13 Temmuz 2010 Salı

Gandi Kemal'e önerimdir: 'Hayır kampanyası yürütmeyin seçmeni özgür bırakın...' / Reha Muhtar

Sevgili Gandi Kemal;
12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde Anayasa referandumuna gidiyor Türkiye...
“Darbe anayasası mı, darbe anayasasının değiştirilmesi mi?..”
Yan sütunda 12 Eylül günlerinden kalan “buruk bir referandum anısını” anlattım...
Bunun bir benzerini o günlerde sizin yaşadığınızdan da eminim...
Bu sefer referanduma gidecek değişiklikler, 12 Eylül Anayasası’nın ne antidemokratik YÖK’ünü kaldırıyor, ne de yüzde 10 barajını düşürüp, tam bir temsil sağlıyor...
Hep böyle durumlarda iktidarların yaptığı gibi, AKP de kendisine uyan “demokratik!” değişiklikleri yapmış, uymayanları yok farzederek kendi demokrasisine uydurmuş...
***
YÖK’ten nedense hiç bahsetmiyorlar artık?..
Çünkü YÖK ellerinde, o zaman “YÖK’süz demokrasi gereksiz...”
Antidemokratik olan yüzde 10 barajından da...
Çünkü baraj düşse, Saadet veya başka kimbilir kimler Meclis’e girerler...
Tek başına iktidar hülyaları suya düşerler...
Belki Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu da YÖK’leşir, ondaki demokratik değişiklik de anlamsız hale gelir...
Bunların hepsi gerçek...
Ama bir gerçek daha var...
Gandi Kemal ana muhalefet lideridir...
Bir yıl sonra partisini iktidara taşımak üzere genel seçimlere gidecektir...
Böyle bir lider, siyasi kaderini bir Anayasa oylamasına mahkum etmemeli...
Bu referandumdan yenik çıkıyormuş gözükmemeli...
***
Çünkü bu Anayasa değişikliklerinde;
1) Birden fazla sendikaya üye olma hakkı getiriliyor...
2) Memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanınıyor...
3) Grev esnasında işyerlerindeki maddi zararlardan sendikalar sorumlu tutulmuyorlar...
4) Özel hayatın gizliliği, korunması çağdaş ve medeni ülkelerdeki ilkelere göre ayarlanıyor...
5) Yüksek Askeri Şüra’nın kararlarına yargı yolu açılıyor...
6) Askeri mahkemeler, asker kişiler tarafından işlenen suçlar vb. suçlara bakacaklar...
Askeri yargının görev alanları “batı ülkelerindeki yargı sistemine” benzeyecek...
***
Bütün gücünüzle “abanacağınız” bir “hayır” kampanyası aynı zamanda bunlara “hayır” anlamına çekilebilecek ki, bu bir sosyal demokrat parti için doğru değil...
Solcular ve demokratlar, yani sosyal demokratlar ve batılı anlamda demokratik sosyalist partiler, bu kararlara karşı çıkmazlar...
Bunu topluma da, uluslararası kamuoyuna da anlatamazlar...
Sizin kalbiniz hem demokratik hem de solcu sevgili Gandi Kemal...
Geçirdiğim yıllar bana sadece kendim olmayı, başkalarının isteklerine göre hareket etmemeyi öğretti...
***
“Hayır” kampanyasına abanmayın bu yakışmaz size...
AKP’nin getirdiği değişikliklerde “demokratik olmayan eski maddeleri sıralayın, onları halka anlatın, onların üzerine politika yapın...”
Ve referandumda bu demokrasi görünümlü antidemokratikler üzerinden politika yapıp, seçmenleri iradelerinde hür bırakın...
Kim ne kadar demokrasiyi istiyorsa, ona göre karar versin...
Bu kampanyanın “hayır” oylarının muhtemel azlığının ağırlığı üzerinize yük olmamalı...
Kaldı ki, demokratik görünen değişikliklere de “hayır” diyen olmamalı Gandi Kemal...
12 Eylül’ün 30. yılında ezici bir çoğunluğa karşı yüzde 8’lerde kalan “dürüst ve ilkeli” eski yol arkadaşına nacizane tavsiyemdir!..
***
12 EYLÜL ANAYASASI’NA “HAYIR” DEMENİN DAYANILMAZ YALNIZLIĞINDAN BİR ANI...
Berlin’de Uluslararası Gazetecilik Enstitüsü’nde rüya gibi bir 3 ay geçirmiş, sınava girmiş, diplomamı alıp Türkiye’ye dönmüştüm... Hayatımın baştan aşağı değiştiği günlerdi...
Türkiye’de 12 Eylül bütün şiddetiyle sürüyordu...
İktidar acayip bir güçtür...
Propaganda araçlarıyla, gazetelerle, televizyonlarla, gündeminize egemen olur...
Bazı şeyler o kadar çok tekrarlanır ki, yaratılan rüzgardan etkilenirsiniz...
