23 Eylül 2011 Cuma

TARİKATIN MANEVİ SAVAŞI... / Rauf Atilla Polat

Hem içeride hem de dışarıda yaşanan küresel savaş başlangıcına eski ve yeninin bütünleşmesi nazarıyla bakarak hareket etmek gerekiyor.
Zira savaşın madde ve manadaki yeri farklı şekillerde cereyan etse de temelde aynı noktada birleşmektedirler.
Bir ehli- tarikin ifadesiyle tasavvuf ilminde de bu vardır… Misal üçler, beşler, yediler ve kırklar gibi manevi alanda da oligarşik bir yapı vardır. Onların olmamaları halinde dünyanın yıkılması bahis mevzuudur.
Malum bunlardan biri ölünce o makamı hak edene zat’ın sırtına- Allah mührü vurup o kırkın içerisine dâhil ediyor. O kırk kişi sürekli olarak dünyeviyetin manevi idaresini yapmaya devam ediyorlar.
Bu meseleyi sadece dindarlar değil bir takım materyalistlerin de bildiği bir hususiyettir. Küresel yapının istihbarat birimleri de şiddetli bir şekilde bu yapıya karşı kendi stratejileri ile hareket etmektedirler.  M.Ali Ağca ve Norveç’teki Tapınakçı katil üzerinde ciddi bir araştırma yapıldığı takdirde bunlara benzer izler yakalamak mümkündür.
Yani günahlar, azgınlık, zulüm ve kan toplumda arttığı zaman ekonomik krizler, depremler ve denizlerdeki düzensizliklerde bozulmalar ve diğer yıkımlar insanlığı vurmaya başlayacaktır.
Nitekim Türkiye’nin kurulma aşamasına baktığımız zaman bir ideolojiden ziyade kurulan sistemin ayaklarını iyi irdelemek gerekiyor.
Devletin en acı ve ızdıraplı yıllarının Cumhuriyet’in kurulma aşamasında yaşanmasının en büyük sebeplerinden biri devletin savaştan çıkması değil aksine küfrün çok ciddi bir ilerleme içerisinde olmasından kaynaklanmaktadır.
Aslında küreselcilerin o dönemde kurmuş olduğu sistemin etkin olması şuan ki 1 NUMARA’nın o tarihlerde gençlik dönemini geçiriyor oluşu ve sonrasında da üst yönetim kuruluna dâhil edilmesi Türkiye’nin acı kaderi adına ibretlik bir hadisedir.
Yani meseleye 1. Cumhuriyet veya 2.Cumhuriyet nazarıyla yaklaşmak derdimizi tam olarak ifade etmeyecektir.
Mesela, Milli komutan olarak bildiğimiz ve M.Kemal’in de diskalifiye etmiş olduğu MUSA KAZIM KARABEKİR’in Kuleli Askeri Lisesine taa o dönemde devşirmeleri doldurmasına pek bir anlam verilemeyebilir. Oysa Ergenekon’un yaşlılarının şecereleri ve ilişkilerinden yola çıkarak eskiye gittiğimizde 60 darbesini, 12 Eylül’ü ve 28 Şubat’ı görmek mümkündür.
Zira MUSA KAZIM’ın Cumhuriyet’in ilk döneminde Kuleli’ye doldurduğu devşirmelerin 60 darbesini yapmalarını yazsak bilinen bir mevzuyu tekrar etmiş olacağız. Hatta 60 darbesinin ardından Müslüman Türk subayları tasfiye edildikten sonra yine kendi kadrolarını doldurmalarını ve bu kadrolarla 12 Eylül darbesine gittiklerini de eklediğimizde 28 Şubat’ı da sormayı düşünebilirsiniz… Evet, beyni fazla zorlamaya lüzum yok. 27 Mayıs darbesinin ardından alınıp yetiştirilen isimlerinde 28 Şubat’ı yapmaları da bir tevafuktan ibaret değildir…
Mesele burada çeşitli fonksiyonlar gösterse de olay çok karışık değil...
MUSA KAZIM KARABEKİR’in, Mustafa Kemal’in ve Mustafa İsmet’in hem aynı hem de farklı algılanması da ayrı bir stratejinin ürünüdür. Tıpkı Mason Bektaşi ve Jöntürk’lerin aynı ve farklı düzlemde algılanmaları gibi.
Ergenekon’un iddianamedeki 1 numarasının patronu olan İngiltere’deki gerçek 1 numara, M.Kemal- M.İsmet ve M.Kazım ile aynı dönemde yaşıyor olması bile başlı başına önemli bir ince hakikate işarettir.
