28 Şubat süreci, Özal'ın ölümüyle başladı; 93'teki 'Gizli darbe'; Erbakan'ın yanılgısı; Ordu içinde kamplaşma; Türkiye'de yine darbe olur mu?..
28 Şubat soruşturması sürerken, birçok tartışma da beraberinde yürüyor.
Kimisi için “28 Şubat bir darbe değil irtica tehlikesinden cumhuriyetin
korunması” iken, kimisi içinse “Kemalist refleksin dindarların meşrû
haklarını gasp etmesi ve onları devlet nezdinde tehlike olarak görmesi.”
28 Şubat döneminin ilk sinyallerinin verildiği dönemde Tugay
Komutanlığı yapmış Adnan Tanrıverdi’yle ordunun o dönemdeki tavrı
konuşuldu.
* Resmî ideolojinin başından beri İslâm’la ilgili sorunları olduğu malûm, 28 Şubat kendini bariz olarak ne zaman hissettirdi?
Süreci 28 Şubat liderlerinin, yani Millî Güvenlik Kurulu üyeleri aktif görevlerine geliş tarihi olarak başlatmak lâzım. Bu da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü olan 17 Nisan 1993 tarihinden sonraya tekabül ediyor. O dönemde İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanı olma imkânı yoktu. Zamanın Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in görev süresi bir yıl uzatılarak Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu emekli olmak durumunda kaldı. Böylelikle Karadayı’nın önü açıldı. Türkiye’de darbelerin anası olan 60 Darbesi’nden sonra bütün darbeciler kendilerinden sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerini resmî ideoloji çerçevesinde yönetecek “Cunta”ya orduyu teslim ederler.
* “Türkiye’de ordu darbe hevesli değil. Müdahale yapıp yönetimi sivillere bırakıyorlar” görüşüne katılır mısınız?
Darbeciler, darbeyi yaptıktan sonra TSK’nın sivil alana müdahalesini tahkim ederek ayrılıyorlar. Hem kadro ve hem de yasal mevzuat olarak. Dolayısıyla her darbe kadrosu daha sonra kendilerinin yargılanmaması için de mutlaka silâhlı kuvvetlerin içinde üst kademeye gelme imkânı olanlar arasında cuntalaşmayı sağlamadan ayrılmıyorlar. 1984 yılında Özel Harp Dairesi Başkanlığına tayin olmuştum. Bilindiği üzere 15 Ağustos’ta Eruh ve Şemdinli olaylarıyla PKK’nın şehre iniş hareketleri oldu. Özel Harp Dairesi olarak bizler bununla büyük mücadele içindeydik. Kara Kuvvetlerinden devre arkadaşım gelerek “Yeni bir ihtilâl komitesi oluşturuluyor. Bunun içinde seni de görmek istiyorlar” dedi. 12 Eylül darbecileri yönetimi sivil iradeye devredeli bir yıl olmuş. O zaman bu durumu fazla ciddiye almamıştım. Arkadaşım o zaman Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığında görevliydi. Başkan ise İsmail Hakkı Karadayı idi. Genelkurmay Başkanı da Necdet Üruğ’du. O dönem tahminlerin ötesinde ANAP 211 vekil çıkarınca çoğunluğu korudu. Ve Özal’ın uygulamalarının başlarına belâ olacağını düşünerek cuntayı yenilediler. Özal döneminde muhtemelen bazı şeyler daha gizli yapılmaya başladı. Özal’ın ölümüyle birlikte 91 yılından itibaren başlayan süreç 28 Şubat Darbesi’yle ilgili bir kısım şeylerin planlandığı dönem olsa gerek.
* 93 yılında yaşanan suikastler, ölümler gibi olaylar dolayısıyla “Gizli Darbe” yapıldığı iddia ediliyor?
