26 Haziran 2012 Salı

Türk jetinin düşürülmesine uluslararası hukuk ne der? / İbrahim Kaya

Türk jetinin Suriye savunma sistemi tarafından düşürülmesi olayının bir bölümü, uluslararası hava hukukunu ilgilendirir. Birinci Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde devletin sahip olduğu kara parçası üzerindeki hava sahasının kullanımına ilişkin çeşitli görüşler ortaya atılmışsa da, bu savaş esnasında hava araçlarının yoğun olarak kullanılmasından dolayı savaşla birlikte devletin hava sahası üzerindeki egemenlik hakkının tam olduğu yönündeki görüş ağır basarak teamül hukuku halini almıştır.
 
Bu hava sahasının ihlali uluslararası hukuktaki devletin ülkesi üzerindeki egemenliği ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir. Hava sahası sadece kara ülkesi üzerinde değil aynı zamanda devletin karasuları üzerinde de bulunmaktadır. Karasuları bir devletin kıyılarından denize doğru 12 deniz miline kadar olan mesafeyi kapsayabilmektedir. Zaman içerisinde gerek askeri olsun gerek sivil olsun başka devletlerin hava sahasına izinsiz giren birçok uçak düşürülmüştür. Bazen yanlışlıkla da olsa hava sahası ihlalleri çok sayıda masum insanın hayatının sona ermesi ile sonuçlanmıştır. 1953 yılında Lissitzyn adlı hukukçu yukarıda anılan teamül hukuku kuralının devlet uygulamasında "hava sahasına izinsiz giriş yapan hava aracının hareketlerini kontrol altına almada ülkenin egemeni olan devlet hava aracı ve içindekileri gereksiz ve makul olmayan büyük bir tehlikeye maruz bırakmamalıdır" şeklindeki yorumun doğru olacağını ifade etmiştir. Bu yoruma göre tehdit oluşturduğuna dair ciddi gerekçelere dayanan bir kanaat olmadıkça izinsiz giren bir hava aracına saldırıda bulunmak mümkün olmamalıdır.

 Uluslararası sivil uçakların uçmasına ilişkin düzenlemeler Birleşmiş Milletler'in bir uzmanlık kuruluşu olan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (International Civil Aviation Organization-ICAO) eliyle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca devletler karşılıklı antlaşmalar imzalayarak da bu alanda düzenlemeler yapmaktadırlar. 1981 yılında ICAO yaptığı bir çağrıyla hava sahası ihlal edilen devletin izinsiz giren uçağa karşı silah kullanmaması tavsiyesinde bulunmuştur. 1983 yılında SSCB 269 yolcu taşıyan bir Güney Kore uçağını, 1988 yılında ABD 290 kişi taşıyan bir İran yolcu uçağını düşürmüştür. BM Güvenlik Konseyi, Güney Kore uçağının düşürülmesini kınayan bir karar almış, ardından 1984 yılında ICAO Şikago Sözleşmesi'ne ekleme yaparak izinsiz olarak kendi ülkesi üzerinde uçan uçaklara karşı devletlerin belirlenmiş bir havaalanına iniş yapmasını isteme haklarının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca sivil uçağın yolcularının hayatını ve güvenliğini tehlikeye atmamaları ve uçuş esnasında sivil uçağa karşı silah kullanmaktan tüm devletlerin kaçınması gerektiği taraf devletlerin "tanıdığı" sözleşmeye eklenmiştir. Kullanılan terminoloji dikkate alındığında yasağın mutlak olmadığı anlaşılır. Sonuç olarak Lissitzyn'in yorumu günümüzde geçerliğini korur gözükmektedir. Tekrar etmek gerekirse ilk önce uçağa hava sahasının ihlal edildiği bildirilecek ve uygun olduğu şekliyle ya hava sahasını terke ya da ilgili devlete inişe davet edilecektir. Ancak tüm bunlara olumlu cevap vermeyen ya da saldırı tehlikesi taşıdığına dair ciddi emareler bulunan uçağın düşürülebilmesi mümkün olacaktır.

Düşürülen Türk jetine ilişkin resmi detaylar Türkiye tarafından açıklanmış ve aksine bilgi sahibi olan devletlerin bunları ortaya koyması istenmiştir. Anlaşılmaktadır ki, düşen jet bir saldırı uçağı olmaktan ziyade bir eğitim uçağıdır. Silahsız ve tek başına Akdeniz üzerinde uçuş gerçekleştirmiştir. Türkiye gibi Suriye'nin de Akdeniz'de karasuları uluslararası hukuka göre mümkün olabilen en büyük genişlik olan 12 deniz mili mesafesindedir. Uçak zaman içerisinde bir miktar Suriye karasuları üzerindeki hava sahasını ihlal etmişse de, Türkiye'deki uçuş merkezinin uyarısı üzerine Suriye hava sahasını terk ederek Türk hava sahasına geçmiş ve ihlalden yaklaşık 15 dakika sonra uluslararası hava sahasında Suriye tarafından vurulmuştur. Ne ihlalin gerçekleştiği kısa süre içerisinde ne de düşürüldüğü ana kadar geçen sürede Suriye'den ihlale ilişkin bir iletişim gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, Suriye'nin silahsız ve yalnız uçan uçağı ciddi bir saldırı tehdidi olarak algılamadığı sonucu çıkarılabilir.

