24 Nisan 2012 Salı

Akademik camia ve darbeler / Mahmut Akpınar

Genelleme yapmak ve herkes için aynı şeyi söylemek mümkün değil elbette ancak akademisyenler kendilerini çok önemserler.
 
Toplumda, cemiyette dikkate alınmak isterler. İlgili ilgisiz kendilerine danışılmasından memnun olurlar. Pek çok akademisyen uzmanlık alanı olmayan konularda da ahkâm kesmeyi sever. Bu nedenle akademisyenler kolay kolay "bilmiyorum", "alanım değil!" diyemezler. Akademisyenlerin piri sayılabilecek İmam-ı Azam'ın kendisine sorulan 10 sorudan 9'una "bilmiyorum" demesini hatırlayınca burada bir problem olduğu ortaya çıkıyor.

Akademisyenler arasında, akademik unvana göre bir kast sistemi vardır. Pek çok güçlüğü aşarak o unvanı aldıklarından olsa gerek, unvanlarını pek önemserler. Halkla, "avam"la ayrık durmayı tercih ederler. Geride bıraktıkları unvanlardaki akademisyenlere karşı da tepeden bir bakışları vardır. Akademik camiada olmaması gerektiği halde, prosedürleri, protokolleri, merasimleri severler. Akademisyenler hayata, topluma katkılarını dikkate almaksızın, kendilerini hayatın merkezinde, "önemli", "vazgeçilmez" kimseler olarak algılarlar.

Peki, gerçekte akademisyenlerin etkinliği, toplum içindeki özgül ağırlığı nedir? Türk toplumunda akademisyenler "vazgeçilmez", "olmazsa olmaz" insanlar mıdır? Hayata, topluma katkıları nedir? Yoksa akademisyen camiası halktan uzak, hayatın pratiklerinden kopuk, korunaklı kalelerde mi yaşamaktadırlar? Üniversiteler sadece teoriler geliştirmek, teorik bilgiler üretmek için değil; toplumu aydınlatmak, eğitimli insan ihtiyacını karşılamak, hayata dair problemlere çözümler üretmek ve bu çözümleri tatbik edilebilir kılmak için vardırlar.

Bizdeki üniversitelerin ne kadar teorik bilgi ürettikleri, bilim dünyasına hangi katkıları sağladıkları tartışılabilir. Ancak bizde akademik camia hayattan, sokaktan, sanayiden, üretimden, iş dünyasından, pratiklerden kopuktur. Eğittikleri insanlar diplomalarını aldıktan sonra hayata ve mesleklerine intibak için ciddi bir zamana, deneyime ihtiyaç duyarlar. Bilimsel çalışmalar arasında özgün, literatüre katkısı olan makaleler oldukça sınırlıdır. Bizde akademisyenler genelde Batı'da üretilenlerin rivayetleriyle uğraşırlar. Akademisyenler bazen ilmin izzetini korumayı, müstağni olmayı, "halka tepeden bakma", "başkalarını küçümseme" şeklinde anlayabilmektedirler.

Akademik bağımsızlık ve herkese ve her şeye rağmen doğruların arkasında durabilme konusunda akademik camiamız büyük sınavlar vermiş ve hemen hepsini kaybetmiştir.

Son günlerde gündemde olan ve her kesimin "bana da (b)ulaşır mı?" diye endişe ettiği 28 Şubat sürecinde irdelenmesi gereken kesimlerden birisi de akademik camia ve üniversitelerdir. O dönemde üniversite kampüsleri yasakların en katı uygulandığı kışlalara, rektörler-dekanlar birer inzibata dönüşmüştü. İrticacı avlarının sürek halinde yapıldığı yerlerin başında üniversiteler geliyordu. Militer anlayışa arka çıkanların, "Kemalizm"i toplum üzerinde sopa gibi kullananların, mevhum rejim tehdidi üzerinden toplumu hizaya çekenlerin arkasında profesörler uygun nizam vaziyetindeydi. Entelektüel vicdana sahip olması gereken, aydın sorumluluğunu taşıması gereken hocalar, akademisyenler yaşanan hukuksuzluklar, mağduriyetler karşısında gerçekleri kısık sesle dahi haykıramadığı gibi; askerlerin, cuntacıların arkasında saf tutmuş, planlı ve provokatif eylemlerin içinde cübbeleriyle yer almışlardır.

1960 ve 1980 darbelerinin meşrulaştırılması, darbe anayasalarının hazırlanması akademisyenler tarafından yapılmıştır. Duayen hukukçulardan, akademisyenlerden darbecilere ve darbe anayasalarına aykırı ses çıktığını bilmiyoruz. Özgürlükler konusunda akademik camia ilkeli ve tutarlı ol-a-mamıştır. Olaylara genellikle devletçi ve ideolojik yaklaşılmıştır. Üniversite yönetimleri var olan haksızlıklara ve hukuksuzluklara başkaldırmak, itiraz etmek yerine, yasakları meşrulaştırmış, hak ihlallerinin bizzat uygulayıcısı olmuşlardır.

Akademik camia yıllarca rejimin, resmî söylemlerin arkasında durdu, bilimle bağdaşmayan dogmaların savunuculuğuna soyundu. Ama sosyal bilimlerde gelişmeleri ıskaladı, dünyayı okuyamadı. Tabii bilimlerde taklidin ötesine geçemedi; dikkate değer şeyler üretemedi. Üretenler genelde Türkiye'deki üniversitelerin ortamından kurtulup Batı üniversitelerine sığınanlar arasından çıktı. Tarihimizde çok önemli ve saygın bir yeri olan ilmiye sınıfı olağanüstü dönemlerde, darbe süreçlerinde maalesef hep sınıfta kaldı.

Türk akademisyenlerin son 50-70 yılda ortaya koyduğu ciddi bir çalışma göstermek sanıyorum pek mümkün değildir. Ancak pek çok krizde, siyasi bunalımda, otoriterliğin meşrulaştırılmasında, darbelerin hazırlanmasında, özgürlükleri kısıtlayan düzenlemelere destek vermede hep önde oldular. Bilim adamlarını makaleleriyle, fikirleriyle, ürettikleriyle bilim mahfillerinde pek göremedik; ama cübbeleriyle miting meydanlarında, garnizonlarda, brifing salonlarında çok gördük.

28 Şubat sürecinin, darbelerin sorgulandığı şu günlerde akademik camianın da kendisini sorgulamasına, toplum-devlet-hukuk denkleminde nerede durduğuna bakmasında yarar var.