26 Ocak 2010 Salı

''GENÇ KARTALLAR'' BRÖVE TAKTI

İzmir Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığında uçuş eğitimlerini tamamlayan 48 pilot teğmene, diploma ve bröveleri törenle verildi. Üs Komutanlığında düzenlenen törene, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay, Ege Ordusu ve Garnizon Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Hava Eğitim Komutanı Korgeneral Ziya Güler, 2. Ana Jet Üs Komutanı Hava Pilot Tümgeneral Güngör Kurubaş ve diğer komutanlar ile mezun olan teğmenlerin aileleri katıldı.
Orgeneral Aksay, yaptığı konuşmada, mezun olan pilotlara seslenerek, ''Zorlu uçuş eğitimini başarıyla tamamlamak için gösterdiğiniz olağanüstü çabalar sonucunda Türk semalarının çelik kanatlı yılmaz bekçileri arasına katılmaktasınız'' dedi.
Teğmenlerin, bundan sonra da bilgilerini pekiştirerek görevlerini mükemmel şekilde yapacağına inandığını vurgulayan Orgeneral Aksay, şöyle konuştu:
''Büyük Önder Atatürk'ün eşsiz dehasıyla dile getirdiği 'İstikbal göklerdedir' parolası Türk havacılığının değişmez hedefidir. Bu hedefe ulaşmada çağıyla yarışan modern bir hava kuvveti oluşturma yolundaki gayretlerimize sizler de yoğun çalışmalarınızla büyük katkılar sağlayacaksınız. Hızla gelişen askeri hava teknolojileri, yeni silah sistemlerinin üretilmesine zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla biz havacılar bu gelişmeleri yakından takip etmek ve bilgilerimizi sürekli tazelemek zorundayız. Hava Kuvvetlerimizi en son teknolojiyi kullanmak için modernize ederken, mevcut kuvvet yapısı ve harekat etkinliğini en üst düzeyde muhafaza etme gayretindeyiz.''
2008-A devresi mezunları adına konuşan dönem birincisi Hava Pilot Teğmen Celal Alptekin Çevik ise ''Türk Hava Kuvvetlerinin genç kartalları olarak hava kuvvetlerini dünyanın her yerinde birleşik ve müşterek harekat icra edebilen, uzayda yarışan, caydırıcılığı yüksek hava ve uzay gücü konumuna yüceltmeyi, ülkenin ve ulusun güvenliğini sağlamak için her an göreve hazır olmayı asker olarak ettikleri yeminin gereği saydıklarını'' söyledi.
Daha sonra, mezun olan genç pilot teğmenler birlikte ant içti, diploma ve brövelerini aldı. Uçuş eğitimlerini dereceyle tamamlayan dönem birincisi Hava Pilot Teğmen Çevik, dönem ikincisi Hava Pilot Teğmen Emin Bozkaya ve dönem üçüncüsü Hava Pilot Teğmen Murat Yücel'e diploma ve brövelerini, Orgeneral Aksay verdi. Dönem birincisi tarafından yaş kütüğüne uçak maketi çakıldı.

-TEK KADIN MEZUN: ''GURURLUYUZ''-

Uçuş brövesini takan ve 48 mezun arasında tek kadın olan Kerime Kumaş, tören sonrasında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Mutlu ve gururlu olduklarını ifade eden Kumaş, zor bir eğitimin
üstesinden geldiklerini, kadın olmasının bir şey değiştirmediğini, aynı görevleri yaptıklarını söyledi. Teğmen Kumaş, Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığında Arama Kurtarma Birliği'nde görev yapacağını kaydetti.

BİRİNCİ ''ERGENEKON'' DAVASI

Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Osman Yıldırım, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile samimiyetine
ilişkin sorusuna cevap vermedi.
Yıldırım, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, üye hakimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu'nun sorularını yanıtladı. Yıldırım, Ankara'da cezaevindeyken Alparslan Arslan'ın avukatı Ahmet Doğan ile avukat Teoman Ekşioğlu'nun kendi isteği üzerine ziyaretine geldiğini belirterek, ''Teoman Ekşioğlu bana, Muzaffer Tekin'in selamını getirdiğini
söyledi. Savunmamı inceledi. Böyle vatan sevgisini işleyeceğime, dini şeyleri ön plana çıkarmamı istedi'' dedi.
Heyet Başkanı Köksal Şengün'ün de Cumhuriyet gazetesine el bombası atılmadan 3 yıl öce tanıştığını söylediği Alparslan Arslan'ın nasıl bir insan olduğunu öğrenmek istediği Yıldırım'a, ''Bu tanışıklık sırasında örgütü var mıydı? Birlikte bir yığın iş yaptığınız anlaşılıyor. Tahsilat, yasal ya da gayri yasal gibi'' sorusunu yöneltti.
Yıldırım da yasal iş yaptıklarını belirterek, Arslan'ı devletini seven, dürüst bir kişi olarak tanıdığını söyledi. Şengün, ''Cumhuriyet olayına kadar Alparslan Arslan'ın etrafında kimi tanıyordun açık ve net söyle'' diye sorarak, Yıldırım'dan dava kapsamında yargılanan Hüseyin Görüm, Muzaffer Tekin, Veli Küçük'ün de aralarında bulunduğu bazı sanıkları ne zamandan itibaren ve nasıl tanıdığını açıklamasını istedi.
Yıldırım da Hüseyin Görüm ile Alparslan Arslan'ın bürosunda tanıştıklarını, Görüm'ü sadece bir kez gördüğünü ifade ederek, Muzaffer Tekin'i ise Arslan'ın tanıştırmadığını, Tekin'i 1993'ten itibaren kendisinin tanıdığını kaydetti.
Tekin ile aralarında samimiyet olmadığını ifade eden Yıldırım, ''Ortak dostların mekanında görüşmüşlüğümüz var. Merhabalaşmamız olmuştur. Sedat Peker, İbrahim Genç'in gittiği bazı ofisler vardı. Buralarda Tekin'i gördüm. Alparslan kadar samimi değildik'' diye konuştu.
Tekin'in de kendisini, ortak dostları olmasından dolayı Osman Yıldırım olarak tanıması gerektiğini dile getiren Yıldırım, Oktay Yıldırım'ı da Arslan'ın gösterdiğini anlattı.
Zekeriya Öztürk'ü ise Ataşehir'de yapıldığı iddia edilen toplantıda gördüğünü, Öztürk gözaltına alındığında toplantıdaki kişi olduğunu anladığını belirten Yıldırım, Fikri Karadağ'ı da Üsküdar'da gördüğünü dile getirdi. Şengün'ün ''Veli Küçük'ü kim tanıştırdı?'' sorusuna ''Cevap vermiştim''
diyen Yıldırım'a, Şengün, ''Cevap ver. Alparslan Arslan mı?'' dedi.

-''VERDİĞİN BİLGİLERİ KİMDEN ALIYORSUN?''-

Alparslan Arslan ile tanışmadan çok önce emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ü tanıdığını belirten Yıldırım, Şengün'ün ''Samimiyetiniz, birlikteliğiniz nedir?'' sorusuna da cevap vermek istemediğini kaydetti. Bunun üzerine Köksal Şengün, ''Savcıya verdiğin ifade var. Savcılıkta verdiğiniz dilekçeleriniz var. Örgüt suçlaması var. 2 eylemin örgüt bağlantısı olduğu iddiası. Bu dosya sizin açıklamalarınız sayesinde buraya geldi. Cevap vermiyorum diyorsun'' dedi. Yıldırım, ''Ben konuştukça, aydınlatmaya çalıştıkça dışarıdakiler bana saldırıyor. Ertesi gün Baykal bana saldırıyor. Devlet seyirci kalıyor. Ben savundukça vatan hainiymiş gibi saldıran saldırana'' şeklinde konuştu.
Şengün de mahkemenin gerçeği aramak zorunda olduğunu belirterek, ''Senin beyanlarından dolayı bu dosya buraya geldi. Gerek yazılı, gerek sözlü olarak savcıya verdiğin beyanlar var'' dedi.
Yıldırım da ''Şimdilik konuşmayacağım diyorum. Alparslan Arslan yargıca saldırdı, onu eleştiren yok, savunuyorlar. Benim bu saldırıyla alakam yok diyorum, herkes bana saldırıyor'' şeklinde konuştu.
Şengün'ün, ''Verdiğin bilgileri kimden alıyorsun? Devlete bilgi verdiğini söylüyorsun. Susmakla mı bilgi vereceksin?'' şeklindeki sorusuna Yıldırım, ''(Önlemini al, ülke kaosa sürüklenmesin) diyorum. İyilik yaparken kötü oluyorum'' deye yanıtladı.
Başkan Şengün'ün, ''İyilik yaptığın şeyleri nereden biliyorsun?'' şeklinde soru yönelttiği Yıldırım, ''Nereden biliyorsam biliyorum'' diye cevap verdi.
Şengün'ün ''Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olayının parasal bir iş olduğunu söyledin. Ortada örgütsel bir şey yok diyorsun, nedir o iş?'' sorusu üzerine Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine 2 bombayı kendisinin attırdığını tekrar ederek, bunu parasal olarak tahsilat amacıyla gerçekleştirdiğini, ortakları arasındaki anlaşmazlık nedeniyle bu işin teklif edildiğini algıladığını kaydetti.
Şengün de ''Oradaki anlaşmazlığın çözümünün bunun dışında başka sebebi yok mu?'' sorusu üzerine Yıldırım, ''Benim açımdan yok. Onların siyasi amacı varsa var'' dedi.
Köksal Şengün'ün bombalama için 500 bin dolar teklif edildiğini hatırlatarak, bu teklif sırasında Alparslan Arslan'ın konumunu ve arabulucu olup olmadığını sordu. Yıldırım, Arslan'ın arabulucu olmadığını, teklif eden kişilerle fikirsel olarak birlikteliği bulunduğunu ileri sürdü.
Şengün'ün, ''Parayı teklif eden kişiler ile Arslan'ın birlikteliğini nereden biliyorsun'' sorusuna Yıldırım, ''Alparslan'ın 3 yıldır beraber olduğu kişiler. Alparslan paraya dahil değil. Parayı teklif edenlerin yanında. Para bana teklif edildi. Ben de kabul ettim'' dedi.
Yıldırım, el bombalarının Ataşehir'deki evde kim tarafından verildiği şeklindeki soruyu da ''açıkladım'' şeklinde yanıtladı. Yıldırım, bu evde Arslan'a da neden bir bombanın verildiğini ise bilmediğini ifade etti. Bombaları attırdıktan sonra parayı neden almadığı şeklindeki soruya da Yıldırım, paranın getirilmediğini söyledi.
Bu işi verenlerin amaçlarını dürüst bir şekilde söylemediklerini belirten Yıldırım, ''Onlara yolunuza gidin derdim. Kendileri beni başlarına bela etti. Ben itiraz edince de saldırıyorlar'' diye konuştu.

-''ÖRGÜTLE İLİŞKİN VAR MI?''-

Şengün'ün ''Alparslan Arslan'ın ağalarından söz ediyorsun. Kim bunlar? Senin onlarla daha önceden tanışıklığın var'' sorusuna Yıldırım, ''Benim onlarla ilişkim seviyeliydi. Alparslan'ın ilişkisinde ise sınır yok. Ben öyle görüyorum'' dedi. Başkan Şengün'ün ''Örgüt üyesi olmadığını söylüyorsun. İddia olunan Ergenekon örgütü ile bir ilişkin var mı?'' sorusuna Yıldırım, ''Derin devlet anlamında biliyordum. Dostluk yaptığım insanlardan dolayı biliyorum. Semih (Semih
Tufan Gülaltay), Osman (Osman Gürbüz) gibi. Fazla isim saymak istemiyorum'' diye
konuştu.
Yıldırım, cezaevinde kendisini ziyarete gelen avukat Teoman Ekşioğlu'nun da savunmasına bakarak, devlet karşıtı, dini motifli yazmasını söylediğini hatırlatarak, bunun Muzaffer Tekin'in talimatı olup olmadığı yönündeki soruyu ise ''Böyle yazma diyen Ekşioğlu idi'' dedi. Başkan Köksal Şengün, daha sonra duruşmaya ara verdi.

YARBAY DÖNMEZ'İN DAVASI KARARA KALDI

Yarbay Mustafa Dönmez'ın, Ankara Zir Vadisi'nde bulunan mühimmatla ilgili ''askeri eşyayı gizlemek'' suçundan yargılandığı davanın dosyası, karar için incelemeye alındı.
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesindeki duruşmaya, başka suçtan tutuklu sanık Mustafa Dönmez ile avukatı Gülten Güven katıldı.
Dönmez, esas hakkındaki savunmasını tamamladı. Mahkemeye, 351 sayfa yazılı savunma sunan Dönmez, savunmasını duruşmada sözlü olarak özetledi. Evlerinde yapılan aramalar sırasında, bazı özel eşyalarına da el konulduğunu söyleyen Dönmez, bazı eşyalarının ise ''polis tarafından çalındığını'' iddia etti. Dönmez, ''Hırsız-polis ilişkisi yaman bir çelişki'' dedi.
Mustafa Dönmez, savunmasında, kendisine komplo kurulduğu iddiasını da tekrarladı. Avukat Güven de müvekkilinin suçsuz olduğunu ileri sürerek, ''Bunları yapanların arkasındaki kim ise ne dini, ne şerefi, ne onuru var'' diye konuştu.
Son sözü sorulan Dönmez, ''Kuklaların özgürlüğü olmaz. Bunu yapanların belli merkezlerden emir aldıkları çok açık. Davanın ilk gününden bugüne kadar gerçek ortaya çıksın diye aleyhime olabilecek şeyleri dahi mahkemeye sundum. Bunu yapanlar bir rol dağıtmış. Bana, bu mizansen yumağında verdikleri rol uymadı. Her konuda hata yaptılar, ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Gerçekler maddi olarak kanıtlanamasa bile, gerçeği herkes tanır, bilir. İnsanların suçlu olup olmadıkları da bir şekilde ortaya çıkar'' dedi.
Mahkeme, dosyanın incelenmesi ve hükmün hazırlanması için duruşmayı 5 Şubat 2010 saat 14.00'e bıraktı.
Askeri Savcının esas hakkındaki görüşünde, Dönmez'in, Askeri Ceza Kanunu uyarınca 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması ve ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılması talep edilmişti.

A400M NAKLİYAT UÇAKLARIYLA İLGİLİ TOPLANTI

A400M tipi nakliyat uçaklarının üretiminde ortaya çıkan milyarlarca avroluk ek maliyetin paylaşılması konusunda Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenen ve geçen hafta anlaşma sağlanamadan sona eren toplantıya bugün yeniden başlandı. Toplantıda, ek masrafların paylaşılması konusunda farklı öneriler ile nakliyat uçaklarını alacak ülkelerin ek masrafları üstlenmemek için daha az sayıda uçak satın almasıyla ilgili bir önerinin görüşüldüğü bildirildi. Toplam 180 uçaktan 60'ını alacak olan Almanya, şu ana kadar ek masrafları ödemeyi reddediyor. A400M tipi nakliyat uçaklarını üreten EADS şirketinin bir sözcüsü, Ocak ayı sonuna kadar anlaşma sağlanması yönündeki hedeflerinden vazgeçmediklerini belirtti. Uçakları satın alacak ülkelerin daha önce verdiği ültimatom 31 Ocakta sona erecek.

