1996'dan bu yana bu köşede PKK terörünün maksadının Güneydoğu
Anadolu'muzun Türkiye'den kopartılıp, öncelikle Irak ve Suriye Kürt
bölgeleriyle birleştirilerek, İslâm dünyasının kalbinde ikinci bir
İsrail mahiyetinde güya bir Kürt devleti kurulması olduğunu, bu hedefe
giden yolda Türkiye'nin Irak konusundaki kırmızı çizgilerinin bir bir
berhava edileceğini, önce Kuzey Irak Kürt bölgesiyle, daha sonra PKK ile
muhatap kılınıp, masaya oturtulacağını defalarca yazdım.
1990 ABD-Irak savaşı, savaşın sonunda Kuzey Irak Kürt bölgesinin özerkleştirilmesi, Çekiç Güç'ün bu maksat için yıllarca bölgede kalması, nihayet Irak'ın 2002'de işgali ve Kuzey Irak'ın âdeta fiilî bağımsız bir devlet haline gelmesi, hep bu sürecin adımlarıydı. Bu süreç, İslâm dünyasının mezhep temelinde de bölünmesini hedeflediği için ABD, Irak'ı işgal eder etmez, ilk iş olarak Irak'ta bulunan ve güya "hedef ülke" İran rejimine karşı mücadele eden Mücahidîn-i Halk'ı Irak'tan çıkardı ve aynı anda Kürt bölgesinde İslâmî hareket olan Ensar-ı İslâm'ı yok etti. Ve Irak'ı Malikî'ye bırakarak, Kürt bölgesi dışında kalan kısmı İran'ın nüfuz gücüne hediye etmiş oldu. Kandil'e müdahale için iznini ve yardımını şart gördüğümüz aynı ABD, İran'ın Kandil'e müdahale edip, PJAK'ı bitirmesine hiç ses çıkarmadı. Şimdi İngiltere kılavuzluğunda müzakerelerle PKK'nın silah bırakacağını umuyoruz. Oysa PKK, zaman zaman müzakereler ve müzakerecilerle kamuoyu oluşturup oyalıyor ve barış çubuğu uzatır gibi yaptığı aynı anda vuruyor. Daha iki hafta kadar önce BDP milletvekili Gültan Kışanak, Van'da şunları söylüyordu: "90'lı yıllarda direnmeyip boyun eğmiş olsaydık, şimdi ne TRT Şeş, ne de seçmeli ders Kürtçe olurdu. Kritik bir aşamaya geldik. Kazanmak üzereyiz. Kürt halkının kendi topraklarında özgürce yaşamasına az kaldı. Barışa, özgürlüğe kadar direnişimiz sürecek. Direnişin sürmesi halinde Van da Kürdistan gibi özgürleşecek."
PKK, hedefi belli ve bu hedefe sabırla yürüyen, yürütülen bir örgüt iken, Türkiye ve Ankara paramparça. Pek çokları, meseleye artık açıkça PKK açısından yaklaşıyor ve konuşuyor; bazı İslâmcılar, meseleye İran ve "ezilen Kürtler" cephesinden yaklaşıyor. Bazıları, realiteleri bir tarafa bırakıp, romantikçe sadece idealler üzerinden konuşuyor. Teröre prim vermeden yapılması gerekenler terörün bastırmasıyla yapılınca ister istemez terörün diline teslimiyet ortaya çıkıyor ve terör âdeta haklılık kazanıyor. Cephede askerî açıdan alınması gereken ve yıllardır alınacağı sözü verilen ama alınmayan tedbirleri ve mücadele adına takip edilmesi gereken ve takip edileceği deklare edilen ama takip edilmeyen yöntemleri hatırlatan gazete ve yazarlar, operasyonel yazarlar vasıtasıyla tehdit ediliyor. İrili-ufaklı çok başlı, çok kollu, çok bacaklı, ama en tepesinde her şeyi kararlaştırıp organize eden bir baş bulunan ve tek gövdeli, tek vücut mahiyetindeki PKK örgütü, irili-ufaklı başlara, kollara ve bacaklara bakılarak, birden fazla PKK varmış gibi yayın yapılabiliyor. Ve, bölgedeki hadiseler birbirinden bağımsızmış gibi değerlendiriliyor.
Suriye'de olup bitenler ve nihayet bir uçağımızın düşürülmesi, PKK teröründen bağımsız değildir. Her şey, göz önünde cereyan ediyor. Düne kadar Kürtleri ezen Suriye rejimi, PKK'nın bu ülkedeki Kürt bölgesine yerleşmesine izin veriyor ve artık bu bölge de yavaş yavaş özerkleşmeye başlıyor. Suriye'deki hadiseler olgunlaşıp, Suriye'ye de müdahale noktasına gelindiğinde müdahalede bulunulacak ve bu ülke de ilk anda özerk bölgelere bölünecektir. Ne yazık ki Türkiye, 30 yıldır temelden karşı çıktığı bu sürece 30 yıldır hizmet eder bir konumda kalmaktan kurtulamıyor.
Öyle görülüyor ki, gittikçe artan derecede sıcak günler yaşayacağız. Türkiye, hedef ülke olarak bir ağaç gibi içten ve dıştan taşlanmaya devam edecek. Bu süreçte dıştan parlak da, mat da görünseler, içten sıcaklıkların veya bazı iç hastalıkların çürüttüğü meyveler dökülse de, Türkiye ağacı, bütün dünyayı gölgelendirmek üzere yine de büyümeye devam edecek.