29 Haziran 2012 Cuma

29 Haziran 2012, Cuma

Haber :

Bazı basın ve yayın organlarında çıkan haber.

Açıklama:
1.   Bazı basın ve yayın organlarında, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu 1960 Darbesi Alt Komisyonunca, 10’uncu Genelkurmay Başkanı (E) Org. M.Rüştü ERDELHUN’a rütbelerinin iade edilmesi yönünde talepte bulunulacağına ilişkin habere yer verilmiştir.
2.   10’uncu Genelkurmay Başkanı (E) Org. M.Rüştü ERDELHUN, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra görevden alınmış, 03 Temmuz 1960 tarihinde emekliye ayrılmış, yargılanması neticesinde 15 Eylül 1961 tarihinde Yüksek Adalet Divanının kararı ile “Anayasa’yı İhlal” suçundan ölüm cezasına çarptırılmış, aynı gün, cezası müebbet ağır hapis cezasına çevrilmiştir.
3.   24 Nisan 1963 tarihinde, 1793 sayılı üçlü kararname ile rütbesi alınarak er statüsüne düşürülmüştür.
4.   22 Eylül 1964 tarihinde, hastalık nedeniyle Cumhurbaşkanı Cemal GÜRSEL tarafından affedilerek serbest bırakılmıştır.
5.   (E) Org. ERDELHUN, 20 Ekim 1966 tarihinde Gnkur.Bşk.Org. Cemal TURAL’a hitaben gönderdiği mektupta, 09 Ağustos 1966 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 780 sayılı Af Kanunu gereği rütbesinin iade edilmesini talep etmiştir. Talebi, Gnkur.Bşk.lığınca uygun görülmüş ve rütbesinin iade edilmesine ilişkin hazırlanan kararname, imzalanmak üzere 17 Aralık 1966 tarihinde MSB.lığına gönderilmiştir.
6.   MSB.lığınca 23 Aralık 1966 tarihinde Gnkur.Bşk.lığına gönderilen yazıda, talebin uygun görüldüğü, muvazzaf statüye geçirilmesi hariç, personele diğer haklarının geri verileceği bildirilmiştir.
7.   (E) Org. ERDELHUN’a rütbesi 9 (dokuz) generalle birlikte, 06 Şubat 1967 tarihinde 4971 sayılı üçlü kararname ile iade edilmiş ve tekrar emekli orgeneral rütbesiyle yedek subay statüsüne alınmıştır.

İki muvazzaf subayın evinde arama yapılıyor

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, ''Askeri casusluk'' iddialarına yönelik başlatılan soruşturma kapsamında, Eskişehir'de iki muvazzaf subayın evinde arama yapılıyor.

Soruşturma çerçevesinde muvazzaf asker E.T'nin Bahçelievler Mahallesi İstanbul Sokak'taki evinde arama yapan emniyet güçleri, bazı evrak ve bilgisayarlara el koydu.
Aynı mahalledeki Namık Kemal Sokak'ta ikamet eden muvazzaf subay E.K'nin evinde de arama yapıldığı bildirildi.
Aramaların tamamlanmasının ardından, subayların sorgulanmak üzere İzmir'e götürüleceği kaydedildi.

ORG. BÜYÜKANIT ELAZIĞ'I FİŞLETMİŞ

Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı, Elazığ, fişleme

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla verdiği emir gereğince Elazığ'ı fişlediği iddia edildi.

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, fişleme raporlarına ulaşıldı. Büyükanıt'ın Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla 2005 yılında verdiği emir gereğince Elazığ ile ilgili hazırlanan raporlarda; vali, emniyet müdürü, bürokratlar, AK Parti mensupları, ilin önde gelen aileleri, aşiretler, işadamları, şirket sahipleri, STK temsilcileri ve kanaat önderleri “Milli Görüşçü”, “AKP çizgisinde”, “eşi türbanlı”, “Kürtçü”, “sol görüşlü”, “Ermeni asıllı”, “devlet yanlısı”, “misyonerlik yapıyor”, “İslamî kimliğini ön plana çıkarıyor” şeklinde fişlenmiş. Raporlarda Erdoğan'a da Başbakan olmadan önce “Mercedes marka otomobil hediye aldığı” iftirası atılmış.

20 Nisan 2005 ve 28 Mart 2005 tarihli raporların altında 3. Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Raif Akbaş (şu an Korg. rütbesiyle 2. Kolordu Komutanlığı görevinde), 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Nusret Taşdeler (İnternet Andıcı davası tutuklusu) ile 8. Kor. K'lığı İsth. Ve İKK. Ş. Md. Kurmay Albay Mustafa Çolak'ın imzası bulunuyor. Elazığ ile ilgili kendisine ulaşan bazı bilgilerin araştırılması talimatını veren Büyükanıt'a sunulan raporda, ilin nüfusunun yüzde 31'inin Türk, yüzde 69'unun ise Kürt ve Zazalardan oluştuğu belirtiliyor. “Şu anda tüm devlet dairelerinde Kürtçe bir anadil gibi olmuştur” iddiasının araştırıldığı raporda, “Milli Görüş taraftarı” olarak nitelendirilen AK Parti İl Başkanı Nurettin Kılınç'ın “Kürtçe ve Zazaca konuşmayan hiç kimse il yönetiminden hiçbir şey istemesin” ifadesini kullandığı öne sürüldüğü, ancak Kılınç'ın bu ifadesini ve eylemini doğrulayan bilginin elde edilemediği kaydediliyor.

“KÜRTÇÜ” DENİLEN VALİ “ÜLKÜCÜ” ÇIKMIŞ

“Hükümetin adamı gibi hareket etmektedir. Şu ana kadar görülen en tehlikeli kadro bu kadrodur” şeklinde kendilerine ihbar edilen dönemin Elazığ Valisi Kadir Koçdemir'le ilgili gerekli araştırmaların yapıldığının belirtildiği raporda, “Elazığ Valisi'nin daha önce görev yaptığı yerlerde halk tarafından sevilen, çalışkan ve Ülkücü görüşü benimseyen bir kişi olarak tanındığı öğrenilmiştir” deniliyor. Raporda, 17 Şubat 2005 tarihine kadar Elazığ İl Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten Hüseyin Namal'dan ise, “Eşi türbanlıdır, sosyal etkinliklere ve törenlere eşi ile birlikte katılmamaktadır. Polis memurlarının ağızlarını koklayarak alkollü içki içip içmediklerini kontrol eden bir yapıda olduğu” şeklinde bahsedilmiş.

“TOPRAKLAR İSRAİL'E SATILDI” İDDİASI FOS ÇIKMIŞ

Raporda ayrıca Elazığ köylerinde çok büyük arsa ve arazilerin, başta İsrail olmak üzere yabancılara satıldığına ilişkin hiçbir istihbari bilginin kendilerine ulaşmadığı vurgulanıyor. Düzenli olarak yapılan Müşterek İstihbarat Koordinasyon toplantılarında konunun gündeme gelmediği dile getiriliyor.

YANILMAZ İÇİN DE “ERMENİ” DEMİŞLER AMA...

Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na sunulan raporda, “Necmettin Erbakan'ın en güvendiği şahıslardan biri” olarak tanımlanan ve “Elazığ'da Kürt nüfusu oluşturmaya çalışmakla” suçlanan Elazığ eski Belediye Başkanı Hamza Yanılmaz'la ilgili de gerekli araştırmaların yapıldığı, Yanılmaz'ın “Ermeni kökenli olduğuna dair herhangi bir bilginin bulunmadığı” anlatılıyor. AK Parti'den milletvekili seçilen Yanılmaz, geçtiğimiz yıl vefat etmişti.

“KÜRTÇÜLÜK FİKRİNİ SAVUNURLAR ANCAK...”

Rapordaki dikkat çekici diğer fişlemeler de şöyle: DYP eski Milletvekili Ali Rıza Septioğlu'nun reisliğini yaptığı Septioğlu aşireti: “Septioğlu ailesi, Elazığ İli ile Palu, Kovancılar ve Alacakaya ilçelerinde şeyh olarak tanınmakta ve halk tarafından kendilerine saygı duyulmaktadır. Kürtçülük fikrini savunurlar. Ancak sürekli olarak sağ görüşü benimseyen siyasi partileri desteklemekte ve halk arasında devlet yanlısı olarak ifade edilmektedirler.”

“BÜROYA AYAKKABILARINI ÇIKARARAK GİRİYORLAR”

¥ “Elazığ İl Sağlık Müdürü Kanuni Keklik: Elazığ'da bulunan hastahaneler ve sağlık ocaklarında görev yapan bayan doktor, hemşire ve hizmetlilerden türban takanlar hakkında yasal işlem yapmadığı, bu kişilere sıcak baktığı öğrenilmiştir.

¥ AK Parti Elazığ Milletvekili Abdülbaki Türkoğlu: Milli Selamet Partisi'nin önde gelen isimlerinden olduğu, icraatlarında sürekli olarak İslamî kimliğini öne çıkardığı, Elazığ halkı arasında devlet yanlısı olarak tanındığı öğrenilmiştir.

¥ Avukat İbrahim Gök: Söz konusu şahıs, halk arasında AKP çizgisinde ve dindar bir avukat olarak tanınmaktadır. Vatandaşlar bu şahsın bürosuna ayakkabılarını çıkararak girmektedir. GÖK, Elazığ Müslüman İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanlığı'na seçilmiş ve halen bu görevi yürütmektedir.

¥ Sağlık alanında çalışan Ali ve Sabrina Şekerlisoy çifti: Ailenin sol görüşü benimsediği, Ali Şekerlisoy'un Ermeni asıllı, eşinin Süryani olduğu, bu ailenin Ermeni lobisi, misyonerlik ve Süryanilere finansörlük yaptığı şeklinde halk arasında yaygın bir kanaat olduğu öğrenilmiştir.

¥ Beritan aşiretinin önde gelen ismi Hamza Sorgucu: Sorgucu'yla ilgili olarak halk arasında terör örgütüne sempati duyan birçok aşiret mensubunun bu şahsın yakın çevresinde bulunduğu yapılan son genel seçimlerden sonra mali durumunun bozulduğu konuşulmaktadır.”
buyukanitfisleme_elazigfisl.jpg

Kayıp pilotlarla ilgili çarpıcı tespit

Suriye'nin vurduğu Türk uçağındaki pilotları arama çalışmaları 8. gününde devam ediyor. Pilotlara ait kask ve postallar bulunmuştu. Deneyimli savaş pilotları, uçağın kokpitindeki metalin erimiş olmasına rağmen kask ve postalların sağlam bulunmasının pilotların atladığına işaret ettiğini söylüyor. Pilotlara göre bu tür kaskların kafadan çıkması kolay değil, aynı şey postallar için de geçerli.
Suriye’nin vurduğu RF-4 keşif uçağımızın pilotları Yüzbaşı Gökhan Ertan ve Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy’u arama çalışmaları sürüyor. Uçağın düşmesinden bu yana 8 gün geçmiş olmasına karşın henüz pilotlarımıza ulaşılamadı. Genelkurmay Başkanlığı, dünkü açıklamasında, “Arama ve kurtarma çalışmaları esnasında pilotlarımıza ait bazı malzeme ve uçağa ait bazı parçalar bulunmuştur” dedi.

2 KASK, 4 POSTAL

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün Ahmet Hakan’ın CNN-Türk’teki Tarafsız Bölge programında gazetecilerin sorularını yanıtlarken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da hazır bulunduğu brifingde kendisine, “Pilotlarımıza ait 2 kask ve 4 postalın bulunduğu”nun aktarıldığını söyledi.
Kılıçdaroğlu, kendilerine, bulunan postallardan birinin fotoğrafının da gösterildiğini belirtti. Ayrıca pilotların oturduğu bölüme (kokpit) ait bir parçadan, yüksek ısı nedeniyle bu bölümün eridiği sonucuna varıldığının da ifade edildiğini kaydetti.
Gazeteciler Kılıçdaroğlu’na, fotoğrafını gördüğü postalın sağlam olup olmadığını sordu. Kılıçdaroğlu, “Gayet sağlam, bütün bir postaldı” karşılığını verdi.
“Kokpitin metalini eritecek kadar yüksek bir ısı, nasıl olup da pilotların kasklarına ve postallarına zarar vermemiş” sorusunu ise “Orasını bilemiyorum” diye yanıtladı.

'PARAŞÜTLE AŞAĞI İNERKEN POSTALLARI VE KASKI ATARSINIZ'

Hürriyet’ten Uğur Ergan'a konuşan Askeri havacılık uzmanı emekli hava korgeneral Erdoğan Karakuş, uçağın pilotlarından birisine ait olduğu belirlenen kaskın denizde bulunduğunun açıklanmasını önemli buldu. Karakuş, havacılıkta verilen “Kurtulma ve kaçma eğitimi”yle ilgili şunları anlattı: “Askeri havacılıkta kural şudur: Uçak düşerken koltuğu fırlatarak kurtulmuşsanız, paraşütle aşağıya inerken, postalları ve kaskı kademeli atarsınız. Çünkü postal ve kaskla hem rüzgarın esiş yönünü, ki bu paraşütle iniş için çok önemlidir, hem de bulunduğunuz yüksekliği tahmini göz hesabıyla ölçmeniz açısından önemlidir. Koltuk sizi fırlattığında, RF 4’lerde vücut ağırlığının yaklaşık 25 kat ağırlığını üzerinize yersiniz. Bu belinizde ciddi bir zedelenmeye, hatta bel kırılmasına bile yol açabilir. En son bir postalı bırakarak deniz seviyesinden 3-4 metre yükseklikte olduğunuzu anladığınızda, paraşütün iplerini salıp denize iniş yaparsınız. Denize indikten sonra üzerinizde ağırlık yapan şeylerin kalmaması lazım. Bu nedenle postal ve kask atılarak ölçüm yapılması istenir.”

PİLOTLARIMIZIN ATLADIĞINI GÖSTEREN İŞARET
Kokpitteki metalin erimiş olmasına karşın 2 kask ve 4 postalın bulunması neyin işaretidir?
Milliyet Gazetesi yazarı Fikret Bila, görüştüğü deneyimli savaş uçağı pilotlarına bu soruyu sordu ve şu karşılığı aldı:
“Bu, pilotlarımızın atladığını gösteren en önemli işarettir. Çünkü bize, arama-kurtarma eğitimi sırasında atladığımızda önce kaskımızı ve botlarımızı çıkarmamız öğretilir. Eğer 2 kask ve 4 postal sağlam bulunduysa bu atlama işareti olarak yorumlanabilir.”