Darbe planları ve TSK / Ruşen Çakır

Bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce yine Vatan’da “Darbe olur mu? Olursa tutar mı?” diye sormuş ve darbeler döneminin kesinlikle kapandığını ileri sürenlere itiraz ederek ülkemizde darbe ihtimali ve ortamının her zaman olduğunu savunmuştum. “Fakat” diye devam etmiştim “günümüzde darbe girişimcilerinin başarı şansının hiç olmadığına inanıyorum.” İnandığım bir başka noktayı da şöyle ifade etmiştim: “Bugün Türkiye’de darbe yapılmasını ve hatta yapmayı isteyen çok kişi var ve bunlar benim gibi düşünmüyor; pekala bir darbenin başarılı olabileceğine inanıyorlar.”
Daha önce, TSK içindeki bazı yüksek rütbeli subayların AKP iktidarını devirmek için en azından üç ayrı darbe planı yaptıklarını ama değişik nedenlerle bunları gerçekleştiremediklerini öğrenmiştik. Bu girişimlerle ilgili soruşturmalar Ergenekon Davası kapsamında yürütülüyor ve mahkemenin sonucu büyük bir merakla bekleniyor. Dün Taraf Gazetesi, şu ana kadar duymadığımız bir başka darbe girişimini haberleştirdi. Buna göre Sarıkız, Ayışı ve Eldiven darbe girişimlerinden önce, 2002 sonu-2003 başları arasında “Balyoz” adı verilen başka bir darbe tezgahlanmış. Gazete, dönemin 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan liderliğinde hazırlandığını ileri sürdüğü bu darbe planıyla ilgili olarak ellerinde 5 bin sayfadan fazla belge ve bilgisayar kaydı bulunduğunu söylüyor ve bunları sırasıyla yayınlayacaklarını belirtiyorlar.
Darbe konusuna girmeden önce bir medya notu düşmekte yarar var: Adından da anlaşıldığı gibi, gazeteciliğin en temel ilkelerinden olduğuna inandığım(ız) “tarafsızlık” a itibar etmeyen bu gazetenin yöneticileri, söz konusu belgelerde mecburen ayıklama yaparken, daha önce Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun Hrant Dink cinayeti raporunda yaptıkları gibi (bazı polis şeflerinin ihmallerini anlatan bölümleri yayınlamamışlardı), taraflı davranarak, belgelerdeki bazı unsurları görmezden gelip bazılarını abartılı bir şekilde öne çıkartabilirler. Bu nedenle, tıpkı Ergenekon iddianameleri ve klasörleri gibi bu darbe girişiminin belgelerinin de en kısa zamanda olduğu gibi internet ortamında ilgililerinin kullanımına açılması çok isabetli olacaktır.
Şaşkınlık ve dehşet verici
“Balyoz” adı verilen darbe girişimiyle ilgili ilk okuduklarımız kesinlikle şaşkınlık ve dehşet uyandırıyor: Camileri bombalamak, Yunanistan’la savaş çıkartmaya çalışmak gibi fikirlerin hayata geçirilmek istenmesi durumunda Türkiye’nin ne feci ve dönüşü olmayacak bir kaosa sürükleneceği açıktır. Bilmiyorum gazetenin sonraki yayınlarında bu planların neden suya düştüğü anlatılacak mı, ancak bu tür korkunç planları kotaranların, bunların doğurabileceği sonuçlardan ürküp geri atmış olabileceklerini sanmıyorum. Daha önce haberdar olduğumuz girişimlerinde yaşandığı gibi, darbe heveslileri, büyük bir ihtimalle TSK içindeki bazı engelleri aşamadıkları için amaçlarına ulaşamamışlardır. Son yıllarda sürdürdüğümüz darbe tartışmalarında TSK’nın nasıl darbe heveslilerinin çıkmasına elverişli bir yapı olduğunun altı sıklıkla çizildi, fakat nedense, aynı TSK’nın, kamuoyuna ve hatta sivil iktidarlara belli etmeden, nasıl içindeki darbe meraklılarını nötralize eden bir yapı olduğu fazla dillendirilmedi. Bu deneyimler TSK’nın da geçmiş darbe deneyimlerinden dersler çıkarmış olduğunu bizlere gösteriyor. Kuşkusuz 27 Nisan 2007’deki “e-muhtıra”yı unutmuş değilim. Fakat Org. İlker Başbuğ’un, Org. Yaşar Büyükanıt’tan Genelkurmay Başkanlığı’nı devraldıktan sonra, özellikle Ergenekon soruşturmasına tepki olarak benzer muhtıralar vermesi yolunda askeri ve/veya sivil onca baskıya rağmen bu yola başvurmamış olmasını da bir başka “ders çıkartma” olarak değerlendirebiliriz.
Yeni soru
“Balyoz Darbesi” haberinden sonra, bir buçuk yıl önceki “Darbe olur mu? Olursa tutar mı?” sorusunu, “Darbe planı yapanlar çıkar mı? Çıkarsa darbe yapabilirler mi?” olarak sormanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bu soruya cevabım “Kesinlikle darbe tasarlayanlar çıkar. Ancak planlarını hayata geçiremezler” olacaktır. Burada sadece TSK içindeki direnç mekanizmalarını değil, hatta ondan daha fazla, demokrasimizin ve sivil toplumumuzun katettiği mesafeyi göz önüne alıyorum.

36 ‘Kozmik Dosya’ya ‘Suç Delilidir’ mührü

Kozmik Oda’da 26 gün arama yapan Hakim Kayan 36 dosyayı “suç var” gerekçesiyle mühürledi. Dosyalarda Arınç suikastı dışında bazı eylemler de olduğu iddia edildi

Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu’nun ‘hiçbir suç unsuru bulunamadı’ dediği Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nın Kozmik Odası’ndaki aramalarında 36 dosyanın ‘suç delili’ niteliğiyle mühürlendiği ortaya çıktı. Mühürlenen dosyalar arasında Arınç’a suikast iddiasının yanı sıra çok sayıda sivil şahsa yönelik bilgilerinde yer aldığı öğrenildi. Mühürlenerek ayrı bir yerde muhafaza altına alınan dosyalar daha sonra kovuşturma aşamasında resmi yazıyla Genelkurmay’dan istenecek.

GENELKURMAY ‘YAKACAĞIZ’ DEMİŞTİ
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, cuma günü yapılan bilgilendirme toplantısında “Tuğgeneral Çubuklu, “Devlet sırrı niteliğinde olan bazı planlarla ilgili olarak güvenlik prensibi ihlali olmuştur. Mevcut usuller gereği uzun yıllar büyük emek verilerek hazırlanan ve geliştirilen söz konusu planlar geçerliliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bu planlar iptal edilecektir’’ demişti. Hukukçular ise “Kozmik Oda hemen mühürlenmeli ve suç delili olabilecek belgelerin imhası engellenmeli”uyarısı yapmıştı.

DOSYALAR DA ODA DA MÜHÜRLENDİ
Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki kozmik odalarda 26 gün boyunca arama yapan özel yetkili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Kadir Kayan’ın not aldığı dosyalar arasından, suç unsuru taşıdığını değerlendirdiği 36 dosyayı bir araya getirilerek mühür altına alındığı öğrenildi. Kozmik odalardan birinde yerinde muhafaza altına alınan dosyaların tutulduğu oda da mühürlendi. Mühürlü dosyalar içinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarının yanı sıra çok sayıda sivil şahsa yönelik bilgilerinde yer aldığı öğrenildi.

DAVA AŞAMASINDA BELGELER İSTENECEK
Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nın sivil uzantıları oldukları değerlendirilen kişilerin arasında iş adamları ve üst düzey bürokratlar ile çok sayıda esnaf olduğu belirtildi. Hakim Kadir Kayan’ın aramalar sırasında el yazısıyla içeriğine ilişkin not tuttuğu 36 mühürlü dosyanın dava açıldıktan sonra mahkeme kararıyla Genelkurmay Başkanlığı’ndan isteneceği öğrenildi. Dosya içeriklerinin ise silahlı örgüt kurmak ile TBMM ve hükümete karşı suçlar olduğu ileri sürüldü.

BAĞLANTI ÇÖMEZ ÜZERİNDEN

El Kaide operasyonunda gözaltına alınan örgüt üyelerinden bazılarının Ergenekon'un firari sanığı Turhan Çömez'le bağlantılı hareket ettiği ortaya çıktı. Örgüt üyelerinin kimlikleri şaşırttı. Örgüt 2012 için kaos planına hazırlanıyordu... Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekat Daire Başkanlığı koordinesinde çökertilen ve aralarında öğretmen, imam, eşcinsel ve kadın satıcısının bulunduğu El Kaide üyesi 57 şüpheliden bazılarının Ergenekon'un firari sanığı Turhan Çömez'le bağlantılı olduğu öğrenildi.
ÜST DÜZEY YETKİLİ
Ele geçirilen örgüt üyelerinin sorgulamaları sonunda örgütün Türkiye yapılanmasının üst düzey sorumlusunun Avrupa'da olduğu belirlendi. Yakalanmamak için Türkiye'ye gelmeyen üst düzey yöneticinin, örgütün koordinasyonunu yurtdışından sağladığı öğrenildi. El Kaide üyesi olduğu ileri sürülen 57 şüpheliden bazılarının Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinde adı geçen firari sanık eski milletvekili Turhan Çömez'le irtibatlı olduğu tespit edildi. Ergenekon'un 6. dalga operasyonunda aranırken yurtdışında olduğu anlaşılan Çömez en son Londra'da görüntülenmişti. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde sorgulanan zanlılar arasında şaşırtıcı kimlikler de ortaya çıktı. Ormanda askeri kamp İstanbul Valisi Muammer Güler, çökertilen yapılanmanın cihat bölgelerine gönderilecek örgüt mensuplarını eğitmek amacıyla ormanlık alanlarda spor ve kamp faaliyetleri icra ettikleri ve bu faaliyetlerle birlikte askeri eğitim yaptıklarının belirlendiğini söyledi.
2012 KAOS PLANI
Eşzamanlı operasyonlarla çökertilen El Kaide hücrelerinin 2012 yılında ses getirecek eylemler planladığı ortaya çıktı. Gay, tacizci, cinsel istismarcı üyeler ise şaşkınlığa yol açtı.
El Kaide terör örgütüne yönelik 20 ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda 120 şüpheli gözaltına alındı. Ankara polisinin ele geçirdiği Mehmet Doğan liderliğindeki El Kaide hücresinin tüyler ürperten kaos planı deşifre edildi.
Doğan liderliğindeki El Kaide üyelerinin Bin Ladin’i “Mehdi” olarak kabul ettiği, 2012’de yaşanmasını beklediği büyük olaylara hazırlık yaptığı iddia ediliyor. Bu planın El Kaide terör örgütünün 2000’de gerçekleştirmeyi planladığı “Mileniyum Kumpasını” çağrıştırdığını belirten uzmanlar, El Kaide’nin 2012’ye yönelik hazırlık yaptığını değerlendiriyor.
KIYAMET SENARYOSU
El Kaide saldırı planında, Ortadoğu’daki kutsal mekanlar, turistik tesisler, oteller, Los Angeles Havaalanı ve ABD savaş gemilerini hedef almayı planlamış, ancak eylemcilerin yakalanması sonucunda plan başarısızlıkla sonuçlanmış.
Doğan’ın örgüt üyelerine 2012’ye yönelik hazırlık yapmaları talimatı verdiği, Müslüman ülkelerdeki rejimleri yıkarak yeni bir İslam Devleti kuracağına inandığını belirtiliyor. Ele geçirilen bir ses kaydında; Türkiye’nin yakında yıkılacağı, “hükümetin ve dini liderleri” suçlayan Doğan’ın “Git silah yap, vur onları” dediği anlaşılıyor.
TACİZCİ, EŞCİNSEL, KADIN SATICISI…
Türkiye’deki El Kaide’nin lideri olduğu iddia edilen Mehmet Doğan’ın damadı S.A’nın örgütteki kadınları taciz ettiği öne sürüldü. Ankara’da gözaltına alınan H.T.Y’nin ise eşcinsel olduğu ve kamuya ait bir hastanede laborant olarak çalıştığı öğrenildi. İstanbul’da gözaltına alınan S.A. isimli eşcinselin ise işsiz olduğu öğrenildi.
Çelişkilerle dolu örgütün içerisinde bulunan 5 kadın satıcısının ise kadınlara karşı zaafım var dedikleri öğrenildi. Eşcinsellerin ve kadın satıcılarının dikkat çekmemeleri için örgütte kullanıldığı belirtildi.
BALYOZ CUNTASI EL KAİDE'NİN EYLEMLERİNE UMUT BAĞLAMIŞ
Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı Balyoz darbe planında Çetin Doğan başkanlığındaki cuntanın El Kaide ve PKK'yla ittifakını gözler önüne serdi. Balyoz Harekatı'nın "icra" safhasında yapılması öngörülenler arasındaki ilk eylem tarifi aynen şöyle: "Bölücü Terör Örgütü ve El Kaide'inn büyük şehirlerde özellikle İstanbul'da eş zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrasında icra edilecek, Sivil Toplum Kuruluşu ve üniversiteler ile koordine ederek yönlendireceğimiz çok geniş katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilan edilecek." Bu irkiltici ifade, ordu içinde PKK ve El Kaide'nin eylemlerine sadece "araç" değil "garanti" gözüyle bakan, bu eylemleri kışkırtma ya da örgütleme gücüne sahip olduğunu düşündüren bir grubun varlığına işaret ediyor. El Kaide'nin, Balyoz Planı'nın masaya yatırılmasından dokuz ay sonra İstanbul'da tam da plandaki ifadesiyle "eş zamanlı büyük eylemler" gerçekleştirmiş olması, HSBC, İngiliz Konsolosluğu ve sinagog saldırılarının hafızalarımızdaki dehşetini daha da arttırıyor.

1'inci Ordu'da Arama Yapılacak

'Balyoz Darbe Planı'yla ilgili olarak 1. Ordu Komutanlığı'nın kozmik odası aranacak. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevlendirilen özel yetkili savcı Bilal Bayraktar öncülüğünde gerçekleştirilecek aramaya iki savcı daha eşlik edecek. Aramada Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki aramada izlenen yöntem izlenecek

Taraf Gazetesi'nde yayınlanan 'Balyoz' planı ile ilgili olarak başlatılan soruşturma çerçevesinde 1. Ordu Komutanlığı'nın İstanbul'daki kozmik odasında arama yapılacağı öğrenildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na bağlı özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yürütülen soruşturmanın savcısı olarak Bilal Bayraktar görevlendirilmişti. Belgelerin çok fazla olması sebebiyle Cumhuriyet Savcısı Bayraktar'a iki savcının yardım ettiği soruşturmada, planda imzası olduğu belirtilen dönemin komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın görev yaptığı 1. Ordu Komutanlığının kozmik odasında arama yapılacağı öne sürüldü.
TÜM OYUNLARA BAKILACAK
Kozmik odada "harp oyunu" denilen belgelerin hakim tarafından incelemeye tâbi tutulması bekleniyor. 'Harp oyunu' denilen 'cami bombalama, gazeteci tutuklama ve kendi jetini düşürme' gibi senaryolar kozmik oda araması ile birlikte 1. Ordu Komutanlığı'ndaki ilgili tüm tatbikat kayıtları ile karşılaştırılacak. Savcıların 'tatbikat planlarına karıştırılmış yasa dışı planlardan şüphelendiği' ve bu gerekçe ile kozmik odadaki kayıtları incelemek istediği belirtildi.
ANKARA'DAKİ ARAMANIN AYNISI
İlk kez Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiaları soruşturmasında Ankara'da gerçekleşen kozmik aramanın bir benzerinin basına yansıyan yeni belgelerle ilgili olarak birkaç gün içinde İstanbul'da yapılacağı öğrenildi. Doğan'ın görev yaptığı birliğin kozmik odaya girilmesi durumunda, bu odada yer alan harekat planları ve devlet sırrı niteliğindeki belgeler hakim tarafından incelenecek. Yapılan işlem Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı'nın Kirazlıdere mevkindeki kozmik büroda yapılan uygulamanın aynısı olacak. Kozmik odaya girecek hakim belgeleri dışarı çıkarmayacak, tutanak düzenleyecek.
DOĞAN'IN İFADESİ ALINACAK
Özel yetkili savcılar 'Balyoz' soruşturması kapsamında 5 bin sayfalık belgeleri ve ses kayıtlarını incelerken, belgelerde ismi geçen kişilerin de ifadesine başvurulabileceği belirtiliyor. Soruşturma kapsamında planda imzası olduğu belirtilen Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın da ifadesinin alınacağı öğrenildi.
Doğan yaptığı açıklamada, "iç tehdit olarak değerlendirilen bölücü ve irticai gelişmelerin EMASYA (emniyet ve asayiş) planları çerçevesinde elbette ele alındığını" ifade etmiş, söz konusu plan ve senaryoların "cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin gereği olarak hazırlandığını" kaydetmişti.