ULUSLARARASI ÖRGÜTLERDEN DESTEK

Düşürülen uçağın Akdeniz üzerinde keşif uçuşu yaparken yanlışlıkla Suriye hava sahasına girmiş olması Suriye'ye kendi hava sahası içerisinde bile uçağı vurma yetkisini doğrudan vermez. Yukarıda açıklandığı şekliyle günümüz uluslararası hukuku böyle bir durumda Suriye üzerine temasa geçme, ikazda bulunma, hava sahasını terke davet etme ve inişe zorlama gibi yükümlülükler yüklemektedir. Bunların ihlali Suriye devletinin sorumluluğunu gerektirir. Böyle bir halde Suriye devletinin özür, tazminat gibi çözümlere yönelmesi gerekir. Kaldı ki, Türk jeti uluslararası hava sahasında vurulmuştur. Bu durum, Suriye'nin devlet sorumluluğuna ek olarak, bu ülkenin Türkiye'nin egemenliğini zedelemesi sonucunu da doğurmuştur ve çok daha ağır sonuçlara sebep olabilir. BM şartı 51. madde tarafından düzenlenmiş bulunan meşru müdafaa hakkının doğabileceği de bu sonuçlardan bir tanesidir. Nitekim egemenlik ihlal edilerek bir devlete ait savaş uçağının vuruluyor olması uluslararası hukukta silahlı saldırı olarak nitelenebilir. Buna karşı saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa hakkı söz konusudur.

Devletler uluslararası hukuka göre başka devletlerle ne tür ekonomik, kültürel ve siyasi ilişki gerçekleştireceklerine tek yanlı olarak karar verebilirler. Kuvvet kullanmayı içermeyen askeri ilişkiler için de devletler karar verme özgürlüğüne sahiptir. Ancak askeri kuvvet kullanılabilmesi ancak uluslararası hukukun meşru saydığı hallerde olabilir. Bunun bir yolu BM Güvenlik Konseyi'nin yetki vermesi iken diğeri meşru müdafaa halidir. Meşru müdafaa durumunda bile konunun BM Güvenlik Konseyi'ne bildirilmesi gerekmektedir. Sayın Dışişleri Bakanı'nın açıklamalarından anlaşılmaktadır ki, Türkiye bu aşamada askeri bir önleme doğrudan başvurmayı tercih etmeyecek ve konuyu önemli devletler ve uluslararası örgütler nezdinde gündemde tutacaktır.

Uluslararası hukukça tanınan meşru müdafaa hakkı bir devletin silahlı saldırıya uğraması, ya da kaçınılmaz olarak bu tür bir saldırının gerçekleşecek durumda olması halinde söz konusu olabilecektir. Türk jetine uluslararası hava sahasında yapılan saldırının bu tür bir saldırı olduğu değerlendirilebilir. Buna verilebilecek silahlı karşılık, başka bir seçeneğin ve müzakere için zamanın bulunmaması halinde meşrudur ve uluslararası hukuka göre, orantılı olmak durumundadır. Bu aşamada Türkiye'nin askeri kuvvete başvurması ihtimali düşük gözükmektedir. Türkiye'nin açık yüreklilikle elindeki bilgileri paylaşması ve diğer devletlerin varsa ellerinde olan bilgileri sunmalarını davet ederek buna göre konuyu değerlendireceğini açıklamış olması diplomatik yollara olan inancını teyit etmektedir. Dünya devletleri ve BM'den ciddi bir tepki beklemek Türkiye'nin hakkıdır. Suriye'nin, ister güvenlik güçleri arasındaki koordinasyonsuzluk isterse kasten uçağı düşürmüş olsun, olaya yaklaşımı son derece büyük önem arz etmektedir. Uluslararası hukuka aykırı bu eyleminden sorumlu devlet olarak Suriye derin pişmanlığını göstermeli ve tazmin mekanizmalarını harekete geçirmelidir. Gelecekte bu tür eylemlerden de kaçınmada azami hassasiyet göstermelidir. Tekrarı ya da benzeri durumlar halinde, Mavi Marmara olayından da ders alınarak, askeri kuvvet kullanmak da dâhil olmak üzere çok daha ağır sonuçlar doğabileceği unutulmamalıdır.