Dün bütün gün bir ses çıksın diye bekledik.
Ne Başbakanlık bir açıklama yaptı, ne MİT, ne Genelkurmay.
Hâlbuki Bugün gazetesinin haberi bütün ülkeyi sarsacak türde büyük bir askerî skandalı ortaya çıkarıyordu.
Devletten ses gelmedi ama hiçbir televizyon da, en azından ben bu yazıyı yazmaya oturana kadar, bu haberden söz etmedi.
2007 yılının ekim ayında bir pilot üsteğmen, bir pilot yarbayı telefonla arıyor.
Sinirli bir şekilde, “çok zayiat veriyoruz” diye bağırarak, “ya Heron’ları düşürün, ya koordinatlarını değiştirin” diyor.
Yarbay da “tamam bakarız” diye cevap veriyor.
Üsteğmen kimin “zayiat vermesini” önlemeye çalışıyor?
PKK’nın.
Ve “kendi istihbarat uçaklarının düşürülmesini” istiyor.
Öylesine dehşet verici bir durum ki önce bu haberi bir “mantık çerçevesine” yerleştirmeye çalıştık.
Dedik ki “belki Heron’un yerini belirlediği PKK birliği içinde ordunun ajanı var onu kurtarmaya çalışıyor.”
Bunun mantığı tutmadı.
Bir PKK birliği içinde kaç “ajan” olabilir ki üsteğmen “çok zayiat veriyoruz” diye bağırsın?
Sonra dedik ki, “üsteğmen ve yarbay PKK ajanları, PKK’lıları kurtarmaya uğraşıyorlar.”
O da tutmadı.
Çünkü bu konuşmayı saptayan MİT, Başbakanlık’ı, Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı haberdar etmiş.
2007’de bir soruşturma açılmış, üsteğmen bir gün nezarette tutulmuş, sonra da serbest bırakılmış.
Soruşturma da savsaklanmış.
“Eşinin başı türbanlı” diye elemanlarını tart eden ordu, “Heron’ları düşürmekten söz eden” bu iki subaya dokunmamış.
Bu iki subay, bu konuşmanın bilinmesine rağmen korunmuş.
Ordu, bu iki subaya dokunmadığına göre bu olayın “iki subaya mahsus” bir durum olmadığı, bizim bilmediğimiz “gizli” bir stratejinin parçası olduğu anlaşılıyor.
Zaten Bugün gazetesi de haberi “büyük ihanet” manşetiyle vermiş.
Bir ordu “ihanetle” suçlanıyor ve ağzını açıp da bir açıklama yapmıyor.
Ya da yapamıyor.
Biz buna benzer garipliklerle daha önce de karşılaştık.
Dağlıca baskınının yapılacağını çok önceden bildikleri halde o karakolu hedef alan bir saldırıyı caydıracak önlemler almamışlar, aksine saldırı yollarını açık tutmuşlardı.
O baskından sonra o karakolun komutanına da madalya verilmişti.
Aktütün baskınında, PKK’lıların gelişlerini uydulardan izlemişler gene caydırıcı bir önlem almamışlardı.
Binlerce çocuğun öldüğü bir savaş bu.
Ama bu savaşın içinde çok tuhaf işler oluyor.
Ordu “baskınları” engellemiyor, subaylar “kendi Heron’larını düşürmek” istiyor.
Bunları yan yana koyduğunuzda bu savaş “şike” bir savaş görüntüsü veriyor.
PKK, bu “şikenin” içinde mi bilmiyoruz.
Belki de ordunun içinden birileri PKK’yı, PKK’dan habersiz koruyordur, “zayiat vermesini” engellemek istiyor, baskınlarını kolaylaştırıyordur.
Bir yandan Kürt meselesinin “demokratik” yollarla çözümünün önü ordu tarafından kesiliyor, “eşitliğe” dayalı bir çözüm önerisi bile “ihanet” damgası yiyor, bir yandan meselenin çözümünü engelleyen ordu baskınların önünü açıp, “kendi uçağını” düşürmeyi konuşuyor.
Bir ordu bunu niye yapar?
Niye hem meselenin demokrasi içinde çözülmesine engel olur, hem de “düşman ilan ettiği” bir gücün başarılarını destekler?
Başbakanlık da, Genelkurmay Başkanlığı da açıklama yapmaktan kaçınamaz.
Bu ülkenin çocuklarını biz “hileli” bir savaşta mı ölüme teslim ediyoruz?
Ne oluyor?
Parlamento da, hükümet de, siyasi partiler de, bu ülkenin Kürt ve Türk vatandaşları da bu olayları sorgulamalı.
Artık Kürt meselesini çözmek ve savaşı bitirmek için ciddi adımlar atmak, orduyu denetlemek, yapılanları incelemek zorundayız.
Bütün “tuhaflıkların” barışı engellemek isteyenlerin arasından çıktığını görmeliyiz.
Bu savaşı bitirmeliyiz.
Bu savaş sürdükçe hem çocuklar ölüyor, hem de toplum ve devlet kirleniyor.