Meclis'i Basan 2 Subayın İsimleri

İddia için 'Teyyo Pehlivan'ın yalanları' diyen Oktay Vural rezil oldu. 27.06.2009 tarihinde Meclis'i basarak partileri tehdit eden iki subayın isimleri yayınlandı...

Meclis ziyaretini, Tuğgeneral O.K. ve Binbaşı M.Y. yaptı
Askere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin yapıldığı gecenin sabahında Meclis'i ziyaret eden askerlerin kimlikleri belli oldu. Bu isimlerden biri Tuğgeneral O.K., diğeri de Hakim Binbaşı M.Y. AK Partililer, subayların Meclis'te siyasileri ziyaret ettiğini doğruladı. Muhalefetten CHP ve MHP ise askeri personelin ziyaretiyle ilgili iddiaları reddetti.
Askere sivil yargı yolunu açan yasaya önce destek veren muhalefet partilerinin, ertesi gün Meclis'e gelen iki subayın temaslarından sonra tavır değiştirdiğine yönelik Zaman'ın dün manşetten duyurduğu haber, büyük yankı uyandırdı. Subayların Meclis'e gelip görüşme yaptığı bilgisi AK Partililerce doğrulandı. MHP'li Oktay Vural da subayların sadece AK Parti ile görüştüğünü iddia etti. CHP ve MHP'nin Meclis yöneticileri, subaylarla görüşme yapmadıklarını savundu. Meclis'e gelen askerlerden biri, o tarihte Milli Savunma Bakanlığı Kanun ve Kararlar Daire başkanı olan Tuğgeneral O.K. idi. Diğer subay ise Hakim Binbaşı M.Y.
Sabah Meclis'e gelen subaylarla ilk görüşen isim, bir AK Partili. O görüşmeyi ilk kez anlatan AK Parti'nin önemli bir ismi, subaylarla aralarında geçen ilginç diyaloğu da aktardı: "Gece yarısı bir askeri hakim TV'yi izlerken dikkatini çekmiş ve telefon etmiş. Bunun üzerine apar topar geldiler. Şaşkın ve sinirliydiler. 'Bu yapılan, gece yarısı darbesidir' denilince sakinleştirmeye çalıştım. Ortamı yumuşatmak için de espri yaptım. Dedim ki, '27 Mayıs'ta Menderes sabaha karşı asıldı, 12 Mart, 12 Eylül gece yarısı darbesiydi. 27 Nisan'daki e-muhtıra bile gece verildi. Hep siz mi yapacaksınız? Bırakın bir de Meclis gece yarısı darbesi yapsın' dedim."
AK Parti Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş ise söze, "Zaman'da çıkan haberler tek bir hata ile tamamen doğru." diyerek başladı. Elitaş, haberde yer alan hatanın Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in önergeyi görüştüğü MHP'linin, Oktay Vural değil diğer Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır olduğunu açıkladı. Bakan Ergin'in MHP'li Şandır ile birlikte AK Parti'den Bekir Bozdağ, CHP'den Hakkı Suha Okay ve TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ile bir araya geldiğini, orada tam bir mutabakat sağlandığını hatırlattı. Elitaş, "Aramızda tam bir mutabakat vardı. Muhalefet daha sonra 'uyutulduk' diyerek çark etti. Biz kendilerini uyutmadık ama arkadaşlar aşırı uyarılmış olmalılar ki; destek verdikleri yasaya karşı çıktılar. Hava, cumartesi günü değişti." dedi. Elitaş, 2 subayın ziyaretine ilişkin olarak da, "Bu bilgiyi ben de duydum. Konuşuluyor ama benimle görüşen olmadı." diye konuştu. AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ ise Meclis'te yasal düzenlemeleri takip eden subaylar ile her zaman görüştüklerini, bunun altında bir şey aramanın etik olmadığını söylemekle yetindi.

Taraf 1. Ağızdan Balyoz'u Anlattı

Taraf Gazetesi, Balyoz darbe planı ile ilgili iddialara canlı yayında cevap verdi. İşte, Yasemin Çongar, Yıldıray Oğur ve Mehmet Baransu'nun açıklamaları Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'in CNN Türk televizyonunda sunduğu Tecrübe Konuşuyor adlı program bu haftaki yayınını, Taraf Gazetesi'nden yaptı. Programa Taraf Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, Yıldıray Oğur ve Mehmet Baransu canlı yayına konuk olarak katıldı. İşte programdan satır başları:
BU BELGELER NEREDEN GELDİ?
Cengiz Çandar: Bu belgeler Mehmet'e nereden ve kimden geldi? Mehmet Baransu: Bu belgeler bir bavul içinde Taraf'a geldi. 3 kişinin tatile çıkacağı zaman hazırlayacağı bir bavul şeklinde Taraf'a geldi. Bunların içinde orjinal belgeler ve DVD'ler vardı. Bunların nereye geldiğini söylemeyceğim. Haber kaynağım bana bunların taranmış 4 DVD'sini verdi. Bu bavulu getiren kişide bunların orjinal DVD'leri vardı. DVD'lere ekleme yapmak mümkün değil. Çünkü bu eklemeler elektronik olarak saptanabilir. Ben bu CD'leri savcılığın isteği üzerine kendilerine teslim ettim. Süha Tanyeli'nin el yazısı ile yazılmış not defterini gördüm. Cengiz Çandar: Bugün İlker Başbuğ bu belgeleri sızdıran 9 kişinin tutuklu olduğunu söyledi, sana bunları getiren kişi şu an tutuklu mu? Mehmet Baransu: Bana bu belgeleri getiren kişi henüz tutuklanmadı. Kendisi bana dün belgeler verdi. Çetin Doğan bu ses kayıtlarının arasına ekleme yapıldığını söylemişti. Bu ses kayıtları CD halinde değil, tam 9 tane teyp kaseti. Bunlara ekleme yapılamaz. Yasemin Çongar: Bu tamamen düzmece bir belgeyse bunu Genelkurmay'ın araştırması gerekir. Bugün İlker Başbuğ'u televizyon izledim. Onun darbeler dönemi kapandı sözlerine inanmak istiyorum. Cidden çok zor durumda, onun bu halini görünce onun durumuna üzülüyorum. Bence burada yük tamamen Genelkurmay'ın üzerinde değil, aslında AKP'de bu işin üzerine bütün gücüyle gitmeli...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Türkiye bu generalin heykelini dikmeli / Prof. Osman ÖZSOY

Bu ülkenin bir generali var ki, Türk demokrasi tarihine ismi altın harflerle yazılacak. 80 yaşını aşmış nice siyasetçilerin kardeşlerini yeme pahasına koltuklara talip olduğu yerde, o devlet ikbalini elinin tersiyle itmeyi başardı.
Bir şiirde geçen, “Minareler süngü, kubbeler miğfer'' satırlarını okuduğu için hapse atılan Başbakan Erdoğan, acaba Taraf gazetesinin yayınladığı ve içinde camilerin bombalanmasının planlandığı Balyoz Darbe Planı’nın gerçek olduğuna inanıyor muydu? Bu ayrıntı çok önemli...
İnanıyorsa gereği konusunda takipçisi olması beklenirken, inanmıyorsa görmezden gelmesi yada önemsizleştirmesi de ihtimal dahilinde. Minareyi şiire konu eden hapse giriyorsa, bombalamayı düşünen acaba ne olur?
Başbakan Erdoğan dün Sakarya’da yaptığı konuşmada olan biteni yakından takip ettiği izlenimi verdi. Kuşkusuz bu iyi bir gelişme. Şu sözler o konuşmadan; “Son zamanlarda bazı gazetelerde ne tür oyunlar oynandığını görüyorsunuz. Farklı arayışlar içerisinde olamazsın, eğer demokrasiye inanıyorsan. Ama demokrasiye inanmıyorsan, o zaman adam gibi çıkarsın 'Benim demokrasi diye bir derdim yok'. Eee o zaman... Neden yanasın onu açıklarsın. Darbeden yana mısın? Çıkarsın onu açıklarsın. Çık adam gibi açıkla. Gizli kapılar arkasında bu iş artık kalmıyor. Bir gün bunların hepsi ortaya çıkıyor. Artık yok böyle bir şey filan. Çıkıyor, çıkıyor. Bundan sonra kim bilir neler çıkacak?'' ifadelerini kullandı.
“Bundan sonra kim bilir neler çıkacak?'' sözlerinden, kendisinin bildiği ama henüz kamuoyuna intikal etmemiş başka planların da olabileceğini düşünmek mümkün.
Başbakan Erdoğan konuşmalarını karşıdaki ekrandan okumadığında iç dünyasındaki düşünceleri daha rahat yansıtıyor, bir bakıma tamamen kendi gibi davranıyor. Dikkat ettim, yukarıdaki konuşmayı yaparken gözü ekranda değildi. Geleneksel Ankara siyasetçisi gibi değil de, yukarıdaki gibi biraz da Kasımpaşalı tarzı ile yaklaşırsa meseleye, siyaset kurumunun sistemdeki ağırlığını artırma konusunda daha cesur adımlar atması da beklenebilir. Yoksa idarei maslahat tavrı ile yaklaşırsa, siyaset kurumuna yönelik bildik kumpaslar sürer gider.
'Özkök tasfiye edilseydi, darbe kesindi'
Ergenekon davasına konu olmuş diğer planlar yanında Balyoz Planı da, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa’nın hangi şartlar altında karargahta demokrasi mücadelesi verdiğini gösterdi. Halbuki olan bitene çanak tutsa, “haydi arkadaşlar arkanızdayım” dese, yapılacak darbeden sonra ülkenin devlet başkanı olması işten bile değildi. Evinden sefertası ile yemek götürecek kadar karargahta yalnızlaşan, ama tek başına dimdik ayakta duran (Özal gibi kısa boylu) bu dev insanı demokrasi kahramanı ilan ediyorum. Üstelik gitti bu ülkenin savcısına, devletin selameti için bildiğini bir ölçüde anlattı, hukuka saygısını ve mertliğini de gösterdi.
Ortaya çıkan son belgeler ışığında tekrar davet edilse, sanırım o dönemde olan biteni yansıtan yapbozun bazı parçaları daha yerine oturmuş olacaktır. Haber 7 yazarı Aydoğan Vatandaş, Özkök Paşa’nın neden daha fazla bilgi vermediğine ilişkin çok önemli bazı sorular da sormuş. Dilerim Paşa’nın bunlara verilecek makul cevabı da vardır. Ama gelinen şu nokta bile demokrasimiz açısından devrim niteliğindedir.
Karşımızda, herkesin hayalini, hatta 80’ini devirmiş siyasetçileirn kendi kardeşlerini biçme pahasına bir yanından tutunmaya çalıştığı devlet ikbalini elinin tersi ile itmeyi başarmış bir devlet adamı var. Saygıda kusur etmediğimiz Osmanlı Padişahlarının bile çeşitli maslahatlarla kardeşlerinin ve babalarının hayatlarına son verdiği bir gelenek çizgisi içindeki ülkede, Hilmi Paşa’nın bu duruşu, tarihi öneme sahiptir.
Balyoz, ayrıntısına kadar hesap kitap edilmiş, kanla paketlenmiş kapsamlı bir darbe planını içeriyor. Yani mesele oldukça ciddi. Önceki yazımızda, planı hazırlayan dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan “RTE’ye sabrımız kalmadı...” satırlarını yazımıza konu etmiştik. Emekli iken bu düşüncede olan biri, elinin altında koca bir ordu varken kimbilir daha neler düşünüyordu?
Emekli Yarbay ve 19-20. dönem Milletvekili Tevfik Diker, darbecilerin, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü bir şekilde tasfiye etmeden başaramayacaklarını bildikleri için ilk hedefte onu etkisizleştirmekle işe başladıklarını belirterek, "Özkök tasfiye edilseydi, darbe kesin yapılacaktı" demiş. Önümüzdeki günlerde daha başka şok edici bilgi ve belgelere dayalı yeni iddiaların kamuoyunun önüne gelebileceğinin altını çizen Diker, bu tespiti ile Başbakan Erdoğan’ın “Bundan sonra kim bilir neler çıkacak?'' tespitini de teyit etmiş oluyor.
Yerinde ve zamanında takdir...
Yazıma son vermeden, yazı başlığını oluşturan “Türkiye bu generalin heykelini dikmeli” ifadesinin altını biraz daha doldurmak istiyorum.
Özkök Paşa Genelkurmay Başkanı iken, o dönemde yazılarımı kaleme aldığım Tercüman gazetesinde kendisi hakkında tam birer yıl arayla 3 yazı yazmışım. Çok şükür ki, Paşa’nın demokratik duruşunu o dönemde fark ve takdir etmiş, yazılarımıza konu etmişiz.
İlk yazıyı 27 Nisan 2007 bildirisinden tam 3 yıl önce 27 Nisan 2004’te yazmışız. “Özkök Paşa'nın basireti” başlıklı yazıda, Hilmi Paşa’nın MGK toplantılarındaki dengeli ve basiretli tutumunu anlatmışız. Bir yıl sonraki “Özkök Paşa'nın açıklamaları...” bir başka yazıda (21.04.2005), ülkedeki gündem laubaliliği içinde, memleketin meselelerini ve dünyanın gittiği noktayı derinlemesine ele alan yıllık değerlendirme toplantısındaki konuşmasını değerlendirmişiz.
“Bravo Özkök Paşa’ya...” son yazıda ise (09.03.2006), “Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, TSK’nın son 50 yıllık tarihine bakıldığında devrim niteliğinde işlere imza atıyor. Açıkça söylüyorum. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, demokratik sistemin sağlıklı işlemesi konusunda son zamanlarda en yoğun çaba sarf eden devlet adamlarının başında geliyor. Özkök Paşa devletin bekası uğruna birçok riski üzerine alarak, ülkenin kirlilikten arındırılması ve demokratik sistemin rayına oturması için elinden geleni tüm samimiyetiyle yapıyor. Özkök Paşa bu mücadelesinde yalnız bırakılırsa, bunun kimseye hayrı olmayacağını açıkça söylemek isterim” satırlarına yer vermişiz. Çok şükür geçen zaman bizi haklı çıkardı.
Kısaca diyorum ki, değil darbe yanlısı askerlere, aynı düşüncedeki siyasetçilere, aydınlara, işadamlarına, sanatçılara, medya mensuplarına birer ibret ve ders olması açısından Hilmi Paşa’nın bir heykeli dikilse değer...
Sayın Paşam, ekip arkadaşlarından bazıları camileri bombalamayı planlarken, evinizden sefertası ile yemek götürerek ateşten bir koltukta oturmuş ve demokrasiye paratoner olmuşsun... Meclis kürsüsünden darbe çağrısı yapan siyasetçileri görünce, size sonsuz teşekkürler...

