1960 darbesi, Türkiye'nin sosyal
ve siyasi yaşamında dinin etkisinin artmaya başlayacağı korkusu
nedeniyle yapıldı. Menderes ve arkadaşlarına işkenceye varacak derecede
kötü davranılması ve asarak cezalandırma gibi uç ceza verilmesi, düzenin
hâkim güçlerinin Türkiye'de sistemi dindarlara açmaya çalışan kadroya
verdiği cezadır. Resmi tarihi anlatanlar ve yazanlar o dönemin bu
yüzünden hiç bahsetmezler. Ancak onların verdiği darbe gerekçeleri ne
yazık ki o günlerde olan biteni anlatabilmekten çok uzak kalıyor.
Cumhuriyetin gizli tarihi aslında dini duyguları ve dindarların gücünü
bastırmanın tarihidir. O tarihe bu gözle bakmadığınızda 1960 darbesinin
gizli amacını da ortaya çıkaramazsınız.
İLK ÖNCE KURULUŞ YILLARINI ANLAMAK GEREKİYOR:
1960'ta olan biteni anlamak için Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına gidip o günlerde ne oldu, nasıl bir düzen kuruldu bunu görmeliyiz.
Cumhuriyet'in kuruluş sürecinin temelinde ciddi ekonomi-poltik nedensellikler vardı. O dönemde zorunlu olarak köylü sınıfı sistemin dışında tutulmuş ve köylü sınıfı sadece sömürülüp yarattığı değer elinden alınacak insanlar olarak görülmüştür.
ACIMASIZDI AMA BAŞARILIYDI:
Bu acımasız karar, ülkede hızlı bir şekilde ekonomi oluşturabilmenin tek yoluydu. Sömürülebilecek tek sınıf olan köylünün yarattığı değer elinden alınıp ülkenin geri kalan bölümünün kurulması için transfer ediliyordu. Bu kaynak dünya koşulları nedeniyle tamamen durmuş olan ithalatın yerine üretim yapılması (ithal ikamesi) için kullanılıyordu.
Köylü ekonomik düzenin içine sadece sömürülmek için dahil ediliyordu, onun dışında tüketici ve değer paylaşıcı olarak sistemin dışında tutuluyordu.
O DÜZENDE DİNİN YERİ YOKTU:
Bu ekonomik mekanizma nedeniyle köylü sınıfının en önemli değeri ve kültürel hayatını oluşturan birikimi yani dini, sistemin dışında tutuluyordu.
Yani Cumhuriyet'i kuranlar, karşı olduklarından değil acımasız ekonomik mekanizmalar nedeniyle dine karşı tutumlar geliştirmişlerdi.
CHP'NİN ŞANSSIZLIĞI:
Düzenin kurucusu olan CHP'nin dindarlara konuşacak dili bugün hâlâ bulamamasının temelinde bu tarihsel gerçek yatar, çünkü halkın kafasında CHP eşittir din karşıtlığıdır. Bu tarihi kültürel birikimimizdir.
KARL MARKS'A SAYGI BÖLÜMÜ:
Bu düzen ekonomik yasalarla ve gerektiğinde güç de kullanılarak 1946 yılına kadar sürdürüldü. Köylü sınıfı üzerine kurulmuş olan sömürü düzeninin acımasızlığının ve bunun sosyal ve siyasi olumsuz sonuçlarının dışında Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında uygulanan ekonomi modelinin hayli başarılı olduğunu söylemeliyim.
O günlerde Türkiye dünya ekonomisinin şartlarına uyarak ithal ikameci bir büyüme modeli uygulamıştı. Türkiye'nin dış ticareti 1930 yılından itibaren sadece 1938 hariç sürekli fazla vermişti. Ancak 1946 yılına gelindiğinde büyük savaşta dünya kapitalist sisteminin hegemonik gücü haline gelen ABD merkez ülke olarak, bir çevre ülke olan Türkiye'ye farklı bir ekonomik modeli uygun görmüştür.
