İçişleri Bakanı İdris
Naim Şahin, “Uludere harekatında vur emrini kim verdi?” sorusuna, dün
NTV canlı yayınında işte bu yanıtı verdi.
İçişleri Bakanı’nın “Emri Hava Kuvvetleri’ndeki komutanlar verdi” açıklamasının ardından, geçmişte o emirleri veren komutanlardan birini aradım.
Hava Kuvvetleri’nde hem Ankara’da ana karargahta hem Diyarbakır’da hem de NATO’da görev yapmış bu emekli generale, ‘İnsansız Hava Araçlarından (İHA) gelen görüntüler üzerine hava harekatı icra edilmesi’ sürecinin aşamalarını ve detaylarını sordum.
Emekli Hava Pilot General’in anlattıklarından sonra, sanırım hepimizin zihninde, ‘neyin ne ve nasıl olduğu’ netleşecek.
Emekli komutan önce ABD’nin bölgede uçan predatörlerinden bahsetti:
- Predatörler Adana İncirlik’te konuşlu. Komuta merkezi ise ABD’de, Nevada’da. Predatörün buradan aldığı görüntü, uydu vasıtasıyla Nevada’ya ulaşıyor.
- Bütün yönlendirme ve görevlendirmeler, Nevada’daki izleme ve harekat merkezinden yapılıyor. Sadece görüntü alıp kaydetmeleri de mümkün, gerek görmeleri halinde operasyon düzenlemeleri de.
- Amerikalılar, Türkiye’ye de istedikleri ‘iz’i, yani görüntüyü veriyorlar. Bu, ‘real time’ yani ‘gerçek zamanlı’ değil, yaklaşık 15 - 20 dakikalık bir gecikme ile gerçekleşiyor. Ama gördükleri ya da kaydettikleri görüntülerin ne kadarını Türk makamları ile paylaşıyorlar, işte onu tam olarak bilemiyoruz.
Emekli Pilot General, predatörlerden sonra heronları anlattı:
- Heronlar ise biliyorsunuz, Batman’da konuşlu. Türkiye olarak biz istediğimiz zaman ve süreyle gözetleme yapıyoruz.
- Heron’un aldığı görüntü, Batman’daki Harekat Merkezi’ne iniyor. Oradan da Diyarbakır’daki 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı’nda bulunan Hava Savunma Harekat Merkezi’ndeki ekrana aktarılıyor. Aynı görüntü eş zamanlı olarak istenmesi halinde, Ankara’da Hava Kuvvetleri Karargahı’ndan da izlenebiliyor.
Görüntü istihbarat değildir
Konunun uzmanı emekli general, çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor:
- Bakın, konu kamuoyunda yanlış bir ifade ile tartışılıyor. “İstihbaratı Heron mu verdi, Predatör mü?” sorusu yanlış ve anlamsız. Çünkü insansız hava aracından ‘istihbarat’ alınmaz, sadece ‘görüntü’ alınır. Görüntü başka şeydir, bunun istihbarat haline getirilmesi, istihbarata dönüştürülmesi başka şey. Ve asıl önemli olan da istihbarattır.
- Havadan ekrana gelen görüntü, ham bilgidir ve istihbarata dönüşmesi için, bunun ne olduğunu anlamak için ilgili birlikler ve birimlerden ‘yan bilgiler’in alınması gerekir.
- Görüntünün alındığı koordinatların görev alanında olduğu, bölgedeki kara birliğine sorulur önce. “Bizim orada silahlı güçlerimiz var mı, operasyonda olan birlikler ya da dönüşte olanlar var mı” diye. Çünkü bizim kara birliklerimiz bir sızmadan dönüyor olabilirler mesela.
- Biz Havacılar, Karacılar ile konuşuruz. Kara birliklerimiz yoksa, yine bölgedeki Jandarma ve Emniyet ile de aynı çerçevede koordine ederiz, “O çevrede jandarmamız ya da polisimiz var mı” diye.
