27 Nisan 2010 Salı

ANADOLU KARTALI-2010/1 EĞİTİMİ

Konya'daki 3'üncü Ana Jet Üs Komutanlığında yapılan Anadolu Kartalı-2010/1 Eğitimi'ne dört muharip gemi, 63 uçak ve bin 500 personel katılıyor.
Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgi notuna göre, Konya'daki 3'üncü Ana Jet Üs Komutanlığında gece ve gündüz gerçekleştirilen eğitim, Hava Kuvvetleri Komutanlığı koordinatörlüğünde; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı unsurlarının katılımıyla yapılıyor.
Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı unsurlarının gece ve gündüz müşterek harekat yapma imkan ve kabiliyetlerini geliştirmenin planlandığı eğitimde, gerçeğe yakın harekat ortamında, basitten zora doğru giden jenerik bir senaryo dahilinde, taktik ve stratejik hedeflere karşı gece ve gündüz hava harekatı ağırlıklı görevlerin planlama ve icrası sağlanıyor.
Katılımcıların eğitim seviyelerini yükseltmenin amaçlandığı eğitimde, yeni taktik ve tekniklerin denenmesine imkan sağlamak da hedefleniyor.
Eğitime, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan karada konuşlu hava savunma sistemleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığından dört muharip gemi, Hava Kuvvetleri Komutanlığından 63 uçak ve satıhta konuşlu hava savunma sistemleri ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığından özel kuvvet timleri katılıyor.
Toplam bin 500 personelin görev aldığı ve 19 Nisanda başlayan eğitimler, 30 Nisana kadar sürecek.

SİLAH KANUNU TASARISI

TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı Tevfik Ziyaeddin Akbulut, Silah Kanunu Tasarısı ile ''silah tüccarlarının değil, kamu yararı ve kurumlarının ihtiyaçları ile halkın taleplerini dikkate alarak'' çalışma yapıldığını ifade etti.
Akbulut, yaptığı yazılı açıklamada, halen İçişleri Alt Komisyonunda görüşülen Silah Kanunu Tasarısı ile silah taşıma ve kullanımını kolaylaştırmak değil, tam tersine sınırlamanın amaçlandığını ve dağınık olan mevzuatta birliğin sağlanmasının önemli olduğunu belirtti.
AB mevzuatında olduğu gibi silahların kategorilere ayrılarak her kategorinin ayrı hükümlere tabi tutulduğuna işaret eden Akbulut, şunları kaydetti: ''Silah ve malzemelerin Milli Savunma Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve genel kolluk kuvvetlerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendileri veya yetkilendirilen kurum ve kuruluşlar tarafından ithal edebilmeleri konusu yeniden düzenlenmektedir. Zaten bu yetkiler 6136 sayılı Kanunla da sınırlı olarak vardı.
Silah ruhsalı almak için silahın güvenli muhafazası açısından fiziken yeterli tedbirleri almış olma şartı ilk kez getirilmektedir. Mevcut durumda silah ruhsatı av tüfeklerinde 18, diğer tüm ruhsatlarda da 21 yaş olarak korunmaktadır. Daha önce bu hususlar, yönetmelikle düzenlenmekteydi. Şimdi kanunla düzenlenmektedir.''
Akbulut, tasarının ilk halinde silah ruhsatı için tek hekim raporu istendiğine dikkati çekerek, Alt Komisyonun bunu metinden çıkardığını ve heyet raporunun yönetmelikle düzenlenmesine imkan tanıdığını belirtti.
-''SİLAH REKLAMI YASAKLANIYOR''-
Mevcut durumda sınırsız sayıda ruhsatlı silah edinmenin mümkün olduğu, Alt Komisyonun bunu en fazla beş ile sınırlandırdığını, bunların da ancak ikisinin taşınmasına izin verildiğini kaydeden Akbulut, getirilen diğer düzenlemeleri şöyle özetledi: ''Ruhsat veren makamların farklılığı sebebiyle dağınık olan bilgilerin İçişleri Bakanlığında kurulacak bir merkezi kayıt sistemiyle tek elden kontrolü sağlanmaktadır. Böylece silah ruhsatı kayıtları tek merkezde tutulacak ve hesap verilebilirlik sağlanacaktır.
Ruhsatlı da olsa alkollüyken silah taşıma yasağı getirilmektedir. Silahla girilemeyecek yerler artırılmaktadır. (Düğün, eğlence yerleri, açık hava toplantıları gibi.)
Hayatı ciddi tehlike içinde olan kişiler can güvenliği nedeniyle bunu somut şekilde kanıtlaması halinde kendilerine komisyon kararıyla ruhsat verilebilecektir. İllerde, bu komisyon valinin başkanlığında; İl Emniyet Müdürü, İl Jandarma Komutanı ve MİT'in ildeki temsilcisinin katılımıyla oluşturulacaktır. Önceki uygulamada bu sorumluluk sadece valilere bırakılıyordu.''
Tasarıyla yabancılara yurt dışına çıkarken av tüfeği satın alabilme imkanı getirildiğini belirten Akbulut, silah reklamı yapılmasının da yasaklandığını bildirdi. Akbulut, açıklamasında, ''TBMM üyeleri ve İçişleri Alt Komisyonu, silah tüccarlarının değil, kamu yararı ve kurumlarının ihtiyaçları ile halkın taleplerini dikkate alarak bir çalışma yürütmektedir. AB kriterleri de göz önüne alınarak yapılmakta olan düzenlemeler daha sonra İçişleri Komisyonunda görüşülecek ve kamuoyundaki eleştiri ve hassasiyetlerde göz ününde bulundurulmaya devam olunacaktır'' ifadesine yer verdi.

