Ergenekon davasını küçümseyen, başka taraflara çekmek isteyen, sulandıran, bulandıranlar için şok etkisi yapan bir gelişme var.
"JİTEM'i ben kurdum." diyen ve halen GATA'da yatan, tutuklu Ergenekon sanığı emekli Albay Arif Doğan'ın yalanlamadığı ses kaydı, adeta devlet içindeki bütün kirli, kanlı ve karanlık işleri özetliyor. Arif Doğan, "7 bin ruhsatsız silahı kendi adamlarıma bizzat ben dağıttım. Terörist yetiştirdim ben orda..." diyor. Ergenekon lobi belgesinde de yer aldığı gibi tüm organize suç işlerini ve çeteleri kontrol altında tuttuklarını da itiraf ediyor. Asıl ses getirecek itirafı ise şüpheli bir uçak kazasında şehit olan eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'i de JİTEM ekibinin öldürdüğünü iddia etmesi... Ergenekon davası sanığı Arif Doğan, ses kaydında, "Alevilere yönelik saldırıları kendisinin yaptırdığını, saldıranların da irticacı maskeli sakallı, bıyıklı kendi adamları olduğunu" da anlatıyor.
Eşref Bitlis olayı, karanlıkların aydınlanması için çok önemli. Jandarma Genel Komutanı'nın öldürülmesinden bahsediyoruz. Düşen uçakla ilgili bilirkişi raporunu hazırlayan heyetin başkanı Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel, olayın kesinlikle buzlanma, pilotaj, motor ve dizayn hatasından kaynaklanmadığını, sabotaj olduğunu belirtiyor ve "Uçak bal gibi düşürüldü, hiç şüphem yok." diyor. Ve çok önemli bir ayrıntıya işaret ediyor: "O günün gecesi nöbet tutan bir er, raporda ismi var. Diyor ki: 'Karargâh tarafından bir üniformalı pilot, bir astsubay geldi. Parolayı sordum bildi, işareti sordum bildi, benden üst personel olduğu için girişine izin verdim. Ben şu ana kadar kaç zamandır burada nöbet tutarım, bu saatlerde burada hiç kimseyi görmedim.' diyor..."
Hâlbuki dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Muhittin Fisunoğlu ve Kara Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu (halen televizyon televizyon Ergenekon müdafiliği yapıyor), daha teknik inceleme raporu hazırlanmadan, uçağın buzlanma ve pilotaj hatası sonucu düştüğünü açıklıyorlar, kesinlikle sabotaj olmadığının altını çiziyorlardı... Şimdi bütün soru şudur: Bu cinayetin aydınlatılması, Ergenekon'un günümüzdeki 1 numarasını ele verir mi? Henüz ulaşılamayanlara ulaşılabilir mi?
Ergenekon mergenekon, her şey bir tarafa, Türkiye; böylesine korkunç cinayetlerin, binlerce faili meçhul cinayetin üstünün örtülmesiyle beraber yaşayabilir mi? Medyada, yargıda, TSK komuta kademesindeki suskunluk, ilelebet devam edebilir mi?
Artık çok açık ki, bildik bir medyanın ısrarla, inatla bu cinayetlerin üzerine gitmemesi, gider gibi yapıp unutturmaya çalışması bir işe yaramayacak. Çünkü pislik çok büyük... Koskoca bir hangarı, ağzına kadar doldurmuş kandan, irinden oluşmuş bir pislikten bahsediyoruz. Şu anda Ergenekon davasının belgeleri, ortaya dökülen ses kayıtları, ele geçirilen silahlar, LAW'lar, bombalar her şey, o hangarın kapısını zorluyor... Kapı açıldığında, o yığının altında kalacak çok "mümtaz şahsiyetler" olacak. Göreceksiniz, bir yerden sonra kirli ve kanlı yapı, bütün kozmik adamlarını ele verecek...
Devlet içindeki hukuk dışı yapı, koskoca Türkiye'nin ayağındaki en büyük, en paslı prangadır. Askerî vesayet sistemi, meşru olmayan varlığını bu yapıyla sürdürdü ve sürdürmekte direniyor. Darbeler, suikastlar, cinayetler, sabotajlar hepsi, korkutulan, ürkütülen bir toplumu kolayca yönetmek içindi. Düşünebiliyor musunuz, ordunun bir albayı; kanunsuz silah dağıtmaktan, terörist yetiştirmekten, kadın ticareti yapmaktan, Alevi vatandaşlarımızın üzerine, dindar oldukları intibaını vermek için sakallı adamlar göndermekten bahsediyor. Şimdi, bunları okuyunca bir defa daha, Sivas'ta Madımak Oteli'nde diri diri yakılan Alevi vatandaşlarımızın çığlığı, hangi yüreği dağlamaz?
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni, cuntalara değil, demokrasiye ve hukuka emanet etmeliyiz...