27 Mayıs öncesinin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu H. Emre Oktay: Babam işkencede öldü | ||||
İDRİS GÜRSOY
/ Aksiyon Sayı: 876 / Tarih : 19-09-2011 |
||||
|
Nişantaşı Valikonağı Caddesi’nde bulunan
Hayat Apartmanı’nın önünde bir tank ve askerleri taşıyan iki araç
göründü. Cemselerin (askerî araç) projektörleri ortalığı gündüze
çevirmişti. İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay açtı kapıyı. “Sizi
götürmeye geldik!” dedi bir subay. 27 Mayıs darbesi ile ordu içinde bir
cunta yönetime el koymuş, DP iktidarı devrilmişti. Oktay, hemen
hazırlandı. Biri 13, diğeri 15 yaşındaki oğulları ve eşi ile
vedalaşamadan gitti. Emniyet Müdürü, Yassıada’ya götürülen Başbakan
Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kabine üyeleri, 402 DP
milletvekili, asker–sivil bürokratlarla birlikte 500’den fazla kişiden
biriydi.
27 Mayıs darbesi ve Yassıada denince akla idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan geliyor. Fakat, tarihin en acımasız darbelerinden birinin kurbanları sadece onlar değildi. 27 Mayıs 1960’tan sonra başbakandan il başkanlarına kadar bütün DP’liler gözaltına alınıp tutuklandı. Ülke çapında binlerce DP’li gözaltına alındı. Sivas’ta bir tecrit kampı kuruldu.
DP’lilerin sorgulanıp yargılandığı Yassıada, hukukun askıya alındığı, kötü muamele ve işkencelerin yaşandığı bir cehennem adasıydı. İnsan hakları yok sayılmış, insanlığa karşı suçlar işlenmişti. Darbeden yaklaşık bir yıl sonra 16 ve 17 Eylül 1961’de de seçimle işbaşına gelmiş bir başbakan ile iki bakan asılarak katledildi. Yassıada’da 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu hayatını kaybetti. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar, duruşma sırasında kalp krizi geçirerek öldü. İstanbul Milletvekili Yusuf Salman, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfü Şaylan, İstiklal Madalyası sahibi Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı, emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, emekli general ve bakanlardan Yümnü Üresin ve eski savunma bakanlarından Kenan Yılmaz, Anayasa Davası’nda yargılanırken vefat etti. Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, bileklerini keserek intihar etti. Milletvekili Zakar Tarver işkence sonucu öldü. Celal Bayar intihar teşebbüsünde bulundu. İçişleri Bakanı Namık Gedik, Harp Okulu’nda gözaltında tutulurken şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Bir başka işkence kurbanı da İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’dı. 30 Eylül 1960’ta ölüm haberi ulaştı evine. Ailesine ‘kalp krizi’ dendi.
Babası evden götürülürken henüz 13 yaşında olan H. Emre Oktay, yıllarca onun izini sürdü. Gerçeği çok geçmeden öğrenecekti; İstanbul’un başarılı emniyet müdürü gözaltında işkencede öldürülmüştü. Yassıada’da Bizans döneminden kalma zindanlar vardı. Darbeciler bazı DP’lilerı cezalandırmak ve işkence için işte bu zindanları kullandı. Oktay, 2009 yılında ilk defa adaya gittiğinde edindiği bilgiler ışığında bu zindanları buldu. Aksiyon’a o günkü izlenimlerini anlatırken, “Zindanlar karşılıklı hücreler şeklinde, her hücre 2 metre genişlikte 2 metre yükseklikte. Ayağa kalkamazsınız, yere oturamazsınız. Yerde çamur ve su var. Bu zindanda babamı üç gün tutmuşlar. Babam burada işkencede hayatını kaybetti.” diyor.
