30 Mart 2012 Cuma

Prof. Bal’dan darbeleri önleme manifestosu / Mustafa Kartoğlu


AK Parti Kütahya Milletvekili Prof. İdris Bal, siyaset bilimci, dış politika ve güvenlik uzmanı. TBMM Dışişleri Komisyonu üyesi de olan Bal, Türkiye’nin önündeki en önemli 4 konuda aylardır sürdürdüğü çalışmalarını tamamladı. Dört rapor da devletin zirvesinin masasında. “Darbeler nasıl önlenir” başlıklı rapor, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın yargıya taşındığı bu günlerde önemli tespitler yapıyor, somut öneriler getiriyor: 
‘Vaka-i Hayriye’ darbe geleneğini önlemedi: Osmanlı, askerin asli vazifesini ihmal ederek siyasetle ve yağmacılıkla uğraşması yüzünden battı. Bu yüzden, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesi tarihe “Vaka-i Hayriye/hayırlı olay” diye geçmiştir. Ancak ordunun adının değişmesi sorunu çözmedi, Osmanlı’da padişah kellesi alan asker, 1960’ta başbakan idam etti. Sorun, halkın inançlarından, değer yargılarından, hassasiyetlerinden habersiz, kendilerini toplumun üzerinde, ayrıcalıklı gören bir grubun “halk için, halka rağmen” anlayışıdır. Sadece silahlı askerler değil, darbeye davetiye çıkaran siyasetçi, destekleyen medya, alkışlayan üniversite ve aydınlar da demokrasi suçlusudur.
Darbelerin bedeli ağır oldu: Darbeler, demokrasi ve siyaset sisteminin olgunlaşmasını engelledi, seçilmişlerin üstünde ayrıcalıklı bürokratik ve ekonomik kurumlar oluşturdu, sosyal/etnik ayrımcılık/bölünmeye neden oldu, özgürlükleri kısıtları, insan hakları ihlal edildi, ekonomik krize ve her alanda geri kalmışlığa neden oldu, terörü arttırdı, beyin göçüne neden oldu, dış politikayı etkisizleştirdi. Türkiye’nin yaşadığı “iki buçuk” darbe sonrasını hatırlamak bu durumu görmek için yeterli.
Darbenin başı ‘dar...’ demeden ezilmeli
Prof. Bal, tarihin tekerrür etmemesi için somut öneriler sıralıyor:
- Darbeci yapılar tam tasfiye edilmemişlerdir. Erken zafer havasına girilmemeli, yargı sürecinin sağlıklı işlemesi sağlanmalı.
- Darbenin en küçük işareti bile ciddiye alınmalı, soruşturulmalı, sorumluları cezalandırılmalı.
- Türkiye demokrasisi darbecileri yargılayacak düzeye, medyası da darbe planlarını deşifre edecek çok sesliliğe ve olgunluğa ulaştı. Medyada tekelleşmeye izin verilmemeli.
- Devlette reformlar sürdürülmeli, yasamanın, yürütmenin, ordunun, istihbaratın, polisin rol, yetki ve sorumluluğunu yeniden belirlemeli.
- Sivil siyaset üzerinde vesayet kurumları oluşturan darbe anayasası değiştirilmeli, Batı Avrupa ve ABD demokrasileri model alınmalı.
- Tarafsız, bağımsız bir yargı için atılan adımlar olumlu. Ancak askeri yargı kaldırılmalı. Emir komuta ile yargı olmaz.
- TSK ve bağlı kurumları ile tüm kamu kurumlarının faaliyetleri Sayıştay, yargı, siyaset ve medya denetimine açık olmalı.
- TSK sadece dış güvenlikle ilgilenmeli, İç Hizmet Kanunu’ndaki darbe gerekçesi olarak kullanılan düzenlemeler kaldırılmalı. Jandarma lağvedilmeli, bu görev polise verilmeli.
- Asker sayısı azaltılmalı; savunma sanayi güçlendirilmeli, gücünü ileri teknolojiden alan bir ordu oluşturulmalı.
- Darbe ürünü Milli Güvenlik Kurulu lağvedilmeli; TSK Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı.
- YAŞ’ta verimlilik esasına ve seçilmiş yöneticilerin tercihlerine dayalı terfi sistemi getirilmeli.
- Darbeciler ölmüş bile olsa yargılanmalı, isimleri cadde, okul, park ve kışlalardan silinmeli, buralara, demokrasinin yerleşmesi için çalışanların isimleri verilmeli.
- Beden eğitimi derslerinde, askeri yanaşık düzen eğitimi kaldırılmalı. 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim bayramları askeri gösteriler yerine kültür, sanat ve spor faaliyetleriyle kutlanmalı.
- Harbiye’de verilen dersler gözden geçirilmeli; halka tepeden bakan, sivil siyasete güvenmeyen eğitim sistemi değiştirilmeli.
- Tüm eğitim kurumlarında insan hakları, demokrasi, meşruiyet kaynağının halk olduğu, halkı da seçilmişlerin temsil ettiği, darbelerin ülkeye zarar verdiği vurgulanmalı.
- MİT’in askeri kökeninin izleri silinmeli ve sivil bir yapıya kavuşturulmalı.
- Kamu yönetiminde demokrasi dışı baskılara direnebilecek “cesur” kişiler seçilmeli.

Ankara'dan Atina'ya Semadirek notası

Bu adada tatbikat yapamazsın

Yunan medyası, Türkiye'nin, askerden arındırılmış statüsü bulunan Semadirek Adası'nın (Samothraki) askeri tatbikatların dışında tutulması konusunda Yunanistan'a nota verdiğini duyurdu.

Haberlerde, Türk makamları tarafından dün Yunanistan'a verilen notada, Yunanistan'ın, 1914 anlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması'na göre, Doğu Ege adalarının silahsızlandırılmasıyla ilgili yükümlülüklerini ihlal ettiği belirtilerek, Semadirek Adası'nın askeri tatbikatların dışında tutulmasının istenildiği belirtildi.
Atina'da yayımlanan Ethnos gazetesi, Yunan makamlarının, başka bir nota ile Türkiye'nin bu tezini ret ettiğini iddia etti.
Ethnos haberinde, Türk ve Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin Ege'de bazı bölgeleri askeri tatbikatlar için kapattığını belirtti.
Diğer taraftan Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise, Yunanistan'a nota verildiğini doğrulayarak, Yunanistan'ın Doğu Ege adalarının silahsızlandırılması ile ilgili uluslararası anlaşmaları ihlalleri konusundaki uyarıların uzun süredir yapıldığını bildirdi.

İnternet Andıcı Davası, Ergenekon'la birleşecek mi?

Bugün görülen 60. duruşmada savcılık, davanın 2. Ergenekon davası ile birleştirilmesini istedi

Cumhuriyet savcısı İnternet Andıcı Davası'nın, 2. Ergenekon Davası ile birleştirilmesini istedi.
Mahkeme heyetinin vereceği karar bekleniyor.

SANIKLARIN TAHLİYE TALEBİ VARDI
İnternet Andıcı Davası'nın 60. duruşması bugün erken saatlerde Silivri'de görülmeye başlandı.

Davada emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, emekli Orgeneral Hasan Iğsız, emekli Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu ve Korgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da aralarında bulunduğu 29 sanık yargılanıyor.

Bugün talep günü olduğu için mahkeme heyeti bu duruşmada talepleri dinliyor. Sanıkların ise tahliye yönünde talepleri var. Mahkemenin tahliye talepleri konusunda da ara karar vermesi bekleniyor.

ANKA ve Atak Haziran'da göreve başlıyor

Yerli insansız hava aracı Anka ve yerli helikopter Atak Haziran ayında operasyonel olarak göreve başlayacak.

ANKA ve Atak Haziran'da göreve başlıyor

Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, insansız hava aracı (İHA) ANKA ve yerli üretim saldırı helikopteri ATAK'ın haziran ayına kadar testlerinin tamamlanarak operasyonel olarak göreve başlayacaklarını söyledi.
Bunun, helikopter ve İHA'nın TSK envanterine girmesi anlamına gelmediğini belirten Bayar, "Bir çeşit operasyonel test diyebilirsiniz ama envanterdeki herhangi bir araç gibi kullanılacak" diye konuştu. Bayar, kısa süre içinde TSK ile 10 adet ANKA üretimi için sözleşme imzalamayı umduklarını açıkladı.
Murad Bayar, Dünya Gazetesi'ne, yeni stratejik plan çerçevesinde yeniden belirlenecek olan savunma sektöründe Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı'na ait şirketler ile özel sektör ilişkilerini değerlendirdi.


Şimdilik "operasyonel bir test' Murad Bayar, Türkiye'nin en önemli projelerinden olan yerli insansız hava aracı ANKA ile yerli üretim ve lisansı Türkiye'ye ait olmak üzere Agusta Westland ile birlikte üretilen ATAK saldırı helikopterinin, ilk üretim prototiplerinin haziran ayına kadar TSK tarafından kullanılmaya başlanacağını açıkladı. Projelerin kesin teslimi anlamına gelmeyen uygulamanın bir çeşit "operasyonel test" olarak nitelenebileceğini kaydeden Murad Bayar, şu bilgiyi verdi: "ATAK için stratejik planda 2013 olarak bahsedilen teslim tarihi, tam konfigürasyonlu üretimlere ilişkin. Ancak biz tanksavar silahları takılmamış, istenen 9 adet ATAK'ın ilk grubunu üretip haziran ayına kadar tamamlayıp teslim edeceğiz. Şu anda 2 adet prototip uçuşlarını sürdürüyor. ANKA'nın da haziranda göreve başlamasını bekliyoruz. Önümüzdeki günlerde de TSK ile 10 adet ANKA üretimi için sözleşme imzalamayı umuyoruz. ANKA'nın bütün konfigürasyonları oturmuş durumda. Şu anda geliştirmede 5 uçak var. Otomatik iniş-kalkışlar deneniyor. Görüntüleme sistemi takıldı, görüntü alındı, görev aşamasına geliyoruz. ANKA için de ATAK için de "TSK envanterine girdi' demek değil bu teslimler. Hala prototip olan sistemler olarak adlandırıyoruz.

"Bir görev performansı yapılmış olacak" Vakıf şirketlerinin Türkiye'de bir görev amacıyla kurulduğunu hatırlatan Murad Bayar, "O görev de Türkiye'de olmayanı üretmektir. Bu rolleri, misyonları gelecekte de devam edecekler. Türkiye savunma sanayinde öyle alanlar var ki bir alanda iki şirketin varlığını sürdürmesi zor. Rekabeti artırma çabamız var, projelerde yan sanayi kullanımı, KOBİ katılımı ile derinleşme çalışmamız var. Ancak, belirttiğim gibi Vakıf şirketleri misyon şirketleri ve bir alanda özel sektörün diğer aktörleri varsa, o sektöre girmeleri yönünde bir yaklaşım değil, olmayanı, daha üst düzeyi hedeflemeleri, o noktaya çıkmaları bekleniyor. Başka şirketlerin olduğu bir alana yatırım yapmalarını istemiyoruz" dedi.

Murad Bayar, çok özellikli alanlarda yerli rekabetin olmamasının, bu alanda hiç rekabet olmadığı anlamına gelmediğini belirterek, "Gemi ya da uçak ya da tank yapıyorsanız bu alanda bir şirket olacaktır. Ancak aynı alanda elbette çok ağır bir uluslar arası rekabet var. Şirketlerin tek başına kaldığını söyleyemeyiz" ifadesini kullandı.

"Derinleşmek istiyoruz' Murad Bayar, yeni strateji belgesinde yerli katkı oranına ilişkin performans hedefinin kaldırıldığını ancak bu oranı takip etmeyi sürdüreceklerini ve üst seviyelere çıkarmaya çalışacaklarını kaydetti. Bayar, "Alt sistemlerde, bazı ileri teknolojilerde, komponentlerde eksiklerimiz var. Bu eksik olduğumuz alanlara yöneleceğiz" diye konuştu.

Havada 24 saat kalabiliyor TUSAŞ mühendisleri tarafından tasarlanan Türk insansız hava aracı ANKA'nın yapımında birçok yerli alt yüklenici firma görev aldı. Servis irtifası: 30 bin feet olan ANKA havada 24 saat kalabiliyor. Gövde uzunluğu 10 metre, kanat açıklığı 17 metre olan ANKA'nın kanat alanı 13.6 metrekare düzeyinde. Toplam kalkış ağırlığı 1.5 ton olan ANKA'nın yakıt ağırlığı ise 250 kg.

Darbe davalarının hâl-i pürmelâli / Namık Çınar

Yanılıyor muyum bilmiyorum, ama Silivri’nin şu bilinen davaları, yola çıkıldığındaki çizgilerinden her geçen gün biraz daha saparak içinden çıkılmaz bir hâl alıyor ve kamuoyunda, sanki orada yargılananlara büyük haksızlıklar yapılıyormuş izlenimi uyandırıyor.

Bu noktalara gelinmesinde, AKP hükümetindeki tavır değişikliklerinin, yargıç ve savcılardaki muhakeme etme becerilerinin, sanıklardaki savunma taktiklerinin, medyadaki olayları aktarma biçimlerinin, diğer siyasi parti tutumlarının ve daha bir sürü başka şeylerin tabii ki payları var. Ama netice olarak, zaman, darbeci unsurların lehine çalışır bir hâl almış gibi görünüyor.

Örneğin, hükümet o değişimci yanını yitirip, tutucu vasfıyla boy göstermeye başladıkça yalpalıyor ve giderek devirdiklerine benzemeye başlıyor. Oysa devirdiklerine benzerlerse, o benzediklerinin, devrilmelerinin hesabını bir gün gelip kendilerinden sormaya başlayabilecekleri eli kulağında aşamaları, besleyip büyütmekte olduklarını yazık ki göremiyorlar.

Bu memlekette Çanakkale Savaşı üzerine bir film bile çekilecek olsa orada dahi askerî uzmanlardan yararlanılırken, binlerce sayfa iddianame yazan savcıların ve o davaları yürüten yargıçların, askerlik mesleğinin kendine has özelliklerini merak dahi etmeden sürdürdükleri bu yargılamalarla vardıkları nokta; örneğin sanıklardan Orgeneral Başbuğ’a yönelttikleri daha ilk soru, bu davaların önemini ortaya koymak bakımından, İsrail gezisi sırasında Ağlama Duvarı önünde çekilmiş turistik bir fotoğraf üzerine oluyorsa, bu iş daha yolun başındayken “bebek davası” ya da “köpek davası” tehlikesiyle karşı karşıya değildir de nedir, Allah’ınızı severseniz?

