30 Haziran 2015 Salı

Suriye'ye müdahale hukuksuzdur, nokta / Ezgi Başaran

Öyleyse Türk Silah Kuvvetleri'nin hükümet direktifine rağmen ayak diremesi de 'emre itaatsizlik' sayılmaz çünkü...
Tarih 18 Haziran. PYD’nin, Tel Abyad’ı alarak IŞİD’in beslenme kanallarını kesmesinin üstünden iki gün geçmiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu, bakanlar ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Suriye meselesini konuşuyorlar.

Ezcümle: TSK’nın Suriye’ye girip, güvenli bölge oluşturmasını istiyorlar.
Bunu bir süredir istiyorlar, geçtiğimiz Mayıs ayının başından beri arka kanallarda operasyon ihtimali konuşuluyordu. Konuşuluyordu da ‘en makul gerekçe’ bulunamıyordu.
Böyle olduğunu CHP vekilleri ve HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş o vakitlerde söylemişti.
Ama işlerin ciddiye binmesi…

Hayır, IŞİD neredeyse 1 yıl önce sınırımıza konuşlandığında değil…
Hayır, Adıyaman’dan Türkiyeli gençler cihatçı olmak için Suriye’ye gittiğinde değil…
Hayır, IŞİD Türkiye topraklarında bombalı eylem yaptığında değil…
PYD’nin yani Suriye Kürtlerinin Kobani’den sonra Tel Abyad’ı kontrol altına almasından iki gün sonra oldu.
Dolayısıyla, IŞİD Mare Hattı’na ilerlediği için tehlike artmışmış filan, bunu yutacak yerimiz kalmadı.
Hele de Suriye’ye girmek için kendi türbe toprağını bombalamayı düşünen bir istihbarat teşkilatını işittikten sonra…
Hele de Erdoğan ve Davutoğlu için Suriye meselesi “kişisel bir vendetta kalemine” dönüştükten sonra…
Operasyon hevesinin temel nedeninin IŞİD değil, PYD’nin IŞİD’e karşı üstünlük elde etmesi ve Kürtlerin Türkiye sınırında kantonlar kurması olduğunu biliyoruz.
Bu hevesle çıkılan yolda Türkiye’nin iç dengelerini çok ciddi biçimde sarsacak sonuçlar, tüm Türkiye için ciddi bedeller olacaktır. Onları önümüzdeki günlerde irdeleyeceğiz.
Ama bugün işin ABC’sinden başlayalım:
**
18 Haziran’da hükümet tarafından “Suriye’ye gir” talebi gelince, asker kendisine yazılı bir emir iletilmesini istiyor. Meclisten geçmiş olan tezkerenin bu isteğe cevaz vermediğini söylüyor. Sonuna kadar haklı. O tezkere TSK’nın Suriye’ye girmesine müsaade etmiyor.

Ya ne diyor?
Angajman kurallarına göre sınır ötesinden Türkiye tarafında ateş açıldığında cevap verebilirsin, sıcak takip yapabilirsin. Ki şu anda bu uygulanıyor.

Murat Yetkin’in Radikal’deki köşesinden öğreniyoruz ki, hükümet, TSK’nın haklı isteği nedeniyle müsteşarlığa bir yazılı emir, bir hükümet direktifi hazırlattı.

Peki hükümetin askere direktifini verdiği bu Suriye operasyonu meşru mudur?
Değildir.
Uluslararası hukukta “kuvvet kullanma yasağının” iki temel istisnası var.
BİR; meşru müdafaa.
İKİ; Birleşmiş Milletler antlaşmasının 7. Bölümü altında Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barışı tehdit eden bir durum olduğuna ilişkin karar alması.

Ancak bu iki durum vaki olduğunda Türkiye’nin Suriye’ye ‘girmesi’ hukuka uygun sayılabilir.
Güvenlik Konseyi’nden birkaç yıldır böyle bir karar çıkmadığına göre istisnaların birincisine bakacağız:
“IŞİD’in faaliyetleri nedeniyle Suriye’ye girip kendime güvenli bölge yaratacağım”, meşru müdafaa değil, işgal sayılır.

Bush’un çok uğraşıp da meşrulaştıramadığı “önleyici vuruş”, gibi “önleyici operasyon” da taaruz sayılır.
“Ama sınırım tehdit ediliyor” argümanının cevabı, angajman kurallarıdır. Bu kuralların ötesine geçmek işgal sayılır.
Karşı taraftan gelebilecek muhtemel bir saldırı gerekçe gösterilerek başka bir ülkenin topraklarına girmek işgal sayılır.

Taaruzdur. İşgaldir. Nokta.

Bu durumda Türk Silah Kuvvetleri’nin hükümet direktifine rağmen ayak diremesi de ‘emre itaatsizlik’ sayılmaz, zira ‘hukuksuz emre’ itaat etme zorunluluğu yoktur.
Hukuk bu. Bilmek istersiniz diye düşündüm.

Chinook, Saray bahçesine sığar mı? / Lale Kemal

Devasa büyüklükte bir askeri nakliye helikopterinin, VIP amaçlı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tahsis edileceğini duyunca bir hayli şaşırdım.
 
Cumhurbaşkanı'nın, çatışma bölgelerine 50, 60 asker ve büyük yük taşıyabilen Amerikan Boeing yapımı Chinook helikopterini, neden sivil amaçlı kullanmak isteyeceğine anlam veremedim. Konularında uzman askeri kaynaklarıma sordum ve bir arşiv taraması yaptım, acaba hangi ülke liderleri ağır nakliye helikopterini VIP amaçlı kullanıyor diye.

Amerikan deniz kuvvetleri, Vietnam Savaşı'nda da (1967) kullanılan CH-53 Super Stallion modelini -ki Chinook'lar ile aynı büyüklükte- Amerikan başkanlarına VIP amaçlı tahsis etmiş çok eski zamanlarda. Dolayısıyla, Chinook benzeri ağır yük helikopterlerinin VIP amaçlı kullanımı nadiren de olsa olmuş, yani görülmemiş derecede olağanüstü değil.

Batılı askeri uzman, “Ama bu helikopterlerin VIP amaçlı kullanımı yine de tuhaf ve kesinlikle görkemli bir çağrışım yapıyor” diyordu.

Zaman gazetesinden Emre Soncan'ın önceki gün verdiği habere göre, israf tartışmalarının odağındaki Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Türkiye tarihinde eşi görülmemiş bir adım atıyor. Haber şöyle devam ediyordu:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın isteğiyle Saray'a, savaş ortamlarının vazgeçilmezi olan ABD yapımı Chinook helikopter alınacağı belirtiliyor. 60 milyon dolarlık çift pervaneli helikopterin VIP hizmeti verecek hale getirileceği kaydediliyor. Cumhurbaşkanı'nın, savaş uçağı, mekanize araçlar, top gibi silah sistemlerini taşıyabilen bu kadar büyük bir helikopteri ne amaçla kullanacağı merak konusu.”

Ağır yük helikopterlerinin VIP amaçlı edinimi, aslında yalnızca Türkiye tarihinde değil dünyada da yukarıda verdiğim ve artık geçmişte kalan bir istisna örnek dışında görülmemiş bir adım.
Chinook'lar, günümüzde Afganistan, Irak gibi savaş ortamlarına askerlerin taşınması ya da karargâhlarına intikalleri ile helikopter dahil bir hayli ağır yükleri taşıyabilen kapasitesi nedeniyle devasa ama bir o kadar da etkin hava araçları.

TSK, neredeyse 10 yıldır bu helikopterlerden edinmek istemiş ama ancak yakınlarda, Boeing firmasına önce 5, ardından da 6 adet daha siparişini vermişti. Bu ilk parti 5 adetten birinin Saray'a VIP amaçlı kullanılmak üzere tahsis edileceği haberlerde yer aldı.

Türkiye'nin de envanterinde, Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde satın alınan Sikorsky helikopterlerinin sivil amaca dönüştürülmüş VIP modelleri bulunuyor. Keza Amerikan başkanları için “Marine One” adlı Sikorsky yapımı 22 kadar kişi taşıma kapasiteli VIP helikopteri de bulunuyor.

Ne var ki, hiçbir ülke, yüksek maliyetin yanı sıra VIP amaçlı kullanıma elverişsiz olması nedeniyle Chinook gibi ağır yük helikopterlerini tercih etmemiş yukarıda belirttiğim mazide kalan bir istisna dışında. Konuyla ilgili bu yazı kaleme alınırken, Milli Savunma Bakanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı'ndan, VIP amaçlı Chinook alımına dair bir açıklama gelmedi, belirtelim.

Ama şayet Chinook'lar, VIP'e dönüştürülmek üzere yeniden dizayn edilecekse bir tahayyül edin içini. Dev bir oturma salonu, tuvaletler, banyolar, yok, yok. İki katı masraf ile VIP'e dönüştürülse de savaş ortamı için ideal olan bu helikopterlerin VIP amaçlı rahat bir seyahat sağlamasını da beklemek mümkün değil.
Bir an aklıma geldi, yapımcısı Boeing, Amerikan ordusuna Chinook satmak istedi ama bu program iptal edildi. Demek ki firma, Amerikan ordusuna gerçekleştiremediği satışı Türkiye'de gerçekleştirmiş.
Bizimkiler de, “Madem alıyoruz, birini bari Saray için VIP'e dönüştürelim” dedi herhalde. Olur mu olur.

PKK'nın üstün aklı! / Abdülhamit Bilici

Başbakanlık düzeyinde Irak'a düzenlenen kritik bir ziyaretti. Bağdat'ta Maliki ile görüşülecek, Necef'e geçilip Şii lider Sistani ile bir araya gelinecekti. Bir gazeteci olarak katıldığım Mart 2011 tarihli bu ziyaretin en anlamlı kısmı ise son durağıydı. Bir Türkiye başbakanı ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni ziyaret edip Mesut Barzani ile görüşecekti. Erbil, Türk bayraklarıyla donatılmıştı.
 
 
Görüşmelerden sonra heyetler konukevindeki akşam yemeğinde buluştu. Atmosfer çok samimiydi. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, salonun ortasındaki piyanoda bildiği parçaları çalıyordu. İbrahim Kalın, eline aldığı bağlamayla Yemen Türküsü'nü söylüyor, Erdoğan ve Barzani de eşlik ediyordu. Barzani, niçin bu türküyü istediğini şöyle anlatmıştı: “Babamla dağlarda savaştığımız yıllarda Cizreli bir arkadaşım vardı. Tüfeğini saz gibi tutup bu türküyü söylerdi. Şehit düştü. Ne zaman dinlesem o günleri hatırlar, duygulanırım.”

Birkaç yıl önce hayali bile imkânsız tarihî bir hadiseye şahitlik ediyorduk. Zira eski Türk dış politikasına göre Barzani ve Talabani vebalı isimlerdi. Turgut Özal, 1990'ların başında diyalog kurmaya çalışmış ama vefatından sonra resmî politikada ve merkez medyada onların isimleri aşağılanarak anılırdı. Ankara'nın “Kuzey Irak” dediği bu bölgedeki Kürtlerin, değil bağımsızlığı, otonomiye kavuşmaları bile kabul edilemez kırmızı çizgiydi. Irak'ın parçalanarak Türkiye'ye kötü örnek olma korkusu ve PKK'nın bölgedeki varlığı nedeniyle Ankara çok soğuktu. Türkiye'nin bölgedeki doğal müttefiki Türkmenlerdi. Misak-ı milli içinde olan bölgenin Türkiye'ye katılması senaryoları sık sık konuşulurdu. Saddam yıkılıp Irak resmen federasyona dönüştüğünde bile mesafe sürdü. Anayasada geçen Kürdistan ismine bile tepki vardı.

