31 Mart 2009 Salı

Orhan Kemal Cengiz: Darbecileri yargılamak bir devrim

İnsan Hakları Gündemi Derneği Başkanı, hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz; “Biz Kenan Evren'in ismini okullara, sokaklara verdik. 27 Mayıs'ı bayram gibi kutladık. 27 Mayıs'ı hâlâ ilericilik, gericiliğe karşı yapılmış bir devrim gibi gören insanlar var. Böyle bir ülkede darbecileri yargılarsanız asıl bu yargılama bir devrimdir” diyor. MEHMET GÜNDEM
Tarihî fırsat…
ETÖ davası Türkiye için tarihî bir fırsat sunuyor.
İkinci iddianame açıklandı ve orada demokrasinin ve hukukun düşmanı darbecilerin her açıdan fotoğrafları çekilmiş halde…
Tam bir suçüstü hali…
Demokrasinin gücüne bakın ki, Türkiye iliklerine kadar işlemiş “darbe kültürüne” rağmen bugün darbeyi, darbecileri, darbe teşebbüslerini yargılayabiliyor.
Yargılananlar arasında eski generaller, kuvvet komutanları da var.
56 sanık hakkında hazırlanan iddianamede, Tolon ve Eruygur 'örgütün üst düzey yöneticileri olmak'la suçlanıyor.
Bakın emekli orgeneraller Eruygur ve Tolon nelerle suçlanıyor;
Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme. TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etme. TBMM'ye karşı halkı isyana teşvik. Vahim miktarda silah bulundurma ve temin etme. Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma ve sağlama. Yargıç üzerinde nüfûz kullanma…
İkinci iddianamede neler var hatırlayalım;
Ergenekon'un, PKK, TİT, Hizbullah ve Hizbuttahrir
terör örgütlerini nasıl kullandığı, karargah evlerinin orduya nasıl sızdığı, 'Eldiven' darbe planının ayrıntıları... Ayışığı ve Sarıkız darbeleri ile 'Eldiven' darbe planına nasıl zemin hazırlandı? AK Parti ve MHP'yi bölme planları, Ergenekon'un CHP içinde yaptığı operasyonlar ve Deniz Baykal'ı devirme planları... Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'un darbe için yaptıkları planlar. Darbeye zemin hazırlamak için Ergenekon'un yaptığı ve yapacağı provokasyonlar... Cumhuriyet mitingleri... Atatürkçü Düşünce Derneği'nin nasıl operasyonel bir güç olarak kullanıldığı…
Bu ülkede demokrat olmak zor, darbeci olmak ise çok kolay…
Şimdi hepimiz zor bir yolculuktayız, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzen istiyoruz.
Hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz ile ikinci iddianame ışığında yeni bilgilerle Ergenekon'u konuştuk, nereye gidiyoruz, neler oluyor sorusuna cevap aradık…
Türkiye'nin başına bundan sonra bir şey gelirse onu kimden bileceğimizi de bulduk…
* * *
Ergenekon davasında ikinci iddianame açıklandı. Yeni bilgilerle fotoğrafı yeniden yorumlayalım; Ergenekon nedir, amacı neydi, neler yapmış.
Kendilerini hukukun ve tüm kuralların üstünde görenlerin örgütüdür Ergenekon. Bizans'tan Osmanlı'ya, oradan da cumhuriyete aktarılan entrikacı mantığın son mirasçılarının örgütüdür. Bu ülkedeki tüm siyasi cinayet ve manipülasyonların arkasında duran derin yapının son temsilcisidir Ergenekon.
Nedir bu yapının bağlantıları…
Elimizde tuttuğumuz şey ahtapotun sadece bir koludur aslında. Türk Gladiosu'nun bir kanadını tasfiye ediyoruz. Ergenekon'da kilit noktalarda görünenlerin çoğu aynı zamanda JİTEM'de kilit noktalardaydılar. JİTEM'i işin içine kattığınız zaman Sauna, Atabeyler çetelerini, Santoro, Dink, Malatya cinayetlerini ve daha bilumum işi bu davaya bağlamış oluyorsunuz. Güneydoğu'daki faili meçhulleri (faili meşhur), cinayetlerin hepsini bu yapıya bağlarsınız. İş derinleştirilebilirse Hizbullah ve PKK'nın da Ergenekon'la işbirliği iyice ortaya çıkacaktır.
Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombasının ele geçirilmesiyle başlayan, cephanelikler, suikast planları ve kaotik eylem girişimlerinin ortaya çıkarılmasıyla süren Ergenekon davası ikinci iddianame ile nasıl bir boyut kazandı?
Olaya sadece ikinci iddianame diye bakmıyorum. Son zamanlardaki bazı gelişmeler en az ikinci iddianame kadar önemli.
Hangi gelişmeler?
Botaş kuyularının açılması, JİTEM'ci albayın tutuklanması, Ergenekon'un Fırat'ın doğusuna geçtiğinin yani akması gereken yerlere doğru ilerlediğini gösteriyor ki, bu çok önemli. İkinci iddianame ile ayrıca, bir darbenin nasıl hazırlandığını ağır çekimde izliyoruz.
DARBECİNİN FOTOĞRAFI ÇEKİLDİ
Yani bildiğimiz şeyler bu kez belgeli...
Evet, darbelere zemin hazırlandığını hep biliyorduk. İkinci iddianame bize bu işin nasıl yapıldığını bir yemek tarifi gibi gösteriyor. Medyanın nasıl darbe kışkırtıcılığı yaptığını, bazı medya mensuplarının darbeleri nasıl da ikbal kapısı olarak gördüklerini anlıyoruz.
Davanın en başat anlamı nedir?
Anlamı çok büyük. Şimdiden bir perdeyi ortadan kaldırdı. Kokularını duyduğumuz, seslerini işittiğimiz pis işlerin nasıl yapıldığını gözlerimizle gördük. Geriye dönüş yok. Gerçeği gördük artık. Toplum uyandı. Dava ilerler, ulaşması gereken yerlere ulaşır ve failler hak ettikleri cezalara çarptırılırsa o zaman başka şeyler de olur.
Ne gibi?
Bu ülkedeki askeri vesayet sistemi ölümcül yaralar alır. Adalet duygusu yerini bulur, demokratik hukuk devletinin temelleri atılır.
DARBEYE İNDİRGENMEMELİ
Davanın sınırlanması gerektiği, aksi halde sürecin zaafa uğrayacağı öne sürülüyor. Tehlike nedir, daraltma mı genişletme mi?
Şamil Tayyar, Ergenekon'un deşifre olması için canhıraş çalışan bir arkadaşımız ama bu davanın sınırlanması tezini işliyor ki bu fevkalade yanlıştır. Susurluk raporuna göz atın, orada Kutlu Savaş; “Bağlantılı olay ve yapıların farklı davaların konusu yapılması Susurluk'un ne olduğunun anlaşılmasını imkansız hale getirmiştir” diyerek çok önemli bir tespitte buluyor.
Bugün aynısı, çok daha fazla bir biçimde Ergenekon için geçerli…
Doğru, ilgili olay ve davaları ayrı ayrı ele aldığınız sürece ne Ergenekon'un tam olarak ne olduğunu anlayabiliriz, ne de bu yapının tamamen tasfiye edilmesi mümkün olabilir. Darbe girişimleri önemli ama davayı buna indirgerseniz moral gücünü zayıflatmış olursunuz. Davanın AKP karşıtlarının tasfiyesi için açıldığı yönündeki sinsi propagandanın kendini daha da güçlü ifade etmesine neden olursunuz. Unutmayalım, Ergenekon devasa bir yapılanma ve Türkiye'de pekçok karanlık işin odağında duruyor.
Geçmişte ne var, gelecekte ne olur?
Sanıklardan birinin üzerinde çıkan belgede “Özel Kuvvetler Ergenekon'un göz bebeğidir” diyor. Özel Kuvvetler, Özel Harp Dairesi'nin devamı, mirasçısı. 6-7 Eylül'ün muhteşem bir Özel Harp Dairesi icraatı olduğunu söylüyordu dairenin eski başkanlarından Org. Sabri Yirmibeşoğlu. Bağlantıları izlediğiniz zaman Ergenekon'un dehşet verici bir yere gittiğini görürsünüz.
Peki Ergenekon'un geleceğe bakan yüzü?
Ülkenin geleceğine konulan ipotek. AB sürecinin önünü kesip, dünyadan yalıtıp, otoriteryen-faşist bir rejim kurmaktır…
İddianamenin merkezinde darbe var. İlk defa darbe teşebbüsüyle generaller yargılanıyor.
Türkiye için bir devrim niteliğinde. Biz Evren'in ismini okullara, sokaklara verdik. 27 Mayıs'ı bayram gibi kutladık. 27 Mayıs'ı hâlâ ilericilik, gericiliğe karşı yapılmış bir devrim gibi gören insanlar var. Böyle bir ülkede darbecileri yargılarsanız asıl bu yargılama bir devrimdir.
Darbe şartları için medya desteğini sağlama, kamuoyu oluşturma, siyaseti işlevsizleştirme, vatan elden gidiyor tehlikesine dikkat çekme, komuta kademesini ikna etme, olmuyorsa devre dışı bırakma… Böyle mi yapmışlar?
Bütün darbeler böyle yapılmadı mı? İlk defa darbecileri suçüstü yakaladık. İlk defa maskeleri düştü. İlk defa çıplak yüzlerini gördük. Bakın koşullar oluştuğunda ben darbe yaparım diyen bir ordu varsa, gerek o ordunun içinden ve gerekse dışından bazı insanlar o gerekli koşulları yaratırlar. Durumdan vazife çıkarılıyorsa eğer, o durum yaratılır.
Süreç derin devlet ve darbeler tarihinin tasfiyesi midir?
Derin devletin tasfiyesi demek için işin çok başındayız. Ergenekon derin devlet yapılanması dediğimiz şeyin ortasında duruyor. Ergenekon'un ilgili olduğu bütün olaylar dosyaya eklenirse devleti çetelerden bütünüyle temizleme konusunda bir umut doğar.
DEMİR YUMRUKLA EZECEKLERDİ
Günlükler ne söylüyor size?
Günlükler Ergenekon zihniyetinin ne kadar derine kök saldığını, sistemin nasıl işlediğini anlatıyor. Yıllardır neden bir askeri vesayet rejimi altında yaşadığımızı izah ediyor.
Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven planlarını biliyordum şimdi de 'Demir yumruk' çıktı.
Ben de ilk defa duydum. Darbeler bu ülkenin üzerine inen demir yumruklardır. İsmi doğru koymuşlar. Yakalanmasaydılar, demir yumrukla demokrasiyi nakavt edeceklerdi.
İkna oldum diyenlerin sayısı artıyor, Ergenekon sulandırma boyutunu aştı mı…
Hâlâ var mı yok mu tartışması yapıyor olmamız trajikomik. Belli bir medya grubunun inanılmaz bir karartma ve ince dezenformasyon taktikleriyle oldu bu durum. Utanç verici. Ama halk buna rağmen neyin ne olduğunu görüyor.
ERGENEKON'DAN GEÇİNENLER
İstanbul Barosu neden Ergenekonculara açıktan destek mesajları veriyor?
Sadece İstanbul Barosu değil maalesef. Bazı baroların yönetim kurullarına, kendilerine ulusalcı adını veren gruplar hakim oldu. Aktif şekilde Ergenekon'un avukatlığına soyundular. Kimbilir belki de Ergenekon'un çöktüğü bir ülkede herkesin işini layıkıyla yapmak zorunda kalacak olması, bu ülkenin AB'ye girecek olması falan belli insanları çok fazla ürkütüyordur…
Ergenekon yapısının avukatları, elitleri ve tetikçileri şeklinde bir tanımlamanız var, kim bunlar… Avukatlar;
Darbelerden medet umanlar, halktan korktuğu için halkı korkutanlar, hiçbir demokratik ülkede üç gün siyaset yapamayacak oldukları halde Türkiye'de baş siyasetçi kesilenler, demokrasiden öcü gibi korkanlar.
Elitler
Hak etmedikleri mevkilerini askeri vesayete borçlu olanlar. Halkı aşağılamayı ilericilik, ezberlerini entelektüel güç sananlar. Ergenekon'un göbeğinde olup da gazetecilik, politikacılık, patronluk yapıyormuş gibi yapanlar.
Tetikçiler…
Onlar malum. Susurluk'tan tanıyoruz. Sapanca-Adapazarı-Hendek arasında ölüm üçgenini yaratanlar. İnsanları kaçırıp cesetlerini asit kuyularına atanlar. Dink'in ensesine kurşun sıkanlar. Danıştay'da kurşun yağdırıp, mütedeyyin Müslüman numarası yapanlar…
Yüksek yargı ve merkez bürokratlar Ergenekon'da savcılara baskı yapıyorlar mı?
Ortada bir Şemdinli savcısı örneği varken, başkaca bir baskıya gerek var mı? Şemdinli savcısı bir yaşayan ölüye dönüştürüldü. O örnekten sonra Ergenekon gibi bir soruşturmanın yapılabilmiş olması mucize gibi bir şeydir aslında…
YAZILANLARA DÜŞÜNCE SUÇU DEMEK APTALLIK
“Darbe düşünmek suç değildir, eyleme geçmek suçtur” tezini işleyenler var. Bu çabalar Ergenekon'u meşrulaştırma girişimi mi?
Adamın oturup tek başına darbe hayal etmesinden bahsetmiyoruz ki. Adam gitmiş darbecilere akıl hocalığı yapıyor.
Mustafa Balbay'ın günlüklerinden söz ediyorsunuz…
Elbette. Buna birileri düşünce suçu diyorsa, zekasından ve iyi niyetinden şüphe ederim. Diğeri de oturmuş köşesinden darbe kışkırtıcılığı yapıyor. Bunu ifade hürriyeti görenler, aslında darbeyi şuur altlarında suç olarak görmeyenlerdir. Yoksa bir suçu övmenin, tahrik etmenin suç olduğunu herkes biliyordur herhalde.
Ergenekon davası TSK için tarihî fırsat
TSK'nın bazı emekli generalleri koruduğu izlenimi var, GATA bu konuda tipik bir örnek. Sivil yargı-askeri yargı realitesi Ergenekon davasını nasıl etkiler?
Bizde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek genişlikte bir askeri yargı alanı var. Dünyada ya askeri yargı diye bir şey yok ya da varsa sırf askerlik mesleğini ilgilendiren konulara hasredilmiş. Darbe teşebbüsünün askeri suç olduğu gibi tuhaf bir mantalite işliyor ortada...
Askerin darbe yapmak gibi görevi mi var ki, görevine ilişkin bir suç olsun...
Askeri yargının bakması durumunda ne olabileceğini Şemdinli'de gördük. Sivil mahkemenin 30-40 yıl gibi hapisle yargıladığı sanıklar askeri mahkemeye sevk edildiğinin ertesi günü serbest bırakıldı. Gatakulli ise toplumun zekasına karşı yapılmış ağır hakarettir.
TSK Ergenekon davası karşısında nasıl bir duruş sergiliyor?
İkircikli duruyor. Gözaltılara engel olmuyor görüntüsü var ama öbür taraftan Karargah Evleri meselesini ele alış tarzları oldukça düşündürücü. MİT 2005'te bilgilendirmiş askeri savcılar hiçbir işlem yapmamış. Kolun kırılıp yenin içinde kalacağı günler geride kaldı. Ergenekon davası, ordu için yeni bir kurumsal kültür, yapılanma modelini dayatmaktadır. Bazılarınca baş belası gibi görülen dava, orduya içindeki çürükleri ayıklaması için altın fırsat sunmaktadır
Genelkurmay 'darbeler dönemi bitmiştir' deyip, içindeki çürükleri ayıklamak yerine neden 'TSK'yı yıpratmayın' diyor.
Asker bir türlü bir özeleştiri süreci başlatamadı. Ama bu durum askere büyük zarar veri-yor.
1999'DA SİVİLLERE AÇILDI
Ergenekon ilk önce nerede yapılanmış, merkez neresi?
Dosyadaki belgelere baktığınızda 'TSK bünyesinde kurulmuş Ergenekon' dendiğini görürsünüz. 1999'a kadar askeri yapılanma olan Ergenekon yeniden yapılanarak sivilleri de içine almış. Daha önce belki sivillerle dirsek teması söz konusu iken 1999'dan sonra iş iyice dallanıp budaklanmış. Yargı, emniyet, medya, siyaset, iş dünyası, üniversitelere kadar yayılmış…
Tetikçiler yara aldı beyin takımı dışarıda
Ergenekon'da gerçek yapılanmaya ne kadar dokunulabildi? Yapının geri kalanları şimdi ne yapıyor, intikam peşindeler mi?
Aslında yapının operasyonel kısmına dokunulduğu açık. Bakın dava başladıktan sonra siyasi cinayetler bıçakla kesilir gibi bitti. Demekki tetikçiler etkisiz hale getirildi. Operasyon olmasaydı oluk oluk kan akacaktı bu ülkede. Alevilere saldıracaklardı, entelektüelleri vuracaklardı, gayrimüslimleri vuracaklardı. Ama Ergenekon'un beyin takım hala dışarıda. Tüm darbelerde vardım diyor birileri…
Her halde teslim olmadılar, önümüzdeki süreçte ne tür hamleleri olabilir?
Bu yapı tabii ki tamamıyla tasfiye olmadı. Güçleri yetse ve imkanları olsa başbakana suikast yaparlar. Çok dikkatli olmak lazım. Keza ikinci bir kapatma davasına hazırlıklı olmak onu geçersiz kılmak için şimdiden kolları sıvamak lazım. Sinsi bir plan seziliyor. Birinci kapatma davasının AB'nin karşı çıkışıyla engellendiğini fark ettiler. Şimdi o desteği geçersiz kılmak için muazzam bir çaba var ortada. Batıyı AKP'nin Türkiye'yi 'ılımlı İslam'a doğru götürdüğüne ikna etmeye çalışıyorlar. Bu tuzağa düşmemek lazım. AKP seçimlerden sonra yeni bir AB atağı başlatarak bu kumpasları geçersiz kılmayı başarabilmeli. Kimse Ergenekon'un tamamen tasfiye edildiği gibi naif bir inanca kapılmasın. Daha yolun başındayız…

