Ben takdir-i ilahi diyorum. İsteyen hoş tesadüf, talihin oyunu,
ibreti âlem de diyebilir. Dün 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alınan
eski Jandarma Komutanı Fevzi Türkeri ile ilgili arşivleri öylesine karıştırırken karşıma çıkıverdiği için ilk söylediğim daha münasip kaçıyor herhalde.
Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı olarak savcıların, gazetecilerin izdihamdan koridorlarda oturduğu meşhur irtica brifinglerini veren isimdi Fevzi Türkeri.
Gazete kupürlerinin Ertürk Yöndemvari bir kurguyla arka arkaya sıralanmasından ibaret powerpoint’ın en ilkel örneklerindendi o brifingler. “Şevki de oradaydı” başlıklı yazısında (“Şevki” yazıyı yazanın samimiyetine bakılırsa askerlik arkadaşı olduğunu zannettiğim Şevki Yılmaz) katıldığı brifingi boncuk bula bula anlatan Zafer Arapkirli’nin köşesinin ortasına bir kitapçık kapağı yerleştirilmiş. Üzerinde şöyle yazıyor: Başbakan İsmet İnönü’nün Takrir- Sükûn Kanunu Süresinin Bitmesi Nedeniyle Yaptıkları Konuşma- 04 Mart 1929.
Bu, brifinglere katılan herkese dağıtılmış üç sayfalık konuşmanın kapağıymış. “Takrir-i Sükûn Kanunu” ne diye soranlar varsa, hani şimdi “sivil faşizm” falan deniyor ya onun sivil bile olmayanını düşünün ve sonra da 100’le çarpın işte o. 1925’te Şeyh Said İsyanı sonrası yasama- yürütme- yargıyı Atatürk’te toplayan kanunun birinci maddesini okuyalım:
“İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı hükümet reisi cumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten man’e mezundur. İş bu ef’al erbabını hükümet İstiklâl Mahkemesi’ne tevdi edebilir.”
Dört yıl süren bu sükûn devresinden çıkışı müjdeleyen İsmet İnönü’nün konuşmasını askerlerin ibretiâlem için dağıtmasının nedeni, şükür edilmesi herhalde. Bu kitapçığın hikâyesini brifinge katılan şimdilerin büyük hukuk devleti savunucusu isimlerden değil brifingden birkaç gün önceki bir Yavuz Donat yazısından öğreniyoruz. Çat kapı her hükümet kapısından girebilme konusunda usta gazeteci Yavuz Donat, her zamanki gibi geçerken uğradığı Genelkurmay’da Çevik Bir’le laflamaktadır bir gün. Bakar bir konuşma okuyor askerler altını çize çize. Yahu nedir bu der, bir fotokopisini çekip getirirler. Ne çok beğenir ne çok beğenir köşesinde elleri patlarcasına yazar.
“Ünlü Efendiler!” diye başlıyor İnönü TBMM’deki konuşmasına. Öz Türkçe terörünün başladığı yıllar.
“Takrir-i Sükûn Kanunu’nun sürerliği bugün bitti. Hükümetiniz kanunun yenilenmesini istemiyor” diye müjdeyi veriyor İnönü konuşmasında ama sonra da sopanın ucunu gösteriyor, bu ülkede siyasetin mütemmim cüzü haline gelmiş düşmanlar ve korkular kültünün eşsiz bir örneğini ortaya koyuyor:
“Büyük zaferin hemen ertesinde, bu memleketi düşmanlarına, hatta Millî idarenin meydan almasından ürperdiği için, isteyerek bağışlamış olan Hanedan gadir görmüş adamlar gibi ortaya atılmıştı. Daha Müstevli Donanması İstanbul sularında iken başlıyan bu çalımlı gösterişler, daha Lozan Muahedesi tasdik olunmadan, türlü yardakçıların birleşmesile memleketin bütün evlatlarını tedirgin etmişti. Hilafeti kaldırmak, Osman oğullarını vatan dışarı atmakla azgınlara us gelmedi. Hususî aile sofrasına, şahsî yaşayışa pervasız uzanan iftira dilleri, dinî türlü isnatlarla herkesin haysiyetini kirletecek, Hâkimleri ve Zabita kuvvetlerini Gazete dehşet ile ürkek ve kötürüm yaparak Devlet kapısı Vatan severlere zindan, Vatan havası hemşerilere boğucu zehir kılınmıştı.”
Sanki Kılıçdaroğlu Silivri zindanlarına tıkılmış Cumhuriyet yiğitlerinden bahsediyor değil mi?
