28 Eylül 2011 Çarşamba

Amok koşucusu / Ahmet Turan Alkan


Belenoluk Köyü Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda sembolik değeri yüksek önemli ayrıntılar var:
Karakol daha önce, çukurluk yerde imiş; çevreden "tâciz" gelince hâkim tepeye taşınıp yeniden inşâ edilmiş. Belenoluk İlköğretim Okulu'nun binası ve öğretmen lojmanları da herhalde güvenlik gerekçesiyle karakol avlusunda bulunuyor. Okulda, çoğu taşımalı öğretimle okula ulaşan 500'den fazla öğrenci eğitim görüyor.

Gençler pek bilmez; Güneydoğu meselesinin dünkü genel izah tarzı eğitimsizlik, altyapı noksanı ve yatırım eksikliği gibi sebeplerdi. Bugün o sebeplerin âdeta buharlaşıp, yerini Kürt milliyetçiliği ile ilgili hissî motiflerin alması dikkat çekicidir. Bu iki olgunun, radikal bir PKK taraftarınca izahı şöyle oluyor: Köyde okul yoksa, devlet bilinçli olarak Kürt çocuklarını cahil bırakmakta, Güneydoğu'daki cehalet-eğitimsizlik ve altyapı eksikliği sarmalını bile bile muhafaza etmektedir. Köye okul yapıldığında ise izah şekil değiştiriyor: Bu defa Kürt çocuklarına aslında Türk oldukları yolunda resmî propaganda yapılmakta, telkinle şuurları bozulmakta ve kültürel asimilasyona tabi tutulmaktadırlar.

Her iki halde de devlet, kaçınılmaz bir şekilde kusurlu, zalim ve art niyetli oluyor. Öyle olduğu için zaman ve sebep aranmaksızın devlet görevlilerine saldırmak, onları öldürmek, sağ kalanların psikolojisini bozmak ahlâken yanlışlanamıyor. Bu duruma göre bir PKK eylemcisi daima mâsum, daima haklı ve daima alacaklıdır. Öyle ağır bir borç ki, kuşaklar boyunca ödense de kapanmaz. Ne var ki bu psikoloji üzerine siyaset bina edilmiyor işte, dikiş tutmuyor. "Gel barışalım" teklifi geldiğinde PKK'nın cinnet geçirmesi bu yüzden.
Bu saldırıda katillerin öğretmen lojmanını siper edinip bina tuvaletine mühimmat yığmasında, karakoldaki jandarmaların ise öğretmenlere zarar vermemek için ağır silah kullanmayışında da sembolik anlamlar saklı. Bir başka sembolik anlam, köy muhtarının ifadesiyle saldırı esnasında köylülerden çoğunun tarlada bulunduğu, hayvan otlattığı, saldırı haberini duyunca köye dönmedikleri, çoğunluğu çocuk ve genç yaştaki köylülerden haber alamadıkları, bazılarının sonradan köye döndükleri bilgisidir. Belli ki köylüler hadiseden önceden haberdar olmuş, iki ateş arasında kalmamak, daha doğrusu olup bitene şahit yazılmamak için vaka mahallinden uzakta kalmaya yönlendirilmişlerdir.

Bazı köylülerin uzaktan karakola ateş açtığı bilgisi de var fakat zayıf rivâyettir; mantıken doğru görünmüyor.
Şehit karakol komutanının çevredeki telsiz hareketlenmesinden şüphelenerek saldırıdan bir saat önce üstlerini bilgilendirmesine rağmen mayın tuzağı ihtimalinden çekinildiği için kendi başına kalmış olması yanında 20 kişilik korucu birliğinin çatışmaya katılmaması da yeterince anlamlıdır. Bu bilgiyi doğru okuyunca şunu çıkarıyoruz: Güneş batmaya yüz tutunca, benzeri yüzlerce karakol gibi Belenoluk Karakolu da kaderiyle baş başadır ve kendini korumak zorundadır. Kime karşı? Tek parti devrinin kendi halkına karşı hodbinlikte efsâneleşen jandarması, bugün gün batımından sabaha kadar kendi, esasen korumakla görevli halka karşı kendi güvenliğini sağlamak için sancılı ve uykusuz geceler geçirmekte. Değişim müthiş; anlamı üzerinde hepimiz düşünmeliyiz.

PKK, bir "Amok koşucusu"nu andırıyor şimdi; -haklı veya haksız- sürdürdüğü kanlı savaşın gerekçelerini kaybettiği halde bile kekeleyebildiği tek lisan olan şiddetten kurtulamıyor. Hâlâ adından bahsettirebiliyor olması, hayata değil, bilakis ölüme dair yapıp ettikleri sâyesinde. Dağdaki ve -tabii düzdekiler de dâhil- PKK taraftarları, velev ki günün birinde Kürtlerin özerk, otononom veya tamamen bağımsız bir coğrafya üzerinde PKK'nın kurduğu ve yönettiği bir idarî yapının vatandaşı olmayı dilerler mi sorusu, bu bakımdan hayatî kıymeti haiz ve olabildiğince mânidar.