Uludere katliamı, AK Parti hükümeti için bir bataklığa dönüştü. Bu
bataklık 34 insanın kanı ve hepimizin gözyaşları ile oluştu. Başka bir
şey değil, Türkiye'nin vicdanı, hükümetin bu bataklıktan elini kolunu
sallayarak çıkmasına izin vermiyor.
Devlet sürekli patinaj yapıyor; Başbakan bu krizi tırmandırarak
çözmeye çalışıyor. Bugün AK Parti grubunda, muhtemelen pazar günü Arena
Stadı'ndakinden bir üst perdeye geçerek "hodri meydan" diyecek. Yanlış.
Bu mesele öfke şimşekleri ile aydınlatılıp çözülecek bir dava değil.
Toplumun vicdanı kanıyor. Bu kanı durdurup, Uludere bataklığını ihtimam
ve saygı ile hep birlikte kurutmamız lazım.
Uludere, çok yönlü bir sembole dönüştü. Kürt vatandaşlarımız, bu katliam üzerinden Kürt olmayanları, AK Parti'yi ve devletin bütün kurumlarını samimiyet ve güven testine tabi tutuyor. Haklılar. Çünkü bu mesele, içinde siyasî tutumların, önyargıların olmadığı insanî bir dava. Mesele devlet ise devlete bağlı Kürt vatandaşlar bunlar. Üstelik yoksullar. Ekmek davasındalar. "Hata yaptık, özür dileriz" dışında söylenecek bir söz yok.
Ben bir Türk olarak, Kürt vatandaşlarımla bu ülkede özgür ve onurlu, üstelik barış içinde bir hayat sürmek istiyorsam bu katliamın hesabını sormakla mükellefim. Sormazsam namerdim. Kürt kardeşimi günahsız yere öldüren devlet ona ne kadar uzaksa bana da aynı mesafede duruyor. Orda katledilen benim vicdanım. Devletin dilemediği özrü ben diliyorum. Devletin hissedemediği acıyı ben hissediyorum. Hissedemezsem kardeşlik hukuku nerede kalır? Devletten hesap sormazsam, ona nasıl hesap veririm? Devleti adam etmeden, benim adam olma ihtimalim var mı?
Devlet kim? Uludere'de oluşan bataklığın sırrı bu soruda saklı. Bütün öfkemi dizginleyip, sabırla anlamaya çalışıyorum. Devlet bugün sadece AK Parti hükümeti. Bir yandan hepimize dönüp hesap vermek durumunda, bir yandan da onu devlet haline getiren kurumlara sahip çıkmak zorunda. Darbeler tarihini sona erdirip Yeniçerilerin hakkından gelen bir hükümet, güven vermek için emrindekileri korumaya çalışıyor. Uludere, asker için emrine girdiği hükümete olan güveni teste dönüşüyor. Karşı tarafta bizler yani halk hesap soruyoruz. Devlet iktidarını bizim irademize rapt etmekle görevli hükümetin, hata yapanları bulup hesabını kesmesini bekliyoruz. 34 vatandaşını "hata eseri" öldüren bir devlet, benzer hatalardan başka nasıl kurtulur? AK Parti hükümeti oyunu aldığı halkla, dizginlerini ele geçirdiği devlet arasında sıkışıp kalıyor.
Uludere'den çıkışın tek yolu var. Bir tek kişinin etini kuşbaşı doğrayıp, sağda solda hırlayan köpeklerin önüne atmak. Sonra kalan parçalarını Uludere bataklığına gömüp üzerinden devlet denen devasa aracı geçirmek. Saygısızlığı, sevimsizliği, şefkatsizliği ve vicdansızlığı bu şekilde devletten temizlemek. Özürse, bundan daha büyük özür olur mu?
"Başbakan adamını harcamaz" diyorlar. Doğru, bugüne kadar harcamadı. Ama bugün durum farklı. Dün adam harcamak zaaf işaretiydi. Güç ve iktidar sahipleri dağdan bir taş koparma peşindeydi. Bugün o başı isteyen biziz. Bizler güç ve iktidar sahibi değiliz. Bizler Başbakan'ın, Uludere için içten içe akıttığı gözyaşlarını hissedenleriz. O koca dağa omuz verenleriz. Başbakan'ın yüreğini ve hassasiyetini devlette bir karakter olarak görmek isteyenleriz. Devletimizden emin, bu topraklarda yaşama derdindeyiz.
Uludere bugün sadece Uludere değil. Kan ve gözyaşı ile oluşmuş koca bir bataklık duruyor orada. Bir yığın sorunun cevabını o bataklıkta arıyoruz. Halkın iktidarı, devletin hata yapmasını engelliyor mu? Bizim adımıza hesap soruyor mu? Uludere'nin hesabı sorulmadan Kürt sorunu çözülür mü? Onca zorluk ve sıkıntı içinde rikkatsiz ve üslupsuz bir bakanın yükünü, bu ülke taşımaya mecbur mu? Bir fani bedenin üzerindeki baş kopartılıp siyasî mevtaya dönüşecek ve koca ülkeye hayat verecekken neden hâlâ o omuzların üzerinde duruyor?
