Türkiye aslında değişim adı altında büyük bir ameliyat geçiriyor.
Hesaplaşma, yüzleşme, rövanş alma gibi tabirler bu operasyonu
izah edemez. Önyargılı yaklaşımlar, meselenin özünü karartma gayretleri
de bir işe yaramaz.
Bu bir kaderdenk noktası. Aynı güne sığan haberlere bakmak bile yeterli. En uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye ile ilgili gelişmeler fırtına öncesi sessizliği andırıyor. Terörle mücadelede yeni bir dönemden söz ediliyor. Yargıda, darbeye teşebbüs davaları Ergenekon'u, Balyoz'u, İnternet Andıcı ile devam ediyor. Evvelsi dönemin Genelkurmay Başkanı yargılanıyor. Tutuklu onlarca general ve amiral var. Yeni bir Anayasa için hem gayretler hem de tereddütler, belirsizlikler ortadan kalkmış değil. Eğitimde 4+4+4 yüzünden yaşanan cephe savaşları var. Bunların hepsine birden baktığınızda, evet, bir değişim sancısı çekiliyor.
Değişim, statükoyu, statükonun sahiplerini, bekçilerini rahatsız ediyor. Kolay değil, ellerindeki imkânlarını, statülerini, konumlarını, güçlerini kaybediyorlar. Direnme refleksi vermeleri bu yüzden şaşırtıcı gelmemeli.
Değişimin tarafları var. Birinci taraf statüko. Yani askeri vesayet rejimi. Bu rejimi savunanlar ummadıkları bir zemine savruldular. Hesap sorulmaz, üstlerine gelinmez zannediyorlardı. Layüsel olduklarına öyle inanmışlar, kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, olan biteni bir türlü kabullenemiyor, bu durumun geçici olduğuna inanmak istiyorlar... Onların öfkeleri, hisleri, tepkileri, şaşkınlıkları, pervasızlıkları var. Bütün bunları vesayetin medyası diyeceğimiz yayın organlarında ve siyaset ayağında görmek mümkün.
Değişimin diğer tarafında ise vesayet yerine demokratikleşmeyi isteyen geniş bir kesim var. Onların taleplerinin ne kadar somut olduğunu, taleplerinde ne kadar kararlı olduklarını anlamak için sadece 12 Eylül 2010'daki referandumun sonucunu hatırlamak yeterli. Referandumdaki yüzde 58 evet, son bir asırlık tarihimizin belki de en büyük demokrasi olayıdır. Bu olayın kahramanı, Türkiye'nin makul çoğunluğudur. Mevcut AK Parti iktidarı, makul çoğunluğun arzu ettiği siyasi iradeyi sergilemek açısından, kaderdenk noktasındaki önemli aktörlerden biridir. Zaman'ın da içinde bulunduğu alternatif medya, diğer önemli aktördür.
Bu iki önemli aktöre, değişim dalgalarının kabardığı bu dönemde iki büyük sorumluluk düşmektedir. Birincisi, usul ve üslup meselesidir. İkincisi hedeften şaşmamak basiretidir.
Usul ve üsluptan kastım şudur: Darbe teşebbüsü davalarında, vesayetin medyası, davaları özünden saptırmak ve itibarsızlaştırmak için dâhiyane yollara başvurmakta, hamle üstüne hamle yapmaktadır. Benim sulandırma-bulandırma diye tabir ettiğim bir kafa karışıklığı çabası var. Her şeyi alet ediyor, her fırsatı değerlendiriyorlar. Gayeleri yüzde 40'lık bir kamuoyunun kafasını karıştırmak ve bir taban edinebilmek... İşte usul ve üslup burada devreye girmeli. Onlara hep gerçekleri hatırlatma yoluna gidilmelidir. Sivas katliamında hâlâ vesayetin üstünü mü örtmek istiyorlar, o dönemin siyasi sorumlularının duruşunu, asker ve emniyetin, valinin sorumluluğu hatırlatılmalıdır. Ki, bu yıl bu yapıldı. Balyoz davalarında CD'lerle oynandı mı diyorlar, "Depremdede" sulandırmaları mı yapılıyor, hemen "güncelleme"nin belgeleri ortaya konmalıdır. Mehmet Baransu Taraf'ta tam isabetle kaç gündür bunu yapıyor.
Hedeften şaşmama basiretine gelince. Vesayetçilerde oyun çok. Beynelmilel güç odaklarından da profesyonel destek alıyorlar. Asla unutmayalım ki, Türkiye'nin bütün iç meseleleri aynı zamanda dış meseledir. Hele demokratikleşme ile güçlenecek bir Türkiye, ne kadar çok odağı rahatsız eder, hiç aklımızdan çıkarmayalım. Onun için demokratikleşme cephesini zaafa uğratmak, onları birbirine düşürmek en büyük hedefleridir. Dikkat, oyun içinde oyun var...