Bunca senedir sürüp giden davalardan arta kalıp da benim zihnimde yer etmiş tek şey, varsa yoksa falancanın imzası ıslak mıydı değil miydi tarzındaki kayıkçı kavgası ise, valla kimse kusura bakmasın, ama bana göre de bir komedidir bu, gerçekten.

Askerî vesayeti elli senedir asli işleri sayan darbeci generallerin, üst üste koya koya şişirerek teçhiz ettikleri ve atamalar yapıp çalıştırdıkları karargâhlarda, sadece “Batı Çalışma Grubu” veya“Cumhuriyet Çalışma Grubu” kadarlık değil, keyiflerine göre ihdas ettikleri daha nice yasadışı şube, daire ve organlar, şöyle içine bir bakılıp takibe tabî tutulabilse, yani asıl böyle şeylerin üzerine gidilebilse, acaba resmî “Teşkilat, Malzeme, Kadro” standartları bakımından onları nerelere koyarak izah edebilecekleri orada öylece dururken; üstelik bir de buralardaki maaş ve harcamalar yasadışı olarak bütçeye konmuşlarsa, yahut kılıfına uydurup başka yerlerde göstererek, insanlar “ikiz ya da geçici görevler” adı altında buralarda çalıştırılmışlarsa, bunun ayrı bir suç oluşturması da cabası olacakken; hiç enerjiler, kalkıp da bu sıradan işlerde tüketilir mi, yahu!

İmzasının mahiyetiyle oyalanılacağına, o deniz piyade kurmay albaydan, yetkilisi olduğu bilgi destek şubesinin “Teşkilat, Malzeme, Kadro”daki yerine, o şubenin kendi uzmanlık alanıyla ilintisine, atandığından beridir faaliyetlerinin dökümüne, Meriç’in öte yakasındaki muhtemel mütecaviz unsurlar hakkında bilgi toplamak varken, meselâ karşıdaki düşman birlik komutanlarının kimler oldukları, karakterleri, imkân ve kabiliyetleri hakkında mı çalışma yaptığına, yoksa bunun yerine TC vatandaşlarını dinsel inanç ve kanaatlerine göre tertipleyip, niçin onların tasnif ve andıçlanmalarıyla iştigal ettiğine açıklık getirmesini istemek, daha can alıcı bir yaklaşım olmaz mı ki?

Yargılananların rütbeleri ve makamları büyüdükçe, mahkemeleri bir kem-küm’dür sarıyor sanki. Arkasına otuz kırk generali alıp tv’lerde boy gösterirken, parmağını gözümüze soka soka bizi tehdit etmiş olan en büyük general, şimdi sinirlenince ya kendisini yargılayanları haşlıyor, ya da alıp başını salonu terk ediyor. Nerede eski Genelkurmay başkanları diyerek de hayıflanıyor, bir yandan da.

Zira hukukla değil, hâlâ zor ve baskı kurarak sonuç almanın dışa vurumudur, bu bedbince tavır. Nitekim, eski hey gidi hey günlerinde öyleydiler meselâ. Görüşülmekte olan bir yasa eğer onlar bakımından önemliydi veya Cumhurbaşkanlığına kendi aralarından bir generali getireceklerdi ise; maaile Meclis’e doluşup, salona tepeden bakan localarına kurulurlar, baskı ve korkutma amaçlı gövde gösterisi yaparlardı. İşte şimdi de, bir daüssıla duyarlılığıyla yine o günler özleniyor, anlaşılan.
Fakat toparlanıp bu savruluşların önüne geçilmeli ve bu ülkenin Vaka-i Hayriye’den beri tam 186 senelik çilesi olan makûs talihi mutlaka yenilmelidir.

Hâlbuki ulus-devlet projesinde bile ordular, daha önceki talana dayalı başıbozuk ve özerk anlayışlarından temizlenerek, kışlalarda disiplinle kontrol altına alınmışlar ve sivil siyasanın kayıtsız şartsız emrine sokulmuşlardı. Bizdeki ulus-devlet âşığı jakobenler ise, bunu dahi kavrayamamışlardır.

O yüzden de, dünyada darbe artık, geçen hafta Mali’de yapılanı da sayarsak, onlarda ve bir de bizde kalmış, utanç verici ve en ilkel bir siyaset yapma biçimi olarak sırıtıp durmaktadır.
İşte bu kendi başına buyruk, rezil ve müdahaleci ruhtan kurtulmanın tam zamanı gelmiş iken, tutup sendelemek ve ivme kaybetmek, onca emeklere yazık olacak bir durumdur. Bunu anlamayıp darbecileri koruyanlar ve onlara arka çıkanlarsa, bu yaptıklarından utanmalıdırlar.

Pazartesi günü, “Balyoz darbesi”nin nasıl kanıtlanması lâzım geldiğini askerlikten giderek anlatacağım.

Başbuğ, Andıç ve Eylem Planı / Nazlı Ilıcak

İlker Başbuğ'a ve diğer komutanlara "terör örgütü üyesi" denilmesini hiçbir zaman doğru bulmadım. "Siyasete müdahale, darbe teşebbüsü" gibi tanımlar daha uygun olabilir.

Bana göre, İnternet Andıcı tek başına suç teşkil etmez. Çünkü Genelkurmay'ın, internet sitesi açma yetkisi var. Ama gelişmeleri belirli bir zaman dilimi içinde incelediğimizde, bazı tuhaf noktalar göze çarpıyor. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olmadan önce, çok sayıda internet sitesi yayındaydı. Genelkurmay Başkanlığı'nın psikolojik harekâtı yürütmek üzere 35 adet, irtica. org, naksilik. com, pkkgercegi.net, armenianreality. com, hepimizturkuz. org, greekmurders. net, pontuslu. com gibi isimler taşıyan siteler kurduğu haberi Şubat 2009'da Taraf'ta yayınlandı. Bunun üzerine, bu sitelerin tümü kapatıldı. Dolayısıyla, İlker Başbuğ'un "O siteleri ben kapattım" savunması yerindedir. Ama o siteler kapatıldıktan sonra, arşivler Genelkurmay'ın bilgisayarlarında muhafaza ediliyordu. 12 Haziran 2009'da Taraf, bu defa İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı yayınlayınca, kara propaganda sitelerinin arşivleri de dahil, Bilgi Destek birimindeki bütün bilgisayarların içerikleri geri gelmeyecek şekilde silindi. Kuşku uyandıran birinci nokta bu. 

Taraf'ın haberinden sonra internet sitelerinin İlker Başbuğ tarafından kapatıldığını söyledim. Ama Başbuğ'un talimatıyla, yeniden 4 site kuruldu. İşte İnternet Andıcı diye yargıya intikal eden belge, bu sitelerin kurulmasına ilişkin. O 4 site de faaliyete geçmedi. Demek, hem Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi kurmaya yetkili, hem de siteler faaliyete geçmedi. Bu durumda, Başbuğ "Neden suçlanıyorum?" diye sorabilir. Ama dedim ya, büyük fotoğrafı görmek lâzım: Aralık 2010'da, Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki aramalar sırasında "Proje" isimli bir dijital belge ortaya çıkmıştı. Proje'de, "Gri ve kara propaganda yöntemleri kullanabilecek nitelikte sanal ağ siteleri kurulacak. İnternet siteleri, güvenilir kişiler üzerinden uygun personel tarafından oluşturulacak ve kurum riske atılmayacak" deniliyordu. Bir yandan eski internet siteleri kapatılırken, tıpkı Proje'de öngörüldüğü gibi, bunların yerine, Bilgi Destek Dairesi'nde görevli olan şube müdürleri üzerine, onların kredi kartlarıyla 4 yeni site oluşturuldu. Kuşku uyandıran 2. nokta, eskiler kapatılırken, yeni sitelerin, Proje'de öngörüldüğü gibi kurulması. 

Söz konusu Proje belgesi, Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı söylenen İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın taslak metni gibiydi. Sadece internet sitelerinin kurulmasını öngörmüyor, AK Parti ve Gülen Cemaati'ni hedef alıyordu. Tıpkı İrtica ile Mücadele Eylem Planı gibi. Bu Eylem Planı'ndan birkaç cümle: "Işıkevi baskınlarında silâh, mühimmat, plan bulunması sağlanarak FG grubu, Fethullahçı silâhlı terör örgütü kapsamına aldırılacak. AKP mensubu kilit haberleşmeciler tarafından kamuoyuna çelişkili açıklamalar yaptırılacak. Bu parti içinde ciddi bölünmeler yaşanıyor algısı sağlanacak. AKP'lilerin lüks yaşamlarından taviz vermedikleri yönünde haberler yaptırılacak; bunun İslâm anlayışıyla çeliştiği anlatılacak."

Dursun Çiçek imzalı İrtica ile Mücadele Eylem Planı'yla İlker Başbuğ'un irtibatının olup olmadığı da herhalde araştırılacak.

Bir yandan 4 internet sitesi açılırken, bir yandan da İrtica ile Mücadele Eylem Planı hazırlandıysa, "Burada iktidarı yıpratma hedefi var" denilebilir. Kuşku uyandıran 3. nokta da, Eylem Planı ile internet siteleri arasındaki muhtemel bağlantı.
 

İmha

İrtica ile Mücadele Eylem Planı Taraf'ta yayınlandığı gün (12 Haziran), sabah 4.30 itibariyle, Genelkurmay, İletişim Daire Başkanlığı vasıtasıyla olayı öğrenmiştir. İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Mutlu Arıkan, bir binbaşıyla, Bilgi Destek Dairesi Başkanlığı'na geldiğinde, Çiçek haricindeki 2 şube müdürünün mesai saatinden önce bilgi ve belge temizliği yaptığına şahit olmuştur. Askeri savcı olaya el koymadan, ilk temizlik yapılmış, bilahare, sivil savcılığın devreye gireceği anlaşılınca, Çiçek'in bilgisayarı ve ilgili şubedeki bütün bilgisayarlar ile server alınarak, özel programlarla 35 kez geri getirilmeyecek şekilde silinmiştir. Bu işlemler de, 19, 20, 21 Haziran 2009, cuma, cumartesi ve pazar gerçekleşmiştir.

Balyoz ve gerçekler (5) / Mehmet Baransu

Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bir günlük aranın ardından kaldığımız yerden devam edelim. Bundan önceki dört yazımda Balyoz darbe planlarının 2003 sonrası güncellendiğini anlatmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının gerçek dedikleri ses kayıtlarından güncellemeyle ilgili örnekler vermiştim. Planların sürekliliğinden bahsetmiş, güncelleme bilgisinin de yine sanıklardan bazılarına ait olduğunu belirtmiştim. Bugün güncellemeyle ilgili dosyadaki sayısız örneklerden ikisini daha verip, yarın teknik ve içerik konularıyla ilgili çelişkileri anlatmaya çalışacağım. Güncellemelerin ardından 2003’teki bir dosyanın, 2007’de hazırlanmış gibi, üstelik yazı karakterinin de otomatik olarak nasıl değişebileceğini, Microsoft’tan aldığımız bilgiler ışığında anlatacağım.

Güncellemeyle ilgili ses kayıtlarının yer aldığı Balyoz İddianamesi’nde, çarpıcı bir kayıt var. Konuşan kişi perdede Çetin Doğan’a slaytlar eşliğinde yapılacak hazırlıklardan bahsediyor. Ancak bazı bölümleri atlıyor.
 Önce kaydı dinleyip, ardından bu çarpıcı bölümün altını çizelim:
“Komutanım, genel olarak aynıyız yaklaşımda. Ufak tefek rakamlarda oynamalar var. 15’e geçin. (15 no’lu slayta geçiyorlar.) Komutanım bununla ilgili olarak da sabah da arz edildi. Bu bilgiler Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bu konuda yayınlanmış emrine istinaden ve oradaki hususlar GÜNCELLEŞTİRİLEREK yerine getirilmektedir. Konunun hassasiyeti ve bilgilerin yüksek gizlilik derecede kişiye özel gizlilik derecesinde olması nedeniyle takdime dahil edilmemiştir. Ancak bunlar dosyada, bu bilgilerimiz mevcuttur. GÜNCELLEŞTİRME faaliyetleri devam etmektedir. 22 lütfen.”

Burada 15. slayttan direk 22’ye geçiliyor.

Çetin Doğan ve arkadaşları Mart 2003’te yapılan toplantıda, yapılanın bir seminer olduğunu ve savaş senaryosu oynandığını açıklamasına rağmen, ses kayıtlarından anlaşıldığı gibi bazı dosyalar, gizli- gizlilik dereceli- kişiye özel denerek seminerde anlatılmıyor. Bu anlatılmayan planların dosyaların içerisinde olduğu da açıkça belirtiliyor.
Eğer bir seminer yapılıyorsa ve bu seminer savaşla ilgiliyse, harp oyunuysa, bu bilgilerin harp oyununa katılacak kişilerden neden saklandığı sorusu akıllara takılıyor. Akla ikinci gelen soru ise şu; Seminerde konuşulmayan ancak dosyada bulunan gizli- gizlilik dereceli bilgi, nasıl bir bilgidir ki GÜNCELLEŞTİRME faaliyetlerinin devam ettiğine vurgu yapılıyor?Gizli- gizlilik dereceli bilgi nasıl bir bilgidir ki güncellemeye ihtiyaç duyuluyor? Ve akla gelen üçüncü soru; Slaytlar neden atlanarak ve “seminerde” bulunan kişilere gösterilmek istenmiyor. Bu toplantı normal bir “seminerse” ve burada “harp oyunu oynanıyorsa” bazı planların saklanması, katılımcılara gösterilmemesinin gerekçesi nedir?
Bu soruları sorduktan sonra ikinci ses kaydındaki güncelleme bölümüne geçelim.

“2 Şubat 2003 tarihinde Kısmi Seferberlik ilan edildi. Bu kanun da yürürlüğe girdi. Şimdi gelelim bu Marmara Nakliyat Planı’yla ilgili olarak elimizdeki planlara. Bu elimizdeki planlarda hâlâ Debedeniz Nakliyat diye ibareler var. Şu anda Debedeniz Nakliyat diye herhangi bir şey kalmadı. Bunun kesinlikle ve kesinlikle GÜNCELLEŞTİRİLMESİ lazım.”

