20 Ağustos 2013 Salı

Mısır’a Balyoz

19 Ağustos 2013 / MESUT ÇEVİKALP
Camiler bombalanıyor, masum insanlar katlediliyor. Müslümanlar bu kez Mısır’da zulüm altında. Batı dünyası yine zalimin safında. İslam dünyası yine sessiz. Arap siyasetinin beşiği Mısır, demokrasi sınavını verememenin eşiğinde…
Telefonun ucundaki Batılı gazeteci, genelgeçer birkaç cümleden sonra duraksadı... Derin bir nefes alıp mahcup edayla devam etti: “Dostum, Batılıları kendiniz gibi görmeyin! Bir Batılı Mısır’a baktığında gemilerinin geçeceği Süveyş Kanalı’nı, ocağında kullanacağı doğalgazı ve mahallesinden bildiği kiliseleri görür. Darbeyi, askıya alınan demokrasiyi, katliamları düşünmez. Yani pragmatik yaklaşır. Geriye dönüp Suriye, Irak ve Afganistan’a bir bak. Ne demek istediğimi anlarsın.”
14 Ağustos’ta Mısır ordusu, Adeviyye ve Nahda meydanlarında toplanan demokrasi yanlılarına kurşun yağdırıp yüzlercesini katlederken sessizliğe bürünen Batılı liderler ikiyüzlülüklerini afişe ediyordu: “Olaylardan endişe ediyoruz. Çünkü kiliseler yakılıyor, Hıristiyanlar hedef alınıyor…”

Dile kolay bir günde yitip giden yüzlerce (En az 700) can! Binlerce yaralı... Önce iletişim kanalları karartıldı, ardından kadın-çocuk demeden basıldı tetiğe. Önceden tespit edilen ev ve ofisler basılıp gerekçesiz tutuklandı yüzlercesi. Yeni atanan ‘sağlam’ savcılar, hâkimler dünden hazırdı sorgusuz infaza. Dipçikle alaşağı edilen Muhammed Mursi’nin ardından Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimleri de tecrit edildi örgütten. Kiminin ailesine de acınmadı. İhvan liderlerinden Dr. Muhammed Baltacı’nın 17 yaşındaki kızı Esma, sırtından vuruldu mesela. Sadece önde gelenlerle de yetinmediler, 500 İhvan üyesi de gözaltına alındı. Darbecilerin geçen haftalarda basına sızan ‘kaos planı’ harfiyen devredeydi. Plan, 3-5 bin zayiatla meydanların temizlenebileceğine işaret ediyordu. Kahire’nin katledilen demokratları, kana bulanan sokakları, gasp edilen yarınları yabancı gelmedi bize! Ayışığı, Yakamoz, Sarıkız... Çok değil, daha 5-10 yıl önce benzer planlar Türkiye’deki demokrasi yanlıları için de hazırlanmıştı. ‘Dış’ destekli sivil-asker ve haricî piyonlar aynen bugün Mısır’da yaşandığı gibi provokatif suikastlara girişmiş, kamu binalarını, ibadethaneleri, gayrimüslim azınlığı hedefe koymuştu. Hedef aynıydı: Seçimle iktidara gelen muhafazakârları devirmek… Derin yapının hayata geçiremediklerini Mısır’daki ruh ikizi, adım adım uyguladı. Sonuç ortada.


Hani ordu halka kurşun sıkmazdı?!.
