22 Mayıs 2012 Salı

SOYLU: '28 ŞUBAT BİR TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ'

Süleyman Soylu, 28 Şubat, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller
RÖPORTAJ - 22 Mayıs 2012 09:03

Adnan Menderes’i asarak intikam almaya çalışanlar tatmin olmamışlardır. Hala bu milleti asmak için gün beklemektedirler.

Süleyman Soylu, Türk siyasetinde son dönemde yetişen en donanımlı siyasetçilerden birisi. Siyasetin bütün teşkilat basamaklarını tanıyan Soylu, ilçe gençlik kollarından, ilçe başkanlığına, ilçe başkanlığından önce il başkanlığına, ardından da genel başkanlığa yükseldi. Genç yaşında başına geçtiği partisini 2009 yerel seçimlerinde % 4’e taşımıştı Süleyman Soylu. Üstelik, partinin kurucu babaları bile CHP’ye meyletmiş ve medya onu neredeyse hiç görmemişken. Süleyman Soylu’yu önemli kılan başlıca husus, onun demokrat çizginin askeri vesayet anlayışına yaklaştırılması işini üstlenen kimi eski zaman demokratlarından farklı olarak, ‘ama’sız bir biçimde demokrasiden yana olması. Söz şimdi Süleyman Soylu’da.

28 Şubat ile ilgili çeşitli tanımlar var. 28 Şubat’ı siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Benim kafamda 28 Şubat’ın tarifi, kompozisyonu ve içeriği çok net. 28 Şubat, Türkiye'de geçmiş darbelerden çok daha farklı, anlamı çok daha yüklü ve projeksiyonu çok kuvvetli bir mühendislik ürünüdür. 1960 darbesi, Türkiye'de milli iradenin ve halkın iktidara sahip olmasının önünü kesen bir süreçtir. Millete iktidar olamayacağı mesajını veren bir darbedir. 1980 darbesi ise Türkiye'de iktidar olamayan halkın, düşünce özgürlüğünün sistematik bir şekilde yıkılmasıdır. Özgürlük havuzlarında yüzmeye çalışan insanlara vurulan bir darbedir.  28 Şubat ise yeni bir millet yaratma mühendisliğidir. 

Nasıl bir toplum mühendisliği yapıldı?
28 Şubat’ta bu milleti, bu milletin dinini, geleneklerini, gelişme arzusunu, değişim talebini beğenmeyenler ve bu millete güvenmeyenler 1000 yıllık bu topraklarda yaşayan bu milleti, hor ve hakir görenler bu toplum mühendisliğini yaptı. Yeni bir millet yaratmak üzere, sanki ergenekondan çıkış gibi ortaya koyarak, bir mühendislik ve mimari tabloya imza atmaya çalışmışlardır. Esasen 28 Şubat, Türkiye'nin 1000 yıllık geleceğine yönelik atılan, onun bütün kodlarını, bütün sosyolojik değerlerini, bütün geçmiş tecrübesini, birikimini ve geleceğe ait bütün heveslerini ve yaşama arzusunu ekonomik geleceğini, manevi geleceğini şekillendirme gayretidir. Benim 28 Şubat tanımlamam böyledir.

Bu milletin dinini, geleneklerini beğenmeyip, yeni bir toplum yaratmaya çalışan kimler?
Askeri bürokrasi,  İstanbul burjuvazisi, yargı bürokrasisi, üniversite ve medyadır. Ve bütün bunların uluslararası alandaki proje ortaklarıdır. 28 Şubat, bunlar tarafından Türkiye'de hem ekonomik, hem siyasi, hem de sosyal iktidarın değişmesinden endişe edenlerin, Türkiye’yi kapatmaya yönelik aklının tezahürüdür. Türkiye'de gelişen muhafazakârlık algısı üzerinden, Türkiye'de tedbir almaya çalışıyoruz diye batıyı ikna etmeye ve yanıltmaya çalışmışlardır.

Türkiye’de peki?
Türkiye’de de seçkinler, kendi iktidarlarının ve kendi elitizimlerinin değişmesinin önüne geçmek için kendilerine taraftar bulmuşlardır. Onun için Türkiye'de sermaye guruplarını, aydınları, yargı bürokrasisini ve askeri bürokrasiyi hem de Türkiye’nin yıllarca ötekileştirilmiş bazı mezhebi yapılarını kendi taraflarına çekebilme şansına sahip olabilmişlerdir. Bunların isimleri de net olarak bellidir.

