Başbakan
Erdoğan, astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı
Veysel Ateş'in Umut Kitabevi'ni bombalamalarından sonra Şemdinli'de
gösterdiği duruşu Uludere'de de gösterseydi, bugün kelimelerin etrafında
dolaşmak zorunda kalmazdı.
Önceki yazıyı okumayanlar için kısa bir hatırlatma yapmalıyım.
Şemdinli'de Umut Kitabevi bombalandıktan sonra 20 Kasım sabahı ansızın
Şemdinli'de ortaya çıkan Erdoğan, oradan Yüksekova ve Hakkari'ye
uzanmış, bu olayı çözmek için "el ele vermeliyiz" demişti.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın, "Tanırım, iyi çocuklardır" dediği, çocukların yanında durmamıştı.
Şemdinli sanıklarının Ocak 2012'de 39 yıl 10'ar ay hapis cezasına
çarptırılmalarında siyasi iktidarın "doğru yerde" durmasının etkisi
yadsınamaz.
28 Aralık 2011 gecesi kaçağa çıkan, çoğu yaşları 20'nin altında olan 40
Kürt gencin tepesine ölüm yağdırdı iki Türk F-16 savaş uçağı. 34
tanesinin bedeni atılan bu bombalarla paramparça oldu...
Başbakan Erdoğan olaydan iki gün sonra 31 Aralık'ta, Cuma namazı çıkışı
uzatılan mikrofonlara, "İncelemeler neticesinde gerekli olan neyse bütün
bunlar da yapılacaktır" şeklinde cılız bir açıklama yerine,
3 Ocak'ta ise AK Parti grup toplantısında, Genelkurmay ve komuta kademesine "medyaya rağmen teşekkür ediyorum" demek yerine,
Bundan yedi yıl önce Şemdinli'de durduğu yerde dursaydı, bugün, "Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık" demek zorunda kalmazdı.
Tamam, kimse kendisinden Şemdinli olayında yaptığı gibi Uludere'ye
gitmesini beklemedi. Ama hata da olsa, kasıtlı da olsa, tuzak da olsa
ilk gün vuranın değil, vurulanın yanında dursaydı, bugün özür dilermiş
gibi yapmak zorunda kalmazdı.
Kelimelerle oynamayalım, eğri oturup doğru konuşalım.
Hata yaptığınızda, "Evet, hata yaptım" dersiniz. Özür dilenmesi gereken bir durum varsa da, "özür dilerim" dersiniz.
34 gencecik bedenin savaş uçaklarıyla bedenlerinin lime lime yapılmasına
kazara da olsa, hatayı itiraf edip özür dilemek ile kurtulamazsınız
ama.
Özür dileyerek giderebileceğiniz hatalar vardır. Öyle hatalar vardır ki,
özür dilemeniz yetmez. Bedel ödemeniz, bedel
ödetmeniz gerekir.
Erdoğan'ın Pakistan'da yaptığı açıklama, hatanın açıklanması ve yapılan hata için özür dilenmesi mi, orası da pek belli değil.
Biliyorum, günlerdir okuyorsunuz ve belki de bıktınız. Ne diyordu Erdoğan Pakistan'da?.. Şöyle diyordu:
"Ben izlediğim CD'de bir hareket gördüm. Bizzat izledim. Bir konvoy
gidiyor. 30-40 kişi var. O yüksekten görebilmek mümkün değil.
Gözcülerimizin, (Heronlar) vermiş olduğu CD. Silahlı Kuvvetlerimiz de
gerekli adımları atmıştır. Bu bölge terör bölgesidir. Halkın, sivilin
oturduğu bölge değildir. Böyle bir bölgede Silahlı Kuvvetler bu Ahmet mi
Mehmet mi bilemez ki?
....
Bizim silahlı kuvvetlerimiz görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da
olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da
açıkladılar. Ama birileri istismar ediyor. Bir hatanın olduğunu, hatamız
olduğunu söyledik. Allah aşkına tazminatsa tazminat. Resmi
tazminatımızın ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi
söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar. (22 Mayıs, Yeni Şafak.)"
Roboski (Uludere) katliamının ardından altı aydır süren bir soruşturma
var. Faciaya giden yolda yetkilendirmenin, yetki kullanımının, ilgili
kurumlar ve sorumlulukları belli olduğu halde, Allah aşkına sayın
Başbakan, söyler misiniz ne koydunuz yüreği kanayan annelerin önüne!
"Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık" diyorsunuz.
Allah aşkına, söyler misiniz hangi hatayı açıkladınız!..
Allah aşkına, açıklar mısınız? "Özrü de açıkladık" derken, ne demek istiyorsunuz...
Özür diliyorsanız, Kasımpaşalı gibi ortaya çıkın ve deyin ki:
"Evet, bir hata yaptık. Hem de öyle bir hata yaptık ki, bu hatamız bizi mezarımızda bile rahat bırakmayacak!.."
"Özür dilerim, ama yetmez. Vicdanlarınızda açtığımız yarayı bir kuru özür dindirmez."
"Önce sizlerden hakkınızı helal etmenizi sonra Allah'tan bizi affetmesini dileriz."
Diyemiyorsunuz, çünkü ilk günden itibaren yanlış yerde durdunuz.
Roboski görüntülerini izleyen Uludere Komisyonu milletvekilleri, "Terörist olmadıkları her hallerinden belli" diyorlar.
Milletvekilinin gördüğünü, alanında uzman askerler (veya her kimlerse) nasıl görmez?
Diyorsunuz ki, "Silahlı Kuvvetlerimiz bu Ahmet mi Mehmet mi bilmez ki."
Öyle bir silahlı kuvvetleriniz var işte... Uzaktan baktığında 'katırı
insan, teröristi çoban, kaçakçıyı terörist' zanneden silahlı
kuvvetleriniz.
İdris Naim Şahin adını taşıyan bir İçişleri Bakanınız var ki, mümkün
olsa mezarlardaki parçalanmış çocukların cesetlerini çıkartıp kodese
yollayacak.
İlk gün "doğru yerde" durmamanın sonuçları bunlar.
Aynı gün İçişleri ile ilgili komuta kademesindekilerin kellelerini
alsaydınız, "Evet, bir hata var. O hatayı yapanlar bunun bedelini en
ağır şekliyle ödeyecek" deseydiniz, -mış gibi yapıyor, -mış gibi
söylüyor, -mış gibi davranıyor zorunda kalmazdınız.
Pakistan'da konuşana kadar hala bir şeyleri düzeltme şansı vardı.
O şans var mı emin değilim artık.
Sizler konuştukça vicdanlarımız kanıyor.
Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın.
Ya da ebediyete kadar susun.
Allah aşkına, susun!..