Genelkurmay huysuz ihtiyara benzemeye başladı / Prof. Nevzat TARHAN

Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış darbecilerin mumu da toplumun uyanmasına kadar yanacak. Savcıların değil, Genelkurmayın kendi çürüklerini temizlemesi TSK’yı yıpratmaktan korur.
Balyoz Güvenlik Harekatı’ planının darbe planı olduğu o kadar sahici ki, ilk günkü acabalardan vazgeçmek daha makul gözüküyor. Sanki 27 Mayıs veya 12 Eylül’ün güncellenmiş hali.
Orijinal nüsha 4 yıllık bekleme süresi sonunda imha edilmiş. Acaba son dört yılın plan tatbikatları ve harp oyunları savcılara gösterilebilecek mi bilemiyoruz. Kamu vicdanı tatmin olmazsa TSK çok zarar görür.
Gerçeklik ilkesine uyan bazı bilgiler
1- Harp oyunlarında gerçek isim olmaz kırmızı kuvvetler mavi kuvvetler çatışması vardır. Ancak sadece harp planına isim ve sicil gibi noktasal bilgiler girer. Bu harp planı olmadığına göre darbe planı tanımı en uygun tanımdır.
2- Fişleme için uygulanan Güvenilir - Güvenilmez kriterleri Yüksek Askeri Şura kararları ile tasfiye edilen, muhtemel darbeye karşı olabilecek dindar ve demokrat subaylara uygulanan kriterlere uyuyor. Dinci, eşinin başı örtülü, gümüş yüzük takıyor, alaturka WC kullanıyor, rüşvet yemez, liberal görüşleri var, İmam hatip mezunu, babası imam vs gibi…
3- Asker plansız iş yapmaz. 12 Eylül 1980’de bir günde anarşinin bitmesi iyi plan sonucuydu. Plandaki iç tehdit ana teması tahrifatla açıklanamayacak kadar belirgin göze çarpıyor. Basına yansıyan metni incelediğinizde darbe arzusu ve niyeti çok belirgin anlaşılıyor.
4- Genelkurmayın planla değil nasıl sızdırıldığı ile ilgilenmesi de tevil yolu ile ikrardır. Suçun dolaylı onaylanması anlamını çağrıştırır.
5- Psikolojik Savaş gözlüğü ile bakıldığında;
Stratejik hedef darbe yapmak, savaş ideolojisi irticai kalkışma ve Türkiye’nin İran olma ihtimali, taktik hedef irtica tehlikesine kamuoyunu inandırmak, yöntem düşman üretmek için kontrgerillayı çalıştırmak, taktik ikincil hedef sıkıyönetim için ortam oluşturulmasıdır.
Eylem planları ile düşman üretmek amaçlanır, çarşaf ve sakal eylem planları ile el-kaide üzerinden fişlenmiş kişilerin toplanmasının sağlanması ve camilerin bombalanması ile de irticai kalkışmaya inandırıcılığın oluşturulması amaçlanır.
Ayrıca Suga (Denizcilikte halat bağlama anlamına gelir) eylem planı ile denizlerde gerginlik ve Oraj eylem planı ile havalarda fırtına oluşturmak amaçlanmıştır.
‘Orage’ Fransızcada fırtına demektir. Eylem planında imzası olan İbrahim Fırtına paşanın soyadının Fransızcası. Ne tesadüf (!)...
6- Hafızalarımızı yoklayalım 2003’de Kasım ayında HSBC bombalandığında tanklar boğaz köprüsünü EMASYA gerekçesi ile kapatmıştı. Sessizce valilik özrü ile geri dönülmüştü.
Çarşaf eylem planı kapsamında HSBC, Sinagog ve İngiliz Konsolosluğunun bombalanması akla yakın duruyor. Demek ki kader cuntacıların kafasını çarşafa dolandırmış.
7- 2003 Plan Semineri Mart 2003’te yapıldı. Seminerler jenerik senaryoların yeniden gözden geçirilme ve kurmayların akademik kariyerlerinin gözlemlendiği alanlardır. Bunun için en az altı ay hazırlık gerekir.
Plan semineri son aşama tarihi ile Irak olayları tarihi örtüşüyordu. Aynı tarihlerdeki Orgenerallerin ittifakla 1 Mart Irak tezkeresi için nötr kalma kararının gerekçesi belirsizdi. Şimdi anlaşılıyor cuntacılar ABD ile ortak hareket etmek istememişler. Çünkü iç hesapları varmış. Amerikalıları kızdırınca Irak Süleymaniye’de Özel Kuvvetler Komutanlığı askerlerinin başına çuval geçirilmişti. 2003 Kasım ayı bombalamalarından sonra muhtemelen hükümet uluslararası destek istedi ve ABD cuntacıların kulağını çekti. Aslında önceleri ABD’ye toz kondurmayan ‘bizim iyi çocuklar’dılar.
ABD’nin Türk Genelkurmayını değil hükümeti muhatap almaya başlaması dönüm noktası olmuştu. Demek ki kader aslında çuvalı cuntacı zihniyetin başına geçirmiş.
O tarihlerde darbeyi önleyen üç etken Orgeneral Hilmi Özkök, darbecilerin taktik hatası ile ABD’yi kızdırmaları ve zamanın ruhu faktörleridir.
Genelkurmay Başkanlığı darbe planlarının konuşulması ile bilgi kirliliği oluştuğunu ifade etti.
Asıl bilgi kirliliği gerçeklerin orta çıkmasını engellemektir.
12 Eylül 1980’den bir gün önce “Bazı duyumlar alıyorum” diyen Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil’e Genelkurmay başkanı Kenan Evren’in “Darbe olacak olsa önce benim haberim olurdu” demesi bilgi kirliliğidir.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış darbecilerin mumu da toplumun uyanmasına kadar yanacak. Savcıların değil, Genelkurmayın kendi çürüklerini temizlemesi TSK’yı yıpratmaktan korur.
Genelkurmayımız huysuz ihtiyarlara benzememeli. Huysuz ihtiyarlar hep bir suçlu ararlar suçun kendilerinde olduğunu anladıklarında ise iyice yalnız kaldıklarını görürler.
Dost acı söyler, emekli bir subay olarak bunları yazmaktan mutlu değilim ama zalimliğe sessiz kalınmaz ki.

Ne yapmalıyız: İlk hedefler / Nazlı Ilıcak

1) Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin vazifeleri arasına "cumhuriyeti koruyup kollamak" yükümlülüğünü de koyan İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesi, orduya darbe yetkisi vermez.
2) Anayasa'nın 145. maddesi değişmese bile, darbe teşebbüsünü askeri değil, adli mahkemeler yargılamakla mükelleftir.
3) Temmuz 1997'de Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) protokolü, "tedbir alıyorum" gerekçesiyle, silahlı kuvvetlerin provokasyon yapmasının meşru zeminini oluşturmaz.
***
Ama, maalesef, bir bakıyoruz, mesela, Balyoz Harekâtı belgesinde, kurulacak Milli Mutabakat Hükûmeti'nin programına askerler şöyle yazmış: "Türk Silâhlı Kuvvetleri, mevcut anayasal sistemin ve İç Hizmet Kanunu'nun kendisine verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevini yerine getirerek ... tarihinde, devlet yönetimini devralmış bulunmaktadır."
Her darbede, buna sığınıyorlar.
yrıca, darbeye teşebbüs eden bir askerin, hazırlıklarını Karargâh içinde yapmış olsa dahi, sivilleri hedef aldığı için, adli yargı önünde hesap vermesi doğaldır. Ama burada da kafalar karışık. Nitekim Poyrazköy cephaneliğiyle ilgili davaya bakan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'nin kararının gerekçesini bekliyor. Gerekçe yayınlandıktan sonra, görevsizlik kararı vermesi muhtemel. Zaten Genelkurmay da, bu davanın askeri mahkemeye intikal etmesini talep etti. Halbuki, Poyrazköy, sadece iki amirale (Metin Ataç ve Eşref Uğur Yiğit'e) yönelik suikastla sınırlı değil. Başka tertipler de var. Ne zaman askeri yargının yetkili olacağı hususunda hukukçular ikiye bölünmüş durumda. Anayasa değişikliği ile bu konu netlik kazanmalı.
Tabii bir de EMASYA var. Bu protokol, sadece kırsal alanda değil, polis bölgesi olan şehir merkezlerinde de, askerlere, mülki amirin talebine gerek kalmadan, doğrudan müdahale etme, arama, denetim, baskın ve operasyon yapma iznini veriyor. Bütün illerdeki garnizonlarda, iç tehdit ve tehlikeye karşı ön çalışma ve değerlendirme yapacak, bunun için istihbarat toplayıp potansiyel tehdit olarak gördüklerini fişleyecek Asayiş Güvenlik merkezleri, işte bu protokole dayanarak kurulmuştur. Çetin Doğan, ortaya çıkan Balyoz Harekât belgesi için, EMASYA protokolünü öne sürüyor. Söz konusu protokol, kolayca istismar edilebilecek bir fiili durum yaratıyor.
***
Madem, yanlış anlamaların önü kesilemiyor, hazır ortam da müsaitken, AK Parti, muhalefetle de işbirliği yaparak, Anayasa'nın 145. maddesini değiştirsin. (MHP buna hazır olduğunu ifade etti) Bunun yanı sıra, tek başına kalsa dahi, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi ile hatalı uygulamaya yol açan EMASYA protokolünü tamamen ortadan kaldırsın. Bu adımları atarken, hem medyadan destek gelecektir, hem de siyasetçilerden.