Erdoğan ile Barzani'nin birlikte söylediği türküyü dinlerken, Irak'a dair kırmızı çizgileri hatırlatan siyasetçi ve diplomatların sözleri kulağımda çınlıyordu. Hem bölge ve dış politika alt üst olmuş; artık Kürt bölgesi Türkiye'nin en yakın komşusuydu. Türkiye, ya doğru belirlediği siyaseti uygulayamadığı ya da baştan yanlış yaptığı için kırmızı çizgileri pembeleşmişti.

IŞİD'in kontrolündeki Tel Abyad'ın PKK'nın Suriye versiyonu PYD'ye geçmesi üzerine Erdoğan'ın, “Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz.” sözleri, tutarsız Irak politikamızı hatırlattı. Üstelik Suriye politikası daha baştan iflas etmişti. O kadar ki, bir hafta önce Rojava denilen bölgede kontrol ettiği sahayı genişleten PYD'nin, AKP medyasında IŞİD'den daha tehlikeli olduğu söylenirken, şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin IŞİD için acilen bir şeyler yapması gerektiği yazılıyor.

Hükümetin Genelkurmay'dan, Suriye sınırındaki kritik kapılar olan Öncüpınar ve Cilvegözü'nün karşısındaki bölgelerin IŞİD'e geçmemesi için tedbir almasını istiyor. Türkiye'yi kaosa çekebilecek talepte hedef belirsiz: Devlet kurmasından endişe edilen PYD mi, PYD ile mücadele eden IŞİD mi, yoksa Ankara'nın devrilmesini istediği Esed mi? Şayet tehdit IŞİD ise neden bu örgüte karşı sınırda ve ülke içinde etkin bir mücadele ve tavır yok? Suriye sınırındaki 11 kapıdan çoğu PYD, IŞİD veya diğer muhalif grupların elinde. Yani Esed'in hemen düşeceği öngörüsü tutmadığı gibi, onun boşluğunu nasıl grupların dolduracağını da görememişiz. PYD, IŞİD veya Esed'i hedef alan bir askerî operasyonda, bunların Türkiye'de cirit atan unsurlarının yapacağı misillemeler büyük bir risk. Ayrıca Suriye'ye müdahalenin, başta enerji olmak üzere birçok açıdan bağımlı olduğumuz Rusya ve İran'la ilişkilere etkisi de mühim.

Şayet tehdit PYD ise bu örgütün lideri Salih Müslim ile Ankara arasındaki görüşmelerin anlamı ne? 3 ay öncesine kadar çözüm sürecinde PKK'yı meşru aktör kabul ederek uluslararası alanda önünü açan AKP hükümeti idi. PKK ile PYD arasındaki ilişki ve ateşkes sayesinde Türkiye'de eli rahatlayan örgütün Suriye'ye öncelik vereceği baştan beri biliniyordu. Ayrıca iktidara akıl veren çevreler, çözüm sürecinin Türkiye'yi aşarak “bölgedeki sınırları belirleyen Sykes-Picot düzenini anlamsızlaştırma hamlesi olduğunu”, Irak ve Suriye Kürtlerinin er geç ayrı bir oluşum olarak ortaya çıkacaklarını, bunlarla kavga yerine önlerini açıp hâmi pozisyonu almanın daha doğru olacağını, hatta büyük Türkiye'ye giden yolu açacağını varsayıyorlardı. Dolayısıyla ortaya çıkan bu tablo, PKK'ya karşı izlenen stratejinin ve Suriye politikasının doğal sonucu. Suriye'nin kuzeyinde bugün koca bir bölgeyi kontrol eden, IŞİD'e karşı mücadelesiyle dünyanın sempatisini kazanan, TBMM'de büyük bir grup oluşturan PKK çizgisinin aklı, ne yaptığını bilmeyen ve "niyetlerinden emin olunmayan oligarşik bir kadronun kontrolüne giren" AKP Hükümetinin stratejisini yenmiş görünüyor. Bu kafayla Suriye'deki kırmızı çizgilerin sonu da Irak'takilerden farklı olmaz! Savaş tamtamlarından önce Türkiye'nin yeni ve düzgün bir stratejiye ihtiyacı var.

Endonezya Hava Kuvvetkerine ait 12 mürettabat bulunan C-130 tipi askeri uçak Medan kentine düştü

Ekim 2014'te kabul edilen sınır ötesi tezkeresinin süresi doluyor

Yeni hükümetin yetkiyi uzatmayı talep etmesi halinde TBMM'nin yeni yasama dönemindeki ilk işi tezkere olacak

AKP hükümetinin 2 Ekim 2014 tarihinde TBMM’den geçirdiği Suriye ve Irak’ı da kapsayan  ‘sınır ötesi’ harekat tezkeresinin süresi 2 Ekim’de doluyor. Hükümet, bir yıllık bir yetki istemişti. Yeni kurulacak hükümetin nasıl bir tutum alacağı ilerleyen günlerde belli olacak. Böyle bir yetki istendiği takdirde, 1 Ekim’de yeni yasama dönemine başlayacak olan TBMM’nin ilk işi tezkere olacak.

2 Ekim 2014 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda 298 oyla kabul edilen sınır ötesi tezkere karar metni şöyle:
Türkiye’nin güney kara sınırları boyunca ulusal güvenliğimize dönük risk ve tehditler, son dönemde yaşanan gelişmeler neticesinde ciddi biçimde artmıştır. Irak’ın kuzey bölgesinde silahlı PKK terör unsurları varlığını sürdürmektedir. Öte yandan, Suriye ve Irak’ta diğer terör unsurlarının sayısı ve ortaya koydukları tehditte de önemli artışgözlenmektedir. Nitekim, bu nedenle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararlarıyla, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını teyit etmiş, bu ülkelerdeki terör faaliyetlerini kınamış, IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı BirleşmişMilletler üyesi tüm ülkelere 1373 (2001) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygunşekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında bulunmuştur.

Bütün bu faktörler gözönüne alındığında, daha önce ilk olarak 2007 yılında çıkan ve altı defa uzatılan Irak tezkeresi ve 2012 yılında çıkan ve bir defa uzatılan Suriye tezkeresini zaruri hâle getiren risklerin devam etmesi ve yeni unsurların da devreye girmiş olması dolayısıyla Irak ve Suriye’deki güvenlik boşluğundan kaynaklanan tehdit ve tehlikelere karşı ilave tedbirler almamız, ulusal güvenliğimizin gereği olduğu kadar uluslararasıhukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğümüz hâline de gelmiştir.

Komşumuz Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, terör gruplarının Irak’taki mevcudiyetine ve bunun doğurduğu tehditlere karşı askeri, siyasi ve diplomatik tedbir ve girişimlerini artırarak sürdürmek durumundadır.

Diğer taraftan, Suriye’de rejimin, dördüncü yılına girenşiddet politikalarının insani, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler artmaktadır. Rejim, sivillere yönelik saldırılarınıayrım gözetmeksizin ve her türlü ağır silaha başvurmakta beis görmeksizin sürdürmektedir. Ayrıca, meşruiyetten yoksun iktidarını idame ettirebilmek amacıyla terör gruplarına destek vermekte; etnik ve mezhepsel aidiyetleri istismar etmek suretiyle toplumsal farklılıkları fiili çatışmaya dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset izlemektedir. Suriye rejiminin özellikle ülkemize yakın bölgelerde faaliyette bulunmalarını teşvik ettiği terör gruplarının, nüfuz arayışları çerçevesinde gerçekleştirdikleri eylemlerin neden olduğu güvenlik bunalımı derinleşmiştir.

Esad rejiminin desteği ve işbirliği sayesinde Suriye’deki faaliyetleri için uygun zemin bulan söz konusu terörist gruplar, eylemlerini Irak’a da taşıyarak bu ülkeyi kaos ortamına ve istikrarsızlığa sürüklemiştir. Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı tehditlerin kapsamı, terör tehlikesiyle birlikte genişlemiş; bölgesel ve uluslararası barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir tehdit hâline gelmiştir.

Türkiye, anılan risk ve tehditleri artan oranda ve en fazla hisseden bölge ülkesidir. Bu çerçevede Türkiye’nin bu risk ve tehditlere karşıkayıtsız kalması beklenemez.

Bugüne kadar Suriye kaynaklı saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Rejimin şiddet politikası ile terörist unsurların baskısı arasında sıkışan sivil halkın güvenli bir sığınak arayışıçerçevesinde ülkemize yönelme istidadı devam etmektedir. Suriye’deki çatışma ortamının seyrine bağlı olarak göç hareketinin kapsamının genişleyerek kitlesel boyuta ulaşması ihtimal dâhilindedir.

Suriye rejiminin, balistik füzeler dâhil olmak üzere ağır silahlarla yapmakta olduğu saldırıların yol açtığı tahribat ağırlaşmakta, ülkemizi hedef alan saldırgan politikaları sürmektedir. Rejim, elinde bulundurduğu kimyasal silah stokları ve üretim tesislerinin imha sürecini 2118 (2013) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararına uygun şekilde sonuçlandırmamıştır. Buna ilaveten, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü bünyesindeki Veri Toplama Misyonu tarafından hazırlanan raporda Suriye’de klor gazının “sistematik biçimde ve müteaddit defalar” kullanıldığının tespiti ile Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonunun raporunda da rejimin saldırılarında klor gazına başvurduğunu kayda geçirmesi, bunun yanında rejimin iki yüz binden fazla insanı konvansiyonel silahlarla öldürmüş olması ülkemizin ulusal çıkarlarına yönelik tehdit düzeyini göstermektedir.

Öte yandan, uluslararası hukuk uyarınca Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu’na dönük güvenlik riski de artmıştır.

Yukarıda belirtilen tüm gelişmeler, Türkiye’nin rejimin ve terör gruplarının gerçekleştirebileceği her türlü saldırıdan, ayrıca Suriye’deki belirsizlik ve kaos ortamından en fazla etkilenebilecek ülke konumunda olduğunu teyit etmektedir.

Bu çerçevede, ulusal güvenliğimizi tehlikeye atabilecek her türlü tehdide ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin tespiti ve uygulanması önem taşımaktadır.
Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanıHükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancıülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlıkuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasanın 92’nci maddesi uyarınca Hükümete bir yıl süreyle izin verilmesi, Genel Kurulun 2.10.2014 tarihli 2’nci Birleşiminde kabul edilmiştir.

'Cerablus IŞİD'den temizlenecek, YPG'nin eline geçmemesi için de önlem alınacak'

MGK toplantısında Suriye'ye girme senaryolarıyla ilgili iki seçeneğin masaya yatırıldığı öğrenildi

Hükümetin Suriye'de savaşa girme planlarına ilişkin olarak iki seçeneğinin netleştiği öne sürüldü. Kulislere yansıyan bilgiliere göre; birincisi ABD ve koalisyon güçlerinin, IŞİD’le ve rejimle çatışan muhaliflere askeri destek vermesini ve Cerablus’un IŞİD’in eline geçmesinin önlenmesini sağlamak. İkincisi de Cerablus sınır hattında TSK unsurları eliyle güvenli bir hat oluşturmak ve alanın çok geniş olmamasından da yararlanarak karadan karaya ya da sıcak takip müdahaleleriyle bölgenin kontrolünü sağlamak. Dünkü MGK'da öne çıkan ortak kararla Cerablus'un IŞİD'den temizlenmesi ancak YPG'nin eline geçmemesi için de önlem alınması planlandığı öğrenildi.

