1- Nasıl tıpta teşhis tedavi kadar önemli ise Suriye'deki Baas
rejimi tarafından savaş uçağımızın düşürülmesi krizinde de önce durumu
en objektif şekilde tespit etmek gerekiyor.
Suriye tarafının ve Türkiye'nin verdiği bilgileri yan yana
koyunca ortaya şu fotoğraf çıkıyor: Milli radar sistemini test etmek
için cuma günü iki pilot ile Malatya Erhaç'tan silahsız ve kendisine
avcı jetler eşlik etmeden havalanan RF-4E (Phantom) tipi keşif uçağı,
tanınma sistemi de açık olduğu halde Doğu Akdeniz'deki görevini yaparken
Suriye hava sahasını ihlal etti. Türkiye'nin uyarısı üzerine Suriye
hava sahasından çıktıktan sonra Suriye Hava Savunma sisteminin harekete
geçirdiği füzeler tarafından ikaz edilmeden vuruldu. Vurulduğu nokta,
Suriye sahilinin 13
mil açığında, yani uluslararası sularda. Ancak ya son anda yaptığı hamle
ya da kuyruk tarafından vurulması yüzünden enkazı Suriye karasularına
düştü.
2- Baas rejiminin Suriye krizinin başından beri sadece Türkiye'ye değil tüm dünyaya söylediği yalanlar defalarca ispatlandığı gibi uçak olayında da Şam'dan gelen bilgilerin doğru olması çok uzak ihtimal. Nitekim ilk gün söyledikleri bilgilerin çoğunun dezenformasyon amaçlı olduğu belgeleriyle ortaya kondu. "Türk uçağı olduğunu bilmeden vurduk" sözünün yalan olduğunu, Suriyeli yetkililer arasındaki konuşma kayıtları ortaya koydu. "Uçağın Suriye karasularında vurulduğu" iddiasını ise Türkiye'nin yanı sıra İngiltere ve NATO'dan alınan radar tespitleri çürüttü.
3- Bütün bu veriler içinde Suriye'nin doğrulanan tek iddiası, düşmanca bir tutum içinde olmadığı kolaylıkla anlaşılacak bir durumda olsa da (silahsız, tanıma sisteminin açık, avcı jetlerle korunmuyor, vb.) uçağımızın Suriye hava sahasını bir süre ihlal ettiği. Kuşkusuz bu durum, Suriye'yi affettirmiyor ama Türk uçağının hiçbir ihlal yapmadığı halde düşürülmesinden farklı. Bir de olayın, ilişkilerin hasmane olduğu dönemde yaşandığı düşünülürse. Ancak öyle olsa bile hava sahasını ihlal eden her uçak düşürülseydi, bu sene başından beri Türkiye farklı ülkelere ait 114 uçağı düşürmüş olacaktı. Bu tür durumlarda normal uygulama hava sahasını ihlal eden uçağın ikaz edilmesi şeklinde. Israrla ikaza uyulmaması durumunda diğer tedbirlere başvurulabilir. Baas rejiminin, hatalı bir noktada yakaladığı uçağımızı ikaz etmek yerine muhalefeti korkutmak, kendi kamuoyuna 'ayaktayım' mesajı vermek ve Türkiye ile birlikte Suriye konusundaki müttefiklerine ders vermek gibi amaçlarla düşürmeyi tercih ettiği anlaşılıyor. Bu şartlarda Türkiye'nin o bölgeye uçağını gönderirken daha dikkatli ve olası bir müdahaleye cevap verecek şekilde hazırlıklı olması gerekirdi.
4- İçeride zaten zor durumda olan ve bugün bize göre kaybedeceği çok az şeyi olan Baas rejiminin tahrikine karşı Türkiye'nin kendisine zararı daha büyük olacak bir yola girmesi yanlış olur. Suriye'nin düşmanca tavrı, hem Türkiye kamuoyuna hem dünya kamuoyuna somut, objektif, ikna edici bilgilerle paylaşılmalı; BM, NATO, AB, İİT gibi örgütlerde Suriye'nin hareketinin mahkum edilmesi sağlanmalı ki, bunlar etkin şekilde yapılıyor. Ancak bir yandan bu soğukkanlı tutum izlenirken, diğer yandan Türkiye'nin caydırıcılığını güçlendirecek adımlar da atılmalı. Türkiye, her önüne gelenin maliyet ödemeden zarar verebildiği bir ülke olmak istemiyorsa zamanını ve şeklini kendinin belirleyeceği bir tarzda bu düşmanca tutuma cevap vermelidir.
5- Suriye'deki rejim krizine açıkça taraf olan bir siyaset izlediği için Türkiye; uçağımızın düşürülmesi, PKK üzerinden gelecek terör saldırıları ve benzeri düşmanca tutumlara karşı hazırlıklı olmalıdır. Türkiye dünyanın bu en sıcak bölgesinde proaktif bir politika izleme eğiliminde olduğuna göre yumuşak güç kadar sert güç unsurlarının da buna hazır olması kaçınılmaz. Bu kapsamda TSK'nın modernizasyonun sürecinde nerede olduğunu gözden geçirip şu soruyu düşünmeliyiz: "Şayet uçağımızın düşmanca bir tavırla düşürüldüğünü öğrendiğimizde, istense Suriye hava savunma sisteminin varlığını da düşünerek Türkiye mevcut askeri kapasitesiyle bu saldırıya misliyle cevap verebilir miydi?"