O İKİ ASKERİ SAVCIYA ŞOK

Mal varlıklarında açıklanması güç astronomik artışlar yaşanan iki Askeri Savcıyla ilgili Hava Kuvvetleri soruşturma başlattı. Taraf Gazetesi Karargaha çağrıldı.

Karargah Evleri Soruşturması ve Kayseri'deki Üç Astsubay'la ilgili soruşturmayı yürüten askeri Savcılar Mehmet Çelik ve Ahmet Zeki Üçok hakkında, Hava Kuvvetleri astronomik mal varlıklarıyla ilgili soruşturma başlattı.
Hatırlanacağı üzere Taraf Gazetesi'nde iki savcının mal varlığındaki kısa sürede yaşanan astronomik artış manşetten verilmişti.
Açıklaması oldukça güç olan bu artışla ilgili Hava Kuvvetleri soruşturma başlattı. Konuyla ilgili bilgisine başvurulmak üzere Taraf Gazetesi Muhabiri Mehmet Baransu Ankara'ya çağrıldı. Baransu yarın sabah 9:30'da ifade verecek.

BEDELLİ ASKERLİK...

CHP Adıyaman Milletvekili Şevket Köse, bedelli askerlik için düzenleme yapılıp yapılmayacağını sordu. Köse, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, bugüne kadar kaç kez ve hangi tarihlerde bedelli askerlik için yasa çıkarıldığını öğrenmek istedi. Çıkarılan bedelli askerliklerin ekonomiye ne kadar katkı sağladığını da öğrenmek isteyen Köse, ''Önümüzdeki süreçte, bedelli askerlik çıkarılmasına ilişkin herhangi bir yasal düzenleme yapılması hükümetinizce düşünülmekte midir?'' diye sordu.

GAZİ'DE İLK KURŞUN ERGENEKON'DAN

Hollanda belgelerine göre, Gazi Olayları'nda ilk kurşunu Ergenekon sanığı Osman Gürbüz atmış..

Ergenekon, Alevi Sünni çatışması için her yolu denemiş Hollanda polisi, Gazi olaylarında ilk kurşunu sıkanın Gürbüz olduğunu beş yıl önce belirlemiş, 2006'da Türkiye'ye bildirmiş.
İDDİANAMEDE AYRINTILI YER ALDI
DHKP-C'ye yönelik olarak Türkiye ile eş zamanlı İtalya, Belçika, Hollanda ve Almanya'da yapılan operasyonlarda örgütten ele geçirilen belgeler 'İkinci Ergenekon İddianamesi'nde yer aldı.
KATLİAMI GURURLA ANLATMIŞ
Belgelerde Necip Hablemitoğlu cinayetini de işlediği iddia edilen Ergenokon sanığı Osman Gürbüz'ün arkadaşlarına Gazi olaylarında ilk kurşunu kendisinin attığını gururla anlattığı var.
İKİ BELGE DE DOĞRULUYOR
'Tutsak arkadaşlarımızdan Hakan K. ile görüşmemiz' başlıklı bir belgede 'Hakan bize Gürbiz'ün ilk kurşunu attığını söylemişti bu doğru. Kaynaklarına güveniyor' deniliyor. Hollanda ve Belçika'dan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gelen belgelerde Gazi Olayları'nda ilk kurşunu atan kişinin Osman Gürbüz olduğu belirtildi, DHKP-C ve Aydınlık dergisi bağlantısına dikkat çekildi İkinci Ergenekon İddianamesinde, DHKP-C örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmesi amacıyla başta İtalya olmak üzere, Belçika, Hollanda, Almanya ile birlikte Türkiye'de 1 Nisan 2004'te eşzamanlı olarak operasyonlar yapıldığı, bu operasyonlar sonucunda çeşitli adreslerde Türkiye'de bulunan örgüt mensuplarının özgeçmiş raporları ile günlük faaliyet raporlarının ele geçirildiği belirtiliyor, örgüt arşivinin Hollanda'dan Türkiye'ye verilmesi için 7 Kasım 2005'tc İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adalet Bakanlığı'na yazı gönderildiği ve Adalet Bakanlığı'nın da 16 Kasım 2006'da ele geçen örgüt arşivinin Hollanda Adalet Bakanlığı'ndan adli istinabe ile talep edildiği ve bunun üzerine ise arşivin Türkiye'ye verildiği kaydediliyor. İlk kurşunu ben attım' Hollanda'dan gönderilen örgütsel dokümanların incelenmesinde ise 8 Ekim 2000 tarihli ve "Hakan K. ile görüşmemiz" başlıklı bir doküman bulunduğu bilgisi yer alıyor. Söz konusu dokümanda "Hakan'ın gayrimeşru işleri kovalayan arkadaşları bazen ortak mekanlarda DHKP-C kökenli itirafçı Osman Gürbüz ile karşılaşıyorlarmış, çevresine gururla Gazi katliamındaki ilk kurşunu kendisinin attığını söylüyormuş, özcesi, Osman Gürbüz Gazi'deki kahve taramalarını kendisinin yaptığını söylüyormuş" ifadelerinin bulunduğu saptandı. 20 Ekim tarihli başka bir belgede ise "Tutsak arkadaşlarımızdan Adem K.'nın abisi Hakan K. ile görüşmemiz" başlıklı dokümanda "Hakan daha önceden bize Osman Gürbüz hakkında bilgi getirmişti. Sözde Osman Gürbüz, bulunduğu mekânda Gazi katliamında ilk kurşunu kendisinin sıktığını söylemişti. Bu doğruymuş, söylemesi uzun zaman önce olmuş. Sadece Hakan yeni öğreniyor, ancak öğrendiği kişilere güveniyor. Ama Osman Gürbüz şu an Trakya'da bir hapishanede, ne zaman çıkacağı da belli değil" beyanlarının yer aldığı ifade ediliyor. Belgede yer alan kişilere ilişkin emniyet arşivlerinde yapılan araştırmada ise Adem K.'nın DHKP-C örgütü içerisinde uzun yıllar faaliyette bulunduğu, Amasya Cezaevi'nde tutuklu olduğu, şahsın ağabeyi olan Hakan K.'nın pek çok suçtan cezaevinde yattığı tespit edildi.
Bilgi Gürbüz'den alınmış
Bu tarihe kadar Osman Gürbüz isimli şahsın Gazi olaylarında yer aldığına dair kamuoyunda bir bilgi ve habere rastlanılmadığı belirtilerek "Hakan K.'nın gerekse Osman Gürbüz'ün gayrımeşru işlerle uğraştıkları göz önüne alınarak Hakan K.'nın Gazi katliamına ilişkin bilgiyi açık kaynaklardan değil, Osman Gürbüz ile olan ortak irtibatları aracılığıyla edindiği açıkça anlaşılmaktadır" deniyor.
"Gürbüz konusunda Aydınlık'la konuşurum"
Yine iddianameye göre, bu defa Belçika'dan gönderilen ve Emniyet tarafından incelemesi yapılan dokümanlarda "Aydınlıkçıları ara ve sor, Osman Gürbüz için Dev-Sol itirafçısı diye yazıyorlar, bunu hangi belgeye dayanarak yazıyorlar, mutlaka bir cevap al, tabii bu günlerce sürmesin" şeklinde talimat verilmiş. Başka bir dokümanda ise "Beşinci madde, Osman Gürbüz konusunda Aydınlıkçılarla konuşurum" diye cevap verildiği; 23 Aralık 1997 tarihli dokümanda ise "Birinci madde, Aydınlıktan Ferit İlsever ile görüştüm. Haberin kaynağından kaynaklı bir sorun olmuş olabileceğini, bu hafta bir düzeltme yayınlayacaklar" diye beyanın içerdiği ifade ediliyor. Aydınlık Dergisi'nin daha sonra 11.01.1998 tarihli sayısında "Gürbüz Dev-Sol itirafçısı değil" başlıklı bir tekzip haberin yayımlandığı da belirtiliyor.

ETÖ, hastaneleri bile fişlemiş

Ergenekon silahlı terör örgütüne (ETÖ) yönelik hazırlanan ikinci iddianamede, örgütün kamu yöneticilerini fişleme sebebi deşifre oldu.

ETÖ'nün, fişlemeleri darbe sonrası oluşacak yeni yönetimde görev alacakları belirlemek için yaptığı ifade edildi. İkinci iddianameyle örgütün, devletin valilerini ve Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastaneleri bile fişlediği ortaya çıktı. Hurşit Tolon'da ele geçirilen belgelerde 'İrtica Eğilimli İl Valileri.doc' isimli dosyada, 17 vali için kimlik bilgileri, siyasî ve dinî görüşleri ile ırkî kökenleri tek tek kaydedilmiş. 'İrticai Faaliyette Bulunan Sağlık Bakanlığı Hastaneleri.doc' isimli bir dosyada ise 304 sağlık personeli fişlenmiş. Bu bölümde, 'irtibat var, yardımcı oluyor, işbirliğine açık, kontrol edilebilir ve kullanılmaya müsait' şeklinde değerlendirmeler yapılmış. Soruşturmayı yürüten savcılar, fişlemeler için iddianemede, "Darbe sonrası kullanılmak amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır." tespitinde bulunuyor.

Darbe çalışmalarının bütün ayrıntıları ile yer aldığı iddianamede, sanıkların Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven isimli planları adım adım hayata geçirirken, bir taraftan da darbe sonrasına hazırlandığı belirtildi. Cumhuriyet Çalışma Grubu, Ergün Poyraz ve sanık İsmail Yıldız'a ait SESAR isimli araştırma şirketi aracılığıyla yoğun bir fişleme faaliyeti gerçekleştirerek devlet kurumlarında yapılanmaya gittiği anlatıldı. Fişlemeler sonucunda darbe sonrasına yeni bir yapılanma öngören örgütün, Türkiye genelinde kaymakamlar belirlediği, neredeyse bütün kamu atamalarını takip ettiği tespit edildi. Savcıların bu fişlemelere ilişkin tespiti de iddianamede şu şekilde yer aldı: "Binlerle ifade edilebilecek kadar çok sayıda olan kamu görevlilerinin kişisel verilerinin hukuka aykırı bir şekilde saklanmasının ve atamalarının takip edilmesinin örgütün amaçları doğrultusunda ve darbe planları çerçevesinde, darbe sonrası sivil idarenin düzenlenmesinde kullanılmak amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır."