Darbeciler, kanlı müdahaleyle her türlü muhalefeti kaba güçle ezmeye kararlı olduğunu hissettirdi. Mübarek karşısında çıkarı gereği halkın yanında saf tutan ordu, o günlerde ‘Mısır ordusu halka kurşun sıkmaz’ algısı üzerine oynuyordu. Duruşunun konjonktürel olduğunu bizzat kendisi ispatladı. Gerek gördüğünde elindeki silahı acımasızca kullanabildiğini gösterdi. Darbeciler 14 Ağustos müdahalesiyle sadece İhvan-ı Müslimin’i (Müslüman Kardeşler) hedef almadı. Tüm Mısır halkını korkutup iktidarını kabul ettirmeye çalıştı. Bundan dolayı sadece Adeviyye veya Nahda meydanına değil, medyaya, siyasî partilere, El Ezher ve ulemasına da müdahale etti. Askerin şiddet dalgası, Müslüman Kardeşler’in dışında darbeye karşı duranları da yaktı. Hıristiyanların yakılan kilisesi, Kıptilerin basılan gazetesi hep bu amacın bir parçasıydı. Namlu tüm Mısırlara doğrultuldu.
Kanlı saldırı, darbecilerin bundan sonra izleyeceği yola dair de ipuçları verdi. Mesela, askerin darbeden hemen sonra dile getirdiği ‘iktidarı 6 ay için sivillere bırakma’ planı asılsız çıktı. Tam aksine yönetimde uzun soluklu kalabilmek uğruna Mısır siyasetini yeniden dizayn etmeye koyuldular. Yeni dönemde ülkeyi Mübarek dönemindeki polis devletine geri götürmeye çalışacaklarını gösterdiler. Bu doğrultuda önlerine çıkan ilk engeli, İhvan’ı ortadan kaldırmaya başladılar. Paralelinde ‘Arap Baharı’ inisiyatifine dair ne varsa; gösteri, haber, köşe yazısı ve kitaplar da yasaklandı.
Mübarek rejimine dönüş
Askerin bir yıl gibi kısa sürede, yüzde 50’nin desteğiyle seçilen Mursi’yi alaşağı etmesi irdelendiğinde katliamın gerekçelerine işaret eden önemli detaylara ulaşılıyor. Mursi, Mısır’ın tarihten bu yana var olan üç sac ayağından biri konumundaki orduyu (diğer ikisi İhvan ve El Ezher) kendine bağlayabileceğini zannetti. Birkaç generali emekli etti, birkaçını da danışman olarak yanına aldı (Darbe lideri Abdülfettah Sisi onlardan biriydi). Askerin direncini kırdığını düşünüp anayasayı değiştirmeye soyundu. Mısır’ın en büyük ‘yerli yatırımcısı’, ‘ticari şirketi’ konumundaki ordu haliyle gerildi. Askerler geçen yarım asırda elde ettikleri devasa imtiyazları kaybetmemenin yolunu Mursi’yi iktidardan indirmede buldu. Tasarlanan plana küresel güçler de onay verince düğmeye basıldı…
Ankara Strateji Enstitüsü Ortadoğu Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, ülkede Cezayir’i andıran daha büyük kitlesel katliamların yaşanmasından endişe ediyor: “Darbelerin bir iç mantığı var. Darbeciler, hukuku çiğneyerek suç işliyor. Hele elleri kana bulanmışsa, işledikleri suçlar yüzünden hesap vermemek için iktidarda kalmanın yollarını arıyorlar. Muhalefetin terörize edilip sistem dışına itilmesi ve siyasetin darbecilerin çıkarlarına uygun biçimde dizayn edilmesi temel hedef haline geliyor. Mısır’da Mursi’nin devrilmesinin ardından yaşanan katliamlarla beraber bu darbe sarmalı işlemeye başladı. Sisi, iktidarı kendisine destek veren liberal gruplar dâhil kimseye devretmek istemiyor. Anlaşılan o ki yeni bir Mübarek olarak doğmak için sistemi dizayn etmeye çalışıyor.”
