarını gasp etmesi ve onları devlet nezdinde tehlike olarak görmesi.” 28 Şubat döneminin ilk sinyallerinin verildiği dönemde Tugay Komutanlığı yapmış Adnan Tanrıverdi’yle ordunun o dönemdeki tavrı konuşuldu.
* Resmî ideolojinin başından beri İslâm’la ilgili sorunları olduğu malûm, 28 Şubat kendini bariz olarak ne zaman hissettirdi?

Süreci 28 Şubat liderlerinin, yani Millî Güvenlik Kurulu üyeleri aktif görevlerine geliş tarihi olarak başlatmak lâzım. Bu da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü olan 17 Nisan 1993 tarihinden sonraya tekabül ediyor. O dönemde İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanı olma imkânı yoktu. Zamanın Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in görev süresi bir yıl uzatılarak Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu emekli olmak durumunda kaldı. Böylelikle Karadayı’nın önü açıldı. Türkiye’de darbelerin anası olan 60 Darbesi’nden sonra bütün darbeciler kendilerinden sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerini resmî ideoloji çerçevesinde yönetecek “Cunta”ya orduyu teslim ederler.
* “Türkiye’de ordu darbe hevesli değil. Müdahale yapıp yönetimi sivillere bırakıyorlar” görüşüne katılır mısınız?

Darbeciler, darbeyi yaptıktan sonra TSK’nın sivil alana müdahalesini tahkim ederek ayrılıyorlar. Hem kadro ve hem de yasal mevzuat olarak. Dolayısıyla her darbe kadrosu daha sonra kendilerinin yargılanmaması için de mutlaka silâhlı kuvvetlerin içinde üst kademeye gelme imkânı olanlar arasında cuntalaşmayı sağlamadan ayrılmıyorlar. 1984 yılında Özel Harp Dairesi Başkanlığına tayin olmuştum. Bilindiği üzere 15 Ağustos’ta Eruh ve Şemdinli olaylarıyla PKK’nın şehre iniş hareketleri oldu. Özel Harp Dairesi olarak bizler bununla büyük mücadele içindeydik. Kara Kuvvetlerinden devre arkadaşım gelerek “Yeni bir ihtilâl komitesi oluşturuluyor. Bunun içinde seni de görmek istiyorlar” dedi. 12 Eylül darbecileri yönetimi sivil iradeye devredeli bir yıl olmuş. O zaman bu durumu fazla ciddiye almamıştım. Arkadaşım o zaman Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığında görevliydi. Başkan ise İsmail Hakkı Karadayı idi. Genelkurmay Başkanı da Necdet Üruğ’du. O dönem tahminlerin ötesinde ANAP 211 vekil çıkarınca çoğunluğu korudu. Ve Özal’ın uygulamalarının başlarına belâ olacağını düşünerek cuntayı yenilediler. Özal döneminde muhtemelen bazı şeyler daha gizli yapılmaya başladı. Özal’ın ölümüyle birlikte 91 yılından itibaren başlayan süreç 28 Şubat Darbesi’yle ilgili bir kısım şeylerin planlandığı dönem olsa gerek.
 
* 93 yılında yaşanan suikastler, ölümler gibi olaylar dolayısıyla “Gizli Darbe” yapıldığı iddia ediliyor?
Eğer Özal suikast nedeniyle öldürüldüyse 28 Şubat kadrosunun o dönemde neler yaptığını araştırmak lâzım. 28 Şubat öncesinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın olağan görüşmeleri yapılamıyordu. Bunun da 28 Şubat’la ilgisi olup olmadığının araştırılması gerekir. İsmi konmasa da Batı Çalışma Gurubu ile ilgili çalışmaların 93’ten sonra yapıldığı kanaatindeyim. 94 Aralık Şûrâsı’nda silâhlı kuvvetlerde dinî inancını yaşamak isteyen insanlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye komuta kademesi dışındaki bir kanal tarafından genelkurmaya ve Şûrâya getirilmiştir. Ben o zaman tugay komutanıyım. Bize o dönem tugayımızda bazı askerlerin irticaî faaliyette bulunduğu ve bunların ordudan uzaklaştırılması gerektiği, işlem yapmayan amirler hakkında da işlem yapılacağı imzasız ve üst başlıksız bir yazı ile bildirildi. Bu 94 Şûrâsında görüşülmüş isimlerdi. Bu isimleri incelediğimde abdestinde, namazında, ancak birliğimizin en çalışkan askerleri olduğunu gördüm. Listedeki 4 subay ve 14 astsubay bir sene sonra re’sen emekli edildiler.
 
* Bu ordu içine nasıl yansıdı?

Hemen inancını yaşayanlar ve yaşamayanlar şeklinde bir kamplaşma oldu.
 
* Bu atılmaların öncesinde, ibadetlerine özen gösterenler açısından havanın ısındığını hissetmiyor muydunuz?

Hayır! İnancını yaşayan insanlara karşı “Bazı faaliyetlerde görev verilmesi, ama yetki verilmemesi lâzım”  gibi bir kanaat vardı. Ama “bunları ordudan tasfiye edelim” diye bir düşünce yoktu. Bu insanlara görevler verilir, ama makamlar verilmezdi. Fakat daha sonra bu insanlar devlet için tehdit olarak görülmeye başlandı ve silâhlı kuvvetlerde kutuplaşma oluştu. Tâ ki bu insanlar silâhlı kuvvetlerden tasfiye edilinceye kadar. Tasfiyeler 94 yılında başladı 97’ye kadar 170 kişiye yakın tasfiye edildi. Daha sonra bu sayılar arttı.
 
* Erbakan, 28 Şubat kadrolaşmasının 93 yılında başladığını görememiş miydi? Çünkü hep ordunun kendilerine darbe yapmayacağını söylüyordu. Ordu içinde darbeyi engelleyecek askerlerin olduğunu mu düşünüyordu?

Rahmetli Erbakan evinde gözetimdeyken “Millî iradeye saygı” panelinden sonra kendisini ziyaret ettik. 2007 cumhurbaşkanı seçiminde beraber hareket edilmesini ve milletin manevî değerlerine uygun cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda temaslarda bulunduk. Kendisine darbe tehdidinin ne olduğunu anlatmaya başlayınca sözümü kesti “400 generalin bulunduğu yerde konferans verdim. Ağladılar. Silâhlı Kuvvetlerinin tamamının darbe girişimi içinde olacağını düşünmüyorum. Belki birkaç kişi olabilir” diye söyledi. Ya hükümet olarak farkında değillerdi, ya da karşısındakileri ikna edeceklerini düşünüyorlardı. Halbuki 28 Şubatçılar için “dindar bir kişi ağzıyla kuş tutsa devletten tasfiye edilmesi gerekir” mantığı içindeydiler. Siyaset tam olarak ne olduğunu anlayamadan 28 Şubat Darbesine maruz kaldı.
 
* 28 Şubat’ı yapan askerler “Biz MGK kararlarına uyduk” diyor. Sizce bu darbe girişimine yasal meşrûiyet kazandırır mı?

MGK kararları tavsiye niteliğindedir, emir değildir. Zaten hukuksuz emre de itaat etmek suçtur. MGK kararları Meclisin ve Bakanlar Kurulunun onayıyla yürürlüğe girecek normlardır. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de bu tartışmalarda önemli yer tutar. MGSB’yi Bakanlar Kurulunun hazırlaması lâzım. Siz eğer bakanlara bu belgeyi göndermeden sadece onay yerini götürüp imzalatırsanız, bu ne hukukla, ne de demokrasiyle bağdaşmaz.
 
* Nasıl yani, 28 Şubat’ın bakanları MGSB’nin içinde ne olduğunu görmeden mi onaylıyorlardı?
2010’a kadar aşağı yukarı böyle uygulamalar vardı. 28 Şubat döneminin bakanlarıyla görüştüm, kendilerinin bilgisine sahip olmadıkları şeyleri imzaladıklarını sonradan öğrenmişler.
 
* Görmedikleri bir belgeye neden imza atmışlar!

İşte o zaman her şeyi asker bilir. İmzaladıkları şeyler içinde bizzat 28 Şubat yöneticilerini tehdit gösteren belgeler, hükümler var. Bu aslında, adamın kafasına silâh dayayıp, senet imzalatıp “bana borcun var” demeye benziyor.
 
* Az önce ordu içinde kamplaşma oldu dediniz. Bu sıradan ilişkilere nasıl yansıdı?