KASK KAFADAN KOLAY ÇIKMAZ
“Patlamanın etkisiyle kask ve postallar fırlayıp çıkmış olamaz mı?” sorusuna deneyimli pilotlar şu yantıı verdi:
“Bu kaskların, kafadan kolay kolay çıkması mümkün değildir. Her pilotun kaskı kafasına göre özel yapılmıştır. Ölçü alınır. Aradaki boşluklar dahi köpükle doldurulur ki, kask kafada oynamasın. Çene altında da güçlü bir kilitle kilitlenir. Pilot, bu kilidi açarak kaskını kendisi çıkarmadığı sürece kafasından fırlaması mümkün değildir, diyebiliriz. Allah korusun, ancak patlamayla kafanın kopması gibi bir facia söz konusu değilse kask fırlayıp çıkmaz ki, böyle bir durumda da bulunan kaskta, baş bölgesine ait parçalar, deri ve doku parçalarının bulunmuş olması gerekir.
Aynı şey postallar için de geçerlidir. Pilotların giydiği postallar, özel bir bot türüdür. Onların da kilidi vardır. Çıkmaları değil çıkarılmaları kolaydır. Pilot, kilidi açıp fermuarlarından kolayca çıkarabilir ama kendiliğinden çıkması çok zordur, ola ki patlamayla ayaktan veya bacaktan kopma meydana gelmiş olsun. Bu durumda da botların içinde yine parçalar, deri, doku olması gerekir. Kasklar da postallar da ağırdır. Bir kask, yaklaşık 1 kilo 200 gram, her bir postal da yaklaşık 1 kilo ağırlığındadır. Pilotla gömülmeleri halinde de ayrılıp, yukarı çıkmaları kolay değildir.”

70x23 milkare alan tarandı

Malatya'dan havalandıktan bir süre sonra Hatay'ın güneybatısında deniz üzerinde Suriye tarafından düşürülen Türk askeri uçağındaki pilotların bulunması için yürütülen arama çalışmaları havadan ve denizden 7 gündür aralıksız sürüyor. Arama çalışmaları ile ilgili Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinde şu açıklama yapıldı:
Doğu Akdeniz'de, uluslararası hava sahasında, Suriye tarafından düşürülen Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait RF-4 uçağıyla temasın kesilmesinin ardından başlatılan arama kurtarma faaliyetlerine her gün 1 fırkateyn, 1 hücumbot, 1 karakol gemisi, 2 sahil güvenlik botu, CN-235 tipi bir uçak ve dört arama kurtarma helikopteri katılıyor.
26 Haziran'dan itibaren Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ait hidrografi gemisi de bölgede derin su aramasına başladı.
Bugüne kadar 70x23 milkarelik bir alan tarandı pilotlara ait bazı malzeme ile uçağa ait bazı parçalar bulundu ancak pilotlara ve uçağın enkazına henüz ulaşılamadı.
Ortalama derinliği 1260 metre olan arama bölgesinde, hidrografi gemisinin dışında başka bir gemi bulunmasına dair çalışmalar Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı ile koordineli olarak sürdürülüyor.

Özgürlük hâkimi geliyor

Erdoğan'ın hukukçu kurmayları ile yaptığı toplantıda, tutukluluk, teknik takip gibi kararların "özgürlük hâkimi" tarafından verilmesi, komutanlara soruşturma izninin başbakana bağlanması benimsendi.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın hukukçu kurmayları ile yaptığı toplantıda iki önemli konu ön plana çıktı. Tutukluluk, gözaltı, teknik takip gibi kararların "özgürlük hakimi" tarafından verilmesi, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları için soruşturma ve kovuşturma açılması için başbakan izni aranması yönünde çalışma yapılması benimsendi. Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM) kaldırılmasından sonra yerine nasıl bir model konulabileceğinin masaya yatırıldığı toplantıda yeni sisteme geçildiğinde bir aksaklık çıkmaması için neler yapılabileceği ele alındı. Masaya gelen öneriler arasında "özgürlük hakimi" modeli de yer aldı. Bu modele göre arama, tutuklama, gözaltı, teknik takip, telefon dinleme, tutukluğa itiraz gibi kişisel hak ve özgürlükleri sınırlandıran kararlar için tek hakim görevlendirilecek. Bu hakime "özgürlük hakimi ya da temel hak ve özgürlükler hakimi" ismi verilecek.

ERDOĞAN'A SUNULACAK
Başbakan Erdoğan ve kurmayları yaptıkları toplantıda özgürlük hakimi modelini uzun uzun tartıştı. ÖYM'ler için oluşturulan komisyonun bu konuda çalışma yapması benimsendi. Komisyon çalışmasını yapıp Erdoğan'a sunacak ve son karar verilecek. Mevcut sistemde özel yetkili mahkemelerin dinleme, teknik takip gibi kararlarını aynı ildeki nöbetçi özel yetkili mahkeme, diğer dinleme kararlarını da yine aynı ildeki nöbetçi asliye ceza mahkemesi veriyor.

ASKERE İZİN Önceki
gün yapılan toplantıda, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının yargılanmasına ilişkin özel hükümler getirilmesi de masaya yatırıldı. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları için MİT benzeri bir modelin hayata geçirilmesi konusunda görüş birliğine varıldı. Buna göre komutanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma açılması için başbakanın izni gerekecek. Emniyet Müdürü başta olmak üzere bazı üst düzey bürokratlar için de izin sistemi getirilmesi gündemde. Ergenekon ve Balyoz gibi devam eden davaların ÖYM'lerin kaldırılmasından etkilenmemesi için gerekli düzenlemeler de yapılacak. Bu davalara bakan mahkemelerin karar verilene kadar görevlerini sürdürmesi sağlanacak.

AK Parti nabız tuttu
3. yargı paketi kapsamında özel yetkili mahkemeler ile ilgili düzenlemeler yapmaya hazırlanan AK Parti, muhalefetin nabzını tuttu. AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, CHP, MHP ve BDP gruplarını ziyaret ederek, "Biz ÖYM'ler konusunda değişiklik yapmak konusunda kararlıyız. Siz ne diyorsunuz" diye sordu. CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, CHP olarak bu konuda kanun teklifi verdiklerini belirterek, ÖYM'lerin kaldırılması gerektiğini belirtti. CHP'nin ÖYM ile ilgili yasa teklifi Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 250, 251 ve 252'nci maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını öngörüyor. Ünal'ın ziyaretinde MHP, "Devletin güvenliğini tehdit eden konular devam ettiğine göre bu mahkemelere de ihtiyaç var. Tümüyle kaldırmak yerine aksayan taraflarının düzeltilmesi lazım" yanıtı verdi. BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan ise,"Tabi ki kaldırılmasını istiyoruz. Yerine başka mahkeme de olmasın" dedi.

Yargılamalarda kaos endişesi

Özel yetkili mahkemelerle ilgili yapılması planlanan düzenlemenin yargıda kaosu da beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemel. 'Darbe/darbeye teşebbüs' suçlamasıyla 'terör' suçlamasını birbirinden ayırmanız hukuki anlamda mümkün görünmüyor. Zira, 'darbeye teşebbüs'ten yargılananların büyük bir kısmı aynı zamanda 'terör' suçlamasıyla da karşı karşıya bulunuyor.
 
AK Parti hükümetinin, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 250. maddesiyle özel yetkili mahkemeleri kaldıran düzenlemeyi 3. yargı paketine koyması gündemde. Meclis'in 1 Temmuz'da tatile girmesinden önce geçmesi planlanan bu yasa değişikliği hem darbe davaları hem de 'örgütlü suçlarla' mücadele anlamında milat olacak. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili el değiştirme ve tahliyeleri getirecek olan bir düzenleme bu yargı süreçlerine dışarıdan yapılabilecek en ağır müdahale olacak. Örgütlü suçlarda yargılama birliği, bütünlüğü sağlayan yasa maddesi kalkınca dosyaların parçalanması gündeme gelecek. Bu bölünme, hem yargılanan bürokratlar hem de suç tipleri açısından olacak. İnternet andıcı davası da bu anlamda ciddi bir örnek. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un dosyasının ayrılıp Yüce Divan'a gitmesi ihtimali doğacak. Davanın başı ve gövdesi ayrı mahkemelerde yargı konusu olacak. 'Darbe' ve 'terör' gibi iki suçtan yargılanan bir örgütün hangi mahkemede yargılanacağı tartışma doğuracak.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, yeni düzenlemeyle CMK 250 ile yetkili mahkemeler kaldırılacak. Örgütlü suçlardan sadece TCK 314'üncü madde ve Terörle Mücadele Kanunu'ndaki suçlar için 'bölgesel terör mahkemesi' kurulacak. Bunun dışındaki suçlar normal ağır cezanın görev alanına girecek. Bu süreç yeni bir kaosun habercisi. Çünkü CMK 250 ile yetkili mahkemelerde, 'cebir ve şiddet' yöntemine başvurularak işlenen 'terör, uyuşturucu ve çıkar amaçlı suç örgütleri' yargılaması yapılıyor. 'Bölgesel terör' mahkemesi ise sadece 'silahlı örgüt' başlıklı TCK'nın 314'üncü maddesi ve Terörle Mücadele Kanunu'na ilişkin özel yargılama yapacak. Onun dışındaki yine devletin güvenliğine ilişkin TCK'nın 309, 311, 312'nci maddeleri başta olmak üzere çok sayıda suç ise normal ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girecek. İşte asıl sorun burada baş gösterecek. Anayasal düzene ilişkin suçlar (darbeye teşebbüs) ile terör suçları temelde iç içe olan suçlar. Yani darbeyi, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunu terörden ayırmak mümkün değil. Şu anda Ergenekon sanıklarının birçoğu hem 'terör' hem de 'darbeye teşebbüs' suçundan yargılanıyor. Hatta bazı sanıklar sadece 'terör örgütü üyeliği' iddiasıyla hesap veriyor.

HANGİ DAVAYA HANGİ MAHKEME BAKACAK?

Mevcut sistemde (ÖYM) sorun çıkmıyor, çünkü iki suç da aynı mahkemenin görev alanında. Yeni düzenleme ile 'darbe/darbeye teşebbüs' ve 'terör' ayrı mahkemelerin yargı konusu olacağı için hangi mahkemenin yargılama yapacağı sorun teşkil edecek. Terör boyutu bölgesel terör mahkemesine, darbe boyutu ise normal mahkemeye mi gönderilecek? Öyle ise bu durumda, dosyaları bölmek gerekecek. Dosyanın kafası bir yerde, kolu bir yerde, gövdesi ise daha başka bir yerde olacak.

İnternet andıcı davası bunun en önemli örneği. CMK 250 kalkarsa, İlker Başbuğ, Yüce Divan sıfatındaki Anayasa Mahkemesi'ne gitmek isteyecek. Diğer sanık avukatları ise dosyanın 'darbe' suçundan normal ağır cezaya gönderilmesini talep edecek. Savcı ise sanıkların aynı zamanda terör sanığı olduğu için 'bölgesel terör' mahkemesinde yargılama yapılmasını isteyecek. Bu şekilde bölünmüş darbe yargılamaları dönemi başlayacak. Süren davaların bölünüp parçalanması riskiyle beraber bundan sonraki süreçte özellikle siyasetçi, memur şüphelisi olan soruşturmaların 'izin' düzenlemesi ile akim kalması en büyük risk. Askerî bölgelere girmek, arama yapmak zorlaşacak. Bürokratlar izin verilinceye kadar süreç duracak, yargı ağır işleyecek. Daha en yakın zaman olan Temmuz 2010'da Balyoz davasında yakalama kararı çıkması sonucu 103 sanığın orduevlerinde saklandığı gerçeği var. CMK'daki yetkiler olduğu halde yargıya teslim olmadı sanıklar. Tüm bu örneklere bakıldığında yeni düzenleme yargıyı içinden çıkılması zor tartışmalarla, uzayan ve sonuca ulaşması zor olan soruşturma ve davalarla baş başa bırakacak.

12 Eylül'ün 5. duruşması

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen, 12 Eylül davasının 5. duruşması bugün görülüyor.

12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davanın beşinci duruşması başladı. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya Evren ve Şahinkaya katılmadı. Duruşmaya, sanıkların avukatları ile müdahiller, müdahil olma talebinde bulunanlar ve avukatlar katıldı.

Evren ve Şahinkaya, ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' suçundan yargılanıyor.
Davanın önceki duruşmasında mahkeme, sanıklar dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ile eş ve çocuklarının mal varlığının araştırılmasını istemişti.

'Vur fakat dinle' kabilinden... / Hüseyin Gülerce

Yarın Meclis'te bir sürpriz olacağı ve 3. Yargı paketi içinde Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili bir değişikliğe gidileceği söyleniyor. Başbakan Erdoğan, önceki gün bu konuda 3,5 saat süren bir toplantıya başkanlık etti.

Ortada, "ne oluyor?" dedirten garip bir durum var. Çünkü 3. ve 4. Yargı paketlerinde bu konunun yer almayacağı kesin bir dille ifade edilmişti. Sayın Bülent Arınç'ın ve Sayın Hüseyin Çelik'in tepkilerini unutmuş değiliz.

AK Parti, tabii ki Parlamento'da, görülen bazı aksaklıklar, noksanlar, yanlış uygulamalar için Özel Yetkili Mahkemeler için bir yasa değişikliğine gidebilir. Hatta Terörle Mücadele Kanunu'nun, bilhassa örgüt üyeliği ile ilgili maddelerinin ortaya çıkardığı haksızlıkların giderilmesi de ele alınmalıdır. Yargı birliğini sağlayacak düzenlemeler ise hepsinden önemli ve acildir.