Bu yeni ekonomik model dünya kapitalist sisteminin o günlerdeki ihtiyaçlarına uygundu. Daha önce hızla iç sanayileşmeye (ithal ikamesi) ağırlık veren Türkiye, 1947 yılından itibaren tarıma ve dış ticarete ağırlık veren bir model seçti ve uyguladı. Bu dönemde sanayi yatırımlarının niteliği de değişti, 1930'lu yıllarda ithalatı yapılamayan malların üretimine (yeni sanayilere girdi üreten ve ağır sanayi niteliği taşıyan fabrikalardı bunlar) öncelik verilirken (ithal ikamesi), 1947 yılından itibaren tüketim malları üreten sanayiye özel önem verildi. Hem tarımın ön plana çıkmasıyla hem de iç tüketimin sistemin işleyebilmesi için öneminin birden artmasıyla daha önce sistem dışında tutulmuş ve sadece sömürü için kullanılmış köylülüğün hem tarım ürünü üreticisi hem de tüketici olarak sistemin içine çekilmeleri ve özgür bireyler olarak karar vermelerini sağlamak zorunluluğu ortaya çıktı.
DEMOKRAT OLDUKLARINDAN DEĞİL:
Türkiye'nin çok partili sisteme geçmesi düzenin hâkimlerinin çok demokrat olmalarından değil de bir ekonomik zorunluluk nedeniyle olmuştur. CHP'nin tek başına, tarihten gelen sömürücü olduğu düşüncesi nedeniyle, köylülüğü sistemin içine çekebilmesine imkân yoktu. Onu sistemin içine ekonomik bir güç olarak çekecek bir partiye ihtiyaç vardı. O da Demokrat Parti olabilecekti.
Demokrat Parti'nin, sınıfsal temelini oluşturan büyük toprak sahiplerinin ve ticaret burjuvazisinin çıkarlarını zedelemeden, büyük kısmı küçük üreticilerden oluşan kendi oy tabanını da iktisadi açıdan hoşnut tutabilmesi büyük bir başarıydı.
'SAĞ' İDEOLOJİNİN OLUŞUMU:
Yani Türkiye'de sağ partilerin geleneksel olarak köylülüğe yakın görülmelerinin temelinde bu ekonomi-politik gerçek yatar. (Daha sonra ideolojik açıdan sanayi burjuvasine yakın duran Süleyman Demirel bu acı gerçeği hızla kavradı ve üzerine gitti.)
VE DİN ARTIK GÜNDEMDE:
Menderes ve arkadaşları önlerine zorunluluklar nedeniyle açılmış olan imkânın taşıdığı potansiyeli gördüler ve köylülüğü tüm kültürleri ve değerleriyle sistemin içine çekmeye çalıştılar. Oylarının dağılımına bakarsak bunu da başardılar ama bu başka bir şeye de yol açtı. Bu planlanmamış, sistemin öngöremediği bir gelişmeydi. Köylü sınıfının ekonomik ve poltik açıdan sistemin içine çekilmesi aynı zamanda dinin de yani kuruluş yıllarındaki düzenin sistemin dışında tuttuğu bir duygunun tekrar düzenin içine girmesiydi.
Türkiye'de AKP iktidara gelinceye kadar çözümlenemeyen dindarlar hakkındaki streslerin ve kavgaların temeli kuruluş yıllarında atılmıştı. Demokrat Parti'nin bu sorunu çözecek adımları darbe nedeniyle yarıda kesilmişti. AKP sorunu kalıcı bir şekilde çözdü. Bu yüzden AKP gerçekten Demokrat Parti'nin bir anlamda devamıdır.
ASKERLER DÜŞÜNEREK DEĞİL İÇGÜDÜLERİYLE HAREKET ETTİLER:
Kuruluş döneminin ideolojisiyle yetiştirilmiş ve oluşturulmuş askerler, süreçlerin temelinde yatan ekonomik zorunlulukları anlayamadıkları için köylünün dini değerleriyle birlikte sistemin içine çekilmesinin bir zorunluluk olduğunu kavrayamamış ve bunu Demokrat Parti'nin kötü niyeti ve düzene karşıtlığı olarak görmüştür.
ERGENEKON'UN TEMELİ ATILDI:
Yani askerler tarihimizin temelinde yatan sınıfsal çelişkilerin ve ekonomik zorunlulukların dinamiğini hiç kavrayamadıklarından ve sadece içgüdüleriyle hareket ettiklerinden Demokrat Parti örneğinde gördüğümüz ve ondan sonra da her darbede olduğu gibi yanlış kararlar vererek davranmışlar ve Ergenekon ideolojisinin oluşmasına yol açmışlardır.
Halbuki içinde gerçek dindarlar da taşıyan Demokrat Parti'nin aslında yapabileceği başka bir şey de yoktu; o sadece Türkiye'nin tarihsel zorunluluklarının bir taşıyıcısıydı. Üstelik o rol ABD tarafından da dünya ekonomisinin dönemsel ihtiyaçlarına uygunluğu nedeniyle destekleniyordu.
