Zira savaşın madde ve manadaki yeri farklı şekillerde cereyan etse de temelde aynı noktada birleşmektedirler.
Bir
ehli- tarikin ifadesiyle tasavvuf ilminde de bu vardır… Misal üçler,
beşler, yediler ve kırklar gibi manevi alanda da oligarşik bir yapı
vardır. Onların olmamaları halinde dünyanın yıkılması bahis mevzuudur.
Malum
bunlardan biri ölünce o makamı hak edene zat’ın sırtına- Allah mührü
vurup o kırkın içerisine dâhil ediyor. O kırk kişi sürekli olarak
dünyeviyetin manevi idaresini yapmaya devam ediyorlar.
Bu
meseleyi sadece dindarlar değil bir takım materyalistlerin de bildiği
bir hususiyettir. Küresel yapının istihbarat birimleri de şiddetli bir
şekilde bu yapıya karşı kendi stratejileri ile hareket etmektedirler. M.Ali
Ağca ve Norveç’teki Tapınakçı katil üzerinde ciddi bir araştırma
yapıldığı takdirde bunlara benzer izler yakalamak mümkündür.
Yani
günahlar, azgınlık, zulüm ve kan toplumda arttığı zaman ekonomik
krizler, depremler ve denizlerdeki düzensizliklerde bozulmalar ve diğer
yıkımlar insanlığı vurmaya başlayacaktır.
Nitekim
Türkiye’nin kurulma aşamasına baktığımız zaman bir ideolojiden ziyade
kurulan sistemin ayaklarını iyi irdelemek gerekiyor.
Devletin
en acı ve ızdıraplı yıllarının Cumhuriyet’in kurulma aşamasında
yaşanmasının en büyük sebeplerinden biri devletin savaştan çıkması değil
aksine küfrün çok ciddi bir ilerleme içerisinde olmasından
kaynaklanmaktadır.
Aslında
küreselcilerin o dönemde kurmuş olduğu sistemin etkin olması şuan ki 1
NUMARA’nın o tarihlerde gençlik dönemini geçiriyor oluşu ve sonrasında
da üst yönetim kuruluna dâhil edilmesi Türkiye’nin acı kaderi adına
ibretlik bir hadisedir.
Yani meseleye 1. Cumhuriyet veya 2.Cumhuriyet nazarıyla yaklaşmak derdimizi tam olarak ifade etmeyecektir.
Mesela, Milli komutan olarak bildiğimiz ve M.Kemal’in de diskalifiye etmiş olduğu
MUSA KAZIM KARABEKİR’in Kuleli Askeri Lisesine taa o dönemde
devşirmeleri doldurmasına pek bir anlam verilemeyebilir. Oysa
Ergenekon’un yaşlılarının şecereleri ve ilişkilerinden yola çıkarak
eskiye gittiğimizde 60 darbesini, 12 Eylül’ü ve 28 Şubat’ı görmek
mümkündür.
Zira
MUSA KAZIM’ın Cumhuriyet’in ilk döneminde Kuleli’ye doldurduğu
devşirmelerin 60 darbesini yapmalarını yazsak bilinen bir mevzuyu tekrar
etmiş olacağız. Hatta
60 darbesinin ardından Müslüman Türk subayları tasfiye edildikten sonra
yine kendi kadrolarını doldurmalarını ve bu kadrolarla 12 Eylül
darbesine gittiklerini de eklediğimizde 28 Şubat’ı da sormayı
düşünebilirsiniz… Evet, beyni fazla zorlamaya lüzum yok. 27 Mayıs
darbesinin ardından alınıp yetiştirilen isimlerinde 28 Şubat’ı yapmaları
da bir tevafuktan ibaret değildir…
Mesele burada çeşitli fonksiyonlar gösterse de olay çok karışık değil...
MUSA KAZIM KARABEKİR’in, Mustafa Kemal’in ve Mustafa İsmet’in
hem aynı hem de farklı algılanması da ayrı bir stratejinin ürünüdür.
Tıpkı Mason Bektaşi ve Jöntürk’lerin aynı ve farklı düzlemde
algılanmaları gibi.
Ergenekon’un iddianamedeki 1 numarasının patronu olan İngiltere’deki gerçek 1 numara, M.Kemal- M.İsmet ve M.Kazım ile aynı dönemde yaşıyor olması bile başlı başına önemli bir ince hakikate işarettir.
