Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili helikopter kazası soruşturması, önceki günkü operasyonla yeni bir safhaya girdi.
Tam da, yazımızda "Genelkurmay, açıklama yapmayacak mı?" diye
sormuşken, aynı gün 5 ilde eşzamanlı operasyon düzenlendi.
Genelkurmay'ın 'kaza kırım ekibinin' de aralarında olduğu 11'i muvazzaf,
2'si emekli 13 asker, toplam 16 kişi gözaltına alındı.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın on gün önce "O karakutuyu keçiler söküp götürmedi..." çıkışından sonra, şimdi geri dönülmez bir noktaya geldik. Zaten Ergenekon ve Balyoz davalarındaki gelişmelerde de öyle oldu. Belgelerin, bilgilerin üzeri örtülmeye, görmezden gelinmeye çalışıldıkça, olayların aydınlanması adına daha hızlı mesafe alındı.
Yazıcıoğlu'nun ölümü kaza mı, yoksa bir sabotaj mı? Rahmetliyi sevenler, kaza olmasını tercih ediyorlar. Büyük bir organizasyonla hayatına kastedilmesini kabullenemiyorlar. Yazıcıoğlu, adam gibi adamdı. Dürüsttü, cesurdu. Doğru yerde duruyordu. 12 Eylül 1980'den sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılanmış ve 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalmıştı. Vesayetin oynadığı "büyük oyun"u görmüştü. Siyasetçiydi ama siyaset üstüydü.
Böyle bir insana neden kıyılır, Yazıcıoğlu neden öldürülmüş olabilir?
Bugünlerde bir şüphe dillendiriliyor. Yazıcıoğlu'nun Ergenekon davasında gizli tanıklık ettiği fısıldanıyor. "Çok şey biliyordu, bildiklerini savcılarla paylaşınca vesayetin odakları paniklediler ve onu ortadan kaldırdılar" deniyor. Bu konuyu dün BBP Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici'ye sordum. "Gizli tanık" iddiasının, yıpratma amaçlı olduğunu söyledi. "Yazıcıoğlu, açık bir insandı, böyle bir tanıklık olsaydı bunu ailesiyle, benimle, Yalçın Başkan'la mutlaka paylaşırdı." dedi.
"Neden öldürülmüş olabilir?" sorusu beynimizi kemiriyor. Ortada, kaza anında savaş uçağı uçmuş olması, çelişkili açıklamalar, kaza mahalline iki gün ulaşılamaması, helikopterin beyninin sökülmesi gibi akıl almaz ihmaller ve derin şüphelerle örülü bir organizasyon var.
Kimler yapabilir, neden yapabilir? Hükümeti devirmeyi, bir darbe için kaos hazırlamayı planlayanların BBP gençlik kadrolarını bu işlere bulaştırmaya çalıştıkları bir sır değil. Hrant Dink cinayetinde bu gayretkeşliği gördük. Ama rahmetli Yazıcıoğlu'nu bilenler biliyor ki, Muhsin Başkan'ın sahip olduğu tarlayı kimse süremez.
Şahsen benim kanaatim, Muhsin Yazıcıoğlu, vesayetin oyununa gelmediği, darbe tezgâhına çomak soktuğu için hedef seçilmiş olabilir. 27 Nisan muhtırasına cephe alması, merkez sağ partilerin yamulduğu sırada cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e gidip oy kullanması, vesayetçileri çok rahatsız etti. Hafızalarda kalan öyle sözleri var ki, vesayetçilerin kimyası bozulmuş olmalı. Mesela şu sözleri: "Ordu gözbebeğimizdir. Ancak namlusunu millete çevirmiş bir tankı asla selamlamayız. Küçük bir azınlığın demokrasi dışı hevesler içine girdikleri, bir darbe girişiminde bulunabilecekleri, bununla ilgili birtakım hazırlıklar yapıldığına dair bilgiler gelmişti bana. Kasetler ulaşmıştı elimize."
Bir de 27 Mayıs 2007'de Tokat'ta söylediği bir söz var: "Türkiye, İran olmaz, Cezayir de olmaz. Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz..."
Muhsin Yazıcıoğlu, bir kaza sonucu mu öldü, yoksa kaza süsü verilerek öldürüldü mü? Konu şu anda yargıda. Fakat başka bir husus var. Önceki gün de yazdım. Bazı gazeteler, Ergenekon davası başladığından beri, devlet içindeki derin yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili belgeleri, itirafları ısrarla ya görmüyor, ya küçültüyor ya da sulandırıp bulandırıyor. Mesela önceki gün 5 ilde yapılan operasyon haberini hiç görmeyen, birinci sayfadan vermeyen yayın yöneticilerinin gazetecilik ölçüsü acaba nedir? Malatya'daki 2. Ordu Karargâhı ve askerî lojmanlarının, İzmir Buca Şirinyer'deki Merkez Komutanlığı'nın ve Ankara'da Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün polis tarafından aranmasının haber değeri hiç mi yoktur?
Sayın Cumhurbaşkanı'nın on gün önce "O karakutuyu keçiler söküp götürmedi..." çıkışından sonra, şimdi geri dönülmez bir noktaya geldik. Zaten Ergenekon ve Balyoz davalarındaki gelişmelerde de öyle oldu. Belgelerin, bilgilerin üzeri örtülmeye, görmezden gelinmeye çalışıldıkça, olayların aydınlanması adına daha hızlı mesafe alındı.
Yazıcıoğlu'nun ölümü kaza mı, yoksa bir sabotaj mı? Rahmetliyi sevenler, kaza olmasını tercih ediyorlar. Büyük bir organizasyonla hayatına kastedilmesini kabullenemiyorlar. Yazıcıoğlu, adam gibi adamdı. Dürüsttü, cesurdu. Doğru yerde duruyordu. 12 Eylül 1980'den sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılanmış ve 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalmıştı. Vesayetin oynadığı "büyük oyun"u görmüştü. Siyasetçiydi ama siyaset üstüydü.
Böyle bir insana neden kıyılır, Yazıcıoğlu neden öldürülmüş olabilir?
Bugünlerde bir şüphe dillendiriliyor. Yazıcıoğlu'nun Ergenekon davasında gizli tanıklık ettiği fısıldanıyor. "Çok şey biliyordu, bildiklerini savcılarla paylaşınca vesayetin odakları paniklediler ve onu ortadan kaldırdılar" deniyor. Bu konuyu dün BBP Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici'ye sordum. "Gizli tanık" iddiasının, yıpratma amaçlı olduğunu söyledi. "Yazıcıoğlu, açık bir insandı, böyle bir tanıklık olsaydı bunu ailesiyle, benimle, Yalçın Başkan'la mutlaka paylaşırdı." dedi.
"Neden öldürülmüş olabilir?" sorusu beynimizi kemiriyor. Ortada, kaza anında savaş uçağı uçmuş olması, çelişkili açıklamalar, kaza mahalline iki gün ulaşılamaması, helikopterin beyninin sökülmesi gibi akıl almaz ihmaller ve derin şüphelerle örülü bir organizasyon var.
Kimler yapabilir, neden yapabilir? Hükümeti devirmeyi, bir darbe için kaos hazırlamayı planlayanların BBP gençlik kadrolarını bu işlere bulaştırmaya çalıştıkları bir sır değil. Hrant Dink cinayetinde bu gayretkeşliği gördük. Ama rahmetli Yazıcıoğlu'nu bilenler biliyor ki, Muhsin Başkan'ın sahip olduğu tarlayı kimse süremez.
Şahsen benim kanaatim, Muhsin Yazıcıoğlu, vesayetin oyununa gelmediği, darbe tezgâhına çomak soktuğu için hedef seçilmiş olabilir. 27 Nisan muhtırasına cephe alması, merkez sağ partilerin yamulduğu sırada cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e gidip oy kullanması, vesayetçileri çok rahatsız etti. Hafızalarda kalan öyle sözleri var ki, vesayetçilerin kimyası bozulmuş olmalı. Mesela şu sözleri: "Ordu gözbebeğimizdir. Ancak namlusunu millete çevirmiş bir tankı asla selamlamayız. Küçük bir azınlığın demokrasi dışı hevesler içine girdikleri, bir darbe girişiminde bulunabilecekleri, bununla ilgili birtakım hazırlıklar yapıldığına dair bilgiler gelmişti bana. Kasetler ulaşmıştı elimize."
Bir de 27 Mayıs 2007'de Tokat'ta söylediği bir söz var: "Türkiye, İran olmaz, Cezayir de olmaz. Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz..."
Muhsin Yazıcıoğlu, bir kaza sonucu mu öldü, yoksa kaza süsü verilerek öldürüldü mü? Konu şu anda yargıda. Fakat başka bir husus var. Önceki gün de yazdım. Bazı gazeteler, Ergenekon davası başladığından beri, devlet içindeki derin yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili belgeleri, itirafları ısrarla ya görmüyor, ya küçültüyor ya da sulandırıp bulandırıyor. Mesela önceki gün 5 ilde yapılan operasyon haberini hiç görmeyen, birinci sayfadan vermeyen yayın yöneticilerinin gazetecilik ölçüsü acaba nedir? Malatya'daki 2. Ordu Karargâhı ve askerî lojmanlarının, İzmir Buca Şirinyer'deki Merkez Komutanlığı'nın ve Ankara'da Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün polis tarafından aranmasının haber değeri hiç mi yoktur?