Milliyet Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan Ankara'da masaya yatırılan savaş senaryolarını yazdı. Çevikcan'ın "Ankara'daki çözüm" başlığıyla yayımlanan (30 Haziran 2015) yazısı şöyle:
IŞİD’in Tel Abyad’ı, PKK-PYD’nin askeri kolu YPG’ye kaybetmesi ve Kobani’ye yönelik saldırılarının ardından Suriye’nin Türkiye sınırındaki kuzey hattında sıcak gelişmeler yaşanıyor. Ankara açısından bu gelişmelerin işaret ettiği iki büyük risk var.

Birincisi, Rojava bölgesindeki üç kantondan ikisi olan Kobani ile Afrin arasında yer alan ve kuzeyde PYD’nin hâkimiyetinin bulunmadığı tek bölge olan Cerablus’un IŞİD’in eline geçmesi.

İkincisi ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde Kürt hattı oluşturmak konusunda çok önemli bir mesafe alan PYD’nin bu bölgede hâkimiyet kurması.

Ankara, hem güvenlik ve siyasi boyutuyla hem de göç riski nedeniyle alarmda.
Dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan MGK toplantısının ana gündemi de bu meseleydi.
Geride bıraktığımız birkaç gün içerisinde birçok merkezde konu detaylı olarak ele alındı.
Bunların başında Cumhurbaşkanlığı geliyor.

Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve MİT son gelişmeler ışığında olası riskler ve planlamaları masaya yatırdı ve bunlar dün MGK’da etraflıca ele alındı.
Bu arada Genelkurmay’ın, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi olarak şekillenebilecek her türlü seçenek konusunda çok mesafeli bir tutum sergilediği, buna karşılık, siyasi iradenin verdiği talimatı layıkıyla yerine getirmeye hazır olduğu bilgileri de kamuoyuyla paylaşıldı.
Dün itibariyle, Ankara’nın masasında iki seçenek netleşti.
Birincisi ABD ve koalisyon güçlerinin, IŞİD’le ve rejimle çatışan muhaliflere askeri destek vermesini ve Cerablus’un IŞİD’in eline geçmesinin önlenmesini sağlamak. Türkiye olarak bu desteğin verilmesinde etkin rol oynamak.

Cerablus oyunu
İkincisi de haklı gerekçelerle Cerablus sınır hattında TSK unsurları eliyle güvenli bir hat oluşturmak ve alanın çok geniş olmamasından da yararlanarak karadan karaya ya da sıcak takip müdahaleleriyle bölgenin kontrolünü sağlamak.

Ankara’nın bu iki seçeneğe odaklanmasının gerekçeleri ve yapılan değerlendirmeleri şöyle özetleyebilirim:
- Ankara, Suriye rejiminin IŞİD’le anlaştığı ve Cerablus’a yönelik IŞİD saldırılarının bu anlaşmanın sonucu olduğu gerçeğinden hareket ederek, IŞİD’in, Tel Abyad’ı çatışmadan bırakmasını bu anlaşmaya bağlanıyor. Halen Fırat nehrinin batısında yer alan Cerablus bölgesinde Çobanbey Sınır Kapısı’na kadar olan bölge IŞİD’in elinde. Buradan Öncüpınar’a kadar olan bölgede ise rejim muhaliflerinin kontrolü var. Kalan kısım, yani Hatay’a kadar olan bölgeyi ise PYD kontrol ediyor. Gelinen noktada Tel Abyad’dan çekilen IŞİD, kritik önemdeki Mare hattını elinde bulunduran muhalifleri doğudan vuruyor. Rejimi temsil eden Hizbullah ve Şiiler de 7 bin kişilik bir güçle muhaliflere batıdan saldırıyor. Böylece muhalifler arada sıkıştırılarak bölgeyi bırakmaya zorlanıyor. Bu operasyonun temel nedeni ise muhaliflerin İdlip ile Cisr El Şukur’u kontrolü sağlayarak, Halep’e yönelmeleri. Ankara, halen Halep’e birçok noktadan girmeye çalışan muhalifleri engellemek için Cerablus saldırısının organize edildiğini düşünüyor.

- IŞİD’in Tel Abyad’ı bırakarak Cerablus’a yönelmesi, PYD’nin de Kobani ile Cizire kantonları arasındaki bölgeyi alması, Suriye’nin kuzeyindeki bu bölgeleri tamamen PYD’nin kontrol etmesi sonucunu doğurdu. PYD’ye yönelik “demografik değişiklik” eleştirilerinin temelinde uzun vadeli bir plan iddiası yatıyor. Ankara, PYD’nin bölgeyi Türkmen ve Araplar’dan hızla temizlediğine yönelik istihbaratları işaret ederek, Fırat’ın doğusundan Irak’a kadar kuzeydeki bütün bölgeyi alan PYD’nin homojen bir yapı kurmayı amaçladığını, böylece ilerleyen dönemde konfederasyon ya da federasyon kurulmasına hazırlık yaptığını düşünüyor. Halen PYD’nin etnik temizlik yaptığı iddia edilen köylerde BM’nin incelemeler yaptığı ifade ediliyor.

Muhaliflere destek
- ABD desteğiyle IŞİD’e üstünlük sağlayan PYD’nin bu harekat biçiminin Cerablus’la da yakından ilgili olduğu kaydediliyor. Başkentteki ihtimal hesaplamaları, IŞİD’in muhalifleri Cerablus’tan çıkartmasının ardından ABD’nin Kobani ve Tel Abyad’ta olduğu gibi havadan örgütü vurmaya başlayacağı, PYD’nin de karadan IŞİD’i temizleyerek bölgede hakimiyet kuracağı yönünde.

Böylece, Afrin kantonu ile Kobani arasındaki alanı da alacak olan PYD’ye bütün kuzey hattının verilmesinin tasarlandığı hesaplanıyor. Tel Abyad, PYD’ye geçmeden önce bölgedeki Türkmen ve Araplar’ın varlığı nedeniyle homojen bir Kürt hattı riski görmeyen Ankara, Tel Abyad’tan sonra bu seçeneğe artık “oldu olacak” gözüyle bakıyor. PYD’nin Cerablus’u alması halinde buradaki Arap ve Türkmen nüfusu da temizleyeceği değerlendiriliyor. Bu senaryoya göre IŞİD, aslında bölgenin PYD’ye verilmesi için aracı olarak kullanılıyor.

- Ankara, Cerablus’taki muhaliflerin, destek almazsa askeri açıdan çok daha donanımlı olan IŞİD’e karşı yenileceğini öngörüyor. Bu nedenle, ABD’nin PYD’ye havadan destek vermesi, silah ve istihbarat yardımında bulunması gibi, IŞİD’e karşı savaşan muhaliflere de destek verilmesini zorunlu buluyor. Bu durumda muhaliflerin IŞİD’i rahatça yenebileceği değerlendiriliyor. Mevcut durumda Hercele-Mare hattına 7 ayrı noktadan saldıran IŞİD’in, Suriye rejiminin kontrol ettiği bölgelerde de güçlü biçimde var olmasına rağmen rejime hiç saldırmamasının da altı çiziliyor. Muhalifleri, rejim ve IŞİD kıskacından kurtarabilecek askeri desteğin sağlanması durumunda, Türkiye’nin Suriye’ye asker sokmasına gerek kalmadan sorunun çözülebileceği vurgulanıyor.

- Türkiye’nin muhaliflere bu desteğin verilmesini sağlayamaması durumunda ise “B” planının uygulanması gerektiği ifade ediliyor. Ankara, stratejik hedefini, Cerablus’la Öncüpınar arasındaki hattan IŞİD’in temizlenmesi ve muhaliflerin bölgeyi kontrol altına alması olarak belirlemiş durumda. Bunun için muhalifler desteklenmezse güvenlik açısından TSK’nın devreye girmesi gerekeceğine işaret ediliyor.

- IŞİD’in Cerablus’ta ciddi bir gücünün olduğu ancak bu gücün düzenli ordu karşısında ayakta kalamayacağı değerlendiriliyor. Sıcak takip, havadan operasyon, karadan karaya sınır ötesi operasyon gibi seçeneklerden birinin kullanılarak 30 kilometre derinliğe ulaşana kadar gidilebileceği hesaplanıyor.     Ancak 30 kilometrelik alanın kontrol riski nedeniyle 5-10 kilometrelik bir alanda kontrol sağlanmasının bile yeterli olacağı belirtiliyor.
Sınırla, söz konusu bölgenin çok yakın olmasından dolayı hava kuvvetlerinin etkin kullanılmasının gerekmeyebileceği, karadan karaya bombardıman seçeneğinin devreye sokulabileceği de ifade ediliyor. Aksi takdirde bölgede önce IŞİD’in sonra PYD’nin kontrolü sağlamasına kesin gözüyle bakılıyor.

- Güvenlik zirvelerinde Suriye ile Türkiye arasındaki Ankara Anlaşması’nın, sıcak takip vb. operasyonlara olanak tanıdığı değerlendiriliyor. 2012-2013’te Suriye sınırında tampon bölge kurulmasına yönelik planlamalar yapılırken, uzmanların uluslararası hukuka aykırılık gibi bir soruna işaret etmediği de not edilmiş durumda.

İki yol
- Ankara’da, bugüne kadar TSK’nın muhaliflere destek konusunda çok mesafeli davrandığı, bu konuda adım atılmasının sağlanmasının sorunu aşmaya yetebileceği yorumları yapılıyor. Aksi takdirde ise B planının geçerli olması gerektiği.

Hama, Humus, Halep’ten göç eden 200 bin kişinin Mare hattındaki Azez’de yaşadığı, IŞİD bölgeyi alırsa bunların Türkiye’ye göç etmek zorunda kalacağı tespiti de denklemin bir başka boyutu. Ankara’da, göç riskinden, Türkiye’nin ilerideki yıllarda yaşayabileceği sorunlara kadar uzanan bir dizi soru işaretine yanıt aranıyor.

Bu kimin savaşı? / Fehim Taştekin

Erdoğan 'fiili başkan' rolüyle kaybettiği seçimi bu kez 'başkomutan' olarak kazanmak istiyorsa bu hesap hepimizi yakar.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” çıkışının ardından günlerdir askeri müdahale planlarıyla yatıp kalkıyoruz. Hevesleri yarım kalan Erdoğan, belli ki Arap dostlarıyla anlaştı, bir bahaneye ihtiyacı var, o bahane de Kürtler. ABD’nin bir Kürt kuşağı oluşturduğuna dair komplo teorisi üzerinden bir müdahale planı çıkartıldı.

Erdoğan 2 Mart 2015’te Riyad’da yeni Kral Selman ile İran’a karşı Sünni bir ittifak kurarken Suriye’de muhalifleri sonuç alacak şekilde destekleme konusunda anlaşmıştı. Bu çerçevede silahlı gruplar yeniden organize edildi. Ürdün üzerinden Güney Cephesi’ne, kuzeyde Türkiye üzerinden Fetih Ordusu silaha boğuldu. İdlib ve Cisr el Şuğur Türk-Suud ortaklığının sonucunda düştü. Amaç Şam’ı iki koldan kıskaca alıp rejimi yıkmak. Arapların iddiasına göre ortak planda Türkiye’nin karadan girip tampon bölge oluşturması da var. Şimdi bu plan seçim sonrası AKP’nin tek başına iktidar olma şansını yitirmesi nedeniyle sallantıda.