İddianamede, ETÖ'nün amaç ve hedefleri doğrultusunda çalışmayacak olan kamu görevlilerinin irtica ve benzer yakıştırmalarla, öte yandan da örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda faaliyet gösterecek kişilerin ise "ulusalcılar" adı altında fişlendiği anlatıldı. Örgütün kullanabileceği kitlelerle ilgili olarak da 'irtibat var, yardımcı oluyor, işbirliğine açık, kontrol edilebilir ve kullanılmaya müsait' şeklinde değerlendirmeler yapıldığı kaydedildi. Ayrıca, Eruygur ve Tolon olmak üzere bir kısım şüpheliler tarafından, AK Parti iktidarı döneminde tüm bürokrat ve kamu görevlilerinin atamalarının takip edildiği, bu atama listelerinin saklandığı, bu listelerdeki sayılara bakıldığında neredeyse değişik makamlarda görev yapan binlerce kamu görevlisinin olduğu aktarıldı. Binlerce kişinin hukuka aykırı bir şekilde kişisel verilerinin kaydedilerek fişlendiği vurgulandı.
İlk fişlemeler milletvekillerine
İkinci iddianamede fişlemeler başlıklar halinde yer aldı. İddianamedeki bilgilere göre, birinci grup fişlemeler AK Parti hükümetini yıpratmak ve milletvekillerini partiden koparmak amacıyla milletvekillerine ilişkin yapıldı. Birinci iddianamenin sanıklarından SESAR Başkanı İsmail Yıldız, AK Parti'nin yıpranma süreci ve 368 milletvekilinin hangi durumlarda partiden kopabileceğini tespit etti. Milletvekillerine ilişkin notlar bölümünde ise "MİT, İran, CIA, Mossad, Almanya, AKP yönetiminin güvendiği isimlerden, konjonktürel davranabilir, ilişkilerinde pragmatist, AKP'den kopabilir, AKP'den kopmaz" gibi, kişinin yapısı, davranışları, ideolojisi ve etnik durumuyla ilgili bilgilerle milletvekillerini ayrı ayrı fişleyen çok kapsamlı bir rapor hazırladı. Yıldız'ın AK Parti'ye ilişkin çalışmaları ETÖ sanıkları Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'da ele geçirildi. Yıldız, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki savunmasında söz konusu araştırmaları Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'in talebiyle 354 bin YTL ücret karşılığı yaptığını söylemişti.
'Ulusalcıların' kaydı tek tek tutulmuş
"Ulusalcılar.xls" isimli dosyada, Ergenekon davasında yargılanan Mehmet Fikri Karadağ, Muzaffer Tekin, Asuman Özdemir, Emin Gürses, Doğu Perinçek, Ergün Poyraz, Erol Mütercimler, Sevgi Erenerol, Sinan Aygün ve soruşturma kapsamında gözaltına alınan Tuncer Kılınç, İlker Güven, Emcet Olcaytu ve İbrahim Şahin'in aralarında bulunduğu 2 bin 112 kişinin isminin yazılı olduğu iddianamede yer aldı. Bunların yanı sıra birçok üniversite ve üniversite çalışanlarının hakkında da kişisel verilerinin kaydedildiği tespit edildi.
'Özel' milletvekillerine özel dosya hazırlanmış
Ergün Poyraz'da, AK Parti'ye yönelik 39 milletvekilinin yer aldığı 'Özel durumu olan milletvekilleri' başlığı altında çalışmalar bulundu. Tolon'da ise AK Parti ile birlikte CHP'nin de içinde olduğu partilerin milletvekillerine yönelik 'özel durumu olan milletvekilleri' çalışmaları ele geçirildi. 500'ün üzerinde milletvekili ve bütün bakanların kişisel bilgileri, öz geçmişi, siyasî ve dinî görüşü, etnik kökeninin hukuka aykırı olarak kaydedildiği belirlendi.
Oğlunun şirketine de para aktarmış
Ergenekon iddianamesinde örgütün finansörleri arasında gösterilen Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'in, sendika ve işçilerin paralarını kişisel harcamaları için kullandığı ileri sürülüyor. 2004 tarihli bir belgede Mustafa Balbay, Türk Metal Başkanı Özbek'ten haftalık 25 milyar TL'nin Türkiye Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi'ne (TUSAM) aktarıldığı kayıt altına alınmış. Cumhuriyet'in Strateji eki TUSAM denetiminde çıkıyor. TUSAM'ın Yönetim Kurulu başkanlığını da Mustafa Özbek'in oğlu Ahmet Oğuz Özbek yürütüyor.
Cumhuriyet'e aylık 25 bin TL destek
Mustafa Balbay'ın '2004-Girişimcilik adına yaptıklarım' adlı notlarında ortaya çıkan bilgiler, Türk Metal Sendikası Başkanı Özbek'in, kurumun paralarını keyfince dağıttığı doğrulandı. Balbay, notlarında, "Mustafa Özbek'le konuşup TUSAM'ın ayda 20 milyar TL vermesiyle haftalık Strateji Dergisi. 5 Temmuz'da ilk sayımız çıktı. Geçen hafta parayı ayda 25 milyara, sayfayı da 24'e çıkarma kararı aldık." diyor. Balbay, ASAM'dan ayrılan Dr. Şenol Kantarcı'nın Mustafa Özbek'in aracılığıyla sendikanın desteği ile edindiği kaynak sayesinde TUSAM'ı kurduğunu da notlarında belirtmiş. TUSAM'ın açılış toplantısı da Özbek'e ait Akyurt Büyük Otel'de gerçekleşmiş. Yaklaşık 1.000 kişinin katıldığı törende ATO Başkanı Sinan Aygün, emekli Hava Korg. Erdoğan Özalan, gazeteci Saygı Öztürk, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek de hazır bulunmuştu.
Patalya Otelleri 'uygulama üssü'
Başkent Üniversitesi'ne 'uygulama oteli olarak' tahsis edilen Kızılcahamam ve Gölbaşı'ndaki Patalya Otelleri, Ergenekon'un 'uygulama merkezi' olarak kullanılmış. İddianamede yer alan bilgilere göre, sanıkların büyük çoğunluğu düzenli olarak Patalya Otelleri'nde bir araya gelerek 'geleceğe yönelik neler yapılabilir' toplantısı düzenliyor.
4291 No'lu telefon kayıtları dökümünde, Hurşit Tolon, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'i arayarak Gölbaşı Patalya Otel'de her ayın ilk haftasında yapılan ve burs verilen öğrencilerin katıldığı toplantıya konuşmacı olarak davet ediyor. Yine İlhan Selçuk'tan el konulan ve 1'den 111'e kadar numaralandırılmış dokümanlarda; Kamran İ. imzasıyla Ankara'da 14 Ocak 2008'de bir toplantı yapılacağı, toplantıya özel olarak Doğu Perinçek, Güler Kömürcü, İlhan Selçuk, USİAD Başkanı Fevzi D., ADD Genel Başkanı E. Orgeneral Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Tuncer Kılınç, Hasan K., Rıza K. gibi şahısların katılacağı aktarılıyor. Dokümana göre, Adı Dialog Grubu Patalya Oteli'nde toplantı yapıyor. Toplantıda içinde bazı siyasi parti liderleri, öğretim üyeleri, bazı gazeteciler olduğu ve yeni bir parti kurma çalışmalarının konuşulduğu belirtiliyor.
Arif Doğan da tutuksuz yargılanmak istiyor
Ergenekon silahlı terör örgütü davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Arif Doğan, dün Adli Tıp'a sevk edildi. Doğan, kontrollerin ardından yeniden hastaneye gönderildi. Aynı davanın tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün 'sağ kolu' olarak bilinen Arif Doğan'ın avukatı Kaya Kabacaoğlu, müvekkilinin tutuksuz yargılanması için mahkemeye dilekçe verdi. Dilekçesinde, müvekkilinin sağlık durumunun ciddi boyutlarda olduğunu ileri süren Kabacaoğlu, "Tutuksuz yargılanmak için bu başvuruyu yaptık. Neticeyi bekliyoruz." dedi. Başvuruyu değerlendiren adli makamlar, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi gören Doğan'ın sağlık durumunun tespiti için Adli Tıp Kurumu'na sevkine karar verdi. Emekli Albay, sabah saatlerinde hastanenin arka kapısından çıkarıldı. Hasta nakil aracı ile Yenibosna'daki Adli Tıp Kurumu'na getirildi. Kızı Arzu Doğan da Adli Tıp Kurumu önünde bekledi. Arif Doğan, kontrollerinin tamamlanmasının ardından yeniden hastaneye gönderildi. Silahlı terör örgütüne üye olmakla suçlanan Doğan'ın 21 ila 50 yıl arasında ağır hapis cezası isteniyor.
Darbeyi 'hak' olarak görüyorlar
İkinci Ergenekon iddianamesiyle birlikte darbe ve darbe teşebbüslerine ilişkin vahim planlar daha ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkarken bazı çevreler halen yapılanların 'normal' olduğu düşüncesinde. Aralarında gazeteci, akademisyen ve hukukçuların da bulunduğu bu isimler, Ergenekon terör örgütünün yaptıklarının meşruiyetini de katıldıkları çeşitli televizyon programları ve konferanslarda da anlatıyor. Hatta, bunun bir 'hak' ve 'görev' olduğu yönünde beyanatlar dahi veriyorlar.
Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, bu isimlerin başında geliyor. Ceza Kanunu'na göre darbe hazırlıklarının 'suç sayılamayacağını' iddia ediyor. 'Darbe iddiasını araştırmanın askerî savcının görevi' olduğunu düşünen Kanadoğlu bu amaçla, Genelkurmay'ı göreve çağırıyor. TCK'daki darbe teşebbüsünün suç olmadığını savunuyor. Akıllara durgunluk verecek bir savunma yapıyor: "Teşebbüs hazırlığı suç değildir. Çünkü hiçbir yasada, ceza hukukunda hazırlık hareketleri cezalandırılmaz. Hazırlık hareketleri icrai harekete dönüştükten sonra suç oluşur. Eğer gönüllü olarak teşebbüs başladıktan sonra bu eyleminden vazgeçmişse siz onu teşebbüsten yine cezalandıramazsınız." Siyasetçilerin darbeye sebebiyet vermemesi gerektiğini anlatıyor: "Siz o darbeye sebebiyet vermeyeceksiniz. Darbeye sebebiyet verme olayına giriyorsanız o zaman sizi de suçlarlar."
Sabih Kanadoğlu'nu YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu izliyor. Soruşturmanın, hukuk düzenine aykırı yürütüldüğünü savunuyor. Ergenekon'un merkez üssü olarak seçtiği Cumhuriyet Gazetesi yazarı Cüneyt Arcayürek de Şener Eruygur'un TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi çerçevesinde darbe yapmaya hakkı olduğunu savunuyor. "(Balbay) Darbe olsun dedi, suç olur mu canım? Eylem olmadan suç olur mu?" ifadelerini kullanıyor. Emine Dolmacı, İstanbul
Savcılık ifadesinde eşiyle çelişti
Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün savcılıktaki beyanında, Ergenekon soruşturması kapsamında arandığını yakalandıktan sonra öğrendiğini ileri sürdü. Ancak eşi Muzaffer Ersöz, gazetelere yaptığı açıklamada, Levent Ersöz'ün arandığını operasyondan hemen sonra öğrendiğini söylemişti.
Ergenekon davasının sanıkları arasında bulunan Levent Ersöz'ün, Cumhuriyet Savcılığı'nca yapılan sorgusundaki beyanları iddianamede yer aldı. Ersöz, ifadelerinde Moskova'ya 30 Haziran 2008 tarihinde kendi pasaportu ile İstanbul Atatürk Hava limanından gittiğini belirtiyor. Sağlık problemlerinin çıkması üzerine Türkiye'ye dönmeye karar verdiğini anlatıyor. Türkiye'ye rahat girebilmek için İvan isimli yabancı şahıs adına düzenlenmiş sahte pasaport ile denizyoluyla Zonguldak'tan giriş yaptığını aktarıyor. Türkiye'ye geldiğinde üzerinde bulunan Mehmet Orhan G. adına düzenlenmiş sahte kimliğin kendisine eşi Muzaffer E.'nin verdiğini belirtiyor. Arandığını ise yurda döndüğünde öğrendiğini savunuyor. Oysa Levent Ersöz, operasyon sonrası kendisine ulaşan gazetecilere, "İşim biterse dönerim, döndüğümde teslim olacağım." demişti. Ayrıca eşi Muzaffer Ersöz de bir gazeteye verdiği demecinde, Levent Ersöz'ün arandığını bildiğini, duyduğunda üzüldüğünü açıklamıştı. Ergenekon terör örgütünün yöneticisi olmakla suçlanan Ersöz'ün iki kez müebbet hapsi isteniyor.

Mahsun'dan Milli Güvenlik Kurulu çıkışı

'Yeni Yılmaz Güney' olarak gösterilen Mahsun Kırmızıgül'den ilginç öneri...
Güneşi Gördüm filminde asker ve terör örgütü PKK arasında kalan Doğu insanını anlatan Mahsun Kırmızıgül, çok ilginç bir öneride bulundu. Kanal D'de ekrana gelen Güneri Civaoğlu'nun sunduğu Şeffaf Oda programında, bu filme yüreğini koyan herkesin 25 yıldır süren şiddet ortamının sona ermesini istediğini belirten Mahsun Kırmızıgül, şu hayalini anlattı:"25 yıldır bu işi çözemeyen erkeklerin yanında aslında bu işi çözecek olan anneleri gösteriyoruz. Bu çok önemli. Çünkü ağlayan anneler, onlar daha duyarlı.Ben şunu hep düşünüyorum; Milli Güvenlik Kurulu'nda ülkenin bütün sorunları tartışılıyor ama bu Güneydoğu sorununu sadece Milli Güvenlik Kurulu'na giren insanların sadece eşleri girebilse. O anne duyarlılığı bu işi çözer. Ben ona inanıyorum."
Kadınların hiçbirisinin savaş istemeyeceğine vurgu yapan Mahsun Kırmızıgül, Filistin'deki çocuklar kadar bizim kendi çocuklarımıza da duyarlı olmamız gerektiğini sözlerine ekledi.

30 Mart 2009 Pazartesi

HOLLANDA DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI AMİRAL BİNDT İZMİR'DE

Hollanda Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral P.J. Bindt, İzmir Valisi Cahit Kıraç'ı ziyaret etti. Vali Kıraç, gezi amacıyla İzmir'de bulunan Hollanda Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral P.J. Bindt'in Güney Deniz Saha Komutanlığı ile çalışmaları olduğunu ifade ederek, kendilerine İzmir'i tanıtıcı bilgiler verdiklerini söyledi. Amiral Bindt de İzmir'i çok beğendiğini, tekrar gelmek istediğini ifade etti. Vali Kıraç ve Bindt'in birbirlerine hediye vermesinin ardından, Amiral Bindt, şeref defterini imzaladı.

Tuğgeneral: Genelkurmay Başkanı’nın size selamı var

Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Daire Başkanı Tuğgeneral Mustafa Bakıcı’nın Neriman ve Kemal Aydın kardeşlerin Ergenekon’dan gözaltına alındığı günlerde Karargah Evleri’ndeki teğmenleri ziyaret edip “Aydın kardeşlerle görüşebilirsiniz. Genelkurmay Başkanı’nın size selamı var” dediği ikinci iddianamede yer aldı

Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde Karargâh Evleri soruşturmasıyla ilgili çok tartışılacak ifadeler yer alıyor. Karargâh Evleri yapılanmasında yer aldıkları iddia edilen teğmenler Mehmet Ali Çelebi ve Noyan Çalıkuşu, savcılık ifadelerinde, Neriman Aydın ve Kemal Aydın’ın Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınmaları üzerine Tuğgeneral Mustafa B’nin kendilerini ziyaret ettiğini, Genelkurmay Başkanı’nın selamını ileterek, “Aydın kardeşleri tanırım, iyi insanlardır, onlarla görüşmenizde sakınca yok” dediğini anlatıyor.İddianamede Mustafa B. olarak geçen tuğgeneralin Özel Kuvvetler Komutanlığı da yapmış olan, Genelkurmay İç Güvenlik Hareket Daire Başkanı Tuğgeneral Mustafa Bakıcı olduğu teğmenlerin daha önce basına yansıyan ifadelerinde yer almıştı. Tuğgeneral Bakıcı, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile birlikte Bakanlar Kurulu’na terör brifingi veren iki generalden biriydi. 1 Temmuz 2008’deki Ergenekon operasyonunda Kemal Aydın ve Neriman Aydın gözaltına alındıktan sonra Karargâh Evleri ile ilgili basına yansıyan haberlerde isimleri geçen teğmenlerle Tuğgeneral Mustafa Bakıcı’nın yaptığı görüşmeler iki ayrı teğmenin ifadesinde aynı cümlelerle geçiyor.Teğmenlerden Noyan Çalıkuşu iddianamede yer alan ifadesinde “2008 yılında Zaman Gazetesi’nde Kemal Aydın ve Neriman Aydın ile görüştüğü hakkında haber yer aldığını, bu haber üzerine Tuğgeneral Mustafa B’nin özel olarak Eğitim Tümen Komutanlığı’nda kendisi ile görüştüğünü, Kemal Aydın ve Neriman Aydın ile üç yıldır görüştüğünü söylediğini, bunun üzerine Tuğgeneral Mustafa B’nin bu şahıslarla görüşmesinin hiçbir sakıncası olmadığını söylediğini, Genelkurmay Komutanı’nın selamını ilettiğini” anlatıyor. Teğmen Mehmet Ali Çelebi de yine ifadesinde “Neriman Aydın ile görüşmeleri basına aksedince M.B. paşanın çalıştıkları birimde ziyaret ettiğini, paşanın olayla ilgili bilgisinin olduğunu, bu kişileri tanıdığını bu kişilerle görüşmelerinin hiçbir zararının olmayacağını, iyi insanlar olduğunu söylediğini, paşanın kendilerine Genelkurmay Başkanı’nın selamını ilettiğini” anlatıyor.
‘Paşa ile görüştüm deme’
İddianame, genç teğmenlerin Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındıkları 18 Eylül 2008 günü 1 Temmuz’daki dalgada gözaltı alındıktan sonra serbest bırakılan Neriman Aydın ile telefon görüşmeleri yaptıkları ve Aydın’ın teğmenlere gözaltı sırasında yapmaları gerekenler konusunda taktikler verdiğini de ortaya çıkardı.İddianamedeki kayıtlarda 18 Eylül 2008 günü Noyan Çalıkuşu Neriman Aydın’a “Teyzecim Paşayla görüştüklerimizi söyleyeyim mi savcıya” diye bir sms gönderdiği, Aydın’ın ise “Doğru olmaz diye cevap verdiği” yer alıyor. Çalıkuşu savcılıktaki ifadesinde o mesajında bahsettiği paşanın Mustafa Bakıcı olduğunu söylüyor.
“Bu sim kartı hemen yok et”
Ergenekon soruşturmasında teğmenlere yönelik gözaltıların yaşandığı 18 Eylül 2008 günü Noyan Çalıkuşu ve Neriman Aydın arasında geçen telefon konuşmaları ise operasyonun yarattığı telaşı gözler önüne seriyor. İşte o görüşmeler:
Noyan: Tamam üniformalı mı gideyim yoksa Neriman Teyze.
Aydın: Yok sivil git sivil git. Fotoğrafını falan çekerler. Allah korusun.
Noyan: Tamam ben ne konuşayım onlarla yani dostuz arkadaşız.
Aydın: Tabi ki aile dostuyuz. Bundan başka Metin amcam vasıtasıyla tanıdığımız selçuğa seyahate geldiklerinde tanıdığımız dostlarımız aile dostu olduk sonra diğer arkadaşımı da ben amcamla tanıştırdım sık sık evlerine gideriz yatarız... Neriman hanım teyzemdir yani bütün bu yaşananlar bunlar kemal bilge bir insandır biz Kemal amca dediğimiz can insandır sadece biz...
Noyan: Sohbetleri filan şey eder mi böyle ne konuşuyordunuz der mi?
Aydın: Tabi bütün dünyayı konuşuruz danışırız. Öğretir deme. Mustafa Kemal’i konuşuruz. Öğretmek değil de hani konuşmak sohbet etmek. Zaten bunlar gerçek.
Noyan: Ben öyle fazla Mustafa Kemal’in askeri falan demeyim değil mi Alo.
Aydın: Deme hayır hayır hayır gayet normal.
Noyan: Bir de Ordu evinde benim not aldığım bir defterim vardı.
Aydın: Onu götürme.
Noyan: Ama arama yapılırsa.
Aydın: Arama yapmazlar sen tanıksın. Başka sim kartın var mı? Bu sim kartını at de ki şunu kullanıyorum de. Şimdi sen bu telefon simini çıkartıp atıyorsun. Öbürünü takıyorsun tamam mı hemen yok et.
Noyan: Telefon kayıtlarıyla ilgili falan çıkarsa ne yapayım.
Aydın: Sen bi kapat başka numaradan arayayım seni.
Aydın: Bak şimdi ne yapacan biliyor musun o zaman teyzecim bu numarayı değil o numarayı vereceksin yeni hattı yani o numarayı kullanıyorum diyeceksin. Bunun verirsen buradaki konuşmaların tamamını dökecekler. Bu simini yok et. Bu numarada çok kayıtlı şeyler var. Bu konuşmalarıma istinaden beni de alırlar çünkü.
Aydın: Sen akılı çocuksun. Dostluk dışında bir şey yok. Yüksek mahkemeye bizim şahitliğimiz var diyeceksin. Avukat gelmeden konuşma sakın. Savcılıkta ver ifadeni. Ama şu numaranı lütfen verme.
Noyan: Yok onu şimdi imha ederim birazdan.Kemal amca Neriman teyze“Değerli büyüklerim Kemal Amcam ve Neriman Teyzem... Siz büyüklerimin bizlere vermekte olduğu fikir beyanatları, ileride atılacağımız kıta hayatında bizim görevlerimiz nazarında çok stratejik bir noktaya sahip olacaktır... Sizlerin ruhlarımızı şahlandıran değerli sözlerinizi tekrar dinlemek için huzurunuza gelmek istiyoruz.”
Karargah Evleri yapılanması nedeniyle Ergenekon davasına giren genç teğmenlerin huzurlarına gelmek istedikleri Kemal Aydın emekli bir Kızılay Müfettişi. Kardeşi Neriman Aydın ise Ziraat Bankası Kızılay Şubesi’nde çalışan bir bankacı. Bütün zamanlarını Harp Okulu öğrencileri ve genç teğmenlerin eğitimi ve kariyerine vakfeden bu iki kardeşin kim oldukları ve niçin böyle bir işe soyundukları hakkında 2. Ergenekon İddianamesi’nin sayfalarında bazı ipuçları var.İddianamedeki telefon kayıtlarında genç teğmenlere “Komutan” denilmesi dikkat çekiyor. Teğmenler ise kendilerini “Mustafa Kemal’in Askerleri” olarak tanıtıyorlar. Konuşmalardan genç teğmenlerin bu yapının Genelkurmay’ın bilgisi dahilinde resmi bir yapı olduğunu düşündükleri anlaşılıyor. Teğmenler önce Özel Kuvvetler’e girmeleri ve ardından da kurmaylık sınavına hazırlanmaları için telkin ediliyor. Onlara “Geleceğin kuvvet komutanları” olarak yetiştirdikleri söyleniyor.İddianameye göre Aydın kardeşler, genç teğmenlerin attıkları bütün adımları da yakından takip ediyor. Neriman Aydın öğrencilerin disiplin soruşturmalarını da yakından izleyip, savunmalarını hazırlıyor.

''ERGENEKON'' DAVASI

''Ergenekon'' davası kapsamında tutuklu yargılanan sanıklardan Murat Çağlar, Kuvayı Milliye 1919 Derneğinden ''Gülücüklerle'' değil, düşmanlıkla ayrıldığını, zira yapılan işleri tasvip etmediğini söyledi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada savunmasını yapan Çağlar, 2006 yılında iş yerine gelen bir asker arkadaşının aracılığıyla Kuvayı Milliye 1919 Derneğinin Mersin Şubesinin açılışına gittiğini, burada arkadaşının ricası üzerine açılışa gelecek Mehmet Fikri Karadağ'ı Adana'da havalimanından kendi arabasıyla alarak Mersin'e getirdiğini söyledi.
Derneğin açılışında yapılan yemin töreninin kendisine garip geldiğini ifade eden Çağlar, ''(Ölmek var, öldürmek var, öldürülmek var) deniyordu. Tabii ilk defa duyuyoruz bunu. Kendi kendime şunu sordum (bu kanun dışı bir olay mıdır acaba?) Silah üzerine yemin ediliyor. Fakat orada emniyet güçleri de var. Emekli paşalar var, emekli emniyet müdürü var. (Herhalde kanuna uygun olmayan bir şey yoktur) diye düşündüm'' dedi.
Burada Karadağ'ın fenalaşarak askeri hastaneye kaldırıldığını, bunun üzerine kendisini görmeye gittiklerini anlatan Çağlar, Hüseyin Görüm'ün ''Özel Kuvvetler Kartı'' göstermesi üzerine nöbetçiyi geçtiklerini bildirdi.
Hüseyin Görüm'ü o dönemde Hüseyin Kerim Bayraktaroğlu olarak tanıdığını öne süren Çağlar, Mersin'deki açılışta Görüm'ün de bir konuşma yaptığını ve iyi bir konuşmacı olduğunu belirterek, ''Orada peygamberlik yok, hiçbir sapkınlık yok. Biz Hüseyin Kerim Bayraktaroğlu'nu sevdik. Biz ne zaman ki Hüseyin Görüm'ü tanıdık, biz burada yer alamayız dedik'' diye konuştu. Kendisine Alanya bölgesinde derneğin şubesini açmasının teklif edildiğini, ancak işlerinin yoğunluğunu gerekçe göstererek reddettiğini aktaran Çağlar, İstanbul'a iş için geldiğinde de derneğe ziyarete gittiğini belirtti.
-DERNEKTEN AYRILIŞ NEDENİ-
Dernekte hoşlanmadığı şeyler görünce uzaklaştığını söyleyen Çağlar, ''Dernekte bazı arkadaşlar gece de kalıyordu. Sigara almak için para bıraktım, uyuşturucu alınmış. Ne zaman ki kötü gidişatı gördüm, itiraz ettiğimde benden kötü Murat Çağlar olmadı'' dedi.
Dernekte daha sonra emniyet ve jandarmaya muhbirlik de yaptığını öğrendiği Mehmet Dalmaz adlı kişinin, kendisini ''Senin burada ne işin var? Burada farklı işler yapılıyor. Sadece adı Kuvayı Milliye'' diyerek uyardığını savundu.
Dernekten ''Gülücüklerle'' değil, düşmanlıkla ayrıldığını, çünkü yapılan işleri tasvip etmediğini ifade eden Çağlar, Hüseyin Görüm'ün bir yere gitmek için kiraladığı arabada silahlar olduğunu, kendi arabası bir arkadaşında bulunduğu için halletmesi gereken bir iş nedeniyle bu kiralık arabayı kısa bir süreliğine ödünç aldığını belirterek, şunları söyledi:
''Ben silah taşıyorum. İnkar etmiyorum. Silah benim. Yanındaki yedek şarjör de benim. Ben bunları inkar etmiyorum ki. Pompalı tüfek fişekleri de benim. Çok kısa bir işim çıktı. Kuvayı Milliye'den arabayı aldım ve o esnada yakalandım. Araba benim oldu birden. O arabada Mersin'den gelen arkadaşların bavulları da vardı. Bir arkadaşın da ajandaları çıkmış.''

KOSOVA'DA MEHMETÇİK'TEN "FİDANİ" DERGİSİNE DESTEK

Kosova'da uluslararası barış gücü (KFOR) bünyesinde görev yapan Türk Taburu Görev Kuvvet Komutanlığı (KTTGKK), "Sivil-Asker İşbirliği Etkinlikleri" çerçevesinde halka hizmet desteğini sürdürüyor. Türk Taburu, Prizren'de Arnavutça yayımlanan "Fidani" adlı çocuk dergisine teknik ofis malzemesi ve kırtasiye yardımında bulundu. Derginin KTTGK'nın desteğiyle donatılan yeni ofisi törenle hizmete açıldı.
Törende konuşan "Fidani" dergisinin baş yazarı Berat Bahtiu, Mehmetçik sayesinde modern çalışma şartlarına kavuştuklarını belirterek, bundan böyle okurları için daha kaliteli ve daha başarılı bir dergi hazırlayacaklarını söyledi. KTTGKK Komutanı Yarbay Nail Yiğit de çocukların ve gençlerin eğitimine verilen desteğin geleceğe yapılmış bir yatırım olduğunu belirtti. "Fidani" dergisinin gençlerin yetişmesine son derece önemli katkılar sağladığını vurgulayan Yarbay Yiğit, "KTTGKK ileride de başta eğitim ve sağlık alanında olmak üzere yardıma devam edecektir" dedi. Öte yandan Kosova genelinde sağlık hizmetlerini sürdüren KTTGKK Sağlık Personeli, son olarak İpek'te sağlık taraması yaptı. Sağlık taramasında 35 hasta muayene edilerek tedavileri için gerekli ilaç yardımı yapıldı. Kosova'da halkın sağlık desteğine ihtiyacı olduğunu belirten yetkililer, sağlık taramalarının gelecek günlerde Gilan ve diğer şehirlerde devam edeceğini açıkladı.

Levent Ersöz’ü adamı ihbar etmiş!

İhbar e-posta’sında Ersöz’ün, gizli ortağı olduğu bir şirketle TSK’dan ihale aldığı da iddia edildi.Kardanadam111@gmail.com adresinden gelen ihbar postasında, Ersöz’ün emrinde çalıştığı anlaşılan istihbarat görevlisi, hükümet üyelerinin telefonlarını nasıl dinlediklerini anlatıyor. Bakanların telefonlarıİhbarcı, yasadışı dinlemeleri, kendilerine, Ersöz’ün bilgisi dahilinde, “Kürşat” kod adını kullanan Albay Hasan Atilla Uğur’un yaptırdığını belirtiyor. İhbarcı ayrıca, Ersöz’ün Hakan Şanlı isimli bir kişiyle ortak olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ihalelerine girdiğini ve Hasan Atilla Uğur’un bu işleri takip ettiğini iddia etti. İşte, o e-posta: “Levent Ersöz paşanın bilgisi dahilinde hükümet üyelerinin telefonlarının yasadışı dinlenmesini de yine Kürşat (Hasan Atilla Uğur), bize yaptırıyordu. Elde edilen bilgileri Şener Eruygur ve Levent Ersöz paşaya aktarıyordu... Aynı zamanda Hakan Şanlı ile de ortak askeri malzemelerin ihalelerini yapan şirketin gizli ortağıydı, bu şirketin TSK’dan ihale almasını bizzat Kürşat takip ediyordu. Emin Şirin, Kürşat tarafından AKP’nin bölünmesi için görevlendirilmişti, ama beceremedi... Buluşmaları deşifre olmasın diye Hakan Şanlı’nın Ankara Yıldız’daki Sama şirketine raporları bırakıyor, Kürşat da oradan aldırıyordu, bu şekilde haberleşiyorlardı.” Ersöz, sorgusunda bu ihbarı kabul etmdi. Ersöz, Şirin’in ofisine zaman zaman geldiğini, Meclis’teki soru önergeleriyle ilgili olarak kendisine bilgi vermediğini, ayrıca Uğur’un da kendisine bu tür bilgiler vermediğini belirtti.
Sanık emekli albay tecavüzcü öldürmüş
Gizli tanık Aydost, Uğur’un tecavüz olayları ile ahlak dışı tutumlar sergileyen kişileri nasıl öldürdüğünün detaylarını da verdi. buna göre, Uğur’un Mardin’de görev yaptığı sırada, o bölgede 18 kişilik bir grup, bir genç kıza tecavüz etti. Aydost, kızın ailesinin şikayeti üzerine zanlıların gözaltına alındığını, Uğur’un gözaltındaki zanlıları karakoldan aldığını ve bir kadın aracılığıyla yemeklerine uyuşturucu madde attırdığını söyledi. Aydost, kendinden geçen tecavüz zanlılarının daha sonra Uğur’un adamları tarafından kırsal bölgede infaz edildiğini öne sürdü.Aydost’un iddialarına göre, aynı dönemlerde Gurs-Erikli köyünde yaşayan köyün imamının kızı Uğur’a gitti ve Uğur’un adamı olan Yasin kod adlı kişinin aynı zamanda PKK ile işbirliği yaptığını ileri sürdü. Aldatılan kadınYasin kod adlı kişiyle kendisinin gönül ilişkisi olduğunu söyleyen kız, bu ihbarı yapmasının nedeni olarak da Yasin’in kendisini yengesiyle aldatması olduğunu belirtti. Aydost, bundan sonra yaşananları şöyle anlattı: “Uğur, kendisine anlatılanların ardından, Gurs-Erikli köyüne gelerek köyün etrafını çevirdi. Terörist grubu canlı olarak aldı. Yasin kod adlı şahsın kafasına sıkarak köyün ortasında öldürdü. Diğer teröristleri ise yanına alarak Kızıltepe İlçe Jandarma’ya gitti. Uğur genelde grubun en söz sahibi şahsını öldürüp diğerlerini de bülbül gibi konuştururdu.”