Birileri M.Kemal’in MUSA KAZIM’ı diskalifye edip M.İsmet’i seçmesini devletin M.İsmet’e verilmesi gibi algılıyorlar. Bu iddianın doğruluk payı yok değil. Ancak M.İsmet, M.Kemal’in ölümünden sonra Kazım Karabekir’i Meclis başkanı yapması ve 1 numaranın o tarihlerde yuvarlak masada yer alması bazı gerçekleri gizleyemeyecektir.
Kazım Karabekir’in devşirmeleri ve üst kadronun hazırlamış olduğu sistemin 60 darbesini yaptığı tarihlerde 1 numara’nın etkin bir şekilde görevde olması ve ardından 80 darbesinde sonra da iddianamedeki TR’nin 1 numarası ile ülkede yeniden dizayna gitmesi bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. Ayrıca 2001 krizindeki rolünü de hatırlatmadan geçmeyelim.
Gerçi bazı mihrakların devşirme ve mason Bektaşi yapılanmasına itirazları olsa da, zannediyorum Kemal Kılıçdaroğlu gibi isimler Tunceli’nin bir köyünden 32 General çıkmasına bir açıklık getiremeyeceklerdir.
Düşünebiliyor musunuz bir bölge, bir il veya bir ilçe değil… Bir köy’den 32 GENERAL… İhtimal İzmir veya İstanbul’dan çıkan General sayısını toplasak bu kadar etmeyecektir.
Aynı şekildeki yargı ve iş dünyası içinde buna benzer rakamları vermek mümkün ancak şimdilik bu konunun detaylarına girmeyeceğiz.
Zira yapının tamamının deşifre edilmesi için Selanik ve Balkanlarında çözülmesi gerekiyor.
Suriye’de yapılan katliamların bile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Ortadoğu’ya gönderilen gizli Siyonistlerin etkisi vardır. Mason Bektaşi yapılanmanın daha doğrusu tarikatının şu aşamada Balkanlar ve Türkiye’de henüz ortaya çıkarılmadığı çok aşikâr bir şekilde ortadadır.
Encümen-i Daniş’in bazı kodamanlarının bu yapının içerisinde olduklarını gizlemeleri, İngiltere’deki 1 numara’nın hem Sabeteyist hem de bu tarikatın içerisinde olduğunu saklaması ve örgüt içerisindeki üst yapının bu tarikatla olan ilişkileri bilinmeyen bir yolculuğa çıkıldığının göstergesidir.
 Özellikle İngiliz Lord Stratford Canning’in de etkisinin olduğu, diğer yandan Fransız Locası ve içerideki İslam düşmanlarının yıllardır birliktelikleri ve Ergenekon davasında sadece operasyon ayağı ile 2-3 yöneticisi dışında daha fazla ileri gidilememesinin en büyük sebeplerinden biride Türkiye’nin küresel anlamda daha etkin bir konuma gelememiş olmasıdır.
Yani sadece bölgede değil, küresel anlamdaki etkinlik bizlere İngiltere ve Washington’daki malum caddedeki masaya karşı daha rahat bir savaşma olanağı sağlayacaktır.
Küresel yapının bu savaşı hem mana da hem de maddede birlikte götürmesi ise çok daha ayrı bir savaşa işarettir.
Bir hazret dua ederken ne olur bana dua’da yardım edin diyordu… Zira manadaki savaşın maddedeki karşılığı azımsanmayacak değerdedir. Nedeni o kadar zor değil…
Çin’deki Tao’cuların bile bazı imtihanları geçerek ruhlarını manada yükseltmeleri bizlere büyük bir ibret vermektedir. Şuan da sonsuzluğa ermiş bazı ruhların sınırlıda olsa kalbinden geçirdikleri şeylerin gerçekleşmesi ve bunların bazılarının farklı alanlarda kullanılıyor olması savaşın hangi alanda devam ettiğine dair önemli işaretler sunmaktadır.
Adamlar küfürde Şafi esmasının tecellisine mazhar oluyor, bir okuyor şifa veriyor… Yani Allah’ın esması onun sonsuzluğunun noktasal yansımaları olmaktadır. Şimdi sen sonsuzluk cephesine geçtiğin zaman sende de noktasal belirlemeler başlıyor. Velilerin kerametleri böyledir.
İnönü’nün tek parti dönemindeki susuzluğun, kıtlığın ve perişaniyetin farklı bir noktası da ülke içindeki kâfirin icraatta ‘’kırkların’’ elini kapatması ve durdurmasına sebep oluyordu. Bir nevi kırklar susturularak cehalet deryasına kapılmış, dinden elini çekmiş topluluğa ceza verdiriliyordu. İşte Esma’ya mazhar olma budur.