Eğer Özal suikast nedeniyle öldürüldüyse 28 Şubat kadrosunun o dönemde neler yaptığını araştırmak lâzım. 28 Şubat öncesinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın olağan görüşmeleri yapılamıyordu. Bunun da 28 Şubat’la ilgisi olup olmadığının araştırılması gerekir. İsmi konmasa da Batı Çalışma Gurubu ile ilgili çalışmaların 93’ten sonra yapıldığı kanaatindeyim. 94 Aralık Şûrâsı’nda silâhlı kuvvetlerde dinî inancını yaşamak isteyen insanlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye komuta kademesi dışındaki bir kanal tarafından genelkurmaya ve Şûrâya getirilmiştir. Ben o zaman tugay komutanıyım. Bize o dönem tugayımızda bazı askerlerin irticaî faaliyette bulunduğu ve bunların ordudan uzaklaştırılması gerektiği, işlem yapmayan amirler hakkında da işlem yapılacağı imzasız ve üst başlıksız bir yazı ile bildirildi. Bu 94 Şûrâsında görüşülmüş isimlerdi. Bu isimleri incelediğimde abdestinde, namazında, ancak birliğimizin en çalışkan askerleri olduğunu gördüm. Listedeki 4 subay ve 14 astsubay bir sene sonra re’sen emekli edildiler.
* Bu ordu içine nasıl yansıdı?
Hemen inancını yaşayanlar ve yaşamayanlar şeklinde bir kamplaşma oldu.
* Bu atılmaların öncesinde, ibadetlerine özen gösterenler açısından havanın ısındığını hissetmiyor muydunuz?
Hayır! İnancını yaşayan insanlara karşı “Bazı faaliyetlerde görev verilmesi, ama yetki verilmemesi lâzım” gibi bir kanaat vardı. Ama “bunları ordudan tasfiye edelim” diye bir düşünce yoktu. Bu insanlara görevler verilir, ama makamlar verilmezdi. Fakat daha sonra bu insanlar devlet için tehdit olarak görülmeye başlandı ve silâhlı kuvvetlerde kutuplaşma oluştu. Tâ ki bu insanlar silâhlı kuvvetlerden tasfiye edilinceye kadar. Tasfiyeler 94 yılında başladı 97’ye kadar 170 kişiye yakın tasfiye edildi. Daha sonra bu sayılar arttı.
* Erbakan, 28 Şubat kadrolaşmasının 93 yılında başladığını görememiş miydi? Çünkü hep ordunun kendilerine darbe yapmayacağını söylüyordu. Ordu içinde darbeyi engelleyecek askerlerin olduğunu mu düşünüyordu?
Rahmetli Erbakan evinde gözetimdeyken “Millî iradeye saygı” panelinden sonra kendisini ziyaret ettik. 2007 cumhurbaşkanı seçiminde beraber hareket edilmesini ve milletin manevî değerlerine uygun cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda temaslarda bulunduk. Kendisine darbe tehdidinin ne olduğunu anlatmaya başlayınca sözümü kesti “400 generalin bulunduğu yerde konferans verdim. Ağladılar. Silâhlı Kuvvetlerinin tamamının darbe girişimi içinde olacağını düşünmüyorum. Belki birkaç kişi olabilir” diye söyledi. Ya hükümet olarak farkında değillerdi, ya da karşısındakileri ikna edeceklerini düşünüyorlardı. Halbuki 28 Şubatçılar için “dindar bir kişi ağzıyla kuş tutsa devletten tasfiye edilmesi gerekir” mantığı içindeydiler. Siyaset tam olarak ne olduğunu anlayamadan 28 Şubat Darbesine maruz kaldı.
* 28 Şubat’ı yapan askerler “Biz MGK kararlarına uyduk” diyor. Sizce bu darbe girişimine yasal meşrûiyet kazandırır mı?
MGK kararları tavsiye niteliğindedir, emir değildir. Zaten hukuksuz emre de itaat etmek suçtur. MGK kararları Meclisin ve Bakanlar Kurulunun onayıyla yürürlüğe girecek normlardır. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de bu tartışmalarda önemli yer tutar. MGSB’yi Bakanlar Kurulunun hazırlaması lâzım. Siz eğer bakanlara bu belgeyi göndermeden sadece onay yerini götürüp imzalatırsanız, bu ne hukukla, ne de demokrasiyle bağdaşmaz.
* Nasıl yani, 28 Şubat’ın bakanları MGSB’nin içinde ne olduğunu görmeden mi onaylıyorlardı?
2010’a kadar aşağı yukarı böyle uygulamalar vardı. 28 Şubat döneminin bakanlarıyla görüştüm, kendilerinin bilgisine sahip olmadıkları şeyleri imzaladıklarını sonradan öğrenmişler.