Çongar İlk Kez BALYOZ'U Anlattı

'Çetin Doğan hastalıklı kafalar bu haberi yapmış ifadesini kullandı, aslında ordu içinde hastalıklı kafaların, bir takım hastalıklı oyunlar oynadığı ortaya çıkıyor. Kaldı ki yine konuşmalardan ve eldeki metinlerden bunun bir harp oyunuyla sınırlı olmadığını bir harp oyunu kisvesi altında aslında bir darbe planının masaya yatırıldığını görüyoruz ve bu darbe planının uygulamaya konmaya başladığının belirtileri de tamamen fişleme belgelerinde gözüküyor'
Today's Zaman'da Pazartesi günleri "Monday Talk" (Pazartesi Sohbeti) için konuşan ve "Balyoz" planıyla ilgili pek çok noktaya açıklık getiren Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar sordu:
"Bir harp oyununda gerçek kişileri, şu diplomatı şöyle kullanacağız diye fişler misiniz? Başbakanlığa girilecek ve gerçek diplomatların adlarını vererek şu, şu, şu bürokratlar birinci derecede öncelikli olarak tutuklanacak der misiniz? Gazeteciler için şu, şu, şu gazeteciler gözaltına alınacak der misiniz? Hangi vali görevde kalacak, hangisi yerinden alınacak der misiniz? Yargıtay üyeleri tek tek şu sıkıyönetim komutanı yapılacak, şu emekli edilecek, bu olumludur görevinde kalacak diye fişlenir mi?" Yonca Poyraz Doğan'ın sorularını yanıtlayan Çongar'ın anlattıkları "Balyoz" İstanbul gibi büyük şehirlerde El Kaide ve PKK gibi örgütlerin eş zamanlı büyük eylemler yapmasıyla darbe ortamının oluşturulacağını belirtiyor. Bu dendikten 6 ay sonra El Kaide İstanbul'da çok büyük eş zamanlı büyük eylemleri oluyor. Çongar'a göre "Ya bu çok korkunç bir tesadüf ya da ordu içinde birileri El Kaide'nin ne yapacağını önceden tahmin edebiliyor, buna garanti gözüyle bakabiliyor ya da bunu bir araç olarak kullanmayı planlayabiliyor ya da belki El Kaide'yi etkileyebilecek güce sahip. Bir şey söylemek istemiyorum ama çok büyük şüphe uyandıran bir ifade belgede var."
Today's Zaman: Belgeler size ne zaman geldi, ne zaman okumaya başladınız, okurken neler hissettiniz?
Çok önce elimize geçti ve biz rahat rahat oturup okuduk diye bir şey yok. Belgeler elimize geçen hafta geldi. 6-7 kişi oturup okumaya başladık. Belgeler sayfa olarak çok ama planların, senaryoların olduğu metinler daha az. Sayfaların çok olmasının bir nedeni olağanüstü fişlemeler var. Türkiye'de her kamu kurumunda, başbakanlıkta veya bir kamu kurumunda kimlerin gözaltına alınacağının tam listesi var; dışişleri diplomatlarının askerle ilişkilerine göre fişlenmesi; bunlar yüzlerce sayfa. Biz öncelikle plan, senaryo ve bu girişimi ortaya çıkaran belgeler üzerinde yoğunlaştık. Tamamen rutine uygun bir seminer yapılmış, onun bir ses kaydı ve 175 sayfalık bir dökümü var. Ve o seminerde nasıl rutinin dışına çıkıldığını gösteriyor.
TZ: 5-7 Mart 2003'de Selimiye Kışlası'nda olan.
Evet, iç tehdit öne alınıyor. Önümüze çeşitli CD'lerde 100'den fazla dosya, o dosyaların her biri yüzlerce sayfalık doküman geldi. Sırayla okumaya başladık çok yoğun şekilde. Esas sorunun cevabı şu: Dehşete kapıldık. Bir iyi tarafı da, ne kadar bu kadarı da olmaz denen planlar çıksa da biz hala dehşete kapılmaya devam ediyoruz.
TZ: Bu tür belgeler neden hep Taraf'a geliyor ya da neden hep Taraf bu tür belgeleri yayınlıyor?
Daha ziyade verenlere sormak lazım ama Taraf iki yılı aştı çıkıyor, bu tür belgeleri yayınlayan, tabu olan kurumları sorgulamaktan ve onları sorgular nitelikteki belgeleri yayınlamaktan çekinmeyen bir gazete oldu. Bu tür belgeler başka gazetelere gidiyor mu bilmiyorum, gidiyorsa da yayınlamıyorlar. Haberciliklerinden bunu görüyoruz. Kafes Eylem Planı'nı da Taraf yayınladı, İrticayla Mücadele Eylem Planı'nı da ilk Taraf yayınladı, Ergenekon'a konu olan bir çok belgeyi de, örneğin Lahika belgesi ve Cumhuriyet Çalışma Belgesi'ni de Taraf yayınladı, Ergenekon iddianameleri daha hazırlanmadan bugün iddianamelere konu olan belgeler Taraf'da yayınlanmıştı.
TZ: Veren kaynaklara baktığınız zaman orduda ne gibi bir değişime işaret ediyor? Ordu artık homojen değil mi?
Türkiye değişiyor, ordu da değişiyor. Hiçbir kurum olmadığı gibi ordu da artık homojen değil. Ordu içindeki Kafes Planı da bir cuntaya işaret ediyordu. Aynı şekilde Fethullah Gülen cemaatine ilişkin eylem planı da ordu içindeki bu hazırlıklardan bir şekilde haberdar olan, hatta konumları gereği bazı aşamalarda içinde de yer almış olan kişilerin artık ordunun bu tür çalışmalar yapmasını istememesinden kaynaklı bir feryadı bu. Hakikaten ordunun siyasetten elini çekmesi ve asli görevine dönmesi gerektiğini düşünüyorlar. İngilizce tabiriyle "whistleblower" denen kişiler aslında bunlar. Çalıştıkları kurumda bir yozlaşma ve çürüme var, esas görev alanının dışına çıkma var veya görev tariflerini aşırı yorumlama var. Bu çalışmları yaparken de suçun alanına girme, kendi toplumuna karşı suç işleme, seçilmiş hükümete karşı suç işleme, sınırlarını aşma var ve bu birçok onurlu subayı çok rahatsız ediyor artık. Bunlardan bir kısmı rahatsızlıklarını belki içine atıyorlar ama bir kısmı da basında da bir kanal buldukları için kamuoyunun gündemine getirmek, tartıştırmak ve bence yargıya intikal ettirmek istiyorlar.
TZ: Bu subayların kademeleri nedir?
Gayet üst rütbeli. Zaten planların gizlilik derecesine, ne kadar sınırlı dolaşımda tutulduğuna bakılırsa bu anlaşılabilir. Sorumlu ve subay seviyesinde insanlar, ordunun profesyonel elemanları. Askerlik mesleğine saygı duyan insanlar bunlar. Er olarak ilginç bir belge görüp çalan insanlardan söz etmiyoruz.
TZ: Çetin Doğan'ın açıklamaları konusunda ne düşünüyorsun?
Çetin Doğan'ın açıklamaları arasında çelişkiler gördüm. T24 kanalına yaptığı açıklamada Balyoz harekat planına konu olan, senaryoyu diyeyim, kabul ediyor, bu tür çalışmaların genelkurmayın bilgisi dahilinde yapılır, tabi ki iç tehdit algılaması vardır ve bu normaldir diyor. Daha sonra bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada metinle kendisi arasına mesafe koydu ve zaten başka komutanların imzasını taşıyan Oraj, Çarşaf, Sakal gibi – camilere saldırı yapılmasını, Türk jetlerinin düşürülmesini planlayan -- planları kesinlikle ihanet olarak nitelendirdi ve hiçbir ilgim yok dedi.
Gördüğüm kadarıyla, altında kendi imzası olan, kendi sesini duyabildiğimiz, kendi yönettiği bir toplantıda konuşulan senaryodan tam olarak kendisini uzaklaştıramayacağını anlamış durumda ve bunun meşru zeminde yapılmış çalışma olduğunu söylüyor. O zaman kafama şu soru geliyor: Nasıl Türk ordusu nasıl meşru zeminde birinci maddesi birkaç ay önce seçimle işbaşına gelmiş hükümeti düşürmek olan ve onu düşürmek için kendi halkına karşı eylem yapmayı içeren, karışıklık yaratmayı, kaos yaratmayı içeren, sonra yönetime el koymayı, olağanüstü hali, sıkıyönetimi içeren bir senaryoyu oynar? Türk ordusunun görevi niçin bu olsun? Harp oyunu oynanır, herhalde dünyanın bütün orduları oynar, ama düşman ya da olası düşman ülkelere karşı oynanır. İç tehdit algılaması varsa bile ülke içindeki karışıklık yaratıcı unsurlara karşı belki oynanabilir, yine de askerin görevi mi değil mi tartışılır.
Şöyle bir şey olsa anlayacağım, bir kaos ortamı yaşanıyor Türkiye'de bir ekonomik kriz oluyor, işte ayaklanmalar oluyor, halk meydanlara taşıyor, o sırada bankalar tahrip ediliyor veya hükümet binalarına saldırılıyor ve askerim görev üstlenmesi gerekiyor bu durumda ne yapalım?
TZ: Oyun böyle bir oyun değil.
Oyun tam tersine ortalık süt liman ama bir tehdit algılaması var çünkü işbaşına gelen hükümeti düşman addediyorlar, irticacı addediyorlar ve bunu düşürmek için asker ne yapabilir, karışıklık nasıl yaratabilir? Yan harekat emirlerine baktığınızda, bir camiye saldırı oluyor da asker bunu nasıl önler oyunu yok, ya da durumu nasıl sakinleştirir, veya saldırganları nasıl yakalar oyunu yok ortada. Tam tersine asker kişilerin camilere hangi girişlerden girecekleri, bombanın nasıl konulacağı, hangi araçların kullanılacağı derecesinde son derece ayrıntılı, bir sabotaj derecesinde insanların ölebileceği, tabi ki kaos ve terör yaratacak bir eylemi nasıl gerçekleştirebilecekleri üzerine bir oyun var.
Çetin Doğan hastalıklı kafalar bu haberi yapmış ifadesini kullandı, aslında ordu içinde hastalıklı kafaların, bir takım hastalıklı oyunlar oynadığı ortaya çıkıyor. Kaldı ki yine konuşmalardan ve eldeki metinlerden bunun bir harp oyunuyla sınırlı olmadığını bir harp oyunu kisvesi altında aslında bir darbe planının masaya yatırıldığını görüyoruz ve bu darbe planının uygulamaya konmaya başladığının belirtileri de tamamen fişleme belgelerinde gözüküyor. Bir harp oyununda gerçek kişileri, şu diplomatı şöyle kullanacağız diye fişler misiniz? Başbakanlığa girilecek ve gerçek diplomatların adlarını vererek şu, şu, şu bürokratlar birinci derecede öncelikli olarak tutuklanacak der misiniz? Gazeteciler için şu, şu, şu gazeteciler gözaltına alınacak der misiniz? Hangi vali görevde kalacak, hangisi yerinden alınacak der misiniz? Yargıtay üyeleri tek tek şu sıkıyönetim komutanı yapılacak, şu emekli edilecek, bu olumludur görevinde kalacak diye fişlenir mi?
Arttırabilirim örnekleri. Tamamen bir darbe ortamında bürokrasi nasıl yenilenecek bu var. Darbeden sonra kurulacak hükümetin programı var. Bunun neresi harp oyunu? Siyasi bir metin yazılmış. Yeni bir hükümet programı yapılmış. Hangi ülkeyle ilişkiler kesilecek, hangi teşekkül yeniden devletleştirilecek, hangi politika nasıl değiştirilecek – bu zaten askerin hiçbir aşamada görevi olamaz.
TZ: Darbe öncesi süreçte planlananların ne kadarı hayata geçmiş acaba?
Fişleme zaten başlı başına bir eylem. Tek tek fişlenmiş insanlar. Belli yerlere mühimmat gömüldüğünden bahsediliyor, darbe ortamında kullanılmak üzere ki son zamanlarda ortaya çıktı bazıları. Allaha şükür camilere saldırı gerçekleşmediğini biliyoruz. Belgede diyor ki -- Aralık 2002'de ilk yazılıp Mart 2003'de tartışılan bir belge-- darbe ortamı İstanbul gibi büyük şehirlerde El Kaide ve PKK gibi örgütlerin eş zamanlı büyük eylemler yapmasıyla oluşturulacaktır. Bu dendikten 6 ay sonra El Kaide İstanbul'da çok büyük eş zamanlı büyük eylemler yaptı. Ya bu çok korkunç bir tesadüf ya da ordu içinde birileri El Kaide'nin ne yapacağını önceden tahmin edebiliyor, buna garanti gözüyle bakabiliyor ya da bunu bir araç olarak kullanmayı planlayabiliyor ya da belki El Kaide'yi etkileyebilecek güce sahip. Bir şey söylemek istemiyorum ama çok büyük şüphe uyandıran bir ifade belgede var. Onun dışında, başka bir gazetede okuduğum, zamanında Ege'de it dalaşları, hangisi gerçekten bir plana dayanıyor, insanın kafasında soru işaretleri oluyor. Bunun oyun olarak düşünülmesi bile korkunç zaten. Bunu oyun olarak oynayabilen bir hastalıklı zihin, kendi ordusunun uçağını düşürmenin planını yapan bir hastalıklı zihin başka neler yapar bilemiyorum.
TZ: İsmi geçen kişilerden Şener Eruygur, Özden Örnek başka darbe planlarındaki isimler, baş aktörler.
Darbe günlüklerinde Çetin Doğan'ın hazırlıklarının izleri var, Mustafa Balbay'ın günlüğünde yine Çetin Doğan'ın bir darbe hazırlığı içinde olduğunu ima eden konuşmalar var; dönemin MİT müsteşarıyla yapılmış örneğin. Suga diye bir plan var, örneğin, tamamen donanma planı, içinde adı geçen şahısların çok büyük bir yüzdesinin adı olduğu gibi Kafes planında da geçiyor. Özden Örnek imzalı bir plan ama alt kademelerde o planda görev almış kişilerin çoğu -- yani Feyyaz Öğütçü var, Kadir Sağdıç var, daha var, var, var – bu da şunu düşündürüyor: çeşitli dönemlerde çeşitli darbe planları yapmış, çeşitli darbe oyunları oynamış ordu içindeki subaylar, belki bu girişim akim kalıyor, ama daha sonra benzeri bir planı yeniden yazıyorlar, yeniden oynuyorlar ve belki yeniden hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bunlar bir süreklilik arz ediyor. Nitekim Kafes planının 2009 tarihli olduğunu biliyoruz.
TZ: Kafes ile nasıl bağlantılar çıkıyor?
Kafesle ilgili şu var. Okuduğunuz zaman Rahip Santoro cinayeti olmuş, Hrant Dink cinayeti olmuş, Malatya Zirve katliamı olmuş ve gayrı Müslümleri öldürmek, onları tehdit etmek üzere yeni bir planı 2009'da yazıyorlar ve o planda zaten bu Santoro cinayetinden, Hrant Dink cinayetinden "operasyon" olarak söz ediyorlar. Dolayısıyla hakikaten Türkiye'nin faili meçhul kalan süikastlarında, bir takım sabotaj eylemlerinde, bombalamalarında ne kadar devletin içindeki karanlık güçlerin rolü vardı, bu hep bir şüphe ve yavaş yavaş şimdi bazı davalar ve soruşturmalar üzerinden çıkmaya başlayacak. Ama bu planlar, bu şüpheyi en azından kuvvetlendiren planlar.