Ergenekoncular, Hizbuttahrir'e Harp okulu öğrencileriyle sızmış

İşçi Partisi Karargâh Evleri oluşumunun, harp okulu öğrencilerini Hizbuttahrir'e sızdırmak için kullandığı ortaya çıktı. İki teğmen, 4 askerî okul öğrencisi ve askerî okuldan atılan Doğukan Yorulmaz bu yapının içinde oldukları ve Hizbuttahrir'e sızma girişiminde oldukları gerekçesiyle ikinci iddianamenin sanıkları arasında yer aldı.

Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) konuyla ilgili raporunda, söz konusu yapılanmanın Kemal ve Neriman Aydın tarafından organize edildiği belirtiliyor.

İddianameye göre, Kemal ve Neriman Aydın, Durmuş Ali Özoğlu'na bağlı olarak Hamza Demir ve Prof. Dr. Ercüment Ovalı'nın yardımıyla Türk Silahlı Kuvvetleri ve harp okullarına sızma, örgütlenme ve eleman kazanma faaliyetleriyle doğrudan yönetiyor, bu yapıyı İslami yapılar ve özellikle Hizbuttahrir'e sızmak için kullanıyor. Kemal Aydın'ın talimatıyla Mehmet Ali Çelebi ve Noyan Çalıkuşu'nun, Hizbuttahrir örgütü üyesi olduğu anlaşılan Süleyman Solmaz, Kurtça Bektaş, Rıza Demir, Mahmut Oğuz, Rıfat Yıldırım, Mahmut Oğuz Kazancı ile irtibata geçtiği ve bu grubun gizli toplantılarına katıldığı belirlendi. Askerler, grupla ilgili tüm bilgi ve raporları Kemal ve Neriman Aydın'a iletmekle görevli. İddianamede Ergenekon savcıları Çelebi ve Çalıkuşu için, 'Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başka terör örgütlerine sızma ve bu örgütleri yönlendirme faaliyetlerine devam ettikleri' tespitinde bulundu.
Kemal Aydın da ifadelerinde Harp Okulu 3. sınıftan itibaren aile dostu olan Noyan Çalıkuşu vasıtasıyla helikopter teğmeni Mehmet Ali Çelebi ile tanıştığını, ayrıca Hava Harp Okulu'ndan ismini hatırlayamadığını ileri sürdüğü 8-10 çocuğun daha oturduğu eve gelip sohbet ettiklerini kabul etti.
Bu çocuk geleceğin Genelkurmay'ı
Kemal Aydın ve Durmuş Ali Özoğlu yaptığı bir görüşmede, "Benim Özel Kuvvetlerim, Hizbuttahrir'in belgelerini falanı filanı topladı." dediği teknik takibe takılmış. Harp okulu öğrencisi Mehmet Ali Çelebi ile ilgili övgüler düzen telefon görüşmesi şöyle sürüyor: "Taksici şoförle konuşurken Hizbuttahrirci olduğunu anladı, telefonunu aldı ondan o bizim çiroz. Ondan sonra o Noyan'la birlikte cumartesi pazar kayda aldılar resimlerini çektiler adamın." Durmuş Ali'nin "Mehmet Ali mi becerdi bu işi?" demesi üzerine Aydın, "He Mehmet Ali. Abi ben sana söyliyim o çocuk valla geleceğin Genelkurmay'ı." diyor.
Evlerde ideolojik eğitim veriliyor
İddianameye göre, Kemal-Neriman Aydın ikilisi, harp okullarına muhtemelen önceden yerleştirdikleri elemanlar vasıtasıyla irtibata geçtikleri askerî öğrencileri kendi evlerine veya bu amaçla kiraladıkları evlere getiriyor. Burada öğrencilere Ergenekon'un fikrî ve ideolojik eğitimini veriyor. Aydın kardeşler, oluşturdukları grubun başına teğmen olarak görev yapan Mehmet Ali Çelebi ve Noyan Çalıkuşu'nu getiriyor. Bu iki asker kendi arkadaşlarını da örgüte kazandırmak amacıyla Aydın kardeşlerle tanıştırıyor. Daha sonra örgüte ait gizli toplantılara katıldı ve askerî yapının içine dahil edilen teğmen ve harp okulu öğrencileri havacılık, pilotluk, özel kuvvetler gibi birimlere yönlendirildi.

ETÖ hukukundan hukuk önünde eşitliğe / Hamdullah Öztürk

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanan tartışmaları hatırlayalım. Düşünce dünyamıza neler kazandırdı bir bakalım:Devletin kurucu felsefesi...
367 vekilin mevcudiyetini ilk defa şart koşan hukuk mantığı...
Kurucu felsefe doğrultusunda toplumu biçimlendirme misyonuyla yüklenmiş rejimin sahibi aydın insanlar... Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarına gittiğimiz zaman, bu sacayağında yer alan insan unsuruna devleti kuranlar tekabül ediyor.
İşgal acılarını yaşamış. Düşmanla yokluk içinde mücadele etmiş. Tencere, tava, keser, balta... eline ne geçirmişse silah yapıp kullanarak istiklal kazanmış insanlar...
Ve bu insanlar fakir, yaşlı, gençlerini savaşlarda kaybetmiş, kalanları gazi bir toplumdan yeni bir devlet oluşturma çabasına girişmiş...
Tüccar yok, sanayici yok, ilim adamı, sanat ve kültür insanları yok...
Yeni devlet hızla organize olacak, ticarette, sanayide, bilimde, kültürde, sanatta, eğitimde hamle üstüne hamleler yapacak...
Devlet bu ihtiyacı hızla karşılayabilmek için devleti kuran irade doğrultusunda destekler sağlıyor. Kurucu felsefenin dışındaki yönelişleri engelleyerek, hedefine ulaşabilmek için hukuku kullanıyor.
1950 senesine ulaşıldığında, 27 yıllık tecrübenin ardından, Demokrat Parti siyasi hayata girdi. Halkın iradesini göstereceği ikinci bir alternatifin varlığı, geçmiş uygulamaların kontrolüne imkan sağlayabilirdi. Ama olmadı. Arkadan gelenler, devleti kuranların perspektifini geliştirme, kurucu felsefeyi, değişen şartlara göre yenileme gibi zahmetlere katlanmadılar.
Devletin kurulduğu yıllardaki "ya geri teperse" korkularına artık mahal kalmadığını göremediler. Demokrasi içinde daha ileri noktalara gitme imkanı varken hazımsızlık gösterdi, 27 Mayıs'ı gerçekleştirdiler.
Devletin kurucu felsefesi ve o felsefe doğrultusunda çalışan hukuk sistemi, halkın sevdiklerini idam aracı haline geldi. Anlamak ve demokrasi içinde çözüm bulmak yerine darbeler, post-modern darbelerle sindirme yolları kullanıldı. Olmadı. Olamazdı da... Çünkü onlar ilk kuşaklar gibi devletin çilesini çekmemiş, nimetlerinden yararlanarak gelişmişlerdi. Kendilerini devleti kuranların yerine koyarak davranırken, hatalarının maliyetini değil, ellerindekinin devamını düşündüler. Devletin sahipliğine soyunup, hukuku sindirme aracına çevirdiler.
28 Şubat'ın ardından, AB eşiğindeki bir ülkede, devlet eliyle yapılamayacak işler için birileri durumdan vazife çıkarmış. Ergenekon adı altında örgütlenmiş. Partileri bölmek, iktidarı yasal olmayan yollardan yıpratıp, indirmek ve daha da acayibi, yirmi-otuz sene gitmemek üzere gelmek için planlar yapmış. Anayasa Mahkemesi'nin Başkan Vekili'nin eşi, AK Parti'yi kapatmak üzere birtakım insanlarla işin stratejisinin konuşulduğu görüşmeler yapmış. Yani önce kararı vermişler, sonra o kararı tahakkuk ettirebilmek için gerekli malzemenin oluşturulması için çalışmışlar.
Şimdi hukuk onların yakasına yapıştı. İnsanlara idam gömleği giydirir gibi kanunlardan gömlek biçenler, kanunların elinden yakalarını kurtarabilmek için yollar arıyor. En ciddi delilleri bile hukuken geçersiz sayabilmek için formül üstüne formül geliştiriyorlar. İnşallah bu gayretler hukuk önünde eşitliği getirir.

CHP'li Mengü: Paşam ders verin, gereğini yapayım

Ergenekon terör örgütü (ETÖ) soruşturmasında gözaltına alınan şüphelilerin ilk aradığı isim olan CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü'nün ilginç bağlantıları ortaya çıktı. Mengü ile ETÖ sanığı Hurşit Tolon arasındaki telefon konuşması teknik takibe takıldı.

İkinci iddianameye giren kayıtlara göre Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi Mengü'nün Tolon'a, Meclis'teki belgelerden haberdar etme sözü verdiği belirlendi. 30 Mayıs 2008'de yapılan telefon konuşmasında Mengü, şu ifadeleri kullanıyor: "Bak paşam, bazı konularda Parlamento'da ordu ile ilgili kanunlar geldiği zaman ben yapacağımı sana söyleyeyim. Defteri kalemi toplayıp senin önüne geleceğim... Sen bana ders vereceksin, ben çıkıp orada söyleyeceğim." Yapılan görüşmede Şahin Mengü'nün, "Paşam emredin." şeklinde selamladığı Tolon, Mengü ve arkadaşlarından beklentilerini ise şu sözlerle ortaya koyuyor: "Siz bizi hep mutlu edeceksiniz inşallah... Şey de edeceksiniz inşallah zannediyorum o sevgili arkadaşımız da onların belini bükecek... Herhalde gerekli işlemi yapıyordur o. Bana ne tereddüp ediyorsa hazırım biliyorsun." ETÖ operasyonu sırasında gözaltına alınan Hurşit Tolon, ilk olarak CHP Milletvekili Mengü'yü aramıştı. Ayrıca aynı soruşturmada gözaltına alınan Tuncay Özkan da Mengü'den yardım istemişti. CHP'li Mengü, ETÖ soruşturmasını yürüten savcılardan Zekeriya Öz hakkında Meclis'e soru önergesi vermişti.
Ancak söz konusu konuşmada Tolon'un 'o' diye bahsettiği ve kendisinden talimat aldığını vurguladığı şahsın ismi geçmiyor.

Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması kapsamında düzenlenen operasyonda gözaltına alınan emekli Orgeneral Hurşit Tolon, polisleri karşısında görünce telefona sarılmış ve ilk olarak CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü'yü aramıştı. Söz konusu telefon görüşmesi Mengü'ye soruldu. Milletvekili, geçmişte Hurşit Tolon'a avukatlık yaptığını ve kendisini bu sebeple aramış olabileceğini söylemiş, Tolon'a teslim olması gerektiğini söylediğini anlatmıştı. Ergenekon terör örgütünün tutuklu sanıklarından medya patronu Tuncay Özkan'ın da gözaltına alınırken Mengü'yü aradığı anlaşıldı. Mengü, daha önce basına yansıyan açıklamasında bu telefon trafiğini de, "Çok doğal bir şeydir. Allah'tan Türk ordusunun şerefli bir orgeneralinin avukatlığını yaptım. Allah'tan Tuncay Özkan gibi çok namuslu, Türkiye'de çok önemli haberlerin altına imzasını atmış bir gazetecinin avukatlığını yaptım. Tuncay Özkan, bana sadece, 'Abi beni gözaltına alıyorlar.' dedi. Peki dedim. Telefonu kapattım." şeklinde izah etmeye çalıştı. Mengü'nün ismi operasyonun ilerleyen günlerinde de gündeme geldi. Soruşturmayı eleştiren açıklamalar yaptı.

Ergenekon savcılarından Zekeriya Öz hakkında Meclis'e soru önergesi veren Mengü, iddianamede örgütün medya ayağı olarak geçen Ulusal Kanal'ın dayanışma yemeği için de devreye girmişti. Mengü, Cumhurbaşkanlığı seçimi için 367 şartı gerektiği görüşünü ilk kez kendisinin ortaya attığını söylemiş ve şöyle demişti: "Bu da benim çocuklarıma bırakacağım en büyük miras."
Mengü: Paşam, bana ders vereceksin
İddianamede yer alan Hurşit Tolon'un Şahin Mengü ile yaptığı görüşme şöyle:
Hurşit Tolon: Sayın vekilim... Efendim hürmetler ediyorum, günaydın.
Şahin Mengü: Paşam emredin.
Tolon: Manisa çok müspet. İki taraflı hem sizin, benden beklediğiniz hem de yakası değişik olan, ben iki taraftan ayrı ayrı talep ettim.
Mengü: Tamam paşam, çok sevindim, buna nasıl mutlu ettiniz beni çok teşekkür ederim.
Tolon: Siz bizi hep Türkiye'yi mutlu edeceksiniz inşallah. Şey de edeceksiniz, inşallah zannediyorum o sevgili arkadaşımız da onların belini bükecek. Herhalde gerekli işlemi yapıyordur, o bana ne tereddüp ediyorsa hazırım biliyorsun.
Mengü: Bak paşam, bazı konularda Parlamento'da ordu ile ilgili kanunlar geldiği zaman ben yapacağımı sana söyleyeyim, defteri kalemi toplayıp senin önüne geleceğim. Önüne geleceğim, sen bana ders vereceksin, ben çıkıp orada söyleyeceğim.
28 Şubat, STK'lar için buluşma günü
Ergenekon silahlı terör örgütünün darbe ortamını hazırlamak için etkin şekilde kullandığı sivil toplum örgütlerinin arka yüzü, iddianamede çarpıcı şekilde yer aldı. Soruşturmada ele geçen örgütsel içerikli dokümanlarda her biri örgütün bir hedefi için kullanılan STK'ların 28 Şubat tutkusu dikkatlerden kaçmıyor. Ergenekon'un bütün STK'ları birleştirdiği çatı kuruluşu Ulusal Birlik Hareketi'nin (UBH) son toplantısını 28 Şubat 2004'te yaptığı ortaya çıktı. Toplumu darbeye hazırlama görevini de STK'lara yükleyen Ergenekon terör örgütü, kontrol altına aldığı kuruluşları darbe tarihlerinde bir araya getirmiş. Çatı kuruluş UBH, son genişletilmiş STK toplantısını 28 Şubat 2004'te İstanbul Üniversitesi (İÜ) Baltalimanı Sosyal Tesisleri'nde gerçekleştirmiş. Örgütün 'postmodern darbe'nin yıldönümlerinde büyük toplantılar organize etmesi dikkat çekiyor. Toplantıda hazırlanan 'sivil uyarı metni'nin bazı gazete ve televizyonlar aracılığıyla kamuoyuna duyurulması planlanmış. "Ankara'ya yapılacak yeni ziyaret programının mart ayına ertelenmesi", "İÜ ve ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı) tarafından hazırlanan '4 Kasım'dan Bu Yana Neler Oldu' kitabına UBH'nin katılması", "Anadolu toplantılarının nisan ayına ertelenmesi", "Star TV, TV8, NTV ve Yön FM için belirlenen üyelerin temasa geçerek UBH sözcülerinin programlarda yer alması", "ÇEV'in CD'sinin broşür haline getirilmesi" ve gelecek toplantının ÇEV'de yapılacağı kararları alınmış. Burak Kılıç, İstanbul
Cumhuriyet'in ekine Metal-İş'ten kaynak
Ergenekon'un 2. iddianamesinde örgütün finansörleri arasında gösterilen Türk Metal-İş Sendikası Başkanı Mustafa Özbek, sendika ve işçilerin paralarını çarçur etmiş. 2004 tarihli belgede Mustafa Balbay tarafından, Metal-İş Başkanı Özbek'ten haftalık 25 milyar TL'nin Türkiye Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi'ne (TUSAM) aktarıldığı kayıt altına alınmış. Cumhuriyet'in Strateji eki TUSAM denetiminde çıkıyor. Merkezin Yönetim Kurulu Başkanlığını da Özbek'in oğlu Ahmet Oğuz Özbek yürütüyor.
Mustafa Balbay'ın 2004- 'girişimcilik adına yaptıklarım' adlı notlarında "Mustafa Özbek'le konuşup TUSAM'ın ayda 20 milyar TL vermesiyle haftalık Strateji Dergisi 5 Temmuz'da ilk sayımız çıktı. Geçen hafta parayı ayda 25 milyara sayfayı da 24'e çıkarma kararı aldık." diyor. Mustafa Balbay, ASAM'dan ayrılan Dr. Şenol Kantarcı'nın Mustafa Özbek'in aracılığıyla sendikanın desteği ile edindiği kaynak sayesinde TUSAM'ı kurduğunu da notlarında belirtmiş. Merkezin açılış toplantısı da Özbek'e ait Akyurt Büyük Otel'de gerçekleşmiş. Yaklaşık bin kişinin katıldığı görkemli törende ATO Başkanı Sinan Aygün, emekli Hava Korgeneral Erdoğan Özalan, gazeteci Saygı Öztürk, Türk Metal- İş Sendikası Başkanı Mustafa Özbek de hazır bulunmuştu.
Ergenekoncular da 27 Mayısçılar gibi Türkçe ibadet istemiş
Cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarından itibaren devrimlerin içerisinde anılan 'Türkçe ibadet', Ergenekon darbe ve teşebbüslerinin merkezinde de yer alıyor. 1932 ile 1950 yılları arasında 18 yıl Türkçe olarak okutulan ezan, bu planın en somut göstergelerinden biri. Ergenekon terör örgütü üyeleri de 27 Mayısçılar gibi Türkçe ibadet isteyerek konunun emellerine ulaşmada önem taşıdığını vurguluyor.
Mustafa Balbay'ın ajandasından çıkan bir belgede MGK Genel Sekreteri Orgeneral Cumhur A. ve 5 kişilik MGK üst yönetiminden kişiler dört gazeteciyle sohbet toplantısı düzenliyor. Yazılmaması kaydıyla yapılan söyleşide Orgeneral Cumhur A., Sedat E., Fikret B., Murat Y. ve Mustafa Balbay'a Türkiye'de yaşanan birçok problemin altında Türkçe ibadete geçilmemesi olduğunu söylüyor. Bu konuda brifing verdiği gazetecilerden yardım isteyen Cumhur A. "Türkiye'de Türkçe ibadete geçmediğimiz sürece şu sorunla çok uğraşırız. Bu konuyu sizler de sık sık gündeme getirmelisiniz." diye konuşuyor. Cumhuriyet Gazetesi'nin 27 Mayıs darbecilerini temize çıkarmak için ihtilalin kahramanları ile yaptığı 'İkinci Cumhuriyetin İhtilal Meclisi Üyeleri' başlıklı röportajlar serisi de Türkçe ibadetin hangi dönemlerde gündeme geldiğini gösteriyordu.
'Bahtiyar Aydın'ı bir asker vurdu, onu da başka bir asker'
İkinci Ergenekon iddianamesinde örgütle PKK bağlantısını gözler önüne seren ilginç bilgiler yer alıyor. Gizli tanık Deniz, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın 1993 yılında PKK tarafından öldürülmediğini, helikopterden indiği sırada bir asker tarafından vurulduğunu ve o askerin de başka bir askerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybettiğini söyledi. Gizli tanık, 1993 yılında TSK'nın terör örgütüne karşı Diyarbakır kırsalında geniş çaplı operasyon başlattığını, kendisinin de o bölgede PKK militanı olarak yer aldığını ifade ediyor. Operasyonda PKK militanlarının imha sürecinde olduğu anda Türk askerlerinin telsiz konuşmalarında 'Geri çekiliyoruz, paşa vuruldu' sözlerini duyduğunu, paşanın örgüt mensupları tarafından vurulmadığını daha sonra öğrendiğini kaydediyor. Tanık, "Lice'de PKK'nın büyük bir baskını olduğu söylenerek paşanın ilçeye gelmesi sağlandı. Helikopterden iner inmez bir asker tarafından vuruldu. Vuran asker de başka bir asker tarafından öldürüldü. İkisinin birlikte helikopter ile Diyarbakır'a getirildiğini öğrendim. Bu olayı PKK'nın yapmadığını, en üst düzey örgüt mensuplarından bizzat öğrendim. Bahtiyar Aydın isimli paşanın ne amaçla ve kim tarafından öldürüldüğünü bilmiyorum. PKK'nın en üst düzey mensuplarından bazılarının da imha edilmesi aşamasına gelindiği esnada böyle bir hadisenin olması, karanlık nokta olarak kaldı." diyor.
PKK, Bingöl'de 33 askeri pusuya düşürdü
Aynı gizli tanık, 1993 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Güneydoğu Anadolu'daki problemler konusundaki projelerinin örgütte olumlu karşılandığını belirterek, Öcalan'ın Lübnan'daki Bekaa kampında basın açıklaması yaparak tek taraflı ateşkes ilan ettiğini anlatıyor. Bu açıklamadan sonra Bingöl'de 33 askerin Doktor Süleyman kod adlı Sait Çürükkaya kontrolündeki PKK örgütü mensuplarınca vurulduğunu anlatıyor. Gizli tanık, bu olayla yeşeren umutların tamamen kaybolduğunu, devletin çözüm arayışlarına girdiği dönemde PKK içerisindeki bir grubun bu eylemi gerçekleştirmesine, bu askerlerin de korumasız, silahsız olarak tehlikeli bölge üzerinden gönderilmesine hiçbir zaman anlam veremediğini kaydediyor. Ancak şimdiye kadar bu olayın Bingöl kırsalındaki PKK'lı ekibin başında bulunan Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık olduğu ve olayı Sakık'ın gerçekleştirdiği biliniyordu. Yahya Öylek, Van, Cihan
Nazi yöntemlerini aratmayan 'azınlık' planları
2. Ergenekon iddianamesinde yer verilen bazı belgeler, okuyanın kanını donduracak türden. Şüphelilerden eski Ülkü Ocakları İstanbul Şube Başkanı Levent Temiz'den elde edilen 3 sayfalık "Turan İhtilal Ordusu / Manifestosu" başlıklı yazıda, Nazi yöntemlerini aratmayacak planlar yer alıyor. Türk kimliğinin Osmanlı döneminde eritildiği ve aşağı ırklara gereksiz yere hoşgörü gösterildiği öne sürülen yazıda, yapılacak bir ihtilalle azınlıkların tüm hukukî ve mülkiyet haklarının ellerinden alınacağından bahsediliyor. Bunun yanı sıra azınlıkların mal varlıklarının ihtilal komitesince devletleştirileceği, nüfus kâğıtlarının ellerinden alınacağı, Müslüman olan azınlıklara devşirme, Müslüman olmayanlara Jenosit kartı verileceği ifade ediliyor. Levent Temiz'in, Danıştay saldırısından üç gün önce, 14 Mayıs 2006 gecesi Ergenekon sanıklarından Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ ve Kemal Kerinçsiz'e gönderdiği mesaj da bir hayli ilginç. Türklerin, tarihte görülmediği kadar aşağılandığını öne süren Temiz, mesajında, "Bu durumda Türkçü-devrimci gençlere ihtiyaç vardır. Türklüğün tek kurtuluş çaresi kalmıştır; o da silahlı mücadeledir." diyor.

Ergenekon'un milyon dolarlık ihale vurgunu

Silahlı terör örgütü kurarak darbe yapmakla suçlanan Ergenekon sanıkları, ihalelere de fesat karıştırmış. Askerî ve kamu ihalelerini usulsüz yollarla alan şüpheliler, milyon dolarlık servetler edinmiş. Özellikle Hurşit Tolon aracılığıyla askerî işleri alan şüphelilere ATO Başkanı Sinan Aygün'ün ihale paylaşımında yardımcı olduğu ileri sürülüyor.

İddianamede, Barbaros Hayrettin Altıntaş ile Hasan Atilla Uğur'a ait zırh güvenlik şirketinin ihalelerini nasıl aldığı da ayrıntılarıyla anlatılıyor. Kamu görevlilerini İstanbul'da lüks otellerde ağırlayan Uğur ve Altıntaş, hayat kadını dahil hiçbir isteklerini geri çevirmemiş.

İddianamede yer alan kayıtlara göre, Atilla Uğur'la görüşen A.A., Kırıkkale'nin Karakeçeli ilçesinde bölünmüş yol ihalesini almak istediklerini ifade ediyor. Kırıkkale İl Özel İdare Genel Sekreteri Atanur Aydın'dan yardım aldıklarını anlatan A.A., "Bu bölünmüş yol şeyleri iyi şey bırakır abi." ifadesini kullanıyor. Şüpheli Hakan Şanlı'nın Uğur'la temasta olduğu İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde alınan ifadesinde ortaya çıkıyor. Şanlı, "Atilla Uğur isimli şahsı tanıyorum. Jandarma Genel Komutanlığı'nda yapılan bazı ihale toplantılarından onu tanıyorum." diyor.

ATO Başkanı Sinan Aygün'ün Ergenekonculara ihale konusunda yardım ettiği ileri sürülüyor. İddiaya göre, Fuat B. isimli şahıs, Aygün'ü arayarak bir ihalede yardım etmesini istiyor: "Kardeş bugün kongre merkezinin yangın kapısı ihalesi varmış. Bunu seninle de görüşmüşler. Seçkiner İnşaat diye, genç bir çocuk benim de çok iyi dostlarım." Fuat B.'nin sözlerine Aygün şöyle cevap veriyor: "Ha evet doğrudur. Fiyat vermişler mi? Olur bakalım, söyleyeyim ona. Salih Beci bakıyor ama dosya benim önüme gelecek, uyarayım ben onu. Fiyatı uygunsa tabii seve seve." Fuat B., "Ya fiyatını gerektiği yerde çağırırız öbür tarafa da uydurturuz." deyince Aygün, "Tamam sevgilim, mesaj alınmıştır." diyor.

İhale paylaşımı konusunda Neriman Aydın ile Durmuş Ali arasında geçen diyalog ise hayli ilginç. Üsttekiler tarafından sıkıştırıldığını söyleyen Aydın, "İşte ajans orası bayağı bir zor duruma düştü bu sıralar. Yani onu biraz kalkındırmaya çalışıyoruz. Ajans elimiz ayağımız bizim. Şu Fenerbahçe menerbahçe azıcık bir şey vermiyor mu? TSK ihalelerinden paraları götürdüler." şeklinde konuşunca, Durmuş Ali, şu kısa yanıtı veriyor; "Ablacım maalesef vermezler."
Hablemitoğlu cinayetinden sonra zengin olmuş
Ergenekon tutuklusu Osman Gürbüz'ün Kemer'de 200 milyarlık mülkü nasıl edindiğine ilişkin bilgiler de iddianamedeki yerini aldı. Gürbüz'ün Necip Hablemitoğlu cinayetinden kısa bir süre sonra (10.12.2002) Çamyuva köyü Böğürtlenözü mevkiinde 1903 parseli 200 milyar bedelle satın aldığına dikkat çekiliyor. 'Gizli' ibareli 33 sayfalık PowerPoint sunumunda ise Tekel Müdürü Abdurrahman A., oğlu Roşhat A.'nın, Bakan Zeki Ergezen'in akrabalık bağını kullanarak inşaat ihalelerine girdikleri anlatılıyor.

Ergenekon Fenerbahçe'de...

Ergenekon Fenerbahçe'ye bulaştı. Örgüt üyeleri Fener-Sevilla maçında tribün liderlerinin yardımıyla Şükrü Saracoğlu'na bin afiş astırmış. İşte asılan o afişler...

Ergenekon, Fener-Sevilla maçında tribün liderlerinin yardımıyla Şükrü Saracoğlu Stadı’na “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” afişlerini astırmış. İkinci iddianamedeki kayıtlara göre, Ergenekon zanlısı İbrahim Özcan diğer bir Ergenekon zanlısı Hatice Bahtiyar’a “1000 tane afiş gidecek Fenerbahçe Stadı’na” diyor. İddİanamede Ergenekon tutuklusu Neriman Aydın’ın diğer bir tutuklu Durmuş Ali Özoğlu’na çetenin işleri için “Fenerbahçe’den para bulabilir miyiz” diye sorduğu da var. Ergenekon İddianamesi’ne giren telefon kayıtlarına göre Ergenekoncular Fenerbahçe trübün liderleriyle anlaşıp Şükrü Saracoğlu Stadı’na “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” pankartları astırmışlar. İddianamede yer alan Ergenekon tutuklusu Toplumsal Dönüşüm Yayınevi yöneticilerinden Hatice Bahtiyar ve İbrahim Özcan arasında geçen konuşmada Özcan, Toplumsal Dönüşüm Yayınevini’nin bastırdığı “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” pankartlarından bin tanesini Fenerbahçe-Valencia maçı sırasında stada sokacağını anlatıyor:

(Görüşmenin yapıldığı tarihin 18-01-2008 olduğu düşünüldüğünde kastedilen maçın Fenerbahçe-Valencia değil, 20 Şubat 2008 günü oynanan Fenerbahçe-Sevilla maçı olduğu zannedilmektedir. )

Özcan: Bu şimdi bir tane pankart var bizde bu Valencia maçına tamam ben geçen fener maçındayım onu aradım herhalde telefonu hiç cevap vermedi. Şimdi bu Valencia maçına o bizde ki afişler var ya. 1000 tane afiş gidecek Fenerbahçe Stadı’na.

Bahtiyar: Kim götürecek kim bastıracak?

Özcan: Ben astıracağım gelecek onlar alacak. Ben staddaydım. Sefa falan o tribüncülerin hepsini topladım biliyormusun. Dedim bu maça bir tane afişlerden abi dedi gönder astıralım biz tanıdık bize söyle nerden alacağımızı... Bunu Türkiye maçlarına o maç iyi bir maç Avrupa bütün Avrupa...

İddianamede Fenerbahaçe ile ilgili bir diğer görüşme ise Karargah Evleri yapılanması nedeniyle tutuklanan Durmuş Ali Özoğlu ve Neriman Aydın arasında geçiyor. Neriman Aydın kurdukları ajansın işlerinin iyi olmadığını anlatan Özoğlu’na “Fenerbahçe birşey vermiyor mu” diye soruyor: Özoğlu: En üstteki sıkıştırıyor. İşte ajans zora düştü bu aralar. Onu kalkındırmaya çalışıyoruz. Ajans elimiz ayağımız bizim.

Aydın: Şu Fenerbahçe menerbahçe azıcık birşey vermiyor mu? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihalelerinden paraları götürdüler.

Özoğlu: Ablacım maalesef vermezler.

Çok şey var da, bir şey eksik / Umur Talu

İnsanların ölümüne yardım ve kurtarma çabalarına tüm saygımla ama...Büyük devlet, bazı durumlarda fena çuvallıyor.Onca para dönüyor ülkede. Onca kaynak toplanıyor. Onca yere sarf ediliyor.Onca makam aracı alınıyor.Onca özel uçak çekiliyor.Onca silah alınıyor.Onca vakıf paralar topluyor.Onca insanın maaşlarından vakıflara kesintiler yapılıyor.Onca hava atılıyor.Onca gösteri, onca afra tafra.Onca zenginlik, modernlik, muasırlık nutku.

Sonra... Karakol basıldığında, "21 yaşında lider konumundaki personel komutasında 21 yaşında gençler öldürülünce"... Golf sahalarının yanında karakollara gerekli kaynak ayrılmadığı anlaşılıyor.Mayında paramparça olunca çocuklar, onlara şehit deniyor ama onca para harcanmasına rağmen gerekli cihazların orada olmamasına pek bir şey denemiyor. Yoksul çocuklar asker ocağında üç kap yemek buluyor ama mermi göğsüne doğru hareketleniyor ya, işte o tam gerekli anda yelek bulunamıyor.

Orman yangınına gerekli miktarda araç ve uçak...Çöken binaya, deprem enkazına zamanında ve doğru müdahale edecek örgütlenme hep eksik, güdük, gedik, delik.Herkesin cebinde, elinde, belinde, dilinde cep telefonu...Cep telefonu şirketlerinde envai çeşit imkân...Yurt sathında yağmur gibi kontör... Reklamlarda uzayı fethetmiş kapsama alanları...Sarı antenli çocuklar, İvedikler, gubudikler gırla gidiyor ama...
Bir telefondan iz, acil hat başında bir iş bilen bulunamıyor.
Kayakta bir genç, çığda bir grup, dağda parti lideri donuyor.
Filolar büyüyor, patronlar helikopterleniyor, özel uçaklar doluşuyor, "hava"dan para kazanmak yoğunlaşıyor ama...Yüz yolculu uçakta işleyen yükseklik göstergesi, ünlü işadamının şirketine ait helikopterde zorunlu donanım olmayabiliyor.
Ben bilmesem de, üç gündür bilenler aktarıyor; yok şöyle bir radar vardır, yok böyle bir cihaz Ankara'dadır, bir de gece için... nefes için... ses için... sis için... şu vardır, bu da vardır, nerededir...
Muhtemelen birçoğu yatıyor.

Onca ders alınmış, ibret alınmış, tövbe edilmiş olması lazım...
Yine de "Söylenti, palavra, bilmişlik, yanılgı, yanıltma" ölümün koluna giriyor, yolunu açıyor, yüzlerce insan ve imkân yanlış yerlere yönlendiriliyor...
Bu yüzden hiçbir kaza, sadece kaza kalmıyor.Hiçbir kader, kader olmaktan ibaret değil. Hep bir bit yeniği oluyor.
Hep bir aymazlık, densizlik, hazırlıksızlık, çapaçulluk olduğu için...Çok sık yenilgi oluyor!
Her gün milyonlarca insan, çoluk çocuk, zaten kaderini yanına alıp da yollara koyuluyor, hayata karışıyor, karmakarışıyor..
"Alın yazısı" diye çiziktirilmiş "ölümüne tuzaklar, çukurlar, ihmaller, düşüncesizlikler"i yüklenerek veya bir başkasının hayatına tükürerek.

Ergenekon, elçileri de fişlemiş! / Abdulhamit Bilici

Yakın tarihi yazmayı düşünenler, Ergenekon iddianamelerini hazırlayan savcılara ne kadar teşekkür etse az. Son dönemde yaşadığımız tuhaf olayların perde arkasına dair o kadar bilgi ve belge ortaya koydular ki, okurken bile insanın başı dönüyor.

Şimdi araştırmacılara düşen görev, bir yandan eldeki bu materyali incelerken, diğer yandan yaşadıklarımızı hatırlayarak anlamlı parçaları yan yana getirmek ve puzzle'ı çözmek.

1909 sayfalık ikinci iddianameyi okurken, birkaç bölümde karşılaştığım bilgileri yan yana getirince, çok tartışılan bir hadisenin zihnimde aydınlandığını hissettim. Olay, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanı Sezer'e bir türlü büyükelçi beğendirememesi idi. Hatırlarsanız, Londra Büyükelçiliği'ne atanan MGK Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın yerine hükümetin önerdiği 4 büyükelçiyi de Sezer hiçbir gerekçe açıklamadan veto etmişti.

Sezer'in vetoları, MGK Genel Sekreterliği ile sınırlı kalmadı. Gül'ün Dışişleri'ndeki beş müsteşar yardımcılığı için önerdiği 5 elçiyi de gerekçe göstermeden veto etti. Feridun Sinirlioğlu, Ünal Çeviköz, Uğur Doğan, Haydar Berk ve Selim Kuneralp'in isimlerinin yer aldığı üçlü kararnamenin Köşk'ten dönmesi herkesi şaşırttı. Çünkü Dışişleri, tarihte ilk kez toplu Çankaya vetosuyla karşılaşıyordu. Veto edilen elçi sayısı 9'a ulaşmıştı. Buna çok sinirlenen Dışişleri Bakanı Gül, "Bakanlığımda elçi kalmadı." diyerek tepkisini dile getirdi.

Sezer'in, bürokrasinin başka birimlerindeki atamaları AK Parti kadrolaşması diyerek engellemeye çalışması bir yere kadar anlaşılabilirdi. Ama askeriyeden sonra en cumhuriyetçi kurumlarından biri kabul edilen, güçlü bir devlet geleneğine sahip olan ve muhafazakâr çevrelerin 'monşer' diye nitelediği Dışişleri kadrolarının da veto yemesi tuhaftı.
İkinci iddianamenin 497. sayfasındaki bilgiler, bu duruma fazla şaşırmamak gerektiğini gösteriyor. Çünkü bu belge, Ergenekon'un diplomatları da fişlediğinin delili. 5 numaralı CD'deki "Dışişleri1.xls" isimli dosya, diplomatların nasıl fişlendiğini ortaya koyuyor. Savcı, isimleri saklı tuttuğu için, veto edilen isimlerin listede olup olmadığını bilemiyoruz, ama Ergenekon'un diplomatları nasıl tasnif ettiğine dair önemli ipuçları var. İsimlerin karşısına yazılan notlar, Ergenekon gözünden bir Dışişleri fotoğrafı da veriyor:
"İrtibat var; yardımcı oluyor; kadına çok düşkün, önü kesilebilir, korunmalı; her yönüyle güvenilir, yardımcı olunmalı; bakanlıkta etkili, faydası oluyor, terfi için beklentileri var, desteklenmeye devam edilmesi uygun; desteklendi, önemli faydaları oldu, işbirliğine açık; yardımcı olmuyor, mesafeli; istihbarat kabiliyeti var; destek vermiyor, önü açık değil; kullanılmaya müsait; uluslararası bağlantıları çok etkili, emeklilik sonrası planlanmalı; izlemekte fayda var, faydalı olmaya devam ediyor, girişinde gereken destek sağlandı; dönüşünde korunmalı, verdikleri alındı, tutuk, ikili ilişkilerde sıkıntılı, işaret ettikleri desteklenmeli, kariyeri sağlam, işbirliğine devam, tayini halledildi, tavsiye üzerine irtibata geçildi; büyükelçiliği desteklenmeli, aşırı sol eğilimleri sorun olabilir, etkin bir göreve atanması desteklenmeli, İP ile ilişkileri kullanılabilir, bağlantı tam, yararlı bilgi ve temaslar sağladı, köşkte başlaması sağlandı, büyükelçi olması temin edilmeli, aktif görev alması sağlanmalı, ailecek İşçi Partili..."
Kuşkusuz bu, hobi olarak yapılan bir çalışma değildi. Hem irtibat için hem de atama durumlarında dikkate alınacaktı. Şimdi bu karenin yanına, iddianamenin başka bir bölümünde anlatılan, Ergenekon yöneticileri İlhan Selçuk ile Mustafa Balbay'ın Cumhurbaşkanı Sezer ile irtibatları eklenince resim daha da netleşiyor. Çünkü iddianameye göre, Balbay ve Selçuk, Sezer'le defalarca randevusuz görüşmüşler. Ayrıca Sezer'in, Balbay ve Selçuk'a "Ankara'ya gelince haber verin, yazılı randevu başvurunuza gerek yok. Mutlaka zaman ayırırız" dediği, "Yapabileceğim bir şey varsa mutlaka söyleyin" diye tembihlediği belirtiliyor.
İşte kareler yan yana getirildiğinde ortaya çıkan manzara bu. Kim bilir, yan yana getirilmesi gereken daha ne kadar çok kare var. Bu arada diplomat olsam, Ergenekon'un hakkımdaki notunu merak ederdim.

Derin Kadro Hala Aktif...

Ergenekon'un ikinci iddianamesinde ETÖ sanığı Eruygur’un ‘bilinmeyen bir makama’ yazdığı ilginç bir nota yer veriliyor..

ETÖ sanığı Eruygur’un ‘bilinmeyen bir makama’ yazdığı notta darbenin ‘akamete’ uğratıldığı belirtilerek ‘Darbeci ekip dağıtılsa bile, yedek kadro hala görevde’ deniliyor. ERGENEKON terör örgütüne yönelik hazırlanan ek iddianamede yakın tarihte atlatılan darbe tehdidinin hala devam ettiği de ortaya çıktı. ETÖ sanığı emekli Orgeneral Şener Eruygur’a ait bir notta darbe girişimlerinin dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından ‘akamete’ uğratılmasına rağmen, planlar çerçevesinde oluşturulan yedek kadroların hala görevlerine devam ettiği vurgusu yapılıyor.
BAŞARILAMAYAN DARBE PLANI İDDİANAMEDE
Şener Eruygur’un ADD’de ele geçirilen dijital verilerinde bilinmeyen bir makama rapor hazırladığı belirtiliyor. İddianamede ‘verilerin içinden ‘ayışığı metin’ isimli bir doküman çıktığı ‘Başarılamayan bir darbe planı ve bugüne yansımaları’ başlıklı (15) sayfadan oluşan bir metin olduğu, söz konusu metnin 2003-2004 yıllarında gerçekleştirilmesi planlanan darbe planları ile ilgili bir makama hitaben ayrıntılı bir şekilde bilgi mahiyetinde yazılan bir yazı olduğu anlaşılmaktadır’ deniliyor.
ÖZKÖK TASFİYE YAPMADI NOTU
‘SÖZ konusu darbe planının baş aktörü Eruygur olarak görünüyor’ denilen iddianamede: ‘Bu darbe planlarının 2003 yılında hazırlandığı ve 2004 yılı Haziran-Temmuz aylarında uygulamaya konulacağı, fakat söz konusu darbe planları Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK tarafından öğrenilip akamete uğratıldığı, görülmüştür. Söz konusu metnin devamında ‘DİKKAT ÇEKEN HUSUSLAR’ başlığı altında, darbe planlarında dikkat çeken hususların anlatıldığı ve bu çerçevede, ‘Bu sadece askerlerin planladığı bir girişim değil sivillerle ortaklaşa yürütülen bir girişimdir. Darbeci ekip dağıtılsa bile hareketi sürdürecek İDHARIN (yığınağın, kadrolaşmanın) yapılması öngörülmüştür. Genelkurmay Bşk. ÖZKÖK tarafından girişim önlendiğine göre, hareketi devam ettirmek üzere yapılan kadrolaşma bugün devam etmektedir. Çünkü Org. ÖZKÖK herhangi bir tasfiye yapmamıştır.’ deniliyor.

Ergenekon ve para / Ahmet Altan

Büyük kelimeler, büyük dekorlar gibidir. Arkalarında neler saklı olduğunu bilemezsiniz.
Onun için ben “vatan”, “millet” laflarını duyduğumda daha dikkatli bakarım. Neden bazı insanlar “vatanı” diğerlerinden daha çok sevmek istiyorlar diye merak ederim doğrusu.
Neden bir general bu vatanı bizim Laz bakkaldan daha çok sevsin?
Ya da niye bizi “daha çok sevdiğine” inandırmaya uğraşsın?
Bu Ergenekon çetesinin yöneticilerinin ağzından da “vatan, millet” lafları hiç düşmüyor.
Bu sözlerin ardına baktığınızda ise hiç tahmin etmediğiniz bir şey görüyorsunuz. Milyonlarca sahipsiz dolar. Ve, bu milyonları keyiflerince dağıtıyorlar.
Sadece bizim iki gün yayımladığımız haberlerde, Hakan Şanlı adındaki bir başka Ergenekon sanığına generallerin 2,7 milyon dolar ödedikleri anlaşılıyor.
Bir buçuk milyon dolarını generaller kendi “şahsi hesaplarından” Şanlı’nın hesabına aktarmışlar. 1,2 milyon doları da bir başçavuş “elden” ödemiş, karşılığında da fatura falan istememiş. Tabii ilk aklımıza gelen, generallerin “şahsi hesaplarında” bu kadar paranın nasıl bulunduğu.
Paranın generallerin şahsi hesabından gittiği kesin, çünkü bu işleri izlemekle yükümlü devlet kuruluşu bunu araştırıp belgelendirmiş.
Generallerin maaşları belli. Hesaplarında nasıl milyonlarca dolar oluyor? Eğer bu paralar “örtülü ödenek” denilen şeyse, örtülü ödenek paraları neden onların “şahsi hesaplarında” duruyor? Generallerin hesaplarında o kadar çok para bulunmasının hiçbir “yasal” açıklaması yok.
Bu, sadece bizim bugüne dek görebildiğimiz kısmı.
Bu kısmı bile yeterince şaşırtıcı ama sanırım “buzdağının” altında daha epeyce para yatıyor. “Vatan” kelimesinden oluşan dekoru kenara çekince ardından dolar işaretleri çıkıyor. Ben taa baştan beri bütün bu “darbe” işlerinin bir de ekonomik boyutu olduğuna inanıyorum. Bunu en iyi 28 Şubat’ta görmüştük. Darbecileri destekleyenlere bankaları soyma “ayrıcalığı” tanınmıştı. Onlar da rahat rahat soymuşlardı. Şimdi Ergenekon’un ardından da büyük bir finans ağı çıkıyor. Milyonlarca dolarlar, şirketler, faturasız ödemeler, gizli ortaklıklar...
Susurluk ve Ergenekon türündeki devlet içinde oluşan çetelerin üyelerinden bir kısmı “karanlık” işlere de bulaşıyorlar.
Ergenekon iddianamesinde, iki “Mehmet”in uyuşturucu işini devletin örgütlemesini sağladıkları söyleniyor. Sözü edilen uyuşturucunun getirdiği para yirmi milyar dolar. Büyük bir ihtimalle, birbirlerini vurup öldürmelerinin nedeni de bu çaptaki büyük paraların paylaşımı sırasında ortaya çıkan sorunlar.
Ergenekon’un arkasından ise “uluslararası” bir finans ağının çıkacağını sanıyorum. Irak çöllerinden Londra’nın bankalarına ulaşan bir şirketler zinciri çıkacak herhalde karşımıza. Bu şirketlerde Ergenekon’un önde gelen isimlerinin ortaklıklarını ise henüz tam bilmiyoruz. Ama bunların işaretleri iddianamede yer alıyor.
Fenerbahçe tribünlerini bile “darbe” planları çerçevesinde kullanma cinliğinin ardında “iktidar tutkusu” ve milyonlarca doların sağladığı kuşkulu zenginlik kaynağını koruma arzusu var. Düşünsenize, Fenerbahçe taraftarlarına işlerine yarayacak pankartlar astırmışlar. O taraftarlar gönülden bir coşkuyla pankart açarken o pankartları kimlerin açtırdığını bilmiyorlar.
Ergenekon ve Susurluk’un sadece “para” ayağı yok, bir de “spor” ayağı bulunuyor. Yakında bu da ortaya çıkacaktır. Ben Mehmet Ağar’ın Galatasaray’ın Florya tesislerinde basın toplantısı yaptığını hatırlıyorum mesela. Gazetelerde resimleri çıkmıştı. Beşiktaş’ın Alaattin Çakıcı’ya “vize” alması için belge verdiği de yayımlandı gazetelerde. Ben Galatasaraylıyım.
Ağar’ın basın toplantısı beni utandırmıştı, benim takımımın niye böyle bir işe bulaştığını anlamamıştım. Diğer karışık ilişkilerin de gerçek Fenerbahçelilerle, Beşiktaşlıları gönülden üzdüğüne eminim.
Üstelik bunlar gazetelerin çeşitli nedenlerle hiç dokunmadıkları ve hep karanlıkta kalan konular. Biz sevdiğimiz takımın maçını heyecandan yerimizde duramadan seyrederken, arkada birileri bambaşka işler için kullanıyor o kulüpleri. Sadece üç büyükleri değil. Diğer takımların da bu tür ilişkileri olması kuvvetle muhtemel.
Türkiye’yi çok kirlettiler.
Neredeyse temiz hiçbir şey bırakmadılar.
Arınabilmek için her yana bakmamız gerekiyor. Baktığımız her yerde de para ve iktidar ilişkilerini göreceğiz.
Türkiye biraz daha gecikseydi bunlar tribünleri “en büyük Ergenekon, başka büyük yok” diye bağırtacaklardı herhalde. Ve seyirciler bağırırken onlar milyon dolarlık banka hesaplarına sahip olacaklardı.