* Görmedikleri bir belgeye neden imza atmışlar!
İşte o zaman her şeyi asker bilir. İmzaladıkları şeyler içinde bizzat 28 Şubat yöneticilerini tehdit gösteren belgeler, hükümler var. Bu aslında, adamın kafasına silâh dayayıp, senet imzalatıp “bana borcun var” demeye benziyor.
* Az önce ordu içinde kamplaşma oldu dediniz. Bu sıradan ilişkilere nasıl yansıdı?
İnancını yaşayan insanlar enterne edildi. Onlarla kimse selâmlaşmadı. Askerlerin başörtülü eşlerinin lojmanlarda bulunan evlerinden dışarı çıkmaları büyük hakaretlere maruz kalmalarına neden oldu. O dönemde başörtülülerin lojman kantinlerine girmeleri yasaktı! Eğer TSK’nın üst tarafında bir hukuksuzluk yapılıyorsa, bu hukuksuzluk alt tarafa binle çarpılarak yansır. Bazı astlar üstlerine amiri gibi davranmaya başladı. Bazı subaylar mecburî olmayan, başörtülü eşleri tesbit için yapılan sosyal etkinliklere katılmadığı için soruşturmaya tâbi tutuldu. İlahiyat Fakültesini bitirmiş askerî okullarda din kültürü öğretmenliği yapan arkadaşlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye askerî okullardan idarî görevlere tayin edildiler, oradan da re’sen emekli ettiler. Bunu çekinmeden yaptılar. Eğer bir daha böyle bir şey yaşamak istemiyorsak, o dönemde darbeye teşebbüs eden, yapan, yardım edenlerin yargılanması gerekir. Darbe dönemlerinde mağdur edilmiş sivil ve askerlerin mağduriyetlerinin karşılanması gerekir. Siyasî istikrar varken ve kanun yapma yetkisi elinde varken, darbelere dayanak olan mevzuatın mutlaka değiştirilmesi lâzım. Bunlar Türkiye’nin geleceği için önemli.
* Darbelerin Türkiye tarihinden tamamen silindiğini düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanın bürokrasi üstündeki etkisi çok önemlidir. Artık cumhurbaşkanlarını halk seçeceği için, darbeci bir cumhurbaşkanı olamaz. Anayasa Mahkemesi’nin, HSYK’nın yapısının değiştiği, yükseköğrenimdeki değişim göz önünde bulundurulduğunda darbeci zihniyetin diğer kurumlar üzerindeki etkisi ve organize etme gücü kırılmıştır. Bunun dışında yaşanan dâvâ süreçleri psikolojik olarak darbecileri zayıflatmıştır. Fakat asker içindeki ideolojik kadrolaşma henüz kırılmadı. Türkiye’de yaşanacak siyasî istikrarsızlık ordu içindeki bu kadronun macera arayışına neden olabilir. Ancak bundan böyle Türkiye’de askerî darbelerin başarılı olması mümkün değil. Şu an bu maceraya zemin teşkil edecek yasal mevzuat var ve bunun değişmesi gerekir. Bunun başında MGK yapısı, İçhizmet Kanununun 35. maddesi, MGSB iç tehdit tanımının hâlâ yapılıyor olması, Jandarma’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı olmaması…
* Orduda ideolojik kadrolaşmanın kırılmadığını düşünüyorsunuz. Peki, Hilmi Özkök’ün darbeyi engellediği doğru değil mi?
Her fiilî darbeden sonra, darbeyi yapanlar iktidardan ayrıldıktan sonra geride cunta bırakıyorlar. Bu cuntanın birisi fiilî darbeciler, diğeri “fiilî mevzuat içinde müdahale edelim” diyenler olarak ikiye ayrılıyor. Özkök Paşa, “mevcut mevzuat içinde müdahale edelim” diyenlerden. Özkök Paşanın dört yıllık görev süresi içinde Ak Parti attığı adımları geri aldı. Özkök Paşa’nın Genel Sekreterinin yaptığı açıklamalarla idari yapıdaki düzenlemeyle ilgili çalışma Meclisten geri çekildi, Kur’ân Kursu ile ilgili yapılan değişiklik durduruldu. Bunlar da bir bakıma sivil yönetime darbedir. Hilmi Paşa’nın döneminde hükümet yasal platformlarda engellenmeye çalışıldı. Ben Özkök’ü demokrat paşa olarak kabul etmiyorum. Fırsat bulunsaydı, darbenin fiilen iktidarı değiştireceği düşünülseydi, geri durulmazdı. Yapılacak darbenin geri tepeceğini gördüğü için böyle davrandı.