İnancını yaşayan insanlar enterne edildi. Onlarla kimse selâmlaşmadı. Askerlerin başörtülü eşlerinin lojmanlarda bulunan evlerinden dışarı çıkmaları büyük hakaretlere maruz kalmalarına neden oldu. O dönemde başörtülülerin lojman kantinlerine girmeleri yasaktı! Eğer TSK’nın üst tarafında bir hukuksuzluk yapılıyorsa, bu hukuksuzluk alt tarafa binle çarpılarak yansır. Bazı astlar üstlerine amiri gibi davranmaya başladı. Bazı subaylar mecburî olmayan, başörtülü eşleri tesbit için yapılan sosyal etkinliklere katılmadığı için soruşturmaya tâbi tutuldu. İlahiyat Fakültesini bitirmiş askerî okullarda din kültürü öğretmenliği yapan arkadaşlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye askerî okullardan idarî görevlere tayin edildiler, oradan da re’sen emekli ettiler. Bunu çekinmeden yaptılar. Eğer bir daha böyle bir şey yaşamak istemiyorsak, o dönemde darbeye teşebbüs eden, yapan, yardım edenlerin yargılanması gerekir. Darbe dönemlerinde mağdur edilmiş sivil ve askerlerin mağduriyetlerinin karşılanması gerekir. Siyasî istikrar varken ve kanun yapma yetkisi elinde varken, darbelere dayanak olan mevzuatın mutlaka değiştirilmesi lâzım. Bunlar Türkiye’nin geleceği için önemli.

* Darbelerin Türkiye tarihinden tamamen silindiğini düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanın bürokrasi üstündeki etkisi çok önemlidir. Artık cumhurbaşkanlarını halk seçeceği için, darbeci bir cumhurbaşkanı olamaz. Anayasa Mahkemesi’nin, HSYK’nın yapısının değiştiği, yükseköğrenimdeki değişim göz önünde bulundurulduğunda darbeci zihniyetin diğer kurumlar üzerindeki etkisi ve organize etme gücü kırılmıştır. Bunun dışında yaşanan dâvâ süreçleri psikolojik olarak darbecileri zayıflatmıştır. Fakat asker içindeki ideolojik kadrolaşma henüz kırılmadı. Türkiye’de yaşanacak siyasî istikrarsızlık ordu içindeki bu kadronun macera arayışına neden olabilir. Ancak bundan böyle Türkiye’de askerî darbelerin başarılı olması mümkün değil. Şu an bu maceraya zemin teşkil edecek yasal mevzuat var ve bunun değişmesi gerekir. Bunun başında MGK yapısı, İçhizmet Kanununun 35. maddesi, MGSB iç tehdit tanımının hâlâ yapılıyor olması, Jandarma’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı olmaması…

* Orduda ideolojik kadrolaşmanın kırılmadığını düşünüyorsunuz. Peki, Hilmi Özkök’ün darbeyi engellediği doğru değil mi?


Her fiilî darbeden sonra, darbeyi yapanlar iktidardan ayrıldıktan sonra geride cunta bırakıyorlar. Bu cuntanın birisi fiilî darbeciler, diğeri “fiilî mevzuat içinde müdahale edelim” diyenler olarak ikiye ayrılıyor. Özkök Paşa, “mevcut mevzuat içinde müdahale edelim” diyenlerden. Özkök Paşanın dört yıllık görev süresi içinde Ak Parti attığı adımları geri aldı. Özkök Paşa’nın Genel Sekreterinin yaptığı açıklamalarla idari yapıdaki düzenlemeyle ilgili çalışma Meclisten geri çekildi, Kur’ân Kursu ile ilgili yapılan değişiklik durduruldu. Bunlar da bir bakıma sivil yönetime darbedir. Hilmi Paşa’nın döneminde hükümet yasal platformlarda engellenmeye çalışıldı. Ben Özkök’ü demokrat paşa olarak kabul etmiyorum. Fırsat bulunsaydı, darbenin fiilen iktidarı değiştireceği düşünülseydi, geri durulmazdı. Yapılacak darbenin geri tepeceğini gördüğü için böyle davrandı.


'ÇEVİK BİR’İ CUMHURBAŞKANI GÖRMEK İSTERİZ'

Çevik Bir, ABD, Yahudi lobisi

CHP'den Vural Bayazıt'a teklif; 28 Şubat ince ayar; Bayazıt'tan emekli paşalara uyarı; Dinç Bilgin’den Bir’e üç bin dolar...

Yetenekleri, bilgileri, becerileri değil de olmadık nedenlerle terfi alamayan bahtsız subayların yanı sıra kimilerinin de şans yıldızı pırıl pırıl. İşte onlardan birisi Orgeneral Çevik Bir... Vural Bayazıt’tan naklen; terfiler sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanlığı’na Oramiral İlhami Erdil’i getirmek istiyor. Vural Bayazıt araya girip Çevik Bir’in orduyu bilen pratik bir asker olduğunu söyleyerek Karadayı’yı ikna ediyor. Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı oluyor ve 1995-1998 yılları arasında bu görevi yürütüyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde Vural Bayazıt açıklamalarıyla onun değer verdiği bu subaya desteğini sürdürdüğüne ilişkin anılar var. Ancak hikâyenin sonunda ‘Murphy’ kanunu hükmünü icra edecek; ‘hiçbir iyilik cezasız kalmaz.’

Piyango gibi..!
Şûra depremini atlatan ve en tepeye tırmanan orgeneraller tekaütlük mertebesine eriştiklerinde onları bekleyen hayata imrenmemek elde değil. Hiçbir üst düzey bürokratın sahip olmadığı imkânlar onların ayaklarının altına seriliyor. Emekli orgeneraller eğer arzu ederler ise Genelkurmay’ın kendilerine tahsis ettiği korumalı lojman, yanı sıra özel araba ve şoför seçeneğini tercih ediyor. Ya da daha mütevazı bir hayatı tercih ederek kendi evlerinde emeklilik hayatı sürdürüyor. Paşa olduklarını hatırlamak istediklerinde ise yakınlardaki bir orduevine gitmek onlara yetiyor. Yüksek emekli maaşı, korumalı lojman ve özel araba seçeneğinin yanı sıra ikinci bir işe ihtiyaç duyan paşalar ise Etibank, CNR, Migros, Çanakkale Seramik, Maltepe Üniversitesi, TEMA Vakfı v.b. yanı sıra siyasi partilerden gelen teklifleri değerlendiriyor.

İlk teklif Deniz Baykal’dan
Vural Bayazıt emekli olduğunda ilk teklif CHP’den geliyor. Deniz Baykal, Bülent Tan aracılığı ile Vural Bayazıt’a ‘görüşelim’ mesajı yolluyor. Vural Bayazıt, Deniz Baykal’a önce ‘seninle konuşalım’ diyor. Bülent Tanla bu görüşmede ‘Paşam, Bayazıt ailesi hep CHP çevresinde bulundu. Deniz Bey sizi CHP saflarında görmek istiyor’ mesajını iletiyor. Vural Bayazıt ‘Birincisi yaşım 67, ikincisi Ankara’da yaşamak istemiyorum’ diyerek teklifi geri çeviriyor. Vural Bayazıt CHP’yi reddediyor ama arkasından gelen Etibank, CNR ve Migros Yönetim Kurulu üyeliklerini kabul ediyor.

Peki ‘paşa’lar ticaretten çok anladıkları, yatırım finans işlerinde uzman oldukları için mi şirketlerin en tepesine ‘pat’ diye getiriliyor?

‘Paşam neyiniz eksik..!’
1999 yılında Dinç Bilgin’in başkanlığını yürüttüğü Etibank, BDDK tarafından ablukaya alındı ve soruşturulmaya başlandı. Bu sırada yönetim kurulu üyelerinin banka hesaplarına el kondu, yurtdışına çıkışları yasaklandı. Vural Bayazıt bu olayın ardınan dergiye geldiğinde altüst olmuştu. Beni odasına çağırdı. “Kapat şu kapıyı” dedi. Sonra “Şimdi bak bana. Bende bu usulsüzlükleri yapacak adam suratı var mı? Ben ticaretten, finanstan, bankadan ne anlarım? Bu yapılanlar reva mı?” diyerek dert yandı. Ben “yok haşa ne demek çok kaptırmayın, çözümlenir” babında teselli sözcükleri bulmaya çalışırken Genelkurmay Başkan’ı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Vural Bayazıt’ı aradı. Bana “Lütfen çıkar mısın Genelkurmay Başkanıyla özel bir görüşme yapacağım” dedi. Çıktım... Daha sonra ‘Ulusal Strateji Kulisi’nden Genelkurmay Başkanı ile Vural Bayazıt arasında geçen konuşmanın özeti geçti. Genelkurmay Başkanı telefonda “geçmiş olsun” dileklerinden sonra bu tür olayların geçmişte de farklı şekillerde yaşandığını belirterek kamuoyunun bu olup bitenden etkilendiğini ve bu durumun TSK’ya zarar verdiğini anlatmış. Daha sonra da “Paşam en mutena semtte lojman veriyoruz, özel arabanız, şöförünüz ve korumanız mevcut. Eğer maddi bir sıkıntınız varsa bana bildirin lütfen” diyerek bir anlamda Genelkurmay’ın teamülünü iletmiş.

‘Çevik Bir Cumhurbaşkanı olsun’
Vural Bayazıt ve Çevik Bir arasına ne zaman kara kedi girdi bilmiyorum. Ancak Bir’in emekliliğinden sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığının Vural Bayazıt dahil birçok silah arkadaşından onay almadığı Ulusal Strateji kulislerinde dolaştı. Nitekim Vural Bayazıt’ın o günlere ilişkin bir anısı Çevik Bir’e muhalefet olduğunu ortaya koyuyor. Vural Bayazıt’tan naklen:

Ceyda Erem ve eşi Özhan Erem, Vural Bayazıt ve eşi, Çevik Bir ve eşi, ABD Yahudi lobisinden bir bayanla birlikte yemek yiyorlar. Amerikalı bayan bir ara Vural Bayazıt’a dönüp “Çevik Bir’i Cumhurbaşkan’ı olarak görmek istiyoruz” diyor. Vural Bayazıt “Olmaz. Türkiye’de bu işler artık eskisi gibi tepeden inme olmuyor. Adayın ya bir partiden olması ya da lobi desteğinin olması gerekir” diyor.

Sivil darbe
Belki de bu yemek Bayazıt-Bir dostluğunun bittiğinin ilanıydı. Çünkü daha sonra yaşananlar bunu gösterdi. Dergide giderek Çevik Bir fırtınası esmeye başladı. Çevik Bir, Vural Bayazıt olmadığı zamanlarda onun adına kararlar almaya ve dergiye müdahale etmeye başladı. Vural Bayazıt, önceleri durumu görmezden gelip idare etmeye çalıştıysa da Ceyda Erem’in desteğini arkasına alan Çevik Bir, Ulusal Strateji’de de “ince ayar” yapmayı kafasına koymuştu. Nitekim Vural Bayazıt’ın zatürre olup Kasımpaşa Askerî Hastanesi’ne yatması üzerine Bayazıt’ı “by pass” edip derginin ulusal ve uluslararası konularda paneller düzenleyeceğini yazı işlerine açıkladı. Panel hazırlıklarının yapılması için Genel Yayın Yönetmeni Tuğgenerel Metin Okçu’yu görevlendirdi. “Vural Bayazıt’ın haberi var mı?” sorusu havada kaldı. Hastanede yatmakta olan Vural Bayazıt’a ziyaret sırasında durumu anlattım. Vural Bayazıt anlattıklarımı hüzünlü bir çehreyle dinledi ve bir şey söylemedi.

‘Ebadı büyütün’
Ahmet Çörekçi gibi benimle de yıldızı barışmadı Bir’in. Gazetecilerden hiç hoşlanmadığı açıktı. Kendisiyle konuşurken nasıl bir ifade takınmam gerektiğini tatlı sert belirtti. Bu konuşmanın özeti; “Rahat-hazır ol, tekmil ver, marş marş.” O günlerden son anım şuydu: Dergi sayılarından birisinde yayımlanacak yazıları gözden geçirirken 40 sayfalık uzun bir makaleyle karşılaştım. Çevik Bir’e “bu yazı çok uzun. Kısaltmamız gerekiyor” dedim. “İmkânsız” dedi. “İkiye bölelim” önerisi getirdim, bu öneriye de karşı çıktı. Ben “Dergi formalarında değişiklik yapma imkânımız yok. Diğer yazıları atmamız gerekecek” deyince dahiyane bir fikir getirdi; “O zaman derginin ebadını büyütün...!”
Büyütmedik tabii. Bir süre sonra CNR istifa mektubunu önüme koydu. CNR’den sonra fiili gazetecilik yaşantım bitti. Kaderin ne garip bir cilvesi ki Aydınlık ve onun görünmez Genel Yayın Yönetmeni Doğu Perinçek ile başlayan fiili gazetecilik hayatım Çevik Bir’in yayın kurulu başkanı olduğu Ulusal Strateji’de noktalandı...

“28 ŞUBAT İNCE AYARDI”
Ulusal Strateji panellerinden ilki Vural Bayazıt’ın istifasından üç gün önce (23.10.2001) hayata geçti. Türkiye’nin stratejik öneminin tartışıldığı panele Prof. Hurşit Güneş, Emekli Büyükelçi Özden Sanberk, Çevik Bir, Metin Okçu ve ben katıldım. Panel sonrasında CNR Restoranı Les Artistik’de katılımcılara bir yemek verildi. Yemekte konuşulanlardan satırbaşları;
Çevik Bir: “...12 eylül’ün olumsuz yanları da oldu. Yunanistan’ın NATO’ya alınması, radikal İslam’a yol açılması, imam hatip liselerine ‘olur’ çıkması, senatonun kapatılması”...
Çevik Bir: ‘“..28 Şubat’ta Demirel büyük bir fırsat kaçırdı. Teknisyen hükümeti kurma yetkisi varken hükümeti Mesut Yılmaz’a teslim etti...”
Hurşit Güneş: “...Patronlar Mesut Yılmaz’ı destekledi.”
Çevik Bir: “28 Şubat’taki andıçlar gerçekleri yansıtıyor. Andıçlar kuvvetlerden gelen bilgilerden oluşuyor...”
Hurşit Güneş: “...Kemal Derviş’in lider olma niyeti yok...”
Hurşit Güneş: “...Ufuk Güldemir doları manipüle ediyor. Kemal Derviş istifa edecek haberi ardından dolar fırladı...”
Çevik Bir: “...Dinç Bilgin, Aydın Doğan’ı birçok kez Genelkurmay’a davet ettik...”
Çevik Bir-Hurşit Güneş: “...Darbe filan kolay işler değil, artık kalkışılmaz. 28 Şubat ince bir ayardı. Benzer bir ayar tekrar yapılıp teknisyen hükümet gelebilirgetirilebilir...”

Bir: Ahmet Çörekçi’nin yazısını çıkartın
Sivil Darbe’yle Vural Bayazıt’ı ekarte edip derginin dümenine geçer geçmez, derginin “rengi” değişti. Çevik Bir, yeni sayıda yer alacak yazıları istedi bir gün... Götürdüm. Almaya gittiğimde “Ahmet Çörekçi’nin yazısını çıkartın” dedi. Bu saatte yeni yazı bulmanın zorluğundan söz etmek istedim. Ama ne mümkün. Bir, emirdemir tonunda çığırıyor. “Peki” deyip çıktım. Durumu Ahmet Çörekçi’ye aktardım. Çörekçi ertesi gün istifasını yazı işlerine gönderdi. Çevik Bir’i muhatap kabul etmemişti. Ahmet Çörekçi gönderdiği istifa mektubunda, Yayın Kurulu Başkanı Vural Bayazıt ve tüm yazı işleri kadrosuna teşekkür ettikten sonra yeni yönetime çok sert ifadeler yöneltiyordu. Aslında mektubu dikkatle okuduğunuzda kullanılan ifade 28 şubat dönemi ve o dönemin aktörlerine yönelik bir eleştiri olarakta kabul edilebilir. İşte 23 Ocak 2001 tarihli o mektuptan geniş bir alıntı;
“Ancak uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmiş ve zamanla konularında uzmanlaşmış bir emekli kişinin öncelikle güncel ve hassas askerî konularda suya sabuna dokunmadan görüşlerini ve önerilerini kamuoyuna açıklamasının zorluğunu takdirlerinize bırakıyorum. Ayrıca devleti ve demokrasimizi geliştirme ve korumada her ne kadar önemsememeye gayret göstersem bile olumsuz bakışlarını üzerimizden hiç eksik etmeyen ve birikimlerimizin kamuoyuna yansıtılmasından asla hoşnut olmayan yıkıcı ve ayrılıkçı bir kısım çevrelerin varlığı ve çıkarlarına uygun eleştirilerinin de üzmemesi mümkün değildir. Elbette bu koşullar içinde özgürce ve yeterince fikir üretmek ve yararlı olmak imkânı olmadığı gibi bu faaliyetten arzu edilen haz da duyulamamaktadır.”

Bayazıt, emekli paşaları uyardı
Vural Bayazıt’la sohbetlerimiz sırasında emeklilik hayatı sık sık gündeme gelen konular arasındaydı. Bir gün emekli arkadaşlarını ‘sivil tehlikelere’ karşı uyardığını söyledi ve ‘arkadaşları çok dikkatli olmaları konusunda uyarıyorum. Hele üç tane Holding var (isimleri saklı). Sakın ola bu holdinglerden gelen hediyeleri kabul etmeyin. Arkası kötü gelir.” Uyarıyı alan “emekli” paşalar Vural Bayazıt’ı dinlediler mi, bilmiyorum. Ama Vural Bayazıt kendisine yapılan uyarıları çok dikkate almadığını ‘Etibank’ kriziyle yaşadı.

Dinç Bilgin’den Bir’e üç bin dolar
Vural Bayazıt bu olaydan hem fiziki hem psikolojik olarak çok etkilendi. CNR ve Ulusal Strateji Yayın Kurulu Başkanlığı’ndan istifa etmek istedi. Ceyda Eren istifayı kabul etmedi.
Vural Bayazıt dergiye gelip gidiyor, toplantılara katılıyordu ama tadı tuzu kaçmıştı. Bu arada dergide bazı değişiklikler oldu. Vural Bayazıt, Çevik Bir’i yayın kurulu üyesi yaptı.