Her gün “sokakta birbirini öldüren insanların kara propagandasının” yapıldığı günlerdi...
Sanki silahlarla birbirini öldüren gençler, aynı silahlardan ateş etmiyorlardı...
Sanki faili meçhuller, aynı karanlık meçhulden talimat almıyorlardı...
İnanılmaz bir beyin yıkama faaliyetinin insanları etkilediği günlerdi...
***
Herkes etkileniyordu o propagandadan...
“Sokaklarda kan akıyordu...
Ordu gelip kanı durdurmuştu...”
7 Kasım 1982 günü yeni Anayasa’nın referandumu olacaktı...
Anayasa’ya “evet” denirse Kenan Evren de otomatikman Cumhurbaşkanı olacaktı...
Kenan Evren Anayasa’ya kefildi...
Özgürlükler, örgütlenme ve grev hakkı rafa kalkıyordu...
Çünkü grevler yüzünden anarşinin hortladığına inandırılmıştı toplum...
Üniversitelerin başına YÖK gibi bir kurum musallat ediliyordu...
Koskoca profesörleri, doçentleri, tüm öğretim üyelerini ve öğrecileri tek bir elden yönetmek üzere...
E normaldi, “üniversiteler anarşinin merkezi değil miydiler?.. Öyle inandırılmamış mıydı insanlar?..”
***
Ve elbette koalisyonlar...
Onlardı anarşinin başı...
İktidarda koalisyonlar değil, tek parti olmalıydı...
Yüzde 10 barajı onun için kondu...
İnsanlar hipnotize bir ruh yapısının esiriydiler...
Kenan Evren meydanlara çıkıp ne söylese “deli gibi alkışlıyor, kabulleniyor ve yaşa varol” diyordu...
Berlin’den yeni dönmüştüm...
Ailemden ayrılıp kendi evime taşınmış, içerde ve dışarda eğitimini aldığım gazetecilikte zor ve meşakkatli yıllara giriyordum...
23 yaşındaki genç bir gazeteci için Milliyet’in Ankara Bürosu, bir hayat dersinin alfabesinin verildiği yer gibiydi...
***
Muhabirler dört bir yana dağılmış, kampanyayı izlerken bir taraftan da büronun nabzını tutmaya çalışıyordum...
Dışarda herkes yeni Anayasa’ya, özgürlüklerin ve demokrasinin gerçek anlamda askıya alınmasına, hararetle “Evet” diyordu...
Gazetede ise değişik bir hava esiyordu...
Kime sorsam “82 Anyasası’na hayır” diyeceğini söylüyordu...
Gazetede “Hayır” demek modaydı, gazete dışında ezici çoğunlukla “Evet...”
Pazar günü oyumu kullandım “hayır” olan mavi kağıdı zarfa koydum verdim, dışardan görünmesin diye “mavi” kağıdı zarfı katladığım yere sıkıştırdım...
Çünkü “mavi” yani “hayır” diyenlerin fişleneceği söyleniyordu...
Oy kullanma işleminden sonra gazeteye gittim...
Sonuçlar akşama doğru belli olacak ve gelişen haberleri İstanbul’a geçecektik...
Gazetedeki ağır toplar, referandumdan önemli oranda bir “Hayır” oyu çıkacağını, ama “Evet”lerin yine de kazanacağını söylüyorlardı...
Bense ezici çoğunluğa karşı, çok küçük bir azınlık olduğumuzu düşünüyordum... Anayasa “Evet” oyu yüzde 91.37 idi...
“Hayır”lar sadece yüzde 8.63... 17 milyondan fazla seçmene karşı sadece 1.5 milyon seçmen “hayır” deme cesaretini göstermişti...
101 pare top atışıyla “kutlandı!” 12 Eylül Anayasası ve Kenan Evren “seçilmiş cumhurbaşkanı” oldu...
***
Bazen, hatta çoğu zaman hayat “azınlıkta kalmak, hatta yalnız olmaktır...”
Yalnızlığın ve azınlığa düşmenin dayanılmaz ağırlığı, size zaman zaman “görüşlerinizi sorgulatır...”
Acaba yanlış mı düşünüyorum dersiniz?..
Çünkü inanılmaz bir propaganda, bütün sandalları sürüklemektedir...
O fırtınada sesiniz pek duyulmaz...
Bir yalnızlık ve bir hüzün çöker üstünüze...
Yine de yaşamak için yenilemek zorunda hissedersiniz kendinizi...
Omurgasız değilseniz, bukalemunluk yapmazsınız, onurunuzu, haysiyetinizi ve düşüncelerinizi satmazsınız...
Ama hayatta kalmalısınızdır...
Doğada ayakta ve hayatta kalan canlılar gibi, yeni şartlara adapte olmaya, onlara göre kendinizi satmadan yeni bir yol bulmaya çalışırsınız...
Hayat yenilenme cesareti gösterenlere, o yeniliği verir...
Hayat iyilik yapanlara iyilik verir...