* Resmî ideolojinin başından beri İslâm’la ilgili sorunları olduğu malûm, 28 Şubat kendini bariz olarak ne zaman hissettirdi?
Süreci 28 Şubat liderlerinin, yani Millî Güvenlik Kurulu üyeleri aktif görevlerine geliş tarihi olarak başlatmak lâzım. Bu da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü olan 17 Nisan 1993 tarihinden sonraya tekabül ediyor. O dönemde İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanı olma imkânı yoktu. Zamanın Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in görev süresi bir yıl uzatılarak Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu emekli olmak durumunda kaldı. Böylelikle Karadayı’nın önü açıldı. Türkiye’de darbelerin anası olan 60 Darbesi’nden sonra bütün darbeciler kendilerinden sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerini resmî ideoloji çerçevesinde yönetecek “Cunta”ya orduyu teslim ederler.
* “Türkiye’de ordu darbe hevesli değil. Müdahale yapıp yönetimi sivillere bırakıyorlar” görüşüne katılır mısınız?
Darbeciler, darbeyi yaptıktan sonra TSK’nın sivil alana müdahalesini tahkim ederek ayrılıyorlar. Hem kadro ve hem de yasal mevzuat olarak. Dolayısıyla her darbe kadrosu daha sonra kendilerinin yargılanmaması için de mutlaka silâhlı kuvvetlerin içinde üst kademeye gelme imkânı olanlar arasında cuntalaşmayı sağlamadan ayrılmıyorlar. 1984 yılında Özel Harp Dairesi Başkanlığına tayin olmuştum. Bilindiği üzere 15 Ağustos’ta Eruh ve Şemdinli olaylarıyla PKK’nın şehre iniş hareketleri oldu. Özel Harp Dairesi olarak bizler bununla büyük mücadele içindeydik. Kara Kuvvetlerinden devre arkadaşım gelerek “Yeni bir ihtilâl komitesi oluşturuluyor. Bunun içinde seni de görmek istiyorlar” dedi. 12 Eylül darbecileri yönetimi sivil iradeye devredeli bir yıl olmuş. O zaman bu durumu fazla ciddiye almamıştım. Arkadaşım o zaman Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığında görevliydi. Başkan ise İsmail Hakkı Karadayı idi. Genelkurmay Başkanı da Necdet Üruğ’du. O dönem tahminlerin ötesinde ANAP 211 vekil çıkarınca çoğunluğu korudu. Ve Özal’ın uygulamalarının başlarına belâ olacağını düşünerek cuntayı yenilediler. Özal döneminde muhtemelen bazı şeyler daha gizli yapılmaya başladı. Özal’ın ölümüyle birlikte 91 yılından itibaren başlayan süreç 28 Şubat Darbesi’yle ilgili bir kısım şeylerin planlandığı dönem olsa gerek.
* 93 yılında yaşanan suikastler, ölümler gibi olaylar dolayısıyla “Gizli Darbe” yapıldığı iddia ediliyor?
Eğer Özal suikast nedeniyle öldürüldüyse 28 Şubat kadrosunun o dönemde neler yaptığını araştırmak lâzım. 28 Şubat öncesinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın olağan görüşmeleri yapılamıyordu. Bunun da 28 Şubat’la ilgisi olup olmadığının araştırılması gerekir. İsmi konmasa da Batı Çalışma Gurubu ile ilgili çalışmaların 93’ten sonra yapıldığı kanaatindeyim. 94 Aralık Şûrâsı’nda silâhlı kuvvetlerde dinî inancını yaşamak isteyen insanlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye komuta kademesi dışındaki bir kanal tarafından genelkurmaya ve Şûrâya getirilmiştir. Ben o zaman tugay komutanıyım. Bize o dönem tugayımızda bazı askerlerin irticaî faaliyette bulunduğu ve bunların ordudan uzaklaştırılması gerektiği, işlem yapmayan amirler hakkında da işlem yapılacağı imzasız ve üst başlıksız bir yazı ile bildirildi. Bu 94 Şûrâsında görüşülmüş isimlerdi. Bu isimleri incelediğimde abdestinde, namazında, ancak birliğimizin en çalışkan askerleri olduğunu gördüm. Listedeki 4 subay ve 14 astsubay bir sene sonra re’sen emekli edildiler.