Vural Bayazıt’ın Çevik Bir’e yakın ilgisi var. Çevik Bir’in Genelkurmay 2. Başkanı olmasında Vural Bayazıt desteğini yukarıda kendisinden dinledik. İki benzer anı daha var sırada.

İlk randevu; Çevik Bir emekli olmadan Vural Bayazıt onu Bedrettin Dalan’la tanıştırıyor. Dalan, Çevik Bir’e “Sizi Yeditepe Üniversitesi’nde kuracağımız Stratejik Araştırmalar Vakfı’nın başına getirelim” diyor. Ancak Bir, emekli olup Cumhurbaşkanlığı’na soyununca teklifi geri çeviriyor.
İkinci randevu; Vural Bayazıt, Çevik Bir’i Dinç Bilgin, Ercan Arıklı ve Zafer Mutlu’yla biraraya getiriyor. Dinç Bilgin, Çevik Bir’e 15 günde bir yazı yazması karşılığı aylık üç bin dolar teklif getiriyor. Ama bu işte Cumhurbaşkanlığı sevdasına takılıp gerçekleşmiyor...

O tarihi rol Necdet Özel’e nasip olur mu? / Mustafa KARAALİOĞLU

Türkiye değişmeye devam ediyor ve hayal bile edilemeyecek şeyler hala tempo düşürmeden gerçekleşiyor. Bütün değişimler gibi biraz gergin, biraz sancılı da olsa geri dönüşümü imkansızlaştıran adımlar atılıyor.
Ama, yapılanların kalıcılaşması, sistemin kendisi haline gelebilmesi yani zihniyet değişimi için gereken bir şey var; katılım. Daha fazla unsurun değişim sürecine katılması, rol alması ve elini taşın altına koyması lazımdır.
Hatta, bazı kurumların sorumluluk alması lazımdır. 

Herhalde en başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin... 

Kabul edelim... Ordu bugün içindeki yasadışılıklara, hukuksuzluklara daha az müsamahakar görülüyor, siyasete müdahale arzusunu bastırmış ve bir demokraside olması gerektiği gibi sivil iradeye bağlı yapıya doğru ilerliyor. Kolay değil, ordu-siyaset ilişkilerinde en iyimser tahminle 200 yıllık bir gelenek değişiyor. Yeni bir standart oluşuyor...
Ama ordu üzerindeki değiştirici güç hala siyaset-hukuk ve toplumsal baskıdır. Sorunlu bir geçmiş yargılanıyor, darbe yapan, orduyu darbe aracı olarak kullanan, siyasete müdahale mekanizmasına dönüştüren, sivilleri andıçlayan vs.ne kadar askeri girişim varsa bir şekilde hukukun karşısına çıkıyor. TSK dışarıdan gelen arınma talebine diremediği için kapılarını yargıya açmış bulunuyor.

Neticede yaşananlar iyiye doğru gidişi işaret etmektedir. Türkiye, darbe yapılamayacak bir demokrasi yurdu olmaya doğru hızla koşmaktadır.
Elbette kötümserler de var...

Tehlikelinin geçmediğini, askerin siyasete müdahale arzusu ve geleneğinin hala geçerli olduğunu ve fırsat doğduğunda yeniden su yüzüne çıkacağını düşünüyorlar. Türkiye’nin imparatorluktan da kalma öylesine zengin bir darbe geleneği var ki en kötümser görüşleri bile yabana atmak zordur.

Ancak, öncelikle tespit bu değildir. Kötümserliği bir ihtiyat olarak kaydederek ülkenin girdiği yolu önemsemek lazımdır.
İşte bu noktada TSK’ya düşen bir görev ve sorumluluğu hatırlatmak gerekiyor.
TSK, 27 Mayıs’tan 27 Nisan’a kadar doğrudan gerçekleştirdiği, cuntalar marifetiyle karıştığı ne kadar darbe ve darbe girişimi varsa, bütün bunlar için toplumdan özür dilemelidir. 

Bu özür birgün mutlaka dilenecektir. Hiçbir kurum demokrasi çağında kendisini geçmişle yaralayan böyle bir mirası taşıyamaz. O mirası parçası olarak kaldığı müddetçe de toplumla arasındaki ilişkinin samimi ve sempatik olmasını bekleyemez. Artık zamanı gelmiştir.

Sadece asker değil, hukuka bağlı bir asker profiliyle de temayüz eden Genelkurmay Başkanı Necdet Özel bu tarih görevin ifasına uygun bir isimdir. Yönettiği ordunun üzerindeki bu yükü atmak, darbe geçmişiyle bağı koparmak ve TSK’yı bir daha bu işlere heves edeceklerin adresi olmaktan çıkarmak, Özel Paşa’ya nasip olabilir.
Sadece mahkemelerin değil, yeni kurulan bir komisyon aracılığıyla Meclis’in de darbeleri yargıladığı bir ortamda “özür” için en doğru zamandır.

Özür dilemek zaaf veya boyun eğmek değil aksine medeni cesaret belirtisidir. Bir dönemin yanlışlarıyla yüzleşmek TSK ile toplum arasında yaşanan sevimsiz ve tatsız hikayelerin hafızalardan silinmesine katkı sağlayacaktır. Orduya, anket formları üzerinde değil gerçekten güven duyulacaktır.
TSK bu tavrı koyarak Türkiye’nin koşar adımlarla ilerlediği demokrasi yolunda kendiliğinden bir rol almış da olacaktır. Sürecin askere rağmen geliştiği duygusu dağılacaktır. Bir an önce dağılmalıdır da. Böylelikle, bütün kurumlar; en başta da silahlı kuvvetler değişimin bir parçası olmalıdır.

Harp Okulu'nda neler oluyor ?

''Askeri öğrencilerin okula geldiklerinde ayrı tutulup baskıya uğradıklarını'' iddia eden öğrencilerin başvurusu üzerine TBMM’nin tayin ettiği bilirkişi raporunu hazırladı.

Askeri okullarda ‘uykusuz nöbet’, ‘ayı yürüyüşü’, ‘şok mangası’ , ‘kızgın asfaltta şınav’ gibi muamelelere maruz kalıp ayrımcılığa uğradıklarını iddia eden öğrencilerin başvurusu üzerine TBMM’nin tayin ettiği bilirkişi raporunu hazırladı.

TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde askeri okullarda “ayrımcılığa uğradıklarını” ve “haksız olarak ilişiklerinin kesildiğini” iddia eden Harp ve Astsubay Okulu öğrencileriyle ilgili kurulan alt komisyon tarafından tayin edilen biri sosyolog diğeri psikolog iki bilirkişi yaptığı incelemelerin ardından raporunu tamamladı. VATAN’ın edindiği bilgilere göre bilirkişilerin raporlarında, Harp Okullarındaki iddialarla ilgili kesin kanıt tespit edemediklerini belirttikleri, ancak yüzlerce şikayetin gerçekleşmesinin kurumda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösterdiğini belirtti. Harp Okulu öğrencilerinin okuldan ayrılmaları durumunda karşı karşıya kaldıkları tazminat yükünün öğrenci ve ailelerin psikolojisini bozan bir unsur olarak gösterilen raporda, tazminat yüküyle ilgili bir çalışma yapılması gerektiği vurgulandı. Bilirkişiler ayrıca Harp Okulu’ndaki iddialarla ilgili okul yönetimlerinin bağımsız bir denetleme mekanizması kurmaları gerektiğini ancak bu şekilde iddiaların önüne geçebileceklerini belirtti.

9 CD sunmuşlardı

Raporu hazırlayan iki uzman geçtiğimiz günlerde, komisyon üyesi milletvekilleriyle birlikte Kara Harp Okulu’nda incelemelerde bulundu. Uzmanlar daha önce de Komisyon’a şikayet dilekçesi veren çok sayıda Harp Okulu öğrencisiyle ayrı ayrı görüşmüştü. Uzmanlar ayrıca, öğrencilerin şikayette bulunduğu askeri yetkililerin katıldıkları toplantılarda da hazır bulunmuştu. Daha önce iddialarla ilgili yapılan ve psikolog ve sosyolog bilirkişilerin katılmadığı alt komisyon toplantılarında, bazı öğrenciler, eğitim adı altında, “uykusuz nöbet”, “ayı yürüyüşü”, “komando dansı”, “şok mangası”, “kızgın asfaltta şınav” ve “üç joker”’ adı verilen iddiaları gündeme getirmişlerdi. Harp Okulundan atılan bazı öğrenciler, okullarda insanlık dışı muameleye maruz kaldıklarını iddia ettikleri 9 CD’den oluşan bazı görüntüleri komisyona sunmuştu. Bazı öğrencilere tazminat ödeyerek okuldan ayrılmaları için komutanlar tarafından işkence yapıldığı, onur kırıcı iftiralar atıldığı, 50’ye yakın öğrencinin “fiziki ve psikolojik şiddet” (mobbing) uygulanarak okuldan ayrılmalarına neden olunduğu ve öğrencilerin aile fertlerinin baş örtülü olması nedeniyle Harp Okullarına alınmadığı iddiaları komutanlara da sorulmuştu.