DENİZCİLİK TARİHİ, YENİ MÜZESİNİ BEKLİYOR

Türkiye'nin denizcilik alanında en büyük müzesi olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesi'nin yeni müze binası, yıl sonunda ziyarete açılacak. Aralarında, dünyanın en eski kadırgası ile en zengin saltanat kayıkları koleksiyonunun da yer aldığı 40 bin eserin büyük bir bölümünün aynı anda sergileneceği yeni müze, ziyaretçileri denizcilik tarihinde yolculuğa çıkaracak.
Müze 31 Ağustos 1897'de Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'nın emri, Tersane Komutanı Amiral Hikmet Paşa'nın desteği, Binbaşı Süleyman Nutki tarafından Tersane-i Amire bünyesindeki Mayın Müfreze Komutanlığına ait binada dünyanın nadir örneklerinden biri olarak ''Müze ve Kütüphane İdaresi'' adıyla kuruldu.
Yıllar içinde yer ve isim değişiklikleri yaşayan müze, son olarak 27 Eylül 1961 tarihinde Beşiktaş İskele Meydanı'nda bugün bulunduğu yere taşındı ve İstanbul Deniz Müzesi adıyla hizmet vermeye başladı.
Denizcilik kültürü eşsiz eserlerini barındıran müzenin fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve optimum sergileme olanağı sunan, çağdaş bir müze için Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca ''İstanbul Deniz Müzesi Mimari Proje Yarışması'' düzenlendi. 2005 yılında Teğet Mimarlık'ın kazandığı projenin inşaat çalışmaları, 2010 yılı sonunda tamamlanmak üzere devam ediyor.
-YENİ MÜZE YIL SONUNDA AÇILACAK-
İstanbul Deniz Müzesi Komutanı Kurmay Kıdemli Albay Ali Rıza İşipek, müzelerinin halen halkın ziyaretine açık olduğunu, ancak ilave müze binası inşaatının devam ettiğini, inşaat tamamlandığında 15 bin metrekarelik kapalı bir sergi alanı imkanına kavuşacaklarını ve Türkiye'nin en büyük müzeleri arasında yer alacaklarını söyledi. İşipek, yeni Deniz Müzesi tamamlandığında tarihi kadırga ve saltanat kayıklarını daha modern sergileme imkanlarını kullanarak ziyaretçilere sunacaklarını anlattı.
Müzede geniş bir kültür merkezinin de bulunacağını, içindeki 200 kişilik konferans salonunda uluslararası sempozyum, konferans, seminer düzenleme imkanına kavuşacaklarını belirten İşipek, ''Müzemizde çocuklar için oyun alanları, interaktif sistemler bulunacak. Özellikle çocuklarımıza denizciliğimizi sevdirmeyi amaçlamaktayız. İnteraktif sistemleri kullanarak onlara denizliği sevdireceğiz, öğreteceğiz'' dedi.
-DÜNYANIN EN ESKİ KADIRGASI-
Kıdemli Albay Ali Rıza İşipek, İstanbul Deniz Müzesi'nin en nadir eserlerinden birinin, 40 metre uzunluğunda 5 metre 70 santimetre genişliğindeki dünyada orijinal olarak var olan tek kadırganın olduğunu söyledi.
Armuz kaplama, kemanebaş ve karpuzkıç formundaki kadırganın baş tarafında varaklı oyma kabartma yıldız, hilal, güneş üçlüsü, stilize yaprak ve çiçeklerin bulunduğunu ifade eden İşipek, kadırganın baş kısmının mahmuz şeklinde ileriye doğru uzandığını belirtti.