__________________________________________________
TZ: Bu vehamet karşısında toplumun tepkisini nasıl değerlendiriyorsun? Bazı aydınlar duyarlı ama genelde pek öyle değil.
Türkiye'de demokrtaik bilinç, vatandaşlık bilinci çok fazla olgunlaşmış değil. Türkiye bütün anayasalarıyla, en son 1980 darbe anayasasıyla devletin baba olduğu, güç olduğu, devletin kendi vatandaşına karşı kendisini koruyan bir anayasayla o vatandaşı yönetmeye alıştığı bir toplum. Biz, sıradan birer vatandaş olarak bu askerlerin maaşını ödüyoruz. Bizim ödediğimiz vergiler sayesinde oradalar ve onlar seçilmiş siyasetçilerin memurları. Bize hizmet etmekle sorumlular. Anayasayla verilmiş görevin dışına çıkamazlar, çıktıkları zaman sorgulanırlar. Bir darbenin cezası vardır. Bu bilinç yerleşmiş değil. Bu ülke seçimle işbaşına gelmiş bir başbakanını bir darbeyle asmış bir ülke; 12 Eylül'ün hesabını sormamış bir ülke; darbe suçu işleyen generallerin daha sonra hiçbir darbe suçundan yargılanmadığı bir ülke. İşte ilk defa bir darbe planı soruşturması belki bugünlerde başlayacak ve ilerleyecek. Yılların bir birikimi var. Sonuçta yine dehşet duyuyoruz, umursamıyoruz ve kanıksadık değil. Kimse için bu geçerli değil. Ama sıradan bir vatandaş olarak bunu sormak bizim hakkımız, bu bize karşı işlenmiş bir suç, hiçbir general bunu yapamaz, hiçbir birinci ordu komutanı, zamanın jandarma genel komutanı bunu yapamaz bilinci tam olarak yerleşmiş değil. Türkiye'de hala seçilmiş hükümetler iktidar değil. Hala seçilmiş hükümetler kendi sorumluluk alanındaki konularda kendisini bire bir yetkili hissetmiyor, o yetkiyi kullanmaktan zaman zaman korkuyor, hala darbe ve askeri müdahaleden korkuyor ve bu korku aşılmadıkça – bence aşılıyor – ama tam olarak aşılmadıkça da açıkçası tankı, topu, tüfeği olan bir güç karşısında sesi kesilmiş bir sivil kitleden bahsediyoruz. Bu çok zararlı ama bunları sorgulayan gazeteler, giderek bunları sorgulayan aydınlar, siyasetçiler sayesinde değişmeye de başladı bir şeyler. Seferberlik Tetkik Kurulu'nun kozmik odasına girilip orada bir sivil savcı, yargıç araştırma yapabildi. Bu bir ilk oldu. Ergenekon davasını bu açıdan çok önemsiyorum. Kafes soruşturmasını çok önemsiyorum. Kafes'de adı geçen üst rütbeli generallerin neden hala ifadesinin alınmadığını sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. Sorumlu gazeteciler olarak davalarla, hakaretlerle karşılaşmayı göze alıp bu soruları sormamız lazım.
TZ: Taraf'a açılmış davaların sayısı kaçı buldu?
Toplam olarak 100'ü geçti. Benim kişisel olarak hakkımda sanıyorum 7 ya da 8 dava var. Bir tanesinden, Abdurrahman Yalçınkaya yargıya hakaretten bir dava açmıştı, AK Parti'nin kapatılma cezasını eleştirmemden dolayı, ondan beraat ettim. Diğerleri de gizliliği ihlal, devlete hakaret, yargıya hakaret, suçu ve suçluyu övme gibi çeşitli suçlardan yargılanıyorum. Ahmet Altan'ın da en az o sayıda davası var. Muhabir arkadaşlarımızın çok sayıda davası var ve bunların çoğu da ya yargıya eleştiri, ya orduya eleştiri ya da Kürt meselesinde genel gidişatı ve genel politikaları eleştiri ya da devletin gizliliğini ifşa suçları davaları. Yani bir kişisel hakaret davası ya da iftira davası değil.
TZ: Bunlara karşı Türkiye'de meslek örgütlerinden pek bir dayanışma görülmüyor. Uluslararası meslek örgütleri nasıl bu açıdan?
Uluslararası basın örgütleri Türkiye'de duruma baktıkları zaman bütün bu davaları görüyorlar, ses çıkarıyorlar. Hemen her gazetede çalışan, her grupta çalışan bir çok meslektaşımızdan dayanışma görüyoruz. Somut bir eylem olmasa da dostluk görüyoruz. Bir de şu var yargı, ordu, devlet eleştirildiği zaman açılan bütün davalara ses çıkarmayan ama bir vergi cezası üzerinden bütün basın özgürlüğü ayaklar altında kampanyası yapan geniş bir kesim var. Bu beni sadece güldürüyor açıkçası. En azından illegal olduğu henüz kanıtlanmamış bir vergi cezasının çok büyük bir baskı unsuru olduğu kabul edilebiliyor ve üzerinden basın üzerinde müthiş bir baskı olduğu iddiası ortaya atılabiliyor ama diğer davalar görülmüyor. Özellikle o gazetelerde, özellikle Hürriyet'te ve o grubun gazetelerinde bu davalar bazı köşe yazarlarının çabalarıyla dile getiriliyor ama onun dışında görülmüyor.
TZ: Taraf ilk defa bu belgeleri yayınlamaya başladığında diğer basın görmüyordu pek, şimdi daha çok gazete görüyor bu haberleri değil mi?
Hürriyet çok küçük görmüş 1'den, yalanlama üzerinden. Diğer bütün gazetelerde hemen hemen manşet. Milliyet'te geniş bir şekilde manşet. Star'da öyle, Sabah ve Zaman'da var. Ergenekon'la ilgili yazmaya başladığımız zaman, Ergenekon adını taşıyan ilk belgeyi Taraf yayınlamıştı, birinci iddianame bile çıkmamıştı. O zaman "peri masalı, hayaller dünyasında geziyorlar, masalarında oturmuş yazmışlar" gibi bir sürü şey yazıldı. Sonra bir dava konusu oldu. Ergenekon'dan asrın davası diye söz edilmeye başlandı. Bugün eleştirseler de eleştirmeseler de herkes Türkiye'nin en önemli konularından birinin bugün Ergenekon davası olduğunu biliyor. En başta tamamen uydurma diye bahsediyorlardı. Taraf'ta veya herhangi bir gazetede herhangi bir gazetecinin bunları uydurması için deli olması lazım. Bu belgeler bir şekilde devlet içindeki bir değişimin sancılarının da sonucu olarak ortalığa dökülmeye başladı. Uzun süre derinliklerde kalmış sır ortalığa saçılıyor. Biz bu sırların ulaşabildiğimiz kadarını deşiyoruz, aydınlatmaya çalışıyoruz, tartışıyoruz. Şimdi o peri masalı dedikleri dava çerçevesinde tutuklu generaller var.
TZ: Hala Ergenekon uydurma diyenler var.
Tabi ama sonuçta bir dava var. Eğer Türkiye'nin sivil kurumlarının hiçbirine güvenmeyip sadece orduya ve orduya yakın bir kesime güvenen bir dünya görüşü varsa bilemem, belki her şey uydurma. Uydurma diyenlere şunu diyorum, Türkiye'de 17,000 faili meçhul var, Türkiye'de hala çözümlenmemiş sayısız siyasi süikast var. Bunlar oldu, bombalama eylemleri oldu, Türkiye'de darbeler oldu, darbe planları oldu ve bunları birileri yaptı. Çözülmemiş süikastlerde dünyanın neresinde olursa olsun, devlet içinde birileri işbirliği yapmıştır. Bu Amerika'da Kennedy süikastı için de geçerli. Türkiye'de Uğur Mumcu dahil, Abdi İpekçi dahil, Hrant Dink dahil bütün siyasi süikastler için geçerli, ortada bir bilanço var, akıtılmış bir kan var, süren bir savaş var ve o savaşın çözüm aşamasına gelindiği noktalarda o savaşı provakae etmiş 33 asker olayı gibi eylemler var. Ortada bu kadar kan varken, birileri bunları uydurdu denilemez. Burası öyle bir ülke olmasaydı, evet o cinayetler, darbeler hiç olmadı bu iddialar peri masalı, burada böyle şeyler olmaz diyebilirdiniz. Ama burada gerçek bir ülkenin, gerçek suçlarından, gerçek kanından söz ediyoruz.
TZ: Tehditler alıyor musunuz?
Zaman zaman ciddiye almamız gereken tehditler oldu. Bunların büyük bölümünü avukatlarımız aracılığıyla savcılığa intikal ettirdik. Onun dışında normal bir gazetenin güvenlik düzenlemesi burada da var. Ama korumalarla gezmek, olağanüstü önlemler almak gibi şeyler yapmıyoruz. Biraz dikkatli oluyoruz. Ara sıra özel güvenlik ya da polis dikkatli olun, tehdit algısı var diye uyardıkları oldu. Sonuçta gazeteciyiz, işimizi yapıyoruz. Yaptığımız sabah uyanıp işimize gelmek ve akşam da evimize gitmek. Yasadışı görüşmeler yapmıyoruz, casusluk yapmıyoruz, bir takım binalara girip belge çalmıyoruz. Yakalanacak bir şeyimiz yok. Şunu da biliyoruz, yasal kararlara dayanmadan telefonlarımız dinleniyor ve e-maillerimiz izleniyor. Muhtemelen şu anda yaptığımız söyleş bu odanın dinlenmesi aracılığıyla dinleniyor. Bundan da çekinmiyoruz. Bizi dinleyenler, e-maillerimizi izleyenler en fazla çeşitli kişilerle samimiyet derecemizi, şakalaşma biçimimizi – evet, bu da özel hayata müdahale – görüyorlardır. Ama onun dışında gazetecilik dışı bir faaliyet görmeyecekler. Dolayısıyla kaçacak, çekinecek, saklanacak bir durum yok. Ama Türkiye gazetecilerin öldürüldüğü bir ülke, bunu da biliyoruz. Ya Türkiye'de gazetecilik yapmayacaksın, ya korkarak yapacaksın ve hiç tehlikeli alanlara bulaşmayacaksın, ya da gönlünden geçtiği gibi yapıp kötü bir şey olmaması için dua edeceksin.
TZ: Balyoz'dan sonra tehdit oldu mu?
Özel bir tehdit olmadı.
TZ: Elde bekleyen başka çarpıcı belgeler var mı?
Hiç belge bekletmiyoruz. Bu konularda aktif çalışan muhabir arkadaşlarımız var. Onların haber kaynakları var. Konuşuyor, soruyorlar. Balyozda camiyle ilgili bir şey konuşuluyor ve onun üzerine gidip daha fazla bir şey buluyorlar ya da Balyoz'da adı geçen bir komutanı soruşturuyorlar. Elimizde belge tutmuyoruz. İyi bilgi varsa kullanıyoruz, yoksa atıyoruz. 25 yıllık gazeteciyim, şuna çok rastladım, bildikleri enteresan toplantılarda duyduklarını not alan, günlüğünü tutan – şimdi davalara bile konu oluyor – gazeteciler var ama bunları hiç yazmamış. Genelkurmay'da toplantılara katılmış, anlatılanları yazmamış. Veya bir siyasetçi hakkında yolsuzluk dosyasına ulaşmış ama yazmamış, üzerine gitmemiş. Bazen şöyle şeylerle de karşılaştık. Başka gazetelerden arkadaşlarımızın, yayınladığımız belge için bize geldi ama biz yayınlamadık dediği oldu. Biz öyle yapmıyoruz. Eğer kendi kaynaklarımızdan bunun bir doğruluk derecesi olduğuna ulaşabiliyorsak ve bu da kamuoyunun ilgisini çekecek, bilmesi gereken bir şeyse zaten yayınlıyoruz.
TZ: Bundan sonra ordunun rolüyle ilgili yapılacaklar hakkında çeşitli tartışmalar var, profesyonel bir ordu kurulması gibi, araştırmalar için meclis komisyonu kurulması gibi. Bunlara ne diyorsun?
Aslında meclisin gerçek bir meclis olabilmesi için bütün bu konularda komisyon kurması lazım. Allaha şükür bir Hrant Dink komisyonumuz oldu ama bir Ergenekon komisyonu da olmalı. Kafes planı üzerine bir komisyon olmalı ve sorumlu milletvekilleri bunları gündemde tutmalı. Bu ordunun ilk ortaya çıkan darbe planı değil. Çeşitli darbe planları yapmış, iç tehdit algılaması yapmış, seçilmiş hükümeti iç tehdit algılamasının parçası yapmış, çeşitli cemaatleri bunun parçası yapmış ve bunlara karşı eylemler planlamayı gündeme getirmiş bir ordudan söz ediyoruz. Diyelim ki hiçbir zaman bunu eyleme ve suça dönüştürmek istemediler, bu suçu sadece bir harp oyunu olarak konuştular. Ama bu harp oyununu konuşmaya saatlerini, inanılmaz sayıda personelini, enerjisini ve aylarını, günlerini, sayfalarca dolusu metnini harcamış bir ordudan söz ediyoruz. Bu bana ordunun yapacak iş bulamadığını ve fazla zamanı olduğunu düşündürüyor. Türk ordusunun küçülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu da zorunlu askerliği azaltarak olabilir. Gönüllülük esasında, çok daha kısa süreli bir mecburi hizmet olabilir. Bir ordu camileri nasıl basarızı harp oyunu olarak oynuyorsa, o orduda yanlış giden bir şeyler var. Galiba bütün bunlar ordudaki indoktrinasyonu, ordudaki eğitimi ve ordudaki iç tehdit algılamasını, ordunun demokrasiye olan saygısını, siyasi, seçilmiş hükümetle ilişkilerini yeniden gözden geçirecek şekilde ya bir iç hizmet kanunu yapılması, hem demokratik/sivil hareket edeceğini garanti eden sivil bir anayasa yazılması ve bu çerçevede küçülmesi lazım. NATO'nun ikinci büyük ordusuyuz. Bunu hak eden bir dış tehdit bence yok, ama değerlendirilebilir.
TZ: Hükümetin askerle ilişkilerindeki tutumu konusunda neler diyeceksin? Yeterince dik durabiliyor mu hükümet?
Yeterince dik duramıyor ama dik durmaya çalışıyor. Türkiye'nin demokratikleşmesini ve sivilleşmesini istemeyen bir meclis muhalefetiyle karşı karşıya ve siviller biraz dik durmaya başladılar mı, biraz ordunun siyasi etkinlik alanı daraltılmaya başlandı mı "sivil vesayet" diye haykırmaya başlayan, aydın geçinen bir takım kişilerin olduğu bir ortamda var oluyor bu hükümet. Bir çaba var ama yeterli cesaret yok. Hükümetin bütün üyeleri sanırım bu konuda aynı derecede kararlı değil. Bir de şöyle bir yanlışlık yapıyorlar. İlkelerden ziyade kişiler üzerine kurulu politikalar yürütebiliyorlar. Yani asker hiçbir şekilde siyaset yapmaz, siyaset konuşmaz, siyasete müdahale etmez ve siyasete müdahale anlamına gelecek, yargıya müdahale anlamına gelebilecek herhangi bir açıklamayı kim yaparsa yapsın hükümet buna karşı konuşmalıdır. Eğer Org. Başbuğ fırkateynin üstüne çıkıp, devam eden bir soruşturmayı etkileyecek şekilde konuşuyorsa, hükümetten bunun bir karşılığı mutlaka olmalıdır. Olmadığı zaman orada yanlış giden bir şeyler vardır. Hükümetten tanıdığım insanlardan bazen şöyle yorumlar duyuyorum, aslında Org. Başbuğ çok iyi bir insan, aslında o demokrat ama ne yapsın onun da gözetmesi gereken dengeler var. Başbuğ Demokrat olabilir ama demokratlığa uymayan hareketleri gerçek demokrat siyasetçiler tarafından eleştirilmelidir, hesabı sorulmalıdır ve üzerine gidilmelidir. Bu yapılmadı bugüne kadar. Yanlış bir şey. Paşa seçmece var Türkiye'de. Bütün paşalar görevini yapmalı, yapmadığı zaman da emekli edilmeli.
TZ: Hala Taraf'a Fethullah Gülen'in desteği var mı diye soranlar oluyor? Var mı?
Fethullah hoca bize maddi bir destek vermiyor. Gazeteyi görüp görmediğini, Taraf'ı okuyup okumadığını da açıkçası bilmiyorum. Kanıtlamaya çalışmak da komik. Bizim banka hesaplarımız denetleniyor. Bütün yazışmalarımız izleniyor. Bu dedikoduları çıkaranlar, sadece Fethullah da değil, işte George Soros, yok efendim CIA, benim İsrail ordusunda 21 yaşında görev yaptığıma kadar, hakkımızda çıkarılan dedikodular var, bunların çoğu gülüp geçilecek şeyler. Biz küçük bir gazeteyiz, az parası olan bir gazeteyiz.
TZ: Mali zorluklar sürüyor mu?
Sürüyor. Gazeteyi çok kıt kanaat çıkarıyoruz. Patron, Başar Bey, bu kadar büyük zararı göze almasaydı, ya da bir noktada dur deseydi, ki o noktaya birkaç kere geldik, biz bugün gazeteyi çıkaramazdık. Hep direndi, kredilerle, ve bu gazeteye inandı, bu gazetenin bir şekilde ayakta duracağına inandı. Giderimiz çok düşük olduğu için, satış rakamıyla iyi kötü kendini döndüren bir noktaya geldi gazete. Tiraj 50-55-60 bin arasında oynuyor. Fena olmayan bir rakam. Az basıyoruz, az dağıtıyoruz. Bu kemiksiz bir satış yani promosyon içermiyor, bizim abonelik sistemimiz yok. Doğrudan bayi satışı. Tabi daha iyi olmasını istiyoruz ama birikmiş borçlarımız var. Halen onları ödüyoruz. Şu da var, bu gazetede başka herhangi bir gazetede çalışsa şu anda kazandığının dört, beş katı para alacak pek çok deneyimli gazeteci çalışıyor. Çok değerli bir yazar kadromuz var. Başka yerlerde çalışsalar buradan aldıkları ya da çoğu zaman alamadıkları paranın kat kat üstünü alabilirler. Taraf'ta çalışmanın bir ayrıcalığı, bir özgürlüğü var. Bu özgürlük çoğumuzun maddi olanaklardan vazgeçmemizi sağladı. Bize birileri destek olsa herhalde daha iyi yaşardık...
TZ: Amerika'dan döndüğün zaman Türkiye'de bu kadar heyecanlı bir gazetecilik hayatın olacağını tahmin ediyor muydun?
Bu gazeteye katılmak için döndüm ama açıkçası bu gazetenin bu kadar uzun süre ayakta kalabileceğini tahmin etmiyordum. 30-35 bini aşan bir satış rakamına bu kadar çabuk ulaşacağını tahmin etmiyordum, bu kadar çok ses getireceğini tahmin etmiyordum ve Türkiye'nin genel olarak değişim ivmesinin arttığı bir ortamda o ivmeyle bu kadar uyumlu hatta o ivmeyi arttıran bir rol oynayabileceğini bu kadar tahmin etmiyordum. Çok eksiklerimiz var, onu da söyleyeyim. Gazetede yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapamıyoruz. Dünyayı çok daha iyi izleyen bir gazete yapmayı istiyoruz başından beri. Şimdi "Le Monde diplomatique" ile bir anlaşma yaptık ve onu Türkçe basarak ek vermeye başladık. Taraf sadece orduyu eleştirsin, başka bir şey yapmasın diye isteyen bir gazete değil. İyi bir kültür sayfası olsun, iyi dış haberler yapsın, yavaş yavaş magazin yapmaya başlasın, eklerimiz olsun istiyoruz. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle Avrupa'da, Washington'da muhabirin olamıyor, bir sürü olayı yerinde izleyemiyorsun, ekler çıkaramıyorsun, kağıt alamıyorsun, vs. Ama bu sınırlılıklar içinde yapabileceğimizin gerçekten iyisini yaptığımızı düşünüyorum. Hatta tahminlerimi aşan şekilde yaptığımızı düşünüyorum.
TZ: Beklentilerinin daha aşağıda olduğunu söylüyorsun.
Döndüğüm zaman 2007 Eylülüydü galiba. Böyle bir Ergenekon davası yaşanacak, bu kadar ileri gidilecek, ordunun bu sorgulanamaz tavrı bu kadar geniş bir şekilde sorgulanmaya başlanacak, Kürt meselesi konusunda bir açılım olacak ve bu savaşı artık bitirmek, PKK'yı dağdan indirmeye dönük kültürel ve siyasal anlamda, hatta anayasal anlamda değişikliklerin de tartışıldığı bir ortama bu kadar hızlı gideceğimizi çok da fazla düşünmüyordum. Hep bu değişime inanıyordum, bunun için konuşmak, yazmak, çizmek, bağırmak gerektiğini düşünüyordum. Ama bu kadar dalga dalga yayılacağını bilemiyordum. Ordu içinde ordunun değişmesini isteyen insanlar var, gazeteciliğin değişmesini isteyen insanlar var, sadece Taraf değil, Taraf'ın yaptığını başka gazetelerde yapmaya çalışan çok sayıda meslektaşımız var, yargı içinde bu böyle, hukukçular arasında böyle, siyasiler arasında böyle. Bunun giderek bir sinerji oluşturduğunu görüyorum. İnsan görmeden bunun böyle olabileceğini bilemiyor.
TZ: Türkiye'de geçmiş darbelerde Amerikan desteğinin olduğu biliniyor. Bu darbe planlarına baktığında Amerika'dan destek veya köstek anlamında herhangi bir ilişkiye rastlıyor musun?
Daha önce Sarıkız ve Ayışığı belgelerinde de görmüştüm, Balyoz'da da benzeri bir hava var. Kesinlikle Amerika veya NATO ile paralel bir operasyon gibi görülmüyor. Hatta tam tersi daha içe dönük bir operasyon gibi görünüyor. Bir hükümet programı yapıyorlar, o programda İran'la ilişkilerin tamamen kesilmesi var. Belki Amerika'nın çok da hazetmediği bir ülkeyle ilişkileri bıçak gibi kesiyor ama öteki taraftan bütün uluslar arası ilişkilerin kesilmesi var; devletleştirmeler var. Tamamen devletçi, ulusalcı, içe kapanık bir şey de var. Yani tamamen din karşıtı, anti-İslam, anti-Kürt, anti-Arap ama aynı zamanda anti-Batı ve tamamen içine dönük. Zaten biliyoruz ki Sarıkız ve Ayışığı hamleleri büyük ölçüde Annan Planı'na verilen desteğin önünü kesmek, Kıbrıs'ta bir açılımın önünü kesmek için planlandığını biliyoruz. O sırada açılım sürecini Avrupa ve Amerika'nın da desteklediğini de biliyoruz. Yani ne Amerika ne de Avrupa Birliği... Türkiye'nin artık 12 Eylül zihniyetiyle yönetilemeyeceğini düşünüyor Washington da Brüksel de, zaten dünyanın geneli de. Küreselleşmiş dünyada ekonomik ilişkiler kesinlikle buna cevaz verecek ilişkiler değil. Ama bütün bunların farkında olmayan, hatta bütün bunlardan rahatsız olan bir ordu zihniyeti var. Bu küreselleşmiş dünya, bu ilişkiler, barış arayışı, Obama dünyasının eğer Bush dünyasından bir farkı varsa onun dikte ettiği daha fazla diyalog, daha açık ilişkiler süreci böyle siyasete müdahale eden, darbe planlayan, seçilmiş hükümetleri devirmeyi planlayan bir ordu zihniyetini kabul edebilecek bir zihniyet değil. Dünyanın gittiği doğrultuyu takip edemeyen tam tersi bir noktada çakılıp kalmış bir ordu zihniyeti var.