Yani ‘’bütün peygamberler, bütün evliyalar, bütün din, bütün ibadet, bütün hayat eşittir, HAKİKAT-I MUHAMMEDİYEDİR’’ fehvasınca kâinatın beyni, ruhu, aklı ve yazılımı Muhammediyettir. Bu hakikat varlıktan çıksa düzen bozulur ve çöker… Kıyametin yaklaşması da bu meseleyle ilişkilidir.
Tam burada bir söz üstadının işaret ettiği nokta çok önemlidir.
‘’Sistemin yıkılmaması için ne yapıp edip din ayakta tutulmalıdır. Yalnız bazen imtihan gereği her şey tersine dönebilir.  Mesela veli bir adam deccallık yapabilir, çünkü kötülükte veli olmuştur. Burada velilerinde kötü versiyonu olduğu, savaşa vesile olma ihtimallerinin varlığı akıldan çıkarılmamalıdır. O meziyetleri kazanmış ama nefsi adına kullanıyor. İstidrac yapıyor yani…’’
Buradaki hakikati hatırlatan bir olayda yaşanmıştır. Mesela (ismini yazmayalım) birine beş kez suikast düzenleniyor, beş nişancıda uyuya kalıyor. Allah öldürmeyince öldürmüyor. Demek ki o Deccalin yaşaması gerekiyor.  İlginç bir şekilde beşinde de değişik noktalara nişancılar konuluyor beşi de uyuyor, o anda uyutuluyorlar.
Evet, velayette mesele farklı cereyan etmektedir. Peygamberimiz (sav) Mirac’a önce veli olarak çıktı, sonra peygamber olarak döndü. Bazı velilere de peygamber gibi görevler verildi- veriliyor. Allah - Gazali, Geylani ve Şah-ı Nakşibendî… gibi zatlara bu görevleri verebilir. Bu isimlere tabiiyet olunmadığı takdirde de ceza ve kayıp vardır.( Bu kısım ayrı ve uzun bir anlatım gerektiriyor)
İşin özü itibariyle bu asır fitne asrıdır. Hz.Sahip geleceği ana kadar şahs-ı manevi oluşturmak gerekiyor. Küreselcilerle savaşmak için bu ruh şarttır, elzemdir. Zira dönem şahs-ı manevi dönemidir. Zira Sokrat gibiler bile aynı fikri savunacak kadar işin vukufiyetine varmış ve bu düşüncelerini sürekli anlatmışlardır.
Şu aşamada karşı taraf başta İngiltere, Fransa, ABD ve İsrail olmak üzere birçok yer altı mahzeninde manayı etkilemek için amansızca bir savaş vermektedir. Zira geleceğin savaşı maddede açıktan olacağı gibi, manada gizli harp teknikleriyle yaşanacaktır.  Burada en büyük problemde İslam âleminde şahs-ı maneviyi oluşturacak birlikteliğin henüz sağlanamamış olmasıdır.
İçeride ortaya çıkarılmamış Sabetayist, Kripto,  Carbonari karanlık yapılanmasının Türkiye üzerinde sayı olarak devşirmelerle kitlesel gücü sağlanırken manen bağlı oldukları mason Bektaşiliğin neden hiç gündeme getirilmediği araştırılması gereken önemli bir nokta-i nazardır.
Mesela Ergenekon’un tıpçılarından Kemal Alemdaroğlu bir Carbonari midir? Veya Nurettin Sözen’in bu tarikatla bir ilişkisi var mıdır? Çetin Doğan neden Mason Bektaşi liderlerinden olduğunu saklamıştır?
1 numaranın Sabetayist olup, alt kadrolarda Carbonari ve Bektaşileri toplaması, yurt dışındaki küresel yapının başında olan şahsında alta doğru başta Tapınak ve Vatikan olmak üzere ayrı isimler üzerinden dini ritüel içeren yapıları kontrol etmesi bir tesadüf müdür?
Evet, şu aşmada üstü örtülmüş olan örgüt ve tarikatların madde de deşifre oldukları gün, dışarıda ve içerideki mana boyutlu savaş çok daha farklı bir alana kayacak ve hakikat yolundaki perde de açılmış olacaktır…

O günü aktif sabır, dua, içte derinleşmiş keyfiyet ve kırkların elini güçlendiren manevi bir ruhla birlikte bekleyelim...