14 Ağustos katliamıyla askerler İhvan’ın siyasete yeniden dâhil olma zeminini de ortadan kaldırdı. Zayıf da olsa bu noktada bazı düşünceler vardı. Mesela, İhvan’dan ayrılan Abdülmünim Ebu’l Futuh ile askerlerin bir araya gelip yeni bir geçiş süreci inşa etmesini dillendirenler vardı. Asker bu hamleyle Müslüman Kardeşler’in ılımlılarına dahi ülkede siyaset hakkı tanımayacağını gösterdi. Hatta asker herhangi bir siville de masaya oturmayacağını kanıtladı. Saldırıyı sivilleri masaya çekmek için değil, onları sindirip iktidar heveslerini söndürmek için düzenledi. Haddizatında, gayri resmî kaynakların 3-5 binlerle ifade ettiği şehidin ardından askerin kanlı elini sıkmaya niyetli bir kitle de kalmadı ülkede. 14 Ağustos, Mısır’da bir asker-sivil kan davasına yol açtı. Dökülen onca kandan sonra  orta yolu bulmak oldukça zor olacak. Asker elde ettiği iktidar imtiyazını bırakmayacak, İhvan-ı Müslimin liderliği de şehitlerini unutup askerin masasına oturmak istemeyecek. Onlar istese bile bundan sonra tabanları buna müsaade etmeyecek.

İpek Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakkı Taş, yaşananları cuntanın uzun süre iktidarda kalma çabası olarak yorumluyor. Güçlü bir baskı olmadığı sürece, ülkenin uzunca bir müddet istikrarsızlık-şiddet ekseninde sürükleneceğini öngörüyor: “Ordunun, İhvan’ı darbe sonrası düzene entegre etmek gibi bir derdi yok. Amaç İhvan’ı tamamen sindirmek. Olağanüstü hal ile askerî yönetim iyice rengini göstermiş oldu. Katliam, bize askerin İhvan’ı halktan saymadığını gösterdi. Toplumun diğer kesimlerinden katliamlara karşı ciddi itirazın yükselmeyişi, yeni dönemde İhvan’a nasıl bakıldığı açısından önemli. İhvan terörize edilmeye çalışılıyor. Ancak İhvan’ın tecrit edildiği siyaset yapısının Mısır’a istikrar getirmesi de mümkün değil.”
Darbecilerin bu denli gözü kara davranabilmesinin kaynağı sadece elindeki silah ve kışladaki asker de değildi. Mursi ve İhvan’ın Mübarek rejimine birlikte karşı durduğu sekülerler, liberaller ve hatta Selefiler, asker karşısında onları yalnız bıraktı. Asker biraz da bu ayrışmadan cesaret aldı. Ancak ordu balyozunu sadece İhvan’a indirmedi. Liberaller, Selefiler ve Kıptiler de zemin kaybetti. Siyasetteki travma onları da etkileyecek ve geriletecek.   
Hakkı Taş, liberallerin sessizliğinin tarihe kötü bir leke olarak geçeceğini vurguluyor: “Mursi 5 vali atadığında ‘Devlet İhvanlaşıyor’ diye ortalığı ayağa kaldıran liberaller(!), darbe yönetimi 27 valinin 25’ini değiştirip emekli askerleri vali yaptığında sessiz kalıyorsa ortada büyük bir sorun vardır. Mübarek rejimi aynen devam edecekse, 2011’deki devrim neden yapıldı? Mursi’yi iktidardan indirmek ve belki darbe sonrasında siyasi erkten pay almak uğruna devrimin kazanımları harcandı.”
