20 Mart 2009 Cuma

Türk aydını ve darbeler - 1 / Zülfü Livaneli

Bu netameli konuda yazmak istememin nedeni, ortalıktaki kafa karışıklığı.
Dünü unutanlar, kayıtlara bakmayanlar, darbe dönemlerinde sürdürdükleri militarist tavrı bir anda terk edip demokrat görünebiliyor. Ya da tam tersi oluyor.
Geçmiş darbe dönemlerinde pek çok gazetecinin darbecilere destek verdiğini biliyoruz. Hatta Kenan Evren bile bunlara şaşırdığını açıklamıştı.
Darbeye destek veren yazılardan oluşan kitaplar bile yayımlandı.
Bugün liberal kesimin en önde gelenlerinden biriyle, 1980 darbesinden sonra Paris’teki karşılaşmamızı hatırlıyorum. Paris’te olmak zorundaydı, çünkü ben Türkiye’ye giremiyordum, hakkımda “yurda dön” çağrıları yapılıyordu, sıkıyönetim mahkemelerinde davalar birbirini kovalıyordu, gazete köşeleri benim hakkımda nefret kusuyordu.
O arkadaş ise Türkiye’de gazeteci olarak çalışıyor ve Evren’in gezilerine katılıyordu.
Bu gezilerden birinde Evren’in yanındaki heyetle birlikte bir Afrika ülkesine gitmiş. Evren’in uçaktan inip, kırmızı halı üzerinde yürüyüşünü ve askeri selamlayışını öyle bir hayranlıkla anlattı ki şaştım kaldım.
“Bizimki o ülkeye birkaç numara büyük geldi!” dediğini net olarak hatırlıyorum.
Ben de “Yahu cunta lideri için böyle konuşulur mu? Kaç kişinin kanı var ellerinde. Yunan aydınları Papadopulos için böyle mi konuşuyor!” dedim. Biraz tartıştık.
O arkadaşımız şimdi askere karşı AKP’yle kol kola girmiş durumda ve liberal denilen kesimin en öndeki isimlerinden birisi.

***
Bir başka arkadaş yine 1980 sonrası İsveç’in Dagens Nyheter gazetesine “Darbe gerekliydi. Çünkü bu kargaşa başka türlü bitmeyecekti” yollu bir demeç verdi. Küstük, konuşmadık.
O da Türkiye’nin “aydın”larından birisi.
Buna benzer örnekleri çoğaltabilirim, isim de verebilirim ama gerek yok. Amacım kimseyi teşhir etmek değil, bir meseleyi anlatabilmek.
Ayrıca bu ülkede kimsenin “yoğurdum kara” dediğine rastlanmaz.
Belki de Türk aydınları arasında cuntacılığı acımasızca eleştiren ve özür dileyen tek kişi Hasan Cemal’dir.
Hatırladığım kadarıyla başka hiç kimse bunu yapmadı. Bir trenden öteki trene atlayıverdiler.
***
Benimse askeri dönemlerde hep başım derde girdi.
27 Mayıs’ta çocukluktan yeni çıkıyordum. Bu yüzden olayları kavrayamadım, zaten bir aktör olarak da algılanamazdım o yaşta.
Ama 1971 darbesi beni üç kez hapse koydu, uçak kaçırma gibi sahte suçlamalarla evimi barkımı yıktı, arkadaşlarımı öldürdü, işkenceler yaptı.
Bu darbeye karşı yaptığım şarkılar, direnişin sesi haline geldi. Türkiye’ye sokulması yasaklandı ama halk milyonlarca kaset çoğaltarak bu şarkıları kulaktan kulağa yaydı.
Daha sonra bana karşı hem mahkemelerde hem basında kullanılan bu şarkılar, başka bir ülkede cunta dönemleri geçtikten sonra baş tacı edilirdi ama Türkiye’de hâlâ yasak.
Kaydedilişinin üzerinden 37 yıl geçmiş ama durum böyle.
Dünyada bunun bir başka örneğinin olduğuna inanmıyorum.
1994 seçimlerinde televizyonlarda bana karşı kullanılan bu albümün şarkılarında “orduya hakaret” olduğu söyleniyor.
Hayır, orduya hakaret yoktur ama cuntaya karşı çıkma vardır. Bu da bir sanatçı için, vazgeçilmez bir eleştiri hakkıdır.
İşin düşündürücü yanı da bazı Refah ve AKP liderlerinin seçim dönemlerinde televizyonlara çıkarak beni orduya şikâyet etmiş olmaları.
Nereden nereye değil mi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder