29 Eylül 2011 Perşembe

Helikopter düştü mü, düşürüldü mü? / Mümtazer Türköne


Birtakım askerî personelin, helikopterin, üstünden geçen savaş uçağının türbülansı ile düştüğünü saklamak için bazı delilleri gizledikleri giderek netlik kazanıyor.

Cumhurbaşkanı'nın basına verdiği görüntüler, kaybolan cihazların askerler tarafından sökülüp götürüldüğünün delili. Bu cihazlar kaza kırım ekibinden ve yürütülen soruşturmalardan gizlendi. Öbür taraftan tam da helikopterin düştüğü sırada 4,5 dakika süreyle askerî radarın arızalandığı ve görüntülerin olmadığı kayıtlara girmişti. Askerler açıkça bir şeyleri gizliyor. Gizlenen bir suikast mı, yoksa TSK'ya ait açık ve ağır bir kusur mu? Kusur dediğimiz ancak şöyle bir şey olmalı: Hiç yapılmaması gereken, kurallara aykırı bir işi yapmak ve bu eylemin sonucu olarak beş kişinin hayatını kaybetmesine taksiren yol açmak. Sonra da bu kusuru gizlemek için radar görüntülerini ortadan kaldırmak ve helikopterin kayıt cihazlarını söküp götürmek.

Suikast mı, kusur mu? Suikasta dair kesin bir bulguya ulaşana kadar ben hâlâ bu olayı bir kaza olarak değerlendirmekten yanayım. Bu değerlendirmenin iki sebebi var. Birincisi suikast olduğu kanıtlanırsa, ortaya çok vahim sonuçlar çıkar. Birçok şey yeniden gözden geçirilir. Her şey sil baştan yapılır. Birkaç kafanın, gözün yarılıp, battal olmasıyla mesele kapanmaz. Bu işin hesabı bir kan davasına döner. Kimse bu hesabı veremez. Çünkü bu hesap bitmez. Suikastı planlayanlar, icra edenler ve sonra da delilleri karartarak bu işe ortak olanlar ne bu dünyada ne de öbür dünyada huzur bulamaz. Bu işi yaparken giydikleri üniformalar, içinde saklandıkları kurumlar başlarına yıkılır. Öyle bir yıkılır ki geride pek bir şey kalmaz. İşte bu yüzden, bu sonuçlara bakarak, bu meş'um işlerin planlandığı ve icra edildiği kadar kötü bir ordumuz olamayacağına dayanarak, suikast ihtimalinin kanıtlanana kadar öne sürülmemesi gerektiğini düşünüyorum.

İkincisi, birincisini tamamlıyor. Bu işin suikast olabilmesi için bu meş'um işlerin planlanıp icra edildiği fesat yuvası olmanın yanında ordumuzun bu kadar ince işleri becerecek yetenekte elemanlarının ve donanımının olması lâzım. Muhsin Yazıcıoğlu'na suikast planlayacak, bu iş için de bir savaş uçağını kullanacaksınız. Öncesinde helikopterin kalkış saatini ve güzergâhını bileceksiniz. Sonrasında radar kayıtlarının silinmesini, helikopterdeki cihazları söküp almayı gerçekleştireceksiniz. Üstelik, her ihtimale karşı aramaları yanlış yere yönlendirip enkaza geç ulaşılmasını sağlayacaksınız. Bütün bunları koordineli biçimde gerçekleştirecek donanıma sahip bir ordumuz varsa, suikast yerine darbe yapardı. Darbe planlarını bile gizlemekten aciz adamlar böyle bir suikastı nasıl icra edecekler? Üstelik 2009 yılında.

Helikopterin düşmesi ile ilgili kanaatim, başından itibaren bir kaza olduğu yönünde. Şimdi bu kazaya taksiren askerlerin yol açtığı iddiası kuvvetleniyor. Sonrasında helikopterin yanlış yerlerde aranmasında beceriksizliğin ötesinde kasıt da olabilir. Birilerinin kazadan sonra nefretlerini kusup ve kaza yerine ulaşılmasını engellemek adına ekipleri kasten yanlış yönlendirmesi de mümkün. Bu ihtimalin de ortaya çıkartılması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlar aydınlatıcı ve yol gösterici: 'Cinayet de diyemeyiz... Yanlışlardan, hatalardan kaçmak için olabilir' sözleri şu an vardığımız noktayı özetliyor.

Artık Genelkurmay bir açıklama yapacak, daha ötesi kendisi harekete geçerek kamuoyunu aydınlatacak. Zihnimizde hiçbir şüphe ve endişe kalmayacak. Yoksa? 'Yoksa'nın ağırlığı altında herkes ezilir.
Bu ülkede hiçbir şey gizli kalmıyor. Gerçekler bir bir ortaya çıkıyor. Biz de sabırla bekleyeceğiz. Ya sonuçta suikast olduğu ortaya çıkarsa? Ben şahsen o ihtimal kesinleşene kadar susmaktan yanayım. Hele bir kesinleşsin. O zaman Muhsin Başkan'ın hatırası için hepimizin yapacağı bir şeyler bulunur.