Arap dünyasının büyük ağabeyi Mısır’a indirilen ‘balyoz’ haliyle Müslüman ülkeleri de etkileyecek. Özellikle Arap Baharı etkisiyle yaşadıkları ülkelerde diktacı rejimlere karşı savaş açan Müslüman muhaliflerde moral kaybı ve kırıklık yaşanacak. Tunus ve Suriye’de ilk yansımaları yaşandı bile. Adeviyye ve Nahda’da yaşanan kanlı görüntüleri tekrar tekrar yayınlayan Suriye devlet medyası, muhaliflere ‘Direnişi bırakın, sizin de sonunuz böyle olur’ mesajı veriyor. İhvan’ın Tunus’taki izdüşümü El Nahda Hareketi’nin kurduğu koalisyon hükümeti ise fiilen öldü bile. Küresel güçlerin Mısır ordusuna verdiği ‘dolaylı’ darbe desteğinin ardında biraz da bu durum var. Bir asır önce Ortadoğu’da ‘Skys Picot Anlaşması’yla kurulan eski düzenin korunmasının yoluydu darbe. Mısır demokrasisi düşerken Suriye, Yemen, Irak demokrasilerinin yükselmesini, eski düzenin yıkılmasını beklemek pek mümkün değil zaten.
Mısır uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede ise küresel güçlerin ‘bir taşla birden fazla kuş avladıklarını’ söylüyor. Dede, ülkede eski rejim denkleminin kurulmaya başlandığına işaret ediyor: “Mısır zarfında Arap Baharı süreci artık son buldu. Dahası bu kırılma benzer demokratik geçiş sürecindeki ülkeleri de negatif etkiliyor. Zira darbe ve sonrasında yaşanan katliamlar otoriter yönetimleri devirmeyi hesap eden diğer bölge ülkelerindeki halk hareketlerine gözdağı verdi, cesaretlerini kırdı. Çünkü neticenin Mısır’daki gibi sonuçlanabileceği endişesi insanları bu tür halk hareketlerine katılma noktasında tereddüte düşürür.”
Silaha sarılmayacağız!   
Önce 3 Temmuz darbesiyle hakkı olan iktidarı elinden alınan, ardından yöneticileri derdest edilip taraftarları acımasızca katledilen İhvan cephesi ise akl-ı selimi elden bırakmadı. Hukuk dışına çıkmamakta da kararlılar. İhvan liderlerinden Eşref Abdülgaffar, Mursi görevine geri dönene kadar barışçıl gösterileri sürdüreceklerini ancak her ne olursa olsun silaha sarılmayacaklarını, Mısır’ı Suriye’ye döndürmeyeceklerini duyurdu. 1949-1966 arasında 60 binden fazla üyesi tutuklanmasına, binlercesi işkence görmesine rağmen şiddete başvurmamışlardı. Keza örgütü örgüt yapan liderleri Seyyid Kutub, Muhammed Havvâş, Abdul Fettâh İsmail ve Hasan el Bennâ da Mursi gibi ellerinden alındıklarında şiddet yoluna girmemişlerdi. Cemal Abdülnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek dönemlerinde uygulanan zulme rağmen demokrasiden vazgeçmediler. İhvan’ı hep güçlü, başarılı kılan da bu yönüydü zaten.
Ordunun kasıtlı olarak Müslüman Kardeşler’in önde gelenlerinin çocuklarını katledip evlerini, ofislerini basmasının ve değerlerine hakaret etmesinin amacı, örgütü tahrik edip şiddete yöneltmek. Böylece onları dünyaya kolayca ‘terörist’ olarak sunabilmek.  Yrd. Doç. Dr. Hakkı Taş, darbecilerin İhvan’ın sokakları terk etmemesinden memnun olduğunu ifade ediyor: “Böylece İhvan’ı terörle özdeşleştirmeye meraklı yönetim için uygun fırsat doğar, meşru müdafaa hakkı dahi terör eylemi olarak gösterilir. İç politika açısından da İhvan, ‘sorunu uzatan taraf’ olarak algılanmaya ve tepki toplamaya devam eder. İhvan’ın hem içeride hem dışarıda ne kadar yalnız olduğunu fark etmesi, mevcut güç dengelerini gözeterek akl-ı selimle konumunu yeniden değerlendirmesi gerekiyor. Meydanlarda direterek marjinalleşmek yerine siyasî ve diplomatik yollara yönelmeli, kendisini anlatmak için dışarıda lobi yapmalı. Kısa vadede taviz vermiş gibi gözükse de darbe yönetimi benzer ekonomik ve siyasî sorunlarla yıpranacaktır ve İhvan sonraki seçimlere hazırlanabilecektir.”