Görüldüğü gibi yalanlanmayan ve kabul edilen seminer ses kayıtlarında, toplantıya getirilen bazı planların içeriğinde, o gün olmayan bazı Nakliyat ibarelerinin olduğu ve bunların kesinlikle ve kesinlikle güncelleştirilmesi gerektiği emri veriliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bazı planlar arşivlerden çıkarılıp, üzerinde kısmi değişiklik yapılmasına rağmen, hatalı olarak seminere getirilmiş. Bu planın daha sonra güncellendiği de kayıtlardan anlaşılıyor. Debedeniz Nakliyat ibaresinin planlarda olması durumunda, biz bugün böyle bir ibarenin 2003 yılında olmadığını ve bu planın da sahte olduğunu tartışacaktık.
Yazımı yazarken Balyoz davasının görüldüğü mahkemede savcının mütalaa verdiği haberi ajanslara düştü. Konuyu burada noktalayıp, savcının mütalaasıyla ilgili bazı hatırlatmalar yaparak, yazı dizimin detaylarına yarın devam edeyim.

Balyoz davasının görüldüğü mahkeme savcısı, mütalaasında darbenin icraata geçtiğiyle ilgili sayısız noktaya işaret etti. Kamuoyunda tartışmaya açılan ve bu yazı dizisinin de konuları arasında yer alan CD’lerden 11 no’lu CD’nin de orijinal olduğunu ileri sürerek, CD’nin Süha Tanyeri’nin el notlarıyla örtüştüğünü, TÜBİTAK raporunun da gerçek olduğunu belirtti.
 Raporları, CD içeriğini merak edenler, iddianamenin 74-100. sayfaları arasındaki bölümü internetten okuyabilir.

Yarın:
 Çetin Doğan’ın avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora dayanarak, “2006 yılından sonra üretildi, 16 no’lu CD sahte,” dedikleri bir planın ne zaman hazırlandığını, bu belgenin 2003 yılında hangi dergide, 2004 yılında hangi kitapta yayımlandığını anlatacağım. Ayrıca, sahte denen Balyoz Harekât Planı’nı, Çetin Doğan ve avukatlarının sahte demedikleri belgelerle paragraf paragraf karşılaştırmalı irdeleyeceğim. 2003 yılında hazırlanan bir belgenin güncellenmesi halinde 2006 yılında nasıl görünebileceği, yazı karakterinin nasıl değişebileceğiyle ilgili Microsoft’un notlarını paylaşacağım.

Davalar ‘hükümete rağmen’ mi açıldı? (1) / Alper Görmüş


Ergenekon ve darbe davaları başladığından beri, düşük perdeden de olsa zaman zaman dile getirilen bir iddia var... Deniyor ki, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetlerinin, 2003’ten bu yana kendilerine karşı girişilmiş darbe teşebbüslerine karşı mücadelede benimseyip uygulamak istedikleri yöntem, şu anda uygulanandan çok farklıydı. Erdoğan ve AK Parti, bu türden girişimler karşısında“milli iradenin emaneti”ni sonuna kadar savunma kararlılığındaydılar ama, girişim sahiplerini yargılamak, benimsedikleri “tarz”ın bir parçası değildi.

“Dolayısıyla,” 
diyorlardı iddia sahipleri, “Ergenekon ve darbe davaları hükümete rağmen açılmıştı ve davaları kucağında bulan hükümet onları sahiplenmek zorunda kalmıştı...”
Emekli orgeneral Ergin Saygun’un, Balyoz davasının son duruşmasında, hükümetin Balyoz darbe planının ses kayıtlarını 2003’te dinlediğini söylemesi, bu iddiayı biraz daha güçlendirdi. Çünkü biliyoruz ki hükümet, bundan bir yıl sonra planlanan Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimlerinden de haberdardı, fakat ne bunlarla ne de Balyoz’la ilgili herhangi bir hukuki girişimde bulunmuştu.
Bu durumda, 2003-2004’teki darbe girişimlerini hükümete ihbar eden ordu içindeki “meçhul”subayların, oradan hiçbir sonuç çıkmayacağını anlamalarından sonra, 2007’den itibaren konuyu basına taşımaya ve hükümeti darbecilerle hukuk önünde hesaplaşmak için zorlamaya karar verdiklerini düşünebiliriz.


“Biliyorduk ama işimize baktık”

2003’ten beri olan bitene baktığımda, böyle bir spekülasyonu meşru kılan bir tablo görüyorum ben. Bugün, bu tablonun ayrıntılarını paylaşacağım sizlerle...
Aslında, Başbakan Erdoğan’ın iki yıl kadar önce partisinin il başkanları toplantısında sarf ettiği şu sözler bile, yukarıda özetlediğim iddiayı dile getirenlerin tümden haksız olmadıklarını gösterecek asgari veriyi içeriyor:

“Ülke, gelecek, demokrasi ve özgürlük adına her türlü senaryo ve girişimin karşısında dimdik durduk, bundan sonra da aynı şekilde dimdik durmaya devam edeceğiz... Siz zannediyor musunuz ki, biz bunları hiç duymuyorduk. Hayır, bunlar duyuluyor. Ama biz hiçbir zaman gerilimin taraftarı olmadık. Biz işimize baktık. Ne yazık ki onlar da işine baktı. Üzüldüğümüz yan bu.”

Şimdi bakalım AK Parti “gerilimin taraftarı olmamak” uğruna hangi gelişmeler karşısında“dimdik durmak”la yetinip “hesap sorma” yoluna gitmemiş...
Bugün geriye dönüp baktığımızda, AK Parti’nin “hesap sormak”tan imtina etmesinin muhtemel sonuçları hakkında neler söyleyebiliriz? Davalar, iddia edildiği gibi “hükümete rağmen” de olsa açılmasaydı, bu “imtina çizgisi”nin sonuçları ne olurdu?
Yazının sonunda bu sorulara da cevap vermeye çalışacağım... Fakat önce bakalım, Erdoğan ve AK Parti hükümetleri hangi girişimleri, ne ölçüde biliyorlarmış?

“Erdoğan, Balyoz’u 2003’te dinlemiş”

En tazesinden başlayalım...

Taraf
’ın çarşamba günü manşetten verdiği “Erdoğan Balyoz’u 2003’te dinlemiş” başlıklı haber kesin olarak ortaya koydu ki, 2003 martındaki Balyoz darbe girişimi, daha o günlerde hükümetin malumuymuş:

“İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz Planı Davası’nın 87. duruşmasında savunma yapan emekli Orgeneral Ergin Saygun, ‘Plan seminerlerinin kasetleri, seminerden birkaç gün sonra dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a Başbakan tarafından verilmiştir. (...) Ayrıca Aytaç Yalman bu davada tanık olarak dinlenmeli’ dedi.”

Peki, Erdoğan’ın “Balyoz” algısı bu ses kayıtlarıyla mı sınırlıydı? Belki Mart 2003 için böyleydi, fakat aynı yılın kasım ayına gelindiğinde, Başbakan’ın Balyoz’la ilgili çok daha ürkütücü bir algının sahibi olabileceğini imâ eden çok önemli bir gelişme oldu: 15 Kasım 2003’te iki Musevi sinagoguna karşı bombalı saldırılar gerçekleştirildi...
Ne demek istediğimi anlatmak için, sizi bundan iki yıl önce, 23 Mart 2010’da kaleme aldığım “MİT, 2003 bombalamalarında ‘Balyoz’u mu işaret etti” başlıklı yazıma geri götüreceğim.
O yazıda ben, bir miktar spekülasyonu da göze alarak, Başbakan’ın Balyoz’dan Kasım 2003’te haberdar olduğunu “göstermiştim...” Şimdi, Ergin Saygun’un açıklamasından, Başbakan’ın Balyoz’un ses kayıtlarını daha Mart 2003’te dinlediğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Fakat ben o yazıya asıl, Erdoğan’ın Kasım 2003’teki Balyoz algısının “masum” ses kayıtlarının çok ötesinde olabileceğine işaret eden yönü nedeniyle dönmek istiyorum...
Çünkü “gerilimin taraftarı olmamak için” ses kayıtlarını görmezlikten gelmek belki anlaşılabilirdi ama, Başbakan’ın Balyoz algısı iki yıl önceki o yazımda imâ ettiğim gibiyse şayet, öyle bir “Balyoz”u görmezlikten gelmenin anlaşılabilir hiçbir tarafı olamazdı.
Gelin şimdi o yazının içinde bir tur atalım...


2003’te Başbakan’a sunulan “Ergenekon çalışması”

Yazıda, Akşam (21 Mart 2010) ve Hürriyet (13 Mart 2010) gazetelerinde yayımlanan iki Ergenekon belgesinden yola çıkıyordum.
Bunlardan ilki, Akşam gazetesi yazarı Özlem Akarsu Çelik tarafından kamuoyunun bilgisine sunulmuştu. Çelik, “Başbakan’ın Ergenekon’u 2003’te öğrendiğinin belgesi” başlıklı yazısında, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün talebi doğrultusunda MİT’ten gönderilen ve Ergenekon dosyasına konan bir belgeyi paylaşıyordu okurlarıyla...
MİT belgesinde, “Ergenekon yapılanması ile alakalı olarak yapılan çalışmaların 19.11.2003 tarihinde Sn. BAŞBAKAN’A sunulduğu” belirtiliyordu.
Çelik’in yazısında dikkatimi en çok, MİT’in “Ergenekon çalışması”nı Başbakan’a sunduğu tarih çekmişti: 19 Kasım 2003, yani sinagoglara saldırıdan (15 Kasım 2003) dört gün sonra...
Hükümetin bütün ilgisinin “uluslararası El Kaide terörü”ne yönelik olduğu o günlerde MİT’in bir koşu Başbakan’a Ergenekon raporu sunması tuhafıma gitmişti. Bu bilgi beni bir anda Başbakan Erdoğan’ın sinagoglara saldırı günlerinde yaptığı, dinlerken “ne bu ya?” diye yorumladığımı çok iyi hatırladığım “tuhaf” konuşmaya ışınladı. Dönüp, Başbakan’ın o günlerdeki konuşmalarına baktım ve kendisine sunulan “Ergenekon çalışması”nın öncesiyle sonrası arasında bariz farklılıklar olduğunu gördüm. Mesela rapordan bir gün önceki (18 Kasım 2003) konuşması da tıpkı önceki üç dört gündeki gibi “El Kaide” içerikliyken, iki haftalık bir aradan sonra sinagog saldırılarına yeniden döndüğü parti grubunda (2 Aralık 2003), dinleyenlere lahana turşulu, perhizli o sözü hatırlatan bir konuşma yapmıştı: Başbakan bir yandan yine “El Kaide terörü”nü mahkûm ediyor, bir yandan da “Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları”birilerinden söz ederek, “bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” diyordu.


Kırmızıyla yazılı iki sinagog

O yazıda kullandığım belgelerden ikincisi ise, Balyoz darbe girişimi iddianamesinde yer alıyordu.Hürriyet gazetesinin verdiği (13 Mart 2010), ardından birçok gazetenin kullandığı bir haber, 19 Kasım 2003’te MİT tarafından Başbakan’a sunulan “Ergenekon çalışması”nın Balyoz’la bağlantılı olabileceğine dair güçlü bir emare niteliğindeydi.

Hürriyet
’in haberine göre, savcılar, Balyoz belgeleri arasında, 2003 kasımındaki saldırılardan sekiz ay önce, Mart 2003’te oluşturulmuş bir belge ele geçirmişlerdi. Belge, İstanbul’daki kilise ve sinagogların bir listesini içeriyordu ve bunlar arasında sadece 8. ve 21. sırada yer alan iki sinagog, diğerlerinden farklı olarak kırmızıyla yazılmıştı. Onlar da, sekiz ay sonra bombalanacak olan Neve Şalom ve Beth Israel sinagoglarıydı.
5-7 Mart 2003’teki “plan semineri”nde Çetin Doğan’ın konuşması sırasında Tuğgeneral Süha Tanyeri’nin tuttuğu iddia edilen el yazısı notlarda “Gökkuşağı deterjan” ibaresinin yer alması ise bir başka kuşkulu noktaydı. Çünkü, 2003 saldırıları soruşturmasında, sinagoglara saldırıda kullanılan bombaların İkitelli’deki Gökkuşağı deterjan fabrikasında imal edildiği ortaya çıkarılmıştı.
Ben, MİT’in 19 Kasım 2003’te Başbakan’a sunduğu “Ergenekon çalışması”nda, yedi yıl sonra açılacak Balyoz davasında savcının yapacağı şu değerlendirmenin daha o zaman Erdoğan’a aktarıldığını düşünüyorum:

“Adı geçen bombalı saldırıların Balyoz Harekât Planı kapsamında yapılmış eylemler olduğu değerlendirilmektedir....”

Salı günü öncelikle bu kanıya nasıl vardığımı izah edecek, daha sonra bıraktığım yerden devam edeceğim.

ASKER VE POLİSE BÜYÜK KOLAYLIK GELİYOR

Akıllı Hedef Takibi cihazı, TSK ve Emniyet’e, sınır güvenliğinden, stadyum ve kazaların izlenmesine kadar bir çok kolaylık sağlayacak.
Türkiye’nin sınır bölgesi takibinin emanet edildiği Türk Hava Kurumu Üniversitesi yeni bir projeye imza attı. Üniversitenin mühendisleri toplumsal olayların takibi, sınır ve boru hattı güvenliği, trafik ve otoyol gözetimi gibi sorunları yakından takip edilebilecek “Akıllı Hedef Takibi Sistemi”ni üretti. Proje Türk Silahlı Küvvetleri ile Emniyet Teşkilatı’na bir çok alanda kolaylık sağlayacak.
Tehlikeli kişileri tespit ediyor
Ankara Kalkınma Ajansı desteği ile Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nde başlayan ve akıllı hedef takibi, olay yeri gözlemleme gibi işlevleri gerçekleştirecek olan proje ile sınırların, boru hatlarının, ormanların, stadyumların ve otoyolların gözetiminin artık havadan gerçekleştirilebilmesi mümkün olacak.
Helikoptere benzer dizayn
Akıllı Hedef Takibi cihazı dört pervaneli 80 santimetre boyutunda helikoptere benzer bir şekilde dizayn edilerek, istenildiği yere özel kumanda sistemi sayesinde uçarak gidebiliyor.
2 kilometreyi tarayabiliyor
Cihaz, elle müdahaleye gerek kalmadan 2 kilometre gibi bir alanı tarayabiliyor. Öte yandan boyutu sayesinde her yere girmesinin yanı sıra belli yükseklikten de cihaz kolay fark edilemiyor.
Gerçek zamanlı görüntü
Akıllı Hedef Takibi cihazının üzerinde bulunan kamera sistemi gerçek zamanlı görüntüyü olduğu gibi yer istasyonuna aktarıyor. Bu görüntüler aynı istasyonda işleniyor ve herhangi bir istenmeyen durum oluştuğunda geliştirilen yazılımlar sayesinde tespit edilip istasyonu kullanan operatöre uyarı veriyor. Böylece istenmeyen durumları, trafik sıkışıklığı, tehlike unsuru olabilecek kişilerin tespiti gibi durum analizi yapılıyor.