Birileri M.Kemal’in MUSA KAZIM’ı
diskalifye edip M.İsmet’i seçmesini devletin M.İsmet’e verilmesi gibi
algılıyorlar. Bu iddianın doğruluk payı yok değil. Ancak M.İsmet,
M.Kemal’in ölümünden sonra Kazım Karabekir’i Meclis başkanı yapması ve 1
numaranın o tarihlerde yuvarlak masada yer alması bazı gerçekleri
gizleyemeyecektir.
Kazım
Karabekir’in devşirmeleri ve üst kadronun hazırlamış olduğu sistemin 60
darbesini yaptığı tarihlerde 1 numara’nın etkin bir şekilde görevde
olması ve ardından 80 darbesinde sonra da iddianamedeki TR’nin 1
numarası ile ülkede yeniden dizayna gitmesi bir bütünlük içerisinde
değerlendirilmelidir. Ayrıca 2001 krizindeki rolünü de hatırlatmadan
geçmeyelim.
Gerçi
bazı mihrakların devşirme ve mason Bektaşi yapılanmasına itirazları
olsa da, zannediyorum Kemal Kılıçdaroğlu gibi isimler Tunceli’nin bir
köyünden 32 General çıkmasına bir açıklık getiremeyeceklerdir.
Düşünebiliyor
musunuz bir bölge, bir il veya bir ilçe değil… Bir köy’den 32 GENERAL…
İhtimal İzmir veya İstanbul’dan çıkan General sayısını toplasak bu kadar
etmeyecektir.
Aynı
şekildeki yargı ve iş dünyası içinde buna benzer rakamları vermek
mümkün ancak şimdilik bu konunun detaylarına girmeyeceğiz.
Zira yapının tamamının deşifre edilmesi için Selanik ve Balkanlarında çözülmesi gerekiyor.
Suriye’de
yapılan katliamların bile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında
Ortadoğu’ya gönderilen gizli Siyonistlerin etkisi vardır. Mason Bektaşi
yapılanmanın daha doğrusu tarikatının şu aşamada Balkanlar ve Türkiye’de
henüz ortaya çıkarılmadığı çok aşikâr bir şekilde ortadadır.
Encümen-i Daniş’in bazı kodamanlarının bu yapının içerisinde olduklarını gizlemeleri, İngiltere’deki 1 numara’nın
hem Sabeteyist hem de bu tarikatın içerisinde olduğunu saklaması ve
örgüt içerisindeki üst yapının bu tarikatla olan ilişkileri bilinmeyen
bir yolculuğa çıkıldığının göstergesidir.
Özellikle
İngiliz Lord Stratford Canning’in de etkisinin olduğu, diğer yandan
Fransız Locası ve içerideki İslam düşmanlarının yıllardır
birliktelikleri ve Ergenekon davasında sadece operasyon ayağı ile 2-3
yöneticisi dışında daha fazla ileri gidilememesinin en büyük
sebeplerinden biride Türkiye’nin küresel anlamda daha etkin bir konuma
gelememiş olmasıdır.
Yani
sadece bölgede değil, küresel anlamdaki etkinlik bizlere İngiltere ve
Washington’daki malum caddedeki masaya karşı daha rahat bir savaşma
olanağı sağlayacaktır.
Küresel yapının bu savaşı hem mana da hem de maddede birlikte götürmesi ise çok daha ayrı bir savaşa işarettir.
Bir
hazret dua ederken ne olur bana dua’da yardım edin diyordu… Zira
manadaki savaşın maddedeki karşılığı azımsanmayacak değerdedir. Nedeni o
kadar zor değil…
Çin’deki
Tao’cuların bile bazı imtihanları geçerek ruhlarını manada
yükseltmeleri bizlere büyük bir ibret vermektedir. Şuan da sonsuzluğa
ermiş bazı ruhların sınırlıda olsa kalbinden geçirdikleri şeylerin
gerçekleşmesi ve bunların bazılarının farklı alanlarda kullanılıyor
olması savaşın hangi alanda devam ettiğine dair önemli işaretler
sunmaktadır.
Adamlar
küfürde Şafi esmasının tecellisine mazhar oluyor, bir okuyor şifa
veriyor… Yani Allah’ın esması onun sonsuzluğunun noktasal yansımaları
olmaktadır. Şimdi sen sonsuzluk cephesine geçtiğin zaman sende de
noktasal belirlemeler başlıyor. Velilerin kerametleri böyledir.
İnönü’nün
tek parti dönemindeki susuzluğun, kıtlığın ve perişaniyetin farklı bir
noktası da ülke içindeki kâfirin icraatta ‘’kırkların’’ elini kapatması
ve durdurmasına sebep oluyordu. Bir nevi kırklar susturularak cehalet
deryasına kapılmış, dinden elini çekmiş topluluğa ceza verdiriliyordu.
