2010 yılı 4 Ağustos gecesi tarihi bir köşeyi döndü Türkiye. Hani merakla beklenen sivil darbe vardı ya. Evet galiba o oldu. O gece TSK (yada TSKP mi demeliyim) ile hükümetlerin iki koalisyon ortağı gibi masaya oturup pazarlık yaptığı Yüksek Askeri Şûra’nın demokrasiye aykırı “teamüllerine” bir son verildi. Ve bir daha geri dönülmez biçimde ortaya çıktı ki hukuk temaülden üstündür, siyasetçi korkmazsa sonunda asker geri adım atar. Bu aynı zamanda büyük bir psikolojik eşiğin de aşılması demek. ‘YAŞ demokrasisinden’ döndüğümüz bu eşiği Türkiye’de pek kimsenin cesaret edemediği zamanlarda asker-sivil ilişkileri üzerine çalışmaya başlamış, bu alanın en çok referans yapılan ismi Prof.Dr. Ümit Cizre ile konuştuk. Şimdi Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde olan Cizre, 2005 yılında, daha ortada Taraf gibi bir gazete bile yokken TESEV için hazırladığı Güvenlik Almanağı’nı sert sözlerle eleştiren Yaşar Büyükanıt’a “Bazı tabuları yıkıyoruz” diye cevap vermişti. İşte Prof. Cizre’nin YAŞ üzerine değerlendirmeleri:
YAŞ’taki bu terfi sistemi ne zamandan beri uygulanıyor? Söz konusu teamüller ne zaman ve kim tarafından kuruldu?
YAŞ, 12 Mart 1971 müdahelesinin bir ürünü olarak 1972’de yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hem kendi içinde 1971 öncesi yeniden başgösteren cuntacı eğilimleri engellemek hem de ülkedeki sol aktivizmin önünü kesmek amacıyla kuruldu. Dolayısıyla, görevleri arasında Silahlı Kuvvetlerin askerî stratejisinin temel kavramını tespit etmek, program ve hedefleri konusunda görüş bildirmek de yer almasına rağmen, asıl anlam ve önemi TSK mensuplarının terfi, tayin ve disiplin tedbirlerini karara bağlama konusunda yatıyor. Yani, YAŞ, ordunun anlayış, görüş ve ideolojisi bakımından “yeknesak,” tutarlılığı yüksek bir kurum olarak varlığını sürdürmesini sağlayan ve dolayısıyla kurumsal ve siyasal özerkliğini yansıtan bir yapı.
Birçok ülkede yüksek rütbeli subay ve generallerin tayininde ve atanmasında anayasal seçilmiş sivil organlar (Senatolar, Meclis Komisyonları) esaslı bir rol oynarken, TSK’nın siyasal gücünden kaynaklanan yüksek kurumsal özerkliği nedeniyle, Türkiye’de seçilmiş sivil otorite (Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı) subayların ve generallerin terfi ve atamalarında değil Kuvvet Komutanlarının ve Genelkurmay Başkanı’nın terfi ve yer değiştirme atamalarında Anayasa gereği söz sahibi. Ancak bu ikinci durumda bile seçilmiş iktidarın insiyatifini kesen kendi kendine gelişmiş yani belirli bir kimse tarafından başlatılmayan ve dolayısıyla aslında TSK’nın “siyasal” bir “kudret” sahibi olmasından kaynaklanan bir teamül söz konusudur: Genellikle 1. Ordu Komutanı KKK olarak, işbaşındaki KKK da emekliye sevkedilen Genelkurmay Başkanı’nın yerine GKB olarak atanır. Bu durum, ordu içinde kararlaştırılan bir yarı otomatik tayin-terfi süreci olarak işleyegelmiştir.
Bu durum YAŞ’ın yasalara uygun çalıştığını göstermiyor mu?