Nasıl bir dağılım yaşanmıştır?
Her darbenin dominant unsurları vardır. 1960 ve 1980 darbesinin dominant unsuru askerdir. Ancak  28 Şubat’ın dominant unsuru, asker ile paydaş olan İstanbul sermayesidir. İstanbul sermayesi, Türkiye'nin gelişmiş dünya ile entegre olmasından, Gümrük Birliği, Avrupa Birliği gibi konularda, atılacak adımların, kendi ekonomik geleceği açısından bir tehdit oluşturması ve Türkiye'nin geleceğini planlayamaması kaygısı yüzünden böyle davranmıştır.

TÜRK SİYASETİNİ ARIZALI BIRAKTILAR
28 Şubat döneminde siyasetçilerin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk siyaseti 28 Şubat’a arızaları ile birlikte yakalanmıştır. Ve 28 Şubat’ı yapanlar Türk siyasetini arızalı bir şekilde bırakmayı becerebilmişlerdir. Çünkü toplum desteği olmayan siyaset, kendisi ile rekabet etmeye çalışana diğer unsurlar karşısında zayıftır. Ülkenin diğer kanaat grupları arasında askeri bürokrasi, yargı bürokrasisi, medya ve sermaye grupları diyebiliriz. Türkiye’de 1990-2000 yılları arasında sivil toplum dediğimiz yüzde birlik bir bölüm hariç tamamının kozmik odanın kontrolünde olduğundan bahsedebiliriz. Bugün bile sivil toplum kuruluşları dediğimiz önemli bir bölümü,  Sovyet Rusya’da olduğu gibi yarı resmi, resmi kuruluşlardır. Oysa sivil toplum, tam tersine devleti sorgulayan, hükümeti sorgulayan, muhalif anlayışın kendisidir.

28 Şubat’tan çıkış olabilir miydi?
Siyaset sınıfı da kendisini korumak zorundadır ama bu fırtınanın karşısında kendinizi korumanız mümkün değildi. Ne yaparsanız yapın, bu fırtınanın karşısında kendinizi koruyamazsınız.  Maalesef DYP’nin de Refah Partisi’nin de düştüğü bu çaresizlik sarmalıdır. Bu çaresizlik sarmalına düşmüşlerdir ve o günkü siyaseti yönetmeye çalışmışlardır.  Ayrıca, Doğru Yol Partisi ve Refah Partisi’nin tarihte eşi görülmemiş bir şekilde, tasfiye edilmek için düğmeye basıldıklarını, itibarsızlaştırıldıklarını, siyasetten azade, yoksun bırakılmak için her türlü proje ile karşı karşıya kaldıklarını daha önce de söyledik, söylemeye de devam edeceğiz.

O dönemde hükümetin Doğru Yol kanadında neler yaşandı?
Prof. Mümtaz’er Türköne,  Hüseyin Kocabıyık ve Şükrü Karaca Sayın Çiller’in o dönemdeki danışmanlarıydı. Bana göre Türkiye'de 28 Şubat sürecinde halkın hakkını ve iddiasını ortaya koyan, Doğru Yol Partisi duruşunun ve Tansu Çiller duruşunun kahramanı bu üç kişiydi. O gün onların savunduğu tüm değerler, bu gün Türkiye'nin iktidarındadır. Bu üçlünün ortaya koymuş olduğu tüm değerler, o gün savundukları, o gün ortaya koydukları, demokrasi mücadelesinde takındıkları tavır, bu gün Türkiye'nin iktidarındadır.

REFAY-YOL EN UYUMLU KOALİSYONDU
Erbakan ve Çiller’in arası nasıldı?
Erbakan ve Tansu Çiller birbiri ile uyumluydular. Türkiye’nin en uyumlu koalisyon ortaklarıydılar. Ülkelerinin temel değerlerini koruyarak bir politika yürütmeye imkan bulan bu uyumlu iktidar böyle bir dirençle karşılaştı. Bu dirence karşı bana göre ciddi bir siyaset sınavı verdiler. Erbakan daha uzlaşmacı, Sayın Çiller ve onun arkadaşları daha şahin bir pozisyon aldılar.