İDDİALAR VAHİMDİ

Komando dansı 3 joker hakkı

TSK’dan ayrılan öğrenciler Şok Mangası’nda yaşadıklarını dilekçelerde şöyle anlatmıştı: Kara Harp Okulları’nda İntibak Kampı’nda, mangamızdaki arkadaşımın matarasını kaybettiğim gerekçesiyle ‘Şok Mangası’na alındım. Bu grupta bazı komutanlarım tarafından gerek fiziki gerek psikolojik eziyete maruz kaldım. Gece 04.00’da bizi tam teçhizatlı olarak denize soktular ve ardından kumlarda süründürüp, arkadaşlarımıza üzerimize yerlerden topladıkları pislikleri, çöpleri atmalarını emrettiler. Bunun gibi birçok işkenceye ve ağır hakaretlere maruz kaldım.” Okuldan ayrılan bir öğrenci ise dilekçesine, “Bir üsteğmen listeden okuduğu isimlerin toplanması emrini verdi. Mekik, şınav, ayı yürüyüşü, komanda dansı ve benzeri hareketleri hiç istirahat verilmeden akşama kadar bizlere yaptırdılar. Aynı gün gecesi saat 03:00’e kadar uyutulmadan eğitim ve spor faaliyetlerine devam edildi. 6 arkadaşım okuldan ayrıldı. Bize 3 joker hakkı verdiler: Telefon etme, aile çağırma ve ayrılma dilekçesi” yazmıştı.

112’nci madde isyanı

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 15 yıllık mecburi hizmet zorunluluğu İstanbul Beyoğlu’nda protesto edildi. Galatasaray Lisesi önünde, ”İstifa Her İnsanın Hakkıdır” pankartı açan grup adına açıklama yapan Oğuz Evren Kılıç, görevlerinden ayrılan subay ve astsubayların TSK’daki 15 yıl mecburi hizmet nedeniyle istifa hakkı olmadığını belirterek, ayrılmak isteyenlerin askeri mahkemelerde ”haksızca” yargılandığını söyledi. Memur, öğretmen ve yargıçlardan toplumsal statü olarak hiçbir farklarının olmadığını, ancak bu meslek grubunda çalışanların istedikleri zaman istifa edebildiklerini ifade eden Kılıç, TSK Personel Kanunu’nun 112. maddesi gereğince istifa haklarının olmadığını söyledi.

254

2011 yılında askeri liselerden Harp Okulu’na 328 kişinin katıldığı, bunlardan Ankara’dan 48, İzmir’den 64 olmak üzere toplam 112 öğrencinin ayrıldığı öğrenildi. Harp Okullarına sivil kaynaktan katılan toplam 818 öğrenci içerisinden Ankara’dan 67, İzmir’den ise 75 olmak üzere toplam 142 öğrencinin ayrıldığı belirtildi. Bu yıl genel ayrılanların toplamı ise böylece 254 öğrenci oldu.

Madde ne diyor?

“Muvazzaf subay ve astsubaylar subay ve astsubay nasbedildikleri tarihten itibaren fiilen 15 yıl hizmet etmedikçe istifa edemezler. Mecburi hizmet yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılan veya ilişiği kesilen subay ve astsubaylar (Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapamaz şeklinde sağlık raporu alanlar ile vazife malulü olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ayrılanlar hariç), her yıl kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından belirlenen; askeri öğrenci, subay ve astsubay nasbedildikten sonra kendilerine yapılan öğrenim, eğitim ve yetiştirme masraflarını, yükümlülük sürelerinin eksik kalan kısmı ile orantılı olarak kanuni faiziyle tazminat olarak öderler. Öğrenim, eğitim ve yetiştirme masraflarının hangi unsurlardan oluşacağı ve tahsiline ilişkin usul ve esaslar; Milli Savunma, İçişleri ve Maliye Bakanlıkları tarafından müştereken yürürlüğe konacak yönetmelikte belirlenir

Azerbaycan ve İsrail / Fikret Ertan

Geçen hafta Azerbaycan'a resmî ziyarette bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman iki ülke arasındaki ilişkileri 'iyi, istikrarlı ve önemli' şeklinde nitelemiş, ilişkilerin daha iyi olamayacağına dikkat çekmiş ve bunları güvenilir ve üretken olarak da tarif etmiş bulunuyor.

Azeri taraf da ilişkileri herhalde bu diplomatik dille tanımlıyordur.

Azerbaycan-İsrail diplomatik ilişkilerinin 20. yılı dolayısıyla ve muhtemelen başka sebeplerle Bakü'yü ziyaret eden Lieberman'ın ziyareti konusunda medyada fazla bilgi yok; ancak Lieberman, Cumhurbaşkanı Aliyev ile İran konusunu da ele aldıklarını açıklamış bulunuyor. Esasen, son günlerde Azerbaycan, İran ile alakalı bazı haberlere de konu oluyor. Bunlardan birisi Amerikan Foreign Policy dergisinde yer alan İsrail'in Azerbaycan'da askerî hava üsleri elde ettiğine, bunların muhtemelen İran'a karşı kullanılabileceği yolundaki son derece şüpheli ve maksatlı haber. Bizde bazı kimselerin üzerine hemen atladıkları ve gerçek olarak yazıp sunup, böylece Azerbaycan'ı hedef aldıkları bu haber, araştırmama göre asılsız ve uydurma. Yani gerçek değil.

Hem Azeri yönetiminin ve hem de Lieberman'ın ve başkalarının şiddetle reddettikleri bu habere söz konusu olan Sitalçay Askerî Havaalanı, Bakü'nün 70 kilometre kuzeyinde bulunan Sovyet dönemine ait bir havaalanı. Bir zamanlar Sovyet savaş uçaklarının bulunduğu bu havaalanı, 1990'ların ortalarından itibaren kullanılmıyor; bir anlamda kaderine terk edilmiş, kapatılmış bulunuyor. Havaalanı Bakü-Rusya otoyoluna çok yakın konumda. Bu yüzden açıkça ve kolayca görülebilecek, izlenebilecek durumda. Bu yüzden burada uçakların bulunması, bunların uçması çok kolay tespit edilebilir. Ayrıca, kullanılmadığı ve eskidiği için bugün hemen kullanılabilmeye uygun da değil. Modernleştirilmesi en az 6 ay alır ve bu da kolayca tespit edilebilir. Bu yüzden, bu havaalanının bugünkü şartlarda hiç kimse tarafından kullanılması mümkün değil şüphesiz. Haberin aslı astarı işte böyle.

Azerbaycan ve İsrail'in yakın zamanda konu olduğu ve sakız gibi çiğnenen bir başka haber de Azerbaycan'ın İsrail'den almaya karar verdiği 1,6 milyar dolarındaki askerî malzeme haberi. Çeşitli tiplerde insansız hava araçları, uçaksavar ve füze sistemlerinin içinde yer aldığı bu askerî alım da bazıları tarafından eleştiriliyor, Azerbaycan hedef haline getiriliyor. Biz bu konudaki fikirlerimizi geçen ay uzun bir yazıyla anlatmış, savaş halinde olan Azerbaycan'ın ihtiyaçlarına göre istediği ülkeden silah, malzeme satın alma hakkının olduğunu söylemiş, alımı eleştiren İran'ın İran-Irak savaşı sırasında gizli yollardan hem Amerika ve hem de İsrail'den silah aldığına dikkat çekmiştik. İran bir yana biz de bugün hâlâ terörle mücadelede kullandığımız Heronları İsrail'den almamış mıydık?

Neyse bunları geçelim, Azerbaycan-İsrail ilişkilerine dönelim. İlişkiler ticari, ekonomik, diplomatik ve askerî alanlarda iyi durumda görünüyorlar. İsrail, Bakü-Ceyhan hattından gelen Azeri petrolünü alıyor. Bu da petrol ihtiyacının yaklaşık üçte birine tekabül ediyor. İkili ticaret hacmi 4 milyar dolar civarında bulunuyor. İsrail özel sektörünün Azerbaycan'da önemli yatırımları ve şirketleri var. 1990'larda Azeri pazarına giren İsrail şirketleri özellikle hizmet sektöründe yoğunlaşmış bulunuyorlar. İletişim sektörü bunlardan en önemlisi. Ayrıca, doğalgaz ve petrol ile alakalı ileri teknoloji alanlarında da İsrailli şirketler faaliyet gösteriyorlar.

