28 Eylül 2011 Çarşamba

Zorunlu askerlik zorunlu mu? / Osman CAN / Star Gazetesi


Darbe Anayasası bile askerliği değil, yalnızca vatan hizmetini zorunlu kılıyorken Askerlik Kanunu’nda öngörülen “Her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmaya mecburdur” ibaresi ne ‘yaman çelişki’dir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’yle ilgili olarak önceki gün medyaya yansıyan açıklamalara bakılırsa, Türkiye’yi insan hakları konusunda esaslı bir problemin beklediği anlaşılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vicdani Retçi Osman Murat Ülke ile ilgili verdiği karar gereği ihlali sona erdirecek yasal düzenleme yapılması için Türkiye’ye aralık ayına kadar süre tanınmış durumda. Karar 2006 yılında verildiğine göre, bu konudaki ayak sürümenin 5 yılı geride bıraktığı anlaşılıyor.
Hatırlanırsa vicdani kanaati gereği askerlik yapmak istemeyen Osman Murat Ülke, zorla askerliğe alınıp, gereğini de yerine getirmediği için her defasında emre itaatsizlik nedeniyle ceza almakta, diğer yandan vicdanı ret kararını açıkladığından dolayı da halkı askerlikten soğutma suçu işlediği gerekçesiyle yargılanmaktaydı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran Ülke haklı bulunmuş, Türkiye bir yandan tazminat ödemeye mahkûm olurken, diğer yandan vicdani retçilerin karşılaştığı sorunlar nedeniyle Türkiye’den yasal düzenleme yapılması talep edilmişti.

Kaçınılmaz olan hangisi?
AİHM’in gerekçesine bakıldığında şu hususlar göze çarpmaktadır:
Ülke askerlik hizmetini vicdani kanaatleri nedeniyle reddetmesinin ardından uzun süreli kovuşturmalara ve mahkûmiyetlere rağmen, askerlik hizmetinden muaf tutulmamaktadır;
Türk hukuk mevzuatında reddedenler bakımından özel bir hüküm bulunmaması nedeniyle vicdani retçiler sonu kesilmeyecek kovuşturma ve mahkûmiyetlerle yaşamları kararabilmekte, yalnızca askerlik yapmamaları nedeniyle yaşamlarının sonuna kadar bu tehdit altında yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu sonuç güdülen amaçla orantılı değildir.

Mahkeme, uygulanan yaptırım sisteminin vicdani retçilerin entelektüel kişiliğini ezdiği, başvurucuyu aşağılayan ve onu alçaltan korku ve tedirginlik hislerinin doğmasına neden olduğu; vicdani direncini ve kararlılığını kırmayı amaçlayarak, onu neredeyse “sivil ölüm”e zorladığı gerçeğinden hareketle, yaptırımın demokratik bir toplumdaki cezalandırma rejimine aykırı düştüğü sonucuna ulaşmaktadır.

Türkiye AİHM’in bundan beş yıl önce verdiği kararda belirttiği sonuçları halen ortadan kaldırabilmiş değil. Tutumları nedeniyle yargılanan, ceza alan, soruşturma ve kovuşturma tehdidi altında bulunan birçok vicdani retçi bulunduğu gibi, bunların hakkını savunduğundan dolayı halkı askerlikten soğutma suçu işlediği gerekçesiyle yargılanan birçok yazar ve entelektüel de bulunmakta. Tüm bunların Türkiye’nin mahkûmiyetine neden olması ise kesin gibi.
Peki bundan kaçınmak imkansız mı?

Hâlihazırda kurtulmaya çalıştığımız darbe Anayasası profesyonel askerliğe veya vicdani ret hakkının tanınmasına engel değil. Aksine bunu önemli ölçüde talep de ediyor. Zira Anayasanın 24. Maddesi vicdan özgürlüğünü yasayla sınırlanması mümkün olmayan bir hak olarak tanımlarken, 72. Maddesi askerliği değil, yalnızca vatan hizmetini zorunlu kılıyor. Üstelik bu hizmetin illaki silah altında yerine getirilmesini şart koşmuyor. Madde vatan hizmetinin silahlı kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenleneceğini öngörüyor. Yani bir yandan dokunulamaz olarak görülen bir vicdani kanaat özgürlüğü, diğer yandan alternatifli olarak yerine getirilebilecek bir vatan hizmeti, üstelik bu vatan hizmetinin kimi zaman yalnızca “yerine getirilmiş sayılabileceği” de kabul ediliyor. Hal böyle ise vicdani kanaati ezip geçen bir zorunlu askerliğin Anayasal bir zorunluluk olduğu iddiası geçersizleşiyor.
Alternatifli vatan hizmetinin kabul gerekçesi bu sonucu destekliyor: 1961 Anayasasının aynı içerikli maddesinin gerekçesinde “Nüfusun hızlı artışı sonucu olarak askerlik yükümü altındaki vatandaşların muvazzaflık devresinde bulunanlarının sayısı da büyük bir artma göstermekte ve sayıları ihtiyacın üstünde olan bu kimselerin hepsinin muvazzaf olarak görevlendirilmesi Devlet için büyük mali külfetlere mal olmaktadır. Hâlbuki hızlı bir kalkınma ihtiyaç ve çabası içinde bulunan memleketimizde askerlik çağındaki genç vatandaşların enerjisinden faydalanılması da zorunludur. Devlet, böylece mevcut insan gücünden en verimli bir şekilde faydalanmış olacaktır.” ifadeleri yer alırken, yani darbe anayasaları dahi zorunlu askerliği dayatmazken, 21.06.1927 tarih ve 1111 sayılı Askerlik Kanununda öngörülen “Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur” ibaresinin günümüze kadar adeta tanrısal bir buyruk gibi taşınmış olmasını ve bunun için AİHM’de ve uluslararası toplumda kınanmayı göze almanın açıklaması ne olabilir?
Düne kadar buna militarist yapının toplumun tüm erkeklerini ideolojik ve psikolojik bir tornadan geçirme sevdasıyla açıklayabilirdik. Peki, bugünden sonra “sivil” ve “demokratik” temsilcilerin aynı tutumu devam ettirmelerinin haklı bir nedeni olabilir mi? Tabii ki hayır.