Bu koalisyonun yapabileceği bir şeyler var mıydı?
28 Şubatta Erbakan ve Çiller seçim kararı verebilir miydi, veremezlerdi. Çiller bunu biliyordu ama el altından seçime gideriz de diyordu onlara karşı.  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı, Refah Partisi’ni kapatmaya götüren süreç, aslında Refah Partisi’ni böyle gidilebilecek bir seçimde, seçime sokmamaya yönelik bir tehditti. İkinci temel unsurlardan bir tanesi, 28 Şubat’ta tankları yürüten iradenin emekliye ayrılmasıydı, hatta haklarında soruşturma açılmasıydı. Bunu sağlayabilirler miydi, sağlayamazlardı. Çünkü o gün sistem Ergenekon diye nitelendirdiğimiz anlayışın tekelindeydi, bunu sağlayamazlardı. Bunları emekliye sevk edip,  yargılatabilirler miydi, yargılatamazlardı. Çünkü 1991 de DYP-SHP iktidarı ile yargı vesayet sistemiyle ortaklaşmaya girmişti. Yargı SHP üzerinden ele geçirilmişti.  Askerler tasfiye edilebilir miydi, emekliye sevk edilebilir miydi, edilemezlerdi. Çünkü o dönemki Cumhurbaşkanı tamamen siyasetin içindeydi, siyasetin göbeğindeydi. Çiller’e ve Doğru Yol Partisi’ne karşı, çok anlamlı bir şekilde bir intikam projesi yürütüyordu.

Demirel neyin intikamını alıyordu?
Doğru Yol Partisi’nin tabanı 1993 kongresinde kendi dediklerini yapmamıştı.

28 ŞUBATÇILARA CEVABI HALK VERDİ
28 Şubat süreci bir yandan Erbakan’dan, bir yandan da Doğru Yol ve Çiller ile hesaplaştı. Bu hesaplaşmaya toplumun cevabı ne oldu?
28 Şubat’tan sonra bu iki siyasi parti yediği darbelerden ayağa kalkamadı. Ama tam da onların verdiği mücadele, Türkiye'de AK Parti’nin bu gün ki tabanın oluşmasına ve bilinçlenmesine sebebiyet verdi. 28 Şubat’ın birçok olumsuz sonuçları olmasına rağmen, millet içinde o günden itibaren demokratik bir kıyam hareketi başlamıştır. 28 Şubat’ın ortaya getirdiği iklim, o toplumun bütün kodlarını değiştirmeye yönelik mühendislik, halkı o kadar korkutmuştur ki, millet kıyam halindedir. Ve milletin bu kıyamı bana göre hala devam eder.

DYP’NİN KATİLİ AYDIN DOĞAN’DIR
28 Şubat’ın Doğru Yol Parti’sine ödettiği bedel ne oldu?
Adnan Menderes’i asarak intikam almaya çalışanlar tatmin olmamışlardır. Hala bu milleti asmak için gün beklemektedirler. Kan talepleri hala sona ermemiştir.  Doğru Yol Partisi’nin katili, Doğan Holding’in patronu Aydın Doğan’dır. Ve bu mücadelesini hiçbir gün eksiltmeden devam etmektedir. Ben Demokrat Parti ve Doğru Yol Partisi mensubu bir ailenin evladıyım, ben katilimin kim olduğunu biliyorum. Gücümüz yettiği zaman katilimize hesabını soracağız. 28 Şubat bizde önemli acılar ve eksiklikler bırakmıştır. O gün milletin iradesine yapılan katl hareketidir. Milletin iradesi katl edilmiştir. Kim ucuz atlatabileceğini zannediyorsa yanılmaktadır. Bilinmelidir ki intikam alan kişiler değildir.  İntikam alan tarihtir ve milletin vicdanıdır.

28 Şubat döneminde yaşananların ardından ‘sıra bize geliyor’ diye sevinen siyasetçilerin olduğu dillendiriliyor. Yorumunuz ne olur?
Türkiye'nin gündemine bundan 2-2,5 yıl ‘kozmik oda’ kavramı girdi. Her siyasi partide bunların, muvazzaf siyasetçileri vardır. Bu muvazzaf siyasetçileri vasıtasıyla siyasi partilerin içeriği yönlendirmeye çalışılıyor. Bunu iki türlü düşünebiliriz. Bir, bu mühendislik işinin içine girmiş insanların bu projeye olan yardımları. İki, sıra bana gelsin hesabında olan, gözleri makam, mevkii ve ekonomik çıkarlarda olan grupların bu konudaki değerlendirmeleri.  Belki şu da olabilir. Oluşturulan havadan,  çaresiz bir şekilde etkilenenler olabilir. Bunu da ancak çok saf olanları için söyleyebiliriz.