Seçim sonucu vekâlet savaşının aktörlerini pek endişelendirdi. Suudi Arabistan’da ‘sarayın gazetecisi’ Cemal Kaşıkçı, AKP kurmaylarının nabzını tuttuktan sonra El Hayat’ta ‘Endişeye mahal yok, patron hala Erdoğan’ mesajı veren bir yazı kaleme aldı. Kaşıkçı yazıyı şöyle bağladı:

“Türkiye, Suriye’de önemli bir role sahip; kuzeyde gelişmeler tırmanırken güneyde de Suudi Arabistan ve Ürdün görevlerini yerine getiriyor. Güney ve kuzey buluştuğunda birileri Erdoğan’ı aramalı ve üzerinde mutabakata varılan meseleyi hızlandırmasını istemeli. Sonuçta hala patron o.” Kaçıkçı daha önce Erdoğan’ın tampon bölge önerisine Kral Selman’dan destek aldığını yazmıştı.

Suud’la anlaşmanın çerçevesi her ne ise Erdoğan’ın sözünü tutmak için belli ki acelesi var. Olası bir koalisyonla Suriye politikasını mevcut haliyle sürdürmek mümkün olamayacağından geçiş döneminde Erdoğan Türkiye’yi bir maceraya sürüklüyor.

ÜRETİLMİŞ KORKULAR
Tabi müdahale iç kamuoyuna ‘Kürt devletini önleme hareketi’, dış kamuoyuna ‘IŞİD’le mücadele’ ambalajıyla sunulacak. Yeni Şafak’ın yazdığı senaryoya göre 18 bin asker Karkamış ve Öncüpınar’dan Suriye’ye girip 28-33 km derinliğinde ve 110 km uzunluğunda tampon bölge oluşturacak.

Hürriyet’ten Deniz Zeyrek’e göre ise “Mehmetçik’in Suriye’ye girmesi sözkonusu değil. TSK, IŞİD ve Esad rejimi ile mücadele eden Suriyeli muhaliflere destek verme konusunda isteksiz. IŞİD mevzilerinin Fırtına toplarıyla ya da havadan bombalanması, muhaliflere lojistik destek verilmesi gibi adımlar için de yeni Meclis’in tavrı bekleniyor.”
Medyaya servis edilen müdahale gerekçeleri tamamen ‘fabrikasyon’. O gerekçeler:
“Kürtler Arap ve Türkmenlere etnik temizlik yapıyor.”- “Kürt koridoru açılıyor. Bu Türkiye açısından güvenlik tehdidi arz ediyor.”
-“Tel Abyad’ı kaybeden IŞİD’in Esad’ın desteği ile batıya yöneliyor. IŞİD, ‘Mera Hattı’na kayarsa Esad da havadan destek verecek.”
-“IŞİD, Mera Hattı’nı geçerse Cilvegözü ve Öncüpınar Sınır Kapıları’nın karşısındaki Bab el Heva ve Selame tehlikeye girer.”

*Tek gerçekçi gerekçe sonuncusu. Evet, IŞİD Selame ve Heva kapılarını ele geçirirse Türk-Suud patentli son ‘devrim’ projesi de suya düşer. Bu durumda Kaideci Nusra, eski Kaideci Ahrar ve diğer cihatçı grupların lojistik desteği kesilir.

KORKUTAN TEHDİT DEĞİL MODEL
*Etnik temizlik suçlaması daha YPG ve Burkan el Fırat güçleri Tel Ebyad’a ulaşmadan bir yaygara şeklinde başladı. Türkiye’nin baş aktörü olduğu vekâlet savaşı Suriye’de herkesi yerinden etti. Muhalif güçler Humus’ta Şiileri ve Hıristiyanları, Lazkiye kırsalında Alevileri temizlerken ‘Suriye’nin Dostları’ üç maymunu oynadı. Türkiye’den Tel Ebyad’a sokulan İslamcı güçler 2013’te nüfusun yüzde 45’ini oluşturan Kürtleri sürdüğünde aynı iki yüzlülük sergilendi. IŞİD 2014’te Rakka, Menbic ve el Bab’ta Kürtleri temizlerden yine kimse ses çıkarmadı. Suriye nüfusunun büyük çoğunluğu yer değiştirdi. Araplar da yerlerinden oldu, Türkmenler de. Rojava ise Rojavalığını etik temizlik değil etnik, dinsel ve mezhepsel renkleri ‘toplumsal sözleşme’ ile birada yaşatma becerisine borçlu. Türkiye’de hükümet ve müesses nizamı ürküten bu olmasın! Kürtler bağımsızlık ilan etmedi, Suriye’den kopmadı, kopmak gibi bir hedef de yok.

GÜVENLİK ALARMINI IŞİD İÇİN VERMEYENLER…
*Kürtlerin güvenlik tehdidi oluşturduğu iddiasına gelinci: Rojava’nın 3 yıllık sicili ortada. Bütün bu karmaşada sınırların en güvenli olduğu yerler YPG’nin kontrol ettiği şerit. Ne yazık ki Karkamış, Akçakale ve Çobanbey’in karşısındaki Cerablus, Tel Ebyad ve Rai sınır kapıları IŞİD’in eline geçerken hükümetin güvenlik diye bir derdi olmadı. Ki bu kapılar Türkiye’den operasyon yürüten İslamcı örgütler tarafından teslim alınmıştı. IŞİD o İslamcılar arasından doğdu.

*Kürt koridoru meselesini 21 Haziran’da yazıştım. Kürtler Rojava’da topraklarını, evlerini, kadınlarını ve çocuklarını korkunç bir örgütten korumak için savaşıyor. Eğer Türkiye’nin IŞİD ile mücadele diye derdi olsaydı önce Rojava’ya dostluk elini uzatırdı. Ama tersi oldu. Kürtler kendi bölgelerinde kontrolü ele alır almaz Türkiye topraklarından Serekaniye’ye (Rasulayn) giren silahlı güçlerin taarruzuna maruz kaldı. Bu saldırılar defalarca tekrarlandı.

IŞİD’LE REJİMİN SAVAŞI
*Bu kirli kumpasta bıkmadan tekrarlanan bir diğer iddia: Esad IŞİD’i destekliyor. En son Davutoğlu “Rejim, IŞİD’le bizim bildiğimiz bir mekanda, Haseke’de, PYD kontrolüne yakın bir yerde görüştü. İki bölgeden rejim çekildi, DEAŞ ilerledi” iddiasında bulundu.

Hükümetin saha bilgisi korkunç hatalarla dolu. Ve olabildiğince manipülatif. Başından beri böyle. Şam’ı 2 haftada altın tepside sunan bu istihbarat havuzunun derinliğini dört yılda hala anlayamadılar. Bir dönem Nusra gibi radikal örgütleri de Esad’ın kurdurttuğunu söyleyip durdular. Şimdi bu örgütler ‘devrim’ komplosunun yeni lokomotifi Fetih Ordusu’nda yer alıyor. AKP yönetiminin ÖSO’yu organize ettiği sıralarda “Suriye’de Kaideci ve cihatçı örgütler güçleniyor” dediğimizde Esad’ın devrimi yolundan çıkarmak için Kaidecileri Sednaya hapishanesinden bıraktığını öne sürüyorlardı. O gün bırakılanlar bugün Türkiye’nin desteklediği örgütlere liderlik ediyor. Krize müzakerelerle çözüm çabası çerçevesinde Sednaya’dan bırakılan Zehran Alluş ‘İslam Tugayı’ ve ‘İslam Ordusu’, Ebu Musab el Suri ve Hasan Abbud ‘Ahrar el Şam’, Ahmed İsa el Şeyh ‘Şukur el Şam’, Abdurrahman Suveys ‘Liva el Hak’ ve Ebu Muhammed el Colani ‘Nusra Cephesi’nin lideri olarak Esad yönetimine karşı savaşa katıldı. Bunların hepsi şimdi Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın besleme listesinde. IŞİD’e asıl büyük kayıpları verdiren Haseke ve Deyr el Zor’da Suriye ordusu oldu. Suriye ordusunun Halep’te IŞİD’e saldırmamasının nedeni de taktiksel. IŞİD ile diğer rakip güçlerin birbiriyle savaştığı yerlerde Suriye ordusu kenarda durmayı tercih ediyor.

DÖRT BOYUTLU ATEŞ
Eğer Suriye’ye tampon bölge oluşturmak için girilirse Türkiye kendini dört boyutlu bir ateşin içinde bulacak. Bir kere egemen bir ülkenin topraklarına girilecek. Bu bir işgaldir. “Efendim Suriye buraları zaten kontrol edemiyor” diye itiraz ediliyor. Türkiye sınırlarını silah ve savaşçı akışına kapatsın ve “Angajman kurallarım” diyerek sınıra yaklaşan Suriye ordusuna ateş açmayı kessin bakalım kontrol kime geçiyor. Tampon bölge yüzünden TSK ile Suriye ordusu ister istemez kafa kafaya gelecek. İkincisi tampon bölge IŞİD’in bulunduğu Cerablus’u da içerecekse bu durumda IŞİD de doğrudan Türkiye’yi hedef almaya başlayacak. Bu, çatışmaların cephe hattında sınırlı kaldığı konvansiyonel bir savaş değil.

YPG’nin bulunduğu bölgeler hedef seçilirse bu, Kürtlerle de savaş anlamına geliyor. Maazallah böyle bir savaş bizim şehirlerimizi de yakar. Barış süreci diye bir şey kalmaz. Barışçıl yüzlerce kilometrelik sınırı ateş hattına çevirmenin alemi nedir?

Peki Türkiye’nin tampon bölge ya da angajman kurallarını genişleterek uzaktan koruma sağlama taktiğinden en fazla kim faydalanacak? Kaideci ve selefi cihatçı örgütler. Sakın kimse ÖSO’dan ya da ılımlılardan bahsetmesin. Çünkü ılımlıların ruhuna Fatiha okunalı çok oldu.

Velhasıl müdahalenin Türkiye’yi Suriye’ye dönüştürmeyeceğinin garantisi yok.
Dört yıldır izlediği ölümcül politikalarla Suriye’ye ödettiği bedelin muhasebesini yapmaktan inatla imtina eden Türkiye artık kaybedeceklerini hesap etmek zorunda.

Sadece Suriye’dekileri değil kendi Kürtlerini de kaybeder.Türkiye kendi iç barışını kaybeder.
Suriye’nin içindeki terör Türkiye’nin de sorunu haline gelir.

Ve Erdoğan ‘fiili başkan’ rolüyle kaybettiği seçimi bu kez ‘başkomutan’ olarak kazanmak istiyorsa bu hesap hepimizi yakar, tüm Türkiye’yi yakar.