500’ün üzerindeki insan içinden İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay ile ‘İstanbul grubu’ denilen kişilerin seçilerek işkenceye tabii tutulmaları tesadüf değildi. Oktay’ın ölümü ile sonuçlanan bu olay aynı zamanda 27 Mayıs ve Yassıada Mahkemesi’nin nasıl yalanlar üzerine kurulduğunu gösteriyordu. Önce darbe yapılmış, gerekçe olarak da kardeş kavgası ve DP’nin işlediği cinayetler gösterilmişti. DP’lileri halkın gözünde küçük düşürecek akla hayale sığmayacak yalanlar ortaya atılmıştı. Yassıada Mahkemeleri’nde DP’lilere işte bütün bu suçların hesabı sorulacaktı. Soruşturma komisyonu ve mahkeme kuruldu. Ancak ortada küçük bir sorun vardı. İdam kararları ve infazlar için deliller ve sanıkların itirafı gerekiyordu. Yassıada zindanlarında DP’liler sorgudan geçirildi. Bazı milletvekilleri ve bürokratlara yüklenen suçlar itiraf ettirilmek istendi. Darbecilerin iddiasına göre; ‘DP, öğrencilerin cesetlerini kuyulara, Et ve Balık Kurumu’nun buzluklarına atmış, kıyma makinelerinden geçirip Konya asfaltının altına saklamıştı.’ Bayar ve Menderes ‘Öğrencilere ateş edin’ emri vermekle suçlanıyordu.
Yassıada’da 52 yaşındaki Oktay, işkence odasına alındı. Emniyet müdürüne soruldu:
-Ölüler nerde?
-Hangi ölüler?
-Celal Bayar, Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, öğrenciler öldü. Nerede cesetleri?
Oktay’ın baskı ve işkencelere dayanamayıp her şeyi itiraf edeceği düşünülüyordu. Ancak Oktay eski bir askerdi. Yarbay rütbesinde iken meslekten ayrılıp polisliğe geçmiş ve alt kademelerden başarı ile İstanbul emniyet müdürlüğüne kadar yükselmişti. Sorguya çekilen İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün ve polis şefi Bumin Yamanoğlu gibi o da iddiaları kabul etmedi. H. Emre Oktay, görgü tanıklarından dinlediği babasının o son anlarını şöyle anlatıyor: “Sorgu odası çok sıcak ve havasız. Yüzüne sürekli yüksek ışık tutuluyor. ‘Cesetler nerede?’ diye sorulunca isyan ederek, ‘İşlemediğimiz bir suçu bize kabul ettirmek mi istiyorsunuz? Madem öğrencilerin öldürüldüğünü söylüyorsunuz, açıklayın kimliklerini, getirin göreyim ailelerini’ diyor. Yumruk ve cop darbeleri kafasına, sırtına inmeye başlıyor. Tekrar ve tekrar soruyorlar. Babam, işkenceler altında bile, ‘Bize kimse ateş emri vermedi, biz ateş etmedik’ diye cevap veriyor. ‘Söyle, ölüler nerde?’ diyerek fena şekilde dövüyorlar. Ayağa kaldırıp böğrüne tekmeler indiriyorlar, iki büklüm oluyor. Alması gereken ilaçları vardı, onlar da verilmiyor. Babam işkencede ölüyor.”
Emniyet Müdürü’nün vücudundaki darp izlerini Yassıada’da yargılanan eski İstanbul Valisi Ethem Yetkiner de görüyor; yıllar sonra bir toplantıda karşılaştığı Emre Oktay’a, “Baban yiğit adamdı. Göğsünde ve vücudunda darp izleri vardı.” diyor.
DP’lilerin Yassıada’da yaşadıklarını araştırarak, anıları ile birlikte üç kitapta toplayan Oktay, işkencecilerin sahte gözlük ve burunla gizlendiklerini söylüyor. Ona göre, yarım yüzyıl sonra Yassıada’daki cinayetlerin sorumlularının artık açığa çıkarılmasının, gıyaben dahi olsa yargılanmalarının zamanı geldi. İnsanlık suçlarının hesabının sorulmasının bundan sonraki demokratik hayat için önemine işaret eden Oktay, sorgu ve işkencelerde bugün hâlâ hayatta olan Orhan Birgit gibi sivillerin yanı sıra Teoman Koman gibi sonraki dönemlerde kamuoyunun tanıdığı bazı askerlerin görev aldığını tanık ifadelerine dayanarak iddia ediyor. Bu kişilerin toplumda hâlâ saygın bir konumda olmasını ise hukuki süreçlerin başlatılmamasına bağlıyor.
Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, DP’lilere her türlü iftiranın atıldığı ‘Yassıada Saati’ni hazırlayan, Yassıada’da aleyhte tanıklık yapan gazetecilerden biri. Aksiyon’a 27 Mayıs öncesi darbeye zemin hazırlayan öğrenci olaylarını organize ettiğini itiraf etmişti. Birgit, Yassıada’daki sorgulamalarda bulunduğu ile ilgili iddiayı ise yalanladı. “Sorgulamalara katılmadık.” dedi. Teoman Koman ise ada komutanı ile birlikte işkencelerde yer aldığı ile ilgili yayınlar konusunda bugüne kadar hep suskun kalmayı tercih etti.