- Görüntü alınan koordinatlar çevresinde silahlı güçlerimiz olmadığı teyid edilirse, bu defa bölgenin bağlı bulunduğu sivil otoritelerden de bilgi alınır. Mülki amirliklere de sorulur, “Gelecek mülteci ya da beklenen sivil insanlar var mı, bölgede bilginiz dahilinde bir sivil hareketlilik olması muhtemel mi” diye.
- Bütün bu birlik ve birimlerden alınan bilgilerden sonra değerlendirme aşamasına gelinir. Sivil, asker, polis, bölgede kimse yoksa, kimse beklenmiyorsa, bu bilgiler gerekirse defaten temaslarla kesinleştirildikten sonra, artık o görüntü bir istihbarata dönüşmüş olur. Ve bizim Diyarbakır’daki harekat merkezi bunu mutlaka yapar.
- Ve bu noktaya gelindiyse, durum artık nettir. Kara birliği yok, beklenen sivil yok... Ve görüntülerde sınıra yönelmiş hareketli bir grup var. İstihbaratın sonucu, gelenlerin ‘terörist yani düşman olduğu’dur. Bu tespit doğrultusunda da uçaklara ‘kalk emri’ verilir.
“Pekiyi, istihbaratın kesinleşmesi durumunda, ‘vur emri’ni kim verir?”
Eski komutanın bu soruya yanıtı da gayet net:
- Biliyorsunuz, Hükümet Meclis’ten sınır ötesine asker gönderme ve harekat yetkisini aldı. Hükümetler, Meclis’ten aldıkları bu yetkiyi, tabii ki sorumluluk kendilerinde kalmak kaydıyla, Genelkurmay’a devrederler. Genelkurmay da, yapılacak iş havadan ise Hava Kuvvetleri’ne, karadan ise Kara Kuvvetleri’ne, denizden ise Deniz Kuvvetleri’ne devreder hükümetten aldığı operasyon yetkisini.
- Aynı şekilde, Komutanlıklar da yetkiyi, söz konusu bölgedeki üs komutanlığına devreder. Uludere örneğinde, yetki, Diyarbakır’daki 2’nci Hava Kuvvet Komutanlığı’ndadır ve Diyarbakır bu silsile ile aldığı yetkiye dayanarak gerektiğinde harekatı icra eder.
- Jetlere ‘kalk ve vur emri’ni Diyarbakır’daki harekat merkezi verebilir. Harekat Merkezi’nde nöbetçi subay bir Kurmay Albay olur.
- O Kurmay Albay, yetkisini kullanıp emri verebileceği gibi, durumun ciddiyetine göre, Kurmay Başkanı Tuğgeneral’e, o da gerek görürse 2’nci Kuvvet Komutanı Korgeneral’e haber verir. Operasyonel yetki bu ikilidedir çünkü.
- Diyarbakır, kendi içinde emir verebilir ama lüzümu halinde konuyu Ankara’ya da aksettirip, komuta katının onayını isteyebilir. Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı (korgeneral) ya da onun vasıtasıyla Hava Kuvvetleri Komutanı’na kadar gidebilir bu zincir. Hatta, komutan da gerekli görürse, doğrudan Genelkurmay Başkanı’na kadar iletebilir durumu.
- Uludere operasyonunda bu zincirin hangi halkaları gerçekleşti, hangi komutanlığa kadar bilgi verildi bilemiyoruz ama bana sorarsanız, Diyarbakır kendi içinde düğmeye basmıştır. Doğrusu, olması gereken de budur zaten. Bu durum NATO’da da böyledir. SACEUR’ün (NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı) yetkisi de Diyarbakır’dadır mesela.
- Hava Kuvvetleri’ne göre, istihbarat kesinleşmişse, sınırın içi veye dışında herkes teröristtir ve biz uçakları kaldırır, harekatı icra eder, sonuçlarını da üstlerimize rapor ederiz.