Bizim şu aralar söylemek istediğimiz başka bir şey. Türkiye'nin vesayetten demokrasiye geçmesini isteyen büyük iradenin, haklı birtakım endişe ve kaygıları var. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini isteyen, 12 Eylül 2010'daki referandumda yüzde 58 ile demokratikleşmeye, özgürlüklerin genişletilmesine evet diyen iradeden bahsediyoruz. Bu iradede bugün kaygılar oluştu. Bu iradeyi sarsacak, umut kırıklığı doğuracak ve Ergenekonculara moral üstünlük verecek, onları "hâlâ güç bizde" şımarıklığına sevk edecek bir sonuçtan duyulan kaygıdır bu. Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı gibi davalarda toplu tahliyeler olmasının estireceği havayı bir düşününüz. Ha, şunu söyleyeyim. Bu davaların tutuklu sanıkları daha yıllarca içeride mi kalsın? Asla. Hatta çok hızlı bir yasa değişikliği ile tutukluluk süreleri kısaltılsın. Suçlu oldukları bile henüz kesinleşmemiş insanların, alacakları cezadan daha fazla tutuklu kalmaları, insafa da adalete de sığmaz. Ama bunu, darbe davalarını, casusluk davalarını, çete, şantaj davalarını itibarsızlaştırmanın malzemesi haline getirmeden yapmak lazım. Yargılanmaların akamete uğrayacağı, önümüzdeki Yüksek Askerî Şûra'da, TSK içindeki cuntacı yapılanmanın hayat öpücüğü alacağı bir tablodan kaygı duyuluyor.

Özel Yetkili Mahkemeler kapatılacak mı, yoksa birtakım değişikliklere mi gidilecek henüz belli değil. Tek tesellimiz, bu değişikliği çok isteyen çevrelere, adeta ateşli bir sözcülük eden "otonom güç" uzmanı Ali Bayramoğlu'nun dün yazdıkları. Şöyle diyor Sayın Bayramoğlu: "Meraklısı için hemen ekleyelim: Bu durumda, Ergenekon ve çeteleriyle mücadelenin zaafa uğrayacağı, 'makaranın geri saracağı' karşılığı olan bir iddia değildir. Böyle bir değişiklik pek çok kişinin iddia ettiği gibi sürmekte olan davaları etkilemeyecek, bu değişiklik yüzünden davalar düşmeyecek, özellikle tahliyeler gelmeyecektir." Sayın Bayramoğlu, bir bildiği var ki bu kadar kesin konuşuyor. Dileriz öyle olur...

Eski DGM'lerin, İstiklal Mahkemeleri'nin uygulamalarını hatırlatan ya da günümüze taşıyan mahkemeler, yetkilerini aşan, güç gösterisi yapan cüretkâr savcı ve yargıçlar olmamalıdır. Ama ihtisas mahkemeleri bugün Batı ülkelerinde de var. Yüz yıldır ilk defa darbe yargılamaları yapılıyor. Devlet içindeki hukuk dışı yapılardan ilk defa hesap soruluyor. Özel Yetkili Mahkemelerin bu alanda yaptığı hizmeti, Türkiye'nin demokratikleşmesine sağlanan desteği kimse küçümseyemez. Şayet bugün Sayın Başbakan'ı rahatsız eden bir durağa gelindiği düşünülüyorsa, bunun çözümü, suçun şahsiliği prensibiyle aranmalıdır. Ayrıca, Özel Yetkili Mahkemelere düzenleme getirilirken, duygusal tepkilerle kurunun yanında yaşı da yakma yanlışlığına düşerek, yeni atamaları, bir tasfiyeye dönüştürmek tehlikesi de var. Yargının cesaretini kırma, onları yalnızlık hissine itekleme de var...

AK Parti'nin, başından beri darbe ve çete davalarına cesaret veren ve takdir toplayan duruşu zedelenirse, bundan sadece iktidar zarar görmez, bütün bir ülke kaybeder... CHP ile BDP'nin, Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılıyor diye sergiledikleri sevinç de ister istemez kafa karıştırıyor...

Büyük risk / Mustafa Ünal

Çetelerle, cuntalarla kısaca her türlü organize suç örgütleriyle mücadelede AK Parti'nin ortaya koyduğu irade inkâr edilemez. Cunta oluşumları veya askerî darbeleri suç sayan kanunlar daha önce de vardı. Anayasal düzeni silah yoluyla değiştirmek en ağır suçtu.

Çetelerle mücadele de aynı şekilde. Ortalık çeteden geçilmezdi. Her mahallenin mafyası ayrıydı. Çete liderleri devlet katmanlarında itibar görürdü. Bu toprakların çete ve cunta gibi karanlık yapılanmalar için çok mümbit olduğunu söylemek herhalde abartı olmaz. Hakkını teslim etmek gerekir. AK Parti, çete ve cuntalarla mücadele için uygun iklimi oluşturdu. Ardından yargıya cesaret geldi. Aranan 'cesur savcı ve yargıçlar' kolay bulundu. Görev, özel yetkili mahkemelerindi.

Yasaların suç saydığı her türlü yapılanmanın üzerine gidildi. İddialar soruşturuldu. Büyük dosyalar açıldı. Dokunulmazlara dokunuldu. Ayrıcalıklar ortadan kalktı. Adalet, rütbesine konumuna bakmaksızın 'suç baronlarının' kapısına dayandı. Ergenekon davası böyle başladı. Bir bavula zor sığan belgelerle Balyoz davası açıldı. Darbelerle hesaplaşma süreci 28 Şubat'a kadar geldi. AK Parti için başka seçenek de yoktu. Aslında yaptığı, bir varlık mücadelesiydi. Kapatılmaktan kıl payı kurtuldu. Ya o, çeteleri bitirecekti; ya da cuntalar onu. Darbe senaryolarını, AK Parti'yi bitirmek için hazırlanan eylem planlarını hatırlayın... Şu an CHP'den milletvekili olan İlhan Cihaner'in, özel yetkileri olmadığı halde Erzincan'da başlattığı soruşturmayı da unutmayın.

Halk, AK Parti'nin dik duruşunu, vesayetin önünde eğilmeyişini sevdi. Daha önceki iktidarlar emanete sahip çıkamadı. Ne demokrasiyi koruyabildi ne de milletin hakkını hukukunu koruyabildi. Seçimin arifesinde yaşlı bir vatandaşın şu sözünü unutamam: "Artık yeter. Adnan Menderes'e sahip çıkamadık. Ama Tayyip Erdoğan'ı vermeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun sahip çıkacağız." Vatandaş, sahip çıktığını sandıkta gösterdi. AK Parti her seçimden büyüyerek çıktı. Yüzde 35'le başladığı iktidar yolculuğunda yüzde 50'lere ulaştı. Bunda en büyük pay dik duruşudur. Cunta ve çetelerle mücadelede sergilediği kararlı tutumdur. Recep Tayyip Erdoğan'ı daha önceki başbakanlardan ayıran en bariz özellik hiç şüphesiz bu duruşudur. Ankara'nın iktidar odaklarına veya İstanbul'un güç merkezlerine değil emanetin gerçek sahibine, yani halka kulak vermesidir.

Sözü nereye getireceğimi tahmin etmiş olmalısınız... Bu süreç özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına kadar geldi. Konu, AK Parti'nin gündemine yeni girmiş değil. Birkaç ay önce de masaya geldi. Parti organlarında tartışıldı. Ancak destek bulmadı. Aksine tepki çekti. Her söz alan, özel yetkili mahkemelerle ilgili değişikliğin hukuken ve siyaseten doğru olmayacağını, AK Parti için riskler taşıdığını söyledi. Bu girişim akim kaldı, çalışma rafa kalktı. Şimdi tekrar gündemde. Bir aydır Başbakanlık'ta sürdürülen çalışmalar ete kemiğe büründü. Son rötuşlar yapılıyor. Büyük ihtimalle bugün akşam son şekli verilecek. Yarın da Meclis'e gelecek yeni bir madde ihdas edilerek 3. Yargı Paketi'ne eklenecek. İçeriği kamuoyuna açıklanmış değil. Ancak özel yetkili mahkemelerin kaldırılacağı kesin gibi...

Bu mahkemeler de, yargı da dokunulmaz değil. Nasıl Meclis iradesiyle kurulduysa yine Meclis iradesiyle kaldırılabilir, yeniden düzenlenebilir. Buna Meclis'in yetkisi var. Değişikliğin nasıl olacağı demokratik süreç açısından çok önemli. Sadece burada değil yargının her alanında kimi uygulamaları eleştirmemek mümkün değil. Bunları düzeltmek için adım da atılabilir. Ancak tümden kaldırmanın da sistemle oynamanın da çok ciddi riskleri var. Eğer cuntalarla, çetelerle mücadelede yargının eli zayıflar, savcı ve yargıçların cesareti kırılırsa olacakları kestirmek zor değil. Tehlike büyük. Ve söz konusu olan milletin kaderi. Bakmayın son günlerdeki sükûnete, fırsatını bulmaya görsün, bu topraklardan daha ne cuntalar, ne çeteler fışkırır. On yıllardır sürülüyor, tohum saçılıyor çünkü.

Yargı değişikliği sıradan, basit bir olay değil, bir ülkenin kaderi söz konusu. Bu kadar badire atlatmış AK Parti, finale doğru giderken makarayı ters sarmamalı. Yoksa yazık olur.

Türkiye tampon bölge istedi’

Son günlerde Suriye sınır bölgesindeki sevkiyat ve hareketliliğin sır perdesi aralandı.

Sınır bölgesine taşınan zırhlı ve füze bataryalarının daha önce uzun süre tartışması yapılan 'uçuşa yasak bölge' (tampon bölge) hazırlığı olduğu anlaşıldı. Suriyeli sivilleri Esad rejiminin zulmünden korumak amacıyla gündeme gelen tampon bölge için F-4 krizinin ardından Ankara ile ABD arasında görüşmeler yapıldığı ortaya çıktı. Bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi, son NATO zirvesinde Türkiye'nin üye ülkelerden ve Kuzey Atlantik İttifakı'ndan talepleri arasında uçuşa yasak bölgenin de bulunduğunu doğruladı. Geçen cuma bir Türk F-4'ünü düşüren Suriye'nin Erdoğan'ın deyimiyle 'Türkiye'ye milli güvenlik tehdidi oluşturduğu' ve bunun önlenmesi için Ankara'dan tampon bölge talebinin tartışılması isteğinin geldiğini açıkladı.

TSK'nın planları hazır

Suriye konusunda direkt olarak aktif görevde bulunan bir Türk diplomat da uçuşa yasak bölge konusunun NATO gündemine girdiğini doğruladı. Dışişleri'nde görev yapan Türk diplomat, "Uçuşa yasak bölge konusu NATO'nun acil önlemler bağlamında ele alınıyor ve uygunluğu şu an için tartışılıyor" dedi. İngiliz Daily Telegraph gazetesine konuşan bir yetkili de Türk tarafının bazı taleplerinin NATO üyeleri arasında şaşkınlık yarattığını dile getirmişti. Tampon bölge ya da uçuşa yasak bölge iddiaları ilk kez Independent gazetesi yazarı Robert Fisk tarafından aylar önce dile getirilmiş, Türk Genelkurmayı'nın Suriye içinde Kamışlı ya da Der el Zor çölünün ortalarına kadar ilerleyip Suriye şehirlerindeki katliamlardan kaçanlar için güvenlik bir bölge planı hazırlığı için plan yaptığını ileri sürmüştü.

MGK TOPLANTISINDAN ÇIKAN SURİYE KARARI

Türk jetini düşüren Suriye'ye MGK'dan da sert mesaj çıktı: Tüm haklarımızı mahfuz tutarak kararlılıkla hareket edeceğiz.

Suriye'nin Türkiye ait keşif uçağını düşürmesi sonrası kritik Milli Güvenlik Kurulu toplantısı dün Ankara'da gerçekleşti. MGK toplantısı öncesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kurul üyesi bakanlar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'la bir araya geldi. Başbakanlık Resmi Konutu'nda 11.30'da başlayan görüşme yaklaşık 2 saat sürdü. Bu görüşme sonrası Milli Güvenlik Kurulu saat 13.55'te Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında Çankaya Köşkü'nde başladı.

BARIŞ SABOTE EDİLEMEZ
5 saat süren toplantının ardından MGK Genel Sekreterliği'nce yapılan yazılı açıklamada, toplantıda ülke güvenliğini ilgilendiren iç ve dış gelişmelerin ele alındığı ifade edildi. Bildiride, terörle mücadeleye, bugüne kadar olduğu gibi kapsamlı ve çok yönlü bir yaklaşımla ve aynı kararlılıkla devam edileceğinin vurgulandığı; terör eylemlerinin, toplumsal barışın tesisi ve sorunun çözümüne yönelik atılacak sağduyulu adımları sabote edemeyeceğinin altının çizildiği kaydedildi.

TÜM HAKLARIMIZ SAKLI
Toplantıda silahsız Türk jetinin uluslararası hava sahasında Suriye tarafından vurulması olayının ayrıntılı olarak ele alındığına dikkat çekilen açıklamada, 'Türkiye'nin bu saldırgan eylem karşısında uluslararası hukuktan kaynaklanan tüm haklarını mahfuz tutarak kararlılıkla hareket edeceği vurgulanmıştır. Suriye'deki gelişmeler kapsamlı bir şekilde değerlendirilmiş, bu ülkede akan kanın bir an evvel durdurulması ve halkın meşru talepleri doğrultusunda demokratik geçiş sürecinin önünün en kısa sürede açılması gerektiği ifade edilmiş, ayrıca sınır bölgesinde yaşanan son gelişmeler değerlendirilmiştir' denildi.

İSRAİL VE RUMLARA MESAJ
Toplantıda, ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Doğu Akdeniz'deki temel hak ve çıkarlarının korunmasına yönelik olarak alınan önlemler ile önümüzdeki dönemde atılacak adımların kapsamlı olarak ele alındığı ve son dönemde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği dile getirilen bildiride, ülkemizin dış politika öncelikleri arasında yer alan Doğu Akdeniz'de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin hak ve menfaatlerinin korunması konusunda, ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın iş birliği içerisinde icra ettikleri faaliyetlerin sürdürülmesinin kararlaştırıldığı vurgulandı.

Savaş rüzgârlarında özel yetki değişikliği mi? / Gültekin Avcı


6 gün aralıksız özel yetkinin bu ülkede ne derece elzem olduğunu, kaldırılmasının veya güdükleştirilmesinin doğuracağı felaketleri yazdım.

Batı'daki örnekleriyle özel yetkilileri biçmenin yanlışlığına işaret ettim.

Onlar mı işi bilmiyor biz mi?

İSPANYA
İspanya'da Basklar'ın ETA'sı kontra bir güç olarak ortaya çıkarılmış ve İspanya Gizli Servisi CESID'le direkt bağlantılı eylemler düzenlemişti.