Türkçesi zor ama buraya dikkat: “Bu heryenli engin taşkınlık ortasında Bingöl Dağının yamacından bir şaşkının Türklerin itikatlarına düzen, Milletin Büyük Meclisine yön vermek için meydana atılmasından daha tabiî ne olabilirdi?”
“Bingöl Dağının yamacından Türklerin itikatlarına düzen vermeye çalışan şaşkının” Şeyh Said olduğunu anladınız herhalde.
Bu fitne diskuru da size tanıdık gelecek: “Büyük Gazinin hastalığına dair döndürülen söz gelir. Bir at gezintisinden döndüğü zaman yerinden kımıldanamayacak kadar hasta olduğu haberile eğlenir. Vatan düşmanları millî hayatın ilk gününden beri gözlerini hep onun sıhhatına diktiler. Bu propaganda esasen Vatan dışından beslenir. Maksat bellidir: Cumhuriyet ve inkilap onun sıhhatile kaim olduğu sanını telkin etmektir.”
Bu memlekette hiçbir şey mi değişmez dedirten bir paragraf daha: “Vatandaşların kulağına en çılgın dinî ifsadı üfleyen bir akıntı, çoğu Suryede yerleşen her çeşit duşmandan gelir. Orada Türkiye aleyhinde kaç cemiyetin, kaç firarinin çalıştığını sayamam. Bunların bir habercisi bir şehrimize girerse; öteki şehirde camilere haç, put takıldığını yayar .”
Şimdi gelelim konuşmanın esas takdir-i ilahi olan kısımlarına.
“Bugün millete, kendi aleyhine kollanılan silahların bir kaçını saymağa çalıştım. Biz bu silahlardan korkmuyoruz” diyor İnönü, sonra da ekliyor:
“Bu memlekette, bu Meclis’ten büyük kudret yoktur. Bu Meclis nasıl Cumhuriyet’i kurduysa, Cumhuriyet’i bin kötü niyete karşı nasıl koruduysa, Gelecekte de Cumhuriyet’i iç ve dış tehlikelere karşı, yenilmez gücü ile savunmakta başarılı olacaktır.” (Sürekli alkışlar)
Ve konuşmanın esas katarsis bölümü:
“Cumhuriyet adliyesi bu memleketi fesada, vatandaş haysiyet ve şerefini ne kadar örtülü ve sanatlı olsa da isnat ve iftiraya karşı müdafaa edecek değerdedir.” (Alkışlar)
Takdir-i ilahi demiştim.
Alkışlar, alkışlar, alkışlar...
Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı olarak savcıların, gazetecilerin izdihamdan koridorlarda oturduğu meşhur irtica brifinglerini veren isimdi Fevzi Türkeri.
Gazete kupürlerinin Ertürk Yöndemvari bir kurguyla arka arkaya sıralanmasından ibaret powerpoint’ın en ilkel örneklerindendi o brifingler. “Şevki de oradaydı” başlıklı yazısında (“Şevki” yazıyı yazanın samimiyetine bakılırsa askerlik arkadaşı olduğunu zannettiğim Şevki Yılmaz) katıldığı brifingi boncuk bula bula anlatan Zafer Arapkirli’nin köşesinin ortasına bir kitapçık kapağı yerleştirilmiş. Üzerinde şöyle yazıyor: Başbakan İsmet İnönü’nün Takrir- Sükûn Kanunu Süresinin Bitmesi Nedeniyle Yaptıkları Konuşma- 04 Mart 1929.
Bu, brifinglere katılan herkese dağıtılmış üç sayfalık konuşmanın kapağıymış. “Takrir-i Sükûn Kanunu” ne diye soranlar varsa, hani şimdi “sivil faşizm” falan deniyor ya onun sivil bile olmayanını düşünün ve sonra da 100’le çarpın işte o. 1925’te Şeyh Said İsyanı sonrası yasama- yürütme- yargıyı Atatürk’te toplayan kanunun birinci maddesini okuyalım:
“İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı hükümet reisi cumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten man’e mezundur. İş bu ef’al erbabını hükümet İstiklâl Mahkemesi’ne tevdi edebilir.”
Dört yıl süren bu sükûn devresinden çıkışı müjdeleyen İsmet İnönü’nün konuşmasını askerlerin ibretiâlem için dağıtmasının nedeni, şükür edilmesi herhalde. Bu kitapçığın hikâyesini brifinge katılan şimdilerin büyük hukuk devleti savunucusu isimlerden değil brifingden birkaç gün önceki bir Yavuz Donat yazısından öğreniyoruz. Çat kapı her hükümet kapısından girebilme konusunda usta gazeteci Yavuz Donat, her zamanki gibi geçerken uğradığı Genelkurmay’da Çevik Bir’le laflamaktadır bir gün. Bakar bir konuşma okuyor askerler altını çize çize. Yahu nedir bu der, bir fotokopisini çekip getirirler. Ne çok beğenir ne çok beğenir köşesinde elleri patlarcasına yazar.