Oktay ailesi, 27 Mayıs sabahı evden çıkan babalarını bir daha göremedi. Dört ay sonra bir telefonla acı gerçeği öğrendiler. Oktay olanları şöyle anlatıyor: “Annem açtı telefonu. ‘Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan alın’ demişler. Ağabeyim cenazeyi almak için hastaneye gitti. Hastanede iki subay gelmiş yanına, ilgili bir şekilde yaklaşmışlar. Ağabeyim ‘Faruk Oktay’ın cenazesini alacağım’ demiş. ‘Hangi Faruk?’ diye sormuş subaylar. Faruk adında bir subay ölmüş o günlerde, o zannediyorlar. Yassıada’da ölen Faruk Oktay olduğunu öğrenince dalga geçerek gidiyorlar. Cenazeyi ağabeyime iki er teslim ediyor. Babamın göğsünde kocaman bir yara varmış.”
Darbeciler ölüm sebebi olarak ‘kalp krizi’ni gösteriyor. Rapor ve otopsi yok. Aile bir şey soramıyor. Tedbirler kanunu yürürlükte; 27 Mayıs ve uygulamaları eleştirilemiyor, sorgulanamıyor. Ölenlerin yakınları bile korkudan cenaze evine taziyeye gelemiyor. Kimse aileye selam vermiyor. Oktay, “Sadece Anadolu insanı. Mahallemizdeki kapıcılar, bakkal Anadoluluydu. ‘Gelip bir ihtiyacınız var mı?’ diye sorabildiler.” diye konuşuyor.
Oktay, Kadıköy’de babasına ait hatıralarla yaşıyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasındaki bir köşeye eski emniyet müdürleri arasına babasının da fotoğrafının asıldığını öğrenmenin buruk sevinci var yüzünde. Yassıada’nın izleri ise çok derin, kalbinde. Oktay, 51 yıl sonra da olsa Meclis’in ve savcıların atacağı adımları bekliyor.
Sorgu odasında Orhan Birgit de var mıydı?
Yassıada’da yargılanan DP’lilerden Nevşehir Milletvekili Necmettin Önder, anılarını kaleme aldığı (YASSIADA’DA MİLLİ İRADE NASIL MAHKUM EDİLDİ?, BASIM YILI, 1990, SAYFA; 92) kitabında şu iddiayı gündeme taşıyor: “Eski İstanbul Valisi Ethem Yetkiner, bana şunları anlatmıştı; ‘Bir gece beni yataktan kaldırdılar, giyindim, iki bahriyeli teğmen alıp aşağı indirdi. Adadaki meteoroloji istasyonunun yanında bulunan karanlık binaya soktular. Ufacık mezar gibi bir oda. Sonra bir başka odaya aldılar. Burada insan hiçbir şey görmüyor. Bin mumluk bir ışığı göze tutuyorlar. Işıktan başka bir şey seçilmiyor. Gözümü biraz alıştırıp kendimi zorladım. Önde üç kişi oturuyor. Arkada daha kalabalık insanlar bulunuyordu. Bunlar arasında Faruk Güryay, Egesel, Orhan Birgit de bulunuyordu.” Orhan Birgit ise bu konudaki sorumuza şu cevabı verdi: “Ne Yassıada’da ne de başka herhangi bir mekânda merhum Faruk Oktay ya da başka bir kişinin sorgulaması sırasında bulunduk. Yassıada duruşmalarında Anayasayı ihlal, 6-7 Eylül olayları davalarında savcıların kamu tanıklığı için mahkemece dinlenmemi istemeleri nedeni ile görevimi yaptım. Anlattıklarım Yüksek Adalet Divanı tutanaklarında olacaktır.”
‘Her kötülüğe başvurdular’
Nusret Kirişcioğlu, Yassıada’da özellikle emniyet mensuplarına yönelik işkenceleri şöyle anlatıyor: “Dayaktan zindana, ışıklı odadan kayalıklara adam sallandırmaya kadar akla gelen ne varsa yapılmıştır. Tarık Güryay ve Egesel’i bu hareketlere zorlayan sebebi, emekli ada kumandanının kendi kaleminden öğrenmiş olduk (Bir İktidar Yargılanıyor-Tarık Güryay). Bakınız şu cümle ne kadar dikkat çekicidir: ‘İddianamedeki suçların çoğu kanunların istediği kesinlikte ispat edilmeleri ya da delillendirilmeleri imkânsız davranışlardı. Ancak açık itiraflar suçları asgari delile kavuşturabilirdi.’ Ada Komutanı Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların kanunda yeri bulunmadığı ve delil elde edilemeyeceği kanaatine sahip olduğu içindir ki, İKRAR veya ATFI CÜRM elde edebilmek için Egesel ile el ele her kötülüğe başvurmuştur. İlk dayaklar 28-29 Nisan öğrenci olaylarında ölen talebelerin mevcudiyetini söyletmek ve cesetlerin yerlerini öğrenmek için atılmıştır. Birçok emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş, İst. Emn. Md. Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür.”
Reşat Petek(*): Yassıada yargısız infazdı
Yassıada infazlarına rahatlıkla yargısız infaz diyebiliriz. Hukuka uygun yargılamadan söz etmek mümkün olmadığı için bu infazları hukuken yargı kararlarının infazı olarak değerlendiremeyiz. Her şeyden önce oluşturulan Yassıada Mahkemesi ‘tabii hâkim’ ilkesine aykırıdır. İnsanlar ancak işlediği iddia olunan suçun işlendiği tarihte var olan mahkemelerde yargılanabilir. Sonradan oluşturulan mahkemelerin, amacı, görevi, hangi doğrultuda karar vereceği o mahkemeleri oluşturan darbeciler tarafından önceden kararlaştırılmıştır. Bu nedenledir ki Yassıada Mahkeme Başkanı Salim Başol, ‘Sizi buraya gönderen irade böyle istiyor’ sözleriyle mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, sadece emirleri uyguladığını beyan etmiştir. İkinci olarak, ne ile suçlandığını bilmek en tabii sanık hakkı olmasına rağmen, sanıklara hukuka uygun olarak suç ve suçlama izah edilememiştir. Sanık haklarına riayet edilmemiştir. Başbakanın emriyle öldürüldüğü iddia edilen gençlerin kim olduğu belli değildir. Ailelerinin şikâyeti yoktur. Daha açıkçası öldürülen gençler sadece uydurma bir senaryodur. Suçlamaları doğrulayan müşteki iddiası, yer, zaman, şahıs, tanık, doktor raporu, otopsi raporu olmadan sözde yargılama yapılarak sözde hüküm verilmiştir. Sanıklar duruşmada Mahkeme başkanınca azarlanmış, kutsal savunma haklarını kullanmalarına bile fırsat verilmemiştir. Bu nedenle Başbakan Menderes ve bakanlarının idamları bir katliamdır. Yassıada’nın sözde yargı mensupları ise emirlere uymanın mükâfatı olarak Yüksek Mahkemelere başkan ve üye olarak atanmışlardır. Kendilerinden adalet beklenen hâkim ve savcıların görevlerini kötüye kullanmaları ve haksız yere idam ve ağır hapis cezaları vermeleri ise en ağır ceza yaptırımına muhatap olmalarını gerektirir. Ancak bu hukuksuzlukların hesabı ceza hukuku açısından sorulamamıştır.
(*) Emekli Başsavcı
Burhan Apaydın(*): TBMM, Yassıada kararlarını yok saymalı
Milli Birlikçiler’in ‘Yüksek Adalet Divanı’ dedikleri mahkeme 1924 Anayasası’na göre keellem yekûn (yok) adledilmesi gereken bir heyettir. Yassıada kararlarının TBMM tarafından yok addedilmesine karar verilmesi gerekir. Yeni oluşacak olan TBMM’nin ilk yapması gereken iş Yassıada kararlarının iptaline karar vermektir. Adnan Menderes’in anayasayı ihlal suçundan idamına dair verilen kararın kökünden yok edilmesi gerekir. Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan hakkındaki kararlar tamamen iptal edilmelidir. Bu Türkiye’nin namus borcudur. Meclis’in tarih karşısında geçmişe karşı demokrasi ve hukuk borcudur, kendi geleceğinin de garantisidir. 27 Mayıs gaspçıları TBMM’yi lağvetmiş olmakla büyük bir suç işlemişlerdir. Bunu yapanların da TCK’ya göre muhakeme edilmeleri ve cezalandırılmaları gerekir. 27 Mayıs’ta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ihlal etmişler ve milletin reyi ile oluşmuş olan TBMM’yi lağvetme suçunu işlemişlerdir. Ölenlerin gıyabında, hâlâ yaşayanların yüzlerine karşı dava açılmalıdır. Bu yapılmadıkça eşkıyaların hareketleri cezasız kalmış olur.
