28 Eylül 2011 Çarşamba

Koca Piri Reis adı üstünde kocamış, bu kadar da olmaz ki... / Lale KEMAL


Bizim silah sanayiimizin hali de, ‘bu kadar da olmaz, insaf’ dedirtecek cinsten. Bu türden isyankâr söylemler, Türkiye’nin, savaşvari politikaları ön plana çıkarttığında ortaya çıkıyor. Bülent Ecevit’in, yine ada bölgesinde petrol ve doğalgaz arama girişimlerine karşı “Misilleme” olarak Doğu Akdeniz’e gönderdiği “Koca Piri Reis,” bugünlerde yine benzer nedenlerle güya Rum kesimini “Korkutmak için,” Doğu Akdeniz’e açıldı.

Adı üstünde Koca Piri Reis artık kocamış. 1978 yılında Almanya’dan alıp envantere katmışız, bugün 33 yaşında. Bir ülkenin modern silahlarla donatılıyor olması gerekliliktir. Sorun, bu silahlar ve diğer askerî araç gereçlerin, ülke çıkarlarına ve ihtiyaçlarına cevap veriyor olup olmasıyla ilgilidir. 


İşte Türkiye’deki sorun; demokratik süzgeçten geçmeden alınan ya da üretilen silahların, hem ülkenin ekonomik kaybına yol açıyor olmaları, hem denetim süzgecinden geçmeden alındıkları için rüşvet çarkına sıkça takılıyor olmaları, hem de caydırıcılık niteliğine sahip olmamalarıdır. Bu çarpık durumun son örneğini Piri Reis ile yaşıyoruz. İlla Türkiye, kimi komşularla bir sorun çıktığında mı silah sanayiindeki zafiyetlerini tartışmalıdır. Türkiye, petrol ve doğalgaz alanında yüzde 80’leri bulan yurtdışı bağımlılığını biraz olsun azaltmak için zaten yabancı şirketlerle ülkenin çeşitli bölgelerinde arama çalışmaları yapmıyor mu? Petrol sondajı yapmak için sismik araştırma yapmak zaten gerekiyor.  

Önceki gün bir toplantıda Enerji Bakanı Taner Yıldız’a, Piri Reis’in eskimişliği sorusunu yönelttim. Yıldız, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın yeni bir sismik araştırma gemisi yapımı için çalışma başlattığını söylemekle yetindi. Bakan Yıldız ne desin ki? Onlarca yıl kafasına göre silah alımı yapmış bir TSK’ya hangi siyasi irade söz dinletmeye çalıştı ki? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York’taki bir açıklamasında Türkiye’deki bürokratik oligarşi ile yaşadığı zorlukları dile getiriyordu. Erdoğan’ın belki de kırmakta en çok zorlandığı bürokratik oligarşi TSK olsa gerek.
Savunma sanayii sektörüne siyasi irade ve parlamentonun çekidüzen vermesi elzem. Bu sektöre çekidüzen verilmezse, örneğin, İsrail’den alınan Heronların bakımını yapacak altyapıdan yoksun olmaya devam ederiz ve bu ülke de kavgalı olduğumuz için misilleme olarak bu silahların bakımını geciktirir.

Savunma sanayii sektöründeki bürokratların, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, Türkiye’nin savunma sanayii altyapısının gerçek gücü konusunda yanılttıklarını düşünüyorum.


Türkiye’nin, tasarım ve inşasını gerçekleştirdiği bildirilen Büyükada savaş gemisinin, faaliyete girdiği gün yani dün, yukarıdaki eleştirileri kaleme almam daha da anlamlı hale geliyor. Zira Paradoksal ama gerçek bir durum ortaya çıkıyor. Bir yandan savaş gemisi üretiminde yerli imkânları azami kullanarak bir ürünün ortaya çıktığı ilan ediliyor diğer yandan da Akdeniz’e gönderilen sismik araştırma gemisinin ne kadar eskimiş olduğunu tartışıyoruz.

Sorunumuz da bu zaten. Silah tedarikinde önceliklerin belirleneceği şeffaf bir mekanizma yok. Savaş gemisinin teknik donanımını yerli imkânlarla yapmakla övünürken önceliğimiz olan terörle mücadele için gerekli silahlar için dışarıdan destek istiyoruz, kocamış Piri Reis’in yerine yeni bir gemiyi çoktan tedarik etmemişiz.

Suikast değil ağır kusur

Cumhurbaşkanlığı’nın konuya el atmasıyla birlikte, BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun da ölümüyle sonuçlanan helikopter kazasının üzerindeki sis perdesi önemli ölçüde kalkıyor gibi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya ziyareti sırasında, 21 eylülde gazetecilere yaptığı açıklama ile helikopter kazası olayı daha da aydınlatıcı nitelik kazandı. Gül, açıklamasında, “...düşen helikopterin beyni, yani her şeyi kaydeden o hafızası yok şimdi ortada. Düşünebiliyor musunuz? Keçiler, söküp götürmedi onu, özel vidalarla sökülmüş. İnsanın aklının almayacağı çok şey var orada, fazlasını söylemeyeyim. Yazmış adam ‘Cumhurbaşkanım’ diye gönderdi bana. ‘Biz görev yapıyoruz zannediyorduk ama şunlar şunlar da var. Al şu videoya bak’ diye gönderdiler bana. Baktım ki bir taraftan birileri buzlarda cesetlerle ilgileniyor birileri de bir taraftan vidayı söküyor.”

Hatırlatalım, bu birilerinin asker kişiler oldukları ortaya çıktı.
Gazeteciler, Gül’e, “Gelinen aşamada cinayet ihtimali yüksek mi” diye sorunca şu yanıtı veriyor:
“Cinayet de diyemeyiz, Onu savcı diyecek. Yanlışlardan, hatalardan kaçmak için de olabilir.”
Doğru, savcılık helikopter kazasını aydınlatacak. Ama Gül’ün yukarıda alıntıladığım şu sözleri, kazanın oluş biçimi ve nedeni aydınlatılmasın diye işlenen ağır kusurun ipuçlarını veriyor. “Yanlışlardan hatalardan kaçmak için de olabilir.” Bu sözlerin anlamını konuyu yakından takip eden bir devlet görevlisine sordum, yanıtı şu oldu:

“Helikopterin, kasıtlı olarak Yazıcıoğlu ve helikopterdeki diğer kişilerin öldürülmesi amacıyla düşürülmüş olduğunu zannetmiyorum. Bölgede o sırada uçuş yapan askerî jetlerin yarattığı türbülansın helikopterin düşmesine yol açtığı ihtimali çok yüksek. Bu ihmalin üzerine çok daha vahim bir hata yapılıyor. Bazı askerî görevlilerin, helikopterin, jetin yol açtığı türbülans nedeniyle düştüğünü ortaya çıkartacak kanıtları yok etmek, karartmak için helikopterin beyni olan sistemi çivi ile söktükleri kanaati çok yüksek. Gül’ün, ‘Cinayet de diyemeyiz... Yanlışlardan hatalardan kaçmak için de olabilir’ sözleri, yapılan hatayı örtbas etmek için yapılmış olan bu delilleri karartma işleminin gerçekleştiği anlamına geliyor büyük ihtimalle.”