* Bu ordu içine nasıl yansıdı?
Hemen inancını yaşayanlar ve yaşamayanlar şeklinde bir kamplaşma oldu.
* Bu atılmaların öncesinde, ibadetlerine özen gösterenler açısından havanın ısındığını hissetmiyor muydunuz?
Hayır! İnancını yaşayan insanlara karşı “Bazı faaliyetlerde görev verilmesi, ama yetki verilmemesi lâzım” gibi bir kanaat vardı. Ama “bunları ordudan tasfiye edelim” diye bir düşünce yoktu. Bu insanlara görevler verilir, ama makamlar verilmezdi. Fakat daha sonra bu insanlar devlet için tehdit olarak görülmeye başlandı ve silâhlı kuvvetlerde kutuplaşma oluştu. Tâ ki bu insanlar silâhlı kuvvetlerden tasfiye edilinceye kadar. Tasfiyeler 94 yılında başladı 97’ye kadar 170 kişiye yakın tasfiye edildi. Daha sonra bu sayılar arttı.
* Erbakan, 28 Şubat kadrolaşmasının 93 yılında başladığını görememiş miydi? Çünkü hep ordunun kendilerine darbe yapmayacağını söylüyordu. Ordu içinde darbeyi engelleyecek askerlerin olduğunu mu düşünüyordu?
Rahmetli Erbakan evinde gözetimdeyken “Millî iradeye saygı” panelinden sonra kendisini ziyaret ettik. 2007 cumhurbaşkanı seçiminde beraber hareket edilmesini ve milletin manevî değerlerine uygun cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda temaslarda bulunduk. Kendisine darbe tehdidinin ne olduğunu anlatmaya başlayınca sözümü kesti “400 generalin bulunduğu yerde konferans verdim. Ağladılar. Silâhlı Kuvvetlerinin tamamının darbe girişimi içinde olacağını düşünmüyorum. Belki birkaç kişi olabilir” diye söyledi. Ya hükümet olarak farkında değillerdi, ya da karşısındakileri ikna edeceklerini düşünüyorlardı. Halbuki 28 Şubatçılar için “dindar bir kişi ağzıyla kuş tutsa devletten tasfiye edilmesi gerekir” mantığı içindeydiler. Siyaset tam olarak ne olduğunu anlayamadan 28 Şubat Darbesine maruz kaldı.
* 28 Şubat’ı yapan askerler “Biz MGK kararlarına uyduk” diyor. Sizce bu darbe girişimine yasal meşrûiyet kazandırır mı?
MGK kararları tavsiye niteliğindedir, emir değildir. Zaten hukuksuz emre de itaat etmek suçtur. MGK kararları Meclisin ve Bakanlar Kurulunun onayıyla yürürlüğe girecek normlardır. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de bu tartışmalarda önemli yer tutar. MGSB’yi Bakanlar Kurulunun hazırlaması lâzım. Siz eğer bakanlara bu belgeyi göndermeden sadece onay yerini götürüp imzalatırsanız, bu ne hukukla, ne de demokrasiyle bağdaşmaz.
* Nasıl yani, 28 Şubat’ın bakanları MGSB’nin içinde ne olduğunu görmeden mi onaylıyorlardı?
2010’a kadar aşağı yukarı böyle uygulamalar vardı. 28 Şubat döneminin bakanlarıyla görüştüm, kendilerinin bilgisine sahip olmadıkları şeyleri imzaladıklarını sonradan öğrenmişler.
* Görmedikleri bir belgeye neden imza atmışlar!
İşte o zaman her şeyi asker bilir. İmzaladıkları şeyler içinde bizzat 28 Şubat yöneticilerini tehdit gösteren belgeler, hükümler var. Bu aslında, adamın kafasına silâh dayayıp, senet imzalatıp “bana borcun var” demeye benziyor.