Kan, gözyaşı ve beş aydır dinmeyen bir acı ve cevabını aradığımız sorular. Kriz ise daha büyüğü var mı? Fırsat ise tek bir kişinin artık siyasî ömrünü tamamlamış fani bedeninde duruyor.
Uludere, çok yönlü bir sembole dönüştü. Kürt vatandaşlarımız, bu katliam üzerinden Kürt olmayanları, AK Parti'yi ve devletin bütün kurumlarını samimiyet ve güven testine tabi tutuyor. Haklılar. Çünkü bu mesele, içinde siyasî tutumların, önyargıların olmadığı insanî bir dava. Mesele devlet ise devlete bağlı Kürt vatandaşlar bunlar. Üstelik yoksullar. Ekmek davasındalar. "Hata yaptık, özür dileriz" dışında söylenecek bir söz yok.
Ben bir Türk olarak, Kürt vatandaşlarımla bu ülkede özgür ve onurlu, üstelik barış içinde bir hayat sürmek istiyorsam bu katliamın hesabını sormakla mükellefim. Sormazsam namerdim. Kürt kardeşimi günahsız yere öldüren devlet ona ne kadar uzaksa bana da aynı mesafede duruyor. Orda katledilen benim vicdanım. Devletin dilemediği özrü ben diliyorum. Devletin hissedemediği acıyı ben hissediyorum. Hissedemezsem kardeşlik hukuku nerede kalır? Devletten hesap sormazsam, ona nasıl hesap veririm? Devleti adam etmeden, benim adam olma ihtimalim var mı?
Devlet kim? Uludere'de oluşan bataklığın sırrı bu soruda saklı. Bütün öfkemi dizginleyip, sabırla anlamaya çalışıyorum. Devlet bugün sadece AK Parti hükümeti. Bir yandan hepimize dönüp hesap vermek durumunda, bir yandan da onu devlet haline getiren kurumlara sahip çıkmak zorunda. Darbeler tarihini sona erdirip Yeniçerilerin hakkından gelen bir hükümet, güven vermek için emrindekileri korumaya çalışıyor. Uludere, asker için emrine girdiği hükümete olan güveni teste dönüşüyor. Karşı tarafta bizler yani halk hesap soruyoruz. Devlet iktidarını bizim irademize rapt etmekle görevli hükümetin, hata yapanları bulup hesabını kesmesini bekliyoruz. 34 vatandaşını "hata eseri" öldüren bir devlet, benzer hatalardan başka nasıl kurtulur? AK Parti hükümeti oyunu aldığı halkla, dizginlerini ele geçirdiği devlet arasında sıkışıp kalıyor.
Uludere'den çıkışın tek yolu var. Bir tek kişinin etini kuşbaşı doğrayıp, sağda solda hırlayan köpeklerin önüne atmak. Sonra kalan parçalarını Uludere bataklığına gömüp üzerinden devlet denen devasa aracı geçirmek. Saygısızlığı, sevimsizliği, şefkatsizliği ve vicdansızlığı bu şekilde devletten temizlemek. Özürse, bundan daha büyük özür olur mu?
"Başbakan adamını harcamaz" diyorlar. Doğru, bugüne kadar harcamadı. Ama bugün durum farklı. Dün adam harcamak zaaf işaretiydi. Güç ve iktidar sahipleri dağdan bir taş koparma peşindeydi. Bugün o başı isteyen biziz. Bizler güç ve iktidar sahibi değiliz. Bizler Başbakan'ın, Uludere için içten içe akıttığı gözyaşlarını hissedenleriz. O koca dağa omuz verenleriz. Başbakan'ın yüreğini ve hassasiyetini devlette bir karakter olarak görmek isteyenleriz. Devletimizden emin, bu topraklarda yaşama derdindeyiz.
Uludere bugün sadece Uludere değil. Kan ve gözyaşı ile oluşmuş koca bir bataklık duruyor orada. Bir yığın sorunun cevabını o bataklıkta arıyoruz. Halkın iktidarı, devletin hata yapmasını engelliyor mu? Bizim adımıza hesap soruyor mu? Uludere'nin hesabı sorulmadan Kürt sorunu çözülür mü? Onca zorluk ve sıkıntı içinde rikkatsiz ve üslupsuz bir bakanın yükünü, bu ülke taşımaya mecbur mu? Bir fani bedenin üzerindeki baş kopartılıp siyasî mevtaya dönüşecek ve koca ülkeye hayat verecekken neden hâlâ o omuzların üzerinde duruyor?
Kan, gözyaşı ve beş aydır dinmeyen bir acı ve cevabını aradığımız sorular. Kriz ise daha büyüğü var mı? Fırsat ise tek bir kişinin artık siyasî ömrünü tamamlamış fani bedeninde duruyor.