28 Şubat müdahalesiyle ilgili sürecin nasıl
şekilleneceği, soruşturmada nasıl bir yol izleneceği, hesaplaşmanın
kapsam ve sınırının ne olması gerektiği hararetli bir şekilde
tartışılıyor. Suçun kapsam ve mahiyeti de, faillerin evsaf ve eşkalleri
de merak ediliyor. Doğrusu 28 Şubat gibi toplumsal ve siyasi uzantıları
olan bir müdahale girişiminin yargılanması da zorluklar içeriyor.
Başbakan Erdoğan, sürecin ‘cadı avı’na dönüşme riskini vurgulayan soruya
verdiği cevapta “ nereye dokunursa dokunsun o dönemde yapılan antidemokratik uygulamalar ve hukuk dışı zorbalıkların hesabı sorulmalı” ifadelerini kullandı. Siyasetçilerin de, toplum kesimlerinin de büyük bir ‘adalet’ beklentisi var. Kimse tali meselelerle veya yersiz kaygılarla asli konunun gözlerden kaçırılmasını istemiyor.
Geniş halk kesimlerini etkisi altına alan ve tarifsiz mağduriyetler
üreten bu sürecin sulandırılması veya önemsizleştirilmesi düşünülemez.
Ali Bayramoğlu’nun 28 Şubat konusundaki ve askeri vesayetle ilgili hassasiyeti herkesin malumu. Bayramoğlu soruşturmanın kapsamını şöyle özetliyor: “Kimilerinin yaptığı kanun önünde suçtur. Kimilerininki etik ve ahlaki kabahattir. Bir başkasınınki yüz kızartıcı siyasi tutum ya da angajmandır... Hiçbir sorumluluk geçiştirilmez, her biri yaptırım, ifşa ve tartışma gerektirir.”
Sürecin kararlı ve cesurca işlemesi mutlak şart. Ama adaleti ve merhameti kaybetmemek de elzem... Yanlış yapanları yargılayanlar benzer yanlışlara tevessül edemezler. Çünkü yüzleşme isteyen kesimler ahlaki ve vicdani kriterleri baştacı eden, intikamı değil, adaleti arayan kesimler...
Ekrem Dumanlı’nın dünkü yazısındaki şu uyarılar, bu yüzden çok önemli: “Şimdi tersinden bir mağduriyet tabii ki yaşanmamalı. Andıç vahşetine andıçla cevap verilmez. Medyatik linçe medyatik linçle mukabele edilmez.O yüzden medya, özellikle de bir dönem mağduriyet yaşayan medya, hukuk çerçevesini aşmamalı. Hakkaniyet ve adalet her suçlunun bizzat hesap vermesine bağlı. Bu süreci somut deliller eşliğinde soğukkanlı bir yaklaşımla takip etmek şart.”
***
Benim kanaatim, bilerek ve isteyerek bu hukuk dışı operasyonun veya organizasyonun parçası olan kişilerin hukuk önünde hesap vermesi gerektiğidir. Elbette kabahati, ihmali, ayıbı olan kesimler var. Bunlar ‘suç’un parçası haline getirilerek, ‘suç’un niteliğini küçültülmemeli, önemsizleştirilmemeli...
Örneğin siyasetçi, darbeyi alkışlamış ve çanak tutmuşsa, siyaseten mahkum edilmeli. Ama bu destek illegaliteye fiili destek haline dönüştüyse ortada siyasi değil hukuki bir sorun vardır. Siyasetçi elbette iktidarı devirme amacı taşır. Ama bu amacı, seçimle değil de, askerin süngüsünü devreye sokarak, illegal ve antidemokratik yollarla gerçekleştirmeye çalışırsa, bu bir siyasi faaliyet olmaz, tam aksine darbeye iştirak olur.
Bazen ‘teşvik’ meşru sınırları aşarak ‘azmettirme’ye dönüşebilir. ‘Yürüyün aslanlarım’ diye müdahalecileri teşvik eden medya mensubunun günahı, belki de iradesi ve isteği olmadan talimatı yerine getiren bir askerden daha fazladır. Çünkü, asker hiyerarşiyle hareket eder, verilen emri sorgulamadan yerine getirir. Ama medya mensubu, kendi iradesiyle ve taammüden bu sürecin parçası haline gelir. Darbeci zihniyetle hesaplaşmadan ve ciddi bir zihinsel dönüşüm gerçekleşmeden darbeler önlenemez.
28 Şubat, büyük bir suç, günah ve ayıp ortaya koymuştur. Failler, destekçiler ve alkışçılar bunlardan bazılarının vebalini taşımaktadır.
Bu arada düşülmemesi gereken bir hata da, işbirlikçiler ile maslahatı ve teenniyi takip eden mağdurları aynı kefeye koymamaktır.
Ne Abdullah Gül, ne Necmettin Erbakan, ne Fethullah Gülen... Darbenin mağduru olan bu gibi şahsiyetleri darbenin parçası gibi takdim etmek, darbenin kendisi kadar büyük bir cinayet olur.
Savunma hattına çekilenlerle, saldırı timinde yer alanlar bir olamazlar.
Bu süreçte de kimi yüzleşme yapacaktır, kimi muhasebe, kimi hesaplaşma... Merhum Erbakan’a düşen muhasebe yapmak, nerede doğru nerede yanlış yapıldığını anlamaya çalışmaktı. O gün öfkesini içine gömen insanlar her zaman için büyük bir hesaplaşmayı arzulamışlardır.