(*) Adnan Menderes’in avukatı
27 Mayıs darbesi ve Yassıada denince akla idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan geliyor. Fakat, tarihin en acımasız darbelerinden birinin kurbanları sadece onlar değildi. 27 Mayıs 1960’tan sonra başbakandan il başkanlarına kadar bütün DP’liler gözaltına alınıp tutuklandı. Ülke çapında binlerce DP’li gözaltına alındı. Sivas’ta bir tecrit kampı kuruldu.
DP’lilerin sorgulanıp yargılandığı Yassıada, hukukun askıya alındığı, kötü muamele ve işkencelerin yaşandığı bir cehennem adasıydı. İnsan hakları yok sayılmış, insanlığa karşı suçlar işlenmişti. Darbeden yaklaşık bir yıl sonra 16 ve 17 Eylül 1961’de de seçimle işbaşına gelmiş bir başbakan ile iki bakan asılarak katledildi. Yassıada’da 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu hayatını kaybetti. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar, duruşma sırasında kalp krizi geçirerek öldü. İstanbul Milletvekili Yusuf Salman, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfü Şaylan, İstiklal Madalyası sahibi Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı, emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, emekli general ve bakanlardan Yümnü Üresin ve eski savunma bakanlarından Kenan Yılmaz, Anayasa Davası’nda yargılanırken vefat etti. Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, bileklerini keserek intihar etti. Milletvekili Zakar Tarver işkence sonucu öldü. Celal Bayar intihar teşebbüsünde bulundu. İçişleri Bakanı Namık Gedik, Harp Okulu’nda gözaltında tutulurken şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Bir başka işkence kurbanı da İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’dı. 30 Eylül 1960’ta ölüm haberi ulaştı evine. Ailesine ‘kalp krizi’ dendi.
Babası evden götürülürken henüz 13 yaşında olan H. Emre Oktay, yıllarca onun izini sürdü. Gerçeği çok geçmeden öğrenecekti; İstanbul’un başarılı emniyet müdürü gözaltında işkencede öldürülmüştü. Yassıada’da Bizans döneminden kalma zindanlar vardı. Darbeciler bazı DP’lilerı cezalandırmak ve işkence için işte bu zindanları kullandı. Oktay, 2009 yılında ilk defa adaya gittiğinde edindiği bilgiler ışığında bu zindanları buldu. Aksiyon’a o günkü izlenimlerini anlatırken, “Zindanlar karşılıklı hücreler şeklinde, her hücre 2 metre genişlikte 2 metre yükseklikte. Ayağa kalkamazsınız, yere oturamazsınız. Yerde çamur ve su var. Bu zindanda babamı üç gün tutmuşlar. Babam burada işkencede hayatını kaybetti.” diyor.
500’ün üzerindeki insan içinden İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay ile ‘İstanbul grubu’ denilen kişilerin seçilerek işkenceye tabii tutulmaları tesadüf değildi. Oktay’ın ölümü ile sonuçlanan bu olay aynı zamanda 27 Mayıs ve Yassıada Mahkemesi’nin nasıl yalanlar üzerine kurulduğunu gösteriyordu. Önce darbe yapılmış, gerekçe olarak da kardeş kavgası ve DP’nin işlediği cinayetler gösterilmişti. DP’lileri halkın gözünde küçük düşürecek akla hayale sığmayacak yalanlar ortaya atılmıştı. Yassıada Mahkemeleri’nde DP’lilere işte bütün bu suçların hesabı sorulacaktı. Soruşturma komisyonu ve mahkeme kuruldu. Ancak ortada küçük bir sorun vardı. İdam kararları ve infazlar için deliller ve sanıkların itirafı gerekiyordu. Yassıada zindanlarında DP’liler sorgudan geçirildi. Bazı milletvekilleri ve bürokratlara yüklenen suçlar itiraf ettirilmek istendi. Darbecilerin iddiasına göre; ‘DP, öğrencilerin cesetlerini kuyulara, Et ve Balık Kurumu’nun buzluklarına atmış, kıyma makinelerinden geçirip Konya asfaltının altına saklamıştı.’ Bayar ve Menderes ‘Öğrencilere ateş edin’ emri vermekle suçlanıyordu.
