Türkiye'de demokrasi, 27 Mayıs 1960 darbesiyle büyük bir yara aldı.
Bazı siyasetçilerin arkalarındaki halk desteğine rağmen silahlı güçler
marifetiyle indirilmesi; başbakanın ve bakanların insan onur ve
haysiyetine yakışmayan muamelelere maruz bırakılmaları ve idam
edilmeleri, demokratik cephede ve millette travmalar yaşanmasına neden
oldu.
Yüzde
58'lerde oy almış, ülkeyi pek çok alanda gelişmeye ve ilerlemeye açmış,
temel hak ve özgürlüklerde büyük atılımlar yaparak ülkeye sınıf
atlatmış Demokrat Parti'ye yapılan muamele, "yönetime katılım" adına
insanımızda ümitsizlik oluşturmuştur. 1971 muhtırası ve 1980 ihtilali bu
karamsarlığı, ümitsizliği pekiştirmiştir. İhtilaller, muhtıralar
"Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" sözünün altını boşaltmıştır.
Millet, iradesini ortaya koyma adına sandığa iştiyakla gitmiş,
vatandaşlık vazifesini yüksek katılım oranlarıyla yerine getirmiş; fakat
sürekli harici ellerce tercihlerinin hükümsüz hale getirilebileceği
korkusunu, milli iradeye müdahale edileceği kaygısını yaşamıştır. Askeri
müdahaleler insanımızda demokratik çözümlere, parlamentoya, siyasal
aktörlere olan inancı sarsmıştır.
Demokrasiye yapılan müdahaleler siyasi alanın ve siyasetin kurallarını değiştirmiş, siyaseti yozlaştırmış, yabancılaştırmıştır. Millete dayanması gereken, varlığını demokratik sürece borçlu olan siyasal partiler ve liderleri, başka güç odaklarına, karar organlarına dayanma ihtiyacı duymaya, milletten başka merciler aramaya başlamışlardır. Siyasetçiler TBMM'nin, Anayasa'nın sağladığı meşruiyet dışında "başka merkezlerin" de onayını bekler hale gelmişlerdir. Hükümet edebilmek için sandıktan çıkmak yetmez olmuş; iktidarların muktedir olabilmesi, demokratik rejimlerde denklemin herhangi bir yerinde olmayan güçlerin desteğine bağlı hale getirilmiştir. Milletten aldığı desteğe rağmen, askerlerin aman vermediği; aristokratik elitin onaylamadığı; tekelci medyanın tavır aldığı bir hükümetin ayakta kalması mümkün olmamıştır.
Siyaset mekanizmasına dışarıdan müdahalelerin sistematik hale gelmesinden ve kanıksanmasından dolayı, Türkiye'de siyasetçiler siyasete müdahil odakların gözüne bakar oldular. Milletten öte, bu odakları dikkate almaya, hesaplarını bunlara göre yapmaya başladılar. Milli iradeye, demokratik sürece yapılan askeri, yargısal, modern, postmodern vb. müdahaleler siyasal kültürümüzü dejenere etti. Siyasal sistemimiz kuralsızlıklara teslim oldu. Siyaset kendisine stabil bir zemin bulamadı, teamüller oluşturamadı. Demokrasimizin kırılmalarla yol alması siyaset tecrübesini ve bu tecrübenin aktarıldığı okullar olan siyasi partileri kesintiye uğrattı. Demokrasimiz kurumsallaşamadı, parlamenter demokrasi geçmişimiz demokratik bir birikim oluşturamadı. Çok erken (1876) siyasal hayatımıza girmiş meclis-parlamento mefhumu siyasal kültürümüzde, yönetim geleneğimizde hak ettiği yeri elde edemedi. Demokratik sürece dışarıdan müdahaleler, siyasal alanı düzenleme adına yapılan her türlü mühendislik çalışmaları siyasal sistemimizde bir "anomi" oluşturdu. Bu normsuzluk, kuralsızlık nedeniyle çoğulcu demokratik rejimlerin aktörleri olan seçmenler, siyasal partiler, baskı grupları, sivil toplum örgütleri yeterince dikkate alınmadı. Dahası bunlardan bazıları demokrasiye müdahale eden, kuralları sabote eden "oyun bozuculara" kulak vermeye, onların ne dediğini, ne düşündüğünü merak etmeye başladılar.
Siyasete ve siyasi sisteme hâkim olan kuralsızlık sonucu siyaset üzerindeki manipülasyonlar arttı. Bulanık ve dumanlı ortamlardan nemalanmak isteyenler, güç odaklarına veya onların aktörlerine dayanarak gündemi saptırmaya, beyanatlar vermeye başladılar. 28 Şubat gibi müdahale öncesi süreçlerde gazeteler meçhul üst düzey komutanlara atfen haberler yaptılar; millete yapılan psikolojik harekâtlara aracı oldular. Siyasetin-hukukun militer zihniyete göre yorumlandığı bu dönemlerde Selçuk Parsadan gibi uyanık tipler "üst düzey bir asker" adı kullanarak yeni dolandırıcılık yöntemleri geliştirdiler. "İrtica" yaygaraları arasında bankaları boşaltan hortumcular türedi. Organize suç şebekeleri "Atatürkçülük" adına rozetler basarak, yardımlar toplayarak "laiklik" üzerinden vurgunlar yaptılar. Kanunun ve kolluk güçlerinin yaptırımından kurtulabilmek için yıkılmasını istemediği gecekondusunun önüne Atatürk heykeli dikenler bile çıktı.
Demokrasimizin gece yarısı baskınlarıyla kesintiye uğratılması, siyasetçilerin darağaçlarına, kodeslere gönderilmesi, millete hesap vermeyenlerin devlet çarkına sürekli çomak sokmaları, atanmışların seçilmiş yetkili organlara talimatlar vermeleri, tehditler yağdırmaları sadece siyasal sistemimizi dejenere etmedi; siyasetçilerimizin psikolojisini, kimyasını bozdu. Siyasete atılacaklar milletten önce başka mercilerin olurunu alma, başkalarına şirin görünme arayışına girdiler. Dışarıda ABD'den, içeride TSK'dan icazet alınmadan siyasette başarılı olunamayacağı kanaati oluştu. Müdahaleler sonucu millete başka, güç odaklarına başka konuşan, ilkeli duruş sergileyemeyen, dış politikada inisiyatif alamayan, iç politikada her an bir mayına basma korkusu yaşayan, ikircikli ve ikiyüzlü davranmayı siyaset olarak algılayan siyasetçiler türedi. Çünkü ilkeli davranan, millete dayanan, ülkenin önünü açmak için inisiyatifler alan hükümetler ve siyasetçiler iflah edilmiyordu. Bu nedenle demokrasimiz uzun süre (askeri) bürokrasinin vesayetinden kurtulamadı.
Darbeler ve demokratik hayata müdahaleler siyasal kültürümüzü tahrip etmenin dışında ahlak anlayışımızı, adalet ve hukuk algılamamızı, insan ilişkilerimizi, değer yargılarımızı, milli karakterimizi yaraladı. Yaşadığımız ilkesiz, kuralsız, hasarlı demokratik süreçler adaleti değil, gücü; vefayı, dostluğu değil, menfaati; dürüst olmayı değil, fırsatçılığı tercih eden insan-yönetici-siyasetçi tipleri oluşturdu. Ağır aksak işleyen demokrasi süreci silik, kendini ifadeden korkan, düşüncelerini hep ihtiyatla ve yuvarlak ifade eden, yarınından endişeli, ufku kapalı, duruş sergileyemeyen nesiller yetiştirdi. Demokrasiye müdahaleler sadece siyaseti değil, toplumu da yozlaştırdı.
Demokrasiye yapılan müdahaleler siyasi alanın ve siyasetin kurallarını değiştirmiş, siyaseti yozlaştırmış, yabancılaştırmıştır. Millete dayanması gereken, varlığını demokratik sürece borçlu olan siyasal partiler ve liderleri, başka güç odaklarına, karar organlarına dayanma ihtiyacı duymaya, milletten başka merciler aramaya başlamışlardır. Siyasetçiler TBMM'nin, Anayasa'nın sağladığı meşruiyet dışında "başka merkezlerin" de onayını bekler hale gelmişlerdir. Hükümet edebilmek için sandıktan çıkmak yetmez olmuş; iktidarların muktedir olabilmesi, demokratik rejimlerde denklemin herhangi bir yerinde olmayan güçlerin desteğine bağlı hale getirilmiştir. Milletten aldığı desteğe rağmen, askerlerin aman vermediği; aristokratik elitin onaylamadığı; tekelci medyanın tavır aldığı bir hükümetin ayakta kalması mümkün olmamıştır.