Kısacası 20 yıl önce başlayan ilişkiler bugün her iki tarafın da faydasına olacak şekilde işliyor, gelişiyor. İlişkilerin gelişmesinde ayrıca Azerbaycan'daki Yahudi nüfusu da belli bir rol oynuyor. Bugün Azerbaycan'da büyük çoğunluğu 'Dağ Yahudileri' olarak anılan Babil sürgünü Yahudileri ile Sovyetler döneminde ülkeye gelip yerleşen Aşkenazim Yahudileri yaşıyor. Büyük çoğunluğu Kırmızı Kasaba'da yaşayan Dağ Yahudileri (toplam 5500 kadar)ile büyük şehirlerde yaşayan Aşkenazimlerle birlikte toplam Yahudi nüfusu 9000 civarında bulunuyor. Ayrıca, eski dönemlerde İsrail'e göç etmiş 40-50 civarında Yahudi de var. Bunların Azerbaycan ile alakaları da güçlü şekilde devam ediyor. Tel-Aviv'den Bakü'ye haftada bir uçak seferi var. Ancak, bunlara rağmen bugün Azerbaycan'ın İsrail'de büyükelçiliği yok. Bu da Azerbaycan yönünden bir mesaj elbette. Son haberler dolayısıyla gündeme gelen Azerbaycan-İsrail ilişkileri bugün kısaca böyle.

HALKIN ÇOCUKLARI NASIL DARBECİ OLDU?

Özden Örnek, günlük, darbe, cunta, AKP, asker
RÖPORTAJ - 29 Nisan 2012 11:00

Kâğıt fabrikasında çalışan bir teknisyenin oğlu olan Özden Örnek'i, darbe planları yapan bir asker olmaya götüren dönüm noktaları neler sizce?

Alper Görmüş, 2007 yılında, genel yayın yönetmeni olduğu Nokta dergisinde, Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek'in günlüklerinden bölümler yayımlayarak, AK Parti'ye yönelik yapılan darbe planlarını ortaya koydu.
Görmüş, beş yıl sonra, günlüklerin tamamını 'İmaj ve Hakikat' adlı kitabında paylaşıyor. Kâğıt fabrikasında çalışan bir teknisyenin oğlu olan Özden Örnek'i, darbe planları yapan bir asker olmaya götüren dönüm noktaları neler sizce?
TSK'nın yönetim kademesine yükselen askerler, burjuvazinin çocukları değil, halkın çocukları. Babası burjuva olan asker bilmiyorum ben. Sonra bir anda devşiriliyorlar. 'Halkı tek başına bırakırsanız, bütün ülkeyi felakete götürür' diye düşünüyorlar. Bu düşünsel arka zemin, askerî liseler ve harp okullarındaki müfredat marifetiyle oluyor. Burada psikolojik başka bir süreç de var.

* Nasıl bir süreç?
İnsanlar bir yerden çıktıktan sonra tekrar geriye dönme korkusu yaşarlar. Yoksulluktan gelmiş ve belli bir zenginliğe, iktidara ulaşmış insanların eski günlere dönme ihtimali bile travma yaşatır.

* Ertuğrul Özkök'ün Ankara'daki Çinçin dolmuşuna tekrar binmek korkusu gibi...
Çok güzel bir örnek bu. Ben de böyle çok insan tanıyorum. O günlere dönme korkusuyla, içinden çıktığı kesimleri düşmanlaştırmak, tamamen psikolojik. Harp okullarında şöyle bir şey zerk ediliyor: "Siviller önce kendilerini düşünürler. Biz ise sadece vatanını düşünen insanlarız. O yüzden müdahale hakkına sahibiz." Bu yargı, darbelerin meşrulaştırılması için araç olarak kullanılıyor.

* Askeriyle ilişkisinin azalıp da masaya oturmasıyla, Özden Örnek'in siyasetle ve darbe fikriyle tanıştığı hissine kapılıyor insan...
Çok doğru. Özden Örnek darbeciliğe adeta sürüklenmiş bir figür. Kuvvet komutanı olması kesinleşmişken, Şener Eruygur ve Aytaç Yalman ziyaretine geliyor. Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanı değişecek, 2003'te. "Onlarla bu işler yürümüyor. Siz Ankara'ya geldikten sonra duruma yeniden bakacağız." diyerek, Örnek'e güvenlerini ifade ediyorlar. Askeri lisedeyken 27 Mayıs'a üzülüyor; ama 12 Mart 1971'de sivillere tepki duyuyor. AK Parti'nin gelmekte olduğu anlaşılınca, Donanma Komutanlığı'ndan itibaren müdahale fikri oluşmaya başlıyor.

* AK Parti'nin iktidara geldiği gün için 'şanssız ve uğursuz bir gün' ibaresi düşüyor, değil mi?
Evet. Belli ki derin bir teessür var. Ondan sonra da öfkeye dönüşüyor.

* Askerin AK Parti'ye müdahale etme düşüncesi, iktidarın üçüncü haftasında ortaya çıkıyor. Örnek'in o toplantı için düştüğü not: "Herkes bir şahindi... Umarım başımız derde girmez." Bu tedirginliği nasıl okudunuz?
Korkuyor. Aytaç Yalman'la birlikte darbeden en çabuk vazgeçen komutan olacak, ileride. Şener Eruygur profesyonel bir darbeciyse, Özden Örnek amatör bir darbeci! Hep bir tereddütle gidiyor. Bir yandan 'İktidardan indirmeliyiz' diyor, bir yandan da ilk MGK'da Başbakan içeri girdiğinde komutanların ayağa kalkmamasını eleştiriyor. Şener Eruygur bir yerde "Tek tek söz alalım, hakaret edelim." diyor. Bunu da eleştiriyor mesela.

* Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil'in yolsuzluklarının peşine düşmesini neye bağlıyorsunuz?
Yolsuzluk vs. konularına samimiyetle karşı. Ama daha küçük çaplı yolsuzluk dosyalarını kapatma yoluna gidiyor. İlhami Erdil'i de hiç sevmiyor. Belki de yolunu kesen biri olarak görüyor. Emin olamadım. Bir işadamının tuttuğu notlar nedeniyle kendisi de suçlanıyor. Hatta Erdal Şenel ona haber getiriyor, "Galiba komutan (Hilmi Özkök) seni mahkemeye verecek." diyor. "Versin. İstifa eder, mahkemeye çıkarım. Ama benimle birlikte 11 general de o mahkemeye çıkar." karşılığını verip, isimlerini sayıyor. Bence kitabın en önemli bölümü de yolsuzluklarla ilgili kısım.

* Askeri seminerlere ilaç şirketlerinin sponsor olduğunu, ihaleleri iki şirketin aldığını söylüyor, Örnek. İş maddiyata dönünce, askerin sivillerle arasına ördüğü duvar kalkıyor mu?
Kesinlikle. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun donanmayı İzmir'e taşıma projesi var. Sebebi de, askerin işadamlarıyla fazla içli-dışlı olması. Özden Örnek de "Komutanım, İzmir'de işadamı yok mu?" diye soruyor. Para söz konusu olunca, onların toplumun kirinden arınmış olduğu imajlarının doğru olmadığı ortaya çıkıyor.
* Oğlu Burak'ın arkadaşlarının, orduya 10 bin dolar bağışta bulunarak, birliğine dahi uğramadan askerlik yaptığını öğreniyoruz. Nokta kapanmasaydı, sizin de bu konuyla ilgili bir çalışmanız olacağını duymuştum. Bu doğru mu?
Doğrudur. Bütün generallerin çocuklarının, son 5-6 yılda nerede askerlik yaptıklarına dair bir liste geldi. Askerlik yaptıkları yerler, Ankara'dan aşağıya doğru bir çizgi çek, hep bu çizginin batısında kalıyor. Doğuda askerlik yapmış bir tane örnek yoktu. Ali Babacan'ın yeğeni Güneydoğu'da öldü, bu haber oldu.

* Perihan Mağden'in dediği gibi, Teşvikiye Camii'nden bir şehit cenazesi kalktığında, terör de biter mi?
Çok doğru. Bizim liste de bunu gösteriyordu. Nokta'nın devam edememesine üzüldüğüm şeylerden biri de odur.

* Özden Örnek, bir işadamının, kendi önünü kesmeye çalıştığını söylüyor. Bu durum, askerliğe yüklenen anlamı da kırılmaya uğratmıyor mu?
Para, modernlik, birçok değeri eritiyor. Askerler denetlenemeyen bir bütçeyi kullanıyorlar. Geçen sene Sayıştay denetlemeleri yine tuhaf bir şekilde durdu. Bu denetim olmadığı sürece, yolsuzluğun olması kadar doğal bir şey yok. Şunu da söyleyeyim; Milli Savunma Bakanlığı Komisyonu (MSBK) üyeleri, Özden Örnek'i ziyarete gidiyorlar. Başında da o sırada AK Parti Milletvekili Cengiz Kaptanoğlu var. Örnek, "MSBK komisyonu olmalarına rağmen, Milli Savunma Bakanlığı bütçesine bakmıyorlar. Bu bana çok ilginç geldi. Kendileri de anlamadıklarını söylediler." diyor. Böyle kapalı bir yerde her şey olur!

* Buna hayret ediyor; ama Hilmi Özkök'ün Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na (MSB) bağlanması yönündeki inceletmelerine müthiş tepki gösteriyor...
Hilmi Özkök, o dönemde seçilmiş iktidarı uzaklaştırmak üzere plan yapan komutanlara karşı çıkıp, darbeyi önlemiştir. Fakat demokratik bir ülkenin ordusu gibi olmasını arzuluyor muydu, tam da öyle diyemem. Çünkü Genelkurmay'ın MSB'ye bağlanmasına kendisi de karşı. Mesela Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin, hem de yasal hakkı olduğu halde, hükümet tarafından düzenlenmesine de itirazı var.