Bugün Suriye, yarın seçim senaryosu mu? / Murat Yetkin

Ankara'da tehlikeli sorular: Askeri Suriye'ye iteklemekle AKP-MHP'ye mi göz kırpılıyor? Amaç Bahçeli'nin istediği gibi bir an önce seçime gitmek mi? Bundan en çok kim mutlu olur?
Ankara’da bugünlerde olanlar gerçeküstü bir film senaryosunu andırıyor.
Normal koşullar altında askerin hükümetten sınırların ötesinde büyüyen tehlikeye karşı müdahale izni isteyeceği tahmin edilir.
Bu işin bir de askerin siyasi otoriteye göre güç kazanması boyutu hesaba katılır; siyasetçiler işi diplomasiyle halletmeye, çatışmaya dökmemeye, savaşa girmemeye çalışır.
Örnek mi? İşte Ahmet Sever “Abdullah Gül ile 12 Yıl” kitabında yazmış: Asker 2003’te ABD askerleri Irak’a Türkiye’den girişi için “Olağanüstü Hal gerekir” deyince, hükümet frene basmış.
***
Bugünlerde öyle olmuyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, başka koşullar altında emre itaatsizlikten görevden alınıp belki yargılanmasını gerektirecek şekilde hükümetin Suriye’ye müdahale direktifine açık isteksizlik gösteriyor.
Ve AK Parti içinde sesleri çıkmasa da Suriye’ye müdahaleye karşı olanlar dâhil kimse bu konuyu eleştirmiyor.
Buna bir zamanlar sadece askerin siyasete iştahının kesilmesiyle Türkiye’de demokrasinin altın çağını yaşayacağı yanılsamasına kapılıp şimdi dizlerini döven Türkiye’nin ABD ve AB’deki müttefikleri dâhil…
***
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Hürriyet’e yaptığı açıklamada Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu geçici hükümetle böyle önemli bir Suriye kararının alınmasının “macera” olacağı konusunda uyarmış.
Aslında Davutoğlu da hafta sonu hükümetin geçici de olsa sınırlara yönelik tehditlere karşı teyakkuzda olduğunu haklı olarak söylerken sanki hedefinde muhalefetten başka yerler de var gibi konuşmuş.
Çünkü malum, askerin kara birlikleriyle girmese bile topçu ateşi ve hava kuvvetleriyle –saldırı olmasa da- Suriye’deki hedefleri vurma senaryosuna da “saldırı sayılır” endişesini taşıdığını günlerdir gazetelerden okuyoruz.
***
Bir de bütün bunların sanki PKK’nın Suriye’deki kardeşi PYD’nin sınır boyunda ilerleyip Tel Abyad’ı ele geçirmesinden sonra gündeme gelmemiş gibi IŞİD’e karşı yapıldığı söyleminin öne çıkarılması var.
Yani dün MGK’yı Suriye gündemiyle toplayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve geçici Davutoğlu hükümeti öteden beri hep IŞİD’i Suriye’de vurmak istiyormuş ama ne çare asker IŞİD’e karşı harekete geçmek istemiyormuş; birileri bunları yazıyor.
Oysa Erdoğan, her zamanki açık sözlülüğünle tane tane konuşuyor: Suriye’nin kuzeyinde bir devlet oluşumuna izin verilmeyecektir. Sizce IŞİD’i mi, yoksa bir Kürt özerkliğini mi kast ediyor?
***
Unutmadan söylemek lazım: Hani Orgeneral Özel Rusya ya da İran üzerinden Suriye’yi bu harekâtın Suriye devletine, toprak bütünlüğüne karşı olmayacağı mesajı verelim, girdik diye bize saldırmasınlar demişti, bizim Dışişleri de Ruslarla temas kurup bunu söylemişti ya…
Dün cevabı geldi.

MGK’nın toplandığı sıralarda Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’i Kremlin Sarayında ağırlayan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye rejimine destek siyasetinde herhangi bir değişiklik olmadığını tekrarladı.
***
Konumuza dönersek, sadece Suriye zorlaması değil, ama başka ilginç gelişmeler de oluyor son günlerde.
Mesela İstanbul’da LGBT yürüyüşünün geçen yıl da Ramazan ayında sorunsuz yapılmış olmasına karşın sertlikle engellenmesi, Grup Yorum’un konserinin engellenmeye çalışılması, daha çok İçişleri bakanlığını ilgilendiren konular…
HDP’yi zaten geçtik de, birileri sanki CHP’lileri AK Parti ile koalisyona girmekten caydırmak için elinden geleni yapıyor gibi.
***
Üstelik tam da koalisyon görüşmeleri için bir tür giriş taksimi niteliğindeki Meclis Başkanlık seçimleri başlamak üzereyken.
Tabii gerek görünüşte IŞİD ama fonda PKK hatırlatması ile Suriye hallerinin, gerekse polisin yine ön plana çıktığı sertleşmeleri MHP’ye göz kırpma boyutu da yok değil.
Yine tam MGK’nın toplandığı sıralarda AK Parti sözcüsü Beşir Atalay’ın “Tabanımız MHP ile koalisyon istiyor” açıklaması yaptı dün; rastlantı mı diyelim? Peki, öyle de deriz.
***
AK Parti’nin CHP ile koalisyonu seçim tekrarını gündemden çıkaracak, Davutoğlu’nun (Ağustos sonu, Eylül başı) AK Parti Kongresinden yerini sağlamlaştırarak çıkmasını sağlayacaktır.
AK Parti’nin CHP ile koalisyona girmesi, evet, Kürt çözüm sürecini üstelik Anayasal zeminde sürdürebilecek, ama son dönemin simgesi haline gelmiş Suriye siyasetini, genel olarak dış ve güvenlik siyasetini değiştirecektir.
Girmemesinin iki sonucu olacaktır: AK Parti-MHP koalisyonu ve muhtemelen Kasım’da erken seçim.
***
MHP lideri Devlet Bahçeli ise dürüstçe, AK Parti PKK ile diyalog ve Kürt çözüm sürecini (o “çözülme” diyor) bitirip koalisyona girse dahi bir an önce seçim istediğini saklamıyor.
AK Parti’nin MHP ile olsun olmasın seçime gitmesi, Meclis’te kaybettiği tek başına hükümet kurma sandalyesini yeniden edinmek için son bir şans olacaktır.
Öyle anlaşılıyor ki, birileri bu şansı denemek istiyor.
***
Eğer Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde, ekonomisinde yeni gerilimler göze alınarak o seçime gidilir ve AK Parti, Suriye Fatihi sloganlarıyla gerçekten 276 vekili yeniden alabilirse Davutoğlu elbette mutlu olacaktır.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan belki daha çok mutlu olacaktır. Öyle bir durumda AK Parti hükümeti desteğiyle, Anayasayı değiştirmekle filan da artık uğraşmadan fiilen başkanlık sistemi uygulanabileceğini düşünebilir.
Tabii bunlar sonra tartışılacak konular, şimdi önemli olan Mehmetçiğin Suriye bataklığına itilmemesi.
Ümit edelim 1990’da (Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifasıyla) Irak, 2003’te (bu kez Abdullah Gül’ün frene basmasıyla) yine Irak macerasının eşiğinden dönen Türkiye bu macerayı da hayırlısıyla atlatabilir.

ABD'den MGK toplantısına ilk tepki

ABD: Türkiye'nin, Suriye'de tampon bölge oluşturacağı konusunda somut kanıt yok

[Haber görseli]
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü yardımcısı Mark Toner, başkent Washington'da düzenlediği basın toplantısında,Türkiye'nin, Suriye'de tampon bölge oluşturacağı konusunda somut kanıt olmadığını söyledi.

Suriye’ye silah sevkinin belgesi

Wikileaks sitesinin kurucusu Julian Assange, hafta sonu Rus televizyonuna verdiği demeçte; Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın 2012 yılında gizli bir anlaşma yaparak, Suriye’de Esad rejimini devirme konusunda el sıkıştıklarını iddia etti.
[Haber görseli]
Suudi Arabistan’ın gizli belgelerini yayımlayıp ABD’nin Fransa cumhurbaşkanlarını dinlediğini ortaya çıkarmasıyla yeniden gündeme oturan WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange, Rusya’nın Rossiya 1 kanalına konuştu. ‘’Yayımlanan belgeler Suudi Arabistan’ın Suriye hükümetini devirmek için 2012’de Katar ve Türkiye ile gizli bir anlaşma yaptığını gösteriyor. ABD, Fransa ve Britanya da buna katılmış” diyen Assange, ABD’nin müttefiklerinin Ortadoğu’da bir hayli bağımsız davranabildiğine dikkat çekti. Bunu bir ‘köpek-sahip metaforuyla’ açıklayan Assange, “Suudi Arabistan’ı ABD’nin Ortadoğu’daki köpeği olarak görmeye alışmışız. Köpeği yönetenin insan olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak bazen köpek o kadar büyüktür ki, insanı peşinden sürükler” dedi.

Üçlü askeri heyet
Assange’ın atıf yaptığı, Batı’nın desteğiyle Körfez’le Türkiye’nin Suriye’yi nasıl kana buladığına ilişkin Arapça belgeleri El Ahbar haberleştirdi. Buna göre, Suudi Arabistan’ın Beyrut Büyükelçisi’nin mesajından anlaşıldığı üzere Riyad 2012’nin başında, “30 bin savaşçı Suriye’de Rusların tutumunun netleşmesini beklemeden önce krizi sona erdirebilir, rejime son verebilir” değerlendirmesi yapıyordu. Suriyeli muhalifleri desteklemek için Suudi krallığı Türkiye ve Katar ile birlikte üst düzey askeri yetkililerden bir heyet oluşturdu. Bunların amacı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile köprü görevi görmek ve silahlı gruplar arasıda entegrasyonu sağlamaktı, bu amaçla Lübnan- Irak-Ürdün’ün Suriye ile sınır bölgelerinde tampon bölgeler kurulmalıydı.
WikiLeaks belgeleri, Suudi Kralı’nın krizin ilk günlerinden itibaren Suriye muhalefetinin silahlanması için ciddi gayret gösterdiğini ortaya koyuyor. Esad’ı devirmek ve silahlı grupları bir araya getirmeye yönelik Riyad-Ankara paktı, 2015’te yeni Suudi Kralı Selman ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı görüşmeler ve 1. Veliaht Prens Muhammed bin Nayif ’in Ankara ziyaretiyle gündeme geldi. Aslında bu işbirliği 3 yıl önce başlamıştı.

300 RPG yollandı
29 Nisan 2012 tarihli dönemin Suudi Arabistan İstihbarat Şefi Mukrin Bin Abdülaziz ve Dışişleri Bakanı Suud el Faysal imzalı telgrafta, söz konusu üç ülke artı Britanya’nın üst düzey askeri yetkililerden irtibat komitesi kurması, muhalefetin birlik olması kararları yer alıyor. Bu bağlamda Faysal, dönemin Suudi Kralı Abdullah’ın Türkiye ile koordinasyon içinde hareket etmenin önemini görmesi temennisinde bulunuyor, Türkiye’nin kendi gündemi olsa da Suriye’dhe baskıyı artırıcı konumundan faydalanmak gerektiğini savunuyor. O tarihlerde Suudilerin Beyrut Büyükelçiliğiyle yazışamalarda ÖSO’ya 300 RPG roketatar, 12 bin roketlik mühimmat ve 400 Kalaşnikof’un Türkiye üzerinden ulaştırılmış olmasından söz ediliyor.
Suriye rejimi en büyük saldırıya Temmuz 2012’de maruz kaldı. 16 Temmuz’da ÖSO, Şam Volkanı operasyonunun başladığını duyurdu. Ardından Şam’da ulusal güvenlik binasına bombalı saldırıda Savunma Bakanı Davut Raci, yardımcısı (Esad’ın eniştesi) Asıf Şevket, Kriz Birim Başkanı İmad Hasan Türkmani ve Milli Güvenlik Kurulu Başkanı Hişam İhtiyar öldü 24 Temmuz’da Halep’e saldırıp kent merkezinin bır kısmını ve kırsalın büyük kesmini ele geçirdi.