TERMOS BOMBACISI İFADE DEĞİŞTİRDİ

Termos bombacısının mahkemede ifadesini değiştirmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı

Diyarbakır'da 7'si çocuk 10 kişinin feci şekilde ölümüne yol açan termos bombacısının, eylem talimatını 'derin odaklar'dan aldığı iddia ediliyor. Emniyet'teki sorgusunda saldırıyı asteğmen olarak görev yaptığı İzmir'de üsteğmen A.Ş.'den aldığını anlatan sanık Hikmet Topal'ın, mahkemede ifadesini değiştirmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı. Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı şimdi Ergenekon iddianamesinde de bahsedilen 'naylon terör örgütü' yapılanması üzerinde duruyor. Derin yapılarla ilişkisi olan Topal'ın PKK sempatizanı çevrelerle irtibata geçerek eylemlerini terör örgütünün üzerine atmış olabileceği belirtiliyor.
12 Eylül 2006'da Bağlar ilçesi Koşuyolu Parkı'nın önünde termos içine koyduğu bombayı patlatan sanık, ifadesinde tüyler ürpertici itiraflarda bulunmuştu. Bombayı kendisinin yaptığını, düğmesine de evinin balkonundan basarak katliamını izlediğini anlatmıştı. Patlamayla ilgili 23 Mart'ta 10 kişiyle birlikte gözaltına alınan bombacı, 27 Mart'ta tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Polisteki ilk ifadesinde saldırı talimatını, askerliğini yaptığı İzmir'de görevli üsteğmen A.Ş.'den aldığını söyleyen Topal'ın, savcılık ve nöbetçi mahkemede ifade değiştirmesi dikkat çekti. Emniyet'te Ağustos 2006'da asteğmen olarak askere alındığını belirten sanık, memleket meseleleri ve Türk İntikam Tugayı (TİT) üzerine A.Ş. ile sık sık konuştuklarını aktarmıştı. Diyarbakır'daki bombalama eylemini de birlikte kararlaştırdıklarını iddia etmişti. Saldırıyı dağıtım iznine çıktığında yapmaya karar verdiklerini, A.Ş.'nin kendisini Diyarbakır'da görevli Sedat isimli astsubaya yönlendirdiğini ifade etmişti. Askeri çevrelerle irtibatının öğrencilik yıllarında başladığını dile getiren Topal, öğrenciyken Ü.T. isimli bir yüzbaşıdan burs aldığını da bildirmişti: "Ödeme yapanlardan biri yüzbaşı Ü.T.'ydi. Benim orduya ve askere karşı sevgi ile bakmamı sağlamıştı. Üniversite yıllarında okurken asker kişilerle gezip polis noktalarına gidip gelmemden dolayı PKK terör örgütünün gençlik yapılanması tarafından tehdit edildim. Hakkımda infaz kararı verildi." Sanık bu ifadelerinin aksine mahkemede eylem talimatını devlet görevlilerinden almadığını söyleyerek çark etti. Saldırıyı TİT adına yaptığı yönündeki önceki ifadelerinin sebebinin hedef saptırmaya yönelik olduğunu ileri sürdü. "Askerde A.Ş. diye bir üsteğmenimiz vardı. Onun hakkında ilk ifademde verdiğim beyanların hiçbiri doğru değildir. Soy ismini bildiğim ve bu nedenle verebileceğim tek kişi oydu. Bunu da inandırıcı olmak için kullandım. Onunla TİT konusunda konuşmam olmadı, kendisine, 'Vatandaş olarak biz ne yapabiliriz?' diye sormadım. O da Diyarbakır'da Sedat astsubay diye birisini arayıp herhangi bir talimat vermedi. Dolayısıyla Sedat astsubay diye biriyle buluşmam söz konusu değil. Bir önceki ifademde bu tarz bir ifade verme nedenim, tamamen kafa karışıklığına ve hedef saptırmaya yönelikti. Eylem için devlet görevlilerince bana verilmiş herhangi bir emir ve talimat yoktur."
Bu arada Topal, asteğmenken İzmir'de de 3 eylem gerçekleştirdiğini itiraf etmişti. İkisinin başarısız olduğunu ancak Bornova'da 12 Mayıs 2007'de düzenlediği saldırıda 1 kişinin öldüğü, 16 kişinin yaralandığını söylemişti. Savcılık, sanığın bu eylemlerini de incelemeye aldı.

27 Mart 2009 Cuma

KAYSERİ İL JANDARMA ALAY KOMUTANI ALBAY CEMAL TEMİZÖZ'ÜN TUTUKLANMASINA YAPILAN İTİRAZ REDDEDİLDİ

Kayseri İl Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz'ün tutuklanması kararına yapılan itiraz reddedildi. Alınan bilgiye göre, Albay Temizöz'ün avukatı Hikmet İşler'in yaptığı itiraz, 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nce değerlendirildi. Mahkeme heyeti, yaptığı inceleme sonucunda, itirazın reddine karar verdi. Avukat İşler, itiraz dilekçesinde, müvekkillinin haksız olarak suçlandığını, tutuklama koşullarının oluşmadığını düşündüklerini belirtmişti.

ŞEMDİNLİ DAVASI

Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005'te meydana gelen olaylarla ilgili olarak Van Askeri Mahkemesinde yapılan duruşmada, olay yerinde yeniden keşif yapılması kararlaştırıldı. Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 tarihinde Umut Kitabevi'ne el bombası atılmasıyla ilgili olarak tutuksuz yargılanan astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve terör örgütü PKK itirafçısı Veysel Ateş'in Van Askeri Mahkemesinde yargılandıkları davanın duruşmasında, 2 sanık avukatı ile müdahiller Umut Kitabevi sahibi Seferi Yılmaz, Metin Korkmaz ve Cengiz Korkmaz hazır bulundu.
Sanık avukatlarından Yurdakan Yıldız, Ankara Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığına yazılan müzekkereye cevap verildikten sonra bu görüntülerin izlenmesini talep etti. Mahkeme heyeti, talebi yerinde bularak, görüntülerin kriminal raporu geldikten sonra izlenmesini kararlaştırdı. Heyet, müdahil Seferi Yılmaz'ın önceki celselerde beyan ettiği, Şemdinli davası ile Ergenekon davası dosyalarının birleştirilmesi yönündeki talebini, bu dava dosyasının delil durumu itibariyle Ergenekon soruşturması ve davasıyla ilgili görülmediğinden reddine karar verdi. Askeri savcının ve sanık avukatlarının talebi üzerine, mahkeme heyeti, 9 Haziran 2009'da olay yerinde keşif yapılmasını kararlaştırarak, duruşmayı 12 Hazirana erteledi.

Bu İki General Dolar Milyoneri

ETÖ'nün 2. iddianamesinde, MASAK raporuyla ortaya çıkan Eruygur ile Yalman'ın banka hesabından Şanlı'nın hesabına aktarılan yüklü para miktarına yer veriliyor.

Ergenekon sanığı Eruygur ile Emekli General Yalman Cumhuriyetçi Çalışma Grubu’nun darbe hazırlıkları için şahsi hesaplarını kullanarak dinleme altyapısı almışlar. İkinci Ergenekon iddianamesinin bir numaralı sanığı eski Jandarma Genel Komutanı emekli orgeneral Şener Eruygur ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın banka hesabından Ergenekon sanıklarından Hakan Şanlı’nın hesabına 1.500.000 ABD doları para aktardığı ortaya çıktı. MASAK raporuyla ortaya çıkan para transferinin darbeye zemin hazırlığında kullanılmak üzere gizli dinleme programı karşılığında Şanlı’nın hesabına aktarıldığı belirlendi.
İkinci Ergenekon iddianamesine göre BDDK’ya baskın düzenleyen ve Mehmet Emin Karamehmet’e yakınlığıyla bilinen sanıklardan Hakan Şanlı, Şener Eruygur, Levent Ersöz, Atilla Uğur, Ergün Poyraz ve Emin Şirin’le örgütsel irtibatı bulunuyor. Şanlı’nın işyerinde yapılan aramalarda, NBC silahlarıyla alakalı olarak birçok bilgi ve belge ile Ergenekon’a ait örgütsel dökümanların ele geçirildiği belirtilen iddianamede şunlara dikkat çekildi: “Şüphelinin işyerinde yapılan aramada elde edilen (23) rakamıyla numaralan-dırılan CD içerisinde ‘Arşiv Projesi isimli Word belgesi içerisinde NİCE TRACK gizli dinlemeyi istihbarata dönüştürme yasal gizli dinleme izleme sistemi tanımı’ başlıklı doküman çıktığı ve şüpheli bu konuyla ilgili olarak Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir sunum yaptıkları ve çeşitli yazışmalarının olduğu, ancak daha sonra satışın gerçekleşmediği, bu cihazın İsrail patentli olduğu, Türkiye‘de satışının kendisinin şirketinin yapacağını ama bu projenin gerçekleşmediğini, yine aynı şüpheli de elde edilen (1) adet harici hard disk d1-u2’nin yapılan incelemesinde - signet-1- signet-2 başlıklı dokümanın aynı şekilde devlet birimlerine satılacak olan dinleme cihazının özelliklerini anlatan belgeler olduğu, bununla ilgili sunumun Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne, İstihbarat Daire Başkanlığı’na ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapıldığı, ancak bu cihazın da satışının gerçekleşmediğini beyan etmiş ise de bu cihazın tamamen illegal dinleme cihazı olduğu şüphelinin bilgisayarında elde edilen verilerden belirlenmiştir.”
Jandarmaya faturasız satış
“MASAK tarafından düzenlenen 06.10.2008 tarihli rapora istinaden, Gelir İdaresi Başkanlığınca düzenlenen şüpheli Hakan Şanlı’nın hesaplarında yapılan incelemelerle alakalı olarak düzenlenen 10.11.2008 tarihli raporun dosyamıza gönderildiği. 2002 yılı itibarıyla MASAK raporunda 154 milyar TL net hasılat, 113 milyar gider gösterildiği, sadece aynı yıl içinde 234.850 ABD dolarının Cambridge Lake ve EMTA USA şirketlerine havale yapıldığı belirtilmiş yine raporda, Turkcell A.Ş’den Hakan Şanlı’nın hesabına 600 bin dolar para yatırıldığı, şüpheli her ne kadar beyanında Jandarmaya satmış olduğu cihazların resmi kayıtlara intikal ettirilmemesi sebebi ile olduğunu, kendisinin bu satışlara fatura kesmediğini, ancak bunların örtülü ödenek olduğu için bu satışları yaptığını.”
Yüklü para transferi
“Turkcell’den kendisine gönderilen 600.000$ (altıyüzbindolar) paranın karşılığında GSM Protokol Analizer bedeli isimli proje sebebiyle paranın yatırıldığını ve Signet isimli programın da tamamen GSM (cep telefonu) dinleme cihazı olduğunu, şu ana kadar kimseye satmadığını, ancak kendisinin bu konuda tatmin edici bilgi veremediğini ve bu cihazın teknik özelliklerini bilmediğini, beyan etmiş ise de;şüpheli Hakan Şanlı’nın Ergenekon silahlı terör örgütünün 2003-2004 yıllarında yapmayı planladığı yürütme organını devirmeye yönelik çalışmalar için ihtiyaç duyulan illegal dinleme cihazlarını Türkiye’ye ithal ettiği ve kendisine şüpheli Aytaç Yalman ve Mehmet Şener Eruygur’a ait banka hesablarından dolar bazında yüklü miktarda para ödendiği.” “Dosyada mevcut MASAK raporunda şüphelinin hesaplarına aktarılan yaklaşık 1500.000 ABD doları civarında paranın kaynağını açıklayamadığı gibi gelir ve gider beyannamelerinin çok üzerinde bulunan bu paralar karşılığında dönemin Jandarma Genel Komutanlığı görevini yapan Mehmet Şener Eruygur tarafından alınan malzemeler için fatura alınmadığı, şüpheli Hakan Şanlı tarafından istenmediği gerekçesiyle bu konuda fatura kesilmediği gibi herhangi bir çıkış yapılmadığı, ayrıca alınan malzemenin cinsi için şüpheli Hakan Şanlı her ne kadar uydu takip sistemi sattım dese de, bilgisayarında çıkan Signet-1 isimli kaçak dinleme yapabilecek programların ihale ve demo tanıtımlarının bulunması o tarihlerde Cumhuriyetçi Çalışma Grubu tarafından oluşturulan Özel İstihbarat Arşivi için yapılan dinlemeler için alınan program olabileceği değerlendiril-mektedir.”
Bu arada hakkındaki iddialar üzerine aradığımız işadamı Hakan Şanlı, telefonumuza çıkmasa da sekreteri aracılığıyla Taraf‘a yaptığı açıklamada, “Bu konu yargıya taşındığı için konuşmayacağım. Kusura bakmayın” dedi.