'Mahkemeye çağırsın, her şeyi anlatırım'

Balyoz sanıklarının tanık olarak dinlenmesini istediği Aytaç Yalman VATAN’a konuştu: Mahkemenin çağırmasını bekliyoruz. Bildiklerimizi söyleyeceğiz

'Mahkemeye çağırsın, her şeyi anlatırım' Balyoz Darbe Planı iddialarına ilişkin hazırlanan ilk iddianamede darbeyi engellediği öne sürülünce sanıkların ısrarla tanık olarak dinlenmesini istediği dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a VATAN ulaştı. Mahkemenin kendisini çağırması için elinden geleni yaptığını söyleyen Yalman, “Tanık olursam her şeyi anlatırım” dedi.

Balyoz Darbe Planı iddialarına ilişkin hazırlanan ilk iddianamede, planlanan darbenin gerçekleşmemesinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın rolü olduğu ve bu nedenle iddianamenin 1 nolu sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın Yalman’a hakaretlerde bulunduğu öne sürülmüştü. Bu iddia nedeniyle Balyoz davası sanıkları, Aytaç Yalman ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün tanık olarak mahkemede dinlenmesini talep ediyordu. Ancak mahkeme bu talepleri kabul etmedi. Balyoz sanık ve avukatlarının savunmalarının tamamlanmadığını ve dinlenmesi gereken tanıkların henüz dinlenmediğini belirtmesine rağmen dün savcılık sanıklar hakkındaki mütaalasını mahkemeye sundu.

‘Çok kritik, hassas bir ortam’

İddianamede darbeyi önlediği öne sürülen Aytaç Yalman’a ise VATAN ulaştı. Yaşanan süreç ile ilgili değerlendirmede bulunan Yalman, “Çok kritik bir ortam. Çok çok hassas bir ortam. Şu aşamada Hilmi paşa da konuşmuş galiba, bir gazetede var. O da bir şey söylememiş. Hukukun gerektirdiği istikamette bulunmak durumundayız. Ben çok hassas bir noktadayım” dedi.

‘Bildiğimiz doğruları söyleriz’

Balyoz sanıklarının kendisinin tanık olarak dinlenmesine ilişkin talepleri olduğu yönündeki soruya da yanıt veren Yalman, “Birkaç gün daha sabredin herhalde bir şey olacaktır. Çağırmalarını bekliyoruz yani. Çağırılmak için de gelimizden gelen her şeyi yaptık. Çağırırlarsa da memnuniyetle gideriz. Niye gitmeyelim? Biz orada bildiklerimizi söyleyeceğiz. Bildiğimiz doğruları söyleyeceğiz. Hepsini söyleyeceğiz. Niçin gitmeyelim?” diye konuştu.

‘Uzak duruyorum’

İnternet andıcı davası sanığı İlker Başbuğ’un yargılanmasıyla ilgili de konuşan Yalman, “İlker Başbuğ benim kurmay başkanımdı. Benim yanımda çalıştı. Bu konulara hiç girmiyorum ben. Olabildiğince uzak duruyorum. Dediğim gibi çok hassas bir noktadayım. Bir acı yaşıyorum şu an. Bir korumamı trafik kazasında kaybettim. Kafam da çok karışık” dedi.

Orgeneral Kıvrıkoğlu, Şanlıurfa'da

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, ''Kara Kuvvetleri birliklerimiz her zamanki gibi kendisine tevdi edilen her türlü görevi yapma imkan ve kabiliyetine sahiptir'' dedi.
 
Orgeneral Kıvrıkoğlu, helikopterle geldiği Şanlıurfa'da, 20. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nda denetimlerde bulundu, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Servet Yörük, 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Alaeddin Örsal ve 20. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Veli Tarakçı ile Şanlıurfa Valiliği'ni ziyaret etti.

Vali Celalettin Güvenç ve diğer ilgililerce karşılanan Kıvrıkoğlu, polis merasim mangasını selamladıktan sonra valilik şeref defterini imzaladı.

Orgeneral Kıvrıkoğlu, Şanlıurfa ziyaretine ilişkin yaptığı açıklamada, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Servet Yörük ile mutat olarak birlikleri denetlediklerini ve hudut birliklerini ziyaret ettiklerini söyledi. Bu vesileyle Şanlıurfa'da bulunduğunu ifade eden Kıvrıkoğlu, şöyle devam etti:

''Sayın valimizi ziyarete geldim. Daha önce Suruç Mürşitpınar, yine bu bölgede... Diğer hudut birliklerimize bakıyoruz. Kara Kuvvetleri birliklerimiz her zamanki gibi kendisine tevdi edilen her türlü görevi yapma imkan ve kabiliyetine sahiptir. Bu görevi de bize tevdi edilecek görevler doğrultusunda, en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. Şanlıurfamız, buradaki zırhlı tugayımız da (20. Zırhlı Tugay) göreve hazırdır. Ben Şanlıurfa'da bulunmaktan, değerli valimizi ziyaret etmekten son derece mutluyum. Bütün Şanlıurfa'daki vatandaşlarımıza sevgi, saygı ve muhabbetlerimizi bildiririm.''
Orgeneral Kıvrıkoğlu, bir gazetecinin bölgede askeri hareketliliğin söz konusu olup olmadığı yönündeki sorusu üzerine, ''Efendim, biz denetliyoruz birliklerimizi. Her şey gayet normal'' dedi.

Kıvrıkoğlu, bir başka gazetecinin ''Suriye sınırındaki termal kameraların çalışmadığı'' yönünde basında yer alan iddialarla ilgili sorusu üzerine de ''Her habere inanmayın'' yanıtını verdi.

Orgeneral Kıvrıkoğlu ve Vali Güvenç, daha sonra bir süre basına kapalı görüştü.

Genelkurmay'dan sınır skandalı açıklaması

Genelkurmay, Şanlıurfa 3. Hudut Alay Komutanlığı'ndaki termal kamera ve araçların yarısının bozuk olduğunu doğruladı.

Ancak "Arıza oranı faaliyet yapılmasını olumsuz etkileyecek derecede değil" görüşü savunuldu. Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun, BUGÜN'ün manşete taşıdığı Şanlıurfa 3. Hudut Alay Komutanlığı'ndaki lojistik skandalını doğruladı. "O hudut alayındaki malzemelerin daima göreve hazır bulundurulması tüm komutanların birinci sorumluluğudur" diyen Tuğgeneral Kavun, konunun ilgili komutanlar tarafından titizlikle takip edildiğini aktardı.

SÜREKLİ YAŞANAN SÜREÇ

Kavun şu bilgileri verdi: "Yaptığımız incelemede o hudut alayındaki arızaların bakım kademelerinde onarılarak birliklere gönderildiği, arıza oranının faaliyet yapılmasını olumsuz etkileyecek derecede olmadığı belirlenmiştir. Bunlar arızalanır, bakım kademesine gönderilir ve tamiri yapılır. Bu sürekli yaşanan bir süreçtir." Birlikte zafiyet derecesine ulaşacak kadar bir arıza durumu olmadığını savunan Kavun, 32 kameradan 16 tanesinin çalışmamasını şöyle açıkladı: "Mutlaka arıza çıkacaktır. Çıkan arızanın bazısı 3 günde bazısı 5 günde onarılır."

RAKAM FAZLA OLABİLİR

PKK tehdidinin yanı sıra suların ısındığı Suriye sınırında böyle büyük bir oranda arıza yaşanmasının normal olup olmadığıyla ilgili soruya Kavun şu cevabı verdi: "Arıza dönemleri çok kullanımdan kaynaklanan ya da meteoroloji şartlarından kaynaklanan dönemlerde artabilir. Kısa bir süre için rakam fazla olabilir ama gerekli işlemler bakım kademelerinde yaptırılır ve arıza sıfıra düşer." Kavun, birlikteki bozuk araçlarla ilgili raporların tutulmuş olmasını, o arızalar konusunda bilgi sahibi olunduğunun bir göstergesi şeklinde yorumladı.

Balyozun sonu / Mustafa Ünal


Balyoz, en hızlı ilerleyen davalardan... Sona gelindi. Koca bir bavula zor sığan dokümanlar incelendi.
250'si tutuklu 365 sanığın ifadeleri alındı. Dün savcı 920 sayfalık mütalaasını sunarken 'darbeye eksik teşebbüsten' tüm sanıklar için 20 yıla kadar hapis cezası istedi. Davanın bir numaralı sanığı Çetin Doğan mütalaayı dinlemedi, salonun dışına çıktı.

Nihai kararı mahkeme verecek. Balyoz davası ilk günden kamuoyunda geniş yankı buldu. Belgelerin içeriği tartışıldı. Üst düzey komutanların tutuklu yargılanmaları çok konuşuldu. YAŞ'ta askerle siyasi irade karşı karşıya geldi. Genelkurmay tutuklu sanıklar hakkında hiçbir şey yokmuş gibi işlem yapmak isterken hükümet karşı çıktı.

Işık Koşaner'in daha görev süresi dolmadan üç kuvvet komutanıyla istifa etmesinde Balyoz davasının önemli rolü var. Koşaner tutuklu komutanların tahliyesi için siyaset ve yargıya baskı yaptı ancak bir sonuç alamadı.
Nihai karar yargının... Kamu vicdanında bir kanaat oluşmadı da değil. Koca davayı sadece bazı eksik ve yanlışlar üzerinden yorumlayanlar, anlamsızlaştırmak için kampanya yapanlar oldu. Her büyük davada eleştirilecek, itiraz edilecek hususlar olabilir. Balyoz, 365 sanık ve on binlerce sayfa yazılı ve görsel dokümandan oluşuyor. Büyük ve kapsamlı bir dava...

Bir doküman üzerindeki soru işaretlerinden hareketle tüm belgeleri geçersiz saymak insafla bağdaşmaz. Bu ülkenin bir darbe gerçeği var. Demokratik sistem sık sık kesintiye uğradı. Tanklı darbeler, müdahaleler, muhtıralar, mektuplar saymakla bitmez. Her biri demokratik sistemde derin yaralar açtı.

Bugüne kadar hiçbiriyle hesaplaşılamadı. Çağdaş dünyanın yıllar önce yaptığını biz yeni yeni yapıyoruz. Savcının 'darbe girişimi' olarak nitelediği Balyoz davasını Türkiye'nin demokratik geleceği açısından önemsiyorum.
Dün 51 muvazzaf komutanın Aydınlık Gazetesi'ne gönderdiği ıslak imzalı mektubu okudum. Her satırı kamuoyu oluşturmaya dönük. 'Bizler dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak yargılanıyoruz.' diyorlar.

Dünyanın hiçbir yerinde demokrasiye darbe veya müdahale girişimi hoş görülmez. Örnek mi? O kadar çok ki... Yunanistan'da albaylar cuntasının lideri Dimitrios İonnidis 1975'te müebbet hapse mahkûm edildi, 6 ay önce 87 yaşındayken cezaevinde öldü.

Demokrasinin üzerinde kara lekeler ancak darbecilerin yargılanmasıyla temizlenir.
İki gün önce Star Gazetesi Balyoz delilleri arasında yer alan, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın ifadesini haber yaptı. Yalman'ın savcıya söylediği şu sözler önemli: 'Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Planı okuyunca kendimin de dışlandığına muttali oldum.'

Darbe planları hayal ürünü değil. Yalman, 2004 yılında gördüğünü söylüyor. Ayrıca 'özellikle MGK'daki görüşmelerde bazı komutanların aşırılıklarından rahatsız olduğunu' gizlemiyor. Aşırılıklar MGK ile sınırlı değil, şûra toplantılarında daha ileri gidildiğini bilmeyen yok.

Balyoz belgelerine ilişkin Işık Koşaner'in ses kaydında söyledikleri de çok şey anlatmıyor mu? Unutanlar için tekrarlayalım: 'Balyoz'un günahı, vebali 1. Ordu'ya ait. Karargâhtan böyle planlar nasıl dışarı çıkar izahı yok. Kim verdi? Biz verdik, biz verdik... Hiç kimseyi suçlayamayız. Bunların günahı, vebali hatası koskoca Birinci Ordu'da, bir plan semineri yapılıyor, tüm planlar tüm teferruatıyla milletin elinde şimdi...'.

Bugün karar aşamasına gelen Balyoz davasını, Koşaner'i isyan ettiren işte bu belgeler başlattı. Savcı 20 yıl istedi, kararı ise yargı verecek. Gözler mahkemede...

Dikkat, oyun içinde oyun var... / Hüseyin Gülerce

Türkiye aslında değişim adı altında büyük bir ameliyat geçiriyor.
Hesaplaşma, yüzleşme, rövanş alma gibi tabirler bu operasyonu izah edemez. Önyargılı yaklaşımlar, meselenin özünü karartma gayretleri de bir işe yaramaz.

Bu bir kaderdenk noktası. Aynı güne sığan haberlere bakmak bile yeterli. En uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye ile ilgili gelişmeler fırtına öncesi sessizliği andırıyor. Terörle mücadelede yeni bir dönemden söz ediliyor. Yargıda, darbeye teşebbüs davaları Ergenekon'u, Balyoz'u, İnternet Andıcı ile devam ediyor. Evvelsi dönemin Genelkurmay Başkanı yargılanıyor. Tutuklu onlarca general ve amiral var. Yeni bir Anayasa için hem gayretler hem de tereddütler, belirsizlikler ortadan kalkmış değil. Eğitimde 4+4+4 yüzünden yaşanan cephe savaşları var. Bunların hepsine birden baktığınızda, evet, bir değişim sancısı çekiliyor.