İTALYA
İtalya'da hem askeri istihbaratın başı General De Lorenzo hem sivil istihbaratın başkanı tutuklandı.
İçişleri Bakanı ve Parlamentonun Mafya ile Mücadele Komisyonu Başkanı Vincenzo Scotti, Napoli savcısı tarafından mafya üyesi olmaktan soruşturuldu ve yargılandı.

Üstelik Scotti İtalya'nın mafya ile mücadele eden bir numaralı adamı olarak biliniyordu.

Yani "medyadaki algı" öyleymiş!

Algılar ve siyasal bakışları hukukun üstünde tutan bizde olsa "Bu mu mafya" manşetleri atılır.

7 kez başbakanlık 33 kez de bakanlık yapan İtalyan Başbakanı Giulio Andreotti mafyayla ilişkileri sebebiyle yargılandı ve 20 yıla mahkûm oldu.

Yine İtalyan Başbakanı Bettino Craxi, Temiz Eller operasyonunda tutuklandı ve 9 yıl hapse mahkûm edildi.

İspanya'da Hâkim Baltasar Garzon, devlet içine çöreklenmiş çetelere karşı amansız bir mücadele verdi.

Bakanları, milletvekillerini ve generalleri sorguladı.

2 bakanı hapse gönderip Başbakan Gonzales'i koltuğundan etti.

İNGİLTERE
İngiltere'de telekulak skandalının ardından başlatılan adli soruşturmada savcı Başbakan David Cameron'ı ifadeye çağırdı.

Cameron, savcıya medya patronu Rupert Murdoch'la ilişkilerini açıklayacak.

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
Monica skandalında ABD Başkanı Bill Clinton sıradan bir taciz iddiası sebebiyle, özel savcı Kenneth Starr tarafından 6 saat sorgulandı.

Dikkat ederseniz verdiğim örnekler bürokrat değil devletin tam tepesindeki seçilmişlerden.

Üstelik bizde bakan başbakan soruşturması da yok.

Peki, bu ülkelerde neden "yargının haddi aşması" veya "yargının siyasete müdahalesi" gibi laflar edilmedi?

AVRUPA'DA TERÖR YOK AMA ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER VAR
Onlar mı işi bilmiyor, yoksa biz hukukun herkese eşit uygulanmasına hazır değil miyiz?
Çok tuhaftır ki, terör ve darbe belasıyla muzdarip olmayan en demokrat Avrupa ülkeleri özel yetkiyi halen işletirken, her gün şehitlerimize ağladığımız, cuntaların cirit attığı bu ülkede özel yetkiyi kaldırma ısrarı var.

Hem de Suriye'yle savaşın eşiğine geldiğimiz en provokatif, en hassas süreçte.

Aslında dış tehditlerin tespiti kolaydır, Suriye örneğinde görüldüğü üzere.

Bundan daha ölümcül olanı demokrasi ve milletin istikbaline yıllardır kasteden ve tekrar kastetme girişimlerinden kuşku olmayan içimizdeki hainlerdir.

Bunlara karşı bir ülkenin elindeki radar öncelikle istihbarat olsa da tespit edilen demokrasi düşmanlarının ve gizli terör odaklarının yakasından tutup yargı önüne çıkarılmasını özel yetkiyle sağladık.

Kaldı ki özel yetki olmadan istihbarat cihazlarının cunta ve organize terör unsurlarını tespit etmesi işe yaramayacaktır.

Özel yetkinin kaldırıldığı gün, içimizdeki hainleri ve vücudu sarmış terör tümörlerini göremeyeceğimiz bir gece yürüyüşü başlayacaktır.

Özel yetki fenerini söndürüp, en ufak bir esintide sönecek bir mumla nasıl ilerleyeceksiniz kurtların sevdiği bir puslu havada?

Cumhuriyet tarihinde TSK üzerinde hiçbir cumhurbaşkanı, başbakan ve Parlamento'nun yapamadığı denetimi, bitiremese de ilk kez özel yetki yaptı.

Cumhurbaşkanları ve başbakanların sokulmadığı odalara girdi.

Parlamento çağrılarına itibar etmeyen paşaları sorguladı.

AK Parti iktidarını onca felaketten, demokrasiyi onca entrikadan kurtardı.

Dahası "%90'lık bir iktidar bile olsa..." diyenleri mahcup ederek, hukukun gücünü cansiperane gösterdi.

"Önce Hakk'a sonra da halka teslim olmuş bir iktidar"ın siyasal ve hissi mülahazalardan önce hakkı, demokrasi ve halkın istikbalini düşünmesi gerekir.

Suriye'yle savaşın eşiğinde olduğumuz bu kritik süreçte, PKK, DHKP/C, MLKP ve Suriye belası yetmez gibi bu sefer prangalarını kıran derin mahfiller de harekete geçecek.

Bu derin mahfillerin savaş çıkarmak için ellerinden geleni yaptığını iyi biliyoruz.

62 yıl önce ezanın Arapça aslına iadesinin kinini bile hâlâ taptaze taşıyanları görmüyor musunuz?

Ya çıkınca çoluk çocuk demeden intikam alacağını söyleyenler az da olsa inandırıcı değil mi?

Ben özel yetkinin kaldırılmasını tam bir çılgınlık ve dünyada emsali görülmemiş bir ilk olarak gördüğüm için, kaldırılmasından değil özel yetkinin güdükleştirilmesinden bahsediyorum.

DAVALAR "SİYASALLAŞMIŞ" KANAATİ GÜÇLENECEK

Özel yetkiye basında yer aldığı şekliyle müdahale, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarının hükümetçe yalanlanması algısını oluşturacak, "bu davalar düşündüğümüz gibi zaten siyasalmış" kanaatini güçlendirecektir.

Bu da hükümete diş bileyen derinliklerin "kin ve intikam" planlarının daha da yoğunlaşmasına, rövanş kararlılıklarının artmasına sebep olacaktır.

Kaldı ki soruşturma ve davalar devam ederken AB ve dünyaya nasıl anlatacağız CMK 250 değişikliğini?

Son kez şunları hatırlatmayı demokrasi ve milletin istikbali için boynumun borcu bilirim:

1- Özel yetkinin en önemli özelliği, hiçbir makamın iznine gerek kalmadan doğrudan soruşturma yapabilmesidir.

Soruşturma iznini kaldırıyorsanız veya genişletiyorsanız ne mahkemesi kurarsanız kurun hikâyedir göz boyamadır.

Çünkü organize suç örgütleri, cunta ve terör örgütleri ancak deliller ve kabarık sayıda şüphelilere süratle ulaşılabildiği ölçüde soruşturulabilir.

Cuntalar özellikle general kademesinde kurgulanan yapılardır.

Ama cuntadan sorgulamak istediğiniz her general ve üst düzey bürokrat için soruşturma izni istemek zorunda kalmak, süratle yürütmeniz ve delil toplamanız gereken böyle bir soruşturmayı yapamamak demektir.

Böyle bir ahvalde, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda, Poyrazköy'de, Eskişehir'de sanık emekli albayın evinde, Ergenekon sanığı Serdar Öztürk'ün ofisinde, Zir Vadisi'nde, Genelkurmay bilgisayarlarında (...) asla hiçbir materyal bulamazsınız.

Zira izin verilmeden şüphelilere yönelik arama/el koyma/yakalama/gözaltı yapılamaz.

SORUŞTURMALAR "SİYASALLAŞACAK"
2- Soruşturma izni yelpazesinin genişletilmesiyle tarihi önemde ve büyüklükte bu davalarda yürütme yani hükümet, bu davaların resmi belirleyicisi ve etkileyicisi olacaktır.

Kime izin verilse ya da verilmese soruşturmalar siyasallaşmış olacaktır.

Ergenekon ve uzantılarının yapamadığı siyasallaştırma ve sulandırma işini hükümet bizzat kendi eliyle yapmış olacaktır.

3- Soruşturma izninin genişletilmesi, devletin uhdesindeki etkili soruşturma yapma yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve soruşturma yapanın bağımsızlığını engellemesi demektir.


AİHM Türkiye'deki soruşturma izni sistemini, İHAS 2 ve 3. maddeler minvalinde, "etkili soruşturma prensibi" ilkesi çerçevesinde sözleşmeye aykırı bularak bu sistemi mahkûm etmiştir.

Darbe ve terör suçları da işkence ve kişilerin yaşam hakkını doğrudan tehdit eden suç tipleridir.

AİHM'in Gitonas ve Diğerleri/Yunanistan, Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri/Türkiye ve Hrant Dink gibi davalarda verdiği kararlara bakıldığında; Kamu görevlilerinin müdahil olduğu işkence ve adam öldürmeye ilişkin suçlamalarda izin sisteminin hukuka aykırı olduğu açıktır.

Darbe ve terör soruşturmalarında soruşturma izni, İttihatçı zihniyetin ürettiği, suçlu memuru yargıdan koruma manasını taşıyan Memurin Muhakematı heyulasına geri dönüştürür.

4- Terör ve darbe gibi ölümcül suçların soruşturma iznine bağlanması, hiçbir modern hukuk devletinin kabul ettiği bir form değildir. Ayrıca, değişimi Ergenekon, Aydınlık, DHKP/C, MLKP ve KCK mahfillerinin hararetle desteklemesi Hüseyin Çelik'in de işaret ettiği gibi dikkat çekicidir.

5- Özellikle, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan ticareti gibi suçlarda kullanılan şüphelilerin örgüt geçmişinin olmamasına terör örgütleri tarafından dikkat edilmektedir.

Evvelce örgütle bağlantılı bir suç işlememiş kişiler kullanılmaktadır.

Değişiklikle, hiçbir il savcısı ve mahkemesi birden fazla ilde faaliyet gösteren organize suç örgütlerinin tüm faaliyetlerine vakıf olamayacak, suçu ve suçluları tam olarak göremeden karar verecektir.

Pek çok il savcısı ve mahkemesi organize suç örgütünün tamamını göremeyerek, aynı örgütün farklı şehirlerdeki suç haritasından habersiz olacağı için, aynı konuda belki onlarca soruşturma ve dava bulunacak, ciddi bir görev ve yetki karmaşası doğacaktır.

Asıl vahim hataları ve karmaşayı o zaman göreceksiniz.

Bunlara bir de soruşturma izni şartını ekleyin.

Bunun manası, cuntaların ve terör örgütlerinin peşini bırakmak, mafyaya hayat soluğu üflemektir.

6- Örgütlü/organize suçların ve bu suçları işleyen suç örgütlerinin ortaya çıkarılması ve delil bulmaktaki zorluk sebebiyle ihtisas ve farklı soruşturma yöntemlerine gidilmiştir.

İspanya, Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve İrlanda'da olduğu gibi.

İHAS 15. madde olağanüstü ve millete yönelik genel tehlike hallerinde kişi haklarına kısıtlama getirilebileceğini kabul ederek, özel soruşturma ve yargılama usullerine açıkça izin vermiştir.

Çünkü sözleşmenin 17. maddesi "özgürlükleri yok etme özgürlüğünün olmadığını" hüküm altına almıştır. Özel yetki tüm Avrupa'da böyle doğmuştur.

AİHM bu şekilde hakların kısıtlanması, özel soruşturma ve yargılama usulleri için terör ve darbe gibi genel tehlikelerin gerçekleşmesini şart koşmaz.

Riski yeterli görür.

Hükümetse riski bırakın, terörün ve cuntaların tam bağrında olmamızı bile yeterli görmüyor.

AİHM riski yeterli görürken, her gün şehitlerimize ağladığımız, birilerinin "analarını ağlatacağız" yeminleri ettiği bu ülkede cuntalar ve terör örgütlerinin panzehiri konumundaki özel yetki kaldırılması bu millete açıklanamayacaktır.

7- Birden fazla ilde faaliyet gösteren suç örgütlerine kuşbakışı bakma iktidarı olan özel yetki görev bölgesindeki her ilde süratle yakalama/arama/elkoyma yapabilirken, İzmir savcısı Antalya'dan suç emri veren bir organize suç örgütüne nasıl müdahale edecek?

Bırakın bölgeyi, uluslararası bir görüntü arz eden uyuşturucu/kara para/mafya trafiğini il bazında anahtar deliğinden mi gözleyeceksiniz?

İskenderun'da Gemlik'te iç savaş provası yapanların faillerini sadece İskenderun ve Gemlik'te mi arıyorsunuz?

Özel yetkinin bile zorlandığı Danıştay, Hrant Dink, Rahip Santoro, Zirve Yayınevi gibi suikastlar olursa, suç yeri savcısı ve polisinin olayı aydınlatmasını mı bekleyeceksiniz?

Değişimle KCK'nın ve Ergenekon'un devlet içindeki uzantıları asla ortaya çıkarılamayacaktır. Avrupa'da terör ve cuntalar olmadığı halde özel yetki işliyor.

Bizde terör ve cuntalar cirit attığı halde özel yetkiyi kaldırıyoruz.

8- Adi suç örgütü genel yetki, silahlı terör örgütü özel yetkinin görev alanındadır.

Özel yetki yerine genel yetkili 81 il cumhuriyet savcılıkları, kendi illeri seviyesinde karşılaştıkları suçlarda;

- Mevcut eylemin bireysel mi, genel bir suç örgütünün mü, yoksa silahlı bir terör örgütünün eylemi mi olduğunun tespitinde büyük zorluklar ve iletişim sıkıntıları yaşanacak.
Çünkü bilindiği gibi silahlı terör örgütlerinin işlediği suçlar her zaman silahla veya öldürme şeklinde tecelli etmez.

Bu karmaşa organize suç örgütlerini ve bireyleri kullanan terör örgütlerine yarayacaktır.

-Sadece bir ilde genel bir suç örgütü veya çıkar amaçlı suç örgütü profili gösteren (yani sadece bir yüzünü gösteren) silahlı terör örgütleri, münhasıran o il savcılığı ve mahkemesi tarafından gözden kaçabilecektir.
Sonuçta en az üç kişinin kanunun herhangi bir hükmünü ihlal etmek amacıyla kurduğu bir suç örgütünün, silahlı bir terör örgütü olup olmadığının tespiti hem ihtisas, hem bölgesel yaklaşım, hem de şüpheli ve delillere bölgesel anlamda süratle ulaşmayı zorunlu kılar.

- Yeni teşekkül eden terör örgütlerinin tespiti çok uzun zaman alacak, toplum bireysel görünümlü silahlı terör eylemlerine maruz kalacaktır.