Bu sırada ‘karanlıklar prensi’ Bender bin Sultan resmen Suudi istihbaratinin başına geçmiş ve Suriye dosyasının sorumluluğunu almıştı. Suudi Dışişleri Bakanlığı’nın geçtiği mesajlarda “devrim” kelimesi başka hiçbir ayaklanma ve siyasi eylem için değil sadece ve sadece Suriye için kullanılmaktaydı.

MGK toplantısı sonrası açıklama

MGK toplantısı sonrası açıklama

Milli Güvenlik Kurulu Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplantı. 4 saat süren toplantı bitti. Toplantı sonrası yayınlanan bildiride, "sınırlarımızda alınan ilave güvenlik tedbirleri üzerinde durulmuştur" denildi.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda yapılan Haziran ayı olağan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı, yaklaşık 4 saat sürdü. Toplantının ardından yayınlanan bildiride Suriye'deki gelişmelerin değerlendirildiği ve Suriye sınırına yönelik ilave tedbirlerin üzerinde durulduğu belirtildi.

Bildiri şu şekilde:

"Ülkemizde ve yurtdışında meydana gelen hadiselerin tüm yönleriyle değerlendirilmesi suretiyle güncellenen milli güvenlik siyaseti belgesinin Bakanlar Kurulunda kabul edilmesinin toplumun huzur ve barışına önemli katkılar sağlayacağı ifade edilmiştir.

Milli güvenliğimizi tehdit eden, başta paralel devlet yapılanması olmak üzere, tüm yasadışı oluşumlara karşı yürütülen mücadeleye kararlılıkla devam edileceği bir kez daha dile getirilmiştir.

Güney komşularımızdan Suriye'de cereyan eden hadiseler etraflıca değerlendirilmiş, muhtemel tehditler ele alınmış, sınırlarımızda alınan ilave güvenlik tedbirleri üzerinde durulmuştur. Bölgede yaşayan sivil halkı hedef alan terör saldırıları ile bölgenin demografik yapısının değiştirilmesine yönelik eylemlerden duyulan endişe dile getirilmiştir. Uluslararası kamuoyunun bölgede yaşanan insan hakları ihlallerine karşı sürdürdüğü duyarsız tutumuna dikkat çekilerek, ülkemize sığınan insanların mağduriyetinin giderilmesi için bugüne kadar yapılan insani çalışmaların kararlılıkla devam ettirileceği ifade edilmiştir. Irak'ın, terör örgütleri ile mücadelesi kapsamında yaşanan son gelişmeler gözden geçirilmiş, ülkemizin ve bölge ülkelerinin Irak ile olan ilişkileri ele alınmış, Irak sınırları içerisinde yaşayan soydaş ve akraba toplulukların durumları hassasiyetle değerlendirilmiştir.

Yemen, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler ele alınmıştır. 

Ukrayna'daki gelişmeler ele alınmış ve çatışmaların sona erdirilerek Minsk önlemler paketinin uygulanmasının önemi vurgulanmıştır"

 

29 Haziran 2015 Pazartesi

Tanklar Kobane sınırında

Türkiye'nin, Suriye'nin sınıra yakın bazı bölgelerine askeri olarak müdahale etmesi tartışmaları sürerken ilginç bir gelişme yaşandı ve TSK, Suriye'nin Kobani sınırına tank takviyesi yaptı.

Türkiye sınırında IŞİD ile YPG arasında aylardır devam eden çatışmaların geçtiğimiz günlerde son bulmasıyla bölgede sessizlik hakim olurken, Türkiye tarafında askeri hareketlilik başladı. Tüm sınır hattı boyunca güvenlik tedbirleri arttırılırken, Türk jetleri de kırmızı alarm durumuna geçti.

Milli Güvenlik Kurulu'nun, bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığındaki toplantısı öncesinde askeri araçların sınıra takviye olarak gitmesi ise dikkat çekti.

TÜRKİYE SAVAŞA GİRERSE NE OLUR / Emre Uslu

AKP hükümetinin seçimden sonra birinci önceliğinin Suriye’ye müdahale olduğu giderek ortaya çıkıyor. Artık gazeteler hükümetin askere müdahale et emri verdiğini yazıyor. Ancak askerin direndiğini, olası riskleri belirleyip hükümete izah ettiği ifade ediliyor.

Askerin savaş durumuna ilişkin yaptığı risk analizini gazetelerden okuyabilirsiniz. Ancak o analizde olmayan –muhtemelen siyasi gerekçelerle kamuoyuna paylaşılmayan- başka riskler de var.
Bu yazıda Türkiye’nin Suriye’ye neden müdahale etmek istediğini, ve müdahale ederse hangi riskle karşılaşacağını anlatmaya çalışacağız.

Türkiye’nin Suriye’ye IŞİD’in Türkiye açısından iki stratejik noktayı ele geçirmesini önlemek için müdahale etmek istediği söyleniyor.
Türkiye IŞİD’in ilerlemesinden rahatsız olsaydı, IŞİD’e karşı kurulan koalisyona aktif destek verir, IŞİD’in ilerlemesini durdurabilirdi. Oysa dünya kamuoyu Türkiye’nin IŞİD’e karşı ABD liderliğinde kurulan koalisyona gerekli desteği vermediğini düşünüyor.

Türkiye IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona destek verip, daha az risk alacakken, neden tek başına müdahale edip IŞİD’in Türkiye açısından stratejik önemdeki yerlere ilerlemesini durdurmaya çalışsın…
Türkiye açısından temel sorun IŞİD’in ilerlemesi değil, PYD güçlerinin ilerlemesi. Türkiye  PYD’nin Kamışlı’dan batıya doğru ilerleyip Kürt Dağı bölgesindeki Kürtler arasında bir koridor oluşturmasını engellemeye çalışıyor.

PYD’nin ilerlemesini durdurmak için Suriye’ye müdahale etmek uluslararası güçleri, özellikle ABD’yi kızdıracağı için, IŞİD’in ilerlemesini durdurma bahaneliyle, PYD’nin açacağı muhtemel koridorun önünü tıkamak istiyor.

Kürtler Türkiye’nin bu hareketini göremeyecek kadar cahil değil. Elbette onlar da Türkiye’nin bu niyetini görüyor. Ancak onlar da dünya kamuoyuna dönüp ‘biz Afrin ile Kobani arasında bir etnik temizlik yapıp Kürt koridoru açmak istiyoruz’ diyemedikleri için, başka bahanelerle Türkiye’yi suçluyor.
Bu durumda aslında hem PYD’li Kürtlerin hem de Türklerin IŞİD’e karşıymış gibi aldıkları tutum aslında birbirine karşı tutumlar. IŞİD her iki tarafın da bahanesi.

Türkiye’nin Suriye’ye karşı girişeceği olası bir müdahalede yurt içinde doğacak risk işte bu noktadan kaynaklanıyor. PKK/PYD Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini önlemek için içeride toplumsal olaylar başlatacaktır.
Türkiye IŞİD’e karşıymış gibi yapıp aslında PYD’ye karşı Suriye’ye müdahale ettiği anda PYD/PKK güçleri içeride serhildan başlatıp Güneydoğu’da bir devletsiz bölge oluşturmayı deneyecektir.
Özellikle polis teşkilatı dağıtılmış, jandarma teşkilatı siyasal iktidara bağlanarak etkisizleştirilmiş bir Türkiye’nin Güneydoğu’da kontrolü sağlaması neredeyse mucize.
Örneğin Diyarbakır polisi PKK baskınına giderken basacağı evi bulamayacak kadar acemi. Bölgedeki Emniyet müdürlerinin birinci önceliği güvenlikten ziyade hükümetin gözüne girip batı illerinde güzel bir makam kapmak. Bölgede polis özelikle hükümeti siyasal baskılarından bıkmış, bu gün verilen emirleri uygulamanın yarın başlarına iş açmayacağını bilmediklerinden mümkün olduğunca rutin dışına çıkmak istemiyor.
Buna karşın PKK bölgede oldukça aktif ve şimdiye kadar hiç olmadığı kadar örgütlü ve toplumun kılcal damarlarına kadar sızmış durumda. Çözüm sürecini çok iyi değerlendiren PKK bölgede şehir yapılanmalarıyla devleti etkisizleştirmiş durumda.
Bölgede PKK’nın ne yapabileceğini Kobani olaylarında gördük.
Özetle, devletin güvenlik bürokrasisi en zayıf anının yaşarken PKK en güçlü dönemini yaşıyor. Bunun için Turkiye’nin PYD ile anlaşmadan, ona karşı Suriye’ye girmesi demek Türkiye’nin Güneydoğu’da kontrolü kaybetmesi demektir.
Türkiye ne bir dış savaşı, ne de iç savaşı kaldıracak bir yapıda değil. Erdoğan ve AKP’nin İttihat Terakkici kafayı bir kenara bırakıp, Suriye bataklığına daha fazla saplanmaması lazım…

İlker Başbuğ: Asker Suriye'ye girer ama bir daha oradan çıkabilir mi?

‘Eğer bir komutan ‘Ben yapamam’ derse görevden alınır’

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, askerin Suriye’ye savaşa girme senaryolarına ilişkin olarak, “Askere ‘Suriye’ye gir’ dersiniz girer. Ama girerseniz bir daha nasıl çıkacaksınız” sorusunu yönetti. Askerin girebilmesi için diplomatik alt yapı önceden kurulmalı. Bu yapılmadan atacağınız her adım ülkemizi zor duruma düşürür. İki adım sonrasını düşünmemiz lazım.

“Direktif verilirse, askerin ‘hayır’ demesi söz konusu bile olamaz” diyen Başbuğ, “Eğer bir komutan ‘Ben yapamam” derse görevden ayrılır ya da görevden alınır” ifadesini kullandı.
Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’e konuşan Başbuğ, sınır ötesi harekat ihtimaline ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başbuğ’un açıklamaları özetle şöyle:

‘Normalleşme şart’

Suriye ila aramızda 911 kilometrelik sınır hattı var. Ancak Suriye sınırında şimdi PYD, IŞİD, Özgür Suriye Ordusu, El Nursa gibi gruplar var. Böyle bir durum ülke güvenliği açısından sonra derece vahim bir durumdur. Bir dönem, Irak’ta yaşadığımız süreci, şimdi Suriye’de yaşama sürecine giriyoruz. Üstelik Suriye, Irak sınırımıza göre daha karmaşık bir yapıya sahip. Ülkemizin, daha fazla gecikmeden artık Suriye Devleti’yle normalleşme sürecine girmesi şart. Bu böyle gitmez. Eğer, Suriye topraklarında bir güvenli bölge oluşturulmak isteniyorsa, bunun için önceden mutlaka Suriye ile temas kurmamız gerekir.

‘Girersiniz ama ya sonrası?’

Hükümetin emriyle Suriye topraklarına girer, güvenli bölge oluşturmaya girişebilirsiniz ama sonrası ne olacak? Askere ‘gir’ dersiniz asker girer. Girer de sonra bir daha oradan çıkabilir miyiz? Ayrıca bunun siyasi, uluslararası boyutu var. Askerin girebilmesi için diplomatik alt yapı önceden kurulmalı. Bu yapılmadan atacağınız her adım ülkemizi zor duruma düşürür. İki adım sonrasını düşünmemiz lazım.

