Dün, Cumhuriyet devrinin ilk askeri
darbesi olan 27 Mayıs’ın yıldönümüydü. Ordu, seçim yoluyla mağlup
edilmesi imkansız olan Demokrat Parti’yi silah zoruyla iktidardan
indirip akabinde o kadrolara tarih boyunca unutulmayacak bir zulüm
yaşatmıştır. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak
üzere Demokrat Parti kadroları uzun yıllar baskı ve yasaklara maruz
kalmış, bu partinin tabanı olan halk her vesileyle aşağılanmıştır.
Asker devamında 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’de yine darbe veya muhtıralar yoluyla yönetime el koyarak 27 Mayıs nizamını sürdürmüştür. Türkiye’nin askeri vesayet ve darbe nizamından kurtulması ancak 2010 yılında Erdoğan iktidarı ile mümkün olabilmiştir.
Yani, uzun yıllardır lanetlenmesine rağmen
27 Mayıs düzeni en başta idareye, askeri ortak etme kuralı sayesinde yakın zamana kadar devam etmekteydi.
Nitekim,
Erdoğan hükümetlerine karşı planlanan darbelerin mantığı, gerekçeleri ve kullanılan yöntemlerin hemen hepsi 27 Mayıs öncesi hazırlananlardan pek farklı değildi. Korku salmak, endişe uyandırmak, yalan haber üretmek ve Ordu+CHP+yargı+bürokrasi+iş dünyası+medya ittifakını sağlamak... Türkiye bu kez darbeye direndi, siyasal iktidar direnmekle kalmadı o düzeni tarihe gömmeyi başardı.
Sembolik olarak, 12 Eylül 2010 referandum gününü Menderes ve arkadaşlarının ruhunun şad olduğu bir tarih olarak kaydedebiliriz.
Öte yandan, nasıl bugün darbeye teşebbüs edenler veya onlara kalemleriyle yardım edenler utanılası bir haldeyse, 27 Mayıs darbecileri ve Yassıada mahkemelerinin hakim ve savcıları da tarih nezdinden aynı durumdadır. Bayar, Menderes ve arkadaşlarını Yassıada hakimi Salim Başol ve Savcısı Ömer Altay Egesel Türk hukuk tarihinin en rezilane örnekleri olarak kayda geçmişlerdir.
Darbenin komutanı Cemal Gürsel de zalim ve zavallı bir kişilik olarak tarihteki yerini almıştır. Menderes’e övgü dolu mektuplar yazacak kadar bağlı olan ama darbe komutanlığı pozisyonu kendisine teklif edildiğinde emekliliği gelmiş olmasına rağmen düşünmeden kabul edecek kadar düşük bir kişiliği sahipti. Bugün utançla anılan bir mevkiye sahip olmak için Menderes’e ihanet etmiş; ihanetini onu darağacına göndermeye vardıracak kadar keyifle sürdürmüştür.
Oysa darbenin gerçekleştiği gün Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun. Yani, emir-komuta gereği darbenin başında da Gürsel’in değil Erdelhun Paşa’nın bulunması gerekirdi. Ama orada değildi...
Neden?
Zaman gazetesinde 50 yıl sonra ilk kez yayınlanan Erdelhun’un hatıralarına bakalım. Bakalım da şerefli ve milletine bağlı bir askerle, tarihe bir utançla geçmek pahasına makam hırsına mağlup olan bir askerin farkını anlayalım. Rüştü Erdelhun tam darbe günü, 27 Mayıs’ta, tutuklu haldeyken kendisine yapılan bir teklifi anlatıyor:
“27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti.”
Peki, Paşa ne cevap veriyor:
“Teşekkür ederim... Daha 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay’da ihtilal aleyhine konuştuğum ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söyledim. Halen mevkufum (tutukluyum) ve ne sıfatta olduğumu bile bilmiyorum. Ama hayatım pahasına da olsa böyle bir döneklik kabul olamaz...”
O teklifi reddeden Erdelhun yargılandı ve 15 kişiyle birlikte idama mahkum edildi. Asılmak üzere İmralı’ya gönderildi ve orada 8 gün kaldı. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına hücresinde şahitlik etti.
Sonra, Bayar dahil 11 kişiyle birlikte cezası müebbede çevrildi ve Kayseri Cezaevi’nde 4,5 yıla yakın hapis yattı. Hazindir, yine bir darbe (12 Eylül) sonrası demokrasiye geçilen ilk seçimlerin ardından 9 Kasım 1983’de hayata gözlerini kapadı.
Darbe günü, tutuklu olduğu halde darbe liderliğini reddeden o yüksek şahsiyet Kayseri’den ailesine şunları yazmıştı: “Çok şükür ki görev yaptığım süre içerisinde orduyu siyasete karıştırmadım. Bizim hakkımızda tarih karar verecek.”