Ordu dinin bu şekilde sistemin içine çekilmesinin son derece tehlikeli olduğunu düşünüyor ve bunun sorumlusu olarak gördüğü Demokrat Parti'den de öcünü alıyordu.
O günlerde darbeciler tarafından hapse atılmış bazı insanların hücrelerinde namaz kılarken bazı subaylar tarafından tekmelenmeleriyle ortaya çıkan ruhsal dengesizliğin temelinde de bu koşullar vardı.
İLK ÖNCE KURULUŞ YILLARINI ANLAMAK GEREKİYOR:
1960'ta olan biteni anlamak için Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına gidip o günlerde ne oldu, nasıl bir düzen kuruldu bunu görmeliyiz.
Cumhuriyet'in kuruluş sürecinin temelinde ciddi ekonomi-poltik nedensellikler vardı. O dönemde zorunlu olarak köylü sınıfı sistemin dışında tutulmuş ve köylü sınıfı sadece sömürülüp yarattığı değer elinden alınacak insanlar olarak görülmüştür.
ACIMASIZDI AMA BAŞARILIYDI:
Bu acımasız karar, ülkede hızlı bir şekilde ekonomi oluşturabilmenin tek yoluydu. Sömürülebilecek tek sınıf olan köylünün yarattığı değer elinden alınıp ülkenin geri kalan bölümünün kurulması için transfer ediliyordu. Bu kaynak dünya koşulları nedeniyle tamamen durmuş olan ithalatın yerine üretim yapılması (ithal ikamesi) için kullanılıyordu.
Köylü ekonomik düzenin içine sadece sömürülmek için dahil ediliyordu, onun dışında tüketici ve değer paylaşıcı olarak sistemin dışında tutuluyordu.
O DÜZENDE DİNİN YERİ YOKTU:
Bu ekonomik mekanizma nedeniyle köylü sınıfının en önemli değeri ve kültürel hayatını oluşturan birikimi yani dini, sistemin dışında tutuluyordu.
Yani Cumhuriyet'i kuranlar, karşı olduklarından değil acımasız ekonomik mekanizmalar nedeniyle dine karşı tutumlar geliştirmişlerdi.
CHP'NİN ŞANSSIZLIĞI:
Düzenin kurucusu olan CHP'nin dindarlara konuşacak dili bugün hâlâ bulamamasının temelinde bu tarihsel gerçek yatar, çünkü halkın kafasında CHP eşittir din karşıtlığıdır. Bu tarihi kültürel birikimimizdir.
KARL MARKS'A SAYGI BÖLÜMÜ:
Bu düzen ekonomik yasalarla ve gerektiğinde güç de kullanılarak 1946 yılına kadar sürdürüldü. Köylü sınıfı üzerine kurulmuş olan sömürü düzeninin acımasızlığının ve bunun sosyal ve siyasi olumsuz sonuçlarının dışında Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında uygulanan ekonomi modelinin hayli başarılı olduğunu söylemeliyim.
O günlerde Türkiye dünya ekonomisinin şartlarına uyarak ithal ikameci bir büyüme modeli uygulamıştı. Türkiye'nin dış ticareti 1930 yılından itibaren sadece 1938 hariç sürekli fazla vermişti. Ancak 1946 yılına gelindiğinde büyük savaşta dünya kapitalist sisteminin hegemonik gücü haline gelen ABD merkez ülke olarak, bir çevre ülke olan Türkiye'ye farklı bir ekonomik modeli uygun görmüştür.
Bu yeni ekonomik model dünya kapitalist sisteminin o günlerdeki ihtiyaçlarına uygundu. Daha önce hızla iç sanayileşmeye (ithal ikamesi) ağırlık veren Türkiye, 1947 yılından itibaren tarıma ve dış ticarete ağırlık veren bir model seçti ve uyguladı. Bu dönemde sanayi yatırımlarının niteliği de değişti, 1930'lu yıllarda ithalatı yapılamayan malların üretimine (yeni sanayilere girdi üreten ve ağır sanayi niteliği taşıyan fabrikalardı bunlar) öncelik verilirken (ithal ikamesi), 1947 yılından itibaren tüketim malları üreten sanayiye özel önem verildi. Hem tarımın ön plana çıkmasıyla hem de iç tüketimin sistemin işleyebilmesi için öneminin birden artmasıyla daha önce sistem dışında tutulmuş ve sadece sömürü için kullanılmış köylülüğün hem tarım ürünü üreticisi hem de tüketici olarak sistemin içine çekilmeleri ve özgür bireyler olarak karar vermelerini sağlamak zorunluluğu ortaya çıktı.