9- Mevcut soruşturma ve davaların büyük bir kısmında Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi gereğince özel soruşturma ve kovuşturma yetkisi kullanıldı.
Bu davalar özel yetkinin görev alanından çıkartıldığında, savunma avukatları haklı olarak "Soruşturma evresi geçersizdir, zira savunma hakkımız müvekkile ancak 1 avukat şartıyla sınırlandırılmıştır" diyerek tüm davayı yerle bir edecekler, baştan ölü doğmuş çocuk kimliğine sokacaklardır.

Özel yetki tarafından yürütülmekte olan soruşturmalarda özel soruşturma kuralları da kaldırılacağından dolayı, bu özel kurallara göre temin edilmiş olan delillerin hukuki değeri kaybolacaktır. Soruşturmalar geçersiz sayılabilecektir.

Dolayısıyla bu davalar özel yetkinin görev alanı dışına çıkartıldığında, TMK uygulanamayacağına göre bu zamana kadar TMK 10 ve CMK 251 gereği toplanan tüm deliller geçersiz sayılabilecektir.
Yani bu davalar "hayalet davalar" şeklinde sonuçsuz yargısal girişimler olarak tarihteki yerini alacaktır.

10- CMK 251. maddede yer alan "Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır" hükmü yürürlükten kaldırılacağından,
Ya da özel yetki sadece "silahlı terör örgütü" suçlarıyla sınırlandırılacağından, Hakkında soruşturma izni alınması gereken kamu görevlileri hakkında, özel yetkili mahkemeler tarafından verilmiş olan ve infazına başlanmış olan cezaların infazının durdurulması gerekecektir.

11- Özel yetkiyi usul değişiklikleriyle iğdiş etmek, toplumu terör ve cuntalar karşısında savunmasız bırakacaktır.

Uyuşturucu, terör, darbe, mafya suçları, sokakta her sade vatandaşı tehdit eden hususlardır.
Bu büyük tehlikelerle etkin mücadele edilmesi, sokaktaki insanımızın güvenliğinden öte, temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi için zaruridir.

1912 yılına dayanan soruşturma izni, suç işleyen kamu görevlilerinin halka karşı korunması maksadıyla İttihatçı ruhun ürettiği bir kurumdu.

Bunu canlandırmak demokrasi ve hukuk devletinin kârı değildir.

12- Değişiklikte öngörülen üst düzey bürokrat ve generaller için soruşturma izni sistemi yürümekte olan soruşturma ve davalara da şamil olursa;

Bu durumda mahkemeler, Balyoz, Ergenekon, İnternet Andıcı, 28 Şubat gibi soruşturma ve davalarda tutuklu olan general ve üst düzey bürokratların hepsini derhal serbest bırakmak zorundadır.

Soruşturma izni, mevcut tutuklulara ve davalara matuf değil de bundan sonraki zanlı, soruşturma ve dava bölümlerine yönelik öngörülürse;

Hükümet ciddi bir sorunla karşı karşıya kalacaktır.

MİT Kanunu 26. maddeyle getirilen istisna, bu kanunun mevcut soruşturmalarda da uygulanacağını öngörmüş ve dosya Başbakanlık'a gönderilerek MİT soruşturması durmuş, şüpheli ifadeleri dahi alınamamıştır.

Doğal olarak Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat gibi davaların şüpheli ve sanık konumundaki süjeleri de "kanunlarda eşitlik, adalet ve hakkaniyet"in gözetilmesi mecburiyetinden bahisle, getirilen soruşturma izninin mevcut soruşturma ve davaları da kapsaması gerektiğini öne süreceklerdir.
Generallerin veya üst düzey bürokrasinin de MİT mensupları kadar hassas ve hayati görevler ifa ettiğini söyleyeceklerdir.

Bu durumda da tahliye olmayı başaracaklardır.

Son olarak belirtmek gerekir ki;

Terör ve darbe riski taşımayan Fransa'da Paris 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi'dir.
Terör ve darbe riski taşımayan Almanya'da her eyalet mahkemesinin bir dairesi Devleti Koruma Mahkemesi'dir.

İngiltere'de bizden sert bir Terörle Mücadele Kanunu olup, Kraliyet Yüksek Mahkemesi özel yetki kullanmaktadır.

İspanya'da tüm ülke çapında özel yetki kullanan Audiencia Nacional de Espana, "Kralın damadını yolsuzluktan ve karanlık işlerden yargıladım" diyen İspanyol Hâkim Eloy Valesco'ya göre Türkiye'den daha etkili bir özel yetki kullanıyorlar.

28 Haziran 2012 Perşembe

Emeklilikte büyük müjde!

 
Emekli olurken askerlik süresinin sigortaya eklenmesi için çalışanların ödediği parayı devletin üstlenmesi için çalışma başlatıldı.

Milli Savunma Bakanlığı’nın konuyla ilgili hazırladığı düzenleme, ekonomi bakanlıkları tarafından onaylanırsa, halk arasında ‘askerliği saydırma’ olarak bilinen askerlik borçlanmasını devlet üstlenecek. Devlet askerlikte geçen süreler için tabandan prim ödeyecek.
Böylece, askerliğini er ve erbaş olarak yapan vatandaşlar, emekliliklerinde ceplerinden para ödeyerek askerlik borçlanması yapmak zorunda kalmayacak. Mevcut sistemde, askerlik görevini yerine getiren er ve erbaşların sadece, sağlık giderleri devlet tarafından karşılanıyor. Askerlik süresi ise emeklilik aşamasında, borçlanma yöntemiyle sigortalılık süresine ekleniyor.
 
5-35 bin lira ödeniyor
 
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın, 1 Temmuz-31 Aralık 2012 dönemine ilişkin belirlediği katsayılar dikkate alındığında, 1 günlük askerlik borçlanması için en az 10.03 lira, en yüksek ise 65.21 lira ödemek gerekiyor. Eğer bir sigortalı, 18 ay üzerinden askerlik borçlanması yapmak isterse, en az 5 bin 417 lira, en yüksek ise 35 bin 212 lira prim ödemek zorunda kalıyor. Üzerinde çalışılan yeni sistemde ise bu yük, devlet tarafından üstlenilecek. Milli Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanarak ilgili bakanlıkların görüşüne sunulan yasa tasarı taslağında er ve erbaşların, askerlik görevini gerçekleştirdiği dönemlerde sigorta primi ödenmesi öngörülüyor. Primler, yükümlülerin silah altına alınması ile başlayacak ve terhisle birlikte sona erecek. Yine primler çalışanlar gibi aylık olarak ve tabandan ödenecek. Böylece, askerlik hizmeti nedeniyle, işini bırakmak zorunda kalanların da prim ödemeleri de kesintiye uğramamış olacak.
 
Prim Maliyeti hesaplanıyor
 
Mehmetçiğe, askerlik yaptığı dönem için devlet tarafından sigorta primlerinin ödenmesine ilişkin düzenleme için, ekonomi bakanlıkları çalışma başlattı. Halen sistemin ekonomiye getireceği yükler için hesaplama yapıldığı öğrenildi. Ekonomi bakanlıkları tarafından da düzenlemeye onay gelirse, er ve erbaşların sigorta primleri için her yıl Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesine ödenek konulacak. Ve primler de bu ödenekten karşılanacak.

‘Jet gerilim’ MGK gündeminde


Milli Güvenlik Kurulu, Suriye’nin, uluslararası hava sahasında Türkiye’ye ait askeri keşif uçağını düşürmesinin neden olduğu yüksek gerilim nedeniyle bugün son yılların en sıcak gündem maddelerinden birini değerlendirmek için toplanacak.


‘Jet gerilim’ MGK gündeminde

MGK toplantısından sonra yayınlanacak bildiride; Türkiye’nin Suriye’nin saldırganca tutumu karşısında uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını sonuna kadar kullanacağının, saldırgan eylemin karşılıksız kalmayacağının ve Esad yönetimine karşı halkın destekleneceğinin net bir biçimde dünya kaumoyuna duyurulması bekleniyor.

Türkiye İHA’larla aldatılıyor mu?

25 Haziran 2012 / GÜRHAN SAVGI
Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel, İsrail-Türkiye ortak yapımı Heron’ların, ASELSAN’ın ağır kameraları sebebiyle atıl kaldığını anlatıyor. ‘Yüzde 100 yerli İHA’mız diye’ lanse edilen ANKA’nın henüz etkili olamayacak taklit bir model olduğunu iddia ediyor.
 
İnsansız hava araçları (İHA), Güneydoğu’daki terör dolayısıyla yaklaşık 20 senedir gündemde. ‘Kötü komşu insanı ev sahibi yapar’ derler ama Türkiye hâlâ terörle mücadelede büyük faydalar sağlayacak bu uçaklara sağlıklı bir şekilde sahip olabilmiş değil. Bu konuda akademik camiadaki en yetkin isimlerden biri İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel. Yüksel, 1986’ya kadar okutulan pervaneli uçaklara ait eski metodu terk ederek modern uçak dizaynını getiren akademisyen olarak tanınıyor. Yüksel, yayınlarını da meslek hayatı boyunca güncellemiş. Bugüne kadar 700’ün üzerinde kitap neşretmiş meşhur bir yayınevinin de kurucusu olan Ahmet Nuri Yüksel, İHA’larla ilgili sesini duyuramamaktan şikâyetçi. Yüksel, ileri yaşına rağmen ‘ezber bozan’ olarak nitelediği “Türkiye’de İnsansız Uçak Aldatmacası” adlı bir kitap yazdı. Kitapta İHA’lar mevzuundaki yanlışlar tüm detaylarıyla yer alıyor. Tabii çözüm teklifleri de...

-Türkiye, kendi ihtiyaçlarına cevap veren etkili bir İHA neden yapamadı?

Biz, yüksek kapasiteli ve hele jet motorlu sivil ve askerî insanlı uçak şöyle dursun, çok basit ve küçük pervaneli uçak yapımını bile, sanki bir daha teşebbüs etmemek üzere, 55 sene evvel terk ettik. Böylece uçak dizayn ve imali konusunda dünya devletlerine nazaran en azından 45–50 yıl geride kaldık. Bu durumda, terör belâsı için askeriyenin ihtiyaç duyduğu insansız uçakları dizayn ve imal etmemiz; yetişmiş insan, imkân, bilgi ve arşiv birikimi ile zaman açısından mümkün değildi. Çünkü bir İHA yapmak, savaş uçağı yapmaktan daha zordur. İnsansız uçak yapmaya kalkan her ülkenin geçmişinde başarılarla dolu bir genel havacılık, uçak sanayii çalışmaları vardır. Genel havacılıkta kâfi mesafe alınmadan insansız uçak yapma teşebbüsünde bulunulmaz; biz hariç, bulunulmamıştır da. Meselâ İsrail, havacılık sanayiine, daha kuruluş senesi 1948’de başlayıp çok başarılı olduğu hâlde insansız uçak yapımına, 25 sene sonra, 1973’te başlamıştır. İlk ürününü de bundan ancak 5 sene sonra 1978’de uçurabilmiştir. Ama arkasından, 30 küsur sene içinde, ABD’yi takiben ikinci sırada, 26 cins insansız uçak dizayn ve imal edebilmiş, bunlardan 1000 kadarını 42 ülkeye satabilmiştir.

-Yurtdışından tedarik edilenler niye etkili olamıyor?
Acil ihtiyacın giderilmesi için iki yoldan birine başvurmak gerekiyordu: Ya doğrudan ithal etme yahut şu veya bu şekil ve mertebede, bu nevi uçakları yapan yabancı ülkelerle ortak üretim yolu ile tedarik edip kullanmak. Prensip olarak, aciliyeti olmayan normal şartlarda ikinci yol tercihe şayandır. Ancak bu yoldan yararlanmak için uzun zamana ihtiyaç vardır. Oysa dış güçlerin de silah-mühimmat, dolaylı-dolaysız bilgi, uzman ve benzeri lojistik desteği ile iyice kuvvetlenip azgınlaşmış olan PKK belası için uzun süre beklemeye ülkenin, milletin tahammülü yoktu. Bu konu, ilgili mercilerde birkaç sene konuşulduktan sonra, 24 Ekim 2001’de hava araçlarıyla ilgili doğrudan alım stratejisi belirlendi.

-Bu strateji hangi araçları kapsıyordu?
Çok yüksek irtifalarda uzun süreli uçuş kabiliyetli (uzun menzilli) 4 büyük uçaklı bir AWACS (havadan erken uyarı) filosu kurulması, 50 adet King-Cobra taarruz helikopteri filosu teşkili, ABD’nin Afganistan’da kullandığına (Predatora) benzer 40-50 adetlik insansız casus uçağı filosu meydana getirilmesi. Bu meyanda bu kararların 2 yıl içinde kuvveden fiile çıkarılması da öngörüldü. Görülüyor ki bunların üçü de ihtiyacın hemen satın alınarak tedariki şeklindedir. Bu sebeple karar, stratejik açıdan doğrudur.

-Doğru kararsa neden sonuç vermedi?
Maalesef prensip olarak doğru olan bu karar, yanlış uygulama ve tasarruflarla, 2 sene şöyle dursun, tam 10 seneden fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ kuvveden fiile çıkarılamamıştır. Üç filo bir yana, bu gruba ait araçlardan bir tane uçak ve helikopter dahi yok ortada desek yalan olmaz. Bana göre bunun başlıca iki sebebi var: Birincisi, insansız uçakları hemen satın alarak kullanmaya gereğince önem vermeyip bir yabancı firma ile ortak yapım şeklinde tedarik yoluna gidilmesi. İkincisi, bu ortak yapım şeklinde akıl almaz hatalara saplanıp kalarak fiilen kullanılacak insansız uçağa bir türlü kavuşulamamış olması.