6- Suriye'deki krizin, sadece bizim değil bütün dünyanın sorunu olduğu açık. Ancak bu kadar açık olan bir gerçek de mevcut durum devam ettikçe bundan en çok zarar gören ülkelerin başında Türkiye'nin geleceği. Dolayısıyla Türkiye'nin, uluslararası toplumla birlikte ve gerekirse bugüne kadarki çizgisini de sorgulayarak Suriye'deki krizin çözümü için daha etkin rol oynaması gerekiyor.
2- Baas rejiminin Suriye krizinin başından beri sadece Türkiye'ye değil tüm dünyaya söylediği yalanlar defalarca ispatlandığı gibi uçak olayında da Şam'dan gelen bilgilerin doğru olması çok uzak ihtimal. Nitekim ilk gün söyledikleri bilgilerin çoğunun dezenformasyon amaçlı olduğu belgeleriyle ortaya kondu. "Türk uçağı olduğunu bilmeden vurduk" sözünün yalan olduğunu, Suriyeli yetkililer arasındaki konuşma kayıtları ortaya koydu. "Uçağın Suriye karasularında vurulduğu" iddiasını ise Türkiye'nin yanı sıra İngiltere ve NATO'dan alınan radar tespitleri çürüttü.
3- Bütün bu veriler içinde Suriye'nin doğrulanan tek iddiası, düşmanca bir tutum içinde olmadığı kolaylıkla anlaşılacak bir durumda olsa da (silahsız, tanıma sisteminin açık, avcı jetlerle korunmuyor, vb.) uçağımızın Suriye hava sahasını bir süre ihlal ettiği. Kuşkusuz bu durum, Suriye'yi affettirmiyor ama Türk uçağının hiçbir ihlal yapmadığı halde düşürülmesinden farklı. Bir de olayın, ilişkilerin hasmane olduğu dönemde yaşandığı düşünülürse. Ancak öyle olsa bile hava sahasını ihlal eden her uçak düşürülseydi, bu sene başından beri Türkiye farklı ülkelere ait 114 uçağı düşürmüş olacaktı. Bu tür durumlarda normal uygulama hava sahasını ihlal eden uçağın ikaz edilmesi şeklinde. Israrla ikaza uyulmaması durumunda diğer tedbirlere başvurulabilir. Baas rejiminin, hatalı bir noktada yakaladığı uçağımızı ikaz etmek yerine muhalefeti korkutmak, kendi kamuoyuna 'ayaktayım' mesajı vermek ve Türkiye ile birlikte Suriye konusundaki müttefiklerine ders vermek gibi amaçlarla düşürmeyi tercih ettiği anlaşılıyor. Bu şartlarda Türkiye'nin o bölgeye uçağını gönderirken daha dikkatli ve olası bir müdahaleye cevap verecek şekilde hazırlıklı olması gerekirdi.
4- İçeride zaten zor durumda olan ve bugün bize göre kaybedeceği çok az şeyi olan Baas rejiminin tahrikine karşı Türkiye'nin kendisine zararı daha büyük olacak bir yola girmesi yanlış olur. Suriye'nin düşmanca tavrı, hem Türkiye kamuoyuna hem dünya kamuoyuna somut, objektif, ikna edici bilgilerle paylaşılmalı; BM, NATO, AB, İİT gibi örgütlerde Suriye'nin hareketinin mahkum edilmesi sağlanmalı ki, bunlar etkin şekilde yapılıyor. Ancak bir yandan bu soğukkanlı tutum izlenirken, diğer yandan Türkiye'nin caydırıcılığını güçlendirecek adımlar da atılmalı. Türkiye, her önüne gelenin maliyet ödemeden zarar verebildiği bir ülke olmak istemiyorsa zamanını ve şeklini kendinin belirleyeceği bir tarzda bu düşmanca tutuma cevap vermelidir.
5- Suriye'deki rejim krizine açıkça taraf olan bir siyaset izlediği için Türkiye; uçağımızın düşürülmesi, PKK üzerinden gelecek terör saldırıları ve benzeri düşmanca tutumlara karşı hazırlıklı olmalıdır. Türkiye dünyanın bu en sıcak bölgesinde proaktif bir politika izleme eğiliminde olduğuna göre yumuşak güç kadar sert güç unsurlarının da buna hazır olması kaçınılmaz. Bu kapsamda TSK'nın modernizasyonun sürecinde nerede olduğunu gözden geçirip şu soruyu düşünmeliyiz: "Şayet uçağımızın düşmanca bir tavırla düşürüldüğünü öğrendiğimizde, istense Suriye hava savunma sisteminin varlığını da düşünerek Türkiye mevcut askeri kapasitesiyle bu saldırıya misliyle cevap verebilir miydi?"
6- Suriye'deki krizin, sadece bizim değil bütün dünyanın sorunu olduğu açık. Ancak bu kadar açık olan bir gerçek de mevcut durum devam ettikçe bundan en çok zarar gören ülkelerin başında Türkiye'nin geleceği. Dolayısıyla Türkiye'nin, uluslararası toplumla birlikte ve gerekirse bugüne kadarki çizgisini de sorgulayarak Suriye'deki krizin çözümü için daha etkin rol oynaması gerekiyor.