* 26 Aralık 2002'deki YAŞ'ta Başbakan Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ordudan atılacak askerlere şerh düşüyor. Çetin Doğan da "Bunu yaparsanız, aramızdaki köprüleri atarsınız." diyor. O toplantı, hükümetin ilk andan itibaren dik durduğunun göstergesi mi?
Hiç şüphesiz. Bu haberi okuduğumuzda hepimiz "Bu bir direnmedir. İlk kez böyle bir şey oluyor." demedik mi? O nedenle çok sinirlenmedi mi askerler? Görüyorlar ki, hükümet, hem darbe ihtimaline karşı çıkacak ki 27 Nisan'da bunu gösterdiler- hem de bu vesayeti geriletmek için adım atacak. Ama başka taktik izliyor Tayyip Erdoğan...
alpergormus.jpg
 
* Nedir o taktik?
Gül'den başbakanlığı almasından hemen sonra, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, Tayyip Erdoğan'ı bir toplantıya davet ediyorlar. Orada çok açık bir şekilde sigaya çekiyorlar Başbakan'ı. Çok küstah bir biçimde, "Değişiminizin sahte mi, gerçek mi olduğuna bizi ikna edin." diyorlar. Başbakan da sakince ve uzun uzun samimi olduğunu anlatıyor. Alttan alta da 'Sizi muhatap alıyorum; ama sanmayın ki artık eski bir Türkiye var' tonlamasıyla konuşuyor. Özden Örnek, o toplantıdan sonra defterine "Bizi güzelce uyuttu. Sonra da yemeğe götürdü." yazıyor.

* Özden Örnek'in günlüklerini okuyunca, sizin de altını çizdiğiniz gibi, askerin tezkerede ikiyüzlü davrandığını görüyoruz...
Hatırlayalım, 1 Mart tezkeresine giden günlerde "Askerler niye susuyor?" sorusu soruluyordu. Üzerlerine vazife olmayan her şeye karışan askerler, bir savaş kararı verilecekken susuyorlardı! Alttan alta da "Biz anti-Amerikan'cıyız. Amerikancı olan, hükümet. ABD'yle savaşa girmemeliyiz. Irak'a müdahale etmemeliyiz." mesajı yayıyorlardı. Hatta son gün, üst rütbeli bir subay, Fikret Bila'ya bir demeç veriyor, "Tezkere reddedilmeli! Bizim Irak'ta işimiz yok!" diye. MGK'da bütün orgeneraller, sivillerle bir araya gelmeden önce mutat bir şekilde ön toplantı yaparlar. O toplantıda iki karar veriyorlar. Birincisi, Kıbrıs çözümsüz bırakılmalı. İkincisi de ABD'lilerle birlikte Irak'a girmeliyiz. "Bu konuda kesin bir görüş birliği sağladık." diyorlar. Tezkere reddedildikten üç gün sonra Hilmi Özkök "Biz tezkerenin geçmesini istiyorduk." diye demeç verdi. Orada tam bir ikiyüzlülük var. Kıbrıs'ın çözümsüz bırakılması meselesinde de aynı ikiyüzlülük var.

* Nasıl?
Sarıkız darbe planı, bu çözümsüzlük düşüncesi üzerinden yürüyor. Bizim Nokta'dayken attığımız ara başlık da 'Kıbrıs'tan gelen Sarıkız'dı. Sürekli "Kıbrıs çözümsüz olmalı. Kıbrıs'ta muhalefeti desteklemeliyiz. Referandumu engellemeliyiz, Kıbrıs halkı 'Evet' diyerek vatanı satabilir. Mitingler, yürüyüşler düzenlemeliyiz." diyorlar. Yürüyüş tertip etmek için sendikalarla, öğrencilerle ne ilgin var ki? O zaman, "Belki de bu işin bir tarihi, pratiği zaten var. İstediklerinde harekete geçirecekleri bir mekanizma var." diye düşünüyor insan.

* Türkiye'de de STK'larla işbirliğine gidiyorlar. Bu taktiğin mimarlarından biri de Örnek mi?
Örnek'in duyduğu tedirginliklerden biri de, taşın altına sadece ordunun elini koyması. "Mutlaka medyayı, sendikaları, üniversiteleri kazanmalıyız." diyor. ABD desteği tabii... Aksi halde bu işe soyunulmaması gerektiğinde net.

* Buna rağmen, 28 Şubat'ta olduğu gibi "Tankları Sincan'da yürütelim." demesi ilginç değil mi?

Zaman zaman darbe öforisi (hoşnutluk duygusu) yükseliyor.
 
Cezaevine girme ihtimallerini düşününce en başta üzülmüştüm!

* Bu kitapta Özden Örnek de dahil olmak üzere adı geçen birçok paşanın bugün tutuklu olması sizin için ne anlam ifade ediyor?
2007'de günlükleri yayımladığımızda, herkes gibi ben de bu kişilerin yargılanabileceğini düşünmüyordum. En fazla, kınanacaklarını düşünüyordum. Yargılanma noktasına varabileceğine ihtimal vermiyordum. Günlükleri yayımladıktan 10 gün kadar sonra kızım, "Baba, darbe planı hazırlamak suç değil mi?" diye sordu. Ben "Evet" deyince, "Peki onlar cezaevine mi girecek?" dedi ve çok rahatsız olduğumu hatırlıyorum.
 
* Neden rahatsız oldunuz? Buna sebep olduğunuzu mu düşündünüz?
Özden Örnek'in sürüklenmiş bir adam olduğunu düşündüğümden, sebep olduğum için çok rahatsız olduğumu hatırlıyorum. Hatta "Yok ya, böyle bir şey olmaz." dediğimi hatırlıyorum. Bu bir andaki duygu tabii. Şu anki düşüncem şu: Darbecilik siyaseten yanlış olduğu gibi, ahlaken de yanlış ve kötü bir şeydir. Tecavüz gibi bir şeydir. Nasıl tecavüzcüleri affetmiyorsak, darbecileri de affetmemeliyiz. Bu cezasızlık sayesinde bugüne kadar rahatça darbe yapabildiler. Artık pabucun pahalı olduğunu gördükleri için rahat hareket edemeyecekler. Hilmi Özkök de bunu söylemişti. "Suç varsa, onun cezasını çekmek de insana iyi gelir." demişti.
 
* Özden Örnek'in ailesi ya da kendisi sizi aradı mı?
Yok, hiç öyle bir şey olmadı.
 
Sezer, askerlerin önünde Erdoğan'ın elini sıkmamış

* 27 Şubat 2003'te, Çetin Doğan ve Hurşit Tolon'un 'bir şeyler' yaptığını söyleyen Tümgeneral Can Teller, Özden Örnek'in de o isimlerle görüşmesini, ekibe dahil olmasını istiyor. Siz de bu görüşmenin Balyoz'dan tam bir hafta önce olduğuna dikkat çekiyorsunuz...
Karşılaştığımda beni en fazla heyecanlandıran noktalardan biri bu oldu. Çünkü 5-6 gün var, meşhur 'Plan Semineri' dedikleri toplantıya. Can Teller de önemli bir şahsiyet. Belli ki organizasyon meselelerinde kafası çalışan biri. Çetin Doğan'larla çalışıyor. Özden Örnek önce "Bu düzeyde birinin bana böyle açılması ilginç geldi." diyor. 5-7 Mart arasındaki planlamanın bir darbe planı olabileceğine dair çok güçlü bir karine, bu. Benzer bir şey, Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök görüşmesinde de var. Özkök kızıyor Yalman'a, "Yaptıklarınızdan haberim var." diyerek. Yalman, Özden Örnek'e bu konuşmayı anlatıp "Niye bana bu kadar kızdı? Geçen sene Çetin Doğan'la hareket etseydim, Çetin onları paramparça ederdi." diyor. Bunu 2004'te anlatıyor.
 
* Hilmi Özkök'le ilgili, üsteğmenken hakkında açılan bir irtica dosyası olduğu bilgisine de şaşırdınız mı? Önceki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da "Bu adam nasıl Genelkurmay Başkanı oldu?" diyor...
Hakkında irtica dosyası olan bir insanın Genelkurmay Başkanı olmasının mümkün olamayacağını düşündüğümüzde, muhtemelen kofti bir dosya. İnceleyenler çok ciddi bulmadı herhalde! Ama içeriğini bilmediğim için bu sorunun cevabı bende yok.
 
* Günlüklerdeki önemli bölümlerden biri de intihar ettiği söylenen Albay Belgütay Varımlı'yla ilgili. Birçok yolsuzlukla ilgili sır küpü olan Varımlı, Şamil Tayyar'a gidip "Beni Savcı Zekeriya Öz ve Tayyip Erdoğan'la buluştur." ricasında bulunuyor. Belgütay Varımlı dosyası size ne diyor?
Bir Deniz Kuvvetleri Komutanı'na elinden bir dosya olmadan gitmesi düşünülemez. Söylediklerinin doğru olma ihtimali çok yüksek. Zaten bir ses kaydından bahsediyor Özden Örnek'e, sonra da veriyor. Sonuçta intihar etti.
 