Peki, ne pahasına olursa olsun sokaklardan ayrılmama stratejisi İhvan’a istediği sonucu verecek mi? Orduyu iyi tanıyanlar, gösterilerin dinmesi durumunda gündeme gelecek sosyo-ekonomik sorunlarla baş edemeyeceğini, iktidarı kısa sürede sivillere bırakmak zorunda kalacağını öngörüyor. Belki İhvan sokağa inmeyip hesaplaşmayı ilk seçimlere bıraksaydı yeniden iktidara gelebilecekti. Ancak bu noktadan sonra asker İhvan’ı siyasetten tam tecrit etmeden ikinci aşamaya geçmeyi düşünmeyecek.
İhvan’ın önünde iki seçenek var
Katliamdan sonra ortada pek bir ihtimal de kalmadı. Eğer İhvan direnmeye devam eder, ordu katliamı sürdürür, dünya da sessizliğini korursa, Mısır kelimenin tam anlamıyla cehenneme dönecek. İkinci ihtimal ise İhvan’ın sokaktan çekilip yeni seçimlere hazırlanması. Bir diğer ihtimal de uluslararası camianın baskısıyla ordunun önce demokrasiye geçiş sürecini başlatması, ardından yönetimi sivillere devretmesi.
Zirve Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, İhvan’ın bir müddet geri çekilmesini hem örgütün hem de ülkenin selameti açısından zaruri görüyor. Dede, uluslararası camiadan darbecilere dönük herhangi bir baskı ve müdahale ise öngörmüyor: “İhvan’ın hedefi siyaset içinde kalmak olmalıdır. Ordu, Mısır gibi ciddi problemleri olan bir ülkenin yönetiminde uzun süre kalmak istemez. Yakın bir tarihte sivil yönetime geçiş için düğmeye basılacaktır. Bu noktada İhvan bu öngörülebilir dönem için strateji geliştirmelidir.”
Bu noktada Doç. Dr. Mehmet Akif Okur önemli bir tespitte bulunuyor. İhvan’ın ‘barışçıl gösterilerine’ yeni bir format getirmesi gerektiğini, belirli meydanları doldurmaya dayanan ‘direniş’ mantığının örgüte istediğini vermeyeceğini belirtiyor: “İhvan, muhalefetini cuntanın çekirdeği ile sınırlamalı. Darbeye ilk başta destek veren kesimleri çekirdek cuntadan ayırmalı. Onları da ikna edecek kuşatıcılıkta bir siyasî yaklaşım sergilemeli. Bu strateji başarıyla uygulanabilirse, yaşadığı mağduriyet ve cuntanın Mübarek dönemi uygulamalarına geri dönüşü gibi faktörler, İhvan’ın halk desteğini zamanla daha da artırır. Bu halk desteğinin cunta karşısında iktidara tahvil edilebilmesi ise sandığın korunmasına bağlı. Mısır’da İhvan’ın temel hedefi siyaset zeminini yitirmeden direnişi sürdürmek olmalı. Sandığa ulaşma yolları kapanırsa, elde edeceği desteği iktidara taşıma kanalları da tıkanmış olur.”
Büyük bir kırılma yaşayan İhvan’ın siyasetten ve demokrasiden soğuması, Mübarek döneminde olduğu gibi yeraltına çekilme ihtimali de var. Örgütün iktidar vaadiyle tabanını yeniden seçimlere hazırlaması kolay olmayacak. Ancak İhvan salt siyasî bir yapı değil. Sağlık ve eğitim alanında önemli kurumlara sahip. Bir müddet diğer alanlara ağırlık verip siyasete mesafe koyması, hem ruhen hem de fiziken yeniden toparlanmasına imkân verecek. Hakkı Taş, İhvan’ın önemli bir yol ayrımında olduğunu, varlığını siyaset ile siyaset dışı alanda sürdürmeye karar vereceğini aktarıyor: “İhvan’ın rotası, sadece Mısır’ı değil, tüm İslam dünyasını ve İslamî grupları etkiler.”