Kadırgadaki Bursa kemerli sütunceler üzerine oturan köşkün etrafının, ajurlu korkulukla çevrili olduğunu, üzerinin beşik tonozla örtüldüğünü anlatan İşipek, şunları anlattı:
''Köşkün tonoz örtüsünün iç ve dışı, geometrik desenli sedef, bağa ve yarı değerli taşlarla bezelidir. Köşkün içinde gümüş levhalar, sedef oymalı beyit, geometrik ve stilize çiçek kompozisyonları bulunur. Tekne iki direkli olup, 24 çifte küreklidir. Her bir küreği 3 kişi (toplam 144 kürekçi) tarafından çekilmektedir. Osmanlı sultanlarının yakın sularda kullandıkları bir teknedir. Sultan Avcı 4. Mehmet (8 Ağustos 1648-8 Kasım 1687) devrinde kullanıldığı bilinmektedir.''
İşipek, ''Yeni müze açıldığında öncelikle hedefimiz, halen dünyanın en eski tarihi gemisi unvanına sahip olan 16. yüzyıla tarihlenen tarihi kadırgayı ve dünyanın en önemli, en zengin koleksiyonu olan saltanat kayıkları koleksiyonumuzu ziyaretçilerimizle paylaşmak. Bunlar çok önemli koleksiyonlar. 30'un üzerinde teknemiz var. Bunların 15'i doğrudan padişahlar ve aileleri tarafından kullanılmış. Oldukça ihtişamlı ve nadir tekneler. Dünyada bunlardan 40 tane mevcut. 15 tanesi bizim müzemizde'' diye konuştu.
Şu anda tescilli bina adını verdikleri tarihi binanın ziyarete açık olduğunu anlatan İşipek, müze envanterinde 40 bini aşan eserin yer aldığını, ancak sergi alanlarının şu anki kısıtlılığı nedeniyle bu eserlerin yüzde 10'unu sergileyebildiklerini belirtti.
-4 RESTORASYON ATÖLYESİ-
İşipek, Deniz Müzesi bünyesinde model, ahşap, metal-deri, kağıt atölyesi olmak üzere 4 ayrı restorasyon atölyesinin yer aldığını, bu atölyelerde müze envanterinde bulunan bütün objelerin rutin olarak restorasyon ve konservasyon çalışmalarının yapıldığını, bu konuda yetişmiş uzmanlar vasıtasıyla çalışmaların gerçekleştirildiğini anlattı.
Müzede, tarihi kadırga ve saltanat kayıklarının yanı sıra silah, tablo, gemi modelleri, arma ve tuğralar, seyir aletleri, gemi baş figürleri, üniformalar, damgalar ve mühürler, sancaklar, amforalar, sualtı eserleri, fenerler, taş baskılar, el yazmaları, mezar taşları, kitabeler, madalyalar, nişanlar, arma donanımları, saatler, Kaptan-ı Derya çeşmeleri, beratlar ve fermanların yer aldığını ifade eden İşipek, bu eserlerin dönem dönem müzede sergilendiğini dile getirdi.
Yaklaşık 6 ay önce açılışını gerçekleştirdikleri ''Osmanlı Bahriyesinde Ahşap Sanatı Sergisi''ni, 2010 yılında ziyaretçilerin ilgisine sunmaya devam edeceklerini kaydeden İşipek, şunları kaydetti:
''Bu tür bir sergi ilk defa açılmaktadır. Tamamen Osmanlı sanatçıları tarafından yapılmış ahşaptan çeşitli örnekler ziyaretçilerle buluşmaktadır. Tamamı orijinal ve en az bir asırlık olan bu eserler 24 ayar altın varak ile kaplıdır. Osmanlı'nın ahşap işçiliğindeki muhteşemliğini gözler önüne seren bu sergi, içinde dünyanın en büyük arması olan, Orhaniye Fırkateyni'ne ait 14.5 metre uzunluğundaki arma da yer almaktadır. Ayrıca Tersane-i Amire'de kullanılan taht arkalığı, gemi isim plaketleri, baş figürleri, padişah tuğraları da sergide yer alan diğer eserleri oluşturmaktadır.''
Ali Rıza İşipek, yaklaşık 2 ay içinde ''Osmanlı Donanmasının Tarihi'' adlı yeni bir sergiyi de açacaklarını belirtti.
Deniz Müzesi'nde geçen yıl 65 bin ziyaretçi rakamına ulaştıklarını, bu yılın ilk üç ayında ise 20 bin civarında ziyaretçinin müzeyi gezdiğini söyleyen İşipek, ''Denizin o büyüleyici atmosferini yaşamak ve tarihimizi daha iyi anlamak isteyen bütün denizseverleri ve tarihe ilgi duyanları müzemizde görmekten büyük bir mutluluk duyacağız'' dedi.
-TARİHİN İZLERİ, USTALARIN ELİNDE YENİDEN CANLANIYOR-
Deniz Müzesi'ndeki ahşap eserlerle ilgili restorasyon çalışmalarını yürüten Tarihi Eserler Bakım Onarım (TEBO) firmasının sahibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ahşap Sanatçısı Şehmus Okur da restorasyon kapsamında saltanat kayıkları ve kürekler üzerinde çalıştıklarını, şu an ise 400 yıllık bir kadırganın geriye kalan son kıç parçasını sergiye hazır hale getirmeye çalıştıklarını söyledi.
Kadırganın alt kısmının yeniden yapıldığını ve duvara monte edileceğini anlatan Okur, üzeri oyma desenli olan meşe ağacından parçanın eksik kısımlarını tamamladıklarını, böcek ve mantarlara karşı tedavisinin yapıldığını, kangren olmuş kısımların yenilendiğini, üzerleri cilalandıktan sonra varaklanacağını ve sergiye hazır hale getirileceğini belirtti.
Okur, ''Bu iş aşkla yaptığımız bir iş, bizim için kolay, ama çok zevkli. Ecdadımızın 300 yıl önce yaptığı bir esere dokunmak, tarihi yolculuk gibi. Bir de o zamanki ustaların nasıl çalıştıklarını fark ediyorsunuz. Bir motifi bazen tekrar etmiyor ya da bir motifin köşesine farklı bir şey yapmış. O zaman ustanın ruh halini anlıyorsunuz'' diye konuştu. Müzedeki gemi baş figürleri üzerinde restorasyon çalışması yapan, altın varak ustası Hasan Özyıldırım ise Ertuğrul Yatı'nın gemi baş figürü üzerinde çalıştığını, kuş figürünün olmayan kanatlarını ve baş kısmını ahşaptan tamamladığını belirtti.
Özyıldırım, baş figürü üzerinde, daha sonra mazgala tekniğiyle 24 ayar altın varak çalışması yapacağını anlattı.
2006 yılından beri yaptığı restorasyon kapsamında, saltanat kayıkları, gemi baş figürleri, armalar üzerinde çalıştığını ifade eden Özyıldırım, ''Çok güzel duygular, tarihle iç içeyiz, ama çok titiz davranmayı gerektiriyor. Kendimize ait eserleri restore etmek daha bir heyecan verici oluyor'' dedi.

