21 Ekim 2007’de gerçekleşen Hakkari Dağlıca baskınında 12 askerimizi şehit vermiştik. Bu olay, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli terör saldırılarından birisidir. Sadece sayı itibariyle değil, nitelik ve cevaplanamayan sorular itibariyle...
Tıpkı 1993 yılı 24 Mayıs’ında Bingöl’de 33 silahsız erin katledilmesi vak’ası gibi...
Şehitlerin acısı başka, olayların arkasındaki gerçeğin bir türlü ortaya çıkartılamaması, soruların cevapsız kalması, iddiaların zihinleri kemirmesi başka...
En vatanperver insanlara bile “Biz bu çocukları nereye gönderiyoruz” sorusunu sordurtan olaylardır bunlar.
Sayısız istihbarat bilgisine, ard arda yapılan uyarılara rağmen bölge komutanı, yine de karşı dağdaki terörist grubu çoban zannettiği için hayatını kaybeden askerlerin aileleri ve tabii bütün ülke soruyor bu soruyu: Nereye?
Evet, terörle mücadele zor. Evet, bölgenin coğrafi şartları mücadeleyi daha da ağırlaştırıyor. Evet, teröristin hiçbir kuralı yok.
Bütün bunlar yine de durumu izaha yetmiyor.
Dünyanın en büyük ordularından birisine sahibiz. Bölgede 30 yıldır terörle mücadele tecrübesinden geliyoruz. Son teknoloji, sınırsız kaynak; yetmedi ABD ile anlık istihbarat vs. Muazzam bir toplumsal destek. Buna rağmen giderek daha fazla ölümlü kayıplar...
Bir ülke bu kadar acı çektiği, bu kadar bedeli ödediği, bu kadar gencini yitirdiği bir süreçte bu kadar güç duruma düşmemeli.
Burada bir problem var.
Kürt sorununu, sadece terörle mücadele çözmeyecek ama teröriste karşı hak etmediğimiz bir zaaf içine düşüyoruz. Bu da çözümü zorlaştırıyor; bırakın çözümü normal şartlarda havayı bozuyor.
Dahası...
Cevabı verilmeyen bazı sorular mide bulandırıyor.
Dün Eser Karakaş haklı bir şekilde isyan ederek şunları yazmıştı:
“Bugün Gazetesi geçtiğimiz günlerde olağanüstü bir habercilik yaptı ve iki yüksek rütbeli subayın bir PKK grubunu imha edilmekten nasıl kurtarmak istediğini sayfalarına taşıdı... Genelkurmay’dan şu ana kadar “çıt” yok.”
Olay malum. Hava Pilot Üsteğmen Fırat Ç. Hava Pilot Yarbay Selami Selçuk Ç.’yi arayarak, PKK elemanı olan kendi adamlarının çok zayiat verdiğini belirtiyor. Bu yüzden “Çok iyi tespit yapıyorlar” dediği Heronların düşürülmesini ya da koordinatlarının değiştirilmesini istiyor. Yarbay da, “Çaresine bakacağız” cevabını veriyor. Çaresine bakılıyor mu bakılmıyor mu, ya da nasıl bakılıyor bilmiyoruz ama konuşmadan 11 gün sonra da Dağlıca baskını oluyor.
Haber gazetelere yansıdı, köşelerde tartışılıyor ama tek bir açıklama, ima dahi yok.
Gelelim, 6 askerimizi kaybettiğimiz İskenderun baskınına. star’ın Pazar günkü manşeti. PKK’nın askeri birliği vurmak için her türlü istihbaratı topladığı, yakalanan bir teröristin üzerinden çıkan bilgilerin askeri birliğe iletildiği ama buna rağmen saldırının planlandığı gibi gerçekleştiği ortaya çıktı. İskenderun’daki askeri birlik ise o sırada STK’ları fişlemekle meşgulmüş. Asker hala ne diye STK’ları kovalıyor sorusu bir yana, söyler misiniz bu nasıl bir istihbarat zaafıdır? Yine cevap yok.
TSK dahil bütün kurumların her ne yapıyor veya yapamıyorlarsa bunu kamuoyuyla paylaşma mecburiyetinde olduklarını bilmeleri lazımdır. Başarıyı olduğu gibi başarısızlığı da... Ama en önemlisi herkesin zihnini bulandıran, toplumsal ve siyasi sonuç yaratan büyük terör saldırılarının arkasındaki sorulara cevap vermek zorundadırlar. Bilinsin ki hikmet-i hükümet edebiyatı artık gerçeği örtbas etmeye yetmiyor.
Kan akarken, canlar yanarken kimse eskiden olduğu gibi kurumların suskunluğuna kutsal bir anlam yüklemiyor. O devir kapandı artık...
Ve bilinsin ki Türkiye terörü yenecekse önce ve mutlaka güvenlik kurumlarıyla toplum arasında bir güven ilişkisi tesis edilmek zorundadır.