Yassıada’da 52 yaşındaki Oktay, işkence odasına alındı. Emniyet müdürüne soruldu:
-Ölüler nerde?
-Hangi ölüler?
-Celal Bayar, Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, öğrenciler öldü. Nerede cesetleri?
Oktay’ın baskı ve işkencelere dayanamayıp her şeyi itiraf edeceği düşünülüyordu. Ancak Oktay eski bir askerdi. Yarbay rütbesinde iken meslekten ayrılıp polisliğe geçmiş ve alt kademelerden başarı ile İstanbul emniyet müdürlüğüne kadar yükselmişti. Sorguya çekilen İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün ve polis şefi Bumin Yamanoğlu gibi o da iddiaları kabul etmedi. H. Emre Oktay, görgü tanıklarından dinlediği babasının o son anlarını şöyle anlatıyor: “Sorgu odası çok sıcak ve havasız. Yüzüne sürekli yüksek ışık tutuluyor. ‘Cesetler nerede?’ diye sorulunca isyan ederek, ‘İşlemediğimiz bir suçu bize kabul ettirmek mi istiyorsunuz? Madem öğrencilerin öldürüldüğünü söylüyorsunuz, açıklayın kimliklerini, getirin göreyim ailelerini’ diyor. Yumruk ve cop darbeleri kafasına, sırtına inmeye başlıyor. Tekrar ve tekrar soruyorlar. Babam, işkenceler altında bile, ‘Bize kimse ateş emri vermedi, biz ateş etmedik’ diye cevap veriyor. ‘Söyle, ölüler nerde?’ diyerek fena şekilde dövüyorlar. Ayağa kaldırıp böğrüne tekmeler indiriyorlar, iki büklüm oluyor. Alması gereken ilaçları vardı, onlar da verilmiyor. Babam işkencede ölüyor.”
Emniyet Müdürü’nün vücudundaki darp izlerini Yassıada’da yargılanan eski İstanbul Valisi Ethem Yetkiner de görüyor; yıllar sonra bir toplantıda karşılaştığı Emre Oktay’a, “Baban yiğit adamdı. Göğsünde ve vücudunda darp izleri vardı.” diyor.
DP’lilerin Yassıada’da yaşadıklarını araştırarak, anıları ile birlikte üç kitapta toplayan Oktay, işkencecilerin sahte gözlük ve burunla gizlendiklerini söylüyor. Ona göre, yarım yüzyıl sonra Yassıada’daki cinayetlerin sorumlularının artık açığa çıkarılmasının, gıyaben dahi olsa yargılanmalarının zamanı geldi. İnsanlık suçlarının hesabının sorulmasının bundan sonraki demokratik hayat için önemine işaret eden Oktay, sorgu ve işkencelerde bugün hâlâ hayatta olan Orhan Birgit gibi sivillerin yanı sıra Teoman Koman gibi sonraki dönemlerde kamuoyunun tanıdığı bazı askerlerin görev aldığını tanık ifadelerine dayanarak iddia ediyor. Bu kişilerin toplumda hâlâ saygın bir konumda olmasını ise hukuki süreçlerin başlatılmamasına bağlıyor.
Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, DP’lilere her türlü iftiranın atıldığı ‘Yassıada Saati’ni hazırlayan, Yassıada’da aleyhte tanıklık yapan gazetecilerden biri. Aksiyon’a 27 Mayıs öncesi darbeye zemin hazırlayan öğrenci olaylarını organize ettiğini itiraf etmişti. Birgit, Yassıada’daki sorgulamalarda bulunduğu ile ilgili iddiayı ise yalanladı. “Sorgulamalara katılmadık.” dedi. Teoman Koman ise ada komutanı ile birlikte işkencelerde yer aldığı ile ilgili yayınlar konusunda bugüne kadar hep suskun kalmayı tercih etti.
