Her şeyden önce şu son derece rahatsız edici manzara: PKK'ydı, "Kürt realitesi"ydi derken,dönüp dolaşıp "hudut bölgesindeki dağlarda terörle mücadele edecek" (Milli Savunma Bakanı) yeni birliklerin nasıl oluşturulacağı tartışmasına vardık.
Rahatsız edici, umut kırıcı ve bir bakıma çözümsüzlüğün ilanı değil mi bu?
Ne acı... Demek varacağımız yer, televizyon kanallarının fikrine başvurmak için yarıştığı "Pamukoğlu paşa"nın sürekli önerdiği bir savaşçı birliğin oluşum koşullarını konuşmakmış.
Söz konusu birliğin nasıl bir şey olacağı henüz ortaya çıkmış değil. Milli Savunma Bakanı, "Özel ordu değil, maaşlı askerlik" demekle yetiniyor. Başbakan, tasarlanan "şey"i şöyle tarif ediyor: "Mevcut bünye içinde, farklı statüde, beş yıl veya daha uzun süre görev yapacak uzmanlaşmış personel olacak. Özel ordu kurmuyoruz."
Aslına bakacak olursanız konuya ilişkin pek çok "tereddüt"ün henüz giderilememiş olması büyük ölçüde konunun "tabiatının icabı"dır. Ve bu tereddütlerin asıl nedeni de Fransız Devrimi'nin "hediyeleri"nden birisi olan zorunlu askerliğe dayanan "milli ordu"nun günümüzde karşılaştığı ve karşısında pes ettiği büyük sorunlardan başkası değildir.
Bugün hiçbir ulus-devlet zorunlu askerlik ödevine dayanan "milli ordu"ları bırakın Devrim günlerinin sözcükleriyle, İkinci Savaş ve hatta "Soğuk Savaş" dönemlerinin ideolojisiyle bile savunamaz durumdadır. Dünyada politik-etik ilişkisi hızla değişmiş ve bunun konumuza ilişkin bir sonucu olarak insanlar cephelerde "vatan için ölmek" için sıraya girmekten çoktan vazgeçmişlerdir.
1798 sonbaharında Fransa'nın Prusya'yı yenilgiye uğrattığı Valmy savaşını hatırlayın... Bu savaş zorunlu olarak silah altına alınan "vatandaş"lardan oluşan "milli ordu"nun –nihayet!- doğduğuna işaret ediyordu. Savaşa tanık olan Goethe, Valmy savaşını dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıç tarihi olarak selamlıyordu.
Ama bugün zorunlu askerlik ödevine dayanan milli orduların dünya tarihinde olumlu olarak yeni bir dönemin taşıyıcısı olduklarına inanan çok az insan kaldı. Özellikle Batı toplumları 19. ve 20. yüzyılın ulus-devlet ordularının kapışmasının milyonlarca insanın hayatına mal olduğunun şahidi olunca, tarihin göreli olarak çok yakın bir döneminde ortaya çıkan "silah altındaki vatandaş" mitine sırtını dönmeyi tercih etti.
Giderek benimsenen model artık vatandaşların zorunlu askerlik ödevi ile oluşturulan "milli ordu"lar olmaktan çıkarak söz konusu "mit"i hatırlatmayan "profesyonel ordu"lar olmuştur.
Ama görüyorsunuz; "milli ordular"dan uzaklaşılmasına rağmen dünyada "savaş"ın sonu bir türlü gelmiyor. Yüzbinlerce savaşçı halen dünyanın dört bir köşesinde öldürüyor ve ölüyor. Silahların susmadığı ülkelerde savaşan birliklerin çok önemli bölümü savaşın ve dolayısıyla şiddetin "özelleştirilmesi" sonucu doğan "Özel Askeri Şirketler" tarafından oluşturuluyor. Özellikle ABD, İngiltere ve Kanada gibi Anglo-Sakson ülkelerinde savunma-güvenlik işleri özel şirketlere terk edilmiş durumda. Bu "taşeronluk" hizmeti dünyaya yön vermek isteyen diğer ülkelerde de giderek güçleniyor. Bugün Irak ve Afganistan'da "barışı sağlamak" için çabalayan paralı askerlerin sayısı giderek artıyor. Amerikan ve İngiliz düzenli ordularında yer alan askerlerin (onlar da "paralı asker") yanında kiminle ne için savaştıkları gibi soruları akıllarına bile getirmeyen ve günde 700-900 dolar ücret karşılığında var güçleriyle savaşan bu "şirkete bağlı savaşçılar"ın varlıkları işin nerelere vardığının en iyi göstergesi olsa gerek. Bu gelişmenin birçok nedeni var şüphesiz. Her şeyden önce "vatandaşlar" artık savaşmak istemiyor; buna ilaveten savaş teknolojisi ciddi "uzmanlık" gerektiriyor; ayrıca "özelleştirilmiş" ordular devletlere çok daha ucuza geliyor.
Bu özel savaş şirketlerinin başında gelen "Blackwater"ı tanımayanınız yoktur herhalde. Ama eğer bu şirketi istemiyorsanız seçenek çok; İngiliz "Hard-Security Limited"i ya da giderek gelişen Fransız "Geos"u da seçebilirsiniz. Hangisi güçlü, hangisi ekonomik siz karar vereceksiniz. ..
Bu örnekleri şunun için hatırlatıyorum: Bugünün dünyasında "savaş-savaşmak- askerlik ödevi-ordu- vatan savunması" vb gibi eskinin büyük sözleri giderek bir "özelleştirme konusu"na dönüşmekte.
Türkiye'ye dönecek olursak: "Hudut bölgesindeki dağlarda teröristlerle mücadele edecek" birliklerin nasıl bir şey olacağının belirlenmesi -başta hukuksal konumları ve "milli ideoloji" açısından nereye yerleştirilecekleri açısından- gerçekten zor bir iş. "Yüksek maaş"la istihdam edilecek olan savaşçılara hangi sıfatı uygun göreceğiz? İş başında hayatlarını kaybettikleri ya da yaralandıkları takdirde "şehit" ya da "gazi" statüsü onlara da tanınacak mı? Görev yaptıkları 5 yıl içinde kendilerinden "para karşılığında" pek çok insanı öldürmesi istenen bu "savaşçılar" 5 yıl sonra aramıza salındığında karşılaşılması kuvvetle muhtemel gelişmeler nelerdir?
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: İyi savaşçı bulabilmek sorunu dünyaya düzen vermek isteyen büyük ülkeler açısından çözülmüştür. Bu ülkeler açısından bu savaşçı ihtiyacının giderek artan oranda "özel savaş şirketleri" tarafından karşılanacağı belli olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'yı Hitler belasından kurtarabilmek için 100 binden fazla askerini bu kıtada "şehit" verebilen ABD ordusu artık "tarih" olmuştur. "Normandiya Çıkartması" bugün gerçekleşse, çıkartma gemilerini ücretleri tavan yapmış "Blackwater" şirketinin savaşçıları doldururdu herhalde...
Peki "böyle bir dünya" içinde bölgesinde iddialı olduğunu tekrarlayan Türkiye, devletine olduğu kadar siyasetine son derece hakim olan "milli ordu" ideolojisi dairesinde kalarak bu ordu-askerlik-iyi savaşçı- paralı savaşçı-özelleştirilmiş savaş hizmeti vb gibi konuların altından nasıl kalkabilecek?