* Az önce ordu içinde kamplaşma oldu dediniz. Bu sıradan ilişkilere nasıl yansıdı?
İnancını yaşayan insanlar enterne edildi. Onlarla kimse selâmlaşmadı. Askerlerin başörtülü eşlerinin lojmanlarda bulunan evlerinden dışarı çıkmaları büyük hakaretlere maruz kalmalarına neden oldu. O dönemde başörtülülerin lojman kantinlerine girmeleri yasaktı! Eğer TSK’nın üst tarafında bir hukuksuzluk yapılıyorsa, bu hukuksuzluk alt tarafa binle çarpılarak yansır. Bazı astlar üstlerine amiri gibi davranmaya başladı. Bazı subaylar mecburî olmayan, başörtülü eşleri tesbit için yapılan sosyal etkinliklere katılmadığı için soruşturmaya tâbi tutuldu. İlahiyat Fakültesini bitirmiş askerî okullarda din kültürü öğretmenliği yapan arkadaşlar irticaî faaliyetlerde bulunuyor diye askerî okullardan idarî görevlere tayin edildiler, oradan da re’sen emekli ettiler. Bunu çekinmeden yaptılar. Eğer bir daha böyle bir şey yaşamak istemiyorsak, o dönemde darbeye teşebbüs eden, yapan, yardım edenlerin yargılanması gerekir. Darbe dönemlerinde mağdur edilmiş sivil ve askerlerin mağduriyetlerinin karşılanması gerekir. Siyasî istikrar varken ve kanun yapma yetkisi elinde varken, darbelere dayanak olan mevzuatın mutlaka değiştirilmesi lâzım. Bunlar Türkiye’nin geleceği için önemli.
* Darbelerin Türkiye tarihinden tamamen silindiğini düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanın bürokrasi üstündeki etkisi çok önemlidir. Artık cumhurbaşkanlarını halk seçeceği için, darbeci bir cumhurbaşkanı olamaz. Anayasa Mahkemesi’nin, HSYK’nın yapısının değiştiği, yükseköğrenimdeki değişim göz önünde bulundurulduğunda darbeci zihniyetin diğer kurumlar üzerindeki etkisi ve organize etme gücü kırılmıştır. Bunun dışında yaşanan dâvâ süreçleri psikolojik olarak darbecileri zayıflatmıştır. Fakat asker içindeki ideolojik kadrolaşma henüz kırılmadı. Türkiye’de yaşanacak siyasî istikrarsızlık ordu içindeki bu kadronun macera arayışına neden olabilir. Ancak bundan böyle Türkiye’de askerî darbelerin başarılı olması mümkün değil. Şu an bu maceraya zemin teşkil edecek yasal mevzuat var ve bunun değişmesi gerekir. Bunun başında MGK yapısı, İçhizmet Kanununun 35. maddesi, MGSB iç tehdit tanımının hâlâ yapılıyor olması, Jandarma’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı olmaması…
* Orduda ideolojik kadrolaşmanın kırılmadığını düşünüyorsunuz. Peki, Hilmi Özkök’ün darbeyi engellediği doğru değil mi?
Her fiilî darbeden sonra, darbeyi yapanlar iktidardan ayrıldıktan sonra geride cunta bırakıyorlar. Bu cuntanın birisi fiilî darbeciler, diğeri “fiilî mevzuat içinde müdahale edelim” diyenler olarak ikiye ayrılıyor. Özkök Paşa, “mevcut mevzuat içinde müdahale edelim” diyenlerden. Özkök Paşanın dört yıllık görev süresi içinde Ak Parti attığı adımları geri aldı. Özkök Paşa’nın Genel Sekreterinin yaptığı açıklamalarla idari yapıdaki düzenlemeyle ilgili çalışma Meclisten geri çekildi, Kur’ân Kursu ile ilgili yapılan değişiklik durduruldu. Bunlar da bir bakıma sivil yönetime darbedir. Hilmi Paşa’nın döneminde hükümet yasal platformlarda engellenmeye çalışıldı. Ben Özkök’ü demokrat paşa olarak kabul etmiyorum. Fırsat bulunsaydı, darbenin fiilen iktidarı değiştireceği düşünülseydi, geri durulmazdı. Yapılacak darbenin geri tepeceğini gördüğü için böyle davrandı.