Değişim, statükoyu, statükonun sahiplerini, bekçilerini rahatsız ediyor. Kolay değil, ellerindeki imkânlarını, statülerini, konumlarını, güçlerini kaybediyorlar. Direnme refleksi vermeleri bu yüzden şaşırtıcı gelmemeli.
Değişimin tarafları var. Birinci taraf statüko. Yani askeri vesayet rejimi. Bu rejimi savunanlar ummadıkları bir zemine savruldular. Hesap sorulmaz, üstlerine gelinmez zannediyorlardı. Layüsel olduklarına öyle inanmışlar, kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, olan biteni bir türlü kabullenemiyor, bu durumun geçici olduğuna inanmak istiyorlar... Onların öfkeleri, hisleri, tepkileri, şaşkınlıkları, pervasızlıkları var. Bütün bunları vesayetin medyası diyeceğimiz yayın organlarında ve siyaset ayağında görmek mümkün.

Değişimin diğer tarafında ise vesayet yerine demokratikleşmeyi isteyen geniş bir kesim var. Onların taleplerinin ne kadar somut olduğunu, taleplerinde ne kadar kararlı olduklarını anlamak için sadece 12 Eylül 2010'daki referandumun sonucunu hatırlamak yeterli. Referandumdaki yüzde 58 evet, son bir asırlık tarihimizin belki de en büyük demokrasi olayıdır. Bu olayın kahramanı, Türkiye'nin makul çoğunluğudur. Mevcut AK Parti iktidarı, makul çoğunluğun arzu ettiği siyasi iradeyi sergilemek açısından, kaderdenk noktasındaki önemli aktörlerden biridir. Zaman'ın da içinde bulunduğu alternatif medya, diğer önemli aktördür.

Bu iki önemli aktöre, değişim dalgalarının kabardığı bu dönemde iki büyük sorumluluk düşmektedir. Birincisi, usul ve üslup meselesidir. İkincisi hedeften şaşmamak basiretidir.

Usul ve üsluptan kastım şudur: Darbe teşebbüsü davalarında, vesayetin medyası, davaları özünden saptırmak ve itibarsızlaştırmak için dâhiyane yollara başvurmakta, hamle üstüne hamle yapmaktadır. Benim sulandırma-bulandırma diye tabir ettiğim bir kafa karışıklığı çabası var. Her şeyi alet ediyor, her fırsatı değerlendiriyorlar. Gayeleri yüzde 40'lık bir kamuoyunun kafasını karıştırmak ve bir taban edinebilmek... İşte usul ve üslup burada devreye girmeli. Onlara hep gerçekleri hatırlatma yoluna gidilmelidir. Sivas katliamında hâlâ vesayetin üstünü mü örtmek istiyorlar, o dönemin siyasi sorumlularının duruşunu, asker ve emniyetin, valinin sorumluluğu hatırlatılmalıdır. Ki, bu yıl bu yapıldı. Balyoz davalarında CD'lerle oynandı mı diyorlar, "Depremdede" sulandırmaları mı yapılıyor, hemen "güncelleme"nin belgeleri ortaya konmalıdır. Mehmet Baransu Taraf'ta tam isabetle kaç gündür bunu yapıyor.

Hedeften şaşmama basiretine gelince. Vesayetçilerde oyun çok. Beynelmilel güç odaklarından da profesyonel destek alıyorlar. Asla unutmayalım ki, Türkiye'nin bütün iç meseleleri aynı zamanda dış meseledir. Hele demokratikleşme ile güçlenecek bir Türkiye, ne kadar çok odağı rahatsız eder, hiç aklımızdan çıkarmayalım. Onun için demokratikleşme cephesini zaafa uğratmak, onları birbirine düşürmek en büyük hedefleridir. Dikkat, oyun içinde oyun var...
Hedef belli. Demokratik ve istikrar içindeki bir Türkiye'de farklılıklarımızla birlikte, huzur içinde yaşamak...

Hukuka saygılı(!) komutanlar / Bülent Korucu

Darbe davaları, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan ve ona saygı gösterdiklerini iddia edenlerin samimiyet testi haline geldi.

Millet adına ve kanunlardan aldıkları yetkiyle yargılama yapan mahkemeler, saldırı ve saygısızlık bombardımanı altında. Dokunulmazlık günlerinde hukuka saygı nutukları atanların bugünkü tavrı şaşırtıcı değil. Emekli generaller Çetin Doğan ve İlker Başbuğ, bu tavrın öncülüğünü yapıyor. Ahmet Şık ise sivil sanıklar içinde 'kafa tutan' üslubun temsilcisi. Star Gazetesi'nden Sibel Eraslan önceki gün Çetin Doğan'ın nereden cesaret aldığını irdeleyen çok güzel bir yazı yazdı: "Cemaat ile Hükümet sürtüşmesi şeklinde lanse edildiği için, aradan nem'a toplamaya teşne yağcıların boy gösterdiği laf ebeliğinde, elbirliğiyle yargıya vuruluyor... Bu ağır medya dalaşı ve baskı altında, görev yapacak hâkim ve savcılar, kürsülerini gazetecilere mi bırakmalıdır? Köşe yazarları mı bakacak Ergenekon'a, Balyoz'a, 28 Şubat'a, 12 Eylül'e? Daha önce de medya aracılığıyla bakılmamış mıydı zaten darbelere? "Topyekûn savaş" ilan edilmemiş miydi mesela? Medyanın bu karanlık yüzünü ve gücünü ne çabuk unuttuk da şimdi darbeleri araştıran, sorgulayan mahkemeleri elbirliğiyle madara etmeye kalkıyoruz?" diyor Eraslan.

İnternet andıcı davasında yargılanan emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, "Andıçta suç unsuru görseydim soruşturma talimatı verirdim." sözleriyle emir-komutasındaki hukuka bağlı olduğunu dışa vuruyor. Meşhur 'kâğıt parçası-boru' nutkunda da hukuka bağlılık cümlelerini talimat verdiği soruşturmalarla delillendirmişti. Yaşayan en eski darbeci Kenan Evren de 'beni yargılayamazsınız' havasında. Hakkını teslim etmek lazım, kitaba uydurulmaya en yakın tez onunki. "Kurucu iktidar yargılanamaz, bu hukuk düzenini ben kurdum, nasıl yargılarsınız?" ifadeleri, onun savunmasından. Kendi mantığı içinde bile çürüyen bir tez. "1982 referandumunda halk hayır deseydi ne olurdu?" sorusu Evren'i kendi silahıyla vurmaya yeter. Cevap "anayasa yürürlüğe girmezdi" olacak. 'O halde kurucu iradeyi bizzat halk kullanmaktadır, siz sadece teklif makamıydınız' der geçersiniz. Bazı gazetelerde Evren'in savunmasına haklılık payı veren yazılardan dolayı bunları kayıtlara geçirme ihtiyacı hissettim. Yoksa iddianameyi kabul eden mahkeme, zaten yetkili olduğunu tescillenmiş durumda. Erzincan'da oturup Ankara'yı dinleten ve içinde siyasilerin de olduğu 235 kişilik şüpheli listesi oluşturan Savcı İlhan Cihaner'e destek veren, Ahmet Şık da böylesine rahat yargı eleştirisi yapabiliyor.

Balyoz Darbe Planı yargılamasında dün önemli bir gelişme yaşandı. Savcılık makamı mütalaasını mahkemeye sundu. Hızlıca baktığımda sanıkların sinirli hallerini normal karşıladım. Deliller ve analizleri sanıkları zor durumda bırakacak cinsten. Dava ilk başlarken elde edilen dijital delillere kulp takmaya çalışanlar vardı. Hemen hemen aynı içerikteki CD'ler Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yakalandı ve savcı benzerlikleri ayrıntılı biçimde sıralamış. Yine dikkat çekilen önemli bir nokta, gerçek isimlere yönelik görevden alma ve görevlendirmelerle ilgili. "Balyoz planında yer alan görevlendirme listeleri TSK'nın sıkıyönetim halinde bile görev alanına giremez." diyen savcı çok haklı. Sıkıyönetim komutanına bile asker ve sivil bürokraside böyle 'aldım-verdim' yetkisi kullandırılmaz. Ancak darbe yapan cunta bu kadar serazat davranabilir. Görevlendirme zincirini yeni parlamento ve ara rejim hükümetine kadar uzatan verilere vurgu yapan savcı, 5-7 Mart tarihlerindeki plan seminerinin bir darbe fitili ateşleme eylemi olduğunu iddia ediyor. Mütalaa sonrasında Balyoz sanıkları daha agresifleşebilir.

29 Mart 2012 Perşembe

Türkiye'nin ilk tank merkezi

Merkezin açılışı, Milli Savunma Bakanı Yılmaz'ın katılımıyla yapıldı.
 

TÜRKİYE'nin ilk milli tankı olan Altay'ın yapıldığı Sakarya'nın Arifiye İlçesi'nde bulunan Otokar Fabrikası'nda kurulan ve Türkiye'de yine bir ilk olan tank test merkezi, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın katıldığı törenle açıldı. Bakan İsmet Yılmaz konuşmasında "Önceleri tanklarımızı yurt dışındaki firmalara ihale ederdik. Artık Türkiye karar verdi ki, bu alanda kendi kendine yeterli olmak zorunda" dedi.

Arifiye İlçesi'nde bulunan Milli Tank Projesi Altay'ın geliştirildiği Otokar Fabrikası'nda yapılan açılış törenine Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Milli Savunma Müsteşarı Murad Bayar, Sakarya Valisi Mustafa Büyük, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu, Otokar Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen katıldı. Bakan İsmet Yılmaz, bu projede Otokar'ın lider kuruluş olmasına rağmen arkasında büyük destek bulunduğunu söyledi. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, şöyle dedi:

"Arkasında Aselsan, Roketsan var. Kore'den teknik destek alınıyor ve bunun yanında da Türkiye'den 40'a yakın yüklenici var. Dolayısıyla milli gücümüz var. İnşallah el birliği ile tamamı Türk mühendisinin eseri olan tankımız 2017'de ortaya çıkacak. Ancak, kısa zaman içerisinde bir prototipi üretilecek. Bu ürettiğimiz şeyi ölçmemiz gerekir. Bu merkez ürettiğimiz tankların testini yapacak. Bu tesis Türkiye Cumhuriyeti'nin veya Türk Milleti'nin ortak malıdır. Hangi firma burada test yapmak isterde burayı kullanacak. Tanka ihtiyacımız olursa tankın test merkezine de ihtiyacınız olur. Bu tankın altyapısıdır. Bugünün Türkiye'si dünden daha güçlü."

OTOKAR Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen, tank üretimi konusunda daha önce ürünleri kendi mühendislik çalışmaları ile geliştirdiklerini ancak testleri yurtdışında yaptırmak zorunda olduklarını söyleyerek şöyle devam etti:

"Türkiye'de yine bir ilki gerçekleştirdiğimiz için gururluyuz. Bugün Otokar'ın Ar-Ge harcamaları ülkemiz ortalamasının çok üzerinde bir rakam ile cirosunun yüzde 4'ünü oluşturuyor. Sadece geçtiğimiz 10 yıl içinde yaptığımız 76 milyon TL'ye ulaşan Ar-Ge yatırımları ile kaynaklarımızı ülkemizde kullanıp, Türkiye'nin araçlarını daha hızlı bir şekilde hayata geçirme imkanına kavuştuk. Bugün, bu imkanlarla üretilen taktik zırhlı araçlarımız, ülkemizde ve dünyada 5 kıtada 20'den fazla ülkede 40'a yakın kullanıcı tarafından kullanılıyor. Bu vizyonumuzu devam ettirmek ve Türkiye'nin ilk milli ana muharebe tankı için bize verilen görevi en iyi şekilde gerçekleştirmek için; Türkiye'nin ilk Tank Test Merkezi'ni devreye alıyoruz. Savunma Sanayii Müsteşarlığı'mızın katkıları ile hayata geçirdiğimiz toplam 10 milyon doların üzerinde tutan bu yatırım, Altay Projesi'nin önemli mihenk taşı olacak. Bu Tank Test Merkezi sayesinde, Altay tankı tamamlandığında güncel tehditlere karşı geliştirilmiş, dünyanın modern ana muharebe tankı olacak. Bu merkez, Altay'ın geliştirme sürecini mükemmelleştirirken, zaman ve maliyetten tasarruf etmemizi sağlayacak."

Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar, projede 40'a yakın şirketin görev aldığını belirterek, şöyle konuştu:

"Biz bu tank projesinde eğer tasarım yapmıyor olsaydık, bu testlerin hiçbirine ihtiyacımız olmayacaktır. Bir ülkenin ürettiği tankın lisansını alacak, onu Türkiye'de üretecektik. Ancak bu projemizde ürünü kendimiz tasarladığımız için riski de tamamen bize ait. Bu riskten dolayı bu projede 400'ün üzerinde mühendis çalışıyor."

TANK TEST MERKEZİNİN ÖZELLİKLERİ
Otokar Adapazarı tesislerinde kurulan ve 29 Mart tarihinde açılışı yapılan Tank Test Merkezi bünyesinde Elektromanyetik Uyumluluk Test Merkezi, Tank Test Pisti ve Dinamometreli İklimlendirilmiş Test Merkezi'ni barındırıyor. Gelecekte yeni test olanakları ile geliştirilecek Merkez, dünyanın en modern ve sayılı Tank Test Merkezleri arasında yer alıyor. 2008 yılında Otokar ana yükleniciliğinde başlatılan Türkiye'nin ilk ana muharebe tankı Altay Projesi kapsamında kurulan Tank Test Merkezi'nde güvenli sürüş, sistemlerin doğru çalışması ve ürünün seri üretime hazır hale gelmesi için gerekli olan; savaş ve barış koşullarında askeri araçların elektromanyetik uyumluluklarını, farklı iklimlerdeki hareket kabiliyetlerini artırmaya yönelik testler yapılabilecek.

TÜRKİYENİN İLK TANKI ALTAY VE TEST MERKEZİ
Türk Savunma Sanayii'nde millileştirme çalışmalarının en önemli projelerinden biri olan ana muharebe tankı Altay Projesi'nde 'Tasarım ve Prototip Üretimi' dönemi Otokar'ın ana yükleniciliğinde yürütülüyor. 2008 yılında sözleşmesi imzalanan projenin 78.5 ayda tamamlanması bekleniyor.