GİRESUN'DAKİ MAYIN PATLAMASI

Giresun'da askeri aracın geçişi sırasında meydana gelen mayın patlaması sonucu şehit olan Jandarma Astsubay Ahmet Eryılmaz'ın cenazesi, Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı Şehit Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Kışlası'nda düzenlenen törenin ardından Ankara'ya gönderildi.
Kışlada düzenlenen törene, şehit astsubayın ailesi ve yakınlarıyla birlikte Giresun Valisi Mustafa Yaman, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Erhan Güder, Belediye Başkanı Kerim Aksu, Cumhuriyet Başsavcısı Radi Akyol, Adalet Komisyonu Başkanı Halil Adıgüzel, kamu kurum ve kuruluşlarının müdür ve amirleri ile askeri yetkililer katıldı. Kışladan çıktığı sırada ellerinde Türk bayraklarıyla ambulansın önünü kesen bir grup, ''Şehitler ölmez vatan bölünmez'', ''Şehidimiz hakkını helal et bize'' sloganları atarak, dua ettiler.
Giresun'dan ambulansla Samsun'a getirilen Şehit Jandarma Astsubay Eryılmaz'ın cenazesi Samsun Çarşamba Havaalanı'na götürüldü. Burada askeri uçağa alınan cenaze, Kırıkkale'ye götürülmek üzere Ankara'ya gönderildi. Cenazeyle şehit astsubayın eşi Tülay Eryılmaz ve kızı Ecem (12) de Ankara'ya gitti.
Vali Hasan Basri Güzeloğlu, başsağlığı dilediği şehit yakınlarını teskin etmeye çalıştı. Cenazenin gönderilmesi sırasında Garnizon Komutan Yardımcısı Kurmay Albay İbrahim Yıldırım ve Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın da aralarında yer aldığı çeşitli kuruluşların ilgilileri de havaalanında hazır bulundu.
Şehit Astsubay Eryılmaz'ın cenazesi, memleketi Kırıkkale'de, Yenimahalle Atatepe Camisi'nde ikindi vakti kılınacak namazın ardından Kırıkkale Şehitliği'ne defnedilecek. Dereli ilçesinin Tamdere köyündeki Kanlıhan Köprüsü'nden dün askeri aracın geçtiği sırada, köprü kenarına döşenen mayının patlaması sonucu jandarma astsubay Ahmet Eryılmaz şehit olmuş, jandarma erler Osman Kaya ile Erdem Ay yaralanmıştı.