-Nedir bu hatalar?
Türkiye adına TUSAŞ-TAI, İsrail adına da IAI (Israel Aircraft Industry) arasında insansız uçak ortak yapım anlaşması imzalandı. Elektronik güdüm sistemi için Elbit Systems, kamera sistemi için de ASELSAN projeye dâhil oldu. İlk üç uçaklık paketin 24-30 ay içinde teslimi kararlaştırıldı. Satın alınması hâlinde hemen kullanılacak uçağa nazaran iki-üç sene gecikmeye razı olundu. Bu arada kamera ve bazı elektronik aksam için yerli şartı getirildi. Fakat ASELSAN’ın kamerası zamanında İsrail şirketine teslim edilmedi. Bunlar yapılsa belirlenen süre sonunda üç uçağa sahip olacaktık. Diğer bir husus ASELSAN kamerası, İsrail’in kullandığı kameraya nazaran iki misli ağır (60 kg) olduğundan ortak yapım insansız uçağımız öngörülen irtifa ve sair performansları sağlayamadı. İsrail’de yapılan testlerin yüzde 100 başarılı olduğu söylendi; bir hafta sonra Batman tecrübelerinde fiyasko ortaya çıktı. Uçak, irtifa ve havada kalma süresini yerine getiremedi. Uçakların Türkiye-İsrail arasında getirilip götürülmesi sebebiyle çok zaman kaybedildi. Kısaca, hâlâ nasıl sonuçlandığını tam olarak bilmediğimiz bu ortak yapım curcunasından bir fayda sağlanamadı. Sonunda, birkaç kere ABD ve İsrail’den kiralanan insansız uçaklar kullanıldı. Sebebini tam bilmiyoruz ama bu da doğru-dürüst bir sonuç vermedi. Son defa, birkaç ay evvel ABD’den insansız uçaklar kiralanarak terörist takibine geçildi. Görüyoruz ki sonuç alınmaya başladı.

-Heron’dan üstün diye lanse edilen ANKA konusunda ne düşünüyorsunuz?
2004’te Millî Savunma Bakanlığı Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın talebi üzerine TAI, Türk İnsansız Hava Aracı (TİHA) adı verilen aracın üretimine başlanacağını duyurdu. Yüzde 100 yerli ve özgün(!) bir insansız uçak diye lanse edilen bu TİHA’nın bir maketi 2006’da İngiltere-Farnborough havacılık fuarında sergilendi. La Franchi isimli bir uzmanın verdiği rapora göre bu insansız uçağımızın aşağı doğru V kuyruklu Predator’ların aynı (yani şeklen kopyası) olduğu, bazı özellikleri açısından da Heron’a benzediği belirtilmişti. 4 sene sonra, bu defa yukarı doğru V kuyruğu ile adı ANKA olarak değiştirildi (Temmuz 2010), bilmem kaçıncı kere hangardan çıkarıldı. Bakanlarla fotoğraflar çektirildi. 2010’un son günlerinde, Bakan Vecdi Gönül şahitliğinde 14 dakika uçuruldu. 2011 baharında iki küsur saat daha uçtuğu söylendi.  Aynen Heron gibi, bugün uçtu-yarın uçacak, yer testleri bitti-uçuşlar yapılacak haberleri birbirini izledi.

-Yani, ANKA özgün ve yüzde 100 yerli bir İHA değil mi?
Gerçek dizayn (hesap ve inşa) açısından ortada şu veya bu isimde bir insansız uçak yoktur henüz ülkemizde. Olması da ilmen, teknik ve teknolojik açıdan mümkün değil. Anlattıklarım, yüz milyonlara mal olan, ama ürünü bir türlü ortaya çıkmayan resmî kuruluş TAI’nin teşebbüsüne aittir. Bunun, yine TAI tarafından yapıldığı söylenen Gözcü gibi küçükleri-minileri, hatta sivrisinek adı verilen insansız helikopteri, Baykar-Kalekalıp ortaklığı ile Vestel Savunma gibi özel teşebbüslerin mini insansız uçakları ve helikopterleri de var. Kısaca, şu anda ülkemizde, insanlı-insansız gerçek anlamda uçak falan yapılmamaktadır. Bu konuda resmî ve özel bütün beyanlar sabun köpüğünden başka bir şey değildir. Kısa zamanda söner gider; ortada sadece lekesi kalır.

-Peki, Hocam, Türkiye nasıl yapacak bütün bunları?
Makul bir zaman içinde gerçek uçak yapabilmek için kökü senelere dayanan teknik ve teknoloji olgunluğu, arşiv-bilgi birikimi ve yetişmiş insan açısından belli bir seviyede olmak gerekir. Ülke çapında ulaştığımız genel teknik-teknoloji seviyesi hariç, diğerleri açısından sıfır olduğumuza göre; hele, KOBİ ölçekli tasarım mantığı ile uçan cisim yapılması da mümkün değildir. Şüphem yok, kesin kanaatim var. TAI yetkilileri, daha genel havacılık, uçak ve uçan cisim olarak konunun kendisini bilmiyorlar. Terminolojileri; yük kapasitesi, menzil, ağırlık vs. sayısız kavram, parametre ve performansın ne olduğunu, bunlardan hangisinin ön şart olarak verilen, hangisinin hesapla bulunan cinsinden olduğunu ayırt edemiyorlar. Bunlara bağlı olarak verimlilik, üstünlük kavramlarını yerli yerine oturtamıyorlar. Bu konudaki değerlendirmeleri de yanlıştır, hatalıdır.

Vur emrini kim verecek / Abdülkadir Selvi

Bizde kritik MGK denildi mi, irtica gündemli toplantılar hatırlandığı için, bugün yapılacak olan MGK toplantısına ad vermekte zorlandım doğrusu.
Suriye'nin uçağımızı düşürmesiyle başlayan süreç nedeniyle, tarihimizdeki kritik MGK toplantılarından biri yapılacak. Belki de tek gündemli bir MGK bildirisi yayınlanacak. 

Başbakan'ın grup toplantısında verdiği siyasi mesajların yanına bu kez MGK'nın ağırlığı ilave edilecek.
Bu arada angajman kurallarının değişmesinin içeriği de netleşmeye başladı.

Başbakan Erdoğan da açıkladı, 1 yıl içerisinde hava sahamızda 141 ihlal yaşandı. Görüştüğüm kaynakların verdiği bilgiye göre bunların kısa süreli, 'Hata' olması nedeniyle, en üst makamlara kadar iletilmeden, uçağın frekansına girerek ya da karşı radarı uyarmak suretiyle hava sahamızı terk etmeleri sağlanmış. Bunlardan 5'i de Suriye helikopterlerine ait. Haziran ayının 20 gününde 17 ihlal var. Bu sadece bizim hava sahamızda olan. Her ihlalden dolayı bir uçak düşürülecek olsa, yer küremiz uçak enkazından geçilmez.

Suriye ordusunun silahlanma sistemlerini kuran Rusya'nın Hava Kuvvetleri Komutanı Bondarev bile, 'Suriye, Türk uçağını vurmadan önce savaş uçaklarıyla uyarabilirdi' deme gereği duydu.

Uçağımızın vurulduğu 20 Haziran tarihinden bu yana, uçağın silah yüklü olmadığı, eğitim- test amaçlı olduğuna dair bilgiler veriliyor. 

Denize 100 metre mesafeden alçak eğitim uçuşu yapan bir uçağı tespit edebilecek radar sistemlerine ve vuracak füzelere sahip olan bir ülke, iyi niyetli olsa, bunu tespit etmekte zorlanmazdı. Zaten uluslararası hava sahasında olan bir uçağı vurmak için özel bir çabanın sarf edilmesi gerekiyor. 

Zaten Esad yönetimi de bunu yapmış.
Bu noktada tüm yanlış anlamaları dikkate alarak, bir eleştiride bulunmak istiyorum. Böylesine belalı bir coğrafyada, kendi halkını bombalamakta tereddüt etmeyen zalim bir yönetimin burnunun dibinde test uçuşu yaparken, bazı önlemlerin alınması gerekmez miydi? Örneğin radar ve füze tanıma sistemlerine sahip bir uçak seçilemez miydi? Ya da 'badi' denilen silahlı yardımcı bir uçak, uçuşa eşlik edemez miydi? Bu tür uçuşlarda havadan radar ve füze ikaz sistemlerine sahip F-16'larla, pilotun güvenliği için denizde gemiyle tedbir alınamaz mıydı? Bunu Suriye yönetiminin alçakça yaptığı saldırıya bir gerekçe olarak yazmadığım bilinir. 

Suriye konusunda dünden itibaren Rusya'nın tavrında bir değişiklik gözleniyor. Rusya Devlet Başkanı Putin'in Başbakan Erdoğan'la görüşmesi önemli. Çünkü Suriye'nin uluslararası camiadaki dayısı Rusya. Ruslar ayrıca S-300 füzelerinin bu ülkeye satışını da, 'yukarıdan gelen bir emir'le askıya aldıklarını açıkladılar. Yukarı, yani Putin. Ama bu ne kadar sürer, hangi pazarlığın bir sonucudur görmek gerek. 

Ayrıca uçağımızın vurulduğu Lazkiye limanında Rusların savaş gemisi bulunuyor. Amiral Çabanenko savaş gemisi, Smetliviy savaş gemisi ve Yaroslav Mudri firkateyni. Bunların arasında Amiral Çabanenko savaş gemisinin en önemli özelliği, dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemlerine ve güçlü radarlara sahip olması.

Uçağımızın uluslararası hava sahasında vurulduğunu bağımsız kaynaklardan elde edeceğimiz verilerle ortaya koymak istiyoruz. Ruslar radar görüntülerini bizimle paylaşmaya yanaşırlarsa, bu konuda bir ilerleme sağlanabilir.
Bu arada Suriye'yle ilgili angajman kurallarının değişmesi konusunda çok önemli bir ayrıntıya ulaştım. TSK'nın, Suriye'ye yönelik angajmanının değiştiğini açıkladı Başbakan Erdoğan.
Suriye'den sınırlarımıza yönelik ihlal anında cezalandırılacak.
Elimiz tetikte olacak ama peki 'ateş'
emrini kim verecek? Önemli bir soru.
Yukarıda rakamlarını verdiğimiz hava sahası ihlallerinde, kısa süreli sapmalar olduğu için, üst makamlar dahi bilgilendirilmeden uyarı görevi yapılmış.
Ama yapılan uyarılara rağmen ihlalde ısrar edildiği ve uçaklarımızı kaldırmamıza rağmen hava sahamız terk edilmediği taktirde vur emri sivil iradeden alınıyormuş. Yani Başbakan'dan. Ancak bölgesinde huzur ve güven ülkesi olarak bilinen Türkiye, şimdiye kadar hiçbir uçağı düşürmemiş. Zorunlu iniş yaptırılanlar var ama düşürülen yok.
Ama düşürülmesi ya da vurulması gerektiğinde, sorumluluk sivil iradede olacağı için Başbakan'dan izin alınması gerekiyormuş.

Angajman kurallarının değişmesiyle birlikte, 'vur emri' için artık Başbakan'dan talimat beklenmeyecekmiş. Harekat emrini veren yerel askeri birlik komutanı, 'vur emri'ni vermeye yetkili kılınmış. Örneğin 2. Ordu'nun bulunduğu Malatya Askeri Havaalanı'ndan kalkan uçaklarsa, 2.Ordu komutanı yetkilendirilmiş.

Türkiye, 'Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah' pozisyonunda...

Özel Yetkili Mahkemeler için en ilginç koalisyon / Veysel Ayhan

Dünyanın en hızlı gündem değiştiren ülkesi olarak, son gündemimiz Özel Yetkili Mahkemeler'in (ÖYM) kaldırılması. ÖYM'ler ne yaptı da kaldırılması gündemde?
 
ÖYM'ler geniş yetkilerle suç ve terör örgütlerinin network ağlarını çözmeyi başarmış, darbe tetikçilerinden cuntacı subaylara; KCK'dan faili meçhullere... Daha yüzlerce karanlık olayı soruşturan bir ihtisas mahkemesi. Cuntaların kanlı elebaşları içeride ise onlar sayesinde. Ergenekon'un karanlık emelleri zindana tıkılmışsa onların gayretiyle.
Bu başarıda aslan payı bugüne kadar bu mahkemelere destek veren siyasi iradenin. Bu mahkemelerle Türk demokrasisi, Meclis'te ifade vermeye tenezzül etmeyen emekli generallerin olduğu bir ülkeden, cuntalara aman verilmeyen, muvazzaf generallerin adaletin önüne çıkabildiği bir ülke demokrasisine yükseldi. Ama şimdi bunların kaldırılması 'anlaşılmaz bir biçimde' gündeme getiriliyor.

Bu gündemle birlikte ortaya yasama tarihimizdeki hiçbir yasal değişikliğe nasip olmayan ilginç bir koalisyon çıktı. Bu koalisyonda kimler yok ki? Mutluluktan zil takıp oynayana, sevindirik olandan 'yetmez ama evet' diyene... Sevinenler daha çok vaktiyle ÖYM'lerin üzdüğü(!) taban. Silivri ve Hasdal'da bayram havası var. Bavullarını toplayanlar bile.
En mutlu olanların başında Sözcü yazarı Emin Çölaşan geliyor. Günler önceden yönlendirmesini yapıp şöyle demişti: "Çözüm senin elinde. Verirsin bir emir ve gerekli yasal düzenlemeyi yaptırırsın." Gazetesi ise gelişmeleri sürmanşetten iftiharla takdim ediyordu: "Sözcü'nün dediğine geldiler".

Vakti zamanında generalleri darbeye ikna için kendini parçalayan gazeteci Mustafa Balbay ise 'ÖYM'lerin yetkilerinde çok az değişiklik yapılıp gücünü korumasından' endişeli olduğunu yazmış. Kaldırılacağını duyunca bayağı sevinmiştir. ÖYM'ler için en güçlü PR çalışması İşçi Partisi'ne ait.

Onlarca yerde miting yapıp halka seslendiler "Halkımızı, siyasi partileri, kitle örgütlerini Özel Görevli Mahkemelere ve AKP iktidarına karşı birleşmeye çağırıyoruz. Mahkemeler kapatılsın, başta Doğu Perinçek olmak üzere Silivri ve Hasdal'daki yurtseverler serbest bırakılsın." Aydınlık, ÖYM'lerin kaldırılmasından mutlu "Bu canavarı siz yarattınız, AKP kendine zarar verecek konuma gelince harekete geçti." diyor.

Darbe ve cuntalara karşı duruşu malum Baro Başkanı Ümit Kocasakal'ın gayretlerini unutmamak lazım. "Dünyada hiçbir diktatörlük ilelebet süremez, barolara düşen özel görevli mahkemelerin kaldırılması için demokratik ve meşru güçlerini kullanmalarıdır." diyerek baro baro gezdi lobi yaptı.

Hayatını Ergenekon'u sulandırmaya vakfeden sabık yayın yönetmeni başarısıyla gurur duyuyordur herhalde. "Özel yetkili mahkemelerin perişanlığına karşı omuz omuza mücadele verelim." demişti. ÖYM'lerin kalkması gündeme geldiğinde ise ağzı kulaklarında: "Hiç gocunmam arkadaş, Sayın Başbakan lütfen devam!" sözleriyle gelişmeleri alkışladı.