Otokar ana yükleniciliğinde sürdürülen projenin bugüne kadar olan döneminde birinci aşama olan 'Kavramsal Tasarım Aşaması' 2010 yılı içinde tamamlandı. Bu aşamanın sonucunda, ALTAY tankının gerçek boyutlardaki bir modeli üretilerek geçtiğimiz yıl IDEF Savunma Sanayii Fuarı'nda sergilendi. Projenin en kritik aşamalarından '2'nci Detaylı Tasarım Aşaması' içinde yer alan ve tasarımın önemli ölçüde belirginleştiği 'Ön Tasarım Süreci' de 2011 yılı son çeyreğinde başarıyla sona erdi. Bu aşama içerisinde bu sürece paralel olarak ön prorotiplerin üretimi başladı. İkinci Aşamanın tamamlanmasının ardından 3'üncü ve son aşama olan 'Prototip Geliştirme ve Kalifikasyon' aşamasına geçilmesi planlanıyor.

Bu yılın son çeyreğinde testlere hazır hale gelecek ilk ön prototip Altay tankı için yatırımlar da proje planı dahilinde devam ediyor. Otokar fabrikası bünyesinde mevcut olanakların yanısıra 10 milyon dolarlık yatırımla yapılan Tank Test Merkezi'nde yeni açılan Elektromanyetik Uyumluluk Test Merkezi ve Tank Test Pisti yer alıyor. Ayrıca Otokar'ın Dinamometreli İklimlendirilmiş Test Merkezi de bu test bünyesinde hizmet verecek. Altay'ın tüm elektronik cihazların savaş ve barış durumlarındaki elektromanyetik uyumlulukları ve duyarlılığını inceleyecek; tankın hareket kabiliyetini ölçmek için kullanılacak ve tankın farklı iklim koşullarındaki çalışma kabiliyetini artıracak Tank Test Merkezi, dünyanın en modern ve gelişmiş test merkezleri arasında yer alıyor.

Balyoz sanıklarına 20'şer yıllık hapis istendi


Aralarında emekli orgenarellerin ve muvazzaf subayların da bulunduğu Balyoz Davası sanığı 250'si tutuklu 365 sanık hakkında 20'şer yıl hapis cezası istendi.


''Balyoz Planı'' davası kapsamında özel yetkili İstanbul cumhuriyet savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan tarafından hazırlanan mütalaada, Orgeneral Bilgin Balanlı, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ve Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Abdullah Can Erenoğlu'nun da aralarında bulunduğu 250'si tutuklu 365 sanığın, ''Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs'' suçundan, eski TCK'nın 147. ve 61. maddeleri gereğince 15 ile 20'şer yıl arasında hapis cezasına çarptırılmasını istedi.

DURUŞMADAN NOTLAR
2003 yılında Birinci Ordu'da darbe planlandığı iddiasına ilişkin, 250'si tutuklu 365 sanığın yargılandığı Balyoz Darbe Planı Davası'nda 88'inci duruşma yapılıyor.

Özel Yetkili 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen davanın bugünkü duruşmasında davayla ilgili önemli bir gelişme yaşandı.

Balyoz Planı davası kapsamında özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan, hazırladığı 920 sayfalık mütalaayı, mahkemeye yazılı olarak sundu.

Savcı, 365 sanık hakkında hükümeti devirmeye teşebbüs iddiasıyla 20 yıla kadar ağır hapis cezası isteniyor.

BALYOZ DAVASI'NDA FLAŞ GELİŞME!


Duruşma savcısınını 920 sayfalık esas hakkındaki mütalaasını mahkemeye sundu. Mütalaanın okunduğu sırada 1 numaralı sanık Çetin Doğan mahkemeyi terk etti.

Sabıkalı asker, paşaya nasıl özel aşçı oldu?


1991’de, Doğan Güreş ile komutanlara siyanürlü kahveyi hazırlayan er Mustafa Akın’ın çok sayıda sabıkası çıktı. Akın, 9 yıl hapis yatıp, tahliye olduktan sonra askere alınmış




1991 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu, 1. Ordu Komutanı İ. Hakkı Karadayı ve 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Hikmet Köksal, denetimde bulunma maksadıyla gittikleri İstanbul’daki 26. Zırhlı Birlikler Tugay Komutanlığında uğradıkları siyanürlü suikast girişimiyle ilgili askerî mahkeme 20 yıl sürdü. Ancak, askerî mahkemede açılan davada suikastın PKK’lı olduğu iddia edilen garson erler Mustafa Akın ve Mehmet Saka tarafından gerçekleştirildiği bilgisinin ötesine geçilemedi. Geçtiğimiz ay Özel Yetkili Mahkemeye devredilen dosyadaki belgelere göre sanıklardan Mustafa Akın 1993 yılında bir çatışmada öldürüldü. Mehmet Saka hakkında ise İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından en son 26 Ocak 2012 tarihinde yakalama kararı çıkarıldı. Suikast girişimiyle suçlanan garson erlerle ilgili dosyaya giren belgeler olayın perde arkasına ilişkin derin bağlantılar hakkında çok önemli ipuçları veriyor.

ÜLKÜCÜ GENÇLİK ÜYESİ
Dosyadaki belgelere göre her iki sanık da 26. Zırhlı Birlikler Tugay Komutanı Tuğgeneral Habil Küçük’ün özel aşçısıydı. Gazinoda hem sivil aşçı hem de başka aşçılar olmasına rağmen, paşalara yemek ve kahve hazırlamaları için özel olarak görevlendirilmişlerdi. Suikastçı garsonlardan Mustafa Akın’ın özellikleri ise oldukça dikkat çekici. Çünkü paşalara yemek hazırlamak için özel olarak görevlendirilen Akın çok sayıda sabıkası olan eski bir mahkûmdu. 1962 Kahramanmaraş Pazarcık doğumlu olan Akın, paşalara yönelik suikast girişimi sırasında 29 yaşındaydı. 9 yıl hapis yattıktan sonra silah altına alınmıştı. Dosyada Akın’ın o dönemde işlediği suçları itiraf ettiğine ilişkin 16 Haziran 1981 tarihli bir ifadesi de yer alıyor. Akın, söz konusu ifadesinde bu eylemleri Ülkücü Gençlik Derneği üyesi arkadaşları ile yaptığını savunuyor ve şöyle diyor: “Caddebostan’da bulunan Maksim Gazinosu soygun olayı, Maksim Gazinosunun Taksim’de bulunan yazıhanesinde iki ayrı sefer soygun olayı ile Gazinoların sahibi Sacit Aslan’ın meskenindeki teşebbüste kalan soygun olayı, Matild Manukyan’ın meskenindeki silahlı soygun olayı ve bilahare fidye alma işlerinin gerek fiilen ve gerekse olayın tertipleyici olarak katılıp bu olayların içinde bizzat bulunarak, her olayda hisse aldım.”

NASIL PKK’LI OLDU?
Mustafa Akın 1981 yılında yakalandıktan sonra bu suçlardan ceza aldı. Uzun süre hapis yattıktan sonra tahliye olduğunda da askerliğini yapmak üzere silah altına alındı. Ancak, Akın bu kadar kabarık sabıkasına rağmen askerliğini yaptığı 26. Zırhlı Birlikler Tugay Komutanlığında komutanın özel aşçısı olarak görevlendirildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve komuta kademesi birliği ziyaret ettiğinde de özel aşçı olarak görev başındaydı. Gençliğinde Ülkücü Gençlik Derneği ile birlikte faaliyet gösterdiği iddia edilen birinin sonradan nasıl PKK’lı olduğu ise aydınlatılamadı.

Milli Savunma Bakanı Yılmaz: Suriye’yi tehdit gibi bir düşünce ve niyetimiz yok


 

  Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Suriye’yi tehdit gibi bir düşüncelerinin olmadığını, kara kuvvetleri komutanının sınırda yaptığı incelemenin rutin bir gezi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Yılmaz, “Suriye'yi tehdit gibi düşüncemiz, niyetimiz yoktur. Ancak tek istediğimiz şey Suriye halkının demokratik taleplerinin yerine getirilmesidir.” dedi.

        Bir takım ziyaretler için Sakarya’ya gelen Bakan Yılmaz, Sakarya Valisi Mustafa Büyük’ü ziyaret etti. Ziyarette bir gazetecinin, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun Suriye sınırında yaptığı incelemenin Suriye’ye bir mesaj olarak yorumlanıp yorumlanamayacağına, amacın ne olduğu yönündeki soruya verdiği cevapta Yılmaz, Suriye’yi tehdit etmek gibi bir amaçlarının olmadığını söyledi.

        Ziyareti, bir kuvvet komutanının ‘rutin’ gezisi çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini belirten Yılmaz, “Suriye'yi tehdit gibi düşüncemiz, niyetimiz yoktur. Ancak tek istediğimiz şey Suriye halkının demokratik taleplerinin yerine getirilmesidir. Bunun için de şu ana kadar çok net olarak açıkladık ki bölge dışından bir müdahale istemiyoruz, ne istiyoruz?Arap liginin bölge ülkeleri içinde Suriye halkının taleplerini dikkate alarak Arap ligi, bölge ülkeleri karar versin.“ diye konuştu.

        Suriye'nin Dostları Toplantısı'nın birincisinin Tunus'ta, ikincisinin de İstanbul'da yapılacağını vurgulayan Yılmaz, “Gerek Arap Ligi'nin gerekse Suriye'nin dostları toplantısında alınacak bir kararla Türkiye'nin de Suriye halkının, en kısa zamanda refaha çıkması, huzura erişmesi yolundaki çalışmalarına gayrette bulunacaktır. Bu çerçevede değerlendirmek lazım.” dedi.

        "KAYIP GAZETECİLER SAĞ VE SAĞLIKLI"

        Yılmaz, ayrıca, Suriye’de kayıp olan gazeteciler Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un durumlarıyla ilgili bir soruya karşılık olarak da iki gazetecinin sağ olduklarını belirtti. Yılmaz, “Dışişleri Bakanlığı çalışıyor. Önemli olan sağlıklarının iyi olması, inşallah bir süreç sonrasında onları Türkiye’ye getireceğiz. Takas iddiası bize geçmiş bir bilgi yok.” şeklinde konuştu.

        BAŞBAĞ’NUN SAVUNMA YAPMAMASI
   
        Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, mahkemede ifade vermek istememesi ve Yüce Divan’da yargılanma talebine ilişkin ise şu cevası verdi: “O konuda bir değerlendirme yok. Savunma kutsaldır biliyorsunuz. Sayın eski genelkurmay başkanı kendi savunmasını bu çerçevede yapmaktadır. Başından beri onu söyledik, bu süreç en kısa zamanda neticelense, hem eski genelkurmay başkanımızın hem de Türkiye’nin lehine olur diye değerlendiriyoruz.”

        "SAVUNMA SANAYİİNDE İYİ DURUMDAYIZ"

        Milli Savunma Bakanlığı olarak, savunma sanayiinin, mevcut durumda çok iyi bir noktada olduğunu dile getiren Yılmaz, şu bilgileri verdi: “Bu aldığımız noktadan nasıl daha ileriye götürebiliriz, onun gayreti içindeyiz. Ancak görmeden karar veremezsiniz. Dolayısıyla burada da savunma sanayii şirketlerimizin en önemlilerinden olan özel sektör Otokar ar, onu ziyaret edeceğiz. Bir de Ana Bakım Merkezi Komutanlığı'nı ziyaret edeceğiz. Orada da savunma sanayiine katkı sağlayan çalışmalar yapılıyor, inşallah her ikisini de gördükten sonra savunma sanayiinde hangi noktaya geldiğimizi ve neler yapmamız gerektiği konusunda çok daha sağlıklı karar verme durumunda olacağız.”

        Bakan Yılmaz, daha sonra Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nu ziyaret etti.

Balyoz ve Deprem Dede!!! / Nazlı Ilıcak

Davaların içeriğine girmek istemesem de, Ergenekon'u ve Balyoz'u itibarsızlaştırma çabaları karşısında buna mecbur kalıyorum. Dünkü Hürriyet'te "Deprem Dede Balyoz'da" başlığıyla karşılaştım. Habere göre, Birinci Ordu'daki seminere Ahmet Mete Işıkara'nın yanı sıra, vali yardımcısı Ali Cafer Akyüz ile Ali Müfit Gürtuna da katılmıştı; İstanbul depremi öncesi/ sonrası alınacak önlemler tartışılmıştı. Haberi okuyan vatandaş, "Vali'nin, Belediye Başkanı'nın, deprem uzmanının iştirak ettiği toplantıda darbe hazırlığı mı yapılırmış?" diye düşünebilir. Gazetenin amacı, Balyoz davasını itibarsızlaştırmak değil elbette. Ama ister istemez o haber, yukarıda belirttiğim tarz yorumlara yol açabilir. Oysa bu davayı yakından takip edenler, depremle ilgili görüş alışverişinin bir kamuflaj olarak kullanılması ihtimali üzerinde duruyor.
Hatırlayalım: Çetin Doğan, Balyoz belgeleri gazetelere yansıyınca, Haber Türk televizyonuna çıkmış, kendisine niçin vatandaşların alınıp bazı tesislerde, misafirhane ve statlarda toplanacağı sorulmuştu. O da, amacın, insanları depremden korumak olduğunu, bu hususun Belediye Başkanı'nın da katıldığı bir toplantıda görüşüldüğünü söylemişti.
Halbuki, ses kayıtları dinlendiğinde, meselenin depremle bir ilgisi bulunmadığı anlaşılıyor. Ses kayıtlarında, Çetin Doğan'a tekmil veren komutan şöyle diyor: "Harekâtın üçüncü safhasında, geçmişte irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karıştığı tespit edilen şahıslar gözaltına alınacak. Gözaltına alınan ve tutuklananlar, başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek tesislerinde, Ümraniye'de Netaş misafirhanesinde, Kadıköy'de Fenerbahçe stadyumunda toplanacak ve bilahare sorgulanmak üzere Ümraniye Kapalı Cezaevi'ne götürülecek. Jandarma ve polis sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır."
Plan Semineri'nde belki bir gün, belki yarım gün Akyüz, Gürtuna ve Işıkara'nın katılımıyla deprem üzerinde konuşulmuş olabilir. Ama diğer günlerde, irticai, yıkıcı ya da bölücü faaliyette bulunanların ne şekilde toparlanıp, cezaevine götürülecekleri hususu tartışılmıştır. Çetin Doğan, önce Haber Türk'te bunun "deprem senaryosu" olduğunu söyledi. Sorgulanma ve tutuklanma meselesi ortaya çıkınca "Bu bir jenerik senaryodur" demeye başladı.
Hürriyet gibi geniş kitlelere hitap eden bir gazete, haberin detayına özen göstermeli, yanlış izlenimler doğuracak yayınlar yapmamalı.

