Genelkurmay'ın hazırlayıp hükümete sunduğu 'tek tip askerlik' modeli, aslında içinden çıkılamayan bir açmazın ifadesi. Modern çağın gerekleri ile ordumuzun personel ihtiyacını karşılama yöntemi uyuşmuyor.
Bir yanda, hayata başlamak için dağ gibi askerlik engelini aşmaya çalışan gençlerimiz, öbür tarafta bu gençleri nasıl istihdam edeceğini kestiremeyen bir ordu. Tek tip, kafa karıştıran yeni şartlar karşısında en kestirme ama en yanlış çözüm.
Yaklaşık iki asırdır uygulanan 'mecburî askerlik sistemi' bütün dünyada ömrünü tamamlamış durumda. Çağımızın orduları uzmanlaşmış ordular. 'Profesyonel ordu' bu uzmanlık ihtiyacından doğuyor. İleri teknolojiye dayalı silah ve mühimmatı, en önemlisi haberleşmeyi altı ay askerlik yapan gençlerle kullanamazsınız. Profesyonel ordu, lejyon ordusu, yani paralı ordu anlamına gelmiyor. Kullanılan savaş araç ve gereçlerini kullanma konusunda uzun süreli eğitimlerle uzmanlaşmış bir ordu anlamına geliyor.
Vatandaşlık görevi olarak mecburî askerlik sistemini ilk defa Devrim Fransa'sı icat etti. Bu sistemin savaş alanlarında üstünlüğü görülünce bütün ülkeler tarafından benimsendi. Bizde de aynı tarihlerde uygulanmaya başlandı. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı 'can, mal, namus' güvencesi verirken iki alanda haksızlıkları önleme vaadinde bulunuyordu: Haksız vergi alınmaması ve askerlik süresinin sınırlandırılması. Uygulanan mecburî askerlik düzeni, askerliğin bazen ömür boyu yapılması gibi keyfi durumlara yol açıyordu. Askerlik ve verginin birbiri yerine ikame edilebilir vatandaşlık görevleri olduğunu, askerliğin 'bedel' namıyla vergiye çevrilebilmesi gösterir.
'Tek tip askerlik' önerisi, savunma yapımızın demokratik tartışmaya açılması için çok önemli bir fırsat. Karmaşık muhabere sistemini iki günde çözecek bir bilgisayar mühendisi ile mutfakta patates soymaktan başka elinden bir iş gelmeyecek ilk mektep terk birini aynı kalıba döküp altı ay askerlik yaptırmanın tek açıklaması var: Ordumuzun bu askerlere ihtiyacı yok. Altı ay süreyle çok farklı niteliklere ve yeteneklere sahip gençlere sabah sporu, sonra mıntıka temizliği yaptırmanın, nöbet tutturmanın, mutfakta haşlanmış yumurta soydurmanın bu ülkenin savunmasına ne gibi bir katkısı olabilir?
Yaklaşık 550 bin mevcudu olan bir ordumuz var. Mecburî askerlik sistemi ile işleyen bu ordunun teknoloji kullanma düzeyinin düşük, sevk ve idaresinin hantal olduğunu itiraf etmemiz lâzım. Mehmetçik, yani vatandaşlık borcunu ödeyen gençler ne yapıyor? Garsonluk yapan ve askerlikle alâkası olmayan 165 bin askeri hariç tutalım: Sadece eğitim yapıyorlar ve nöbet tutuyorlar. Ne gariptir ki aldıkları eğitim onları asgari piyade standartlarında bile gerekli donanıma sahip bir asker yapmıyor. Nöbet tutmak ise gelişen görüntülü teknolojiler karşısında çok geri bir güvenlik tedbiri. Şehirlerin içine serpiştirilmiş askerî birliklerin anlamsızlığı bile bu nöbet işinin saçmalığını göstermeye yeterli. Maksat güvenlikse al şehir dışına, koy kameraları...
Eskiden ordular, ülkenin en modern ve ileri kurumları idiler. Mecburî askerlik, toplumsal entegrasyonun ve bazı beceriler kazanmanın en etkili araçlarıydı. Okuma yazmayı veya ömür boyu sürdüreceği mesleği askerde öğrenenler çoktu. Bugün tam tersine yüksek yeteneklere ve becerilere sahip olanlar için askerlik sadece bir ayak bağından ibaret. Mecburi askerlik sistemi sadece bir alışkanlıkla yürüyor. Ordumuz toplum nezdindeki itibarını bünyesine aldığı bu gençler sayesinde sürdürdüğüne inanıyor. Sonuç olarak bu alışkanlıktan vazgeçmiyor. Ülkemizin savunma ihtiyaçları için hiçbir karşılığı ve anlamı olmadığı halde bu alışkanlık devam ettiriliyor.
Bu sorunun çözümü, daha büyük bir sorunun çözümünün içinde. Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarına göre ordusunun mevcudu ne olmalı? Bu rakamın Fransa ve İngiltere ile mukayese ederek 200 bin civarında olması beklenmeli. Tabii bu sayıdaki bir ordunun temel organizasyonunun da değişmesi gerekiyor. O zaman tek tip askerliğin de, mecburi askerlik düzeninin de anlamı kalmıyor.