Daha kimler yok ki: PKK/KCK'nın lideri Murat Karayılan, KCK tutuklamalarını kıyasıya eleştiriyor ÖYM'lerin kalkmasını savunuyordu.

Öcalan'a özgürlük isteyen PKK yanlıları miting yapıyor, hedef ÖYM: "Özel Görevli Mahkemeler tarafından yaratılan baskı ve sindirmelere son verene kadar mücadele edeceğiz, Öcalan'ın avukatlığını yaptıkları için tutuklananların derhal salıverilsin". Darbe teşebbüsü iddiaları sebebiyle tutuklananlar bu gelişmeleri öngörmüştü. İnternete düşen ses kaydında şöyle konuşuyorlar: "Çok uzun süreceğini sanmıyorum. Yani aldığımız haberler o yönde.

Sağlam kaynaklar. Bir yasa tasarısı gündemde. O yasayla bizi çıkaracaklar." Bu ilginç koalisyonun Meclis içinde de destekçileri var. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "ÖYM'ler AKP hükümetinin yargı ayağıdır." diyor, her mahfilde kaldırılmasını istiyordu. Bu son gelişmeler üzerine hem seviniyor hem de Başbakan Erdoğan'a "Yeni mi uyandın?" diye tebessümle sesleniyor.

"ÖYM'ler kalksın" diyen bir diğer parti BDP. Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "AKP'nin demokrasiye inancı varsa özel yetkili mahkemeleri kaldırmalı. Mesele, MİT mensuplarının kurtarılması meselesi değildir. Özel yetkili mahkemelerin tümden kaldırılması konusunda bir düzenleme yapılmalıdır." diyordu.

Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını isteyen ve destekleyenler yan yana sıralanınca ortaya tarihinin en ilginç koalisyonu ortaya çıkıyor. Bunun ne anlama geldiğini siyasi irade mutlaka çözümleyecektir.

Kilis'e askeri sevkiyat

Suriye ile yaşanan uçak krizinin ardından sınır bölgesinde hareketli günler yaşanıyor. Bu sabah Gaziantep 5. Mekanize Zırhlı Tugayı'ndan 12 araçlık askeri konvoy Kilis'e doğru yola çıktı.
Bölgede; 1 tank, sinyal kesici jammerlar ve diğer askeri unsurlardan oluşan 12 araçlık konvoy hazırlıklarını tamamladıktan sonra, sabah erken saatlerde Gaziantep'teki General Ataman Kışlası'ndan hareket etti.

Erdelhun Paşa'nın 50 yıllık sırrı bu sergide

27 Mayıs 1960 darbesinde idamla yargılanan Rüştü Erdelhun Paşa'nın 50 yıl boyunca kırmızı bir valiz içinde saklanan günlükleri, el yazısı notları ve fotoğrafları sergilenmeye başladı. İBB Taksim Sanat Galerisi'nde dün açılan sergi, 10 Temmuz'a kadar gezilebilecek.
 
27 Mayıs darbesinin simge isimlerinden biri de idamla yargılanan, 10. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun'du. Paşa'nın o dönemde cezaevinde tuttuğu notlara Zaman Gazetesi Haber Müdürü Fatih Uğur ve muhabir Mustafa Gürlek 52 yıl sonra ulaşmış ve yazı dizisi olmuştu. Kırmızı valizin içindeki belge, fotoğraf ve dokümanlar yazı dizisinin ardından ilk defa sergilenmeye başladı. 1960'lı yıllara tanıklık eden sergi, dün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim Sanat Galerisi'nde açıldı. Serginin açış konuşmasını yapan AK Parti İstanbul Milletvekili ve Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş, "Yassıada'da savunmasına başlarken Paşa'nın sözlerine baktığımda onurlu bir duruşun gelecek nesillere nasıl bir manifesto olarak sunulduğunu görüyorum." dedi. Erdelhun Paşa'nın hiç eğilip bükülmeden "Bir gün gelecek, bu adalet anlayışınızdan utanacaksınız, yargılanacaksınız." dediğini hatırlatan Baş, "Böyle acıların sadece acı hatıralar olarak kalmasını istiyorum. Umarım çocuklarımıza anlatacağımız yeni darbe anıları olmaz." diye konuştu. Sergiye ev sahipliği yapan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da, hüzünlü bir yazı dizisinin '50 Yıllık Sır' sergisine dönüştürüldüğünü söyledi. 27 Mayıs dönemi Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin oğlu Cahit İleri de "27 Mayıs, darbelerin başlangıcı ve en kötülerinden biriydi. Allah yapanların cezasını versin." yorumunu yaptı. Rüştü Erdelhun'un çok müstesna bir Genelkurmay başkanı olduğunu söyleyen Celal Bayar'ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali ise, "Kırmızı çantada bulunan hatırat, 27 Mayıs öncesine ışık tutmak açısından çok önemli. Şekillendirilmiş, bir tarafı meşru kılmaya çalışan resmi tarihin gerçek yüzünü yansıtması açısından da önemi büyük." şeklinde konuştu. Meclis Darbeleri Araştırma Alt Komisyonu Başkanı AK Parti Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel de, serginin önemine değinerek "Bu aslında sadece Erdelhun Paşa'nın hayat hikâyesi değil, Türkiye'nin hayat hikâyesidir. Bu, Türkiye'nin bir bakıma geçmişiyle yüzleşmesidir." dedi. Komisyonun üyelerinden AK Parti Milletvekili İdris Şahin ise, 1960 darbesinin en büyük mağdurlarından birinin Erdelhun Paşa olduğunu dile getirdi. 1947'den başlamak kaydıyla darbeleri araştırdıklarını belirten Şahin, Zaman Gazetesi'nden de Erdelhun Paşa'ya ait belgelerin bir nüshasını talep edeceklerini kaydetti. 

10 Temmuz'a kadar açık kalacak sergide, Erdelhun Paşa'nın mektupları, Kore Savaşı fotoğraf albümü, Yassıada savunmaları görülebilecek.

Tarihe önemli bir not / BÜLENT KORUCU

Türkiye, el yordamıyla 'Özel Yetkili Mahkeme'ler hakkındaki değişiklik çabalarını tartışıyor. Cumhuriyet tarihimizin en önemli davalarına ev sahipliği yapmış mahkemelerle ilgili düzenlemeler 'şık olmayan' bir usulle geliyor.
 
Usulün şık olmamasının sebebi yeterince müzakere edilmeyişi. Teklifin sahibi Bakanlar Kurulu'nda bile hak ettiği ölçüde konuşulmadığı intibaı hâkim. Hazırlıkları yürüttüğü ileri sürülen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ dünkü açıklamasını 'bildiğim kadarıyla' kaydıyla yaptı. Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da sorular üzerine "Doğru olma ihtimali çok zayıf. Ancak 3. yargı paketini hepimizin cumartesi günü takip etmesi gerekiyor. Sayın Başbakan'ın istediği çalışmanın hangi noktada olduğunu bilmiyorum. Adalet bakanına sorarsanız daha iyi bir cevap alabilirsiniz." dedi. ÖYM'leri kaldırmaya seçim vaatleri arasında yer veren CHP, değişikliği rahatlıkla destekleyebilir. Fakat AK Parti tam tersi vaatlerle oy topladı. 12 Haziran öncesine dönsek iktidar sözcüleri meydanlarda söz konusu değişikliği telaffuz edebilirler mi? Seçim vaatleri seçmene verilmiş sözlerdir ve siyasi partiler aldıkları yetkiyi bu çerçevede kullanabilir.

Esasa gelince: Devlet erkini kullanan hiçbir fani hatadan münezzeh değildir. Yargıçlar ve savcılar da hata yapabilir. Hataların telafisi ve kasti yanlışların denetimi sistem içinde mevcut. Eksikleri varsa giderilir. HSYK gibi idari denetim mekanizmaları ve temyiz makamları bu iş için var. Organize suç örgütleriyle işbirliği yaptığı gerekçesiyle yargılanan hatta hapse düşen yargı mensupları herkesin malumu. Özel yetkili yargıç ve savcılar aleyhine ise herhangi bir idari denetim kararı mevcut değil. Yargılama bitmediğinden iç temyiz mekanizmasının kararını henüz bilmiyoruz. Ancak üst temyiz organı konumunda olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çeşitli sanıkların yaptığı başvuruları defalarca reddederek bir anlamda bu mahkemeleri ibra etmişti. ÖYM'lerde çalışan bütün yargı mensuplarını ve onun ötesinde mahkemeleri günah keçisi yapıp lağvetmek için ikna edici gerekçeler ortada yok. Yapıldığı ileri sürülen hatalar, suç ve cezanın şahsiliği temel hukuk prensibi mucibince cezalandırılabilecekken, mahkemelerin kaldırılması izahı zor bir durum.

Cevaplanması gerekli soru ise şu: Bu mahkemelerin mücadele ettiği, organize, çok kapsamlı ve yaygın bir coğrafyada işlenen suçlar ne olacak? İstanbul'u kasıp kavuran kapkaç çetelerinden, milletin malına göz dikmiş yolsuzluk teşkilatlarına; mafya ve hepsinden önemlisi cunta yargılamalarına kadar ÖYM'lerin başarılı bir geçmişi var. Bu geçmişi bir kalemde silip atmanın adaletsizliği bir yana, mücadele aynı etkinlikte nasıl sürecek? Seçim meydanlarına 'cuntalara kafa tutmuş parti' olarak çıkan AK Parti, önümüzdeki seçimlerde 'cuntaları yargının elinden kaçırmış' suçlamasına muhatap olma ihtimalini göz ardı ediyor. Biz üzerimize düşen görevi yaptığımız ve demokratik hakkımızı kullandığımız kanaatiyle tarihe not düşüyoruz. Bunun ötesi 'görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler'.

Ses kayıtlarındaki takvim işliyor: Darbelerle mücadele eden Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılıyor

Darbelerden faili meçhul cinayetlere kadar pek çok konuda demokratikleşme adına önemli çalışmalar yapan Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) yeniden gündemde. Hukukçuların uyarılarına rağmen, ÖYM'lerin kaldırılacağı belirtiliyor.
Dün bazı gazetelerde değişikliğin üçüncü yargı paketinde yer alacağı öne sürüldü. İddiaya göre Meclis 1 Temmuz'da tatile girmeden paket yasalaşacak. Gelişmeler Balyoz darbe davası sanıklarının internete düşen ses kayıtlarıyla da örtüşüyor. 'Yasa değişikliği olacak, çıkıyoruz. Mayıs, haziran kritik' sözleri adım adım gerçekleşiyor. Org. Bilgin Balanlı, Tuğa. Fatih İlğar, Tuğa. Cem Aziz Çakmak gibi isimlere ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, sanıkların iki aya kadar çıkacakları, 'çoluk çocuğuna kadar rövanş alacakları' söyleniyordu. ÖYM'lere yönelik ilk teklifi CHP vermiş, İşçi Partisi desteklemişti. Ancak başta Meclis Başkanı Cemil Çiçek olmak üzere AK Parti içinden de önemli uyarılar gelmişti. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, "Bunu halka izah edemeyiz." derken, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar uyarmıştı: "10 yıl içinde gerçekleştirilen reformlar heba olur." 

İhtisas mahkemeleriyle ilgili tartışmalar haftalardır sürüyor. Dün bazı gazetelerde yer alan haberler kafaları karıştırdı. İddiaya göre, suç örgütleri, darbeciler ve çetelerle mücadelede etkin rol oynayan özel yetkili mahkemeler tamamen kapatılacak. Yerlerine ise terör ve darbe suçlarına bakmakla görevli 'bölgesel yapılar' oluşturulacak. Söz konusu çalışmanın hafta sonuna kadar tamamlanacağı ve üçüncü yargı paketine ekleneceği de iddialar arasında. Yapılacak düzenleme Balyoz, Ergenekon ve KCK gibi davalarda tahliyeleri de beraberinde getirecek. Yaşanan son gelişmeler, geçtiğimiz haftalarda internete düşen ve Balyoz sanıklarına ait oldukları ileri sürülen ses kayıtlarını da doğrular nitelikte. Birbiriyle örtüşen söz konusu kayıtlarda, mayıs ve haziran aylarının kritik bir öneme sahip olduğu, yapılacak yasal bir düzenlemeyle tahliyelerin başlayacağı aktarılıyordu. 

Kayıtlardan ilki 24 Mayıs'ta internete düşmüştü. Balyoz davası sanığı Tuğamiral Fatih Ilgar olduğu ileri sürülen kişi şu ifadeleri kullanıyordu: "Bu bir savaşsa savaş yapacağız. Çıktıktan sonra da güzel planlarımız var. Bir yasa tasarısı gündemde. O yasayla bizi çıkaracaklar. Bir iki aya kadar. Bu ülke ya ekonomik krizle ya bir iç savaşla kendine gelecek. Bu iki seçenekten bir tanesi kapımızı çalacak. Ondan sonra dönüş yolu orada başlayacak; ki Başbakan hakkında da yani onların da sıkıntıları var. Onlar da bir zaman gelip o dosyaları çıkacak. Yani bir değil on değil. Onların çıktığı anda dibe vuracaklar. Rüzgâr hiçbir zaman kuzeyden esmez. Dönecek bu rüzgâr. Son dört genelkurmay başkanı vatan haini. Onların yüzünden bu hallere geldik. Şu andaki genelkurmay başkanına (Necdet Özel) fazla fatura çıkaramıyorum. Çok zeki bir adamdır. Buradan bir çıkış stratejisi yaratıyor kendince." 

İkinci ses kaydı ise 28 Mayıs'ta, dailymotion.com'da yayınlandı. Kaydın, Balyoz davası tutuklu sanıklarından Tümamiral Cem Aziz Çakmak'a ait olduğu ileri sürüldü. Çakmak olduğu ileri sürülen şahıs, 'sağlam kaynaklardan' aldığı bilgiye dayanarak, bir sene içerisinde çıkacaklarını söylüyordu. Şöyle diyordu: "Daha ne kadar çekeriz bilmiyorum. Ama çok uzun süreceğini sanmıyorum ben de artık. Yani olmazsa da iş uzun sürmeyecek artık. Yani aldığımız haberler o yönde bizim. Sağlam kaynaklar. Bunun hesabı sorulacak. Bir iki sene içerisinde bu manzara tam tersine dönecek. Bu ülkeden kaçacaklar çoğu. Ve rövanşı çok farklı olacak. Çok kişinin canı yanacak. Bir sürü hesaplaşma olacak. Çoluğuna çocuğuna kadar... İlk şeyimiz ne biliyor musun? Aç kalacaklar. Öyle başlayacak zaten. Bu kadar da boş değiliz yaa..." 