Türkiye'den dünya devine ceza!

ABD’nin Boeing firması ile 2003’te imzalanan 1.5 milyar dolar bedelli Barış Kartalı Projesi kapsamında Türkiye’ye teslimatı geciken AWACS uçakları nedeniyle, Boeing’e gecikme cezası kesildi
 
İlk teslimatı 2008’de yapması gereken Boeing firmasına ne kadar ceza uygulandığı açıklanmadı. 4 uçaklık sözleşme kapsamında ilk uçağın bu yılın sonunda, kalan 3 uçağın ise 2013’te teslim edilmesi planlanıyor.
 
Boeing firmasının TAİ ile ortaklaşa çalıştığı proje kapsamında geliştirme faaliyetlerinin tamamlanamaması nedeniyle teslimatın geciktiği, teslimatın gecikmesi durumunda cezanın artırılabileceği kaydedildi.
 
Proje kapsamındaki teslim edilecek uçaklar, Konya’da konuşlu 3. Ana Jet Üssü Komutanlığı’nda görev yapacak.

Hilmi Özkök: ‘Ben hukuk adamıyım’


Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, tam 6 yıl önce emekli olup sakin bir emeklilik hayatı hayaliyle İzmir’e yerleşti.
Ancak o zaman bu zamandır, ne ismi ne de Genelkurmay’a başkanlık ettiği o 2002-2006 arasındaki ‘büyük değişim’ dönemiyle ilgili iddialar, gündemden düşmüyor.
Özkök’ün kendisi hukuki süreçlerin dışında kalmış olsa da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başında olduğu dönemle ilgili Sarıkız, Ayışığı, Balyoz gibi darbe iddiaları, Ergenekon ve Balyoz davalarının temelini teşkil ediyor. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ dahil eski kurmay heyetinin bir bölümü ise İnternet Andıcı davasında hâkim karşısında.
Bütün bunları konuşmak için Hilmi Özkök’ü İzmir’de yakaladığımda, davaların içeriğiyle ilgili konuşmamak konusunda geçmişte ‘var da diyemem, yok da diyemem’ diye ifade ettiği kararlılığı sürdürüyordu.

Ancak yeni bir durum, yeni sorularım olduğunu söyledim.
Davalar sürdükçe, içerdekiler hafiften hafife dışardakilere ‘diş gıcırdatmaya’ başlıyor. En azından Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan ve avukatları, bir süredir Hilmi Özkök ve emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın mahkemede ‘tanık’ olarak dinlenmesini istiyor.

Yeni başlayan internet andıcı davasında   bu hafta dinleyici sıralarını işaret eden İlker Başbuğ ise, “Nerede o eski Genelkurmay başkanları. Hiçbiri burada yok. Onların başına gelse biz koşar gelirdik buralara” diye sitem etti.
Bu yüzden açıkça Hilmi Paşa’ya sordum: “Bu davalara gitme niyetiniz var mı? Balyoz’da tanıklık olası mı?”
“Gidip gitmemek bana bağlı değil. Mahkemenin kararı. Şahitliğin nasıl yapılacağı ceza kanununda yazıyor. TCK’da diyor ki, ‘Mahkeme çağırırsa sadece cumhurbaşkanının gitmeme hakkı var, onun dışında gerekirse zorla getirin.’ Nitekim Ergenekon’da çağırdılar, gidip ifade verdim. Mahkeme çağırırsa gitmeme hakkım yok.”

Çok net. Ancak mahkeme çağırmıyorsa ille de tanık olmak konusunda ısrarı yok. “Başından beri Çetin Doğan Paşamız Hilmi Özkök diyor. Ama tek söyleyebileceğim, Genelkurmay her orduda seminer çalışması yapar. Genelkurmay Başkanı’nın rolü sadece iki senede bir tatbikat programlaması yapıp bunu her orduya yollamaktır. Onun dışında davanın hukuki veçhesiyle ilgili bir yorum yapamam. Çağrılırsam giderim. Ama diyorlar ki ceza kanununun bir maddesi var; ısrar ederse o da dinlenir. Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda...”

Sonra ekliyor: “Prosedür neyse odur. Ben hukuk adamıyım; hukuku severim. Hukuk hepimizin koruyucusudur. Hukuk ne isterse yaparım. Ama hukuku da zorlamam. Hayatım boyunca yapmadım. Gel dediler, gittim. Ama çağrıya bağlı...”
Bu kez İlker Başbuğ ve eşinin İnternet Andıcı davasındaki ‘sitemkar’ ifadelerini soruyorum.

‘İsteyebilir. İster. Herkes ister’ diyor ‘‘Ben İlker Paşa’yla ilgili Cumhuriyet gazetesine bir açıklama yaptım” (Özkök, Başbuğ tutuklandıktan sonra Cumhuriyet Ankara temsilcisi Utku Çakırözer’e “İki yıl birlikte çalıştık. Akıllı, yetenekli, uyumlu, başarılı, sevdiğim bir arkadaş. Terör örgütü yöneticisi denmesinden rahatsız oldum. Sonunda beraat etse bile bühtandır” demişti.)

Ve ardından ekliyor, “Ben buradayım. Keşke imkân olsa da orda olsam. Kendisi gitmiş midir, onu bilmiyorum. Ne etkisi olur, onu da bilmem.  Ama İstanbul’da Genelkurmay başkanları var...”

PKK'nın ekmeğine yağ süren skandal

PKK’nın saldırı hazırlığı ve Suriye yüzünden kritik bir konuma gelen birliğimizde skandal patladı.
450 PKK’lı teröristin Suriye’den ülkeye girerek sansasyonel saldırılar planladığı belirlendi. Bölgedeki en kritik askeri birlik olan Şanlıurfa 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı’nda ise 32 termal kameranın 16’sının çalışmadığı, tekerlekli 31 aracın arızalı olduğu ortaya çıktı.



Suriye’de şiddetini artıran iç karışıklık ve 450 PKK’lının bu ülke üzerinden Türkiye’ye terörist saldırı planları istihbarat raporlarına girerken, bölgedeki en kritik askeri birlik olan Şanlıurfa 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı’nda lojistik skandalının yaşandığı ortaya çıktı. Hudut alayının envanterinde kayıtlı 32 termal kameranın 16’sının çalışmadığı, tekerlekli 31 aracın da arızalı olduğu belirlendi.

450 TERÖRİST SINIRIN ÖTESİNDE
Şanlıurfa 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı’na da gönderilen istihbarat belgelerinde çok çarpıcı bilgilere yer verildi. Buna göre hudut hattının Suriye tarafında 450 kadar PKK’lı teröristin olduğu ve sınır hattını illegal yollardan geçerek sansasyonel eylemler planladıkları bilgisi verildi. Teröristlerin başta Viranşehir, Suruç, Halfeti ilçeleri olmak üzere Şanlıurfa genelinde birçok karakola silahlı saldırı yapmayı planladığı da bildirildi. Bu amaçla teröristlerin Birecik/Ziyaret köyü ve Suruç/Karaca köyü arasındaki bir bölgeden kaçakçılar vasıtasıyla 4-5 kişilik gruplar halinde geçeceklerine ilişkin duyumlar istihbarat belgelerinde yer aldı.
PKK’NIN EV KARAKOL PLANI
Yine istihbarat notlarında Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinin güneyinde bulunan Resul Ayn köyü yakınında teröristlere kamp yeri tahsis edildiği belirtildi. "Rüstem Cudi" adının verildiği kampta kalabalık bir grubun olduğu ve Türkiye’den gelebilecek tehdit ve saldırılara karşı Türkiye-Suriye sınır hattında bulunan köylere ev şeklinde karakolların kurulacağı vurgulandı.
FÜZELER SINIRDAN GEÇECEK
Ayrıca terör örgütünün Suriye’den temin ettiği 8 adet 57mm’lik top ve 25 strella hava savunma füzesini sınırdan içeriye sokmak istediği bilgisinin 3’üncü Hudut Alay Komutanlığı’na gönderilen istihbarat raporlarında yer aldığı aktarıldı. Böylesine kritik istihbarat bilgilerine rağmen hudut alayında tam bir lojistik skandalının yaşandığı belirlendi. Alayın envanterinde mevcut bulunan 32 termal kameranın 16’sının arızalı olduğu anlaşıldı. Alay’a bağlı 1’inci taburda bulunan 15 termal kameranın 10 tanesinin, 2’nci taburda bulunan 17 termal kameranın 6 tanesinin arızalı olduğu tespit edildi. Envanter listesinde arızalı kameraların karşısına “açılmıyor, görüntü yok, tüpü bitmiş, kendini kapatıyor” gibi notların düşüldüğü belirlendi.

TEKERLEKLİ 31 ARAÇ ARIZALI
Alaydaki tekerlekli araçların 31 tanesinin arızalı olduğuna envanter kayıtlarında yer verildi. Olası bir operasyonda askerlerin nakliyesi için kullanılması gereken onlarca Land Rover’ın ve UNIMOG Mercedes’in arızalı olduğu belirlendi.

Balyoz’da ikinci rapor şoku

Yıldız Teknik Üniversitesi bilirkişi heyeti, Balyoz Davası’nın tartışmalı 11, 16 ve 17 No’lu CD’leri için “2003’te yazılması imkansız” dedi.

Balyoz’da ikinci rapor şoku Raporda, 3 CD’nin yazı karakterinin 2004 yılında geliştirilmeye başlandığını, 2007’de de piyasaya sürüldüğü belirtildi

Balyoz davasının temelini oluşturan ve içinde ‘ana eylem planları’nın bulunduğu öne sürülen 11, 16 ve 17 No’lu CD’ler üzerinde yeni bir bilirkişi incelemesi yapıldı. Davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın avukatları Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz, Balyoz CD’lerinin imajları üzerinden Amerika’da 10 yıldır danışmanlık hizmeti veren Arsenal isimli bir şirkete inceleme yaptırmıştı. Söz konusu araştırmanın sonuçları mahkemeye sunulurken, CD’lerin imajları üzerinde Yıldız Teknik Üniversitesi’ne (YTÜ) bir inceleme daha yaptırıldı. İki bilirkişi incelemesinde de davanın temelini oluşturan CD’lerin sahte olabileceğine dikkat çekildi.

‘2003’te yazılamaz’

YTÜ Öğretim Üyeleri Prof. Dr. A. Coşkun Sönmez ve Dr. Ö. Özgür Bozkurt tarafından hazırlanan raporda, yüzeysel bir inceleme yapıldığında bilgiler arasında tutarsızlık bulunmadığı ancak daha detaylı bir inceleme yapıldığında bazı hususların tespit edildiğine dikkat çekildi. Raporda, 11 ve 17 numaralı CD’ler içinde bulunan toplam 66 dokümanın “Calibri” karakteri ile yazıldığı söylendi. Ancak, raporda bu yazı karakterinin 2004 yılında geliştirilmeye başlandığı, 2005 yılında deneme olarak kullanıldığı, 2007 yılında da piyasaya sürüldüğü belirtildi. Raporda 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen belgelerin bu yazı tipini kullanarak 2003 tarihinde yazılmasının mümkün olmadığına dikkat çekildi.

‘Bu sürüm 2007’de çıktı‘

Aynı şekilde 11 ve 17 numaralı CD’lerin eklerinde yer alan pek çok belgenin de “Calibri” yazı karakteriyle yazıldığının altı çizilen raporda, bu belgelerin de en erken 2005 yılından sonra oluşturulabileceği ifade edildi. CD’ler içinde bulunan 80 adet belgenin ise XML uzantılı olduğu belirtilen raporda, XML uzantısının 2007 yılında piyasaya sürüldüğünü belirterek, “XML içeriğinin bulunması bu dosyanın Office 2007 ya da daha yeni bir sürümü ile hazırlandığını göstermektedir. Bu standart 2006 yılına aittir ve Office 2007 ve daha sonraki sürümlerinde kullanılabilmektedir” ifadeleri yer aldı.

‘Tarihler tutarsız’

Raporun sonuç bölümünde şu ifadelere yer verildi: “Toplam 80 adet dosyanın CD’lerin hazırlanma tarihinden sonraki yıllarda kullanıma sunulan programlarla hazırlandığı veya CDlerin hazırlandığı tarihlerde bulunmayan olanakları içerdiği anlaşılmaktadır. 11 ve 17 No’lu CD’ler ancak 2007 yılı içinde ya da daha sonra, geçmiş tarihli olarak hazırlanmış olabilir, daha önceden hazırlanmış olmaları mümkün değildir. 11 ve 17 No’lu CD imajlarına ilişkin olarak bu CD’lerin içerisinde yer alan dosya tarih bilgileri değiştirilemez gerçek bilgi olarak kesin delil niteliğinde değerlendirilemez. Basitçe sistem saatini ileri-geri alarak herhangi bir dokümanın yaratılma, erişim ya da değiştirilme tarihleri kolaylıkla gerçekdışı olarak belirlenebilir. ‘Hash’ değeri sadece uygulandığı verinin değişip değişmediğini ortaya koyar, geçmişe yönelik, ne zaman değiştirildiği hakkında bilgi vermez. Üretildiği tarihten sonrasına yönelik kullanılabilir.”

11 No’lu CD’deki soru işaretleri

BALYOZ Davası’yla ilgili en önemli delillerin başında, Mehmet Baransu’ya gönderildiği iddia edilen ve Baransu tarafından savcılığa iletilen bavul içindeki belgeler yer alıyor. 3 DVD ve 1 CD’den oluşan belgeler mahkeme sürecinde hem askeri yetkililer hem de sanık avukatlarının belirlediği uzmanlar tarafından incelendi. Suga, Oraj, Çarşaf ve Sakal bu planlarının bulunduğu 11 nolu CD, tartışma konusu oldu. 2003 yılında oluşturulduğu söylenen 11 Nolu CD’nin içinden çıkan bazı bilgiler kafa karıştırıyordu. İşte dava sürecinde gündeme gelen soru işaretleri:

1- 2003 yılında hazırlandığı söylenen piyade ve idare personel listesinde yer alan isimlerin, 2007 yılında bu görevlere geldiği ortaya çıktı.