‘Yarınki safhalar önemli’

Şimdiye kadar olanlar olmuş. Bari bundan sonraki ilişkilerimizi düzgün götürelim. İlişkilerin artık yarınki safhaları çok önemli. Ülkemizde 2 milyona yakın Suriyeli geldi. Bunlar çok zor durumda. Daha yeterince farkında değiliz ama bunlar ilerde çok ciddi güvenlik sorunu olacak. Üstelik Suriye’den çok sayıda insanın ülkemize geleceği beklentisi de var. Suriye Devleti’yle ilişkilerimizi normalleştirmemizin önemi her geçen gün daha da artıyor.

‘Bu iş Irak’a benzemez’

Suriye ile olan durumla, Irak’la olan çok farklı. Asker, Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan PKK terörüne karşı Irak Devletine ‘teröristleri ya siz etkisiz hale getirin, ya biz gireceğiz’ diyorduk. Onlar etkili olamadığı için ‘sıcak takip’ yapıyor, hatta Irak’ın kuzeyinde aylarca kalıyorduk. Çünkü oradan gelen teröristler askerlerimizi şehit ediyor, vatandaşlarımızı öldürüyordu. Uluslararası camia bizim girişlerimizi haklı buluyordu.

“Asker ‘hayır’ demez”

Bazıları, “Hükümetin emrine rağmen asker Suriye’ye girmiyor” iddialarını gündeme getiriyor. Direktif verilirse, askerin ‘hayır’ demesi söz konusu bile olamaz. Eğer bir komutan ‘Ben yapamam” derse görevden ayrılır ya da görevden alınır. Bir ülkenin güvenliğinden Bakanlar Kurulu sorumludur. Askere, emir verildikten sonra bunun yerine getirilmemesi demokratik bir ülkede olmaz.

Angajman değişti: Sınıra yaklaşan IŞİD'liler vurulacak

Türkiye, Suriye sınırındaki gelişmeleri yakından izlerken, uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanabilmek için angajman kurallarını değiştirme kararı aldı. Daha önce Suriye yönetimini hedef alan angajman kuralları bu kez IŞİD'e uygulanacak.

Türk askeri sınırda IŞİD'ten kaynaklanan tehditlere yanıt vermek için her durumda emir alması beklenmeyecek. Karşılığı anında olacak. Daha önce IŞİD militanlarının ellerinde silahlarla sınıra yakın yerlerde görüntüleri basına yansımıştı. Artık bu görüntülerin de önüne geçilecek.
Suriye sınırında Türk tankları
Sabah gazetesinin haberine göre sınıra yaklaşan tüm silahlı unsurlar tehdit olarak algılanacak. Suriye askeri unsurları gibi IŞİD militanları da, sınırı daha geçmeden sınıra yakın bölgede vurulabilecek. En ufak tacize misli ile karşılık verilecek. Bu müdahale kara, deniz ve havada da geçerli olacak. Sınırdaki askeri tedbirlerin artırılması da gündeme gelecek.

ÖRGÜTE ANGAJMAN İLK
Bir ülkenin başka bir ülkeden kaynaklı tehdidi nasıl ele alınacağını ve nasıl mücadele edileceğini belirlediği angajman kuralları örgütler yada başka grupları kapsama almıyordu. Suriye'nin tacizleri ve Türk jetini düşürmesi ile başlayan süreçte angajman kuralları değişmiş, tüm Suriye rejim unsurları tehdit olarak kabul edilmiş, sınıra yaklaştığı andan itibaren vurulması talimatı verilmişti. Suriye'den yapılan taciz atışlarına, topçu ateşleri ile karşılık verilmişti. Sınıra yaklaşan helikopter, uçak ve İHA'lar vurulmuştu.

FIRAT'IN BATISI KIRMIZI ÇİZGİ
Angajman kurallarının kapsamının genişletilmesi ile birlikte, Türkiye'nin Suriye'deki olası müdahalesinin çerçevesi de belirlendi. Yapılan tüm toplantılar sonrası IŞİD tehdidine karşı sınır güvenliğinin güçlendirilmesi, Suriye'nin kuzeyinde yeni bir devlet kurulması ile mücadele edilmesi ve Türkmenlerin güvenliği ana konular olarak belirlenirken tüm bunlara karşı önlem kapsamında "Fırat'ın batısı kırmızı çizgimizdir" denilerek, müdahalenin alanı belirlendi.

'MGK toplantısında 110 km uzunluğunda tampon bölge görüşülecek'

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, MGK toplantısının ardından açıklama yapacak

Milli Güvenlik Kurulu (MGK), seçimlerin ardından bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Beştepe'de toplanacak. MGK'nın gündemi, Suriye sınırında yaşanan sıcak gelişme olacak. Türkiye'nin sınırın karşı tarafında yaşananlara karşı izleyeceği strateji de ele alınacak. Son bir kaç gündür, PYD ve YPG güçlerinin, IŞİD'in ele geçirdiği yerleri geri almak için başlattığı çatışmalar artmıştı. Toplantıda tampon bölge hazırlıkları da masaya yatırılacak. Tampon bölgenin 110 kilometre uzunluğunda, 28 ile 33 km derinlikte olması öngörülüyor.

Yeni Şafak'ta yer alan haberin tam metni şöyle:

Müdahalenin gerekçesi

Toplantının ardından uluslararası topluma önemli mesajların verilmesi bekleniyor. Bu kapsamda Suriye'deki insanlık dramına, teröre ve istikrarsızlığa daha fazla duyarsız kalınmaması gerektiği vurgulanacak. Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit olarak algıladığı her durumda harekete geçeceğinin altı çizilecek.

Türkiye'nin yetkisi var

PYD'nin Suriye kuzeyinde devlet kurma girişimleri ve Türkmen, Arap ve muhalif Kürtleri bölgeden tehcir etmesiyle birlikte, TSK sınır ötesi harekat planı için hazırlıkları başlattı. Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik TSK'nın planladığı tampon bölgeyi destekleyen emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, daha önce Beşar Esed'le birlikte yapılmış sınır güvenliği ile ilgili bir anlaşmanın var olduğunu hatırlattı. Tanrıverdi anlaşmayla Türkiye'nin “ateş etme, tatbikat yapma, girebilme” hakkı olduğunu ifade etti.

İşaret fişeği verildi

Emekli Albay İrfan Çalışkan ise, “Cumhurbaşkanımızın 'Tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurdurtmayacağız' açıklaması da bunun bir işaret fişeği. Sözde kalmayıp, uygulamaya da konulmalı. O, sözünde duran biridir, inanıyoruz” dedi. Tampon bölgenin bir takım riskler de getirebileceğini söyleyen Çalışkan, “Bölgede barışın sağlanması için bölgenin teröristlerden arındırılması gerekiyor. Türkiye'de bu anlayışla bölgeye müdahil oluyor düşüncesine, özellikle Rusya ve İran'ı ikna etmeliyiz” diye konuştu.

Açıklama bugün

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye'nin olası Suriye'ye sınır ötesi operasyonu hakkında konuştu. Çavuşoğlu, “MGK toplantımız var, ondan sonra gerekli açıklamayı yaparız” dedi. Bakan Çavuşoğlu, Ordu'da esnaf ziyaretinin yanı sıra, partisinin Fatsa ve Ünye ilçe başkanlıklarını da ziyaret etti. Ünye İlçe Başkanlığı ziyareti sırasında bir gazetecinin, “Türkiye'nin Suriye'ye girmesi söz konusu, gazetelerde de var, bununla ilgili son durum nedir” sorusu üzerine Bakan Çavuşoğlu, bugün Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının yapılacağını belirterek, “Bugün MGK toplantımız var ondan sonra gerekli açıklamayı yaparız arkadaşlar” yanıtını verdi. Çavuşoğlu, daha sonra seçimlerde AK Parti'ye büyük destek veren Ünyelilere teşekkür etti.

AkSaray’a savaş helikopteri geliyor


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle Saray’a, gerektiğinde savaş uçağı taşıma kapasitesine sahip ABD yapımı Chinook helikopter alınacağı belirtiliyor. Dünyaca ünlü çift pervaneli helikopterin birim maliyeti yaklaşık 60 milyon dolar. Erdoğan için helikopterin VIP hizmeti verecek hale getirileceği kaydediliyor. Savaş ortamlarının vazgeçilmezlerinden olan Chinook, 55 kişi taşıyabiliyor. Helikopterler, mekanize araçları, top gibi silah sistemlerini nakledebiliyor. Chinook helikopterleri Yunanistan, İngiltere, İtalya ve Mısır gibi pek çok ülkenin ordusunda görev yapıyor.

DESTEK AMAÇLI
Chinook’lar yük helikopterleri arasında efsanevi bir yere sahip. CH - 47S tipi Chinook model helikopterler ABD ordusu için ilk kez 1962’de üretildi. Her türlü iklim ve şartta, savaşta, afette muharip ve hayat kurtarıcı olarak görev yapıyor. Helikopterlerin, ABD ordusunda 2040’lara kadar görev yapması bekleniyor. Chinook’lar ayrıca, ABD Başkanı Barack Obama’nın seyahatlerinde de destek amaçlı olarak sık sık kullanılıyor.

BİRİ SARAY’A

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında ocak ayında toplanan Savunma Sanayi İcra Komitesi’nde (SSİK), daha önce 6 adet alınması kararlaştırılan Chinook’ların sayısının 11’e çıkarılması kararlaştırılmıştı. Yeni sipariş taleplerinden 4’ü Genelkurmay Başkanlığı’ndan, biri ise Milli Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) geldi. MSB’nin helikopteri VIP maksatlı talep ettiği ve teslimat yapıldığında söz konusu Chinook’u Saray’a teslim edeceği kaydediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kadar büyük bir helikopteri ne amaçla kullanacağı ise merak konusu oldu.



"Siyaset Suriye'ye girmeden fırtına toplarıyla müdahale istiyor, TSK 'taarruz olur' diye reddediyor"

Askerin, yeni hükümet kurulmadan Suriye’ye girme planının olmadığı öğrenildi

Sivil otoriteyi asker ile karşı karşıya getiren Suriye direktifiyle ilgili tartışmalar derinleşirken TSK’dan beklenen adımlar arasında “askerin Suriye’ye girmesi” seçeneği bulunadığı öğrenildi.

TSK, IŞİD ve Esad rejimi ile mücadele eden Suriyeli muhaliflere destek verme konusunda da isteksiz. IŞİD mevzilerinin Fırtına toplarıyla ya da havadan bombalanması, muhaliflere lojistik destek verilmesi gibi adımlar için de yeni Meclis’in tavrı bekleniyor. Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Azez-Cerablus hattındaki gelişmeler ve Türkiye’nin atacağı adımlarla ilgili kurumların nabzını tuttu:

‘Koalisyondan destek olabilir’

Cumhurbaşkanlığı, hükümet, Dışişleri Bakanlığı, MİT: Yoğun çatışmaların yaşandığı Azez ve Mare’nin IŞİD’in eline geçmemesi için ABD’nin Kobani ve Tel Abyad’da PYD’ye verdiği desteğin benzerinin TSK tarafından Suriyeli muhaliflere verilmesini istiyorlar. Bu kapsamda muhaliflerle savaşan IŞİD mevzilerinin Türkiye topraklarında konuşlanmış uzun menzilli Fırtına toplarıyla ya da havadan vurulması, muhaliflere silah ve mühimmat desteği verilmesi bekleniyor. TSK’dan beklenen kısa vadeli adımlar arasında askerin Suriye topraklarına geçmesi yok. Ayrıca Cerablus’un ve ardından Azez’e dek uzanan 90 kilometrelik hattın, Kürt gruplar tarafından değil, Azez’de IŞİD’i yenilgiye uğratıp doğuya doğru ilerleyebilecek Suriyeli muhaliflerin eline geçmemesinin Türkiye’nin çıkarına olacağı değerlendirmesini yapıyorlar. Böyle bir adımın IŞİD’i hedef alacağı için ABD’nin öncülük ettiği uluslararası koalisyon tarafından destek bulacağı hesap ediliyor.