YILMAZ KOLAYI SEÇTİ
Bu tanımlamalarınız içinde Yılmaz’ı nereye koyabiliriz. Bahsettiğiniz kozmik odayla, temaslı biri mi, kişisel çıkarını gözeten bir kimse mi yoksa saf mı?
Mesut yılmaz Türkiye'de milletin temsilcisi değildir, hiçbir gün de olmamıştır. Çünkü milletin temsilcisi olmak bir şekilde bedel ödemeyi gerektirir ve zahmetli bir iştir. Bu iki karakter Sayın Yılmaz’ın kişiliğinde yoktur. Onun için kolayını tercih etmiştir. Bu tip siyasetçiler hep vardır.

Demirel’i nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Sayın Demirel’ in, “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” dediği çizgide iktidar kavgası vermiş olabilir ama bu kavgayı halk için verdiği kanaatinde değilim. Bir kavga etmiştir. Bu bir iç iktidar kavgasıdır, vesayet sistemi içerisindeki bir iktidar kavgasıdır. Bu iktidar kavgasının dışında sürekli vesayet sistemi ile iç içe, kucak kucağa bir hayat yaşamıştır.

ÇİLLER EZBERİ BOZDU
Demirel ile Çiller’in arası nasıldı?
Bu tip sorulardan çok kaçmaya çalışıyorum, beni mutlu etmiyor açıkçası. Ama bir analiz yaparsam şöyledir. 1993 yılında Demirel, Bedrettin Dalan’ın Genel Başkan olmasını istiyordu. Taban, Tansu Çiller devreye girince, kendisine itici gelen Bedrettin Dalan’ı değil, Tansu Çiller’in Genel Başkanlığı konusunda istekli oldular. Bence Süleyman Demirel’in kabul edemediği tarihsel gerçeklik budur. Doğru Yol Partisi’ni sürekli kendi karşısında bir hedef olarak görmesinin temel sebeplerinden bir tanesi de budur. Tansu Çiller’in DYP Genel Başkanı seçilmesi bir Demirel projesi değildi. Demirel’i Cumhurbaşkanlığına taşımak isteyen unsurların da projesi değildi. Proje Bedrettin Dalan’dı. Çiller’in seçilmesiyle yaşanan o psikolojik mağlubiyet, Demirel’ in gerçek kişiliğin ortaya çıkmasına sebep oldu diyebilirim.

DEMİREL’İN OYUNU BOZULDU
Nasıl?
1993’de kazanılan kongre sonrasında, görev verme zamanında bile, Tansu Çiller’e görev kağıdını eli ile vermemiştir Demirel, yere atmıştır. Onun için bu kavga, mücadele hep süre gelmiştir. Ben ilişkilerinin hiçbir gün samimi bir ilişki olmadığının kanaatindeyim. Demirel’ in DYP ve SHP iktidarı ile kurmak istediği oyun, DYP’nin tabanı ile bozulmuştur. Demirel 28 Şubat’ta İstanbul sermayesi ve askeri bürokrasi ile Çiller’den ve Doğru Yol Partisi’nden 1993 kongresinin intikamını almıştır, bu kadar basit aslında. O psikolojiyi böyle anlatabilirim herhalde. 2002 seçimlerinde halk tekrar kendi söylediğinin kalıcı bir söylem olduğunu ve kalıcı bir eylem olduğunu ortaya koydu.