Siyaset mekanizmasına dışarıdan müdahalelerin sistematik hale gelmesinden ve kanıksanmasından dolayı, Türkiye'de siyasetçiler siyasete müdahil odakların gözüne bakar oldular. Milletten öte, bu odakları dikkate almaya, hesaplarını bunlara göre yapmaya başladılar. Milli iradeye, demokratik sürece yapılan askeri, yargısal, modern, postmodern vb. müdahaleler siyasal kültürümüzü dejenere etti. Siyasal sistemimiz kuralsızlıklara teslim oldu. Siyaset kendisine stabil bir zemin bulamadı, teamüller oluşturamadı. Demokrasimizin kırılmalarla yol alması siyaset tecrübesini ve bu tecrübenin aktarıldığı okullar olan siyasi partileri kesintiye uğrattı. Demokrasimiz kurumsallaşamadı, parlamenter demokrasi geçmişimiz demokratik bir birikim oluşturamadı. Çok erken (1876) siyasal hayatımıza girmiş meclis-parlamento mefhumu siyasal kültürümüzde, yönetim geleneğimizde hak ettiği yeri elde edemedi. Demokratik sürece dışarıdan müdahaleler, siyasal alanı düzenleme adına yapılan her türlü mühendislik çalışmaları siyasal sistemimizde bir "anomi" oluşturdu. Bu normsuzluk, kuralsızlık nedeniyle çoğulcu demokratik rejimlerin aktörleri olan seçmenler, siyasal partiler, baskı grupları, sivil toplum örgütleri yeterince dikkate alınmadı. Dahası bunlardan bazıları demokrasiye müdahale eden, kuralları sabote eden "oyun bozuculara" kulak vermeye, onların ne dediğini, ne düşündüğünü merak etmeye başladılar.
Siyasete ve siyasi sisteme hâkim olan kuralsızlık sonucu siyaset üzerindeki manipülasyonlar arttı. Bulanık ve dumanlı ortamlardan nemalanmak isteyenler, güç odaklarına veya onların aktörlerine dayanarak gündemi saptırmaya, beyanatlar vermeye başladılar. 28 Şubat gibi müdahale öncesi süreçlerde gazeteler meçhul üst düzey komutanlara atfen haberler yaptılar; millete yapılan psikolojik harekâtlara aracı oldular. Siyasetin-hukukun militer zihniyete göre yorumlandığı bu dönemlerde Selçuk Parsadan gibi uyanık tipler "üst düzey bir asker" adı kullanarak yeni dolandırıcılık yöntemleri geliştirdiler. "İrtica" yaygaraları arasında bankaları boşaltan hortumcular türedi. Organize suç şebekeleri "Atatürkçülük" adına rozetler basarak, yardımlar toplayarak "laiklik" üzerinden vurgunlar yaptılar. Kanunun ve kolluk güçlerinin yaptırımından kurtulabilmek için yıkılmasını istemediği gecekondusunun önüne Atatürk heykeli dikenler bile çıktı.
Demokrasimizin gece yarısı baskınlarıyla kesintiye uğratılması, siyasetçilerin darağaçlarına, kodeslere gönderilmesi, millete hesap vermeyenlerin devlet çarkına sürekli çomak sokmaları, atanmışların seçilmiş yetkili organlara talimatlar vermeleri, tehditler yağdırmaları sadece siyasal sistemimizi dejenere etmedi; siyasetçilerimizin psikolojisini, kimyasını bozdu. Siyasete atılacaklar milletten önce başka mercilerin olurunu alma, başkalarına şirin görünme arayışına girdiler. Dışarıda ABD'den, içeride TSK'dan icazet alınmadan siyasette başarılı olunamayacağı kanaati oluştu. Müdahaleler sonucu millete başka, güç odaklarına başka konuşan, ilkeli duruş sergileyemeyen, dış politikada inisiyatif alamayan, iç politikada her an bir mayına basma korkusu yaşayan, ikircikli ve ikiyüzlü davranmayı siyaset olarak algılayan siyasetçiler türedi. Çünkü ilkeli davranan, millete dayanan, ülkenin önünü açmak için inisiyatifler alan hükümetler ve siyasetçiler iflah edilmiyordu. Bu nedenle demokrasimiz uzun süre (askeri) bürokrasinin vesayetinden kurtulamadı.
Darbeler ve demokratik hayata müdahaleler siyasal kültürümüzü tahrip etmenin dışında ahlak anlayışımızı, adalet ve hukuk algılamamızı, insan ilişkilerimizi, değer yargılarımızı, milli karakterimizi yaraladı. Yaşadığımız ilkesiz, kuralsız, hasarlı demokratik süreçler adaleti değil, gücü; vefayı, dostluğu değil, menfaati; dürüst olmayı değil, fırsatçılığı tercih eden insan-yönetici-siyasetçi tipleri oluşturdu. Ağır aksak işleyen demokrasi süreci silik, kendini ifadeden korkan, düşüncelerini hep ihtiyatla ve yuvarlak ifade eden, yarınından endişeli, ufku kapalı, duruş sergileyemeyen nesiller yetiştirdi. Demokrasiye müdahaleler sadece siyaseti değil, toplumu da yozlaştırdı.