Hedef belli. Demokratik ve istikrar içindeki bir Türkiye'de farklılıklarımızla birlikte, huzur içinde yaşamak...
Bu bir kaderdenk noktası. Aynı güne sığan haberlere bakmak bile yeterli. En uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye ile ilgili gelişmeler fırtına öncesi sessizliği andırıyor. Terörle mücadelede yeni bir dönemden söz ediliyor. Yargıda, darbeye teşebbüs davaları Ergenekon'u, Balyoz'u, İnternet Andıcı ile devam ediyor. Evvelsi dönemin Genelkurmay Başkanı yargılanıyor. Tutuklu onlarca general ve amiral var. Yeni bir Anayasa için hem gayretler hem de tereddütler, belirsizlikler ortadan kalkmış değil. Eğitimde 4+4+4 yüzünden yaşanan cephe savaşları var. Bunların hepsine birden baktığınızda, evet, bir değişim sancısı çekiliyor.
Değişim, statükoyu, statükonun sahiplerini, bekçilerini rahatsız ediyor. Kolay değil, ellerindeki imkânlarını, statülerini, konumlarını, güçlerini kaybediyorlar. Direnme refleksi vermeleri bu yüzden şaşırtıcı gelmemeli.
Değişimin tarafları var. Birinci taraf statüko. Yani askeri vesayet rejimi. Bu rejimi savunanlar ummadıkları bir zemine savruldular. Hesap sorulmaz, üstlerine gelinmez zannediyorlardı. Layüsel olduklarına öyle inanmışlar, kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, olan biteni bir türlü kabullenemiyor, bu durumun geçici olduğuna inanmak istiyorlar... Onların öfkeleri, hisleri, tepkileri, şaşkınlıkları, pervasızlıkları var. Bütün bunları vesayetin medyası diyeceğimiz yayın organlarında ve siyaset ayağında görmek mümkün.
Değişimin diğer tarafında ise vesayet yerine demokratikleşmeyi isteyen geniş bir kesim var. Onların taleplerinin ne kadar somut olduğunu, taleplerinde ne kadar kararlı olduklarını anlamak için sadece 12 Eylül 2010'daki referandumun sonucunu hatırlamak yeterli. Referandumdaki yüzde 58 evet, son bir asırlık tarihimizin belki de en büyük demokrasi olayıdır. Bu olayın kahramanı, Türkiye'nin makul çoğunluğudur. Mevcut AK Parti iktidarı, makul çoğunluğun arzu ettiği siyasi iradeyi sergilemek açısından, kaderdenk noktasındaki önemli aktörlerden biridir. Zaman'ın da içinde bulunduğu alternatif medya, diğer önemli aktördür.
Bu iki önemli aktöre, değişim dalgalarının kabardığı bu dönemde iki büyük sorumluluk düşmektedir. Birincisi, usul ve üslup meselesidir. İkincisi hedeften şaşmamak basiretidir.
Usul ve üsluptan kastım şudur: Darbe teşebbüsü davalarında, vesayetin medyası, davaları özünden saptırmak ve itibarsızlaştırmak için dâhiyane yollara başvurmakta, hamle üstüne hamle yapmaktadır. Benim sulandırma-bulandırma diye tabir ettiğim bir kafa karışıklığı çabası var. Her şeyi alet ediyor, her fırsatı değerlendiriyorlar. Gayeleri yüzde 40'lık bir kamuoyunun kafasını karıştırmak ve bir taban edinebilmek... İşte usul ve üslup burada devreye girmeli. Onlara hep gerçekleri hatırlatma yoluna gidilmelidir. Sivas katliamında hâlâ vesayetin üstünü mü örtmek istiyorlar, o dönemin siyasi sorumlularının duruşunu, asker ve emniyetin, valinin sorumluluğu hatırlatılmalıdır. Ki, bu yıl bu yapıldı. Balyoz davalarında CD'lerle oynandı mı diyorlar, "Depremdede" sulandırmaları mı yapılıyor, hemen "güncelleme"nin belgeleri ortaya konmalıdır. Mehmet Baransu Taraf'ta tam isabetle kaç gündür bunu yapıyor.
Hedeften şaşmama basiretine gelince. Vesayetçilerde oyun çok. Beynelmilel güç odaklarından da profesyonel destek alıyorlar. Asla unutmayalım ki, Türkiye'nin bütün iç meseleleri aynı zamanda dış meseledir. Hele demokratikleşme ile güçlenecek bir Türkiye, ne kadar çok odağı rahatsız eder, hiç aklımızdan çıkarmayalım. Onun için demokratikleşme cephesini zaafa uğratmak, onları birbirine düşürmek en büyük hedefleridir. Dikkat, oyun içinde oyun var...
Hedef belli. Demokratik ve istikrar içindeki bir Türkiye'de farklılıklarımızla birlikte, huzur içinde yaşamak...