Güvenlik kameralarını karartan gizli el! / Hasan Cemal

Kanlı Danıştay baskını...
Herhalde unutmadınız. Tarih, 17 Mayıs 2006.Katil, belinde tabancasıyla gündüz vakti Danıştay’a girer. Bir daireyi basar ve tabancasını ateşleyerek bir yargıcı öldürür, dört yargıcı yaralar.Türkiye bir anda karışır.Cumhurbaşkanı demeç verir:“Laik Cumhuriyet’e yapılan saldırı...”Danıştay Başkan vekili konuşur:“Allahüekber diyerek tabancası ateşledi.”Gazete başlık çeker:“Türkiye’nin 11 Eylül’ü!”Gazete manşet atar:
“Laikliğe kurşun!”
Haberler çıkar:“Yargıçlar, bir başörtüsü kararından dolayı vuruldu.”Ak Partili bir bakan cenaze töreninde kovalanır.“Katil, irtica yanlısı“ diye yayınlar yapılırken, Ankara’da derhal büyük bir miting düzenlenir, “Laiklik elden gidiyor!” sloganlarıyla...
Başbakan eşiyle birlikte, hayatını kaybeden yargıcın ailesini ziyaret eder ama yüzüne bakan olmaz.
Kanlı baskın bir anda medya ve kamuoyunda Ak Parti ve hükümetine yönelik olarak, “İrtica kapıda!” diye tanımlanabilecek protesto eylemlerinin odağı haline getirilir.
O sıcak günleri herhalde unutmadınız. Peki ya daha sonrasını?..Anımsamaya çalışın.Katilin ‘irtica peşinde’ biri olmadığı ortaya çıktı.
Baskın sırasında tabancasını ateşlerken, Allahüekber diye bağırdığı yalandı.
Cinayetin ‘başörtüsü kararı’ndan dolayı işlendiği gerçek dışıydı. Cumhurbaşkanı’nın öyle dediği gibi, ‘laik cumhuriyet’e bir saldırı da değildi.
Kısacası:“Türkiye’nin 11 Eylül’ü“ gibi bir vaziyet yoktu.Gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başladı. Bu bakımdan en ilginci şuydu:
Cumhuriyet gazetesine daha önce bomba atanla, Danıştay baskınını gerçekleştiren saldırgan aynı kişiydi. Ona bombayı verenlerle eline tabancayı tutuşturanlar aynı odaklardı.Bu gerçek, Danıştay baskınıyla Ergenekon arasındaki karanlık bağın aydınlanmaya başlaması ve birinci Ergenekon davasıyla Danıştay davasının birleştirilmesiyle iyice açığa çıktı. Bu kararla birlikte siyasal fotoğraf gitgide belirginleşti. Kanlı Danıştay baskını Türkiye’de istikrar ve demokrasiye kurulan bir büyük komplonun parçası idi.Bu acı gerçeği bir zamanlar reddedenlerin bir bölümü bugün artık suskunluğu tercih ediyorlar.Çünkü bu ‘komplo’nun altı geçen hafta içinde bir kez daha kalın biçimde çizildi.Neden mi?..Çünkü, 17 Mayıs 2006’da gerçekleştirilen baskından önceki iki gün Danıştay’ın güvenlik kameraları silinmişti. TÜBİTAK’ın bilirkişi raporuna göre, bazı görüntüler belli olmasın diye dosya isimleri de değiştirilmişti.Şu da çarpıcıydı:
OYAK adını taşıyan güvenlik şirketi, daha önceki mahkemeye yanıtında, o iki gün içinde kameraların bozuk olduğunu bildirmişti.
Oysa gerçek farklıydı.
TÜBİTAK’ın bilirkişi raporuna göre, OYAK’ın kameraları o tarihlerde arızalı değildi. Çekim yapılmış ama daha sonra görüntüler silinmişti.
Silinen kayıtlara gelince...
Saldırgan, kanlı baskından bir gün önce Danıştay binasına gelerek keşif yapmış, muhtemelen güvenlik kameralarına takılmıştı.
Ama anlaşılan kameralardaki o görüntüler bir gizli el tarafından silinmişti.
O ‘gizli el’ kimdi?..
Bazı emekli ‘özel harpçiler’ olabilir miydi?..
Bir soru daha:Danıştay baskınını yapan katil, eğer orada bir polis tarafından yakalanmamış olsaydı, Türkiye’de neler olacaktı?..
Evet, Ergenekon’un hukuk açısından eksiği gediği, adaletsiz yanları sergilensin.Ancak, bu davayı sulandırmaya kalkışmayın. Bunun yerine, OYAK’ın güvenlik kameralarındaki o görüntülerin niye silindiğini iyice aydınlatmaya çalışın.

Balyozcuları Kurtaran Müdahale

"Balyoz Darbe Planı"yla ilgili yargı sürecine yapılan müdahaleler soruşturmanın ilerlemesini engelledi.