***
Umarım, Uludere ve benzeri konularda yaşanan ve yaşanması muhtemel tartışmalara ışık tutar bu bilgiler.
İçişleri Bakanı’nın “Emri Hava Kuvvetleri’ndeki komutanlar verdi” açıklamasının ardından, geçmişte o emirleri veren komutanlardan birini aradım.
Hava Kuvvetleri’nde hem Ankara’da ana karargahta hem Diyarbakır’da hem de NATO’da görev yapmış bu emekli generale, ‘İnsansız Hava Araçlarından (İHA) gelen görüntüler üzerine hava harekatı icra edilmesi’ sürecinin aşamalarını ve detaylarını sordum.
Emekli Hava Pilot General’in anlattıklarından sonra, sanırım hepimizin zihninde, ‘neyin ne ve nasıl olduğu’ netleşecek.
Emekli komutan önce ABD’nin bölgede uçan predatörlerinden bahsetti:
- Predatörler Adana İncirlik’te konuşlu. Komuta merkezi ise ABD’de, Nevada’da. Predatörün buradan aldığı görüntü, uydu vasıtasıyla Nevada’ya ulaşıyor.
- Bütün yönlendirme ve görevlendirmeler, Nevada’daki izleme ve harekat merkezinden yapılıyor. Sadece görüntü alıp kaydetmeleri de mümkün, gerek görmeleri halinde operasyon düzenlemeleri de.
- Amerikalılar, Türkiye’ye de istedikleri ‘iz’i, yani görüntüyü veriyorlar. Bu, ‘real time’ yani ‘gerçek zamanlı’ değil, yaklaşık 15 - 20 dakikalık bir gecikme ile gerçekleşiyor. Ama gördükleri ya da kaydettikleri görüntülerin ne kadarını Türk makamları ile paylaşıyorlar, işte onu tam olarak bilemiyoruz.
Emekli Pilot General, predatörlerden sonra heronları anlattı:
- Heronlar ise biliyorsunuz, Batman’da konuşlu. Türkiye olarak biz istediğimiz zaman ve süreyle gözetleme yapıyoruz.
- Heron’un aldığı görüntü, Batman’daki Harekat Merkezi’ne iniyor. Oradan da Diyarbakır’daki 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı’nda bulunan Hava Savunma Harekat Merkezi’ndeki ekrana aktarılıyor. Aynı görüntü eş zamanlı olarak istenmesi halinde, Ankara’da Hava Kuvvetleri Karargahı’ndan da izlenebiliyor.
Görüntü istihbarat değildir
Konunun uzmanı emekli general, çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor:
- Bakın, konu kamuoyunda yanlış bir ifade ile tartışılıyor. “İstihbaratı Heron mu verdi, Predatör mü?” sorusu yanlış ve anlamsız. Çünkü insansız hava aracından ‘istihbarat’ alınmaz, sadece ‘görüntü’ alınır. Görüntü başka şeydir, bunun istihbarat haline getirilmesi, istihbarata dönüştürülmesi başka şey. Ve asıl önemli olan da istihbarattır.
- Havadan ekrana gelen görüntü, ham bilgidir ve istihbarata dönüşmesi için, bunun ne olduğunu anlamak için ilgili birlikler ve birimlerden ‘yan bilgiler’in alınması gerekir.
- Görüntünün alındığı koordinatların görev alanında olduğu, bölgedeki kara birliğine sorulur önce. “Bizim orada silahlı güçlerimiz var mı, operasyonda olan birlikler ya da dönüşte olanlar var mı” diye. Çünkü bizim kara birliklerimiz bir sızmadan dönüyor olabilirler mesela.
- Biz Havacılar, Karacılar ile konuşuruz. Kara birliklerimiz yoksa, yine bölgedeki Jandarma ve Emniyet ile de aynı çerçevede koordine ederiz, “O çevrede jandarmamız ya da polisimiz var mı” diye.