27 Mayıs’ın acısı, trajedisi büyüktür ama asaleti ve kahramanlıkları da öyledir. Bilinsin ve tarihin kendisi hakkında karar vermesini bekleyen bu şerefli insanların hatırası yad edilsin.
Asker devamında 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’de yine darbe veya muhtıralar yoluyla yönetime el koyarak 27 Mayıs nizamını sürdürmüştür. Türkiye’nin askeri vesayet ve darbe nizamından kurtulması ancak 2010 yılında Erdoğan iktidarı ile mümkün olabilmiştir.
Yani, uzun yıllardır lanetlenmesine rağmen
27 Mayıs düzeni en başta idareye, askeri ortak etme kuralı sayesinde yakın zamana kadar devam etmekteydi.
Nitekim,
Erdoğan hükümetlerine karşı planlanan darbelerin mantığı, gerekçeleri ve kullanılan yöntemlerin hemen hepsi 27 Mayıs öncesi hazırlananlardan pek farklı değildi. Korku salmak, endişe uyandırmak, yalan haber üretmek ve Ordu+CHP+yargı+bürokrasi+iş dünyası+medya ittifakını sağlamak... Türkiye bu kez darbeye direndi, siyasal iktidar direnmekle kalmadı o düzeni tarihe gömmeyi başardı.
Sembolik olarak, 12 Eylül 2010 referandum gününü Menderes ve arkadaşlarının ruhunun şad olduğu bir tarih olarak kaydedebiliriz.
Öte yandan, nasıl bugün darbeye teşebbüs edenler veya onlara kalemleriyle yardım edenler utanılası bir haldeyse, 27 Mayıs darbecileri ve Yassıada mahkemelerinin hakim ve savcıları da tarih nezdinden aynı durumdadır. Bayar, Menderes ve arkadaşlarını Yassıada hakimi Salim Başol ve Savcısı Ömer Altay Egesel Türk hukuk tarihinin en rezilane örnekleri olarak kayda geçmişlerdir.
Darbenin komutanı Cemal Gürsel de zalim ve zavallı bir kişilik olarak tarihteki yerini almıştır. Menderes’e övgü dolu mektuplar yazacak kadar bağlı olan ama darbe komutanlığı pozisyonu kendisine teklif edildiğinde emekliliği gelmiş olmasına rağmen düşünmeden kabul edecek kadar düşük bir kişiliği sahipti. Bugün utançla anılan bir mevkiye sahip olmak için Menderes’e ihanet etmiş; ihanetini onu darağacına göndermeye vardıracak kadar keyifle sürdürmüştür.
Oysa darbenin gerçekleştiği gün Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun. Yani, emir-komuta gereği darbenin başında da Gürsel’in değil Erdelhun Paşa’nın bulunması gerekirdi. Ama orada değildi...
Neden?
Zaman gazetesinde 50 yıl sonra ilk kez yayınlanan Erdelhun’un hatıralarına bakalım. Bakalım da şerefli ve milletine bağlı bir askerle, tarihe bir utançla geçmek pahasına makam hırsına mağlup olan bir askerin farkını anlayalım. Rüştü Erdelhun tam darbe günü, 27 Mayıs’ta, tutuklu haldeyken kendisine yapılan bir teklifi anlatıyor:
“27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti.”
Peki, Paşa ne cevap veriyor:
“Teşekkür ederim... Daha 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay’da ihtilal aleyhine konuştuğum ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söyledim. Halen mevkufum (tutukluyum) ve ne sıfatta olduğumu bile bilmiyorum. Ama hayatım pahasına da olsa böyle bir döneklik kabul olamaz...”
O teklifi reddeden Erdelhun yargılandı ve 15 kişiyle birlikte idama mahkum edildi. Asılmak üzere İmralı’ya gönderildi ve orada 8 gün kaldı. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına hücresinde şahitlik etti.
Sonra, Bayar dahil 11 kişiyle birlikte cezası müebbede çevrildi ve Kayseri Cezaevi’nde 4,5 yıla yakın hapis yattı. Hazindir, yine bir darbe (12 Eylül) sonrası demokrasiye geçilen ilk seçimlerin ardından 9 Kasım 1983’de hayata gözlerini kapadı.
Darbe günü, tutuklu olduğu halde darbe liderliğini reddeden o yüksek şahsiyet Kayseri’den ailesine şunları yazmıştı: “Çok şükür ki görev yaptığım süre içerisinde orduyu siyasete karıştırmadım. Bizim hakkımızda tarih karar verecek.”
27 Mayıs’ın acısı, trajedisi büyüktür ama asaleti ve kahramanlıkları da öyledir. Bilinsin ve tarihin kendisi hakkında karar vermesini bekleyen bu şerefli insanların hatırası yad edilsin.