IŞİD’le savaşan da kırmızı listede

TSK: El altından lojistik destek yapması yasal olarak mümkün değil. Fırtına toplarının ya da Hava Kuvvetleri’nin kullanılması talebini, güvenlik tehdidi karşısında savunma amaçlı başvurulacak yöntem olarak değil ‘taarruz yöntemi’ olarak değerlendiriyor. Bu nedenle de bu adımı attığında uluslararası tepkilerin sert olacağından endişe ediyor ve saldırıya maruz kalmadıkça adım atmak istemiyor. Ayrıca uluslararası koalisyonu yönlendiren ABD’nin, Azez’de IŞİD ile savaşan grubun büyük bölümünü ‘kırmızı liste’de tuttuğuna, yani terörist unsurlar olarak gördüğüne dikkat çekiyor ve iki terörist grubun savaşında bir tarafa askeri destek vermek istemiyor. PYD ile IŞİD’in mücadelesinde de taraf olmadığını gerekçe gösteriyor. Sivil otoritenin, ‘güvenlik tehdidi’ gerekçesine de katılmıyor. Hem TSK’daki komuta kademesi değişimi, hem yeni bir hükümet kurulacak olmasına da dikkat çekerek, atılması istenen adımların zamanlamasının da yanlış olduğuna işaret ediyor. Bu adımların Suriye konusunda yeni kurulacak hükümetin ve yeni TBMM Genel Kurulu’nun da elini bağlayacağı tespiti yapılıyor.

‘Siyasi partiler de müdahaleye karşı’

CHP, MHP ve HDP: 2 Ekim 2014 günü kabul edilen tezkerenin yenilenmesi gerektiğini savunuyorlar. MHP lideri Devlet Bahçeli kurmaylarıyla yaptığı değerlendirmede “2014 tezkeresi yeterli değil” yorumunu yaptı. CHP, Suriye şehirlerindeki savaşın bütün taraflarının kirli olduğuna inanıyor ve Türkiye’nin bu savaşın dışında kalmasını istiyor. HDP, PYD’den esirgenen desteğin, El Nusra gibi El Kaide bağlantılı gruplardan oluşan ekibe verilmesine şiddetle karşı çıkıyor.

‘Yeni hükümetten önce adım zor’

Bu çerçevede ortaya çıkan tablo şu: TBMM Başkanı seçilip, Başkanlık Divanı oluşmadan, yeni bir hükümet kurulmadan TSK’nın adım atması beklenmiyor. Bu çerçevede, sınırda güvenlik tedbirlerinin yoğunlaştırılması, bölgeye askeri sevkıyat yapılması, bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin artırılması, angajman kuralları çerçevesinde TSK unsurlarının teyakkuzda kalması gibi adımlar dışında bir adım atılmayacak. TSK hedef olmadıkça savaşa müdahil olmayacak.

Ve Saray’daki Sultan’la Genelkurmay karşı karşıya! / Hasan Cemal

Birinci soru:
Suriye’ye yönelik bir operasyon konusunda Erdoğan ve Davutoğlu’yla asker karşı karşıya mı geldi?..
Öyle anlaşılıyor.
İkinci soru:
Genelkurmay, Suriye tarafında bir güvenlik kuşağı oluşturulmasının bazı riskler taşıdığını mı düşünüyor?
Öyle anlaşılıyor.
Üçüncü soru:
Suriye topraklarına en kısa zamanda girilerek bir güvenlik kuşağı oluşturulması için, kapalı kapılar arkasında asıl bastıran taraf acaba Davutoğlu’ndan çok Erdoğan mı?
Öyle anlaşılıyor.
Dördüncü soru:
Dünkü Hürriyet’in manşetindeki 2 KAPI  TALİMATI başlığını taşıyan haber daha çok askeri kaynaklara mı dayanmakta?
Öyle anlaşıyor.
Beşinci soru:
Asker ve sivil bürokrasi,  muhtemel ‘operasyon’a ilişkin çalışmaları ağırdan mı aldı, erteleyici bir tutum mu benimsedi?
Öyle anlaşılıyor.
Hürriyet’in Ankara’daki diplomasi muhabiri Uğur Ergan’ın 2 KAPI TALİMATI başlıklı haberinin ilginç bölümleri şöyle:

Asker karşı çıktı,
yazılı direktif istedi, ağırdan aldı

Suriye'ye girilerek bir güvenlik kuşağı oluşturulması için asıl bastıranın, Davutoğlu’ndan çok Erdoğan olduğu anlaşılıyor
Hürriyet’in güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesinden sonra Saray’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan bir dizi Suriye güvenlik toplantısında ortaya çıkan güvenlik riskleri konuşuldu.
Bölgede bir ‘Kürt devleti’ kurulması tehlikesiyle birlikte, Tel Abyad’ı kaybeden IŞİD’in Esad’ın desteği ile batıya yönelmesiyle ortaya çıkan güvenlik riskleri değerlendirildi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK’dan) tedbir alması istendi.
Ancak TSK, ortaya çıkacak risklere dikkat çekerek buna karşı çıktı.
Başbakan Davutoğlu ısrar edince TSK yazılı direktif istedi. Davutoğlu,TBMM’den 2014’te geçen tezkere, bu tezkere doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nda alınan kararları da dikkate alarak tedbir alınması talebini yazılı bir direktif olarak askere iletti.

ASKER: RİSKLER ÇOK  FAZLA…

 
'Saray'daki Suriye toplantısında TSK’dan tedbir alması istendi. Ancak TSK karşı çıktı, yazılı direktif istedi, ağırdan aldı'
Ancak sivil ve askeri bürokrasi, ‘riskler taşıdığı’ gerekçesiyle operasyon içerecek tedbirleri öteledi ve çalışmalarını ağırdan aldı.
Bir yetkili, “Hükümet kesin emir verirse TSK, Cerablus’a girmemek için direnir mi?” sorusuna, “Hayır, ama tüm riski siyasi irade üstüne almış olur” dedi.
TSK, riskler ile çekincelere vurgu yapmaktan geri kalmadı.
Bunlar ana hatlarıyla şöyle:
Böyle bir operasyonun gerekçesi ne olacak?
'Sınırımızda Kürt devleti kurulacak diye başka bir ülke topraklarına giriyoruz’ diyemeyiz. 
Suriye’deki gelişmelerde önemli aktörler olan başta ABD olmak üzere, Rusya ve İran ikna edilmeden böyle bir şeye girişmek Türkiye’yi bu ülkelerle de ciddi şekilde karşı karşıya getirir.
Sonuçta başka bir ülkenin toprağına girilecek.
Uluslararası hukuka uygun bir zemin hazırlanması için Esad rejimi ile de bir şekilde temasa geçilmesi şart.
Aksi durumda Türkiye komşu ülkenin toprağına tecavüz eden ülke konumuna düşebilir.
TSK bu bölgeye girdiğinde ilerleyeceği güzergâh boyunca aynı anda PYD, dolayısıyla PKK, IŞİD ve rejim güçlerinin hedefi olabilir.
Hatta PKK-PYD bağlamında ABD ile karşı karşıya kalınacağı da unutulmamalı.
Operasyon senaryoları bu ihtimaller göz önüne alınarak hazırlanmalı.

Askere göre yeni hükümet beklenmeli

Uğur Ergan’ın Hürriyet’in manşetindeki haberi herhangi bir yorum gerektirmiyor.
Ö
zetle:
Asker - 
sivil bürokrasi, muhtemel bir Suriye operasyonu konusunda Saray’la karşı karşıya...
Dünkü manşet haberin içinde, Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek’in bir değerlendirmesine yer verilmişti.
Şu bölüm ilginçti:
Genelkurmay Başkanı Özel'in Mayıs ayında 15 günlük izne ayrılmasını Suriye gerilimine bağlayan spekülasyonlar yapılmıştı. Genelkurmay 'tıbbi bir operasyon' açıklaması yapmasına karşın, Özel'in neden emekli olacağı ağustos ayını beklemediği tartışma konusu olmuştuGenelkurmay Başkanı Özel'in Mayıs ayında 15 günlük izne ayrılmasını Suriye gerilimine bağlayan spekülasyonlar yapılmıştı. Genelkurmay 'tıbbi bir operasyon' açıklaması yapmasına karşın, Özel'in neden emekli olacağı ağustos ayını beklemediği tartışma konusu olmuştu
Asker kaynaklı haberlerde, 7 Haziran seçimlerinden sonra Ak Parti’nin tek başına iktidar olmadığı, yeni hükümetin de henüz kurulmadığı gibi detaylara dikkat çekiliyor.
TSK yönetimi, söz konusu direktif (Suriye operasyonuyla ilgili hükümet talimatı, HC) hayata geçirildiğinde, ortaya çıkacak olumsuzlukların ve risklerin siyasi sorumluluğu olacağını gerekçe gösteriyor ve bu sorumluluğun seçimden çıkan bir hükümet tarafından üstlenilmesini bekliyor. 
Muhalefet, “Saray ve hükümet Türkiye’yi sıcak çatışmaya sokmak istiyor” iddiasını seçimden önce ortaya atmıştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel de bu çerçevede hükümetin her istediğini yapmakla suçlanmıştı.
Dolayısıyla askerde, hükümetten gelen Suriye direktifine karşı mesafeli bir tavır sergilemediği takdirde, Suriye operasyonunun getireceği olumsuzlukların Orgeneral Özel’den sorulması endişesi de mevcut.

Son söz siyasal otoritenin ama...

Belki de uzun zamandır ilk kez, özellikle ‘askeri kaynaklar’dan basına dönük böylesine net değerlendirmelere tanık oluyoruz.
Bunu not etmekte yarar var.
Evet, bir yanda siyasal otorite
Diğer yanda askeri bürokrasi
Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay'ı karşı karşıya getirdiği söylenebilirSon söz elbette ‘siyasal otorite’nin…
Ama bu ‘son söz’ün her zaman doğru olduğu, olacağı savunulabilir mi?
Sanmıyorum.

Suriye planı için dört nokta

Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay'ı karşı karşıya getirdiği söylenebilir
Ve dört noktanın üstünde bir daha durmak istiyorum: 
(1) Suriye’ye dönük bir ‘askeri operasyon’un Türkiye’yi olmadık maceralara sürükleyeceği, bunun da hem iç barışı, hem bölgesel barışı olumsuz etkileyeceği bu köşede birçok kez vurgulandı.

(2) Böylesine kritik bir kararı, -eğer ille de alınacaksa- 7 Haziran seçimlerinden sonra kurulacak yeni hükümete bırakmak gerekir.
(3) Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye operasyon diye tutturması son derece tehlikeli bir ‘oyun’dur.
(4) Son olarak, Erdoğan’ın Türkiye’yi kanlı bir tuzağa çekebilecek ‘seçim oyunu’nun, Saray’la Genelkurmay karargâhını karşı karşıya getirmiş olduğu söylenebilir.
İyi pazarlar!