26 Mart 2009 Perşembe

Olmaz olmaz deme.../ Mehmet Ali Kışlalı

Çok geniş bir kesim artık Türkiye’de rejime müdahale olmayacağını söylüyor. Bu yıllardır devam eden bir görüş, Ergenekon adlı dava süresinde hep vurgulana geldi. Ben bu yinelemeleri hep; karanlıkta korkanların ıslık çalmalarına benzetirim... Bu görüşü, gereken sağlam gözlem ve değerlendirmelere dayanmadan öne sürenlerin pek inandırıcı olmadığını düşünürüm.
Eski Genelkurmay Başkanlarından Hilmi Özkök’ün değerlendirmesi ardında başka gerekçelerinin olduğunu sanıyorum. Onu şimdi irdeleyeceğim hususların dışında bırakıyorum. Devam etmekte olan ve hemen her gün bir yeni ‘darbe’ hazırlığı iddiasının içine yerleştirildiği ‘Ergenekon’ davası ile ne gösterilmek istenen; ‘Yıllardır Türkiye’de çeşitli çevrenin darbe hazırladığı’nı ıspatlamak değilmi? Şimdi; bu yaklaşımla siyasi iktidarın, kimi çevreyle işbirliği halinde ‘darbe önleme’ misyonu üstlenmek istediği görülmüyor mu? Demek yıllardır ‘artık darbe olmaz’ denirken, ‘Ergnekon iddilarına göre’, ülkede harıl harıl ‘darbe hazırlığı’ yapılıyordu. Uzun mesleki yaşamında, başarılı olmuş üç darbe olayını yakından izlemiş, yazılanları okumaya çalışmış, olanak sağladıkça bu olayların kahramanlarıyla konuşmuş bir basın mensubuyum. Kişisel görüşlerimi, bunca yıldır yazılarım ve az da olsa, konuşmalarımla ortaya koymuş bulunuyorum. Onun için bu ‘darbe’ ya da ‘askeri müdahale’ konusunda değerlendirme yapmıyorum. Sadece başarıya ulaşmış ‘darbe ya da müdahale’lerin hangi koşullar altında ortaya çıktıklarını, kitaplardan okuduğum gerekçelerle değil, kendi gözlemlerime göre izah etmeye çalışıyorum. O zaman da; “Fizik ya da kimyadaki kurallar gibi, belli koşullar bir araya geldiğinde, darbelerin-müdahalelerin önlenemeyeceği noktasına varıyorum.”
2002 yılı sonunda AKP iktidara geldiğinde geniş bir kesimin “Eyvah laik temelli anayasal rejim tehlikeye giriyor. Erbakan’ın bilinen ve uzun yıllar mücadele edilen fikirleri şimdi bir başka lider kadrosu elinde uygulanmaya çalışılacak” diye kaygılanmaya başladığını biliyorum. Bu kaygı yumağının varlığından ve hangi çevreleri daha fazla rahatsız ettiğinden, geniş bir kamuoyu gibi, kimi meslektaşlarımın da bilgi sahibi olduklarından hiç kuşkum olmadı. Ama ben bu kaygı merkezleriyle ilgili olayları ve gelişmeleri yakından izlemedim. Fazla da önemsemedim. Çünkü yukarıda işaret ettiğim gibi; müdahale havasının ve ortamının yaratılması için gerekli, ülke çapındaki gelişmelere ve onların etkilerine dikkat ettim. Örneğin; Harp Akademileri’nde, AKP iktidarı başında, bir seminer sırasındaki öğle yemeğinde geçen, basit görünen bir olaya bu köşede birkaç kere dokundum. Masada bir meslektaşım, yemekteki yüksek rütbeli general-amirallere sormuş; “Şimdi bu iktidar döneminde, orduevlerine başı türbanlı iktidar mensubu bayanların girmesine izin verilecek mi?” demiş; ”Kurallar değişmedikçe giremezler” yanıtı almıştı. Genelde askerler, rütbeleri ne olursa olsun, böyle durumlarda, kendi askeri konuları dışındaki, hele hele siyasi içerikteki sorulara yanıt vermezler. Konuşmalara da katılmazlar. Sadece dinlerler. 2002’de iktidar olan AKP, bilinen görüşlerine ilk yasama dönemlerinde istedileri gibi uygulama alanı bulamadılar. Bu, kamuoyuna önderlik eden Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı doğrudan ya da onun direktifiyle yapılan bilgilendirme toplantılarında, görev verdiği 2. Başkan vasıtasıyla açıklanan görüşlerle, önlenmeye çalışıldı. Böylece o dönemde ciddi bunalımların eşiğine gelindiyse bile bunlar kamuoyuna yansımadı. Ama şimdi ortaya çıkan, doğru olup olmadıkları henüz bilinmeyen birçok gelişme yaşandığı belirtiliyor. Bu ‘gelişmeler’in AKP siyasi iktidarından kaygılanan çevrelerin kaygılarının tırmanması ve başka yasal yöntemlerle engellenemez, sınır tanımaz hale gelmesi durumunda ‘olmaz’ denilen yöntemlerin düşünülmeye başlandığını gösteriyor. Onun için öncelikle; ‘olmaz’ denilenin olmaması için yapılması gerekenin daha ciddi düşünülmesi gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder