30 Eylül 2010 Perşembe

Emekli Koramiral'den sualtında sanat

Türkiye’nin ilk sualtı ressamı olan eski Güney Deniz Saha Komutanı, emekli Koramiral Ekmel Totrakan’ın, denizin altında yaptığı resimlerden oluşan “Sessiz Dünyada Sanat” adlı 6. kişisel sergisi Nilüferlilerle buluştu.

Nilüfer Belediyesi Konak Kültürevi’nde gerçekleşen sergi açılışına çok sayıda Nilüferli sanat sever katılırken, su altı ressamı Ekmel Totrakan’ın yaptığı birbirinden güzel tablolar ise görülmeye değerdi. Sergi açılışında konuşan Nilüfer Belediyesi Başkan Vekili Sami Kahveci, böyle bir sergiyi Nilüfer’de görmekten büyük mutluluk duyduğunu belirtti. Sanata ve sanatçıya olan desteklerinin devam edeceğini söyleyen Kahveci, “Böylesi sıra dışı bir sanata imza atarak su altındaki güzellikleri su altında tabloya aktararak bizlere sunan emekli paşamız Ekmel Totrakan’a çok teşekkür ederim” dedi.

Daha sonra konuşan Ekmel Totrakan ise sergiyi iki yıl önce kansere yenik düşen sualtı belgeselcisi ve yakın dostu Haluk Cecan’ın anısına ithaf ettiğini belirterek, “Sevgili Haluk, için rahat olsun. En azından arzunu yerine getirdim. Beni böyle bir güzelliğe yönlendirdiğin için bu üçüncü sergiyi de sana ithaf ediyor, hatıran önünde saygı ve özlemle eğiliyorum” dedi. Su altı ressamı Ekmel Totrakan, Antalya, Bodrum ve Çeşme açıklarında su altında yaptığı tabloları, özel olarak hazırlanan bir tuval üzerinde, fırça yerine ıspatula ile gerçekleştirdiğini belirtti. Totrakan, konuşmasının ardından davetlilere su altında yaptığı yağlıboya tabloları gösteren kısa bir de film izletti. Bu arada Ekmel Totrakan’ın, resim yaparken çekilen filminin CD’leri ve şiir kitabı geliri sosyal sorumluluk projelerine aktarılmak üzere satışa sunuldu. Türkiye’nin ilk sualtı ressamı olan Ekmel Totrakan’ın birbirinden güzel 35 eseri 15 gün süreyle Konak Kültürevi’nde izlenime açık kalacak.

TSK Sağlık Komutanlığı ile Voleybol Federasyonunun İşbirliği Protokolü

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ile Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) arasında Milli Takım oyuncularını kapsayan Sağlık İşbirliği Protokolü imzalandı. Anlaşmayı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Sağlık Komutanı Korgeneral Hasan Memişoğlu ile Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanı Erol Ünal Karabıyık imzaladılar.

TSK Sağlık Komutanı Korgeneral Hasan Memişoğlu imza töreninde, “Elde ettiği başarılarla yüzümüzü güldürüp, Türkiye’nin tanıtımına büyük katkı yapan Milli Takımlara sağlık hizmeti vermek bize gurur verir” diyerek duygularını açıkladı. Korgeneral Memişoğlu, protokol metninde olmayan kimi sağlık sorunları ile karşılaşıldığında da protokole bağlı kalmaksızın sağlık hizmeti vereceklerini sözlerine ekledi.

TVF Başkanı Erol Ünal Karabıyık da Milli Takım sporcularını sağlık alanında en güvenilir kurumlardan biri olan GATA’ya emanet ettikleri için içlerinin rahat olduğunu açıkladı.

TSK, Levent Marina'yı kiraya verdi

Levent Marina, İzmir'in gözde mekanlarından biri olacak. Dirinler Döküm'ün işletme hakkını 7 yıllığına Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı'ndan aldığı marinada değişikliklere gidiliyor.

Levent Marina, İzmir'in gözde mekanlarından biri olacak. Dirinler Döküm'ün işletme hakkını 7 yıllığına Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı'ndan aldığı marinada değişikliklere gidiliyor.

Dirinler A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Melih Dirin, İzmir'e prestijli ve güzel bir mekan kazandırmayı hedeflediklerini belirterek, "İzmir'e butik bir marina kazandıracağız." dedi. "Levent Marina Yeniden" sloganıyla çıktıklarını aktaran Dirin, "Hızla ilerliyoruz. Herkesin keyif alacağı, yemek yiyeceği, tekne sahiplerinin rahatlıkla bağlayacağı, tekne bakımlarının en kaliteli şekilde yapılacağı bir yer planlıyoruz. Burada yelken kulüpleriyle birlikte sosyal aktiviteler yapacağız, yarışmalar düenleyeceğiz." şeklinde konuştu.

İnşaatların süratle devam ettiğini, kasımda tekne kabulüne başlayacaklarını belirten Dirin, yılbaşında kafe ve restoranlarıyla tam olarak faaliyete geçmeyi hedeflediklerini ifade etti. Denize ve İzmir'e sevgileri sebebiyle Levent Marina'yı kiraladıklarını vurgulayan Melih Dirin, Dirinler Döküm'ün bütün karakteristik özelliklerini buraya yansıttıklarını kaydetti.

Türk Silahlı Kuvvetleri sergisi için doğru adres Ankara

ASO Başkanı Nurettin Özdebir, Türk Silahlı Kuvvetleri Malzeme Sergisi’nin daha önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından çeşitli illerde düzenlendiğini, ancak bu serginin doğru adresinin Ankara olduğunu söyledi.

TÜRK Silahlı Kuvvetleri 2. Malzeme Sergisi Ankara Sanayi Odası (ASO) tarafından 1-10 Ekim tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek.

Başkent, TSK 2. Malzeme Sergisine hazırlanıyor. ASO, sergiye paralel olarak Ankara Sanayi Fuarı’nı da (ANSAF10) 1-5 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirecek. Sergi ve fuar ASO 1. Organize Sanayi Bölgesi’nde düzenlenecek.

Yerli üretim önemli
Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar, nihai teçhizatı yaparken içerisindeki kritik malzemelerin de Türkiye’de üretiminin büyük önem taşıdığını söyledi.

OSTİM’de 72 şirket
Bayar, bunun kapalı bir sistem içinde yani ana yüklenicilerin bütün imalatı kendi içlerinde gerçekleştirdikleri bir sistem içinde değil, ülke sanayinin gücünden, yeteneklerinden faydalanan bir sistem içinde yapılması gerektiğini kaydetti.

OSTİM’i ziyaret ettiklerini, orada bir savunma sanayi yan kümelenmesi oluştuğunu gördüklerini anlatan Bayar, OSTİM’de savunma yan sanayine iş yapan 72 şirket olduğunu söyledi.

Savunmada Türkiye odak
ASO Başkanı Nurettin Özdebir de serginin daha önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından çeşitli illerde düzenlendiğini, silahlı kuvvetlerin tüm ihtiyacının lojistik malzemelerini ihtiva eden serginin ise ilk olarak geçen yıl İzmir’de düzenlendiğini ancak bu serginin doğru adresinin Ankara olduğunu söyledi. Ankara’nın savunma sanayinde Türkiye’nin ciddi bir odak noktası haline geldiğini, savunma sanayinde önemli firmaların Ankara’da bulunduğunu ifade eden Özdebir, bunların kendilerine bir yan sanayi oluşturduğunu, bu yan sanayinin bu teknolojileri takip ederek Ankara sanayisine ciddi katkı sağladıklarını kaydetti.

'Faili meçhulleri kimin yaptığını söyleyeceğim'

İkinci “Ergenekon” davasının tutuklu sanığı Durmuş Ali Özoğlu, yarınki duruşmada faili meçhul cinayetlere ilişkin açıklamalarda bulunacağını söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada tutuklu sanık Mehmet Ali Çelebi'nin çapraz sorgusuna devam edildi.

Savcı Nihat Taşkın, Mehmet Ali Çelebi'den, tutuklu sanıklar Kemal Aydın ve Neriman Aydın ile olan ilişkisinden üstlerinin bilgi sahibi olduğuna ilişkin sözlerine açıklık getirmesini istedi. Çelebi de böyle bir şeyi bildirmenin zorunlu olmadığını ama teamüller gereği bunu “Aile dostluğumuz başladı” şeklinde ilettiğini ifade etti.

Çelebi, Hizb-ut Tahrir örgütüne sızma iddialarıyla ilgili soru üzerine de amacının, Cumhuriyeti savunmak adına faaliyette bulunmak olduğunu belirterek, tutusuz sanık Süleyman Solmaz'dan bu örgütün CD ve kitaplarını aldığını dile getirdi.

İddianamede, “Sözde TSK” ifadesinin kullanıldığını belirten Çelebi “Biz sözde TSK miyiz?” dedi. Savcı Taşkın ise bu ifadenin, “Sözde TSK'ye sızmaya çalışan örgüt” anlamında kullanıldığını kaydetti.
Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in, “Tutuklu sanık Hamza Demir'in size özel telefon hattı alabilecek birisi olduğu anlaşılıyor. Hamza Demir ile ne zaman ve nasıl tanıştınız?” sorusuna da Çelebi, kendisinin özel hattı olmadığını savunmasında belirttiğini ifade ederek, “Ben özel hat olmadığını maddi olarak ispatladım. Önce hattın nasıl özel hat olduğunu açıklayın ki ben de ona göre sorunuza cevap vereyim” dedi.

Pekgüzel'in “Konuşmalarınızda özel hat diye kendiniz söylüyorsunuz” sözleri üzerine Çelebi, yanlış bir kelime kullanmış olabileceğini dile getirdi.

Çelebi, savcıların sorularına “Bu sorduklarınızın terör içeriği nedir? Burada sosyal hayatım yargılanmasın. Masumiyet karinesini size hatırlatıyorum. Somut bir şey ortaya koymadan suçsuzluğumu ispat etmemi istiyorsunuz” diye tepki gösterdi.

Duruşmada, Çelebi'ye yöneltilen sorularla ilgili olarak Kemal Aydın da bazı açıklamalarda bulundu.

Savcı Pekgüzel de mahkeme heyetine “Kemal Aydın konuşmasında sık sık 'Zekeriya Öz ve takımı' ifadesini kullanıyor. Kimdir bunlar, açıklayabilir mi?” dedi. Aydın da “Emperyalist güçlerin hazırladığı istihbarat raporunun altına imza atan savcılar” şeklinde konuştu.

“SUİKASTLARI KİMİN YAPTIĞINI AÇIKLAYACAĞIM”

Tutuklu sanık Durmuş Ali Özoğlu'nun, yarınki duruşmada faili meçhul cinayetlerin faillerini açıklayacağı şeklindeki sözleri olduğunu belirten Pekgüzel, bu açıklamanın şimdi yapılmasını istedi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün de Özoğlu'ndan bu yöndeki açıklamalarını bugün yapmasını istedi.
Özoğlu ise “Bugün söz alacağımı bilmiyordum. Notlarımı güvenli bir yere koymam gerekiyordu. Yarın Eşref Bitlis, Cem Ersever, Turgut Özal suikastlarını kimin yaptığını açıklayacağım” şeklinde konuştu.
Duruşma, Mehmet Ali Çelebi'nin çapraz sorgusuyla devam ediyor.

''ATABEYLER GRUBU'' DAVASI

''Atabeyler Grubu''na yönelik açılan ve arasında 2 emniyet müdürü, 2 subay ve 2 astsubayın da bulunduğu 10 sanığın yargılandığı davanın görülmesine devam edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Murat Eren, Yasin Yaman ve İsmail Binici ile sanık avukatları katıldı. Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, CMK'nın 250. maddesi ile yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğinin, ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' soruşturmasına ilişkin iddianame ve eklerini DVD olarak gönderdiğini açıkladı. Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, dosyadaki eksiklerin tamamlanmasını talep ederken, sanıklar ve avukatları, İstanbul'dan gönderilen DVD'leri inceleyip, beyanda bulunmaları için süre istedi. Mahkeme, sanık ve avukatlarına DVD'lere ilişkin beyanlarını hazırlamaları için süre vererek, duruşmayı erteledi.

Erdoğan Genelkurmay Karargahı'nda

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ile görüşmek üzeri Genelkurmay Karargahı'na geldi.

Başbakan Erdoğan, Koşaner ile olağan haftalık görüşmesini yapmak üzere saat 13.30'da Genelkurmay Karargahı'na giriş yaptı. Erdoğan'ın gelişi öncesinde Genelkurmay girişinde yoğun güvenlik önlemi alındı. Koşaner'in girişini görüntülemek isteyen basın mensuplarına izin verilmedi.

Erdoğan, Koşaner'in Genelkurmay Başkanlığı'na atanmasından sonra ilk kez Genelkurmay Karargahı'na geldi.

Anılar denizi / Taha Kıvanç

Hay Allah, demek 'halkın mukavemetini artırmak için' her şey mübahmış ve gerekirse 'düşmana mal edilerek bazı değerlere sabotaj' da yapılabilirmiş... Bu iddianın sahibi örnek de veriyor: "Meselâ bir cami yakılır. Kıbrıs'ta biz bunu yaptık, bir cami yaktık..."

Biraz dağınık cümleyi tam sahibinin ağzından çıktığı biçimiyle yazayım isterseniz: "Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Meselâ bir cami yakılır. Kıbrıs'ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık..."

Aslında bu yazıyı burada sonlandırmam lâzım; bundan sonra yazılacak her şey yukarıdaki itirafın etkisini azaltacaktır çünkü...

Etkiyi büyüten, sözlerin sahibi olan kişinin kimliği: Org. Sabri Yirmibeşoğlu... Harp Okulu (1948) ve Kara Harp Akademisi (1957) mezunu Yirmibeşoğlu 1990 yılında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri iken kadrosuzluk sebebiyle emekli oldu. Kendisinden "Askerlik hayatı boyunca en önemli üst düzey karargâh ve komutanlık görevlerinde bulunması, yaşanılan olayları daha geniş bakış açılarından izleme olanağı verdi" diye söz edilen bir asker o...

Kıbrıs'ta bulunduğu biliniyor. İzmir, Napoli ve Brüksel'deki karargâhlarında görev yaptığı için bir NATO subayı aynı zamanda. Ancak esas ilgi alanı, uzun yıllarını geçirdiği Özel Harp Dairesi Org. Yirmibeşoğlu'nun...

Sizin anlayacağınız "Kıbrıs'ta bir cami yaktık" derken veya daha önce "6-7 Eylül (1955) olayları muhteşem bir özel harp operasyonuydu" tespitinde bulunurken, kendisinin görevi sırasında yaptığı bir gözlemi aktarmıyor, kurumsal olarak arşivine vakıf olduğu bir birimin tarihine ışık tutmuş oluyor...

Yıllar önce bir vesileyle Hürriyet gazetesini ziyaret ettiğinde karşısına çıkan gazeteci Fatih Güllapoğlu'na, "6-7 Eylül olayı muhteşem bir özel harp operasyonudur" dediğini sonradan inkâr etmişti Org. Yirmibeşoğlu; "Ben o sırada küçük bir subaydım, Özel Harp Dairesi'yle bir ilişkim olmamıştı, o zaman öyle bir daire de yoktu zaten" sözleriyle... Şimdi, "Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi cami de bombalanır" itirafıyla birlikte o sözlerine de sahip çıkmış oldu emekli komutan...

Söylemiş, ama akademik düzeyde söylemiş: "Gazeteci, bana, 'Bu olay neden yapıldı?' diye sordu, ben de ona akademik düzeyde konuştum ve 'Şunun için yapılır' dedim."

"Savaşta düşman üzerine 'Allah, Allah' diyerek hücum eden Mehmetçik cami bombalayacak ha?" diye soran komutanın kulaklarını çınlatıyor konuya değinen herkes...

İşin ilginç yanı şu: Org. Yirmibeşoğlu 'kitaplı' askerlerden; yaşadıklarını 'Askeri ve Siyasi Anılarım' adıyla kitaplaştırmıştı (1999, Kastaş Yayınları). İki cilt halinde yayımlanan anılarında bu konulara hiç girmiyor...
Anılarında (2. Cilt, s. 251) MGK Genel Sekreteriyken basınla bir buluşmasını anlatıyor Org. Yirmibeşoğlu. "Bir çok aydın geçinen insanlar Kürt konusunda bilgiçlik taslayarak, insan hakları, demokratikleşme adı altında Kürtçülüğün savunucusu haline gelmişlerdi" tespiti sonrasında yapılmış toplantı. Paşa, "Cumhurbaşkanı Özal'a basın patronları ve onların arzu ettikleri yazarları ile bir toplantı yapmayı teklif ettim" diye anlatıyor durumu.

Özal'ın uygun görmesiyle patron olarak Aydın Doğan, Kemal Ilıcak ve Asil Nadir çağrılmış; Nazlı Ilıcak, Rahmi Turan ve Hasan Cemal'i ismen hatırladığı birçok köşe yazarı da katılmış toplantıya... Paşa, "Kuva-yı Milliye basını olmanız gerekir" demiş katılanlara...

Niyetini kitabında şöyle açıklıyor Org. Yirmibeşoğlu: "Kanla ve gözyaşıyla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline içten ve dıştan dinamit koymaya çalışılan bir dönemde siyasi partiler oy getirisini artıracak ve basın tirajını yükseltecek diye devletin gücünü zayıflatacak tutum ve davranış içine girmemelidir herhalde."

Herhalde.

'Siyasi partiler' genellemesi altında, Paşa, SHP'nin 1990'da yayımlanan 'Güneydoğu Raporu'nu eleştiriyor, "Hem Güneydoğu halkına göz kırpıyor, hem de PKK'nın güçlenmesine ortam yaratıyordu" sözleriyle...

Aynı toplantıda, Cumhurbaşkanı Özal, "Benim teyzem de Kürt" demiş ve Kürt-Türk yakınlığından bahsetmiş. Hiç hoşuna gitmemiş Org. Yirmibeşoğlu'nun bu sözler... "Cumhurbaşkanına 'basının bu toplantıyı yayımlamamasını' söyledim" diye not düşüyor çünkü.

Görüyorsunuz, hayli açık sözlü bir emekli asker var karşımızda; ancak yüzlerce sayfalık anılar kitabında, konu 6-7 Eylül olaylarına ve Kıbrıs'a da geldiği halde, sonradan itiraf ettiği gerçekleri okurlarından saklamasını anlamakta zorlanıyorum.

İnsan anı kitabı yazar da, bilgisi dahilinde olan bu tür olayları kaydetmez mi?

Org. Yirmibeşoğlu ile yakın tarihimiz üzerine bir TV programı iyi gider...

Hrant Dink suikastında ihmalden 2’nci dava

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi olayında ihmali olduğu gerekçesiyle Trabzon 2’nci Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanan dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz için aynı suçtan ikinci bir dava daha açıldı.

Albay Öz’ün tek başına görevi ihmal suçundan yargılanacağı davanın ilk duruşması bugün Trabzon 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak. Dink suikastıyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında Albay Ali Öz ve 7 asker hakkında görevi ihmal suçlamasıyla dava açılmış, bu dava sürerken Dink Ailesi’nin AB’ye uyum çerçevesinde yürürlüğe giren yeni yasaları gözönünde bulundurarak yaptığı yeni şikâyet üzerine, Rize Ağır Ceza Mahkemesi yeni bir iddianame hazırlamıştı. Trabzon İl İdare Kurulu, Ali Öz hakkında yargılanabilir kararının daha önce verildiğini ve yeni karara gerek olmadığını bildirince dava kabul edilmişti.

BAŞBAKAN YARDIMCISI ARINÇ, CANLI YAYINDA:

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, tek tip askerlik konusunun hükümetten önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından dile getirildiğini belirterek, ''Keşke bu dile getirilmeseydi. Kendi yaptıkları çalışmayı hükümete sevk etseler, hükümetin de onaylaması halinde Meclise sevk edildiği zaman bunun üzerinde konuşulsaydı'' dedi.

Arınç, Habertürk televizyonundaki ''Hayatın İçinden'' programına katılarak, soruları yanıtladı. ''Tek tip askerlik konusunda AK Parti içinde farklı görüşler var. Siz ne diyorsunuz? Siz tek tip askerlik konusuna karşı mısınız? Rafa kaldırıldı mı?'' sorusu üzerine Arınç, ''Ben tek tipin her türlüsüne karşıyım. Tek tip kıyafet de olmaz'' karşılığını verdi. Eskiden cezaevlerinde ''Tek tip giyinmek istemiyoruz'', ''Tek tip konulmak istemiyoruz'' diye isyanlar çıktığını ifade eden Arınç, şöyle konuştu: ''Demokrasilerde tek tip diye bir şey olmaz, olmamalı. Çoğulculuk esastır, farklılıklar esastır ve farklılıkların zenginlik olarak toplum içinde kabul görmesi esastır. Şimdi oradan yola çıkarak demek istiyorum ki, tek tip askerlik konusu Genelkurmay tarafından ya da Genelkurmayı temsil eden organlar tarafından dile getiriliyor. Bu askeri bakımından gerekli bir düşünce sayılabilir. Yani onlar şunu düşünebilir; 'Farklı statüde askerlik yapılıyor. Bu askerlik eğitimine ve disiplinine zarar veriyor, dolayısıyla bizim çok sayıda asker kaynağımız var. Biz bunları belli bir süreyle aynı eğitimden geçirmeyi çok daha doğru buluyoruz' diyebilirler. Zaten söyledikleri de bu. Bu konuda bir hazırlık yaptıklarını da ifade ediyorlar.''

-''HÜKÜMETİN BENİMSEDİĞİ BİR KANUN TASARISI ANCAK MECLİSE GÖNDERİLEBİLİR''-

Arınç, ancak Türkiye'yi yöneten, ülkeyi yöneten bir hükümetin bulunduğunu, Genelkurmay Başkanlığının da hükümete karşı sorumluğu bulunduğunu kaydederek, sözlerine şöyle devam etti: ''Yani şunu söylemek istiyorum. Sadece Genelkurmay Başkanı, sadece bir kuvvet komutanının 'Bana göre şöyle olması gereklidir' sözü, eğer bir kanun çıkarılacaksa, hükümet bunu benimseyecekse, hükümet bunu bir tasarı olarak Meclise sevk edecekse o zaman bir siyasilerin karar vermesi lazım. Yani hükümetin benimsediği bir kanun tasarısı ancak Meclise gönderilebilir. Şu anda bize gönderilen bir taslak, bir çalışma yok. Eğer Milli Savunma Bakanlığı kanalıyla bize bir taslak gelirse biz hükümet olarak üzerinde çalışırız ve uygun buluyorsak Meclise sevk ederiz, uygun bulmazsak Meclise sevk etmeyiz. Hatta değiştirebiliriz, hatta tamamen reddedebiliriz, tamamen benimseyebiliriz de... Daha bu aşamada değiliz.''

-''KEŞKE BU DİLE GETİRİLMESEYDİ''-
Askerlik ve af gibi konuların toplumda hemen karşılık bulduğunu aktaran Arınç, telefonlarının günlerdir susmadığını bildirdi. İnsanların 2 şeyi merak ettiğini dile getiren Arınç, şunları kaydetti: ''Bir tanesi, uzun askerlik yaptığını düşünen birisi 'Askerlik kısalıyor mu? Ben hemen terhis olabilecek miyim?' diye soruyor. İkincisi 6 aylık askerliğe gitmiş, 'Eyvah bir seneye çıkacak. Bizim askerliğimiz uzayacak mı?' diyorlar. Bunlara hiç gerek yok aslında... Yani tek tip askerlik hükümetten önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından dile getirildi. Keşke bu dile getirilmeseydi. Kendi yaptıkları çalışmayı hükümete sevk etseler, hükümetin de onaylaması halinde Meclise sevk edildiği zaman bunun üzerinde konuşulsaydı. Bir defa tek tip konusu ifade edildiği kadarıyla tahsile bakmaksızın, yani okuryazar olmasıyla, üniversite mezunu, hatta doktora, yüksek lisans, mastır olması hatta doçent, profesör olması arasında hiçbir fark etmeksizin 12 ay askerlik yapılması diyelim. Böyle bir şeye mantıkla yaklaşmak mümkün değil.''

Arınç, okuma ve yazması veya ilkokul mezunu olan bir delikanlıyla, üniversitede halen ders veren bir doçentin aynı eğitime tabi tutulmasının, aynı sürede askerlik yapmasının çok mantıklı, çok doğru, makul gelmediğini belirterek, ''Ancak bunun gerekçelerini herhalde izah edecekler. Kafa karıştırmayalım. Bakanlar Kurulu'na gelen bir taslak yok, bu taslak üzerinde bir çalışma yok. Bunun kısa sürede de çıkıp çıkmayacağını soranlara 'Hayır. Kısa bir sürede böyle bir düzenleme çıkmayacak.' Bunun üzerinde fazla bir spekülasyon yapmayalım. Çünkü hakikaten gençlerimize yazık olmasın, onların ümitlerini söndürmeyelim ya da onlara lüzumsuz endişeler yüklemeyelim'' şeklinde konuştu.

Hakkarili çocuklar 'İnsansız Hava Aracı' buldu

Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde çocuklar tarafından 'İnsansız Hava Aracı' (İHA) bulundu. Araca askeri yetkililer el koydu.

Hakkari'nin Çukurca İlçesi Kale Mevkisi'nde oynayan çocuklar tarafından İHA bulundu. Çocuklar, saat 16.00 sıralarında buldukları insansız hava aracını ilçe merkezine getirdi. İHA, askeri yetkililer tarafından alınarak incelemek üzere 21. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığı'na götürüldü. İHA'nın sol kanat kısmının zarara gördüğü görüldü.

Türkiye ile Çin Gizli Tatbikat Yaptı

Türkiye ve Çin'in bu ay içinde Konya'da gizli hava manevrası yaptıkları ortaya çıktı.

ABD konu hakkında Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları'ndan bilgi istedi.

Taraf gazetesinden Lale Kemal'in haberine göre, Türkiye ve Çin’in, bu ay içinde “Anadolu Kartalı” tatbikatları çerçevesinde Konya’da gizlice ortak bir hava manevrası yaptıkları öğrenildi. Taraf ’ın görüşlerine başvurduğu Türk ve Batılı askerî kaynaklar, iki ülke arasında hava tatbikatı yapıldığını doğruladılar ancak manevraların ne tarihi ne de hangi uçakların yer aldığı gibi detayları vermekten kaçındılar.

ABD bilgi istedi

NATO üyesi Türkiye, Konya’da 2000’li yılların başından bu yana gerek ittifak üyesi gerekse ittifak üyesi olmayan ve dost olarak tanımladığı ülkelerle savaş oyunları tatbikatları yapıyor. Ancak Çin ile ilk kez bir hava tatbikatı yapıldığı belirtiliyor. Özellikle Türkiye’nin yakın müttefiki ABD’nin, tatbikatın neden yapıldığı ve ne tür savaş oyunlarının sergilendiği konusunda Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’ndan bilgi istediği öğrenildi.

Ziyaret öncesine denk geldi
Ortak tatbikat, Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun 8 ekim cuma günü Türkiye’ye yapacağı ziyaret öncesine de rastlıyor. Savunma sanayii uzmanları, Konya’daki manevralarda savaş oyunlarına katıldıkları tahmin edilen Çin’in Rus yapımı Mig 29 ile Su 27 savaş uçaklarının, Türkiye’nin envanterinde bulunan Amerikan Lockheed Martin yapımı F-16’lar ile boy ölçüşebilecek yüksek teknolojiye sahip olduğunu belirttiler. Aynı kaynaklar, bu tatbikat sayesinde Türk Hava Kuvvetleri’nin de, Rus yapımı bu savaş uçaklarının yetenekleri konusunda detaylı bilgiye sahip olma olanağına kavuştuklarını söylediler. Türkiye, geçen yıl Mig 29 almak için girişimlerde bulunmuş sonradan bu projeden vazgeçmişti.

Değişen tehdit algılamasına uygun
Türkiye’nin Çin ile gerçekleştirdiği ortak hava tatbikatının, Ankara’nın, başta komşular ve tüm dünya ülkeleriyle ilişkileri iyi düzeye getirme politikasına da uygun olduğu belirtiliyor. Hükümet, pek çok ülkenin tehdit olarak algılandığı ‘Kırmızı Kitap’ olarak da bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MGSB) değişikliklere gidiyor. Sorunların çözümünde uluslar arası aktör olma yolundaki Türkiye, korku fobisi oluşturan tehdit algılamalarını da yumuşatıyor. Bu yıl sonunda hazır hale gelmesi beklenen MGSB’de artık tehdit algılamalarının yerine işbirliğinin artırılması ama olası tehditlerin de iyi analiz edilerek gerekli tedbirlerin alınması çizgisi benimseniyor.

Ortak füze üretimi
Türkiye ve Çin, 1990’lı yılların ikinci yarısında ortak roket üretimiyle savunma alanında işbirliğinde ilk adımları atmışlardı. Çin ile 150 kilometre menzilli roket üretimini gerçekleştiren Türkiye, 30 Ağustos 2007 yılındaki Zafer Bayramı kutlamaları çerçevesinde “Yıldırım” kod adlı yeni güdümlü füzeleri de tanklar üzerinde sergilemişti.

'YAŞ' Kararlarına 'Balyoz' Mu İnecek?

YAŞ'da terfi alamayan iki general ve bir amiralin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne (AYİM) açtığı davada sona doğru yaklaşılıyor.

AYİM başsavcısının, terfi alamayan Balyoz davası sanıklarından tümgeneraller Halil Helvacıoğlu ve Gürbüz Kaya ile Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun itirazlarının haklı olduğu şeklinde mütalaa verdiği belirtiliyor. Asıl karar ise Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından AYİM'ye gönderilen savunmaların ardından alınacak. Konuyu değerlendiren eski AYİM hakimi Yarbay Veysi Savaş, YAŞ kararlarına mahkeme yolu kapalı olduğu için söz konusu generallerin farklı bir yol izlediğinin altını çiziyor.

Davanın YAŞ'taki üçlü kararnamenin iptal istemi ile açıldığını belirten Savaş, "Bu hukuka aykırı anayasa hükmünü dolaylı olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi aşacaktır. Sanırım YAŞ kararını değil kararnameyi inceliyorum diyecektir. Nihai karar mercii olma avantajını kullanıp, iptal kararı verecektir." ifadelerini kullanıyor. Savaş, Balyoz soruşturmasında haklarında yakalama kararı çıkan ve hakkında hükümeti devirme suçu iddiası ile dava açılan sanıkların terfi durumlarının YAŞ'ta ele alınmasının da hukuki olmadığını dile getiriyor. Hâkim Savaş, "YAŞ toplantısında durumlarının görüşülmemesi gereken kişilerin, terfi listesine alınıp puan verilmesinin senaryonun uygulaması olduğu şimdi dava açılması ile daha iyi anlaşıldı." değerlendirmesinde bulunuyor.

Ortada bir oyun olduğunu düşünen Savaş, bu üç generalin de haklarındaki iddia ve soruşturmalara rağmen terfi edecek sıraya alınmalarını da planlı bir senaryonun parçası olarak nitelendiriyor. Savaş, davacıların terfi etmesi durumunda AYİM'nin 'komik ve taraflı' bir konuma düşeceğini kaydediyor. Savaş şöyle devam ediyor: "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin Yüksek Askerî Şûra'nın terfi kararlarının Anayasa hükmü gereği yargı bağışıklığı sebebiyle inceleme yetkisi bulunmamaktadır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bu davaları ilk inceleme sonucu inceleme kabiliyeti bulunmadığından reddetmemesi ilk bakışta bir danışıklı dövüşü çağrıştırmaktadır."

Tek tip askerlik yerine profesyonel ordu / Mümtaz'er Türköne

Genelkurmay'ın hazırlayıp hükümete sunduğu 'tek tip askerlik' modeli, aslında içinden çıkılamayan bir açmazın ifadesi. Modern çağın gerekleri ile ordumuzun personel ihtiyacını karşılama yöntemi uyuşmuyor.

Bir yanda, hayata başlamak için dağ gibi askerlik engelini aşmaya çalışan gençlerimiz, öbür tarafta bu gençleri nasıl istihdam edeceğini kestiremeyen bir ordu. Tek tip, kafa karıştıran yeni şartlar karşısında en kestirme ama en yanlış çözüm.

Yaklaşık iki asırdır uygulanan 'mecburî askerlik sistemi' bütün dünyada ömrünü tamamlamış durumda. Çağımızın orduları uzmanlaşmış ordular. 'Profesyonel ordu' bu uzmanlık ihtiyacından doğuyor. İleri teknolojiye dayalı silah ve mühimmatı, en önemlisi haberleşmeyi altı ay askerlik yapan gençlerle kullanamazsınız. Profesyonel ordu, lejyon ordusu, yani paralı ordu anlamına gelmiyor. Kullanılan savaş araç ve gereçlerini kullanma konusunda uzun süreli eğitimlerle uzmanlaşmış bir ordu anlamına geliyor.

Vatandaşlık görevi olarak mecburî askerlik sistemini ilk defa Devrim Fransa'sı icat etti. Bu sistemin savaş alanlarında üstünlüğü görülünce bütün ülkeler tarafından benimsendi. Bizde de aynı tarihlerde uygulanmaya başlandı. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı 'can, mal, namus' güvencesi verirken iki alanda haksızlıkları önleme vaadinde bulunuyordu: Haksız vergi alınmaması ve askerlik süresinin sınırlandırılması. Uygulanan mecburî askerlik düzeni, askerliğin bazen ömür boyu yapılması gibi keyfi durumlara yol açıyordu. Askerlik ve verginin birbiri yerine ikame edilebilir vatandaşlık görevleri olduğunu, askerliğin 'bedel' namıyla vergiye çevrilebilmesi gösterir.

'Tek tip askerlik' önerisi, savunma yapımızın demokratik tartışmaya açılması için çok önemli bir fırsat. Karmaşık muhabere sistemini iki günde çözecek bir bilgisayar mühendisi ile mutfakta patates soymaktan başka elinden bir iş gelmeyecek ilk mektep terk birini aynı kalıba döküp altı ay askerlik yaptırmanın tek açıklaması var: Ordumuzun bu askerlere ihtiyacı yok. Altı ay süreyle çok farklı niteliklere ve yeteneklere sahip gençlere sabah sporu, sonra mıntıka temizliği yaptırmanın, nöbet tutturmanın, mutfakta haşlanmış yumurta soydurmanın bu ülkenin savunmasına ne gibi bir katkısı olabilir?

Yaklaşık 550 bin mevcudu olan bir ordumuz var. Mecburî askerlik sistemi ile işleyen bu ordunun teknoloji kullanma düzeyinin düşük, sevk ve idaresinin hantal olduğunu itiraf etmemiz lâzım. Mehmetçik, yani vatandaşlık borcunu ödeyen gençler ne yapıyor? Garsonluk yapan ve askerlikle alâkası olmayan 165 bin askeri hariç tutalım: Sadece eğitim yapıyorlar ve nöbet tutuyorlar. Ne gariptir ki aldıkları eğitim onları asgari piyade standartlarında bile gerekli donanıma sahip bir asker yapmıyor. Nöbet tutmak ise gelişen görüntülü teknolojiler karşısında çok geri bir güvenlik tedbiri. Şehirlerin içine serpiştirilmiş askerî birliklerin anlamsızlığı bile bu nöbet işinin saçmalığını göstermeye yeterli. Maksat güvenlikse al şehir dışına, koy kameraları...

Eskiden ordular, ülkenin en modern ve ileri kurumları idiler. Mecburî askerlik, toplumsal entegrasyonun ve bazı beceriler kazanmanın en etkili araçlarıydı. Okuma yazmayı veya ömür boyu sürdüreceği mesleği askerde öğrenenler çoktu. Bugün tam tersine yüksek yeteneklere ve becerilere sahip olanlar için askerlik sadece bir ayak bağından ibaret. Mecburi askerlik sistemi sadece bir alışkanlıkla yürüyor. Ordumuz toplum nezdindeki itibarını bünyesine aldığı bu gençler sayesinde sürdürdüğüne inanıyor. Sonuç olarak bu alışkanlıktan vazgeçmiyor. Ülkemizin savunma ihtiyaçları için hiçbir karşılığı ve anlamı olmadığı halde bu alışkanlık devam ettiriliyor.

Bu sorunun çözümü, daha büyük bir sorunun çözümünün içinde. Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarına göre ordusunun mevcudu ne olmalı? Bu rakamın Fransa ve İngiltere ile mukayese ederek 200 bin civarında olması beklenmeli. Tabii bu sayıdaki bir ordunun temel organizasyonunun da değişmesi gerekiyor. O zaman tek tip askerliğin de, mecburi askerlik düzeninin de anlamı kalmıyor.

Tek Tip Askerlik Rafa Kaldırılıyor

Hükümetin, tek tip askerlikle ilgili çalışmayı rafa kaldıracağı iddia edildi. Genelkurmay'ın hazırlayıp Başbakanlığa gönderdiği rapora AK Parti MYK Toplantısı'nda karşı çıkan isimlerin olduğu öğrenildi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, ‘Tek tip askerlik uygulamasına karşı olduğunu söyleyerek, “Hükümetim de buna sıcak bakmıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı bir çalışmadır, bakılır” dedi. Çelik, tek tip askerliğin hakkaniyete aykırı olduğunu vurguladı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, tek tip askerlik çalışması ile ilgili süreci doğrudan etkileyecek sürpriz bir çıkışta bulundu. Çelik, Ak Parti hükümetinin, Genelkurmay’ın üzerinde çalıştığı ve çıkması beklenen tek tip askerlik uygulamasına sıcak bakmadığını açıkladı. Böylelikle, askerler ile hükümet arasında bu konuda bir mutabakat olmadığı ortaya çıktı. Çelik, TSK’nın aylardır üzerinde çalıştığı tek tip askerlik için bir takvimin söz konusu olmadığını da belirtti. Çelik, şunları söyledi:

Bakılacak

“Bu konu çok tartışılıyor. Tek tip askerliğin Başbakanlığa gelir gelmez yasal altyapısının netleşip çıkarılacağı yönünde bir algı var. 9 ay deniyor. 12 ay diyenler var. Ancak durum böyle değil. Çünkü, ben Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik olarak buna karşıyım. Hükümetim de, bu tek tip askerlik uygulamasına sıcak bakmıyor. Bu Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı bir çalışmadır. Başbakanlığa gönderirler. Bakılır. Ama sonrasında Bakanlar Kurulu’ndan nasıl çıkar, orası bilinmez. O nedenle, ‘tek tip askerlik tamam’ demek acelecilik olur.

Hakkaniyet yok
“Peki neden karşıyız? Çünkü, bazı noktalarda ciddi anlamda hakkaniyete aykırı. Herkese, ‘Bundan böyle hepiniz ne olursa olsun şu kadar sabit askerlik yapacaksınız’ diyemezsiniz. Bir doktora yapmış kişi ile ilkokul mezununa aynı süre askerlik yaptırmak doğru gelmiyor. Dışarıda işi gücü olan, uzun süreler işinden ayrı kalması sakıncalar yaratan eğitimli kişilere, sabit ve uzun süreli askerlik pek haklı olmayabilir. Ama biz her tür teklife açığız. Mesela, bedelli askerlik ve profesyonel askerlik olabilir. Zaten Sayın Başbakanımız da son açıklamalarında getirilen raporları değerlendirdiklerini söyledi.”

Askerler istiyor
Tek tip askerlik çalışması son günlerin en çok merak edilen konusu. Bu çalışma, halen silah altında olan ve askerlik bekleyen yüzbinlerce genci, aileleri de dahil olduğunda toplumun büyük kitlelerini ilgilendiriyor. Bir süreden beri, Genelkurmay’ın tek tip ile ilgili bir çalışma yaptığı biliniyordu. Hatta, önceki komutan İlker Başbuğ ve şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, ağustostaki devir teslim törenlerinde bu süreci açıkça desteklediklerini ifade etmişlerdi. Orgeneral Koşaner, konuşmasında, “Bir an önce ‘tek tip’ askerlik uygulamasına geçilerek vatan hizmetinin herkes için eşit şartlarda yapılması, ayrıca eğitimli insan gücümüzden daha uzun süre ve daha etkin şekilde yararlanılmasına imkân yaratılması önem arz etmektedir” derken, Başbuğ da, “Askerlik hizmetinin tek tip askerlik şekline dönüştürülmesinin uygun olacağını değerlendirmekteyiz” demişti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise son olarak, tek tip çalışmasının Genelkurmay tarafından tamamlanıp Başbakanlık’a iletildiğini belirterek, “Bundan sonra inisiyatif Başbakanlık’ta, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nde” dedi.

Bedelli raporu
Başbakan Tayyip Erdoğan ise Başbuğ ile 23 Nisan’daki “bedelli askerlik” görüşmesinin ardından, “Uygun şartların oluşmadığı değerlendirilmiştir” açıklaması yapmıştı. Erdoğan’ın hafta sonu Dolmabahçe’deki gazetecilerle görüşmesinde bedelli askerliğe ilişkin, “Genelkurmay’dan rapor bekliyoruz, bakacağız” sözleri, konuyu tekrar gündeme getirdi. Halen Türkiye’de 100 bin civarında kişinin bedelli askerlik uygulaması beklediği tahmin ediliyor.

Emekli Albay Doğan Adliyeye Getirildi

Polis eşliğinde adliyeye götürülen Emekli Albay Doğan, araçtan indirildikten sonra tekerlekli sandalyeye oturtularak binaya sokuldu.

Polis eşliğinde gelen Doğan, araçtan indirildikten sonra tekerlekli sandalyeye oturtularak binaya sokuldu.
Emekli Albay Arif Doğan, kendisine ait olduğu ileri sürülen ve bir internet sitesine düşen ses kaydının ardından ifade vermek üzere adliyeye geldi. Doğan, saat 09.30?da İstanbul?da Beşiktaş Adliyesi'ne getirildi. Polis eşliğinde gelen Doğan, araçtan indirildikten sonra tekerlekli sandalyeye oturtularak binaya sokuldu. Doğan?ın Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz tarafından ifadesinin alınması bekleniyor.



29 Eylül 2010 Çarşamba

Kaç Askeri Olduğunu Bilmeyen Ülke

TÜİK’in kurumsal nüfusun hesaplanışına ilişkin bilgileri neden vermediği anlaşılıyor. Asker sayısını ya bilmiyorlar ya da açıklamalarına izin verilmiyor. Böyle bir ülkede bu aralar askerlik süresinin kısaltılması tartışılıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010 Haziran ayı istihdam rakamlarını açıkladı. Haziran verilerine göre işsizlikte azalma var. Yine de bu bilgi pek heyecan yaratmadı çünkü son yıllarda herkes istihdamın mevsimsel dalgalanmalar gösterdiğini öğrendi. Artık yaz aylarında tarımda ve bazı hizmet alanlarında istihdamın arttığını ve işsizliğin azaldığını hepimiz biliyoruz. Nitekim TÜİK de mevsimsel etkilerden arındırılmış istihdam tabloları yayınlamaya başladı.

İşgücüne katılma oranı

Son sıralar, işsizlik rakamlarına ilişkin olarak ilgi çeken ve tartışmalara yol açan başka bir veri de "işgücüne katılma oranı". Bu oran çok tartışıldı, Avrupa ülkelerine göre aşırı yüksek olduğundan söz edildi, işsizliğin düşük gösterilmesine yol açtığı öne sürüldü. İşgücüne katılma oranı, çalışma çağındaki nüfusun ne kadarının çalışmaya hazır olduğunu, ne kadarının da çeşitli nedenlerle işgücü piyasasının dışında kaldığını gösteren bir katsayı. TÜİK bu katsayıyı hesaplıyor, işgücü piyasasının dışında kalan nüfusu da ayrıntılı bir biçimde sınıflandırıyor. Bu nüfus grubuna öğrenciler, emekliler, ev kadınları, iş bulmaktan ümidini kesenler, rantiyeler gibi kesimler giriyor.

Bunlar hep tartışılıyor ama bütün bu verilerin temelinde yer alan kavram pek tartışılmıyor. TÜİK hesaplamalarını yaparken "kurumsal olmayan nüfus"u esas alıyor. İşsizlik oranı işgücüne göre hesaplanıyor, işgücü de kurumsal olmayan nüfusa göre. Bu nedenle kurumsal olmayan nüfusun hesaplanması önemlidir. Ancak TÜİK bize bu hesapla ilgili hiçbir bilgi vermiyor.

Kurumsal nüfus

TÜİK kurumsal olmayan nüfusu "Okul, yurt, otel, çocuk yuvası, huzurevi, özel nitelikli hastane, hapishane, kışla ya da orduevinde ikamet edenler dışında kalan nüfus" olarak tanımlıyor. TÜİK yayınlarında, kullanılan tanım ve kavramların Avrupa Birliği tanımları ile tutarlı olduğu belirtilmekle birlikte, bazı farklar olduğu da görülüyor. Gerek Avrupa Birliği gerekse OECD tanımlarına göre, kurumsal nüfusun kurumlarda uzun dönemli olarak kalması ve ihtiyaçlarını kurumlardan tedarik etmesi koşulu var. Örneğin otellerde kalanların kurumsal nüfusa dahil edilmemesi gerektiği belirtiliyor.

Asıl sorun şu; TÜİK kurumsal nüfusu nasıl hesapladığını bize açıklamıyor. Her konuda gerekli gereksiz bir sürü ayrıntıyı sayıp dökerken, bu konuda en ufak bir rakam vermiyor. Kurumsal nüfusun kaç kişi olduğunu ve kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz.

Sıkıcı olmak pahasına, kurumsal nüfusu hesaplamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. 31 Aralık 2009 tarihindeki toplam nüfusu ve kurumsal olmayan nüfusu biliyoruz.

Toplam nüfus 72 milyon 562 bin, kurumsal olmayan nüfus 70 milyon 907 bin kişi. Bu durumda kurumsal nüfus 1 milyon 655 bin kişi oluyor. Peki bu nüfus kimlerden oluşuyor? O tarihte hastanelerde 209 bin yatak var. Hastanelerin doluluk oranı yüzde 63. Demek ki hastanelerde kabaca 130 bin kişi yatıyor. Cezaevlerinde de 105 bin kişi yatıyor.

Sosyal Hizmeltler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) huzurevi, çocuk yuvası, özürlü bakımevi gibi kurumlarının kapasitesi 31 bin, doluluk oranı yüzde 71. Yani 23 bin kadar insan buralarda barınıyor. Özel sosyal hizmet kurumlarında da 18 bin kişi var.

Yurt-Kur yurtlarında 230 bin, MEB yurtlarında 194 bin, üniversite yurtlarında 50 bin, özel yurtlarda 320 bin öğrenci kalıyor. (Gerçi TÜİK'in öğrenci yurtlarını hesaba dahil edip etmediği belli değil, zira hesaba dahil edilseydi yaz aylarında kurumsal nüfusun büyük ölçüde düşmesi gerekirdi.)

Asker sayısı

Bütün bu sayıların toplamı 1 milyon 70 bin kişi. Bu rakama sadece askerler dahil değil. Kurumsal nüfustan bu sayıyı çıkarırsak, 1.655.000 - 1. 070.000 = 585 bin asker olduğu anlaşılıyor.

Peki bu sayı inandırıcı mı? Türkiye'de kaç asker olduğunu öğrenebileceğimiz bir yerli kaynak yok. Yabancı kaynaklar da farklı farklı sayılar veriyorlar. Federation of American Scientists 789 bin asker, International Institute for Strategic Studies 639 bin asker, Global Fire Power 514 bin asker, 150 bin jandarma, 380 bin aktif yedek, Wikipedia ise 540 bin asker, 183 bin jandarma olduğunu yazıyor. Türkiye'de çeşitli köşe yazılarında 500 binden başlayıp bir milyonu aşan tahminler yapılıyor.

TÜİK'in kurumsal nüfusun nasıl hesaplandığına ilişkin bilgileri neden vermediği anlaşılıyor. Asker sayısını ya bilmiyorlar, ya da açıklamalarına izin verilmiyor. Türkiye'de halk kaç askeri olduğunu zaten bilmez. Kamu bürokrasisi de bilmez (Bunu vaktiyle DPT'de istihdam ve işsizlik hesaplarını yapan biri olarak söylüyorum). Siyasi partiler de bilmez. Milletvekilleri de bilmez. Milli Güvenlik Kurulu'na üye olmayan bakanların da bildiğini sanmıyorum. Umarım Milli Güvenlik Kurulu'na üye olan bakanlar biliyordur.

Böyle bir ülkede bu aralar askerlik süresinin kısaltılması tartışılıyor. Kimileri asker sayısının azalacağını, ihtiyacı karşılamayacağını söyleyerek karşı çıkıyor, kimileri de bir sorun yaşanmayacağını, asker sayısının yeterli olacağını savunuyor. Sonunda bir karar verilecek. Ama bu kararda, asker sayısını bilmesine izin verilmeyenlerin rolü olmayacak.

Genelkurmaydan Açıklama (Hanefi Avcı - Hıfzı Çubuklu)

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığından yapılan yazılı açıklamada, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, kitabındaki ve kitabın yayımlanmasından sonrasındaki iddialarının, Askeri Savcılıkça yürütülmekte olan muhtelif soruşturmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgisinin tespiti için, tanık sıfatıyla 27 Eylülde ifadesinin alındığı belirtilerek, ancak ifade esnasında ''Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da hazır bulunduğu'' şeklindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığı bildirildi.

Özal'dan çok konuşulacak açıklama

TRT Haber'de dün gece Kozmik Oda programının konuğu olan Ahmet Özal, Turgut Özal suikastı ve ölümü üzerindeki şüphelere ilişkin Rıdvan Memi'nin sorularını yanıtladı.

Pazartesi günkü savcılık ifadesinden sonra ilk kez konuşan Özal'ın açıklamaları yenilir yutulur cinsten değil. İşte o açıklamalar:

'SUİKASTI EN İYİ BİLENLER AHMET SELÇUK VE BÜLENT ŞEMİLER'
"O dönemde Başbakanlık müsteşarı Ahmet Selçuk ve Emlak Bankası Genel Müdürü Bülent Şemiler'in babam tarafından görevlendirilerek İsviçre'de çalışmalar yaptıkları, bilgi ve isimlere ulaştıkları hatta bu bilgilerin İsviçre İstihbarat Örgütleri tarafından tespit edilip verildiğini biliyorum. Ahmet Selçuk'un İsviçre'de yaptığı araştırmabankahesapları, para hareketleri, para transferlerini de kapsıyordu. Bu işi en iyi çözenlerden bütün bilgilere belgelere vakıf olan kişilerden biri Eski Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Selçuk'tur. Bir diğeri de dönemin Emlak Bankası Genel Müdür Bülent Şemiler'dir. Bunlar çok iyi bilirler bu konuyu."

'SUİKASTA PARTİ İÇİNDEN DESTEK VARDI, CEMİL ÇİÇEK'İN BANA SALDIRISI BUNUNLA BAĞLANTILI OLABİLİR'
'Babama o günkü kongrede oturması için her zamanki yerinde değil yerde herkesin içinde bir koltuk ayırmışlardı. Bunun kimin ayarladığını bilmiyorum onu artık savcılık bilecek. O koltuklara oturmuş olsalar Kartal Demirağ'ın ateş etme mesafesi 30 santime kadar düşerdi. Koltuklar neden oraya kondu? Bu alışılmış bir şey değil. Bunların araştırılması gerek'. Rıdvan Memi'nin kongre günü bazı milletvekillerinin kapı güvenliğini gevşetmesi için Mustafa Kalemli'ye baskı yapıldığı duyumunu sorması üzerini bu bilgiyi doğrulayan Ahmet Özal, "O milletvekilleri kimdi, dedi ve sözü kendisini mezar ticareti yapmakla suçlayan Cemil çiçek'e getirdi, "Şimdi de o dönemde babamla çalışmış bazı isimler bugün bana karşı çok saldırganlar. ÖrneğinCemil Çiçekbana neden bu kadar agresif davrandı bilmiyorum" Rıdvan Memi "Bu iki olay arasında bağlantı olabileceğini mi düşünüyorsunuz" sorusuna Özal, "Olabilir, savcıların araştırması gerekiyor, Bazı ANAP kökenli milletvekilleri bir araştırma komisyonu kurulmasını istemeyeceklerdir. Kendilerine sormak lazım özellikle babamın suikastıyla ilgili sormak lazım neden bu kadar rahatsız oluyorlar ve agresifler. Ölümüyle ilgili kendisi açıklama yapıyor zehirlenme yoktur eceliyle ölmüştür diye. Sen otopsi mi yaptın? Sen doktor musun? Bunlar suikastın parti içinden desteklendiği iddiasıyla birlikte de okunabilir. Hiç belli olmaz bu işler" yanıtını verdi. Özal'ın dikkat çektiği bir başka konu: "Kartal Demirağ kongre salonuna silahla girmedi. Çünkü silahla giremezsiniz kongre salonuna. O silah o salona kim tarafından ve nasıl sokuldu savcılık bunu da araştıracaktır. Bu büyük bir soru işareti"

'KORKUT ÖZAL BAZI ŞEYLERİ BİLİYOR AMA KONUŞMUYOR'
'Ben 1998 yılında babamın kanının hastaneden kaybolmasından sonra suikastı araştırmaya karar verdim. Suikast ve ölüm ilişkisini sorgulamaya başladım. Ben 1999'da milletvekili olduğumda babamın suikastını ve ölümünü araştıracak bir komisyon kurulması için önerge verdim. Hiçbir hükümet buna önem vermedi. Hiçbir iddia kaale alınmadı. Korkut amcam da bazı şeyleri biliyor ama konuşmuyor. Birilerinin konuşması gerekiyor. Bunların artık konuşulma zamanı geldi.

'TURGUT SUNALP'İ DESTEKLEYEN BAZI ASKERLER 'BU ADAM (ÖZAL) YOK EDİLMELİ' DEDİLER'
"83 seçimlerinde hiç kimse Turgut Sunalp'ın MDP'si karşısında babamın partisine şans tanımıyordu. Ama babam yüzde 46-47 oy alınca bazı toplum mühendisleri yanlış yaptıklarını anladılar o yanlış nasıl düzeltilebilir, bu adam ortadan yok edilmesi lazım dediler. Maalesef TSK içinde kendinde yasaların vermediği güçler olduğunu düşünen insanlar vardır. Bunların temizlenmesi lazım. Çünkü bunlar kendi kendilerine toplum mühendisliği yaparlar. Babam Necetler olayı ile komuta kademesine müdahale etmeseydi 2000 yılına kadar genel kurmay başkanlarının kim olacağı planlanmıştı. Bu zincir kırılmasaydı Sabri Yirmibeşoğlu Paşa genel kurmay başkanı olacaktı."

'BABAMLA YAKIN OLAN HİRAM ABAS ÖLDÜRÜLMEDEN ÖNCE SUİKASTI ARAŞTIRIYORDU'
"Babam MİT'in sivilleşmesi için çok uğraşmıştı. Belki bugün inkar edilen JİTEM'de bu nedenle kurulmuştu daha sonra. Ben hiç bunu düşünmemiştim ama Hiram Abas'ın kendi başına gelenleri de hesaba kattığımızda babamın suikastı MİT'e yaklaşımıyla ilgili de olabilir. İhtimaldir. Hiram Abas öldürülmeden önce babama yapılan suikastı araştırıyordu. Hiram Abas iyi bir araştırmacıydı ve babama çok gidip gelirdi. Babama buna gerek olmadığını söyleyenler de vardı çevresinde."

'EROL SİMAVİ İSMİNİ İSVİÇRE İSTİHBARATI VERDİ, BİR GAZETECİ, BİR İŞADAMI VE BİR ASKER DAHA VAR'
"Ben Erol Semavi ismini rahmetli babamdan duydum. İşin içinde olduğuyla ilgili. Ancak işin hangi boyutunda yer aldığı İsviçre İstihbaratından alınan bilgiler açıklandığında daha net ortaya çıkar. Erol Simavi ismi İsviçre İstihbaratının verdiği birkaç isimden biriydi".. Rıdvan Memi'nin diğer isimler kimdi sorusuna yanıt vermek istemeyen Özal, Memi'nin "Bunlar bir asker, bir medya mensubu, bir işadamı mıydı" sorularına "Evet" yanıtını verdi ve bu isimleri savcıyla paylaştığını söyledi.

'ÖZKÖK PATRONUNUN GAZETECİLİK DIŞI İŞLERİNİ BİLDİĞİNDEN RAHATSIZ OLDU, MESELA KAÇAKÇILIK'
"Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı'nın yazdıklarına anlam vermek çok zor. Sizi ilgilendiren bir konu yokken bir anda oraya buraya zıplamaya başlıyorsanız bunun bir nedeni olmalı. Sen savcıdan daha çok şey mi biliyorsun. Eğer bu bahsedilenlerin gerçek olduğu ortaya çıkarsa utanmayacak mısın. Neden savunduğunu anlatabilecek misin millete. Bunlar patronlarının gazetecilik dışında başka işlerini de biliyorlardır belki rahatsız oldukları budur. Mesela Türkiye'deki kaçakçılık işleriyle ilgili bilgileri olabilir."

'1993 YURTDIŞINDAN YÖNLENDİRİLEN JİTEM, ERGENEKON, DERİN DEVLETİN ESERİ, SUİKASTÇILAR DA BUNUN İÇİNDE'
"Suikastın arkasındaki kişilerin 1993 yılına kadar bu işin peşini bırakmadıklarını düşünüyorum. Eğer bir komisyon kurulacaksa Özal'ın ölümüyle ilgili muhakkak suikastla beraber kurulması gerektiğini her zaman söyledim. Tek başına birinin incelenmesi bir şey ifade etmez. 1993 yılında ölümünden önce babamla en son Türkmenistan'da birotelodasında görüştüm. Bana aynen şunu söyledi, "Ben döndüğümde bir siyasi risk alarak bu PKK ve Kürt meselesini çözeceğim". Bunu nasıl yapacağını dönünce açıklayacaktı. Ama benim bildiğim kadarıyla Eşref Bitlis Paşa'yla PKK meselesini barışçıl ve demokratik yollarla çözecekti. Hatta rahmetli Uğur Mumcu da bugün Başbakan'ın söz ettiği PKKErgenekonilişkisini çözmeye çalışıyordu..1993 yılı Türkiye'de barışı yok etmek isteyen bir yapının eseridir. Bana göre bu yapı yurtdışından yönlendirilen veya idare edilen kimilerinin derin devlet dediği, kimilerinin Ergenekon dediği, kimilerininJİTEMdediği bir yapıdır. Ben o işlerin arkasından bu yapının çıkacağına yüzde yüz eminin. Babama suikastı organize edenler kesinlikle 1993'te yaşananların da içindedir."

'ÖZAL HACETTEPEYE DE HEMEN GÖTÜRÜLMEDİ, ARABA YARIM SAAT GEZDİRİLDİ'
"Babam o gün hastaneye arabayla götürülüyor, ambulansla değil. O gün köşkte doktor ve ambulans yok oluyor. Yani 24 saat doktor ve ambulans olması gereken köşkte o gün bunlar yok. Araç GATA'ya götürülürken yoldan döndürülüyor ve yarım saat yolda kaybediliyor. Dolaştırıyorlar arabada rahmetliyi. Bunların soruşturulması lazım. Kimin döndürdüğünün soruşturulması lazım. Bir de kanın kaybolması meselesi var tam bir felaket. Hacettepe kanı bizde gelin alın diyor ertesi gün kan kayboldu kusura bakmayın diyorlar. Ondan sonra benim şüphem arttı zaten."

'BABAM HER ŞEYİ KASETLERE OKUDU, 3-4 AY SONRA YAYINDA, ÇOK ŞAŞIRACAKSINIZ'
Özal'ın saç tellerinin analiz edildiğine dair basında bugüne kadar çıkan haberleri yalanlayan Özal, "Babamın saç telleri kesinlikle analiz edilmedi. Otopsiyi annemin engellediği iddiası da doğru değil" dedi. "3-4 ay sonra babamın kasetlere okuduğu doğum yılından 1992 yılı sonuna kadar yaşadığı bütün olaylar ve perde arkaları yayınlanacak. Bana vasiyeti ben öldükten en az 15-20 yıl sonra yayınla. Çok şaşıracağınız şeyler var. Diyor ki notlarında artık Türkiye'nin kalkınmasını hiç kimse engelleyemez, ancak kötü siyasetçiler yavaşlatır. AP'nin kuruluşunda yaşanan enteresan siyasi olaylar, Ecevit ile 1977'de yaptığı görüşmeler, Ecevit'in kendisine ekonomiden sorumlu bakanlık teklifi... Sikastı ile ile ilgili bilgiler de var..."

Hanefi Avcı askeri savcıya konuşmuştu

Yazdığı "Haliç’teki Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat" isimli kitabıyla büyük bir tartışma yaratan ve dün gözaltına alınan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı önceki gün Genelkurmay Askeri Savcılığı'na tanık olarak ifade verdi.

İşte Milliyet gazetesinde yer alan Nedim Şener imzalı haberin ayrıntıları...
Avcı ifadesinde Fethullah Gülen cemaatinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili “imamının” adını verdi.

Gözaltına alınmadan önce telefonla görüştüğümüz Hanefi Avcı, önceki gün Genelkurmay Askeri Savcılığı’na ifade verdiğini belirtirken “Gereken her şeyi anlattım” dedi.

Avcı “Daha önce cemaatin Emniyet imamı ‘Kozanlı Ömer’ ile Milli İstihbarat Teşkilatı imamı ‘Sinan’ diye bilinen isimleri açıklamıştınız. TSK İmamının ismini verdiniz mi?” şeklindeki sorumuza, “Bilmeleri gereken her şeyi söyledim, elbette onu da bildirdim” cevabını verdi.

Avcı gözaltına işlemi sırasında yaptığı açıklamada da “Hukuksuz bir uygulama ile karşı karşıyayım. Karşımızda hukuk yok. Karşımızda hukuk adamları yok. Karşımızda tehlikeli bir örgüt var. Cemaat var. Devlet bunlarla mücadele etmeyecekse ben tek başıma edeceğim” dedi.

Hanefi Avcı, hafta sonuna doğru yapacağı basın açıklaması metnini de sabah erken saatlerde elektronik posta alarak gönderdi. Gözaltına alınmadan hemen önce elimize geçen ve pazartesi günü kaleme alındığı, son düzeltmelerinin de dün yapıldığı anlaşılan yazılı açıklamada Avcı, “Başına gelenleri cemaat operasyonu” olarak değerlendirdi.

PREVEZE DENİZ ZAFERİ'NİN 472'NCİ YIL DÖNÜMÜ

Preveze Deniz Zaferi'nin 472. yıl dönümü kapsamında orijinali esas alınarak inşa edilen Nusret Gemisi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in katıldığı törenle denize indirildi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının internet sitesinde yer alan açıklamada, Akdeniz'in bir Türk gölü haline getirilmesini sağlayan Preveze Deniz Zaferi'nin 472. yıl dönümü ile Türk Deniz Kuvvetleri Günü'nün ''coşku ve heyecanla'' kutladığı bildirildi.

Etkinlikler kapsamında Gölcük Tersanesi Komutanlığında yapılan törenle orijinali esas alınarak inşa edilen Nusret Gemisi'nin denize indirildiği belirtilen açıklamada, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yiğit'in törendeki şu açıklamalarına yer verildi: ''İşte bugün, kahraman atalarımızın aziz hatıralarını yaşatmanın bizler için bir görev olduğu bilinciyle, tarihimizi bizden sonraki nesillere layıkıyla aktarmak açısından bir ilki yaşamaktayız. 1910'ların başında denize indirilerek mavi sularla ilk buluşmasından yaklaşık bir asır sonra tarihin tekerrür ettiği bugün, Çanakkale'de destan yazarak abideleşen Nusret Mayın Gemisi'nin yeniden doğuşuna hep birlikte tanıklık ediyoruz. Özlemle beklediği denizlere birazdan tekrar kavuşacak olan mütevazı Nusret ile ecdadımıza olan vefa ve minnet borcumuz açısından küçük de olsa bir adım atmış olacağımıza inanıyorum.''

Nusret Mayın Gemisi'nin o dönemde yaşanan tarihi olayları yeni nesillere aktarmak, tarih bilincini artırmak, denizcilik sevgisini aşılamak amacıyla aslına sadık kalınarak Gölcük Tersanesi Komutanlığınca inşa edildiği belirtilen açıklamada, geminin iki pervaneli, 38 metre boyunda 6 metre eninde, 175 ton ağırlığında ve azami hızı 2 deniz mil/saat olacak şekilde dizayn edildiği belirtildi. Gelecek yıl 18 Mart'ta hizmete girmesi planlanan geminin Çanakkale'de zaferin gerçekleştirdiği sularda seyir ederek, tarihi yeniden yaşatacağı bildirildi.

Açıklamada ayrıca düzenlenen törenlerle TCSG-94 botunun Sahil Güvenlik Komutanlığına teslim edildiği, inşa süreci devam eden SG-95 botuna Türk bayrağının ''toka edildiği'', inşa edilecek torpido taşıma gemisi içinde ilk kaynak töreni yapıldığı kaydedildi.

O hakim toprağa verildi

17 yaşındaki Erdal Eren’in idamına karşı çıkan emekli Hakim Tuğgeneral Erkan toprağa verildi

12 Eylül darbesinin en tartışmalı idam kararlarından biri olan 17 yaşındaki Erdal Eren’in asılmasına 15 askeri hakim içinde karşı çıkan 2 kişiden biri olan eski Askeri Yargıtay Başkanı Emekli Hakim Tuğgeneral Hakkı Erkan vefat etti. Askeri Yargıtaydan yapılan yazılı açıklamaya göre, emekli Hv. Hakim Tuğgeneral Hakkı Erhan (1950-2), 1971 yılında askeri Yargıtay Üyesi seçilerek 1980-1984 yılları arasında Askeri Yargıtay 3. Daire Başkanlığı, 1984 yılında Tuğgeneralliğe terfi ederek 1984-1986 yılları rasında Asker Yargıtay İkinci Başkanlığı, 1986-1988 yılları arasında Askeri Yargıtay Başsavcılığı ve 1988-1989 yılları arasında Askeri Yargıtay Başkanlığı yaptı.

Hakkı Erkan, Erdal Eren’e Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından verilen idam kararını bozan Askeri Yargıtay 3. Dairesi kararına Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın yaptığı itirazı görüşen Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nda görev yapmıştı. Erdal Eren’e verilen idam cezası 15 kişilik heyette 2 muhalif üyenin oyuna karşı 13 üyenin kararıyla onanmıştı. Karara karşı çıkan üyeler Hakkı Erkan ve Erdoğan Başhekim Erdal Eren’e, o dönem yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nun mahkemenin cezada takdiri indirim yapmasını öngören 59. maddesinin uygulanması gerektiğini belirtmişlerdi. Bu üyelerin görüşü kabul edilseydi Eren, idam edilmeyecek ve cezası müebbet hapis cezasına çevrilecekti. Bu durumda Eren, 1991’deki afla serbest kalacaktı.

İzmir’de defnedildi
Ankara ’da vefat eden Erkan’ın cenazesi, dün İzmir Bostanlı Beşikçioğlu Camisi ’ne götürüldü. Cenazeye oğulları Serdar ve Rıfat Erkan ’ın yanısıra Hava Eğitim Komutan Yardımcısı Tümgeneral Hasan Küçükakyüz ve Hava Eğitim Kurmay Başkanı Recep Yüksel de katıldı. Öğle namazının ardından cenaze namazı kılınarak askeri tören düzenlendi. Erkan ’ın cenazesi, törenin ardından Doğançay Mezarlığı ’na defnedildi.

Eski SAT komandosu tutuklandı

Namık Ekin'e 'karşılıksız çek'ten 4 ay hapis

Emekli SAT komandosu Namık Ekin, işyerinin 12 bin 750 liralık çek yüzünden cezaevine gönderildi. Karşılıksız çek suçundan yargılanan ve borcunu bugüne kadar ödeyemeyen Ekin, 4 ay 7 gün hapiste kalacak. 3 Aralık'ta Dünya Engelliler Günü kapsamında Taksim Meydanı'nda kendisine ayrılan bölmede ünlü illüzyonist David Blaine'in su dolu bir fanus içinde 7 günlük rekorunu 8 güne çıkarmak için çaba harcayacağını belirten Namık Ekin, "Aylardır bu rekor için çalışıyorum. Adalet Bakanlığı'ndan 10 günlük izin istiyorum. Rekoru kırayım, tekrar cezaevine gideyim" dedi.

Eski SAT komandosu Namık Ekin'in Halaskargazi Caddesi'ndeki spor salonunun kirasını ödeyemediği gerekçesiyle hakkında karşılıksız çek nedeniyle verilen para cezası, günlüğü 100 liradan hapis cezasına çevrildi. İnfaz Savcılığı'na çıkarılan Namık Ekin, tutuklanarak cezaevine gönderildi.

'Rekorların adamı' olarak bilinen Namık Ekin, 2007 yılında Osmanbey Halaskargazi Caddesi üzerinde spor salonu açtı. Aylık kirası 12 bin 750 lira olan spor salonunun sahibi Ziya Aktürk'e Namık Ekin, 12 çek verdi. Çeklerin üçünü peşin ödeyen Ekin, dördüncü çeki ödemediği gerekçesiyle mal sahibi Ziya Aktürk tarafından icraya verildi. Beyoğlu 7.Asliye Ceza Mahkemesi'nde de Ekin hakkında 'karşılıksız çek' suçundan dava açıldı. Mahkeme, Ekin'e çekin bedeli olan 12 bin 750 liralık para cezası verdi.

Para cezasını ödeyemeyen Namık Ekin hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Ekin dün polise giderek teslim oldu. Gözaltına alınan Namık Ekin, Beyoğlu Adliyesi'ne getirildi. Mahkemedeki işlemlerin ardından Ekin hakkındaki kesinleşmiş para cezası, günlüğü 100 liradan 4 ay 7 gün hapse çevrilerek tutuklandı. Namık Ekin, Metris Cezaevi'ne gönderildi.

"ON GÜN İZİN İSTİYORUM, SONRA CEZAEVİNE DÖNERİM"
Namık Ekin, "Üç aylık kirayı peşin vermiştim. İşyerimdeki leasingli eşyalar haciz yoluyla kaldırıldı. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde düzenlenecek olan etkinlikte belediye bana rekor kırmak için Taksim Meydanı'nda 500 metrekarelik bir yer ayırmıştı. Bu arada ünlü illüzyonist David Blaine'in bir cam fanusta havada asılı şekilde 7 gün 7 gecelik rekorunu egale edip kurulacak bir akvaryum içinde 8 gün 8 gece kalarak bu rekorunu kıracaktım. 3 Aralık'taki bu rekoru kırabilmem için Adalet Bakanlığı'ndan 10 günlük izin istiyorum. Sonra tekrar cezaevine dönerim" dedi. Namık Ekin, eğer 12 bin 750 liralık para cezasını öderse cezaevinden çıkabilecek.

100 bin askere erken terhis!

100 bin er ve erbaş 3 ay erken terhis olacak, 6 aylıkların durumu ise net değil...

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün tek tip askerlik için çalışmanın sürdüğünü açıklamasının ardından, 12 ay askerlik fikrinin ağır bastığı öğrenildi. Sürenin 9 aya indirilmesinin asker açığı ve zaaf yaratacağı belirtiliyor.

Halen üniversite mezunu olmayan yükümlüler 15 ay uzun dönem er olarak askerlik yapıyor. Üniversite mezunları ise, 12 ay yedek subay, ya da 6 ay kısa dönem er olarak hizmet veriyor. Yurt dışında çalışanlar ise 21 günlük dövizli askerlik yapıyor. Bu konuda hazırlanacak kanun tasarısının TBMM Milli Savunma Komisyonu ve Genel Kurulda en erken Kasım ayında ele alınabileceği bütçenin araya girmesi durumunda ise 2011 Ocak ayına kalabileceği belirtiliyor.

ERKEN TERHİS VE BEDELLİ
Tek tip askerlik yasalaştığı taktirde, erken terhis de gündeme gelecek. Sürenin 12 aya düşmesi durumunda silah altındakilerin 5'te biri olan yaklaşık 100 bin asker 3 ay erken terhis olacak. Halen askerde olan ve 6 ay kısa dönem hizmet yapan üniversite mezunlarının durumu ise netlik kazanmadı. Bu durumdakilerin sürenin eşitlenmesi için 6 ay daha silah altında tutulması asker açığını azaltacak. Ancak kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini belirten hukukçular ‘’ 6 aylıkların süresi, 6 ay daha uzamaz. Yine de bu konuda yasaya bir geçici madde konulması gerekebilir’’ dediler.

Genelkurmay Başkanlığı, ’Orta vadede, mevcut askerlik sistemindeki farklı uygulamaların kaldırılıp, askerlik sistemine yeni yapısal düzenlemeler getirilmesini’’ hedefliyor. Yapılanmanın tamamlanması ile birlikle, yedek subaylık tamamen kalkacak. Herkes 12 ay erlik yapacak. Takım komutanı ihtiyacını, yedek subaylar yerine, sözleşmeli subaylarla karşılanacak.

Sahte Çürük Raporu Davası Başlıyor

Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok'un da aralarında bulunduğu 8'i tutuklu 17 sanıklı 'sahte çürük raporu' davasına bugün başlanıyor.

Davanın sanıkları arasında Sibel Çarmıklı ile oğlu da bulunuyor. Çok sayıda müştekisi bulunan davada şikayetçiler arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım da yer alıyor. Bazı sanatçıların da müşteki olarak ifadeleri alınmıştı.

Davada, Albay Üçok için 403 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Zorunlu Askerlik Tarihe Karışıyor

Son yıllarda ordu küçülsün, profesyonel orduya geçelim tartışmaları sonucunda zorunlu askerlik tarih oluyor...

Son yıllarda ordularını küçültme kararı alan Avrupa ülkeleri, birer birer profesyonel orduya geçiş yapıyor. Son olarak Almanya'nın aldığı kararın ardından, zorunlu askerliğe devam eden sadece sekiz AB ve NATO üyesi ülke kalıyor.

Almanya'da koalisyon hükümetinin büyük ortağı Hıristiyan Demokratlar, zorunlu askerliğe son verilmesi konusunda anlaştı. Böylece, NATO ve AB üyesi ülkeler arasında zorunlu askerliği sürdüren, Türkiye dahil, sadece sekiz ülke kalacağına dikkat çekiliyor. Pazartesi günü yapılan toplantıda Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg'in çabasıyla, modern ve profesyonel bir ordunun oluşturulması için zorunlu askerliğe son verilmesi konusunda anlaşıldı. Daha önce, süresi dokuz aydan altı aya indirilen zorunlu askerliğin kaldırılmasına karşı olan Hıristiyan Demokrat partileri arasında varılan uzlaşı uyarınca Savunma Bakanlığı, önümüzdeki aylarda zorunlu askerliğe son verilmesinin detaylarını ve takvimini hazırlayacak. Öte yandan, New York Times gazetesi, konu ile ilgili haberinde Paris'teki Dış İlişkiler İçin Avrupa Konseyi adlı kuruluşun savunma uzmanı Nick Whitney'in, "Zorunlu askerliği gerek görmüyordum. Bu karar, Almanya'nın profesyonel bir orduya sahip olmasına imkan sağlayacak." sözlerini aktardı. Alman ordusunun personelinin 250 binden 163 bine indirilmesi konusunda uzlaşı sağlanması için uğraşılacağının da belirtildiği haberde, "Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra, 1990'dan beri, birçok NATO ve AB ülkesi, zorunlu askerliği kaldırdı ve ordularını küçülttü. Bunlardan biri ya da ikisine üye olan sadece dokuz ülke, halen zorunlu askerliği koruyor: Arnavutluk, Almanya, Estonya, Finlandiya, Yunanistan, Norveç, Avusturya, Türkiye ve Kıbrıs (Rum Kesimi)." ifadelerine yer verildi.

28 Eylül 2010 Salı

Cumhuriyet Tarihi Boyunca Askeri Terfiler - 1931

1931 yılı içinde terfi eden ve emekliye ayrılan askerler


Korgeneral Olanlar:

(P.1316-21) MUSTAFA MUĞLALI (Kara Kuvvetleri)

(SV.1318-7) MEHMET KENAN DALBAŞAR (Kara Kuvvetleri)


Tümgeneral Olanlar:

(P.1312-14) MUHİDDİN KURTİŞ (Kara Kuvvetleri)


Tuğgeneral Olanlar:

(TOP.1316-22) KEMAL DOĞAN  (Kara Kuvvetleri)

(TOP.1319-2) EYYUP DURUKAN (Kara Kuvvetleri)
Emekli Olanlar:
 
(P.1304-44) ALİ GALİP  Korgeneral
(P.1305-3) SAİT PERTEV DEMİRHAN Korgeneral
(TBP.1307-3) HÜSEYİN NAİL Tuğgeneral
(P.1308-18) CEMİL CONK Tümgeneral
(TOP.1311-B-9) H.GALİP TEKAK Tümgeneral
(P.1311-C-14) A.KAZIM KIVILCIM Tümgeneral

(SV.1311-B-50) SÜLEYMAN SABRİ Tümgeneral
(P.1311-B-88) MEHMET EMİN YAZGAN Tuğgeneral
(SV.1312-10) SAMİ SABİT Tümgeneral
(P.1312-23) A.NURİ DİRİKER Tuğgeneral
(P.1313-201) CEMAL MEHMET Tuğgeneral

(P.1313-178) TALAT SÜALP Tuğgeneral
(P.1314-27) O.ŞEVKET ESKİN Tümgeneral
(P.1315-30) M.ZİYA YERGÖK Tuğgeneral
(SV.1316-57) SUPHİ KULA Tümgeneral
(İS.1318-1) KADRİ DEMİRKAYA Tümgeneral
(P.1319-23) MEHMET AŞİR ATLI Tümgeneral
(P.1319-19) ŞAKİR GÜLEŞ Tuğgeneral

JİTEM'e Dair Herşey...

İki tane jitem vardır, Cemal Temizöz ikincisindendir, biz birincisindeniz. Bizim faaliyet alanımız tüm Türkiye’dir

Türkiye’de iki tane JİTEM vardır. Dünyada tek JİTEM vardır. bu ikinci JİTEM’e ilgili ilgisiz, görgülü görgüsüz ve yetkili yetkisiz insanlar doldu. birinci JİTEM eşittir yani esas JİTEM. İkinci JİTEM eşittir götemdir. 2 tane adamı öldürür gömer. Bir adamı kaçıran, hizbullahın hiç bulunmadığı yerde hizbullahçılara pkk’li teslim eden mesela nedir cemal temizöz albay. albaydır o. albaylığına sonsuz saygım var. ama jitemci değil götemcidir o. benim emrimde 10 000 kişi vardı. onbin. bunun 620 si kadındı. faaliyeti sadece doğu güneydoğu değil Türkiye çapındaydı.

JİTEMle çalışan bir adamda mutlaka bir pislik vardır. yoksa onunla çalışmayız.

JİTEMe hulul ettireceğimiz insanı çok özür dilerim önce pisliğe bulaştırırız. Bulaştırmasak da pislik yönünü araştırırız. temiz yönü bize yaramaz. onun için jitem unsuruyla beraber çalışan adam da bir pislik vardır.

Uyuşturucu trafiğinin JİTEM kontrol ediyordu.
adam uyuşturucudan ağır cezada yargılanıyor. tamam mı? iki ay sonra adamın duruşmaya çıktığı yok. dosyası bizde tabii. adamı çıkarıyoruz. gel buraya. gel pezevenk aha dosya bu. sen anana bilmem ne yapsan buna ulaşamazsın. sen uyuşturucu trafiğini bize vereceksin. senin kundaktaki çocuğunun birini öldürtürüm.

OHAL Valisi Kozakçıoğlu: tır yakmalarına engel ol dedi
hayri kozakçıoğluyla, ohal valisi, sayın yarbayım dedi “yaramıza merhem ol” neymiş komutanım söyleyin de bulayım. yav dedi her gün dedi bir tır yakıyorlar, anasını satayım. her gün fırça yiyorum başbakandan cumhurbaşkanından. bir inceleyim bir bakayım komutanım dedim. ama bu tarihi hiç unutmuyorum. çıktım ben.

PKK iki günde bir tır yakıyordu ben hergün yakıyordum

onlar eskiden iki güne bir yakıyorlardı ben hergün bir tane tır yaktırıyordum. sonra beni çağırıyor. yavv dedi kozakçıoğlu, sana dediğimizde bir tane yanıyor, iki tane yanıyor, iki günde bir yanıyordu. sana söyledik her gün yanıyor. dedim, sabredin biraz. ben kesdim ama hakkaten onlar çoktan kesmişler. tır yanması bitti.

OHAL koordinatörü hakkımda olumsuz rapor yazdı

komutanım dedim,o zaman koordinatör benim hakkımda kötü bir rapor verdi. orospuçocuğu istanbul emniyetindeki celalettin cerrah o koordinatörde, kalemiydi. ohal valiliğinin. bir iki defa hakaret ettim ben ona. şeye sızdırıyordu, emniyete, hanefi avcıya.

Celalettin Cerrah bana muhalefet ederdi

sayın valim, celalettine emir ver dedim şu 3 ay önce yanan tırların plakasına baksın. şu 3 aydır dedim, yanan tırların plakasına baksın. hemen çağırdı celalettin cerrahı, o köpeği, ondan sonra liste çıkardı geldi. o da hayret etti. efendim dedi, arif subayımın dediği çok ilginç dedi. ne oldu müdür anladınmı ? dedim.

Kürdistan kabul edilen illerin tırlarını yaktırdım

pkk 06’yı yakar, 31’i yakar, 01’i yakar, 51’i yakar, 50’yi yakar. 42’yi yakar. bende 47’yi ondan sonra muş’u, bitlis’i, bingöl’ü yani onların kürdistan kabul ettikleri yerlerin tırlarını yaktırıyordum. yüzde binbeşyüz pkk’nin onlar. gitmişlerdir apo’ya o konturcubaşı bizim tırları yakıyor. ondan sonra tır yakması bitti. yanmaayınca da pimpiriklendiler.

Kozakçıoğlu: “lan domuzun oğlu bu tırları nereye kaybediyorsun”

ondan sonra beni çağırttırıyor. daha pimpiriklendi bunlar. arif domuzun oğlu. nereye kaybediyon lan bu tırları dedi. ne kaybetmesi komutanım dedim. dedim her halde, pkk yakmamaya karar verdi.

Kozakçıoğlu: “arif doğan güneydoğuyu çiftliğe çevirdi”

domuzun oğlu babanın çiftliğine çevirdin buraları, milli servetten ne istedin. komutanım önüne geç demedin mi, evet. görüyormusun, biz işte doğu güneydoğuyu böyle düzelttik. hiç bir aşiret reisi benim karşımda cumhurbaşkanı ile görüşen tahir adıyaman’da dahil, önünü iliklemeden konuşamazdı.

HARP AKADEMİLERİ KOMUTANI ORGENERAL BALANLI, TOPBAŞ'I ZİYARET ETTİ

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı ziyaret etti. Orgeneral Balanlı, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Saraçhane'deki Başkanlık Sarayı'na gelişinde tören mangası tarafından karşılandı.Ziyarette konuşan Orgeneral Balanlı, Topbaş'ın İstanbul'a bugüne kadar başarılı hizmetler yaptığını, her zaman bu güzel faaliyetleri destekleyeceklerini söyledi.

Orgeneral Balanlı, Topbaş'a hava fotoğraflarının yer aldığı bir CD hediye ederek, ''Bu fotoğrafları tesadüfen Hava Müzesi'nde buldum ve Başkanımıza da bir kopyasını yaptırdım. Faydalı olacaktır. 1937'de İstanbul nasılmış, havadan nasıl görünüyormuş, bu CD'de var'' dedi. Topbaş da Balanlı'ya II. Abdülhamit'in arşivinden İstanbul fotoğraflarının yer aldığı bir kitap armağan etti.

Celal Bayar'ı ipten alan Papa

1950'lerde Türkiye'nin en önemli iki casusundan biri olan Kardinal Roncalli, 1958'de Vatikan'a gidip Papa oluyor... 2 yıl sonra yakın dostu Celal Bayar idama mahkum ediliyor. Devreye giren Papa şu mesajı iletiyor: Bayar'ı idam ederseniz dünyayı karşınıza koyarım

ARDA USKAN / 28 Eylül 2010, Salı - 02:45

Biri siyasi bir kişilik, diğeri ünlü bir sanatçımız; Celal Bayar ve Ajda Pekkan... Peki casusluk faaliyetleriyle nasıl ilgileri olabilir? İşte Aytunç Altındal bu konuyla ilgili şimdiye kadar konuşulmayanları Arda Uskan'a anlattı...

-İkinci Dünya savaşı sonrası İstanbul'daki casuslar aleminde biraz daha dolaşalım istersen. O dönemdeki en çarpıcı ajanlar kimlerdi?

1950'lerde Türkiye'deki en önemli iki casustan biri de Kardinal Roncalli... İstanbul Şişli'deki Ölçek Sokak'ta oturuyordu. Bugün Pangaltı'da Vatikan Temsilciliği'nin bulunduğu sokak. Sonra Papa 23. John oldu. Ama bu günlerde oraya giderseniz, Ölçek Sokağı'nın isminin Kardinal Roncalli Sokak olarak değiştirildiğini görürsünüz.

-Papa mı oldu bizim Pangaltılı Kardinal?
Bildiğin Papa oldu işte. Hazret, 1939'- dan itibaren Türkiye'de, sonra 1958'de Vatikan'a gidip Papa oluyor. İstanbul'daki en yakın dostu ise Celal Bayar. O günlerde Türkiye'de Vatikan Büyükelçiliği yok, sadece temsilcilik var. İlk defa temsilcilik açma hakkını Celal Bayar bunlara sağlıyor. Bu yüzden araları çok iyi. 1960'da Bayar idama mahkum edilince, o günlerde Papa olan Roncalli, Türkiye'ye dört kardinal yolluyor. "Celal Bayar'ı idam ederseniz dünyayı karşınıza koyarım" diye de tehdit ediyor. O yıllarda Bayar'ın asılabilmesi için yaş haddini kaldırmışlardı. Ama Papa'nın bildirisinden sonra yaş haddi tekrar gündeme geldi ve Bayar idamdan kurtuldu.

-Ben Bayar'ın idamının durdurulmasını, 'demokratik(!)' bir karar olduğunu sanıyordum!

Asker idama mahkum ediyor ama sıkmıyor gördüğün gibi... Menderes ise asılıyor gariban.

-Belki kardinalin arkadaşı olsaydı o da yırtacaktı...

Kesin... Ben bunu bizzat Bayar'a sordum. O görüşmeye ait fotoğrafımız bile var. Şimdi o tarihteki önemli bir Alman casusuna daha gelelim. Meşhur Franz von Papen... Papen önce Ankara'da. Savaşın sonuna doğru Almanya'nın yenileceğini anlıyor ve ailesini alıp İstanbul'a getirtiyor. Papen savaştan sonra Roncalli sayesinde Vatikan'da görev alıyor ve böylece sıyrılıyor işten.

'İKİMİZ BİRDEN ÖLÜRÜZ!'

-Peki başkaları...

Şimdi başka bir isim... Dr. Wilhelm Hendricks. 1943'te henüz 24 yaşında. İpek tüccarı kimliği ile Almanya'dan İstanbul'a gönderiliyor. Alman ajanı olarak bilgileri Almanya'ya satıyor. Bir görevi de para harcamak. Ne kadar çok para harcarsa o kadar çevre edinecek. Türk istihbaratı kuşkulanıyor. Ajan olduğunu anlayan ise Suat Şakir Kabaağaç. Kabaağaç o sırada Türkiye'deki istihbaratı yöneten adam.

-Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'in kardeşi...

Evet... Suat bey, Dr. Wilhelm'i deşifre etmek ve ajanlığını belgelemek için peşine Harika T. adlı kadını takıyor.

-Soyadı ne kadının?

Söylersem biraz deprem etkisi yapar. Ama Selanik'ten gelen tanınmış ailelerden birinin kızı. Yabancı diller biliyor, hoş bir hanım. Harika, Alman ajanla bir şekilde tanışıyor ve kısa sürede adamı kendine aşık ediyor. O arada çok güzel bir sahne var, film gibi...

- Bunları nereden biliyorsun, yanlarında mıydın?

Yıllar sonra ajan Hendricks ile bir görüşme yaptım. 82 yaşındaydı. Şimdi şu sahneyi anlatalım. Bu ikisi bir arabadalar ve Karaköy'e gidiyorlar. Arabayı Harika kullanıyor. Harika; "Sen kimsin, gerçeği söyle, yoksa arabayı denize sürerim ikimiz birden ölürüz!" Wilhelm aldırmıyor, kadın gerçekten denize sürüyor arabayı ve son anda adam onu durduruyor. Ve dönüp soruyor, "Sen Suat Şakir için mi çalışıyorsun?" Ve birlikte Suat Şakir'e gidiyorlar. Sonrasını Hendricks bana şöyle anlatmıştı; "Suat bey çok büyük bir adamdı. Bana 'Oğlum bu savaşı Almanya kaybedecek' dedi. Yıl 1943 ve daha iki sene var savaşın bitmesine. Bir teklifte bulundu, 'Gel ben seni İngiliz istihbaratına sokayım canını kurtar, boşu boşuna kurşuna dizilme!' Düşünüp taşındım ve kabul ettim Suat beyin teklifini..."

SUAT BEY KURTARDI

- Wilhelm'in akıbeti ne oluyor? Suat bey bunu Şam'a yollamış İngiliz ajanı olarak. 1945'den sonra da kahraman oluyor. Alman ama İngilizler hesabına çalıştığı için de Time'a kapak oluyor. Sonra Avusturya Havayolları Genel müdürü filan oluyor.

- Peki ya Harika hanım?

O sonra Amerika'ya gidiyor... Wilhelm Hendricks'le konuşurken sıra Harika'ya geldiğinde 82 yaşındaki adamın gözleri yaşardı. "Harika çok güzel bir kadındı" dedi. "Ona gerçekten aşıktım ama çok gençti, ne oldu acaba?" diye sordu sohbetin sonunda. Ben hazırlıklı gitmişim tabii. Çıkardım Amerika'daki adresini verdim.

- Harika hanımın adresini nereden biliyorsun?

Herhalde biz de casusuz di mi? Verdim adresi ama Harika görüşmek istemedi. 'Çok yaşlandım, beni gençlik halimle hatırlamasını isterim' dedi.

- Valla çok hoş bir aşk hikayesi...

Dur daha bitmedi... Bütün bunlar olurken Harika'ya aşık bir Türk gazeteci var. Turan Aziz Biler. İzmir'den İstanbul'a gelmiş genç bir gazeteci. O da Suat Şakir'in istihbarat ekibinde çalışıyor. Ve bu güzel kadına kapılmış, gizliden ne yaptığını merak edip takip ediyor. Harika, geceleri Dolmabahçe'deki saatin altına geliyor, Alman Wilhelm ile orada buluşuyorlar ve gizlice adamı arabasına alıp gidiyor. Turan Aziz müthiş kıskanıyor kadını. Sonra bir gece saatin bulunduğu meydanda...

- Harika hanımın soyadını şimdi daha çok merak ettim!

Etme de dinle. Bu arada Alman istihbaratının diğer adamları da çaktırmadan kendi ajanlarını takip ediyorlar. "Wilhelm bir kadınla buluşuyor ama kim bu kadın?" O gece Wilhelm tam Harika'nın arabasına binecek, karanlıktan biri koşarak fırlıyor, elinde tabanca, "Kendi canım sağ kaldıkça seni vermem ellere ulan" diye bağırarak bunlara doğru koşmaya başlıyor. Bu da gazeteci Turan Aziz... Karanlıkta saklanan Alman casuslar şaşırıyorlar. Biri kendi adamlarına tabanca ile saldırıyor neticede. "Bizim ajanı öldürecekler" diye bunlar da ateş açıyorlar. Kargaşadan faydalanan Wilhelm ile Harika arabaya binip kaçıyorlar. Almanlarla bizim aşık vuruşmaya devam...

- Turan Aziz vuruluyor mu?

Yok. Sanırım sarhoştu, silahları görünce ayıldı ve kaçtı. Sonrasında bunların romanını yazmış "Tüylendi ailesi" diye...

VE AJDA'NIN CASUS SEVGİLİSİ

- Peki Rus casuslarına gelelim mi?

Gelelim... Özellikle 1940'lı yıllarda, İstanbul'daki Rus kadın casusları var ki bunlar en başarılı olanlardı. Genelde Rus deniyor ama bazısı Romanyalı. Bu kadınlar bilgi edinmek için cinsellikten uyuşturucuya kadar her şeyi deniyor. En önemli görevleri de büyük partiler düzenlemek. Bir kız var mesela, çok genç ve güzel bir Rus kızı. Bir gece Fransız ajanları tarafından Pera Palas'da öldürülüyor. Kod adı İona... Cinayet ört bas ediliyor tabii. Bu grubun içinde bir de anne var. Bir de Angel dedikleri bir Rum. Bu kadının bir sevgilisi İngiliz, bir sevgilisi Alman.

- Peki yakın tarihlere gelirsek...

Sana çok ilginç bir başka olay anlatayım. Sonunda öyle bir isim çıkacak ki karşına şaşıracaksın. 1970'li yılların en büyük casusluk olayıdır. 1978-80 arasında yaşandı. O günlerde Sovyetler radara yakalanmadan uçabilen ve MİG-28 diye bilinen bir savaş uçağı geliştirdi. Bunların en gelişmiş modelleri MİG-29 ve MİG-31'di. Bunların varlığını Amerikan casus uyduları fark etmişti ama haklarında hiçbir bilgileri yoktu.

- MİG'leri biliyorum. İki tanesi kaybolmuş, Rusya ayağa kalkmıştı...

İşte onlar... İlki 1978 yılında Vietnam üzerinde istihbarat uçuşu yaparken ortadan yok oldu. Rusya uçağı bulamadı. İki yıl sonra, 31 Ekim 1980'de bir başka MİG-31 aynı şekilde havadayken yok oldu. Bir yıl sonra da Amerikalılar, MİG'lerin sırrını çözdüklerini ve onlardan daha iyi uçaklar yapabileceklerini açıkladı.

- Peki nasıl kaybolmuştu uçaklar?

Orası hala bilinmiyor. Bazı iddialara göre CIA, uçakların pilotlarını çok yüksek paralarla satın almış ve Saygon'daki üslerine indirmiş! Bir başka iddia ise bunların kötü hava şartları nedeniyle düşüp kaybolmaları...

- Bunların bizimle ilgisi ne? Hani adını duyunca şaşıracağım Türk casusu?

Biraz sabredersen geleceğiz oraya da... 1970'li yıllarda ünlü Sporel ailesine mensup bir genç var. Adı, Güney Sporel. Bu genç adam son derece yakışıklı ve Kore'de savaşmış bir delikanlı ve kendi adına kurduğu bir turizm şirketini yönetiyor. Bu köklü aileden biri de Zeki Rıza Sporel. Fenerbahçe'nin ilk başkanlarından biri. Güney Sporel aynı zamanda, daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Kayacan'ın da yeğeni. Güney'in İstanbul Moda'da, 'Stella' adında çok özel kişilerin devam ettiği bir pansiyonu var. Burada özel toplantılar yapılıyor. Aslında Sporel, MİTCIA- KGB üçlüsünün eline düşmüş. Ve bir gün ölü olarak bulunuyor.

- MİG'lerle ilgisi?

Güney Sporel'in arkadaşları arasında, daha sonra adı Lockheed skandalına karışan Nezih Dural isimli biri var. Şimdi asıl şaşırtıcı olan şu. Bir dönemin ünlü playboylarından biri de bunların en yakın dostları...

- O kim?

Yavaş yavaş, işin heyecanını kaçırma. Yıllar sonra 'Bilinmeyen Hitler' kitabım için araştırma yaparken, adı birazdan geçecek o playboy bana aracılar vasıtasıyla haber gönderdi ve buluşmak istediğini söyledi. 70 yaşına gelmişti, hastaydı. Ben de evine gittim. Önce Almanlar hakkında birkaç belge gösterdi, sonra oğlunu odadan çıkarıp asıl bombayı patlattı; "Kaybolan MİG uçaklarının bütün planlarını ve bazı motor aksamlarını ben, N.N. adlı bir kişiyle Vietnam'dan kaçırdık ve Ankara'da Amerikalılar'a teslim ettik!"

- Anladım, beni meraktan çatlatmak istiyorsun! Kim yahu bu adam?

Çok iyi tanıdığın bir isim; Cömert Baykent!

- Yok yahu? Bizim Ajda Pekkan'ın en büyük aşkı...

Evet öyle... Cömert, az önce anlattığım Güney Sporel ile çok iyi arkadaştı. Yakışıklı, kültürlü insanlardı. Ayrıca Cömert Baykent, Hayri İpar'ın da torunuydu. Hayri bey de Türkiye'de istihbarat alanında hizmet etmiş önemli kişilerden biri.

- Peki onca yıl sonra neden sana anlatmış?

Ben de aynı soruyu sordum. "Siz bilmiş olun, araştırırsınız, bir gün doğrulatırsınız, ben artık çok yaşlandım" dedi... Bir süre sonra da öldü zaten.

- Sana göre, gerçek miydi söyledikleri?

Büyük ihtimalle doğrudur. Ama belki de bunu bana anlamakla hedef şaşırtıyordu, o da olabilir. Hoş daha sonra uçaklardan birinin CIA ve MİT'in ortak operasyonu sonucu Türkiye'nin Sinop'taki gizli Amerikan üssüne kaçırıldığı ortaya çıktı. Diğeri ise hala meçhul.
* * *
BAYAR-RONCALLİ-VATİKAN ÜÇGENİ

Roncalli Türkiye'de bulunduğu yıllarda (1935-45) çok iyi Türkçe öğrenmişti. Kardinal yapılan Angelo Roncalli, Türkiye'de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Bunlardan biri de 1930'lu yıllarda tanıştığı genç bir politikacıydı. Bu genç, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar'dı. Bayar, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Roncalli'nin ricasını kırmadı ve Vatikan'ın Türkiye'de bir büyükelçilik açması için gereken emirleri verdi.
* * *
AJDA'NIN EN BÜYÜK BAYKENT

1970'li yılların hızlı çapkınları arasında yer alan Cömert Baykent, o dönemin ünlü ailelerinden armatör İparlar'ın mensubuydu. Şeker Kralı Hayri İpar'ın torunu ve işadamı Nebil Baykent'in oğlu olan Cömert, yurt dışında eğitim görmüş, İngilizce ve Fransızca'yı ana dili gibi konuşan bir iş adamıydı. İlk evliliğini Sultan Reşat'ın torununun kızı olan Perizat ile yapmıştı. Gençlik yılları ise İstanbul gece hayatının ünlü playboylarından biri olarak geçmişti. Ajda Pekkan'ın sahnelerde fırtına gibi estiği o yıllarda, ünlü sanatçıyla birlikte olmuş, hatta evlilik yolunda adım atarak nişanlanmışlardı.

MENAJERİYDİ

Uzun bir süre Pekkan'ın menajerliğini de üstlenen Baykent, sanatçıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, yine o dönemin ünlü şarkıcılarından Gökben ile birlikte olmuştu. Yasemin Kozanoğlu'nun annesi Ahu Tuğbay ile de kısa bir evlilik yapan Baykent, daha sonra eğlence hayatından elini ayağını çekmiş ve kürk ticareti ile uğraşmıştı. Cömert Baykent, 2007 yılında 77 yaşında hayata veda etti.

Aileye otopsi teklif etmedik

8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a otopsi tartışmalarını, o dönem GATA Komutanı olan ve cenaze ile mumyalama işlemlerinin başında bulunan emekli Tümgeneral Ömer Şarlak’a sorduk.

Anılarını “Kışladan Kampüse Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı ve İnönü Rektörü’nün Anıları” adlı bir kitapta toplayan Şarlak, “Otopsiye aileden itiraz geldiği doğru değil, biz teklif etmedik ki. Hepimiz kalp krizine kilitlendik, zehirlenmeyi aklımıza getirmedik, otopsi yapmalıydık” dedi.

Milas’ın Ören beldesinde yaşayan emekli Tümg. Ömer Şarlak, emekli Binbaşı, Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sarsılmaz’ın, Turgut Özal’a otopsiye ailesinin karşı çıktığı iddiasının doğru olmadığını söyledi. Bugün hâlâ tartışılan otopsi meselesini şöyle anlattı: “Aileye biz otopsi teklif etmedik ki, aile hayır yapılmasın desin. Rahmetlinin o akşam yıkanıp kefenlenmesini istediler. Gönlümden bu işlemi Diyanet İşleri Başkanı’nın yapması geçiyordu, iki defa teklif ettim aileye, ‘Bu gece yapılsın’ dediler. Korkut Özal’a, oğlu Ahmet Özal’a, Semra Hanımefendi’ye, hepsine sordum.

O gün, Rıfkı Finci ve o zaman doçent olan Ömer Günhan geçici tahnit yapılması gerektiğini bildirdiler. Bu kararı Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Yamak Paşa ile görüşüp ailesine ulaşarak açıkladım. Şarlak Paşa biz size güveniyoruz, bizim adımıza siz bulunun, ne gerekiyorsa yapınız oldu. Mumyalama için ailenin müsadelerini aldık.

Krize kilitlendik

Rahmetli önce Hacettepe’ye götürülmüştü, oradan GATA’ya getirildi. Cenaze Hacettepe Tıp Fakültesi’ndeyken orada Rektör Yüksel Bozer var, Özal’ın özel doktoru kardiyoloji Profesörü Hilmi Özkutlu var. Hepimiz kalp krizine kilitlendik. Büyük ihtimalle de kalp kriziydi. Zehirlenme aklımıza gelmedi. Hayatımda en çok üzüldüğüm olaydır. Otopsi yapsaydık bu tartışmalar olmayacaktı.

Bakanlık başkanlığın sekretaryası olmamalı... / Mehmet Barlas

Önümüzdeki genel seçimler sonrasında oluşacak TBMM'nin gündeminde yeni bir Anayasa'nın yapılması da bulunacak.
Haklar ve özgürlükler alanında daha çağdaş açılımların, bu yeni Anayasa'da ağırlık kazanacakları tahmin edilebilir.

Bir de çok somut sorun var çözüm bekleyen.
Bunu "Milli Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasındaki ilişkiler" şeklinde belirleyebiliriz.
Bir başka deyişle Milli Savunma Bakanlığı'nın Genelkurmay Başkanlığı'nın sekretaryası olması durumu herhalde kesin biçimde ele alınıp, bu ilişki doğru zeminine oturtulmalıdır.
Son basınla buluşmasında Başbakan Erdoğan'ın "Askerlik" konusundaki açıklamasını görmüşsünüzdür.

"Bedelli askerlik" üzerindeki soruya şu cevabı verdi Başbakan:

-Konu Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay'da değerlendirilme aşamasında. Bu konuyla ilgili çalışmalarını yapıyorlar. Tek tip askerlikten bedelli askerliğe kadar. Hazırlıklar bittikten sonra kendileriyle konuşacağız kararımızı vereceğiz. Şimdi bir de gazete arşivlerine bakalım.
Örneğin "Bedelli askerlik" konusundaki olumsuz açıklamalar uzayıp gider.

Buna karşı yurtdışında çalışanlar için bedelli askerlik hep var.

-Türkiye'deki insanların işlerini kaybetmeleri önemsiz de, yurtdışında çalışanlar işlerini kaybederlerse milli menfaatlerimiz mi zedelenir?
-1999 depremi sonrasında herkes için bedelli ve kısa süreli askerliğin uygulanması sonucu, Türkiye'nin savunma gücü mü zayıfladı?
Böyle sorular sayısızdır.

-En fazla bir ay süren temel askerlik eğitimi ötesinde profesyonel kadrolar dışındaki askerler, insan sayısı dışında, bu mesleğe hangi katkılarda bulunur?

- Bir ordunun profesyonel askerliğe geçişini yıllarca konuşup, hâlâ bir noktaya gelememek, bir zaaf değil midir?

-Askerlik süresinin uzun olması yüzünden yoklama kaçağı ve bakaya sayısı artarken, "Tek tip askerlik" denilerek kısa sürelerin de uzatılmasının planlanması bu soruna çözüm getirir mi?

Başbakan Erdoğan'ın bu tür durumlara eskisinden farklı yaklaşmasını bekliyoruz.