2-“ek.doc ve carerben_1.doc” belgelerinde “CC MAR NAPLES” unvanlı bir Nato Komutanlığı’ndan bahsediliyor. Oysa bu komutanlık 1 Temmuz 2004 tarihinde kuruldu.

3-Yassıada ve İmralı’da 6 hücumbota devriye görevi verildiği yazıyor. Oysa bu 6 hücumbottan TCG Karayel o tarihte arızalı olduğu için İstanbul Tersanesi’nde bakımda.

4- 2003 tarihinde hazırlanan arazi araçlarının listesinde yer alan 16 BEB 33 plakalı aracın, 2003 tarihinde aslında İzmir’e kayıtlı olduğu, 2006 yılında Bursa’ya tescil edildiği saptandı.

5-11 nolu CD’nin üzerinde “Or.K.na” ifadeleri yer alıyor. Bu yazının ise iddianamade Süha Tanyeri tarafından yazıldığı yer almıştı. Ancak sanık avukatları bu yazıyı Adli Belge İnceleme Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Jale Bafra’ya incetti. Bafra hazırladğı raporda bu yazının, Tanyeri’nin yazılarından, yazı makinası kanalıyla taklik olarak üretildiğini belirtti.

Gölcük ve Eskişehir belgeleri

Savunma bu CD’leri bu iddialar ile çürütmeye çalışırken bazı hukukçular ise bu verilerin aslında Balyoz Darbe Planı’nın sürekli güncellendiğinin kanıtı olduğunu iddia etti. Hatta ihbar sonucu Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramada ele geçirilen CD de bu iddiaya kanıt olarak gösterildi. Ancak bu CD içindeki bilgiler de kısa sürede tartışılmaya başlandı. Örneğin CD’de yer alan 2002 tarihli bir belgede, Yüzbaşı Emre Tok’a Aksaz Üst Komutanı Tuğamiral Ahmet Aksoy’u izleme görevi veriliyor. Oysa bu zaman diliminde Yüzbaşı Aksoy’un Gölcük’te görevli olduğu ve tuğamiral ile arasında 700 kilometre var.

Gölcük’te bulunan CD’den kısa sürede sonra Eskişehir’de ele geçirilen bir flash bellek de Balyoz’un güncellendiğini gösteren bir delil olarak mahkemeye sunuldu. Ancak bu flash bellekte de bazı soru işaretleri ortaya çıktı. Çünkü flash belleğin içinde 19 Nisan 2007 tarihinde taranmış olarak görünen bir dosya bulunuyor. Bu dosyaya bakıldığında Cumhuriyet gazetesi kupürü olduğu anlaşılıyor ve kupürün üzerinde ise 12 Mayıs 2009 tarihi yazıyor. Bu da flash bellek üzerindeki soru işaretlerini artıran başka bir örnek.

Amerika ne demişti?

BALYOZ CD’lerinin imajları avukatlar tarafından incelenmek üzere Amerika’da 10 yıldır hükümet, emniyet ve hukuk firmalarına danışmanlık yapan “Arsenal Consulting” isimli bir danışmanlık şirketine gönderilmişti. CD’ler üzerinde inceleme yapan uzman bilirkişi, CD’ler üzerinde sahtecilik yapıldığının belirlendiğini raponunda belirtmişti. Raporun sonuç bölümünde, 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varıldığı belirtilirken, şöyle denildi: “Arsenal aynı zamanda 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturma tarih ve zamanlarında da sahtecilik sonucuna varmıştır. Son kayıtlarının yapılması akabinde 2003’te CD’ye kaydedilmiş gibi görünen dokümanların, Office 2007’den önce mevcut olmayan XML şemalarına ve Calibri yazı karakterlerine referanslar taşıması mümkün değildir. 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturulma tarihleri en erken 2006 ortası olabilir.”

Çetin Doğan 2 yıldır Silivri’de tutuklu

Emekli Orgeneral ve eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan 2003 yılında Balyoz Darbe planını hazırladığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açıldı. Balyoz soruşturması kapsamında Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet savcıları tarafından bir aylık bir incelemeden sonra 22 Şubat 2010 günü 49 emekli ve muvazzaf askerle birlikte gözaltında alındı ve 26 Şubat 2010 tarihinde mahkeme kararıyla tutuklanarak, Silivri Cezaevi’ne konuldu. 1 Nisan 2010 tarihinde ise tutuksuz yargılama talebi İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Üye Hakimi Oktay Kuban tarafından değerlendirilerek, serbest bırakılması gerekçeleriyle serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Ancak, 23 Nisan 2010’da yeniden tutuklandı. Doğan o tarihten bu yana tutuklu olarak yargılanıyor.

Marmara'da iki hücumbot çarpıştı: 8 asker yaralı

Marmara Denizi'nde dün tatbikat yapan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı 2 hücumbot, yakın manevra sırasında çarpıştı.
Yalova Çınarcık açıklarında meydana gelen kazada 8 askerî personel yaralandı. Yaralılar, Sahil Güvenlik Komutanlığı'na bağlı bot ile Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü Harem Tahlisiye Bot İstasyonu'na getirildi. Buradan ambulanslara alınan personel, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alındı. Yaralılar arasında astsubay ve uzman çavuşların olduğu belirtildi. Askerlerden birinin bacağında kırık olduğu bir diğerinin ise boynundaki incinme nedeniyle boyunluk takılarak tahliye edildiği ifade edildi. Kazada hasar gören botlar, İzmit'te bulunan askerî limana çekildi. Olayla ilgili inceleme başlatıldı. Kazada yaralanan askerlerin rütbe ve isimleri ile ilgili açıklama yapılmadı. Kazanın yaşandığı sırada Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı Deniz Kıdemli Albay Mehmet Karabacak'ın yurtdışında olduğu, yerine Deniz Albay Erol Aslan'ın vekâlet ettiği öğrenildi.

BAŞBUĞ ŞAHİN'LE AĞRI’DA NE EKİBİ KURDU?

İlker Başbuğ, İbrahim Şahin, Yaşar Büyükanıt, Çevik Bir, Fatma Cengiz, Ergenekon, telefon kayıtları
İbrahim Şahin ve Fatma Cengiz, İlker Başbuğ’la sürekli görüşüyormuş. Telefon kayıtlarına göre Ergenekon sanıkları, Büyükanıt ve Bir'le de görüşmüş.
İlker Başbuğ’un duruşma salonundan kaçmasına neden olan telefon kayıtlarına ulaşıldı. Söz konusu telefon görüşmelerine göre İbrahim Şahin ve Fatma Cengiz, İlker Başbuğ’la sürekli görüşüyormuş. Telefon görüşmelerine göre Ergenekon sanıkları, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Genelkurmay eski 2. Başkanı Çevik Bir’le görüşmüş. Görüşme kayıtlarında geçen Ağrı konusu, “Başbuğ, İbrahim Şahin ile Ağrı’da ne ekibi kuracaktı” sorularını beraberinde getiriyor.

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” davasının tutuklu sanıklarından Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, çapraz sorgusu sırasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkeme Heyeti tarafından ikinci “Ergenekon” davasının tutuklu sanıklarından Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve Fatma Cengiz arasındaki telefon kayıtlarının dinletilmesine tepki göstererek, duruşma salonunu terk etmişti.
 
ŞAHİN, BAŞBUĞ’A MALZEME SORMUŞ!
İlker Başbuğ’un, duruşma salonundan kaçmasına neden olan telefon kayıtlarına ulaşıldı. Söz konusu telefon görüşmelerine göre, İbrahim Şahin ve Fatma Cengiz, İlker Başbuğ’la sürekli görüşüyormuş. İbrahim Şahin, 3 Kasım 2008 tarihinde Fatma Cengiz’i aramış ve Cengiz’e İlker Başbuğ’la yaptığı görüşmeyi anlatmış. Şahin’in, Başbuğ’a, “Malzemeler eskiymiş, ikide bir şarj ediliyor” dediği, İlker Başbuğ’un, “Eskileri vermişler, yenileteyim orayı” dediğini anlatıyor. İbrahim Şahin, İlker Başbuğ’un Ağrı’da ekip kurmalarını istediklerini söylüyor. İbrahim Şahin, İlker Başbuğ’a, “Evvelsi gece iki saat konuştum ya, o bambaşka ya, ona ben alenen söyledim sen gerçek Başbuğ’sun diye” dediğini söylüyor.
 
BÜYÜKANIT VE BİR’LE DE GÖRÜŞMÜŞ
Söz konusu görüşmelerinden; İbrahim Şahin ve Fatma Cengiz’in, İlker Başbuğ’un yanı sıra Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Genelkurmay eski 2. Başkanı Çevik Bir’le görüştükleri anlaşılıyor.
 
İŞTE O GÖRÜŞMEDEN BAZI DETAYLAR
İbrahim Şahin’in, 3 Kasım 2008 tarihinde Fatma Cengiz’le yaptığı telefon görüşmesi şöyle:
İBRAHİM ŞAHİN: Belki şeye kızmıştır. Hani bu Başbuğ Paşa’ya ben dedim ya; “Malzemeler eskiymiş ikide bir şarj ediliyor” diye. O da dedi ki; “Eskileri vermişler, yenileteyim orayı” dedi.
(…)
basbugbelge.jpg
“BAŞBUĞ PAŞA DİYOR Kİ, “AĞRI’YI BEKLİYORUM”

FATMA CENGİZ: Abi ben Ağrı’nın ayaklarını kurmaya başlıyorum. Kurmaya başlıyorum ben Ağrı’yı.
İBRAHİM ŞAHİN: Tamam, o da diyor ki...
FATMA CENGİZ: Ekibim hazır, ekip hazır, götürecem ekip hazır...
İBRAHİM ŞAHİN: Başbuğ Paşa da diyor ki, “Ağrı’yı bekliyorum” diyor bana.
FATMA CENGİZ: Şey de, onu söylicem, o akşam Çevik Paşa operasyona giriyorlar ya şeyler jö...onlar operasyona giriyor ben dedi. Hatta “Giricem” dedi “Paşadan” dedim “İzin aldın mı” dedim, “Başbuğ Paşa’dan izin aldın mı?” dedim. “Ben karışmam” dedim. “Diyarbakır’dan girecekmiş onlar ne yapıyor” diye sordu. Seni dedim, “Ne yapsın ondan sonra ne yapsın” dedim, “Biliyon mu bekliyor” dedim, “Öyle yollarınızı gözlüyor” dedim. “Hanginiz nerdesiniz ona bakıyor” dedim. Ondan sonra bir oturdu, bir ağladı, “O çocuğu” dedi “Köşeye bıraktılar da” dedi “Ağar gibi adamlara sahip çıktılar ya” dedi biliyon mu, sesinin tonu baya bir düştü senin adını duyunca...
“SADECE AĞRIYI BEKLİYORUM”
İBRAHİM ŞAHİN: Başbuğ Paşa dedi “Sadece şey, Ağrı’yı bekliyorum ben seni yedirmem ortalığı” dedi, “Ağrı’yı bekliyorum” dedi
FATMA CENGİZ: Ne dedi ne dedi, bir dakka, baştakini söyle hele ne dedi?
İBRAHİM ŞAHİN: “Sadece senin sözünü dinliyor bu kez” dedi “Ağrı’yı kursunlar” dedi. “Ben gereken yardımı yapacağım” dedi, herhalde o İlker Paşam şeye bağırdı ki...
FATMA CENGİZ: Demek “Yedirmem” dedi ha, “Yedirmem” dedi, ya aslan bu adam ya.
İBRAHİM ŞAHİN: “Eski malzemeyi vermişler Kayseri’ye” dedi.
FATMA CENGİZ: Abi sadece Kayseri’ye değil her yere eski malzeme verdiler de eski olması önemli değil, ben eski malzeme ile de çalışırım ama önemli olan sağlam olsun, eski olsun ama sağlam olsun yani illa bana gelin Amerika’dan şurdan buradan sıfır malzeme getirin demiyorum ki ben ona, onlara.
İBRAHİM ŞAHİN: İşte Metin Paşa’ya sen ona öylece şey yap ben çünkü saat birden üçe kadar konuştum ya onla bu şimdi...
FATMA CENGİZ: Abi ben geçen geldiğimde söyledim Metin Bey’e tamam mı Metin Bey’e ben söyledim, ondan sonra bana ne de di biliyor musun, bana ne dedi biliyor musun, dişlerinin arasından konuşarak bana sanki “Ben mi çalışacam o sistemde, bana ne, çalışacak adam düşünsün” dedi, benim de cinler tepeme tepeme geldi.
İBRAHİM ŞAHİN: Başbuğ Paşa bağırdı demek ki onun için o sıkıştı.
FATMA CENGİZ: Ha o da bana bağıracak öyle mi tamam.
İBRAHİM ŞAHİN: Yok ya sana bağıramaz nereye bağırıyor ya.
FATMA CENGİZ: Ben de kaşırım, hiç gereği yok abi, ben de kaşırım, hiç gereği yok tamam mı.
“BEN GELDİKTEN SONRA BÜTÜN SORUNLAR BİTER”
İBRAHİM ŞAHİN: Hayır Başbuğ Paşa’ya bile demiş “Ben o kızdan korktum” diye
FATMA CENGİZ: Tamam tamam ben yapacağımı biliyom, dur sen, ben ne olur ne olmaz sana bir şey mi söyledi diye ben şey yaptım.
İBRAHİM ŞAHİN: Sakin ol da şu şeyi kurduralım önemli olan.
FATMA CENGİZ: Önemli olan o abi zaten ben Ağrı’nın ayaklarını kurmaya başlayacam şimdi sen dedin diye kurmaya başlayacağım yoksa ben de diyorum ki verin şu adamı başıma diyorum, verin şu adamı başıma, ben Ağrı’nın ayağını 4 günde kurdururum ona diyorum.
İBRAHİM ŞAHİN: Ya neyse görüş...
FATMA CENGİZ: Onun elinde de var adam yani senin elinde de var anlayacak adam herhalde 4 günde kurarız biz orayı.
İBRAHİM ŞAHİN: Ben geldikten sonra bütün sorunlar biter zaten de...
FATMA CENGİZ: Önemli olan o işte şimdi ben bütün sistemi kurarım tamam mı, bütün her şeyi hazırlarım, bu sefer vermiyorum demeye kalkarsa ben o paşanın ... sulu tarlaya götürür susuz getiririm ben onun anasını tamam mı?