Sürecin sakıncalı yanı, TSK’nin birlik ve bütünlüğünden meram edilen Kemalist umdelerin bekçiliği ve her türlü yöntemle yaygınlaştırılması doğrultusunda siyasallaşmış, hükümetlerden, sivil liderlerden hazzetmeyen, onları kamusal alanda uluorta eleştiren, şikâyet ve veto eden ve darbe planları hazırlayan grupların içinde yer alan komutanların takdir anlamında terfi ettirilmeleri ve TSK’nın en üst noktalarına getirilmeleridir. Bu durum, cuntalaşmayı teşvik edici bir rol oynamaktadır. Buna ek olarak, Cumhuriyetin kurucu ideolojisine farklı görüş, inanç ve kültürel pratiğe sahip olmayı tercih eden ordu mensupları YAŞ yoluyla cezalandırılmakta ve bünyeden ihraç edilmektedir. Üstelik, bu kararlara yargı denetimi uygulanmamaktadır.
TESEV’in 2006 yılında yayımladığı “Almanak Türkiye 2005 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” kitabında YAŞ konusuna değinen Prof. Zühtü Aslan, YAŞ kararlarının yargıya kapalı olması konusundaki genel hukuk ihlalinin vehametine örnek olarak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Anayasa Mahkemesi Başkanı’yken yaptığı konuşmalarda YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması gereğine işaret ettiğini hatırlatmıştı. 12 Eylül’de oylanacak anayasa değişikliklerinden birisi bu yanlışı düzeltiyor.
Atama, terfi ve kademe ilerlemesi gibi özlük işlerine ait konuların yarattığı sorunlar dışında YAŞ’ın faaliyetlerinde tartışmalarda dile getirilmeyen başka sorunlar var mı?
YAŞ yapılanmasının içerdiği pek akla getirilmeyen ya da “alışılagelen” teamülsel yanlışlara ilginç bir başka örnek yine Almanak 2006’dan ve Prof. Aslan’dan verilebilir:
“ YAŞ toplantılarına Başbakanın başkanlık etmesine rağmen, Genelkurmay Başkanı’nın diğer üyelerden farklı olarak Başbakan’ın yanında adeta “eş başkan” gibi oturması siyasal otorite ile askeri otoritenin “eşit” oldukları izlenimini yaratan sembolik bir durum olarak dikkat çekmektedir.” 2003 yılından sonra toplanan YAŞ’ların birer bildiri yayınlama geleneğini başlatmaları, bu sembolik durumun bir gerçekliğe tekabül ettiğini kanıtlayan bir başka örnek. 2003 yılında geçirilen 7. Uyum Paketi ile ikinci bir bakanlar kurulu gibi işleyen Milli Güvenlik Kurulu’nun yetkilerinde bir normalleşmeye gidilerek görev tanımı yeniden ve “danışma” olarak yapılmıştı. YAŞ toplantılarının sonunda yayımladığı bildirilerle MGK’nu bir nevi ikame eder nitelikte bir ek faaliyet edinerek bu normalleşmeye bir tepki vermiş oldu.
Bu yaşananlar YAŞ krizi midir yoksa normalleşme mi?
Her ikisidir de. TSK açısından baktığınızda “yaşamsal” bir kriz, Batı demokrasilerinin “olmazsa olmaz” bir koşulu olan ordular üzerinde “demokratik sivil denetim” sistematiği açısından bakıldığında da normalleşme için mükemmel bir başlangıç. Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı’nın atanması sürecine seçilmiş sivil iktidarların tasarrufunun ve pratiğinin dahil edilmesi, “zayıf-ve-ürkek” seçilmiş iktidarlar ve “kuvvetli-dirayetli-siyasette her koşulda söz sahibi” asker dengesizliğini bozan bir adımdır. Başka ülkelerde normal kabul edilen bu müdahale bu coğrafyada ilk kez atılmış radikal bir “siyasal” adım olarak tarihe geçecektir. Ancak AK Parti iktidarının yalnızca YAŞ’ı normalleştirmekle kalmaması, demokratik sivil denetimin tüm gereklerini yerine getirmesi en önemli koşuldur. Güvenlik politikalarının seçilmiş sivil aktörlerin faaliyet gösterdiği sivil siyasal alana sokulması, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin bu alan ile askerin işbirliği ile ortaya çıkması ve şeffaf bir belge olmasından başlayarak atılacak çok sayıda adım var.