Oktay ailesi, 27 Mayıs sabahı evden çıkan babalarını bir daha göremedi. Dört ay sonra bir telefonla acı gerçeği öğrendiler. Oktay olanları şöyle anlatıyor: “Annem açtı telefonu. ‘Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan alın’ demişler. Ağabeyim cenazeyi almak için hastaneye gitti. Hastanede iki subay gelmiş yanına, ilgili bir şekilde yaklaşmışlar. Ağabeyim ‘Faruk Oktay’ın cenazesini alacağım’ demiş. ‘Hangi Faruk?’ diye sormuş subaylar. Faruk adında bir subay ölmüş o günlerde, o zannediyorlar. Yassıada’da ölen Faruk Oktay olduğunu öğrenince dalga geçerek gidiyorlar. Cenazeyi ağabeyime iki er teslim ediyor. Babamın göğsünde kocaman bir yara varmış.”
Darbeciler ölüm sebebi olarak ‘kalp krizi’ni gösteriyor. Rapor ve otopsi yok. Aile bir şey soramıyor. Tedbirler kanunu yürürlükte; 27 Mayıs ve uygulamaları eleştirilemiyor, sorgulanamıyor. Ölenlerin yakınları bile korkudan cenaze evine taziyeye gelemiyor. Kimse aileye selam vermiyor. Oktay, “Sadece Anadolu insanı. Mahallemizdeki kapıcılar, bakkal Anadoluluydu. ‘Gelip bir ihtiyacınız var mı?’ diye sorabildiler.” diye konuşuyor.
Oktay, Kadıköy’de babasına ait hatıralarla yaşıyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasındaki bir köşeye eski emniyet müdürleri arasına babasının da fotoğrafının asıldığını öğrenmenin buruk sevinci var yüzünde. Yassıada’nın izleri ise çok derin, kalbinde. Oktay, 51 yıl sonra da olsa Meclis’in ve savcıların atacağı adımları bekliyor.
Sorgu odasında Orhan Birgit de var mıydı?
Yassıada’da yargılanan DP’lilerden Nevşehir Milletvekili Necmettin Önder, anılarını kaleme aldığı (YASSIADA’DA MİLLİ İRADE NASIL MAHKUM EDİLDİ?, BASIM YILI, 1990, SAYFA; 92) kitabında şu iddiayı gündeme taşıyor: “Eski İstanbul Valisi Ethem Yetkiner, bana şunları anlatmıştı; ‘Bir gece beni yataktan kaldırdılar, giyindim, iki bahriyeli teğmen alıp aşağı indirdi. Adadaki meteoroloji istasyonunun yanında bulunan karanlık binaya soktular. Ufacık mezar gibi bir oda. Sonra bir başka odaya aldılar. Burada insan hiçbir şey görmüyor. Bin mumluk bir ışığı göze tutuyorlar. Işıktan başka bir şey seçilmiyor. Gözümü biraz alıştırıp kendimi zorladım. Önde üç kişi oturuyor. Arkada daha kalabalık insanlar bulunuyordu. Bunlar arasında Faruk Güryay, Egesel, Orhan Birgit de bulunuyordu.” Orhan Birgit ise bu konudaki sorumuza şu cevabı verdi: “Ne Yassıada’da ne de başka herhangi bir mekânda merhum Faruk Oktay ya da başka bir kişinin sorgulaması sırasında bulunduk. Yassıada duruşmalarında Anayasayı ihlal, 6-7 Eylül olayları davalarında savcıların kamu tanıklığı için mahkemece dinlenmemi istemeleri nedeni ile görevimi yaptım. Anlattıklarım Yüksek Adalet Divanı tutanaklarında olacaktır.”
‘Her kötülüğe başvurdular’
Nusret Kirişcioğlu, Yassıada’da özellikle emniyet mensuplarına yönelik işkenceleri şöyle anlatıyor: “Dayaktan zindana, ışıklı odadan kayalıklara adam sallandırmaya kadar akla gelen ne varsa yapılmıştır. Tarık Güryay ve Egesel’i bu hareketlere zorlayan sebebi, emekli ada kumandanının kendi kaleminden öğrenmiş olduk (Bir İktidar Yargılanıyor-Tarık Güryay). Bakınız şu cümle ne kadar dikkat çekicidir: ‘İddianamedeki suçların çoğu kanunların istediği kesinlikte ispat edilmeleri ya da delillendirilmeleri imkânsız davranışlardı. Ancak açık itiraflar suçları asgari delile kavuşturabilirdi.’ Ada Komutanı Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların kanunda yeri bulunmadığı ve delil elde edilemeyeceği kanaatine sahip olduğu içindir ki, İKRAR veya ATFI CÜRM elde edebilmek için Egesel ile el ele her kötülüğe başvurmuştur. İlk dayaklar 28-29 Nisan öğrenci olaylarında ölen talebelerin mevcudiyetini söyletmek ve cesetlerin yerlerini öğrenmek için atılmıştır. Birçok emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş, İst. Emn. Md. Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür.”
