16 Ağustos 2010 Pazartesi

O şiiri duyunca Başbuğ ne hissetti / Fatih Çekirge

“Oğlumun karada kancıkça dövüşen bir bücür değil, denizde yüz be yüz dövüşen bir dev olmasını isterdim.”
Nâzım Hikmet’ten böyle bir dizeyle bitiriyor konuşmasını amiral.

Sanki sırtında bir hançer varmış gibi...
Böylesine keskin ve ihanete uğramış bir yarayla...
Ya şu cümle:
“Peki bu mücadelede yeterince destek alabildim mi? Buna verilecek cevabım hayırdır. Bahriye lisanı ile de cevap vermek istiyorum, ihtiyaç duyduğumda deniz top ateş desteği alamadım, hatta dost ateşine de maruz kaldım.”
Ben bu sözleri duyduktan sonra bir tek şeyi düşündüm.
Acaba komutanları ne düşündüler?
Örneğin Deniz Kuvvetleri Komutanı.
Ya da, Genelkurmay Başkanı Başbuğ, o şiiri duyunca acaba ne hissetmiştir?
Mesela Kore’den liyakat nişanı almadan önce.
Ya da duvara yağlı boya emeklilik tablosunu astırmadan hemen önce.
Acaba amiralini çağırıp şöyle sorabilir miydi:
“Amiralim dost ateşi derken kimi kastettin? İhanete mi uğradın? Bak biz silah arkadaşıyız. Kader birliğimiz var. O şiiri neden okudun. Anlat bana.”

Sormadı...
Peki en azından bu konuşmayı bir ihbar kabul edip soruşturma açabilir miydi?
Çünkü amiral Ertürk, bu konuşmayı bir dost sohbetinde ya da TV programında değil, resmi bir toplantıda, bir tören alanında yapmıştı.

Yani bireysel gibi gözükse de kurumsal bir konuşmaydı. Ve suçlama vardı.

Ve daha da önemlisi, orduya subay yetiştiren bir okul komutanı herkesin önünde birilerini suçluyordu. Buna hakkı var mıydı? Kamuoyunda böylesine büyük bir soru işareti bırakarak ayrılmak hangi askeri disipline sığardı?
Bu sorular ilginçtir. Ama asıl ilginç olanı bu ağır konuşmaya karşı komutanların hiçbir şey olmamış gibi davranmasıdır.