Son tahlilde, Nil’in evlatları kendilerine kıydı… Bir kez daha küresel güçlere kukla olmayı demokrasiye tercih ettiler. Batı dünyası Bosna, Kosova ve Suriye’de olduğu gibi yine sessiz kaldı. Zira çoğu için hâlâ bir damla petrol, bir damla kandan kıymetli!
Yard. Doç. Dr. Hakkı Taş (İpek Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi ): BATI DÜNYASI, İSLAMÎ DEMOKRASİDEN ÇEKİNİYOR
“ABD başta olmak üzere Batı dünyası güçlü bir Mısır’dan korkuyor. Gücünü tabandan alan, dolayısıyla kısmen bağımsızlaşan, Filistin gibi konularda belli refleksleri olan dindar bir hükümettense; seçim meşruiyetinden yoksun, rahat kontrol edebilecekleri seküler bir yönetim işlerine geliyor. Bu İsrail’in güvenliği için de, havzasında İhvan gibi yapıları tehdit olarak gören Suudi Arabistan tarzı monark devletler için de böyle. İktidarda bir yıl geçer geçmez darbeye yeltenilmesi ve aceleleri bunu gösteriyor. Yine darbeyle tekrar gün yüzüne çıkan bir nokta da ABD için Ortadoğu’da en önemli şeyin demokrasi değil, İsrail’in güvenliği olduğu. Ayrıca İslamî kesimler söz konusu olduğunda demokrasinin rafa kaldırılıyor olması, bölgede eski kara düzenin devam ettiğini gösteriyor. Demek ki birileri İslam ve demokrasinin bağdaştığı bir dünyadan hâlâ korkuyor. Bu kapalı devre demokrasi anlayışıyla, terörden nemalananların ekmeğine yağ sürülmüş oldu.” 

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur (Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi): ABD, OTOKRATLARLA ÇALIŞMAYI FIRSAT GÖRÜYOR!
“Ortadoğu’da demokrasinin yayılmasının Batı’yı daha güvenli kılacağı varsayımından vazgeçiliyor. Seçimle işbaşına gelen Batılı değerlere mesafeli iktidarlardansa, kaos yaratacak biçimde iktidara uzanmış olsalar da Batılı değerlere daha yakın otokratların tercih edilmesi gerektiği fikri işleniyor. Bu iki faktör Batı’nın Mısır darbesini okurken başvurduğu parametreleri etkiledi. Ayrıca bu darbeyi anlamlandırmaya çalışırken bir dizi unsur dikkate alınmalı. ABD ve Avrupa’nın daha kısa vadeli jeopolitik beklentileri, darbe denilmeyişinde pay sahibi. Mısır’ın Batı sistemiyle ilişkilerini kuran kesim ve kadroların ısrarlı lobi faaliyetleri, İsrail sağının ABD’den talepleri, Suudiler ve Körfez lobisinin gayretleri, Süveyş’in ABD bakımından önemi de bu duruşu etkiliyor. Kan döktükçe sistemin normalleşmesi ihtimalinden daha da korkmaya başlayan Sisi, muhalefeti ezmek için vahşeti sürdürmek zorunda. Ancak yaptığı her katliam, darbeye verilen dış desteği eritiyor. Bu yüzden Rusya’dan uzatılan eli cazip bir çıkış yolu olarak görebilir. Bu, Rusya’yı Süveyş’e indirecek bir jeopolitik deprem anlamına gelir. Böyle bir ihtimal belirdiğinde ABD’nin darbe karşısındaki tutumunu kökten değiştirmesini beklemek kehanet olmaz."