Reşat Petek(*): Yassıada yargısız infazdı
Yassıada infazlarına rahatlıkla yargısız infaz diyebiliriz. Hukuka uygun yargılamadan söz etmek mümkün olmadığı için bu infazları hukuken yargı kararlarının infazı olarak değerlendiremeyiz. Her şeyden önce oluşturulan Yassıada Mahkemesi ‘tabii hâkim’ ilkesine aykırıdır. İnsanlar ancak işlediği iddia olunan suçun işlendiği tarihte var olan mahkemelerde yargılanabilir. Sonradan oluşturulan mahkemelerin, amacı, görevi, hangi doğrultuda karar vereceği o mahkemeleri oluşturan darbeciler tarafından önceden kararlaştırılmıştır. Bu nedenledir ki Yassıada Mahkeme Başkanı Salim Başol, ‘Sizi buraya gönderen irade böyle istiyor’ sözleriyle mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, sadece emirleri uyguladığını beyan etmiştir. İkinci olarak, ne ile suçlandığını bilmek en tabii sanık hakkı olmasına rağmen, sanıklara hukuka uygun olarak suç ve suçlama izah edilememiştir. Sanık haklarına riayet edilmemiştir. Başbakanın emriyle öldürüldüğü iddia edilen gençlerin kim olduğu belli değildir. Ailelerinin şikâyeti yoktur. Daha açıkçası öldürülen gençler sadece uydurma bir senaryodur. Suçlamaları doğrulayan müşteki iddiası, yer, zaman, şahıs, tanık, doktor raporu, otopsi raporu olmadan sözde yargılama yapılarak sözde hüküm verilmiştir. Sanıklar duruşmada Mahkeme başkanınca azarlanmış, kutsal savunma haklarını kullanmalarına bile fırsat verilmemiştir. Bu nedenle Başbakan Menderes ve bakanlarının idamları bir katliamdır. Yassıada’nın sözde yargı mensupları ise emirlere uymanın mükâfatı olarak Yüksek Mahkemelere başkan ve üye olarak atanmışlardır. Kendilerinden adalet beklenen hâkim ve savcıların görevlerini kötüye kullanmaları ve haksız yere idam ve ağır hapis cezaları vermeleri ise en ağır ceza yaptırımına muhatap olmalarını gerektirir. Ancak bu hukuksuzlukların hesabı ceza hukuku açısından sorulamamıştır.
(*) Emekli Başsavcı
Burhan Apaydın(*): TBMM, Yassıada kararlarını yok saymalı
Milli Birlikçiler’in ‘Yüksek Adalet Divanı’ dedikleri mahkeme 1924 Anayasası’na göre keellem yekûn (yok) adledilmesi gereken bir heyettir. Yassıada kararlarının TBMM tarafından yok addedilmesine karar verilmesi gerekir. Yeni oluşacak olan TBMM’nin ilk yapması gereken iş Yassıada kararlarının iptaline karar vermektir. Adnan Menderes’in anayasayı ihlal suçundan idamına dair verilen kararın kökünden yok edilmesi gerekir. Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan hakkındaki kararlar tamamen iptal edilmelidir. Bu Türkiye’nin namus borcudur. Meclis’in tarih karşısında geçmişe karşı demokrasi ve hukuk borcudur, kendi geleceğinin de garantisidir. 27 Mayıs gaspçıları TBMM’yi lağvetmiş olmakla büyük bir suç işlemişlerdir. Bunu yapanların da TCK’ya göre muhakeme edilmeleri ve cezalandırılmaları gerekir. 27 Mayıs’ta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ihlal etmişler ve milletin reyi ile oluşmuş olan TBMM’yi lağvetme suçunu işlemişlerdir. Ölenlerin gıyabında, hâlâ yaşayanların yüzlerine karşı dava açılmalıdır. Bu yapılmadıkça eşkıyaların hareketleri cezasız kalmış olur.
(*) Adnan Menderes’in avukatı