İşte Esma’ya mazhar olma budur.
Yani
‘’bütün peygamberler, bütün evliyalar, bütün din, bütün ibadet, bütün
hayat eşittir, HAKİKAT-I MUHAMMEDİYEDİR’’ fehvasınca kâinatın beyni,
ruhu, aklı ve yazılımı Muhammediyettir. Bu hakikat varlıktan çıksa düzen
bozulur ve çöker… Kıyametin yaklaşması da bu meseleyle ilişkilidir.
Tam burada bir söz üstadının işaret ettiği nokta çok önemlidir.
‘’Sistemin yıkılmaması için ne yapıp edip din ayakta tutulmalıdır. Yalnız bazen imtihan gereği her şey tersine dönebilir. Mesela
veli bir adam deccallık yapabilir, çünkü kötülükte veli olmuştur.
Burada velilerinde kötü versiyonu olduğu, savaşa vesile olma
ihtimallerinin varlığı akıldan çıkarılmamalıdır. O meziyetleri kazanmış
ama nefsi adına kullanıyor. İstidrac yapıyor yani…’’
Buradaki
hakikati hatırlatan bir olayda yaşanmıştır. Mesela (ismini yazmayalım)
birine beş kez suikast düzenleniyor, beş nişancıda uyuya kalıyor. Allah
öldürmeyince öldürmüyor. Demek ki o Deccalin yaşaması gerekiyor. İlginç bir şekilde beşinde de değişik noktalara nişancılar konuluyor beşi de uyuyor, o anda uyutuluyorlar.
Evet,
velayette mesele farklı cereyan etmektedir. Peygamberimiz (sav) Mirac’a
önce veli olarak çıktı, sonra peygamber olarak döndü. Bazı velilere de
peygamber gibi görevler verildi- veriliyor. Allah - Gazali, Geylani ve
Şah-ı Nakşibendî… gibi zatlara bu görevleri verebilir. Bu isimlere
tabiiyet olunmadığı takdirde de ceza ve kayıp vardır.( Bu kısım ayrı ve
uzun bir anlatım gerektiriyor)
İşin
özü itibariyle bu asır fitne asrıdır. Hz.Sahip geleceği ana kadar
şahs-ı manevi oluşturmak gerekiyor. Küreselcilerle savaşmak için bu ruh
şarttır, elzemdir. Zira dönem şahs-ı manevi dönemidir. Zira Sokrat
gibiler bile aynı fikri savunacak kadar işin vukufiyetine varmış ve bu
düşüncelerini sürekli anlatmışlardır.
Şu
aşamada karşı taraf başta İngiltere, Fransa, ABD ve İsrail olmak üzere
birçok yer altı mahzeninde manayı etkilemek için amansızca bir savaş
vermektedir. Zira geleceğin savaşı maddede açıktan olacağı gibi, manada
gizli harp teknikleriyle yaşanacaktır. Burada en büyük problemde İslam âleminde şahs-ı maneviyi oluşturacak birlikteliğin henüz sağlanamamış olmasıdır.
İçeride ortaya çıkarılmamış Sabetayist, Kripto, Carbonari
karanlık yapılanmasının Türkiye üzerinde sayı olarak devşirmelerle
kitlesel gücü sağlanırken manen bağlı oldukları mason Bektaşiliğin neden
hiç gündeme getirilmediği araştırılması gereken önemli bir nokta-i
nazardır.
Mesela
Ergenekon’un tıpçılarından Kemal Alemdaroğlu bir Carbonari midir? Veya
Nurettin Sözen’in bu tarikatla bir ilişkisi var mıdır? Çetin Doğan neden
Mason Bektaşi liderlerinden olduğunu saklamıştır?
1
numaranın Sabetayist olup, alt kadrolarda Carbonari ve Bektaşileri
toplaması, yurt dışındaki küresel yapının başında olan şahsında alta
doğru başta Tapınak ve Vatikan olmak üzere ayrı isimler üzerinden dini
ritüel içeren yapıları kontrol etmesi bir tesadüf müdür?
Evet,
şu aşmada üstü örtülmüş olan örgüt ve tarikatların madde de deşifre
oldukları gün, dışarıda ve içerideki mana boyutlu savaş çok daha farklı
bir alana kayacak ve hakikat yolundaki perde de açılmış olacaktır…
O günü aktif sabır, dua, içte derinleşmiş keyfiyet ve kırkların elini güçlendiren manevi bir ruhla birlikte bekleyelim...