DEMOKRAT OLDUKLARINDAN DEĞİL:
Türkiye'nin çok partili sisteme geçmesi düzenin hâkimlerinin çok demokrat olmalarından değil de bir ekonomik zorunluluk nedeniyle olmuştur. CHP'nin tek başına, tarihten gelen sömürücü olduğu düşüncesi nedeniyle, köylülüğü sistemin içine çekebilmesine imkân yoktu. Onu sistemin içine ekonomik bir güç olarak çekecek bir partiye ihtiyaç vardı. O da Demokrat Parti olabilecekti.
Demokrat Parti'nin, sınıfsal temelini oluşturan büyük toprak sahiplerinin ve ticaret burjuvazisinin çıkarlarını zedelemeden, büyük kısmı küçük üreticilerden oluşan kendi oy tabanını da iktisadi açıdan hoşnut tutabilmesi büyük bir başarıydı.
'SAĞ' İDEOLOJİNİN OLUŞUMU:
Yani Türkiye'de sağ partilerin geleneksel olarak köylülüğe yakın görülmelerinin temelinde bu ekonomi-politik gerçek yatar. (Daha sonra ideolojik açıdan sanayi burjuvasine yakın duran Süleyman Demirel bu acı gerçeği hızla kavradı ve üzerine gitti.)
VE DİN ARTIK GÜNDEMDE:
Menderes ve arkadaşları önlerine zorunluluklar nedeniyle açılmış olan imkânın taşıdığı potansiyeli gördüler ve köylülüğü tüm kültürleri ve değerleriyle sistemin içine çekmeye çalıştılar. Oylarının dağılımına bakarsak bunu da başardılar ama bu başka bir şeye de yol açtı. Bu planlanmamış, sistemin öngöremediği bir gelişmeydi. Köylü sınıfının ekonomik ve poltik açıdan sistemin içine çekilmesi aynı zamanda dinin de yani kuruluş yıllarındaki düzenin sistemin dışında tuttuğu bir duygunun tekrar düzenin içine girmesiydi.
Türkiye'de AKP iktidara gelinceye kadar çözümlenemeyen dindarlar hakkındaki streslerin ve kavgaların temeli kuruluş yıllarında atılmıştı. Demokrat Parti'nin bu sorunu çözecek adımları darbe nedeniyle yarıda kesilmişti. AKP sorunu kalıcı bir şekilde çözdü. Bu yüzden AKP gerçekten Demokrat Parti'nin bir anlamda devamıdır.
ASKERLER DÜŞÜNEREK DEĞİL İÇGÜDÜLERİYLE HAREKET ETTİLER:
Kuruluş döneminin ideolojisiyle yetiştirilmiş ve oluşturulmuş askerler, süreçlerin temelinde yatan ekonomik zorunlulukları anlayamadıkları için köylünün dini değerleriyle birlikte sistemin içine çekilmesinin bir zorunluluk olduğunu kavrayamamış ve bunu Demokrat Parti'nin kötü niyeti ve düzene karşıtlığı olarak görmüştür.
ERGENEKON'UN TEMELİ ATILDI:
Yani askerler tarihimizin temelinde yatan sınıfsal çelişkilerin ve ekonomik zorunlulukların dinamiğini hiç kavrayamadıklarından ve sadece içgüdüleriyle hareket ettiklerinden Demokrat Parti örneğinde gördüğümüz ve ondan sonra da her darbede olduğu gibi yanlış kararlar vererek davranmışlar ve Ergenekon ideolojisinin oluşmasına yol açmışlardır.
Halbuki içinde gerçek dindarlar da taşıyan Demokrat Parti'nin aslında yapabileceği başka bir şey de yoktu; o sadece Türkiye'nin tarihsel zorunluluklarının bir taşıyıcısıydı. Üstelik o rol ABD tarafından da dünya ekonomisinin dönemsel ihtiyaçlarına uygunluğu nedeniyle destekleniyordu.
Ordu dinin bu şekilde sistemin içine çekilmesinin son derece tehlikeli olduğunu düşünüyor ve bunun sorumlusu olarak gördüğü Demokrat Parti'den de öcünü alıyordu.
O günlerde darbeciler tarafından hapse atılmış bazı insanların hücrelerinde namaz kılarken bazı subaylar tarafından tekmelenmeleriyle ortaya çıkan ruhsal dengesizliğin temelinde de bu koşullar vardı.