Bugün toplum olarak bir yüzleşme, bir arınma yapmak durumundayız. 28 Şubat sürecinde sesini yükseltemeyenlerden, askeri vesayete alkış tutanlara kadar herkesin çıkarması gereken dersler var. 12 Eylül darbesini kahramanlık destanı gibi algılayanların da, 1983 Anayasası’nın yüksek oyla geçmesini sağlayanların da bir yüzleşme ve muhasebe içine girmesi gerekiyor. Darbenin yargılanması sürecinde herkes dersler çıkaracaktır, ama bu sürecin sağlıklı işlemesi de herkese ayrı bir ders verecektir.
Ali Bayramoğlu’nun 28 Şubat konusundaki ve askeri vesayetle ilgili hassasiyeti herkesin malumu. Bayramoğlu soruşturmanın kapsamını şöyle özetliyor: “Kimilerinin yaptığı kanun önünde suçtur. Kimilerininki etik ve ahlaki kabahattir. Bir başkasınınki yüz kızartıcı siyasi tutum ya da angajmandır... Hiçbir sorumluluk geçiştirilmez, her biri yaptırım, ifşa ve tartışma gerektirir.”
Sürecin kararlı ve cesurca işlemesi mutlak şart. Ama adaleti ve merhameti kaybetmemek de elzem... Yanlış yapanları yargılayanlar benzer yanlışlara tevessül edemezler. Çünkü yüzleşme isteyen kesimler ahlaki ve vicdani kriterleri baştacı eden, intikamı değil, adaleti arayan kesimler...
Ekrem Dumanlı’nın dünkü yazısındaki şu uyarılar, bu yüzden çok önemli: “Şimdi tersinden bir mağduriyet tabii ki yaşanmamalı. Andıç vahşetine andıçla cevap verilmez. Medyatik linçe medyatik linçle mukabele edilmez.O yüzden medya, özellikle de bir dönem mağduriyet yaşayan medya, hukuk çerçevesini aşmamalı. Hakkaniyet ve adalet her suçlunun bizzat hesap vermesine bağlı. Bu süreci somut deliller eşliğinde soğukkanlı bir yaklaşımla takip etmek şart.”
***
Benim kanaatim, bilerek ve isteyerek bu hukuk dışı operasyonun veya organizasyonun parçası olan kişilerin hukuk önünde hesap vermesi gerektiğidir. Elbette kabahati, ihmali, ayıbı olan kesimler var. Bunlar ‘suç’un parçası haline getirilerek, ‘suç’un niteliğini küçültülmemeli, önemsizleştirilmemeli...
Örneğin siyasetçi, darbeyi alkışlamış ve çanak tutmuşsa, siyaseten mahkum edilmeli. Ama bu destek illegaliteye fiili destek haline dönüştüyse ortada siyasi değil hukuki bir sorun vardır. Siyasetçi elbette iktidarı devirme amacı taşır. Ama bu amacı, seçimle değil de, askerin süngüsünü devreye sokarak, illegal ve antidemokratik yollarla gerçekleştirmeye çalışırsa, bu bir siyasi faaliyet olmaz, tam aksine darbeye iştirak olur.
Bazen ‘teşvik’ meşru sınırları aşarak ‘azmettirme’ye dönüşebilir. ‘Yürüyün aslanlarım’ diye müdahalecileri teşvik eden medya mensubunun günahı, belki de iradesi ve isteği olmadan talimatı yerine getiren bir askerden daha fazladır. Çünkü, asker hiyerarşiyle hareket eder, verilen emri sorgulamadan yerine getirir. Ama medya mensubu, kendi iradesiyle ve taammüden bu sürecin parçası haline gelir. Darbeci zihniyetle hesaplaşmadan ve ciddi bir zihinsel dönüşüm gerçekleşmeden darbeler önlenemez.
28 Şubat, büyük bir suç, günah ve ayıp ortaya koymuştur. Failler, destekçiler ve alkışçılar bunlardan bazılarının vebalini taşımaktadır.
Bu arada düşülmemesi gereken bir hata da, işbirlikçiler ile maslahatı ve teenniyi takip eden mağdurları aynı kefeye koymamaktır.
Ne Abdullah Gül, ne Necmettin Erbakan, ne Fethullah Gülen... Darbenin mağduru olan bu gibi şahsiyetleri darbenin parçası gibi takdim etmek, darbenin kendisi kadar büyük bir cinayet olur.
Savunma hattına çekilenlerle, saldırı timinde yer alanlar bir olamazlar.
Bu süreçte de kimi yüzleşme yapacaktır, kimi muhasebe, kimi hesaplaşma... Merhum Erbakan’a düşen muhasebe yapmak, nerede doğru nerede yanlış yapıldığını anlamaya çalışmaktı. O gün öfkesini içine gömen insanlar her zaman için büyük bir hesaplaşmayı arzulamışlardır.
Bugün toplum olarak bir yüzleşme, bir arınma yapmak durumundayız. 28 Şubat sürecinde sesini yükseltemeyenlerden, askeri vesayete alkış tutanlara kadar herkesin çıkarması gereken dersler var. 12 Eylül darbesini kahramanlık destanı gibi algılayanların da, 1983 Anayasası’nın yüksek oyla geçmesini sağlayanların da bir yüzleşme ve muhasebe içine girmesi gerekiyor. Darbenin yargılanması sürecinde herkes dersler çıkaracaktır, ama bu sürecin sağlıklı işlemesi de herkese ayrı bir ders verecektir.