- Görüntü alınan koordinatlar çevresinde silahlı güçlerimiz olmadığı teyid edilirse, bu defa bölgenin bağlı bulunduğu sivil otoritelerden de bilgi alınır. Mülki amirliklere de sorulur, “Gelecek mülteci ya da beklenen sivil insanlar var mı, bölgede bilginiz dahilinde bir sivil hareketlilik olması muhtemel mi” diye.
- Bütün bu birlik ve birimlerden alınan bilgilerden sonra değerlendirme aşamasına gelinir. Sivil, asker, polis, bölgede kimse yoksa, kimse beklenmiyorsa, bu bilgiler gerekirse defaten temaslarla kesinleştirildikten sonra, artık o görüntü bir istihbarata dönüşmüş olur. Ve bizim Diyarbakır’daki harekat merkezi bunu mutlaka yapar.
- Ve bu noktaya gelindiyse, durum artık nettir. Kara birliği yok, beklenen sivil yok... Ve görüntülerde sınıra yönelmiş hareketli bir grup var. İstihbaratın sonucu, gelenlerin ‘terörist yani düşman olduğu’dur. Bu tespit doğrultusunda da uçaklara ‘kalk emri’ verilir.
“Pekiyi, istihbaratın kesinleşmesi durumunda, ‘vur emri’ni kim verir?”
Eski komutanın bu soruya yanıtı da gayet net:
- Biliyorsunuz, Hükümet Meclis’ten sınır ötesine asker gönderme ve harekat yetkisini aldı. Hükümetler, Meclis’ten aldıkları bu yetkiyi, tabii ki sorumluluk kendilerinde kalmak kaydıyla, Genelkurmay’a devrederler. Genelkurmay da, yapılacak iş havadan ise Hava Kuvvetleri’ne, karadan ise Kara Kuvvetleri’ne, denizden ise Deniz Kuvvetleri’ne devreder hükümetten aldığı operasyon yetkisini.
- Aynı şekilde, Komutanlıklar da yetkiyi, söz konusu bölgedeki üs komutanlığına devreder. Uludere örneğinde, yetki, Diyarbakır’daki 2’nci Hava Kuvvet Komutanlığı’ndadır ve Diyarbakır bu silsile ile aldığı yetkiye dayanarak gerektiğinde harekatı icra eder.
- Jetlere ‘kalk ve vur emri’ni Diyarbakır’daki harekat merkezi verebilir. Harekat Merkezi’nde nöbetçi subay bir Kurmay Albay olur.
- O Kurmay Albay, yetkisini kullanıp emri verebileceği gibi, durumun ciddiyetine göre, Kurmay Başkanı Tuğgeneral’e, o da gerek görürse 2’nci Kuvvet Komutanı Korgeneral’e haber verir. Operasyonel yetki bu ikilidedir çünkü.
- Diyarbakır, kendi içinde emir verebilir ama lüzümu halinde konuyu Ankara’ya da aksettirip, komuta katının onayını isteyebilir. Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı (korgeneral) ya da onun vasıtasıyla Hava Kuvvetleri Komutanı’na kadar gidebilir bu zincir. Hatta, komutan da gerekli görürse, doğrudan Genelkurmay Başkanı’na kadar iletebilir durumu.
- Uludere operasyonunda bu zincirin hangi halkaları gerçekleşti, hangi komutanlığa kadar bilgi verildi bilemiyoruz ama bana sorarsanız, Diyarbakır kendi içinde düğmeye basmıştır. Doğrusu, olması gereken de budur zaten. Bu durum NATO’da da böyledir. SACEUR’ün (NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı) yetkisi de Diyarbakır’dadır mesela.
- Hava Kuvvetleri’ne göre, istihbarat kesinleşmişse, sınırın içi veye dışında herkes teröristtir ve biz uçakları kaldırır, harekatı icra eder, sonuçlarını da üstlerimize rapor ederiz.
***
Umarım, Uludere ve benzeri konularda yaşanan ve yaşanması muhtemel tartışmalara ışık tutar bu bilgiler.