Camilerin bombalanması, Türk jetinin düşürülmesi gibi kanlı eylemler içeren Balyoz planıyla ilgili yargı sürecine yapılan müdahaleler soruşturmanın ilerlemesini engelledi. Bu durum, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın, "Hukuk, yargılanan kişilerin itibarı, makamı ve rütbesi ile asla ilgilenemez. Ancak uygulamalar bunu teyit etmiyor." sözleriyle de örtüştü. Üç ay içinde 4 savcı değiştiren Balyoz soruşturması, en son 5 Nisan 2010'da muvazzaflara yönelik operasyonların durdurulmasından sonra ilerlemedi. Söz konusu tarihte, 25'i general, 53'ü subay ve 20'si de emekli asker olmak üzere 98 şüpheli hakkında gözaltı kararı alınmış, eski MGK Genel Sekreteri Şükrü Sarıışık'la birlikte 6 emekli asker tutuklanmıştı. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, operasyonu durdurmuştu. Aradan geçen 3 haftaya rağmen, 25'i general 78 muvazzaf askere ilişkin herhangi bir işlem yapılmadı.

Dönemin Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan tarafından hazırlandığı ileri sürülen 'Balyoz' kod adlı darbe planı ilk olarak 20 Ocak 2010'da Taraf gazetesinde yayımladı. Plan, toplumda kaos ortamı oluşturabilmek için camileri bombalamayı, Türk jetini düşürmeyi, Hava Müzesi'ni basmayı öngörüyordu.

Aynı gün soruşturma başlatıldı. İstanbul Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı tarafından görevlendirilen özel yetkili savcılar Bilal Bayraktar, Mehmet Berk ve Ali Haydar, 22 Şubat 2010 tarihli ilk operasyon kapsamında emekli Orgeneral Çetin Doğan'la birlikte çok sayıda emekli ve muvazzaf askerin gözaltına alınması talimatını verdi. Bu arada, İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin de harekete geçti. Doğan'ın tutuklanmasından bir gün sonra 27 Şubat 2010'da İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Merkez Komutanlığı'na yazı yazarak 'Balyoz' soruşturmasını yürüten savcıların talimatlarının başsavcı vekillerinin izni olmadan işleme konulmamasını bildirdi. Engin, bir hafta sonra bu talimatını geri aldı ve soruşturmaya yeni koordinatör savcı olarak Selim Berna Altay'ı atadı. Altay bu görevi istemeyince bu kez Süleyman Pehlivan görevlendirildi. Pehlivan'ın koordinatörlüğünde savcılar bu kez 5 Nisan 2010'da Balyoz soruşturmasında üçüncü bir operasyonla 98 şüpheli hakkında gözaltı kararı verdi. İstanbul Merkez Komutanlığı'nın, Engin'in talimatı geri almasına rağmen gözaltı kararlarını uygulamadığı ortaya çıktı. Gözaltı kararı uygulanmadığı gibi Başsavcı Engin iki balyoz savcısını görevlerinden aldı. Murat Yönder ve Mehmet Ergül dosyada görevlendirilen yeni savcılar oldu. Dosya dördüncü kez el değiştirdi. Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, soruşturmanın devam ettiğini ve gerekli görülmesi halinde 25'i muvazzaf olan 98 şüphelinin ifadesinin alınacağını açıkladı. Ancak aradan 20 gün geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmadı.

5 Nisan 2010'daki operasyonda İstanbul Nöbetçi 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce sorgulanan eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık, emekli Tümgeneral Nuri Ali Karababa, Kurmay Albay Mümtaz Can, emekli Tümgeneral Behzat Balta, emekli Tuğgeneral Halil Kalkanlı ve emekli Tümgeneral Tuncay Çakan "cebir ve şiddet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak" suçundan tutuklanmıştı.

5 Nisan'da haklarında gözaltı kararı verilen 25 generalden bazılarının isimleri şöyle: Nejat Bek (Korgeneral), Kadir Sağdıç (Koramiral), Mehmet Otuzbiroğlu (Koramiral), Levent Görgeç, Ahmet Yavuz (Tümgeneral), Gürbüz Kaya (Tümgeneral), E.Caner Bener (Tuğamiral), Ali Aydın (Tuğgeneral), Tevfik Özkılıç (Korgeneral), Korcan Polatsu (Tümgeneral).