TSK'da İsrail'in Kozmik Odası

Hakimin aramasından sonra "Kozmik Oda'daki sırlar"ın deşifre olduğunu ve "yakılacağını" açıklayan Genelkurmay'ın, ana karargahta bulunan "İsrail'e ait özel oda"yı da yakıp yakmayacağı merak ediliyor. Özel Kuvvetler Komutanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki Kozmik Oda’da günlerce araştırma yapan hakimin elde ettiği bilgileri imha etmesini isteyen Genelkurmay Başkanlığı, ana karargâhında bulunan İsrail’e ait özel odadan her türlü askerî istihbaratın İsrail’e akmasına ise ses çıkarmıyor. İsrail ile Türkiye arasındaki GES işbirliği çerçevesinde İsrail’in her türlü askerî bilgiye ulaşıyor olduğu, askerî raporlarda bile açıkça dile getiriliyor. Buna karşın Türk Genelkurmayı bu konudan hiçbir şekilde rahatsızlık duymuyor.
İsrail’in “Truva atı” olarak nitelendirilen bu sistem sayesinde Siyonist yönetim, Türkiye’nin en gizli ve özel askerî ve stratejik bilgilerine ulaşabiliyor. Sistemin işletimi ve devamı, Genelkurmay’daki “Bilgi Değişim Birimi Demir Devreler” adı verilen ve tamamen İsrailli yetkililerin kontrolündeki bir odadan sağlanıyor. “Siyah lale” adı verilen bir operasyon kapsamında düzenlenen değerlendirme raporunun sonuç bölümünde, İsrail görevlilerinin Türkiye’ye ait kanalları dinledikleri, GES Personeli tarafından açıkça bildiriliyor.
İŞTE TRUVA ATININ ELDE ETTİKLERİ
Bizzat Genelkurmay tarafından sistemin analiziyle ilgili hazırlanmış olan “Siyah Lale Operasyonu Değerlendirilmesi”nde şu ifadeler dikkat çekiyor: “Uçağın Türkiye’ye intikali ve dönüşü esnasında Suriye, GKRY, KKTC ve başta çok kanal sistemleri olmak üzere Türkiye’ye ait muhabere, elektronik sistemlerini takip etme imkânını bulacaktır. Bölgede çalışan çok kanal sistemlerine ait tanıma ve teşhis imkânı sağlayacak bol miktarda ham materyal elde edecektir” deniliyor. Raporda, İsrail’in KKTC ve Türkiye’ye ait telsizleri gizlice dinleme imkânını bulduğu açıkça belirtiliyor.
TELSİZLERİMİZİ GİZLİCE DİNLEMİŞLER
Yine “Siyah Lale Operasyonu”ndan elde edilen bilgilere göre; İsrail’e çalışan birimin Türk Genelkurmayı’na ait telsizleri gizlice dinlediği anlaşılıyor. İsrail’in edindiği bilgiler şu şekilde kaydediliyor: “Faaliyet esnasında elde edilen bilgiler ile ham materyaller paylaşıldığından dolayı, İsrail de bizimle aynı bilgileri elde etmiştir. Ancak Müh. Bnb. H.Ö. tarafından faaliyet esnasında bir kısım IDF/ISNU personelinin, uçağın arka tarafındaki bir bölmede muhtemelen ‘PCM’ olduğu değerlendirilen ve Türkiye’ye ait olabileceği düşünülen çok kanal sistemlerini dinledikleri belirlenmiştir.”
HÂLÂ DEVAM EDİYOR
Raporda, Türkiye’nin dost ve komşu ülkelerine yaptığı uçuşların da hâlâ kurulu olan direkt devre üzerinden İsrail tarafından dinlendiğine dikkat çekiliyor. Türkiye’nin komşularıyla olan bütün askerî istihbari ve stratejik bilgileri tümüyle İsrail’in gözetimine açık durumda. Raporda, şu ilginç bilgilere yer veriliyor: “Türkiye ile İsrail arasında SIGINT bilgilerinin teatisini sağlamak amacıyla; İsrail milli SIGINT ünitesi (ISNU; Israel SIGINT National Unit) ile GES K.lığı arasında 20 Ocak 1998 tarihinde direkt muhabere devresi tesis edilerek işletmeye açılmış olup, hâlâ anılan devre üzerinden bilgi mübadelesine devam edilmektedir.”
DİĞER ÜLKELER DE TÜRKİYE ÜZERİNDEN DİNLENİYOR
Raporda, Türkiye askerî birliklerinin yanısıra İran ve Suriye’nin de bu sistem sayesinde Türkiye üzerinden dinlendiği belirtilerek, “bu sistemin tek taraflı olarak İsrail’in istismarına açık olduğu” belirtiliyor. Raporda şöyle deniliyor: “GES K.lığınca tespit edilen ve özel bir yapısı bulunan Suriye ve İran’ın sayısal çok kanal haberleşmelerine ve radarlarına ait sinyallerin çözümlenmesi amacıyla, 5 adet sinyal kaseti analiz edilmek üzere, 19 Ocak 2004 tarihinde İsrail Askerî Ataşesi’ne teslim edilmiştir. Sinyal analizinden bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Demir Devreler İsrail lehine tek tarafa fayda sağlayacak şekilde devam etmektedir.”
SİSTEM 28 ŞUBAT’TA İŞLETİME AÇILDI
9 Aralık 1992 tarihinde başlayan Türkiye-İsrail Muhabere Elektronik İstihbarat işbirliği ilişkileri, 1993 ve 1994 yıllarında Muhabere Elektronik İstihbarat konusunda görüşmeler yapılmış ve 27 Nisan 1995’de “Muhabere Elektronik İstihbarat Sinyal Araştırması Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştı. İki ülke arasında Muhabere Elektronik İstihbarat bilgilerinin teatisini sağlamak amacıyla; “Sinyal İstihbaratı (Muhabere Elektronik İstihbarat) İşbirliği Ek Protokolü” imzalanarak, GES K.lığı ile ISNU arasında 20 Ocak 1998 tarihinde direkt muhabere devresi tesis edilerek işletmeye açılmıştı.

KAZIM KARABEKİR'İ ANMA TÖRENİ...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, ''Tarihte, geçmişte yaşananları adeta bir hesaplaşma noktasına getirmenin topluma, millete ve ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük'' olduğunu ifade ederek, ''Tarihimizde yaşanan olayları, geçmişimizi bugün bir hesaplaşma malzemesine dönüştürmek o topluma en büyük kötülüktür'' dedi.
Genelkurmay Başkanlığı Karargahı Orbay Salonu'nda, ''Ölümünün 62. yılında Kazım Karabekir'' konulu özel anma programı düzenlendi.
Programın sonunda konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, İstiklal Savaşı'nın komutanları için çeşitli anma etkinlikleri düzenlediklerini ifade ederek, bugünkü programın da bunlardan biri olduğunu söyledi. İstiklal Savaşı'nın büyük komutanlarını andıklarını belirten Orgeneral Başbuğ, 19 Mayıs'ta Büyük Önder Atatürk'ün, 25 Aralık'ta yine İstiklal Savaşı'nın
komutanlarından İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, bugün İstiklal Savaşının büyük komutanı Kazım Karabekir Paşa'nın anıldığını belirterek, Nisan ayında da Mareşal Fevzi Çakmak ile ilgili bir anı töreni düzenleyeceklerini bildirdi.
İstiklal Savaşı'nın büyük komutanları denildiği zaman, yanlış anlaşılmamasını, daha birçok değerli komutan bulunduğunu söyleyen Orgeneral Başbuğ, Fahrettin Altay, Ordu Komutanlığı yapan Çobanlı Paşa, Nurettin Paşa gibi daha birçok ismin unutulamayacağını ifade etti. Orgeneral Başbuğ, önümüzdeki dönemlerde bu komutanların da anılmasını umduğunu dile getirdi.
Orgeneral Başbuğ, tarihi ve geçmişiyle ilişkilerini kesen milletlerin geleceğinin karanlık olduğunu düşündüğünü ifade ederek, tarihin ve geçmişin özellikle genç nesillere, öğretilmesi, anlatılması gerektiğini dile getirdi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, şöyle konuştu:
''Tarihte, geçmişte yaşananları doğru ve sağlam bilgilere dayanarak tartışmalıyız. Bunda sakınca yok. Ancak, tarihte, geçmişte yaşananları adeta bir hesaplaşma noktasına getirmek bence bu topluma, o millete, o ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bazen bunu görüyorum, maalesef... Tarihimizde yaşanan olayları, geçmişimizi bugün bir hesaplaşma malzemesine dönüştürmek o topluma en büyük kötülüktür. Bugünleri kime borçluyuz. Hep bunu sormamız lazım. Bugünleri elbette İstiklal Savaşı'nı kazananlara, en küçük rütbelisinden en büyük, ebedi
Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal Savaşımızın bütün komutanlarına ve her şeyden önce o dönemlerde, o zorluklarda, o yokluklarda ordusuyla bütünleşen o Türk milletine borçluyuz. Bunu unutmamamız lazım.''

-''HERKES BÜYÜK HARFLERLE YAZMALI''-

Orgeneral Başbuğ, ''Anlamlı ve duygusal bir gün geçirdiklerini'' belirterek, Kazım Karabekir'in ''İstiklal Harbimiz'' adlı kitabından bölümler okudu.
Kitabın bitiş bölümünün de ''çok ilginç'' olduğunu söyleyen Orgeneral Başbuğ, Karabekir'in, düşünen, fikir üreten ve cesaretle düşüncelerini üstlerine aktaran bir komutan olduğunu anlattı. Orgeneral Başbuğ, Karabekir'in, İstiklal Savaşı sırasında devamlı Atatürk'e mesaj gönderip cevap aldığını, savaşın icrası sırasındaki muharebelere yönelik düşünce ve tetkiklerini Atatürk'e gönderdiğini ifade etti.
''İstiklal Harbimiz'' kitabının son cümlesindeki Kazım Karabekir'e ait ifadeleri okuyan Orgeneral Başbuğ, şunları kaydetti: ''Burada şu vecizeyi tekrarlamak yerinde olur: 'Vatandaş! Yanlış bilgi
felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren' diyor. Bakın, 'ara ve öğren' diyor. 'Yalnız size söylenenlerle kalmayın, arayın, biraz çaba gösterin, öğrenin' diyor. Sonra da diyor ki 'sonra münakaşasını istediğin gibi yap'. Hakikati ara, öğren, sonra münakaşasını istediğin gibi yap. Birincisi, hakikatin aranması ve öğrenilmesi konusu senin vicdanına; ikincisi ise münakaşadaki durum kişilerin seviyesine ve irfanına, bilgi birikimine dayanıyor.
Şimdi 25 Ocak 2010...
Bilmiyorum, katılır mısınız ama ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Bence Kazım Karabekir'in bu sözlerini herkes büyük harflerle yazmalı ve gözünün önünde bulundurmalı. Ondan sonra da ilk önce vicdanına dayanarak, sonra da seviyesine, bilgisine dayanarak hareket etmeli. Bugün buna çok ihtiyacımız olduğu kanaatini taşıyorum.''

-KIZLARI KARABEKİR'İ ANLATTI-

Panele katılan, Kazım Karabekir'in kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu, Genelkurmay Başkanlığına anma programının düzenlenmesinden dolayı teşekkür ederek, ''Milli Mücadele'nin öncüsü, Şark Cephesi'nin muzaffer komutanı, yetimlerin babası ve örnek bir aile reisi olarak 62 sene evvel ebediyete intikal eden Kazım Karabekir'i anmak için burada toplanmış bulunuyoruz'' dedi.
Babasının kendilerini bıraktığı manevi mirası sürdürmek için Kazım Karabekir Paşa Vakfı'nın kurulduğunu anlatan Hayat Karabekir Feyzioğlu, ''Karabekir Paşa doğu illerimizde gerçek çehresiyle tanınmakta ve anılmaktadır. Ancak çevremizde maalesef aydınlarımız arasında Karabekir Paşa'yı ya tam tanımayanlar ya da daha da önemlisi yanlış tanıyanlar bulunmaktadır. Bu eksikliği ve yanlışlığı gidermek de vakfımızın görevidir'' diye konuştu.
Karabekir'in diğer kızı Timsal Karabekir Yıldıran ise babasının Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'na ilişkin anılarından örnekler verdi. Yıldıran, ''(Kazım Karabekir) 1948 yılının 26 Ocak günü Ankara'da vefat ettiği zaman eski bir bayrağa sarılı olduğunu görenler, 'Niçin yeni bir bayrağa sarmadınız?' diye sorarlar. Ancak, tabutu örten, Kars kalesine çektiği şanlı bayraktır. O'nu son
yolculuğunda da yalnız bırakmamıştır'' dedi.