* İntihar ettiğine inanıyor musunuz?
İnanmamak için çok neden var. Bence ileride hakikati öğreneceğiz. Ama böyle bir insanın, bütün olanları açıkladıktan sonra ölmesi çok kuşkulu!
 
* 1 Ağustos 2003'teki YAŞ toplantısında Çetin Doğan, Başbakan Erdoğan'a "TSK'ya meydan okuyorsunuz." diyor. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç "Attığımız askerlere belediyelerde iş vermeniz, ağrımıza gidiyor." sözlerini kullanıyor...
Emekli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in iktidara gönderdiği mesajlar da, askerin özgüvenini artırır nitelikte. Mustafa Özkan aracılığıyla şu mesajı gönderiyor: "Askerle didişerek bir yere varamazsınız!" Sivillerin hata yaptığında, askerin el koymasını kabul ediyor. Ama o toplantıda beni çarpan şey, "Attıklarımıza, belediyelerinizde yer veriyorsunuz." sözleri. Çok zalimce! İnsan bunu söylemeye utanır! Türkiye'nin oralardan buralara gelmesi, az buz bir iş değil!

O toplantının akşam yemeğinde, 2001 krizini çağrıştıran bir olay yaşanıyor. Başbakan Erdoğan elini uzatıyor, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer elini çekiyor ve sıkmıyor. Özden Örnek, "Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi?" diye de not düşmüş...

Buradan Ahmet Necdet Sezer'in 2001'deki tecrübeden hiçbir ders çıkarmadığı, o öfkesine bir daha yenildiği anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan, kendisine tevdi edilen emaneti koruma konusunda kararlı. Demirel'in açıkça, Erbakan'ın yarı-açıkça teslim olduğu tabloyu yaratmamak konusunda kararlı. Bir yandan da sertlikten kaçınıp, sakin bir güç yaratarak etkili olmayı istiyor. MGK'ya giriyor, kimse ayağa kalkmıyor. Ya, bunlar korkunç şeyler! Özden Örnek bile kabullenemiyor! Erdoğan bunu açıklasaydı, Türkiye bu askerleri kınardı. Ama hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Kolay değil!
 
* Taraf'ta, Erbakan'ın cenazesine askerin ilgisini anlamlı bulduğunuzu yazmıştınız. Özden Örnek'in hazırladığı bir belgede "Saadet Partisi'ni bir şekilde kullanmalıyız." diye bir madde var. Bunu okuduktan sonra ne düşündünüz?
Ben o yazıyı yazdığımda, bu bahsettiğini görmemiştim. Sadece askerlerin cenazeye gösterdiği teveccühü enteresan bulmuştum. 1. Ordu Komutanı geldi, Genelkurmay çelenk gönderdi. Çıkardığım sonuç şu oldu: "Askerler, 'Tayyip Erdoğan gibi bir figürü ortaya çıkarmakla hata yaptık. Keşke Erbakan'la devam etseydik' şeklinde düşündüler." Örnek'in o ibaresini görünce, haklı olduğumu anladım. Erdoğan'ın Erbakan gibi 'biraz uysal' bir profil çizmeyeceğini gördüklerini ve onun telaşıyla, bastırmak için harekete geçtiklerini düşünüyorum.
 
Özden Örnek'in günlüklerinden seçmeler

 
31 Temmuz - 2 Ağustos 2002
Yüksek Askeri Şûra toplantısına ikinci defa giriyordum ama bu toplantı terfilerin konuşulacağı ilk toplantım idi... Son gündem maddesini takiben sabah oturumuna son verilerek, Anıtkabir'i ziyarete gittik. Bu ziyaretin nedenini anlamak oldukça zor. Sorarsanız size muhakkak bir Atatürkçülük dersi vereceklerdir ama ziyaretin anlamını izah edemeyeceklerdir. (S. 97)
 
25 Ağustos 2002
Bu insanlar (işadamları) o kadar fazla ileri gitmişler ki paraları sayesinde her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar. Hep askere yanaşıyorlar ve bizleri başkalarına karşı bir aracı ve silah olarak kullanıyorlar. Bunu gören asker de pek yok. İstedikleri hep asker darbe yapsın ve onlar da bu darbe vesilesi ile paylarını alsınlar. (Sf: 99)
 
6 Eylül 2003
14 Mayıs 1950 tarihinde DP'nin iktidara gelmesiyle başlayan karşı devrim süreci 3 Kasım 2003 seçimlerinde AKP'nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle yeni bir sürece girmiştir. (S. 142)
 
6 Eylül 2003
28 Şubat'ta olduğu gibi Sincan'da tankların geçişine benzer hareketlere zamanı gelince başvurulmalıdır. (Sf: 156)
 
8 Eylül 2003
OYAK, TSK'nın hükümetlere karşı mücadelesinde bir parasal kaynak sayılıyor ve daha da büyümesi yönünde inisiyatif göstermeyen komutanlar "vatana ihanet"le suçlanıyor. (S. 162)
3.20120429103340.jpg
10 Eylül 2003
OYAK Genel Md. Coşkun Ulusoy ve Yönetim Kurulu Başkanı Yıldırım Türker geldiler. İlginç bir konuyu öğrendim. OYAK geçtiğimiz Ağustos TÜPRAŞ'ın özelleştirmesine talip olmuş. Çoşkun beyin ifadesine göre ihaleyi de kazanmışlar ve iş tamamlanmış durumda imiş. Ancak Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları karşı çıkarak genel kurulda aksine karar alınmasını sağlamışlar. Bence bu vatana ihanet ve OYAK üyelerine ihanettir... Para güç demektir. Para hükümetleri bile dize getirir. Bugün eğer AKP hükümetine karşı mücadele çaresi arıyorsak, bu yol onlardan biri ve belki de en etkilisidir. (S. 162-163)
 
8 Ekim 2003
Kocaeli Üniv. Rektörü'nü aradım ve ona da rektörler olarak bu işi hemen ve sert bir şekilde protesto etmelerini, arkalarında olduğumuzu söyledim. (S. 170)
 
4 Kasım 2003
İrfan Paşa (Tınaz) emekliye ayrıldığından beri Ankara'ya hiç gelmemişti. 1992 yılında ayrıldığına göre aradan 11 yıl geçmiş. İlk defa benim için Ankara'ya geldi... Bana sürekli olarak Genelkurmay Başkanı'nın sivil kesimde iyi tanınmadığını ve herkesin kendisinden ümidini kestiğini ve kendisine "Demokrat Hilmi" ismini taktıklarını anlattı. (S. 179-180)
 
7 Kasım 2003
Kıbrıs'ı istediğimiz şekilde çözümsüz olarak bırakmalıyız ve bu arada Kıbrıs muhalefetinin seçimi kazanmasını da önlemeliyiz. Böylece AB'ye ikinci bir darbe vurabileceğiz. (S. 183)
 
18 Aralık 2003
Üniversitelerde talebeleri sokağa dökecek temaslara başlamamız gerekiyordu. (S. 204)
 
23 Aralık 2003
Akşam tam çıkarken Genelkurmay eski başkanlarından Org. İsmail Hakkı Karadayı aradı... Bana hem nasihat hem de mesaj verdi... Hatta laf arasında "Hükümet sizi dinlemiyorsa tekmeyi vurursunuz gider" dedi.
(S. 206)
 
3 Şubat 2004
Hava Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı hemen 10 Mart'ta ihtilal yapalım diye bastırmaya başlamışlar. Kara Kuvvetleri Komutanı onları şimdilik frenlemiş ve bunun için daha zamanın uygun olmadığını, beklememizi salık vermiş. (S. 240)
 
15 Mart 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. "Genelkurmay Başkanı her şeyi biliyor. Biraz önce beni aradı. Hemen öğleyin bir araya gelmemiz lazım" dedi. Kendisine neleri bildiğini sordum, jandarma tesislerinde Ömer İzgi ile yemek yediğimizi biliyor. Hemen hemen her şeyi biliyor, dedi. (S. 264-265)
 
25 Haziran 2004
Anayasa Mahkemesi en son kalemiz. Eğer bu kale düşerse o zaman bu ülkede her şey beklenebilir. (S. 278)
30 Ağustos 2004
En başta Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz. Kendisi bile "beni görmek önemli değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde Atatürk'ü heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. Bu böyle devam edemez. (S. 290-291)
 
Ek Kısım (Tenkidler):
Kendi zamanında ihtilâl kelimesini ağzına aldırmayanlar, iktidara karşı ihtilâl tavsiye eder hale gelmişlerdi. Kendi aralarında Encümen-i Dâniş kurmuşlar ve her olaya bir fikir yürütüyorlardı. En tehlikeli konu buydu. (S. 339)