24 Eylül 2010 Cuma

Gazeteciler susun, jitem konuşuyor! / İhsan Dağı

Galiba bütün gazeteler Hürriyet gibi olsun istiyorlar; Ergenekon bulgularını saklasın, Balyoz soruşturmasını sulandırsın...

Türkiye'de derin yapılar çözülüyor; adeta derin devlet itiraflarının ortalığa döküldüğü bir dönemden geçiyoruz. Baksanıza, JİTEM'in kurucusu ve hatta kendisi olduğunu iddia eden kişi, Eşref Bitlis'i JİTEM'in öldürdüğünü söylüyor. Bir JİTEM itirafçısı, Hrant Dink'in öldürülmeden önce kendileri tarafından kaçırıldığı ve sorgulandığını açıklıyor. JİTEM'in atası 'Özel Harp Dairesi'nin beyni olan komutan, 6-7 Eylül olaylarının 'muhteşem bir Özel Harp operasyonu' olduğu itirafına bir başkasını ekliyor: 'Kıbrıs'ta cami bile yaktık'. Selanik'te Atatürk'ün doğduğu eve bomba at, Kıbrıs'ta cami bombala, Jandarma genel komutanına suikast yap vs.

Madem öyle, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını, Maraş'ta tezgâhlanan oyunu, Çorum olaylarını, Madımak cinayetlerini de açıklayın.

Derin devletin son elli yıllık operasyonları açığa çıkmadan Türkiye'nin yakın tarihini bütün çıplaklığıyla açıklamak mümkün değil. Komplolardan söz etmiyoruz; 'derin itiraflar'la toplumsal ve siyasal gelişmelerin nasıl organize biçimde 'manipüle' edildiği somut örneklere dökülüyor.

Mesele sadece yakın tarih meraklılarını ilgilendirmiyor tabii; içinde barındırdığı birçok suç unsuruyla bu itiraflar karşısında, asıl, yargının harekete geçmesi gerekiyor.

Derin devletin adamları, organizatörleri, tetikçileri konuştukça, bulgular ortaya çıktıkça savcılar duruma el koyuyor, yargı süreci başlıyor. Ama orada bir el devreye giriyor; yargılamaları durduramayanlar bilgilerin, bulguların kamuoyu tarafından duyulmasını engellemeye çalışıyorlar.

Bazen buna hukuk da alet ediliyor. Ergenekon ve Balyoz gibi dava ve soruşturmalarla ilgili haberlere ilişkin 5000 dava açılmış. Bunlar tazminat ve ceza davaları. Gazeteciler adeta susturulmak isteniyor. Biliyoruz, işte Şamil Tayyar'ı yıldırıldılar; kaç defa kalemini bırakma noktasına geldi. Mehmet Baransu'yu neredeyse imha etmeye çalışıyorlar.

Yıldırma, sindirme, susturma girişimlerinden Zaman muhabir ve yazarları da nasibini alıyor tabii. Zaman muhabirlerinden Büşra Erdal'a yapılan tam bir linç girişimi. Bir gazeteciyi yaptığı haberden dolayı Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde Ağır Ceza'da yargılamak, üstelik iki hâkimin şikâyeti üzerine bunu yapmak akıl alır gibi değil.

Bu tür davalarla sadece gazeteciliği öldürmekle kalmıyorlar, gerçeklere ulaşma hakkımızı da elimizden alıyorlar.

Derin devletin işlediği suçları 'karartmak' yargıya mı kaldı? Gladyo gibi yapıları yıkan ülkelerde bu işi savcılar ve yargıçlar yaptı. Bazen siyasi iradeye, bazen medya baronlarına karşı direnerek 'temizlediler' devleti. Bizde tersi olabilir mi?

Yargıtay Başsavcısı'nın referandum sonrası adeta 'yaşasın illegalite' diye bağıran sözlerini, 'Anayasa değişse dahi, yasalar değişse dahi' diye meydan okuyan sözlerini hatırlayınca, bir başka emekli başsavcının referandumda evet oyu kullananları 'ihanet'le suçladığını bilince kaygılanmamak elde değil.

Derin devletin çözülmesini engelleyemeyenler çözülmenin haberlerini sansürlemeye kalkıyorlar. Ama bu artık mümkün değil. İsteseler de istemeseler de derin devlet tasfiye olacak, oluyor da. Bu süreçte yargının hukuktan yana durması; bulgulara, bilgilere dayalı haberleri ihbar kabul edip araştırma yapması beklenir.

Derin devletin tasfiyesini durdurmak, en azından yavaşlatmak için yargıyı kullanmalarına izin verilmemeli. Taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakmanın âlemi yok. Türkiye derin devletle hesaplaşırken yargı iddiaları örtbas etme makamı mı olacak, yoksa iddiaların üzerine gidildiği makam mı?

Türkiye'de yargıçlar var diyebilmeliyiz; düşünce ve ifade özgürlüğümüzü gözeten, haber alma hakkımızı koruyan yargıçlar...

Bu noktada 'siyasi irade' de seyirci kalamaz gazetecilerin susturulması girişimlerine. Hükümet, halkın hakikati öğrenme hakkını gözeten bir anlayışla olaya müdahil olmalı, yasal boşlukları gidermeli. Derin devletle hesaplaşan gazetecileri yalnız bırakan bir siyasal irade halka hesap veremez..