“Ünlü Efendiler!” diye başlıyor İnönü TBMM’deki konuşmasına. Öz Türkçe terörünün başladığı yıllar.
“Takrir-i Sükûn Kanunu’nun sürerliği bugün bitti. Hükümetiniz kanunun yenilenmesini istemiyor” diye müjdeyi veriyor İnönü konuşmasında ama sonra da sopanın ucunu gösteriyor, bu ülkede siyasetin mütemmim cüzü haline gelmiş düşmanlar ve korkular kültünün eşsiz bir örneğini ortaya koyuyor:
“Büyük zaferin hemen ertesinde, bu memleketi düşmanlarına, hatta Millî idarenin meydan almasından ürperdiği için, isteyerek bağışlamış olan Hanedan gadir görmüş adamlar gibi ortaya atılmıştı. Daha Müstevli Donanması İstanbul sularında iken başlıyan bu çalımlı gösterişler, daha Lozan Muahedesi tasdik olunmadan, türlü yardakçıların birleşmesile memleketin bütün evlatlarını tedirgin etmişti. Hilafeti kaldırmak, Osman oğullarını vatan dışarı atmakla azgınlara us gelmedi. Hususî aile sofrasına, şahsî yaşayışa pervasız uzanan iftira dilleri, dinî türlü isnatlarla herkesin haysiyetini kirletecek, Hâkimleri ve Zabita kuvvetlerini Gazete dehşet ile ürkek ve kötürüm yaparak Devlet kapısı Vatan severlere zindan, Vatan havası hemşerilere boğucu zehir kılınmıştı.”
Sanki Kılıçdaroğlu Silivri zindanlarına tıkılmış Cumhuriyet yiğitlerinden bahsediyor değil mi?
Türkçesi zor ama buraya dikkat: “Bu heryenli engin taşkınlık ortasında Bingöl Dağının yamacından bir şaşkının Türklerin itikatlarına düzen, Milletin Büyük Meclisine yön vermek için meydana atılmasından daha tabiî ne olabilirdi?”
“Bingöl Dağının yamacından Türklerin itikatlarına düzen vermeye çalışan şaşkının” Şeyh Said olduğunu anladınız herhalde.
Bu fitne diskuru da size tanıdık gelecek: “Büyük Gazinin hastalığına dair döndürülen söz gelir. Bir at gezintisinden döndüğü zaman yerinden kımıldanamayacak kadar hasta olduğu haberile eğlenir. Vatan düşmanları millî hayatın ilk gününden beri gözlerini hep onun sıhhatına diktiler. Bu propaganda esasen Vatan dışından beslenir. Maksat bellidir: Cumhuriyet ve inkilap onun sıhhatile kaim olduğu sanını telkin etmektir.”
Bu memlekette hiçbir şey mi değişmez dedirten bir paragraf daha: “Vatandaşların kulağına en çılgın dinî ifsadı üfleyen bir akıntı, çoğu Suryede yerleşen her çeşit duşmandan gelir. Orada Türkiye aleyhinde kaç cemiyetin, kaç firarinin çalıştığını sayamam. Bunların bir habercisi bir şehrimize girerse; öteki şehirde camilere haç, put takıldığını yayar .”
Şimdi gelelim konuşmanın esas takdir-i ilahi olan kısımlarına.
“Bugün millete, kendi aleyhine kollanılan silahların bir kaçını saymağa çalıştım. Biz bu silahlardan korkmuyoruz” diyor İnönü, sonra da ekliyor:
“Bu memlekette, bu Meclis’ten büyük kudret yoktur. Bu Meclis nasıl Cumhuriyet’i kurduysa, Cumhuriyet’i bin kötü niyete karşı nasıl koruduysa, Gelecekte de Cumhuriyet’i iç ve dış tehlikelere karşı, yenilmez gücü ile savunmakta başarılı olacaktır.” (Sürekli alkışlar)
Ve konuşmanın esas katarsis bölümü:
“Cumhuriyet adliyesi bu memleketi fesada, vatandaş haysiyet ve şerefini ne kadar örtülü ve sanatlı olsa da isnat ve iftiraya karşı müdafaa edecek değerdedir.” (Alkışlar)
Takdir-i ilahi demiştim.
Alkışlar, alkışlar, alkışlar...