ÇİLLER KONUŞMALI
Çiller’in şimdiye dek konuşmamasını neye yoruyorsunuz?
O konuyu hiç bilmiyorum. Bana göre tarihsel tanıklık fırsatını kaçırmaktadır. Konuşmamakla tarihe büyük bir hizmet yapma fırsatını da kaçırmaktadır. Türkiye'de demokrasinin, o gün yapılanların ne olduğunu anlaması konusunda katkıya ihtiyacı vardır. Bu milletin yarınlarının da katkıya ihtiyacı vardır.  Siyasi liderler sadece siyasi partiler üzerinden aktif bulundukları dönemlerde ülkelerine hizmet etmezler. Tecrübelerini paylaşarak, yaşadıkları zorlukları aktararak hizmet ederler. Bel altından yedikleri yumrukların, bir daha yenilmemesini öğütleyerek bir şekilde hizmet ederler. Benim kanaatim Sayın Çillerin de bunları yerine getirmesidir. Bunun bedeli ne olursa olsun. Bu millet Sayın Çiller’i büyük bir makamla şereflendirmiştir. Bu şahsı için, ailesi için, ecdadı için onurdur. Bu süreç önemli bir süreçtir ve bu sürece katkıya ihtiyaç vardır düşüncesindeyim.

Siz ilçe Gençlik Başkanlığı ile başlayan siyasi yürüyüşünüzü Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na kadar taşıdınız. Başbakan’ın siyasi serüvenine benzer şekilde. Erdoğan ile benzer noktalarınız ve ayrışan yönleriniz nedir. AK Parti’nin genel olarak politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Ülkeler, markalarını kolay oluşturmazlar. Tayyip Erdoğan Türkiye'nin yetiştirdiği önemli markalardan bir tanesidir. Bu markanın hem Tayyip Erdoğan’ın kendisi tarafından hem AK Parti tarafından hem de Türkiye tarafından iyi yönetilmesi gerekir.  Bu tip markalar halkın içerisinde yetişerek gelirler, dokuna dokuna gelirler. Yerelliğe ve halka dokunmuş ulusal ölçekte lider bulabilme şansınız çok azdır. Türkiye böyle bir şansı Erdoğan’la gene yakalamıştır. Ben bunu avantaj olarak görüyorum, bu önemli bir şey. Benzeşmeye gelince Tayyip Erdoğan’ın siyasal sistem içerisinde benden çok üstün tarafları var.  Bir kere sonucu ile üstün yani. Ayrıca, onun en büyük avantajı o yerel yöneticilik yapmış olmasıdır. Yerel yöneticilik, siyasetin en öğretici sınıfıdır. Tayyip Erdoğan ile bizi yine ayıran başka bir analiz de Sayın Erdoğan’ın yetiştiği siyasal sistem çok tedbirli, çok temkinli, bence daha politik bir sistemdir. Bu benim dez avantajımdır, onların da avantajlarıdır. Başbakan başarılı bir siyasetçidir, herkes başarılarıyla ölçülür. Bizim başarılarımız da bundan sonra işimizle meşgul olmak olacaktır.

Siyasete dönmeyi düşündüğünüz bir zaman ve bir oluşum var mı?
Demokrat Partisi kongre akşamında verdiğimiz karar, siyasetin hiçbir alanına girmemek şeklindeydi.  Referandumdan önce bir araya geldiğimizde yaptığımız istişarelerde, bir dakika boş nefes almadan çalışmanın, üzerimize bir vecibe olduğu konusunda ortak karar alarak milletimizin bize yüklediği namus görevinin gereğini yaptık. Referandumdan sonra, tekrar arkadaşlarımızla bir aya geldik ve istişare ettik, 2012’nin sonuna kadar bu işlerin içerisinde olmamak konusundaki irademizi ortaya koyduk. Ben de bu iradenin yöneticisi değil temsilcisiyim.

MEVCUT YAPI 15 YIL DAHA KALMALI
Son olarak Türkiye’deki genel durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye'nin vesayet sisteminin etkilerini ortadan kaldırabilmesi için bir, 15 yıl daha bu vazonun çatlamaması lazım. Bu gün Türkiye'de iktidarın bileşenlerini oluşturan unsurun, vesayet sisteminin kalıntılarını süpürmek ve milletin iktidarını tahkim edebilmek, kuvvetlendirebilmek için, iktidarda kalmasına ihtiyaç vardır. Türkiye 10 yıldan beri ciddi bir siyaset bileşeni ile Türkiye’yi idare etmektedir. Bunun siyasi liderliği AK Parti yapmaktadır.  Bunun minimum 2025’e kadar devam etmesi lazım çünkü Türkiye’nin buna ihtiyacı var.
Röportaj: Nil Gülsüm/Milat