-İLK SİYASİ ZAFER-

Kazım Karabekir'i anma programı panelini yöneten Prof. Dr. İlber Ortaylı, Karabekir'i ''mümtaz bir komutan ve tarihi bir şahsiyet'' olarak niteledi. Ortaylı, Karabekir'in askerlikten sanata, müzikten eğitime birçok konuyla ilgilendiğini kaydetti.
Prof. Dr. Azmi Süslü ise Kazım Karabekir'in özelliklerini sayarken, ''Tarih yapıcılığı ve tarih yazıcılığıyla, başarılarla dolu bir öğrencilik, subaylık, komutanlık, idarecilik, diplomatlık, milletvekilliği, Meclis Başkanlığı, asker babalığı, çocuk ve yetim babalığı; samimiyet, açıklık,
inançlılık, taktik ve vizyon sahipliğiyle hiç şüphesiz Atatürk'e en yakın olanlardan biriydi'' ifadesini kullandı.
Atatürk Erzurum'a giderken, Kazım Karabekir'in onun emrine girdiğini anlatan Süslü, Karabekir'in Gürcü Anlaşması ile Kurtuluş Savaşı'nın ilk siyasi zaferini mücadeleye kazandırdığını dile getirdi. Doç. Dr. Vahdet Keleşyılmaz da Kazım Karabekir'in üniformalı ve
üniformasız olduğu dönemlerde hep Atatürk'ün yanında yer aldığını söyledi. Karabekir'in sadece cephede savaşan bir kişi olmadığını anlatan Keleşyılmaz, başta Ermeni iddiaları olmak üzere çeşitli konularda çalışmaları olduğunu söyledi.
Kazım Karabekir'i anma töreninin sonunda panele katılanlara günün anısına birer şilt verildi, Orbay Salonu fuayesinde de fotoğraf sergisi açıldı. Karabekir'i anma törenine Kuvvet Komutanları, yüksek rütbeli subaylar, İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ün kızı Özden Toker, Fevzi Çakmak'ın yakınları, basın yayın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ve gazeteciler de katıldı.

''MHP'NİN, 'ASKERE SİVİL YARGI YOLUNU AÇAN DÜZENLEMEYLE İLGİLİ' TAVRI DEĞİŞMEDİ''

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, partisinin, ''askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyle ilgili' tavrının değişmediğini belirterek, ''Bu tavır, askerlerin, askeri suçlardan dolayı askeri yargıda, bunun dışındaki suçlarla ilgili sivil yargıda yargılanması yönündedir'' dedi.
-ASKERE SİVİL YARGI YOLUNU AÇAN DÜZENLEME-

Bir gazetede, ''iki subayın Meclise şafak baskını muhalefeti değiştirdi'' başlığıyla bir haber yayımlandığını anımsatan Vural, haberde, ''Sadullah Ergin, Oktay Vural ile görüştü'' ifadesine yer verildiğini, ancak bunun bir yalandan ibaret olduğunu söyledi. Haberde geçen 26 Haziran tarihinde kendisinin Bursa'da olduğunu belirten Vural, geziyle ilgili olarak, aracının görevlendirme yazısını gösterdi.
Habere göre, iddia edilen subayların Meclise geldiklerini, AKP'ye uğradıklarını kimseyi bulamayınca komisyon başkanına gittiklerini belirten Vural, AK Parti iktidarını kastederek, ''Belli ki burada dipçiği yemişler. Bunlar böyle zaten. Bunlar zor zamanlarda korkak, kolay zamanlarda övüngen. 28 Şubat'ı görünce nasıl, 'biz değiştik' dediler? 26 Nisanda da e-muhtıraya tutundular. Bugün de bundan medet umuyorlar'' diye konuştu.
Oktay Vural, haberde iddia edilen konuyla ilgili, Meclis kapılarından 26 Haziranda girenlerin listesini de çıkarttırdığını ifade etti. Vural, ''askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyle'' ilgili MHP'nin tavrının, ''askerlerin, askeri suçlardan dolayı askeri yargıda, bunun dışındaki suçlarla ilgili sivil yargıda yargılanması'' yönünde olduğunu, bu tavrın değişmediğini ifade etti.
Oktay Vural, AK Parti'nin, aslında Anayasa Mahkemesinin, ''askere sivil yargı yolunu açan düzenleme'' ile ilgili kanunu iptal etmesini istediğini ileri sürdü.

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL BAŞBUĞ: (4)

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, ''Biz diyoruz ki, demokraside demokratik yönetimlerde en önemli husus, iktidarların seçimlerle demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir ve bu düşünceye herkesin de yürekten inanması gerektiğini değerlendiriyoruz'' şeklinde konuştu.
Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda düzenlenen Kazım Karabekir'i anma töreni sonrasında, gazetecilerin soru sormakta ısrar etmeleri üzerine açıklamalarda bulundu.
''Bu kelimeyi burada söylemekten hicap duyuyorum ama mecburum'' diyen Orgeneral Başbuğ, şunları söyledi:
''Son dönemde, maalesef darbe, darbe iddiaları Türkiye'nin gündemini, ana gündem maddesini teşkil ediyor. Darbe, darbe iddiaları... Hicap duyuyorum ve bu kapsamdaki iddialardan Türk Silahlı Kuvvetleri olarak fevkalade rahatsızız.
Bu konulara ilişkin Türk Silahlı Kuvvetlerinin durumu, pozisyonu nedir? Söyledim ama bir kere daha tekrar etme ihtiyacı duyuyorum. Bakın, ben 1960'da askeri lise öğrencisiydim, 1960 yılının Ekim ayında öğrenci olarak Kara Harp Okuluna geldim ve 1962 yılında da genç bir teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlerine katıldım. Yani bir noktada, 1960-2010 yani 50 yıl... Türkiye'nin yaşadığı olayları biz de görevimizin kapsamı içinde, bazısı daha detaylı, bu 50 yılı yaşayan birisiyim. Bu kapsamda diyorum ki; Türkiye'de, elbette, 1960'lardan beri benim jenerasyonum en azından, benim de yaşadığım geçmiş dönemlerle ilgili... Elbette Türkiye'de bazı olaylar yaşandı. Ama biz diyoruz ki Türk Silahlı Kuvvetleri olarak bugün artık bu olayların geride kaldığını biz değerlendiriyoruz. Ayrıca bu süreçte yaşanan olaylardan kendi payına düşen bölümlerinden gerekli dersleri de çıkardığını düşünüyoruz.''
-''BEN, SİLAHLI KUVVETLER OLARAK BUNDAN RAHATSIZLIK DUYUYORUM'' Orgeneral Başbuğ, bugün artık 2010 yılına gelindiğini, artık Silahlı Kuvvetler olarak Türkiye'nin, toplumun, huzura ve barışa ihtiyacı olduğunu düşündüklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:
''Bugün herkesin, 72 milyonun, bizce artık yürekten inanması gereken husus şu olmalı: Biz diyoruz ki, demokraside, demokratik yönetimlerde en önemli husus, iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir ve bu düşünceye herkesin de yürekten inanması gerektiğini değerlendiriyoruz.
Bu kadar net, açık olarak bu konuyla ilgili düşüncelerimi ifade ettikten sonra... Ben de haklı olarak şunu söylüyorum: Peki bu darbe iddialarının, darbe ile ilgili iddiaların devamlı gündemde kalmasından kim menfaatleniyor? Bunu da sormak benim hakkım. Ben, Silahlı Kuvvetler olarak bundan rahatsızlık duyuyorum. Türk milletinin de rahatsızlık duyduğu kanaatindeyim. O zaman kim bundan menfaatleniyor? Bu yararlı bir şey değil, yararlı bir konu olduğunu da düşünmüyorum. Ama bu soruyu da sormakta haklı olduğumu da değerlendiriyorum.''
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bugün bu açıklamaları yapmasının gündeminde olmadığını, ancak basın mensupları buradayken hiçbir şey söylememesi halinde onun da yanlış yorumlanabileceğini ifade ederek, ''Dolayısıyla bu konulara ilişkin düşüncelerimizi sizlerle paylaşmanın yaralı olduğunu düşünüyorum'' dedi.

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL BAŞBUĞ: (3)

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) bilgi sızdırması iddiasıyla şu anda 61 adet soruşturma yürütüldüğünü, bunlardan 9'unun kovuşturma aşamasında olduğunu belirterek, bir subayla ilgili yargı sürecinin tamamlandığını, bu subayın 3 yıl hapis cezası aldığını ve Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırıldığını bildirdi.
Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda düzenlenen Kazım Karabekir'i anma töreni sonrasında, gazetecilerin soru sormakta ısrar etmeleri üzerine açıklamalarda bulundu.
Genelkurmay Başkanı olarak TSK'nın komutanı olduğunu belirten Orgeneral Başbuğ, ''Bu bana elbette sorumluluk da verir. Elbette TSK'nın tüm personelini düşünmem gerekiyor. Ancak, şunu burada açıkça ifade edeyim, yetkili makamlarda olmak, görev ve sorumluluklara sahip olmak, sadece size şikayet etme yolunu yaratmaz. Böyle bir şeyimiz de yoktur. Yani 'sadece şikayet edeceğiz...' Yok öyle bir şey. Aynı zamanda görev ve sorumluluğu olanların, sorunları çözmek veya çözme yönünde gayret göstermek vazifeleri. Bizim anlayışımız budur'' diye konuştu.
TSK'yı ilgilendiren konularda üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları bulunduğunu ifade eden Orgeneral Başbuğ, şunları kaydetti:
''Bu görev ve sorumlulukların başında da TSK'yı ilgilendiren sorunlarla ilgili olarak elbette bunları çözmek, bu da bizim görevimizdir. Bir iki defa ifade ettim, elbette TSK'ya karşı yürütülen karşı faaliyetler var, söyledim... Ama tabii ki söylemekle şikayet etmekle konu bitmez. Elbette bir sorun varsa bu sorunun nedenlerine, köküne inip çözümler neyse bunları üretmek de bizim
görevimiz.
Bir kere şunu ifade edeyim, kimse Türk Silahlı Kuvvetlerini dünyanın başka ordularıyla mukayese yapma gibi bir hataya düşmesin. Biz ne Güney Amerika'nın bilmem ne ülkesinin ordusuyuz ne Kafkaslar'daki bilmem ne ülkesinin ordusuyuz. Böyle bir hataya kimsenin düşmemesini özellikle rica ediyorum.''

-''BİLGİLERİN SIZDIRILMASI TSK İÇİN DE BİR SORUNDUR''-

''Sorunlar var, evet'' diyen Orgeneral Başbuğ, sözlerine şöyle devam etti: ''İsmine ne derseniz, Silahlı Kuvvetlere karşı faaliyetler var. İlk önce, benim burada kullanacağım sual: Peki nedir bu sorunlar, benim sorumluluğum ne, benim ne yapmam lazım? Çok kapsamlı. Birinci, sorunların çıkış veya sorunların oluşundaki temel noktalardan bir tanesi, maalesef bilgi çağındayız, bilgi teknolojisi var. Bilgi teknolojisi ve bilgi çağında bilgilerin sızdırılması gerçekten bir sorundur. Bakın, bunu hiç şey yapmıyorum. Evet, bilgilerin sızdırılması Türk Silahlı Kuvvetleri için de bir
sorundur. Ama zannetmeyin ki sadece Türk Silahlı Kuvvetleri, bütün dünya orduları için de geçerli, diğer kurumlar için de geçerli. Şimdi biz biraz hedefte olduğumuz için belki bizim sorunlarımız çok büyük. O zaman nedir birinci konu, bilgi sızmaları konusunda ne yapmamız lazım, ne yapıyoruz? İlk önce konunun temel noktalarından birisi budur.''
''Bazı yapısal eksiklikleri bulunduğunu, bunların üzerinde durduklarını'' ifade eden Orgeneral Başbuğ, bu eksiklikleri tamamlamaları gerektiğini kaydetti. Orgeneral Başbuğ, şunları söyledi:
''Ama burada önemli olan bilgi sızdıranlarla ciddi şekilde mücadele içinde olmamız lazım. İlk defa bunu sizlere burada açıklıyorum: Bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri içinde çeşitli şekillerde bilgi sızdırmasıyla ilgili... Bilgi sağa, sola, basına, medyaya, nereye derseniz deyin, kişilere... Bilgi sızdırması kapsamında açılan soruşturma adedi 61. 61 adet bilgi sızdırması iddiasıyla şu anda soruşturmamız vardır. Bunlardan 9 tanesi kovuşturma, yani yargı safhasına dönüşmüştür. Bu 9'u devam ediyor, 9 konu mahkeme tarafından devam ediyor. 1 tanesi sonuçlandırıldı ve bu mahkemenin sonuçlandırdığı karara göre 1 kişi, 1 subay 3 yıl hapis aldı ve Silahlı Kuvvetlerden tarh edildi. Şu anda 10 kişi de bu kapsamda, çeşitli rütbelerde tutukludur.
Silahlı Kuvvetler olarak benim öncelikli olarak üzerinde durmam gereken konu, bu bilgi sızdırması konusunda tedbirlerimizi, yapılanmalarımızı aktarırken bu konuda hata yapan, çeşitli şekillerde olabilir bu, bunları mutlaka bulup, yargıya götürüp, sonuçlandırmamız lazım.''
Orgeneral Başbuğ, bu bilgileri ilk kez açıkladığını ifade ederek, ''Silahlı Kuvvetlerde hata yapanlar olabileceğini, hata yapanlar olursa gereğinin yapılacağını'' ifade etti. Bilgi sızdırmalara kapsamında hakkında işlem yapılan personele ilişkin rakamların son dönemlere ait olmadığını, geçmiş dönemleri de kapsadığını bildiren Orgeneral Başbuğ, ''Maalesef bu sızan bilgiler de değiştirilerek, eklemeler ve saireler yapılarak. İşte, zamanı geldiği zaman kullanılır'' diye konuştu.

-''TEKLİFLERİMİZİN SONUÇLANDIRILMASINI DA TAKİP EDECEĞİZ''-

Orgeneral Başbuğ, şunları kaydetti:
''Silahlı Kuvvetlere karşı yürütülen karşı faaliyetlerle ilgili bize düşen görevler olduğu gibi elbette devletimize düşen görevler de var. Bu konuyu tek başına Silahlı Kuvvetler olarak biz tek başımıza mücadeleyi bitiremeyiz. Elbette devletimizin de bu konuda yapacağı hususlar var. Bunu daha önce de ifade ettim, burada bir defa daha ifade ediyorum: Bu konulara ilişkin görüş, düşünce ve teklifleri uygun zamanda, uygun platformlarda Sayın Cumhurbaşkanımıza da arz ediyorum. Sayın Başbakanımıza da çeşitli vesilelerle arz ettim. Elbette bu görüş, düşünce ve tekliflerimizin sonuçlandırılmasını da takip edeceğiz. Bazı konuların da bizim dışımızda bazı konularda da gerekli tedbirlerin alınması zorunluluğu var.''