ARTIK ERGENEKON HABERLERİ GÖRMEYECEKSİNİZ!
 
Üçüncü ses kaydının yayın tarihi ise 4 Haziran'dı. Balyoz darbe planı davasının tutuklu sanığı Yüksek Askeri Şura üyesi Orgeneral Bilgin Balanlı'ya ait olduğu iddia edilen ses kaydında, Balyoz sanıklarının çıkarılacak bir genel afla serbest kalacağı ve daha sonra iktidar değişimiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan hesap sorulacağının altı çiziliyordu: "Bu mahkemeler nereye gider, ne olur o belli değil. Yani nasıl bir şey olacak o belli değil. Ya çıkaracak mahkemeyi bitirmeyecek, yayacak, uzatacak efendim şeyden kaçıracak ya genel kapsamlı bir af çıkaracak." 

Dördüncü ve son ses kaydı 12 Haziran'da Twitter'da yayınlandı. Kayıttaki kişilerin Ergenekon terör örgütü davasının tutuksuz sanıklarından emekli Orgeneral Şener Eruygur ve eşi Mukaddes Eruygur ile istihbaratçı Ömer Faruk Gürüz olduğu iddia ediliyordu. Gürüz olduğu ileri sürülen kişi şöyle diyordu: "İzleyin, bundan sonra gazetelerde Ergenekon'u işitmeyeceksiniz. Arkasından şeyler başlayacak, yavaş yavaş tahliyeler. İçeriye aldıkları herkesi tahliyeye başlayacaklar. Mayıs ve haziran ayları kritik."

"Herşeyi Açıklayacağım, Elimde Çok Güçlü Arşivim Var"

Tansu Çiller, "Bugüne kadar hiç konuşmadım ve çok önemli şeyler anlatacağım"

28 Şubat sürecinin önemli tanıklarından eski Başbakan Tansu Çiller, 15 yıllık sessizliğini TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu için bozacak.

Çiller, kendisini arayarak komisyona davet eden başkan Nimet Baş’a, “Bugüne kadar hiç konuşmadım. İlk kez konuşacağım ve çok önemli şeyler anlatacağım. Elimde bu konuda çok güçlü bir arşivim var” dedi.

Hürriyet'in haberine göre komisyon başkanı Nimet Baş'ın telefonla davet ettiği Tansu Çiller şunları söyledi: "“Ben bu konuda üzerime düşeni yapacağım. Hiç merak etmeyin. Şu anda yurtdışındayım, isterseniz hemen dönebilirim. Ama herkesi dinledikten sonra beni dinlerseniz daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bugüne kadar 28 Şubat süreci hakkında hiç konuşmadım. İlk kez konuşacağım ve çok önemli şeyler anlatacağım. Elimde bu konuda çok güçlü bir arşivim var. O nedenle siz diğerlerini dinleyin, ben ona göre konuşayım. Çünkü onların söyleyeceği herşeye verilecek bir cevabım var. Darbe komisyonunun kurulmasını çok önemsiyorum. Tarihe ışık tutacak bir çalışma yapacağınıza inanıyorum. Bu komisyona sizin başkan olmanızdan da çok memnun oldum.”
Mesut yılmaz ise, komisyonun sorularına yazılı cevap vermek istediği belirtildi.

27 Haziran 2012 Çarşamba

SİİRT ERUH'TA ŞEHİT SAYISI 4'E YÜKSELDİ!

Siirt'in Eruh ilçesinde çıkan çatışmada şehit sayısı 4'e yükseldi.

Siirt'te güvenlik güçleriyle teröristler arasında çıkan çatışmalarda, 4 asker şehit oldu, 1 asker yaralandı.
Siirt'in Eruh ilçesi Milyanis kırsalında operasyon yürüten 3'üncü Komando Tugay Komutanlığı'na bağlı birlik, akşam saatlerinde bir grup teröristle karşılaştı.
Teröristlerin teslim ol çağrılarına ateşle karşılık vermesi üzerine çatışma çıktı. Çatışmada 1 asker şehit oldu, 1 asker yaralandı.
Sabah saatlerinde ise başka bir grup terörist, Bilgili Köyü yakınlarında konumlanmış olan askeri birliğe uzun namlulu silahlarla saldırdı. Bu saldırda 3 asker ağır yaralandı.
Yaralı askerler kaldırıldıkları hastanelerde tüm müdahelelere rağmen kurtarılamadı.
Olayın ardından bölgeye insansız hava uçağı ve helikopterler sevk edildi. Bölgede arama tarama faaliyetleri başlatıldı.

BALYOZCU GENERALLER TERFİ EDER Mİ?

1-4 Ağustos tarihleri arasında yapılacak YAŞ'ta tutuklu ve firari bulunan Balyoz sanıklarının durumu ne olacak? Terfi mi edecekler yoksa emekli mi ya da temditli mi?

Toplam 362 general ve amiralin 68’i tutuklu ya da firari. Bu komutanlardan terfisi gelen 39’u ya emekli edilecek ya da görev süreleri uzatılacak.
Suriye’nin Türk askeri uçağını düşürmesinin ardından yaşanan kritik süreçte, Türkiye’yi yeni bir Yüksek Askeri Şura krizi bekliyor.

G.KURMAY VE KUVVET KOMUTANLIKLARINDA DEĞİŞİKLİK YOK

1-4 Ağustos’ta toplanacak YAŞ’ta, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarında bir görev değişikliği olmayacak. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Murat Emin Bilgel ve Jandarma Genel Komutanı Org. Bekir Kalyoncu görevlerini sürdürecek.

ORG. ASLAN GÜNER EMEKLİ OLUYOR

Bu yıl sadece Harp Akademileri Komutanı Org. Aslan Güner, emekli olacak. Ancak toplam general/amiral sayısı 362 olan TSK’da, Balyoz, Andıç, 28 Şubat soruşturmaları başta olmak üzere tutuklanan ya da haklarında yakalama kararı çıkarılan muvazzaf general/amiral sayısının 68 olması kriz yaratıyor. Halen 2 orgeneral, 14 korgeneral/koramiral, 23 tümgeneral/tümamiral ve 29 tuğgeneral/tuğamiral tutuklu bulunuyor.

EN FAZLA 47 RÜTBE DEĞİŞİYOR

YAŞ’ın her yıl en fazla 47 general ve amiralin görev süresini uzatma (temdit) yetkisi bulunuyor. YAŞ istediği general ve amiralin görev süresini 1 yıl uzatabiliyor ve bu uzatma 3 yıla kadar mümkün olabiliyor. Böylece TSK, tutukluluk durumu veya kadrosuzluk nedeniyle terfi ettiremediği personeline temdit vererek kadrosunda tutabiliyor.

TUTUKLU 39 GENERAL VE AMİRAL TERFİ SIRASINDA

Tutuklu 68 general ve amiralden 19’unun rütbe bekleme süresi bu yıl doluyor ve terfi bekliyorlar. 20 kişi ise 2010 ve 2011 yıllarındaki yaz şuralarında uzatma aldı ve onlar da terfi bekliyor. Böylece, şurada durumu görüşülecek general/amiral sayısı 39 olarak kendini gösteriyor.

TUTUKLU OLDUKLARI İÇİN TERFİLERİ MÜMKÜN DEĞİL

Geriye kalan 29 tutuklu general ve amiral ise terfi sırasında bulunmuyor. Bu terfi sırasında bekleyen 39 general/amiralin TSK Personel Kanunu’na göre tutuklu oldukları için terfileri mümkün olmuyor. TSK’da “tutuklananlar”veya “açığa alınanlar” terfi şansını yasal olarak yitiriyor.

Ya emeklilik ya da temdit
Hükümet ve TSK, 2010 ve 2011 yıllarındaki şuralarda, tutukluların görev sürelerinin uzatılması yönünde formül uygulamıştı. 2010 ve 2011 yılındaki şuralarda temdit (uzatma) alan 20 isme, bu sene 4 yıllık görev süresi sona erecek 2008 terfili 19 ismin daha katılması üzerine sayı toplam 39’a yükseldi. Ancak bu durumda, toplam 47 uzatma kadrosu bulunan TSK’nin, 39 kadrosu doğrudan tutuklular yüzünden doluyor. İşte bu noktada, kriz doğuyor.

TERFİ BEKLEYEN TSK PERSONELİ HAK KAYBINA UĞRAYACAK

Çünkü YAŞ’ta alınacak kararla, ya tutuklu generaller emekli edilecek ya da bu isimlere tekrar temdit formülü uygulanacak. Bu isimlerin temdit alması durumunda yasal olarak 47 general ve amiralin görev süresini uzatma yetkisi olan YAŞ, TSK’da halen görev yapan yalnızca 8 general/amirale uzatma verebilecek. Yalnızca 8 general/amiralin uzatma alması ise kadrosuzluk nedeniyle terfi alamayan ancak sicili itibariyle uzatma alması gereken muvazzaf personelin hak kaybına uğramasına neden olabilecek. Bu durumun TSK’nın komuta kademesinde de büyük rahatsızlık yarattığı öğrenildi. Bunun aşılabilmesi için hükümet ve TSK’nın yasal düzenleme arayışına girebilecekleri iddia ediliyor. Balyoz davasında savcılığın, davanın başka bir mahkemeye nakledilmesini istemesi ve bu yüzden duruşmaların 6 Ağustos’a ertelenmesinin de yaz şurasındaki tansiyonu artıracağı belirtiliyor.
Şurada Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda ise korgenerallikten orgeneralliğe ise bir isim terfi edecek. Bu isim bu yıl emekliye ayrılacak Harp Akademileri Komutanı Org. Aslan Güner’in kadrosunu alacak.

Bilgel 1 yıl daha

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda iki oramiral kadrosu dolu bulunuyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Murat Emin Bilgel ve Donanma Komutanı Ora. Nusret Güner bu kadroları dolduruyor. Ora. Bilgel bir yıl daha komutanlık görevini sürdürecek. Kuvvet komutanları iki yıl görevlerini sürdürebiliyor. Ora. Bilgel’den sonra Ora. Güner yeni Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak. Daha alt amiral kadrolarında ise büyük sıkıntı yaşanıyor. Deniz’de tümamirallik kadrosuna yükselecek isim konusunda kriz yaşanıyor.

Genelkurmay Başkanı ile Adalet Bakanı görüştü

1-4 Ağustos tarihleri arasında toplanacak kritik YAŞ öncesinde kritik bir görüşme yapıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, geçtiğimiz Cuma günü Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i makamında ziyaret etti. Orgeneral Özel, saat 17.00’de korumalarıyla beraber Başbakanlık Merkez Bina’nın yanındaki Adalet Bakanlığı binasına gitti. Görüşmeyle ilgili resmi açıklama yapılmadı ancak kulislerde görüşmede YAŞ’ta karara bağlanacak konular açısından hukuki durum değerlendirmesi yapıldığı ileri sürüldü.

Hava’da Erten’den sonra Ünal

Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Mehmet Erten, önceki gün Cumhurbaşkanı Gül’e Suriye’nin düşürdüğü uçakla ilgili brifing vermişti. 2 orgeneral kadrosu bulunan Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Erten ve cezaevinde bulunan YAŞ üyesi Org. Bilgin Balanlı bu kadroları dolduruyor. Org. Erten, bir yıl daha Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapacak. Tutuklu Org. 64 yaşındaki Balanlı’nın ise 2009 yılında orgeneralliğe terfi etmesi nedeniyle 4 yıllık bekleme süresini ve 65 olan yaş haddini 2013 yılında tamamlaması bekleniyor. Org.Erten’den sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı için en güçlü aday olarak 1. Hava Kuvvet Komutanı Korg. Abidin Ünal’ın ismi öne çıkıyor. Korg. Ünal, 2008 yılında birinci sırada korgeneralliğe terfi etti. Ünal, 4 yıl olan terfi bekleme süresini bu yıl dolduruyor ve terfi bekliyor. Kadrosuzluk nedeniyle orgeneralliğe terfi edememesi durumunda Korg. Ünal’ın temdit alması bekleniyor. 1953 doğumlu olan Ünal’ın önünde yaş engeli de bulunmuyor.

68 general ve amiral tutuklu

Balyoz, Andıç ve 28 Şubat soruşturmaları başta olmak üzere tutuklu bulunan 68 general/amiralin isimleri şöyle:
Orgeneraller:
Bilgin Balanlı, Nusret Taşdeler
Korgeneral ve koramiraller:
Korkut Özarslan, Yurdaer Olcan, Nejat Bek, Mehmet Otuzbiroğlu, Kadir Sağdıç, Korcan Polatsü, Ziya Güler, Turgut Atman, Rıdvan Ulugüler, Mehmet Eröz, Deniz Cora, İsmail Hakkı Pekin, Can Erenoğlu Tevfik Özkılıç
Tümgeneral ve tümamiraller:
Bülent Kocababuç, Güngör Kurubaş, Gürbüz Kaya, İsmail Taş, Halil Helvacıoğlu, Erdal Bektaş, Ahmet Yavuz, İhsan Balabanlı, Abdullah Dalay, Nurettin Işık, Fehmi Canan, Bekir Memiş, Hıfzı Çubuklu, Semih Çetin, Soner Polat, Mücahit Şişlioğlu, Caner Bener, Fikret Güneş, Yalçın Ergül, Beyazıt Karataş, Sinan Ertuğrul, Berkay Turgut, Cem Gürdeniz
Tuğgeneral ve tuğamiraller:
Kasım Erdem, Ali Aydın, Gökhan Gökay, Ömer Mimiroğlu, Hakan Akkoç, Mehmet Eldem, Erhan Pamuk, Kubilay Baloğlu, Abdullah Gavremoğlu, Ahmet Türkmen, Turgay Erdağ, Fatih İlgar, Aziz Çakmak, Levent Erkek, Levent Görgeç, Can Yıldırım, Şafak Yürekli, Osman Kayalar, Mustafa İlhan, Ali Sadi Ünsal, Okan Kırçiçek, İsmail Taylan, Lokman Ekinci, İsmail Hakkı Önder, Hakan Eraydın, Mehmet Faruk Alpaydın, Celalettin Bacanlı, Mehmet Ali Yıldırım, Metin Keşap